Televizyonun, internetin ve buna benzer teknolojilerin henüz
toplumsal hayatta geniş bir yer işgal etmediği dönemlerde insanların gündelik
bilgilerinin oluşmasında, dünya ile belli bir bütünselliğin sağlanması ve
sohbet alanlarının oluşmasında takvimler önemli bir yer tutmaktaydı
İnsanın / toplumun
bir üyesi olması, toplumda kendisinden önce var olan kuralları öğrenmesi, değer
ve inançları benimsemesi, onaylaması ve bu kurallara uygun olarak kendisine
verilen rolleri oynaması ile mümkündür.
Sosyal kimliklerle milli ve kültürel kimlikler arasında
kurulan ilişki biçimleri, genelde bireyleri tek bir kimlik çatısı altında
toplamaya yöneliktir (s. 1).
…kimlik, sosyalleşme sonucu ortaya çıkmaktadır
Sosyalleşme birey açısından “başkası düşüncesi” çevresinde
gelişmektedir (s. 3).
Güvensizliklerle dolu dış dünyada özneyi tehdit eden
korkular, tedirginlikler, çatışmalar sınırları çizilmiş bir toplumun içerisine
girdiği zaman yerini nispi bir güvene ve huzura bırakır. Buna göre özne sadece
kendi toplumu içerisinde güvendedir ve yaşama alanına sahiptir.
…insanın insan olması öğrenilmiş davranışlarla mümkün
olabilmektedir. Bu davranışları öğrenme süreci de sosyalleşme olarak adlandırılmaktadır
(s. 4).
Dil insanın öğrenme yeteneğiyle ilgilidir. Çünkü öğrenme bir
iletişim işidir. İletişimin temeli ise dildir (s. 7)
Sosyalleşme bir bakıma, bireylerin toplumdaki rollerini
öğrenmesi sürecidir.
Bireyler toplumda doğru ve yanlış davranışları çoğu zaman
deneme-yanılma yoluyla tekrar ederek öğrenirler (s. 8).
Birey toplumca olumlu görülen bir davranış gösterirse
beğenilir ve takdir edilir.
Eğer birey toplumca kabul edilmeyen bir davranış gösterirse,
toplum da o bireye olumsuz tepkiler gösterir (s. 9).
…doğru-yanlış, iyi-kötü kavramlarının öğrenilmesinde,
insanlar arası ilişkilerde, ahlak eğitiminde din çok önemlidir (s. 11).
…resmî ve örgütlü bir sosyalleşme kurumu da okuldur (s. 13).
Televizyonda yer alan programlar, haberler ve reklamlar
bizlere nasıl düşüneceğimiz, nasıl giyineceğimiz ve nasıl eğleneceğimiz gibi
birçok konuda mesajlar verir (s. 14).
Eski Mısırlılar Güneş’in dolanımını esas alan Güneş takvimi
kullanıyorlardı (s. 15).
Güneş’in, burçlar dairesi (ekliptik) üzerinde bir noktadan
(Koç Başlangıcı) ayrılarak yine o noktaya ulaşmasına kadar olan zaman bir yıl
kabul edilir (Güneşsel Yıl).
Mezopotamyalıların takvimi ise Ay yılına dayanan bir
takvimdi. Bu takvim daha sonraki dinî takvimlere ve İslâm Dünyası’ndaki Hicrî Takvim’e
temel oluşturmuştur. Burada Ay’ın safhalarıyla belirlenen 29,5 günlük kavuşum
ayı esas alınmaktaydı. Aylar hilâlin görünmesiyle, yıl ise, genelde ilkbahar
gündönümünden hemen sonra gözlemlenen hilâl ile başlatılıyordu.
Kamerî aylara göre ilk defa tarihi başlatan Halife Ömer’dir.
Ömer zamanında Hicretin 17. yılında alınan bir kararla Hicretin olduğu sene
Hicrî Takvimin 1. yılı ve o yılın Muharrem ayı da Hicrî-Kamerî takvimin
yılbaşısı kabul edilmek suretiyle, o yıl 1 Muharrem'in rastladığı 16 Temmuz 622
tarihi de Hicrî-Kamerî Takvimin başlangıcı olarak kabul edilmiştir (s. 18).
Takvimler, genel olarak düşünüldüğünde düzen kavramına vurgu
yapar. Bu bağlamda takvim, toplumsal düzenin belli araçlarla kontrol altına
alındığı bir sistemler bütünü olarak yorumlanabilir (s. 21).
Ebüzziya Takvimi ilk olarak günlük duvar takvimi olarak
yayımlanmaya başlar. Günlük bir gazete mantığında ve tefrikalar şeklindedir (s.
24).
Naci Kasım ve Maarif Kitaphanesi’nin 1928 yılında basmaya
başladığı Saatli Maarif Takvimi ise farklı bir basamaktır. Maarif takvimi;
bilgilendirmeler, öğütler, tarihi olaylar, yeme menüsü, hoş bir fıkra, şiirler
ve edebiyat gibi farklı konulardan oluşmaktaydı (s. 25).
Saatli Maarif Takvimi…
…
…
Yüksek Lisans Tezi, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder