Sayfalar

5 Kasım 2023 Pazar

Suha Arın Belgesellerinde İnsan Mekân İlişkisi

Suha Arın Belgesellerinde İnsan Mekân İlişkisi

Gülçin Çakıcı

 

Suha Arın, belgesellerinde insan-mekân arasındaki ilişkiyi öne çıkaran bir üslubu benimsemiştir.

 

Arın, belgesellerinde özellikle Anadolu’yu mekân olarak ele alırken; bu makro mekânı çoğunlukla mikro mekânlar aracılığıyla anlatmış, insanların bu mekânlarla olan ilişkilerine yer vermiş, mekânın insanla var olduğu görüşünü desteklemiştir.

 

Lefebvre’nin “mekân üretim şekilleri” kuramı, belgesel sinemanın insanı ve mekânı “temsil” edişini bir kurama bağlama noktasında bu çalışmanın merkezinde yer almaktadır.

 

Çalışma boyunca araştırılan kaynaklardan hareketle varılan; mekânın insansız, insanın da mekânından bağımsız telaffuz edilemediği, eksik kaldığı görüşüdür.

 

1.BÖLÜM

“İNSAN” VE “MEKÂN” ARASINDAKİ İLİŞKİ

İnsan ve mekân arasındaki ilişkinin “duygu” temeline oturan “aidiyet” kavramı; “mekânın arayışındaki insan”; mekânın insan için ne ifade ettiği, insanın neden mekânsız olamayacağı, mekânsız olan insanın yarım kalacağı, her insanın kendisine ait hissetmek istediği bir mekâna ihtiyaç duyduğu üzerinden ele alınmaya çalışıldı. / s. 4

 

İnsan ben-merkezli algısı sonucu devingen ve dinamik kişisel mekanı ile var olur.

 

Yer kavramını kimliğin kurucusu olarak niteleyebiliriz.

 

Mekân düşünceleri, anıları toplar.

 

Her toplumsal davranış bir konumda gerçekleştiğinden aynı anda bir mekânsal davranıştır (Gür / s. 115).

 

…insanın sosyalliğini oluşturan “anlamlar, gelenekler ve bağlılıklar yer kavramı etrafında oluşur

 

Mekân ‘bulunulan yer, ortam’ anlamına geldiği gibi ‘varolmak’ anlamını da içermektedir.

 

İnsanın / kendisini bir mekâna ait hissetme ve kendisini bir mekânla özdeşleştirme, hatta tanımlama duygusu / insanın var oluş sebeplerinin başında gelmektedir…

 

Kendileme bir yerin ya da mekânın dönüştürülmesinde ortaya çıkan bir otorite, bir denetim göstergesidir.

 

Mekân Arapçadan dilimize geçen ve ‘kevn’ (olmak) kökünden türeyen bir kelimedir. Genellikle ‘oturulan yer’ anlamında kullanılmakla birlikte ‘bulunulan çevre, ortam, yaşanan dünya ve kâinat’ anlamlarını da içeriyor.

 

Mekânın var oluş hali insana bağlıdır.

 

Mimari, bedenin zaman içinde mekânla bütünleşmesiyle ve hareketle eklemlenmesiyle etki yaratmaktadır.

 

Le Corbusier’e göre de mimarlığın amacı duyguları harekete geçirmektir. Mekân ve karakter, tanımlanmış mekânın (yer) iki temel unsurudur.

 

bu çalışma da“mekân”ın “yer”e dönüşmesinin insan tarafından deneyimlenmesi ile mümkün olacağı düşüncesine dayanmaktadır.

 

‘Mekân (Space)’, ‘Yer (Place)’den daha soyuttur. Ayrımı tanımlanmamış mekân, daha iyi tanıdıkça ve değer verdikçe ‘yer’e dönüşmektedir.

Ne zaman ki mekân üç boyutlu bir yapı, derinlik kazanır o zaman yere dönüşür.

Yeri karakter sahibi yapan; insanın yanında, içinde deneyimlerin barındığı tarihtir, anıdır / s. 15

Mekânın üretildiği ham madde doğanın kendisidir. (Lefebvre, s. 11–12) (İnsan doğayı yitirdiği miktarda mekanı da yitirir. Doğaya yabancılaşma diye de okunabilir bu korelasyon).

 

Gaston Bachelard ve Heidegger fiziksel mekâna şiirsel ve felsefi açıdan bakma gerekliliğini öngörmüşlerdir

 

Sosyal mekân, üç kavramı içinde barındırır: biçim, yapı ve işlev… (Başka bir mekan kategorisi için de aynı kavramları sıralamak durumunda kalırdık)

 

Toplumsal bir süreç olarak mekân, toplumun altyapı ve üstyapıya ait değerleri ile şekillenir (Hakkı Yırtıcı, Çağdaş Kapitalizmin Mekânsal Örgütlenmesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2005, s. 2).

 

Pierre Nora bayramları, amblemleri, anıtları ve anma törenlerini, ayrıca övgü söylevleri, sözlükleri ve müzeleri “Hafıza Mekânları” olarak adlandırmaktadır (Pierre Nora, Hafıza Mekânları, Mehmet Emin Özcan(çev.). Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2006, s. 9)

 

Mekân, insanın var oluş yeridir. İnsan da yaşamı deneyimlediği ölçüde mekânı “yer”e dönüştürür ve onu var eder.

 

…insan yaşadığı yere benzer.

Ev, insanın dünyada ve varlık içinde bulunma biçimidir.

 

İnsandaki “mekân duygusu” kavramını şekillendiren, “aidiyet” hissidir.

 

İnsanın dünya yüzünde varlığını sürdürebilmesi çevre ile uygun bir etkileşim içinde olmasına bağlıdır (Doğan Kuban(aktaran); Mimarlık Kavramları-Tarihsel Perspektif İçinde Mimarlığın Kuramsal Sözlüğüne Giriş, TEM Yayın, İstanbul 1998, s. 9).

 

Kültürün kuralcı ve anlatısal, yönlendirici ve nakledici yönü bireylere “biz” deme imkânı veren “kimlik” ve “aidiyet” temellerini yaratır. Tek tek bireyleri böyle bir “biz”de birleştiren, bir yandan ortak kurallar ve değerlere bağlılık, öte yandan ortak yaşanmış geçmişin anılarına dayanan, ortak bilgi ve kendini algılayış biçiminin oluşturduğu bağlayıcı yapıdır (Assmann, s. 21).

 

Bütün kimlikler, bir toplumsal ilişkiler sistemi içinde oluşur ve birbirlerini karşılıklı tanımaları gerekir (David Morley- Kevin Robins (aktaran), s. 74,).

 

Ruh zamanda, insan mekânda devinir.

 

İnsanın mekânı deneyimlemesinin özünde mekânın işlevselliği gizlidir.

 

Biçim işlevi izler

 

Folklor, bizim dünyayı algılayışımızın bir aracıdır. Bir anlamda geleneklerimiz ve onlara yüklediğimiz anlamlar üzerinden yaşadığımız coğrafyayı yeniden yaratırız (Ryden, s. 63).

 

2. BÖLÜM

“BELGESEL SİNEMA” VE “İNSAN” İLE “MEKÂN” ARASINDAKİ İLİŞKİ

Belgeseli çekilecek konunun-olayın-kişinin-vb. yönetmen ve ekibi tarafından en ince ayrıntısına kadar araştırılması gerekmektedir. Çünkü belgeselin birincil amacı izleyiciyi ‘aydınlatmak’ tır.

 

Belgeselcinin belgeselde işleyeceği konu ile ilgili “sentezci bir bakış açısı” ile bir yorum oluşturması ve bu yorum üzerinden izleyiciye “evrensel mesaj” vermesi gerekir.

 

belgeseller, bugünü yarına taşıyan yapıları vasıtasıyla ‘unutma’ olgusuna direnen yapıdadırlar.

 

İnsanın / karakteristiği / ayırıcı göstergesi, metafizik doğası olmayıp, yaptığı iştir.

 

Mekân” başlı başına bir “anımsama” nesnesi olarak işlev görmektedir

 

Hafıza mekânları anımsadığımız şeyler değil, fakat hafızanın mayalandığı yerlerdir

 

Arın’ın belgesellerinin temelinde, “insan” ları sahip oldukları kültürel değerler üzerinden “temsil etmek” vardır.

 

“Eski Evler Eski Ustalar” dizisi içerisinde Anadolu coğrafyasına has ev mimarisi, bu mimariye şekil veren “ustalar” üzerinden ele alınmaktadır.

 

“Kula’da Üç Gün” belgeselinde de Arın, yok olmaya yüz tutmuş geleneksel Kula evlerinin mimarisini, belgeselin merkezine oturttuğu bir düğün töreni çevresinde işlemiştir.

 

“Fırat Göl Olurken” / “insan”ların “mekânları”nı kaybedişlerine ilişkin duyguları

 

‘farkındalık’ olmadan hatırlamak mümkün değildir.

 

Suha Arın’ın belgesellerinde mekânların, onları oluşturan coğrafi, kültürel ve toplumsal çevreyle ve en önemlisi “o mekân”da yaşayan, “o mekân”ı yaşayan insanlarla ilişkilendirilerek izleyiciye sunulduğu görülür.

 

Arın, belgesellerinde üslup olarak “insanlar” aracılığıyla “mekânlara” anlam yükler.

 

Arın, Anadolu’yu belgesellerine mekân olarak seçerken, Anadolu Evini de belgesellerinin çoğunda “omurga” olarak kullanmıştır.

Bachelard cisimleşmiş bir bellek nosyonu sunar. Bedenlerimiz, karşılaştığımız ilk evi unutmazlar. Evin ayırt edici özelliği fiziksel olarak içimizde yazılıdır. Anılar maddi olarak yerleşirler ve bu nedenle Bachelard açısından anın zamansallığı, mekânsal olarak köklenir.

 

mimari ile birlikte yok olmaya yüz tutan “insan”

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SUHA ARIN BELGESELLERİNDE “İNSAN” VE “MEKÂN” ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ANALİZİ

“dünyada otantik olarak yaşamadıkça fiziksel mekân yetersizdir.”

 

“Fırat Göl Olurken” Dizisi

Fırat çevresinde yaşayan insanların, “Fiziksel Alan”larından kopuşları ya da kopmak zorunda kalışları onların mekân olarak “Fırat”a ilişkin geliştirdikleri “Zihinsel” ve “Sosyal Alan”larından da kopmaları anlamına gelmektedir.

 

Kemancı Müslüm, “Fırat gibi dolaşıyorum işte. Rızkım için yani.” diyor.

 

“Eski Evler Eski Ustalar” Dizisinden “Sisler Kovulunca”

Belgeselde, Doğu Karadeniz’de çeşitli inşaat ustalarının “ev”leri inşa edişlerinde işlevselliği ön planda tutuşları, başka bir deyişle, yaşam deneyimleri üzerinden mekânı işlevsel boyuta taşımları ele alınmıştır. Bu, çalışmanın ilk bölümünde değinilen insan ile mekân arasındaki ilişkinin “Deneyimsel Bağ”ına örnek teşkil etmektedir.

Frank Lloyd Wright’ın benzer şekilde belirttiği gibi, “insani yaşamın zorunlu bir yorumudur mimari…” / Frank Lloyd ve Ev, Boyut Kitapları, İstanbul 2002, s. 11

 

“Dünya Durdukça Mimar Sinan’ın Hayatı ve Eserleri” Dizisinden “Erciyes’ten Süleymaniye’ye”

 

Safranbolu’da Zaman (1976)

…tam manasıyla bir “mekân” belgeselidir.

Zaman, mekânda iz bırakır.

 

Tahtacı Fatma (1979)

 

Kapalıçarşı’da Kırk Bin Adım (1980)

İstanbul güzelinin çeyiz sandığı. Kapalıçarşı, kapalı kutu. / Suha Arın, “Kapalıçarşı’da Kırk Bin Adım”, 1980, (dakika 01’04”/ 01’34”)

 

Kula’da Üç Gün (1983)

 

“Kariye” (1984) ve “Ayasofya” (1991)

 

Altın Kent İstanbul (1996)

 

4. BÖLÜM

SONUÇ VE ÖNERİLER

İnsanların anılarını var eden, onları ayakta tutan mekânlarıdır. Mekân yok olmaya yüz tuttuğunda; insanların anıları da tehlikeye girer. Onlar da yitirilmeye yüz tutar. / s. 79

 

Çakıcı, Gülçin (2007), Suha Arın Belgesellerinde İnsan Mekân İlişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Maltepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder