Sayfalar

27 Ekim 2023 Cuma

İsmail Hakkı Soyyanmaz - Kabadayılar, Silâh ve Gelenekleri

 

Kabadayılar, Silâh ve Gelenekleri - cilt14

 

Kabadayılar

Kavuklarına “Hüma kuşu kanadı”ndan tüyler koyarlardı. Taktıkları tüyler, bahadırlık nişanesi idi.

 

Türkler Avrupa Kıt’asına yayıldıklarında, Hristiyanlar arasında azınlık idiler. Gece hava karardıktan sonra Hristiyan mahallelerine giren Türkler geriye dönemeyip, hile ile vuruluyorlardı.

Ordu mensupları ve devlet adamları içinde gayrimüslimler vardı, Bu kişiler gizli bilgileri kendi azınlıklarına duyuruyorlardı.

İş, bu babayiğitlere düşüyor, hem karakol basıyor, hem de cinayet işleyenlerin cezalarını veriyorlardı.

Bu babayiğitler hiç bir Türk kardeşi ile döğüşmezdi. Kendi aralarında bir gerginlik olduğu durumlarda, mertçe karşılaşırlar, meydan okuyan, başından kavuğunu çıkartıp, diğerinin önüne bırakırdı.

“Kavuk çıkarma”nın anlamı, iki bahadır’ın döğüşmesi, bahadırlık şerefini düşüreceğinden, “Beni bahadır kabul etme” demekti.

 

Teke tek döğüşlerde, saldırmanın yüzünü kullanana, yere düşürdükten sonra ve önden kaçınca arkadan vurana, diğer arkadaşları selâm vermez, kavuğunda tüy varsa, söküp diğerine takarlardı.

 

Hayrettin Paşa’ya “Barbaros”, babayığitler’e de "Kabadayı” adlarını Türkler vermedi. Bunlar, gayrimüslimler tarafından verilen soğutucu isimlerdir.

 

Kabadayılık devrinin bağlaması, Barbaros’tan daha sonraki zamanlarda 1800 yıllarında, III. Selim zamanındadır.

 

Keçe külah zamanından sonra, gayrimüslimler, babayiğitleri elde ettiler. Kazançlarından bir miktar para ayırıp, geçimlerini temin etmeye kalktılar. Aralarında dostluk kurup, meyhanelere alıştırdılar.

Yorgunluk ayranı yerine rakı verip,, adına da “Aslan südü” dediler. “Kedi sirke içmez, rakıyı insan içer, suyu hayvan içer” dediler, “Hayvan hakkına insan hakkı karışmaz”, deyip, susuz içmeye alıştırdılar. “İçen yürekli olur”, anlamına gelen, kadehlerin üzerine kalp resimleri yaptılar.

 

Babayiğit gelenekleri. hakaretle karşılanmaya başladı. Kabadayılar arasına, bir birlerine karşı soğukluk girdi. Benim kavuğum değişiktir, anlamına gelen, keçe külahlarını buruşturup giymeye başladılar.

 

Rumlara uyarak, başlarına bir iki kulaç uzunluğunda şal sarıp, kalyoncu mintanı giyip, kollar sıvandı. Kol ve göğüslere doğru yapılmaya başlandı. Rum usulü bacaklar çıplak bırakılıp, diz çakşırı geydiler.

 

Bıyıklar, Alman usulü Alaburus buruldu. Perçemleri budayıp, aynalı tıraş olmaya başladılar. Aynalı tıraş: Tepe ustura ile kazınıp, yanlarda saç bırakılırdı.

Aynalı tıraşa yakın zamana kadar, halk arasında “Top ense-pırpır bıyık” denirdi. Giyinişlerine gene kendi aralarında, “Pırpırı kıyafet”, halk arasında da: “Baldırıçıplak”, denildi.

 

Türkçe kelimeler arasına kattıkları yabancı döküntüleri ile, “Argo” meydana geldi.

 

Azınlık mensupları / Türkler arasında mahalleliler arasında gerginlik meydana getirip, semtlerin kabadayılarını bir birlerine düşürdüler.

 

Bu arada iş yapmayıp, döğüşmeyi meslek haline getiren, haraç alarak geçimini temin eden,

külhanı kabadayılar türedi. Bunlar aldıkları haraçları, semt kahvelerinde masa üzerlerine dökerler, kendilerine yalnız bir altın alıp, diğerlerini taksim ederlerdi.

 

Külhanı kabadayılar arasında, kendi gitmeden, küçük bel bıçağını bir kırmızı beze sarıp, yeni yetişen gençlere vererek boyunlarına birer çapraz çevre astırıp tahsilat yapanları da vardı. (Boyuna çevre yahut mendil asmak, görevli anlamına gelir. Bu usûl, Tanzimat devrinden sonra başlamıştır.

 

İsmail Hakkı Soyyanmaz (1972), Kabadayılar, Silâh ve Gelenekleri, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, Yıl: 23, Cilt: 14, No: 271, s. 6283-6286

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder