Sayfalar

4 Ekim 2024 Cuma

Yiğit Özel - Umberto Eco’da Tamamlanmışlık ve Anlam Sorunu (Özet)

Yiğit Özel - Umberto Eco’da Tamamlanmışlık ve Anlam Sorunu

“tamamlanmışlık” (entelekya) / bilgiyi elde etmede varsayılan zihinsel bir sınırdır.

 

Platon’dan itibaren bilgiyi elde etmek için nesneye yönelen her filozof için ‘mutlak’lığa ulaşmak bir idealdi.

Aristoteles bunun duyular dünyasında olabileceğini savunarak entelekya kavramıyla nesnelerin tamamlanmış olduklarını ya da tamamlanmaya doğru gittiklerini kabul etti.

 

Eco, özellikle Açık Yapıt adlı eseriyle / tamamlanmışlık ve anlam sorunlarını kendisine özgü yaklaşımıyla ele almıştır.

 

Eskiçağ’da Nesne ve Bilgi Anlayışı

Bilginin bu dönemdeki karşılığı olan episteme kavramı genel olarak bir kesinlik ve sınırlılık içeren bir anlam ifade eder.

Sofistler’in göreceli bilgi anlayışının aksine Sokrates’in mutlak bilgi inancı Platon ile birlikte sistematize edilirken, ona göre duyular âlemi kesinlik ve sınırlılık kavramlarına ulaşamayacağımız bir yerdi. Platon bu kavramları bulabileceğimiz yerin yalnızca, gerçeğin dünyası olan ‘idealar âlemi’ olabileceğini savundu.

Aristoteles ise bilgiyi bu dünyanın nesnelerinde, duyular dünyasında bulabileceğimizi savunur

Aristoteles nesnelerin henüz ortaya çıkmadan önceki durumlarını bilkuvve halinde varlık (dunamis), ortaya çıkmış ancak henüz varlığa geliş amacını gerçekleştirmemiş, tamamlanma halindeki durumlarını bilfiil halinde varlık (energeia) olarak tanımladı.

…nesnelerin üçüncü ve son aşamasını ‘tamamlanma halinde’ yahut ‘tamamlanmış varlık’ (entelekya) olarak belirledi.

 

Sofistler ile birlikte bilgi sorunu, daha doğrusu hakikat, doğruluk sorunu ortaya çıkmıştır.

 

Platon’a göre doğruluk, bilginin nesnesine uygunluğudur.

Bilginin nesnesine uygunluğu, doğruluğu sağlar.

Ancak episteme doğruluğun yanında kesinlik de içermelidir. Bu yüzden Platon’da episteme değişen duyular dünyasında değil, değişmez olan idealar dünyasındadır. Dolayısıyla epistemenin nesnesi idealardır.

Duyularla elde edilen bilgi türü doksa (sanı), akılla elde edilen ise episteme (kesin bilgi)dir.

 

Aristoteles’in bilgiyi elde etmede araç (organon) olarak kullandığı mantıkta üç temel yasa ortaya konuyor: Özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü hâlin imkânsızlığı.

 

Modern Dönemde Nesne ve Bilgi Anlayışı

Rönesans ile birlikte gerçekleştirilmeye başlayan keşiflerin duygusu Bacon’un felsefesinde kendini gösterir. Bu, doğayı ele geçirme, güç elde etme arzusudur.

 

Modern dönemin başlangıcına zemin hazırlayan bilimsel gelişmeler ortaya çıkmadan önce Batlamyus’un evren modeli hâkimiyetini sürdürmekteydi. Batlamyus Aristoteles’in evren anlayışını devam ettirdi. Buna göre evren dünya merkezli iç içe geçmiş dairelerden oluşan kapalı ve sonlu bir sistemdir. Ay üstü âlemde hareket yalnızca döngüsel ve oluş-bozuluşa kapalıdır. Batlamyus ve Aristoteles’in gökbilim çalışmaları Kopernik’e kadar, yaklaşık onüç yüzyıl boyunca geçerliliğini korumuştur.

 

Descartes duyuları dünyasını sadece üçboyutlu bir uzamdan ibaret görür. Yani madde esasen uzamla aynı şeydir.

Descartes’a özgü olan durum, zihin ve maddenin yahut ruh ve bedenin kesin olarak ayrımıydı.

‘Ben’ şimdi düşünen, şimdi yaşayan bir nokta idi fakat uzamsızdı.

Res cogito (yer kaplamayan töz, nokta) ve res extensa (yer kaplayan, uzamsal varlık) olarak yaptığı bu ayrımla kartezyen felsefe bir bakıma tamamlanıyordu.

Klasik epistemolojiden farklı olarak modern epistemolojide artık zaman uzamsallaştırılması yerini uzamın zamansallaştırılmasına bırakmıştır.

Eskiçağ bilgi anlayışında döngüsel düzenlilik önemli bir belirleyiciyken modern dönemde yerini doğrusal düzenlilik anlayışına bırakır.

Modern felsefe Descartes’ın “ben noktası”ndan hareket ederek türce kendisinden farklı olan nesneye nüfuz etme girişimidir.

 

Newton parçacıklı evren anlayışı üzerine fikirler ortada iken, madde ve hareketin yanına ‘kuvvet’i eklemiştir. Maddeyi hareket ettiren neden olduğundan Newton’un mekaniğe olan katkısının özünde kuvvet vardır.

Descartes evreni analitik geometri ile anlayabileceğimizi söylemiş ve böyle tasarlamıştı. Newton ise bunu mekanikle birleştirdi.

…mekanikçilik modern döneme özgü ‘yasa’ fikrini yaratmıştır. Doğanın türdeş olduğunun kabulü, edinilen tecrübelerin genelleştirilmesinden sonra yasalaşmasına imkân tanır. Modern dönemde buna ‘doğa yasaları’ denir ki, bilginin mekanik felsefedeki karşılığıdır.

 

Postmodern Dönem Nesne ve Bilgi Anlayışı

Modern / dönemde, uzamsal olmayan, ancak ‘an’da kendini idrak etmesi bakımından bir zamansallık içeren ve nokta ile temsil edilen ‘ben’, uzamlı olan nesneye yönelir.

Nesnede gözlenmesi planlanan noktasal düzenlilik, bu dönemde bilgiye ulaşmanın temel prensibidir.

 

. Planck’ın deyişiyle bir konuya bilimsel olarak eğilebilmek ilk önce onu belirleyen tüm koşulları tespit edebilmekle mümkündür.

 

…parçacıklı evren modeli Kopernik’le başlayan sürecin bir sonucu olarak Newton’da kökleşmişti. Parçacıkların kuvvet etkisiyle hareketi klasik fiziğin temel özelliklerinden biridir, bu hareketi bozan durumlar ise (doğrusal olmayan hareketler, ışığın dalga hareketi…) kuantum fiziğini gerekli kıldı.

 

Kuantum mekaniği ile birlikte modern epistemolojiye ait kavramların yerini hızlıca yeni kavramlar alacaktı. Kesinlik kesinsizliğe (olasılık), belirlenmişlik belirsizliğe, süreklilik süreksizliğe dönüşecek, örneğin evrenin tek biçimli oluşunun kabulü görelilik kuramıyla birlikte geçerliliğini yitirecekti.

 

Aklın yanılmazlığı ve özneliği ile ilgili Schopenhauer’in görüşleri ise ayrı bir pencere açar. O, insanın o değişmez özünün sürekli bir bilinç olduğu iddia edilen akla değil insanın isteme (wille) sine dayandığını iddia etmiştir.

Schopenhauer’e göre özne yerine konulan mutlak akıl ikincil konumdadır

O özneyi ve ondan ortaya çıkan tasarımı kabul eder fakat asıl olanın o olmadığını söyler. Kendi ifadesiyle: “Birincil olan kendisini ortaya çıkarandır, kendinde şeydir. Daha sonra onu isteme diye tanımlayacağız. Bu ne algılayan, ne de algılanandır.

 

Ashâb-ı Kehf

Musa peygamber

Zülkarneyn

 

Hegel’de mantık, metafizikle eşdeğerdir

Descartesçı anlamda bir özneden söz etmezden evvel, metafiziğini oluşturan varlık anlayışında ortaya kendisine has bir yaklaşım getirir. Buda en başta var olan ve özne yerine koyduğu saf varlığın (pure being) belirlenmemiş (indetermine) olduğudur. Hiçbir ayrımın olmadığı bu hâl varlığın en saf hâli iken aynı zamanda bilginin de en saf hâlidir ki Hegel buna “saf bilgi” (pure knowledge) der.

 

Hegel’de bireysel olan “ben”(I), evrensel olan “ben” tarafından kapsanır.

“Saf bilinç"e eklenen algılarla birlikte evrensel olan bireysel olana dönüşür ve burada artık “ben" bir içeriğe sahiptir. Üçüncü ve son aşamada ise insanın anlamayetisi (understanding) devreye giriyor. Evrensel ve tikel olanın karşıtlığı bu anlamayetisi sayesinde sentezleniyor ve ortaya “fenomen" çıkıyor.  

Hegel’in öznesi ise evrensel bir özneye dönüşmüş ve 'geist’ kavramıyla zamansal bir kimlik kazanmıştır. Bu anlamda artık bireysel anlamda bir özneden söz edilemez. Mutlak olarak hüküm süren ancak bu evrensel, zamansal olan özne Tin’dir.

…madde dediğimiz evrensel görünüştür, form ise bireysel olandır. Bizim karşımıza çıkan nesneler ise bu iki görünüşün sentezi olan “fenomenler"dir. Biz nesneleri ancak bu fenomenler olarak bilebiliriz.

 

Aristoteles kendi mantık anlayışıyla uyumlu olarak entelekya kavramını icat etmiş ve nesnelerde bir tamamlanmışlık varsaymıştır. Hegel tarafından bu oluş sorunu bir problem olarak görülmemiş, diyalektik bir felsefeye dönüştürülmüştür,

tamamlanmışlık ise nesnelerin kendisinde değil diyalektik sürecin sonunda Tin’in varacağı nihai menzilde görülmüştür.

 

…modern bilimin iddiası deterministik bir bakış açısıyla her şeyin bilgisine erişmekti. Fakat özellikle matematik ve fizik alanındaki bilimsel gelişmeler bunun böyle olmadığını, “geleceği” birçok nedenden ötürü bilemeyeceğimizi gösterdi.

Modern bilimin iddiasının aksine tamamlanmışlık ancak anla sınırlanmış geçmişte mümkündür.

…postmodern dönemde artık bilgi geçmişe ait olduğu hâlde kesin yani tamamlanmış değildir.

 

Lyotard / evrensel hakikatlerin geçerliliğini yitirmesinden yola çıkarak ‘büyük anlatılar’ın bütün inanılırlıklarını yitirdiklerinden dolayı reddetmemiz gerektiğine dair çağrısı postmodernizmi özünü ifade eder.

Lyotard’a göre postmodern dönemle birlikte artık bilimsel bilgi bir söylem türüdür.  Bunun yanında meşrulaştırma sorunundan bahseder, buna göre önceden bilginin kanıtlanması için başvurulan bir metafizik artık yoktur. Bir bilginin meşrulaştırılması için gerekli olan oyunun kurallarını uzlaşımsal olarak belirleyen uzmanlardır.

 

Barthes

Tanrı yazar kavramı tek bir anlamı dikte eden bir özneyi ifade eder ve modern öznenin Barthes’te anlam bulan yansımasıdır denilebilir, buna paralel olarak okunabilir metin de okuyucunun sunulan tek anlamı kaçınılmaz bir şekilde okumasını ifade eder.

Modern dönem / öncesinde bir eser yaratıcılığından daha çok o eserin anlatılış şeklinde mâhirlik aranmıştır.  Modern dönemdekiler ise bir yapıt “yaratmak”la vasıflanmışlardır.

Barthes modern dönemin bu yazarlarının metinlerine ise “okunabilir metin” adını verir. Bu metinler yazarın kapalı ve sonunda doğru anlama ulaştıran tek bir yolu bulunan metinlerdir. Barthes böyle metinleri tarif ederken cloture sözcüğünü kullanmıştır ki bu da basit anlamıyla “çitle çevrilmiş” manasındadır.

 

Tanrı yazarın ve dolayısıyla okunabilir metnin ölümü ise tam manasıyla kendini Mallarme’de gösterir.

Yazıcı yazar, tanrı yazarın tam tersi olarak bir yapıt oluşturmaktan ziyade olayları olduğu gibi aktarmak niyetindedir.

Yazıcı bu anlamda kuran, üreten değil gösteren, işaret edendir.

Barthes’in metinsellik kavramı da bu tamamlanmamışlığı destekleyen, yine mutlak bir yorumdan ziyade birçok yorumun birbirleriyle ilişkisini oluşturan metinlerin etkileşiminden doğan bütündedir.

Diyebiliriz ki artık bir sınır olamayacak şekilde eser okurun yorumuna bırakılmıştır.

 

Kimlik oluşturmak, bir şeyle özdeşleşmek gibi sosyal, siyasal, ahlâki konular artık bir sorun teşkil etmektedir.

 

Foucault da / mantık ilkelerine ve nedensellik ilkesine dayalı olan tarih ve bilgi anlayışına karşıdır.

Tarihi bir süreklilik olarak görmeyen Foucault, bu doğrultuda tek tek olayları betimlemeye yönelir.

 

Ona göre felsefe bir betimleme etkinliğidir. Örneğin yaşadığımız dönemin diğer dönemlerle olan farklılıklarını bulup bir resmini çıkarmak felsefenin görevidir.

Bu anlamda Foucault, Rönesans’tan başlayarak episteme’lerin bu söylem biçimlerini tanımlar.

Rönesans döneminde episteme'ye ulaşma yolu ‘benzerlik’tir. Rönesans döneminde nesne açısından bir tamamlanmışlıktan söz edemeyiz. Çünkü nesne, kendisi neyse o olarak değil, bir benzerlik üzerinden tarif edilir.

 

Descartes ile başlayan / Klasik Çağ

Bu dönemde bilginin elde edilme biçimi olarak ‘benzerlik’ eleştirilir ve hatta bilgiye ulaşmadaki hatanın nedeni olarak görülür.

Bunun yerine artık bilgiyi elde etme biçimi ‘temsil’ olacaktır.

Bu dönemde Rönesans’ın benzerlik kurma fikrinin yerini ayrım alır. Descartes’ın analitik felsefesi bu anlamda en başta özne nesne ayrımını getirmiştir.

 

Rönesans dönemindeki “üçlü yapı”nın yerini “ikili” bir yapıya bırakması

Bu doğrultuda temsil kavramı ‘benzerlik’in yerini alır

Foucault’ya göre bu yazınlar temsiller gibi doğrudan bilginin kendisinin bilgisini vermez, onu bir yorum olarak sunar. Örneğin “Korkunç bir ses odayı inletiyordu” der, “Telefon çaldı” demez.

 

Söylemlerdeki aykırılıklar yasaklama ve kovuş şeklinde bastırılmak istenir. Fakat bu dışlama biçimlerine kaynaklık eden Foucault’ya göre doğruluk istencidir.

 

Umberto Eco’da Nesne ve Bilgi Anlayışı

Aristoteles ile birlikte olgunlaşan ve geleneksel epistemolojiye kalıcı biçimini veren tamamlanmışlık kavramı, geçmişi içeren ve ‘an’la sınırlanan bir olguyu ifade eder.

 

Postmodern döneme şekil veren ana istinat noktalarının başında / zamansal düzenin, klasik ve modern dönemdeki zaman anlayışından oldukça farklı ve hassas olması gelir.

 

…postmodern dönemin süreç anlayışını belirleyen Kuantum fiziği, Planck sabitesinde anlam bulduğu üzere bu dönemin oldukça hassas zaman anlayışını ortaya koyar. Zira ölçülemeyecek kadar küçük olan bu zaman diliminde bir kararlılık ve düzenlilik aramak da imkânsızdır.

…postmodern dönemde sürecin yapısının tamamlanmış olması söz konusu değildir.

 

Bilim dilin bir ifade biçimidir. Bu hipotezin bize anlattığı esasen her şey gibi bilimi de dilin şekillendirdiğidir. Bilim dediğimiz gerçeklik dilin ve kültürün şekillendirmesiyle oluşmuştur,

 

Bütün gerçekliği dilin belirlediği arka planıyla düşünmek ve bunun “kuvvet isteği”yle birleşmesi esasen çağdaş düşüncenin ağırlıklı olarak dil felsefesi üzerine yoğunlaşmasını anlaşılır kılar.

 

Eco, Yunan dünyasının, mantık yasalarının yanında Hermes’in başkalaşım fikrini de doğurduğunu söyler.

 

Eco / Hermes mitinde özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü hâlin olmazlığı ilkesinin yadsındığını görüyoruz; neden zincirleri de helezonlar hâlinde kendi üzerine sarılıyor. “Sonra”, “önce”den önce geliyor. Hermes uzamsal sınır diye bir şey tanımıyor ve aynı anda farklı kılıklarda farklı yerlerde olabiliyor. / Yorum ve Aşırı Yorum

 

Her şey birbiriyle bağlantılıdır

 

Zaman / ebediliğin çarpıtılmış bir taklidi

 

Yorumun sınırsız olduğunu söylemek bütün yorumların doğru olduğunu söylemektir.

 

Saussure’ün göstergebilimi, gösteren ve gösterilen olmak üzere ikili bir yapıda olup, birinin diğerini doğrudan işaret edişini anlatır. Bu noktada alıcı iletinin kodlarını çözdüğü takdirde doğru sonuca ulaşır. Peirce göstergebilimi ise gösterge, nesne ve yorumlayan olmak üzere üçlü bir yapıdadır. Bu üçlü yapıda kendi içinde üçlü yapılara ayrılarak dallanır. Yorumlama ediminin gerçekleşmesi ise ikili yapıya eklenen yorumlayan gösterge sayesindedir.

Saussure’ün yorumlayanın olmadığı ikili yapısı ancak Descartes’ın bilgi anlayışına uygundur. Bu yüzden Eco Peirce’ın göstergebiliminden yararlanmayı tercih eder ve kendi semiyotik teorisini yazar.

 

…nesne Eco’da iki türdür: Dolaysız ve devingen nesne. Temel, dolaysız nesneyi kurar. Devingen nesne ise anlama ediminin gerçekleşmesini sağlar. Anlatıcının niyeti devingen nesnenin kendisinde saklıdır. Bu iki kavram anlayabildiğimiz kadarıyla ‘açıklık’ kavramının sınırlarını yani ‘anlam’ı belirler.

 

Kafka / Eserlerindeki kavramlar sözcük anlamlarının ötesinde hiçbir ilahi düzene yahut ansiklopediye dayanmayan kavramlardır. Örneğin beklemek, başkalaşım, hastalık gibi kavramlarla kurduğu ‘belirsiz’ yapı sayısız yorumlara açık bir atmosfer yaratır. Bu anlamda bilimsel anlamda ‘belirsizlik’ olgusunun yazın alanına yansıyan mükemmel örneklerindendir.

 

Sonuç

Nihayetinde ‘mutlak olan’ bir bilginin (episteme) arayışı filozoflarca çeşitli sonuçlar verse de Eski Çağ’ın evren ve bilgi anlayışı Aristoteles merkezli olarak oluşmuştur.

Orta Çağ sonuna kadar geçerliliği süregiden bu modelden sonra modern dönemde nesne ve bilgi anlayışı doğrusallık’a dayanan yeni bir modelle yer değiştirmiştir.

 

Açık yapıtlar / yeni fiziğin kavramlarının yansımaları görünür ancak yine de yapıt olma özellikleriyle bir yerde ‘sınır’ taşırlar. Bu doğrultuda ‘tamamlanmamış’ nesneyi mümkün kılan ‘açıklık’ özelliği iken ‘anlam’ı belirleyen de bu sınırdır.

 

Kuantumdan sonra / Nedensellik bağıyla bağlanmış olanın ötesinde bir gerçek olduğu hem özne hem de nesne bağlamında ispatlandı.

 

Umberto Eco’da Tamamlanmışlık ve Anlam Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, Kırklareli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022

… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder