Yiğit Özel - Umberto
Eco’da Tamamlanmışlık ve Anlam Sorunu
“tamamlanmışlık” (entelekya) / bilgiyi elde etmede
varsayılan zihinsel bir sınırdır.
Platon’dan itibaren bilgiyi elde etmek için nesneye yönelen
her filozof için ‘mutlak’lığa ulaşmak bir idealdi.
Aristoteles bunun duyular dünyasında olabileceğini savunarak
entelekya kavramıyla nesnelerin tamamlanmış olduklarını ya da tamamlanmaya
doğru gittiklerini kabul etti.
Eco, özellikle Açık Yapıt adlı eseriyle / tamamlanmışlık ve
anlam sorunlarını kendisine özgü yaklaşımıyla ele almıştır.
Eskiçağ’da Nesne ve Bilgi Anlayışı
Bilginin bu dönemdeki karşılığı olan episteme kavramı genel
olarak bir kesinlik ve sınırlılık içeren bir anlam ifade eder.
Sofistler’in göreceli bilgi anlayışının aksine Sokrates’in
mutlak bilgi inancı Platon ile birlikte sistematize edilirken, ona göre duyular
âlemi kesinlik ve sınırlılık kavramlarına ulaşamayacağımız bir yerdi. Platon bu
kavramları bulabileceğimiz yerin yalnızca, gerçeğin dünyası olan ‘idealar
âlemi’ olabileceğini savundu.
Aristoteles ise bilgiyi bu dünyanın nesnelerinde, duyular
dünyasında bulabileceğimizi savunur
Aristoteles nesnelerin henüz ortaya çıkmadan önceki
durumlarını bilkuvve halinde varlık (dunamis), ortaya çıkmış ancak henüz
varlığa geliş amacını gerçekleştirmemiş, tamamlanma halindeki durumlarını
bilfiil halinde varlık (energeia) olarak tanımladı.
…nesnelerin üçüncü ve son aşamasını ‘tamamlanma halinde’
yahut ‘tamamlanmış varlık’ (entelekya) olarak belirledi.
Sofistler ile birlikte bilgi sorunu, daha doğrusu hakikat,
doğruluk sorunu ortaya çıkmıştır.
Platon’a göre doğruluk, bilginin nesnesine uygunluğudur.
Bilginin nesnesine uygunluğu, doğruluğu sağlar.
Ancak episteme doğruluğun yanında kesinlik de içermelidir.
Bu yüzden Platon’da episteme değişen duyular dünyasında değil, değişmez olan
idealar dünyasındadır. Dolayısıyla epistemenin nesnesi idealardır.
Duyularla elde edilen bilgi türü doksa (sanı), akılla elde
edilen ise episteme (kesin bilgi)dir.
Aristoteles’in bilgiyi elde etmede araç (organon) olarak
kullandığı mantıkta üç temel yasa ortaya konuyor: Özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü
hâlin imkânsızlığı.
Modern Dönemde Nesne ve Bilgi Anlayışı
Rönesans ile birlikte gerçekleştirilmeye başlayan keşiflerin
duygusu Bacon’un felsefesinde kendini gösterir. Bu, doğayı ele geçirme, güç
elde etme arzusudur.
Modern dönemin başlangıcına zemin hazırlayan bilimsel
gelişmeler ortaya çıkmadan önce Batlamyus’un evren modeli hâkimiyetini
sürdürmekteydi. Batlamyus Aristoteles’in evren anlayışını devam ettirdi. Buna
göre evren dünya merkezli iç içe geçmiş dairelerden oluşan kapalı ve sonlu bir
sistemdir. Ay üstü âlemde hareket yalnızca döngüsel ve oluş-bozuluşa kapalıdır.
Batlamyus ve Aristoteles’in gökbilim çalışmaları Kopernik’e kadar, yaklaşık
onüç yüzyıl boyunca geçerliliğini korumuştur.
Descartes duyuları dünyasını sadece üçboyutlu bir uzamdan
ibaret görür. Yani madde esasen uzamla aynı şeydir.
Descartes’a özgü olan durum, zihin ve maddenin yahut ruh ve
bedenin kesin olarak ayrımıydı.
‘Ben’ şimdi düşünen, şimdi yaşayan bir nokta idi fakat
uzamsızdı.
Res cogito (yer kaplamayan töz, nokta) ve res extensa (yer
kaplayan, uzamsal varlık) olarak yaptığı bu ayrımla kartezyen felsefe bir
bakıma tamamlanıyordu.
Klasik epistemolojiden farklı olarak modern epistemolojide
artık zaman uzamsallaştırılması yerini uzamın zamansallaştırılmasına
bırakmıştır.
Eskiçağ bilgi anlayışında döngüsel düzenlilik önemli bir
belirleyiciyken modern dönemde yerini doğrusal düzenlilik anlayışına bırakır.
Modern felsefe Descartes’ın “ben noktası”ndan hareket ederek
türce kendisinden farklı olan nesneye nüfuz etme girişimidir.
Newton parçacıklı evren anlayışı üzerine fikirler ortada
iken, madde ve hareketin yanına ‘kuvvet’i eklemiştir. Maddeyi hareket ettiren
neden olduğundan Newton’un mekaniğe olan katkısının özünde kuvvet vardır.
Descartes evreni analitik geometri ile anlayabileceğimizi
söylemiş ve böyle tasarlamıştı. Newton ise bunu mekanikle birleştirdi.
…mekanikçilik modern döneme özgü ‘yasa’ fikrini yaratmıştır.
Doğanın türdeş olduğunun kabulü, edinilen tecrübelerin genelleştirilmesinden
sonra yasalaşmasına imkân tanır. Modern dönemde buna ‘doğa yasaları’ denir ki,
bilginin mekanik felsefedeki karşılığıdır.
Postmodern Dönem Nesne ve Bilgi Anlayışı
Modern / dönemde, uzamsal olmayan, ancak ‘an’da kendini
idrak etmesi bakımından bir zamansallık içeren ve nokta ile temsil edilen ‘ben’,
uzamlı olan nesneye yönelir.
Nesnede gözlenmesi planlanan noktasal düzenlilik, bu dönemde
bilgiye ulaşmanın temel prensibidir.
. Planck’ın deyişiyle bir konuya bilimsel olarak eğilebilmek
ilk önce onu belirleyen tüm koşulları tespit edebilmekle mümkündür.
…parçacıklı evren modeli Kopernik’le başlayan sürecin bir
sonucu olarak Newton’da kökleşmişti. Parçacıkların kuvvet etkisiyle hareketi
klasik fiziğin temel özelliklerinden biridir, bu hareketi bozan durumlar ise
(doğrusal olmayan hareketler, ışığın dalga hareketi…) kuantum fiziğini gerekli
kıldı.
Kuantum mekaniği ile birlikte modern epistemolojiye ait
kavramların yerini hızlıca yeni kavramlar alacaktı. Kesinlik kesinsizliğe
(olasılık), belirlenmişlik belirsizliğe, süreklilik süreksizliğe dönüşecek,
örneğin evrenin tek biçimli oluşunun kabulü görelilik kuramıyla birlikte
geçerliliğini yitirecekti.
Aklın yanılmazlığı ve özneliği ile ilgili Schopenhauer’in
görüşleri ise ayrı bir pencere açar. O, insanın o değişmez özünün sürekli bir
bilinç olduğu iddia edilen akla değil insanın isteme (wille) sine dayandığını
iddia etmiştir.
Schopenhauer’e göre özne yerine konulan mutlak akıl ikincil
konumdadır
O özneyi ve ondan ortaya çıkan tasarımı kabul eder fakat
asıl olanın o olmadığını söyler. Kendi ifadesiyle: “Birincil olan kendisini
ortaya çıkarandır, kendinde şeydir. Daha sonra onu isteme diye tanımlayacağız.
Bu ne algılayan, ne de algılanandır.
Ashâb-ı Kehf
Musa peygamber
Zülkarneyn
Hegel’de mantık, metafizikle eşdeğerdir
Descartesçı anlamda bir özneden söz etmezden evvel,
metafiziğini oluşturan varlık anlayışında ortaya kendisine has bir yaklaşım
getirir. Buda en başta var olan ve özne yerine koyduğu saf varlığın (pure
being) belirlenmemiş (indetermine) olduğudur. Hiçbir ayrımın olmadığı bu hâl
varlığın en saf hâli iken aynı zamanda bilginin de en saf hâlidir ki Hegel buna
“saf bilgi” (pure knowledge) der.
Hegel’de bireysel olan “ben”(I), evrensel olan “ben”
tarafından kapsanır.
“Saf bilinç"e eklenen algılarla birlikte evrensel olan
bireysel olana dönüşür ve burada artık “ben" bir içeriğe sahiptir. Üçüncü
ve son aşamada ise insanın anlamayetisi (understanding) devreye giriyor.
Evrensel ve tikel olanın karşıtlığı bu anlamayetisi sayesinde sentezleniyor ve
ortaya “fenomen" çıkıyor.
Hegel’in öznesi ise evrensel bir özneye dönüşmüş ve 'geist’
kavramıyla zamansal bir kimlik kazanmıştır. Bu anlamda artık bireysel anlamda
bir özneden söz edilemez. Mutlak olarak hüküm süren ancak bu evrensel, zamansal
olan özne Tin’dir.
…madde dediğimiz evrensel görünüştür, form ise bireysel
olandır. Bizim karşımıza çıkan nesneler ise bu iki görünüşün sentezi olan
“fenomenler"dir. Biz nesneleri ancak bu fenomenler olarak bilebiliriz.
Aristoteles kendi mantık anlayışıyla uyumlu olarak entelekya
kavramını icat etmiş ve nesnelerde bir tamamlanmışlık varsaymıştır. Hegel
tarafından bu oluş sorunu bir problem olarak görülmemiş, diyalektik bir
felsefeye dönüştürülmüştür,
tamamlanmışlık ise nesnelerin kendisinde değil diyalektik
sürecin sonunda Tin’in varacağı nihai menzilde görülmüştür.
…modern bilimin iddiası deterministik bir bakış açısıyla her
şeyin bilgisine erişmekti. Fakat özellikle matematik ve fizik alanındaki
bilimsel gelişmeler bunun böyle olmadığını, “geleceği” birçok nedenden ötürü
bilemeyeceğimizi gösterdi.
Modern bilimin iddiasının aksine tamamlanmışlık ancak anla
sınırlanmış geçmişte mümkündür.
…postmodern dönemde artık bilgi geçmişe ait olduğu hâlde
kesin yani tamamlanmış değildir.
Lyotard / evrensel hakikatlerin geçerliliğini yitirmesinden
yola çıkarak ‘büyük anlatılar’ın bütün inanılırlıklarını yitirdiklerinden
dolayı reddetmemiz gerektiğine dair çağrısı postmodernizmi özünü ifade eder.
Lyotard’a göre postmodern dönemle birlikte artık bilimsel
bilgi bir söylem türüdür. Bunun yanında
meşrulaştırma sorunundan bahseder, buna göre önceden bilginin kanıtlanması için
başvurulan bir metafizik artık yoktur. Bir bilginin meşrulaştırılması için
gerekli olan oyunun kurallarını uzlaşımsal olarak belirleyen uzmanlardır.
Barthes
Tanrı yazar kavramı tek bir anlamı dikte eden bir özneyi
ifade eder ve modern öznenin Barthes’te anlam bulan yansımasıdır denilebilir,
buna paralel olarak okunabilir metin de okuyucunun sunulan tek anlamı
kaçınılmaz bir şekilde okumasını ifade eder.
Modern dönem / öncesinde bir eser yaratıcılığından daha çok
o eserin anlatılış şeklinde mâhirlik aranmıştır. Modern dönemdekiler ise bir yapıt
“yaratmak”la vasıflanmışlardır.
Barthes modern dönemin bu yazarlarının metinlerine ise
“okunabilir metin” adını verir. Bu metinler yazarın kapalı ve sonunda doğru
anlama ulaştıran tek bir yolu bulunan metinlerdir. Barthes böyle metinleri
tarif ederken cloture sözcüğünü kullanmıştır ki bu da basit anlamıyla “çitle
çevrilmiş” manasındadır.
Tanrı yazarın ve dolayısıyla okunabilir metnin ölümü ise tam
manasıyla kendini Mallarme’de gösterir.
Yazıcı yazar, tanrı yazarın tam tersi olarak bir yapıt
oluşturmaktan ziyade olayları olduğu gibi aktarmak niyetindedir.
Yazıcı bu anlamda kuran, üreten değil gösteren, işaret
edendir.
Barthes’in metinsellik kavramı da bu tamamlanmamışlığı
destekleyen, yine mutlak bir yorumdan ziyade birçok yorumun birbirleriyle
ilişkisini oluşturan metinlerin etkileşiminden doğan bütündedir.
Diyebiliriz ki artık bir sınır olamayacak şekilde eser
okurun yorumuna bırakılmıştır.
Kimlik oluşturmak, bir şeyle özdeşleşmek gibi sosyal,
siyasal, ahlâki konular artık bir sorun teşkil etmektedir.
Foucault da / mantık ilkelerine ve nedensellik ilkesine
dayalı olan tarih ve bilgi anlayışına karşıdır.
Tarihi bir süreklilik olarak görmeyen Foucault, bu
doğrultuda tek tek olayları betimlemeye yönelir.
Ona göre felsefe bir betimleme etkinliğidir. Örneğin
yaşadığımız dönemin diğer dönemlerle olan farklılıklarını bulup bir resmini
çıkarmak felsefenin görevidir.
Bu anlamda Foucault, Rönesans’tan başlayarak episteme’lerin
bu söylem biçimlerini tanımlar.
Rönesans döneminde episteme'ye ulaşma yolu ‘benzerlik’tir.
Rönesans döneminde nesne açısından bir tamamlanmışlıktan söz edemeyiz. Çünkü
nesne, kendisi neyse o olarak değil, bir benzerlik üzerinden tarif edilir.
Descartes ile başlayan / Klasik Çağ
Bu dönemde bilginin elde edilme biçimi olarak ‘benzerlik’
eleştirilir ve hatta bilgiye ulaşmadaki hatanın nedeni olarak görülür.
Bunun yerine artık bilgiyi elde etme biçimi ‘temsil’
olacaktır.
Bu dönemde Rönesans’ın benzerlik kurma fikrinin yerini ayrım
alır. Descartes’ın analitik felsefesi bu anlamda en başta özne nesne ayrımını
getirmiştir.
Rönesans dönemindeki “üçlü yapı”nın yerini “ikili” bir
yapıya bırakması
Bu doğrultuda temsil kavramı ‘benzerlik’in yerini alır
Foucault’ya göre bu yazınlar temsiller gibi doğrudan
bilginin kendisinin bilgisini vermez, onu bir yorum olarak sunar. Örneğin
“Korkunç bir ses odayı inletiyordu” der, “Telefon çaldı” demez.
Söylemlerdeki aykırılıklar yasaklama ve kovuş şeklinde
bastırılmak istenir. Fakat bu dışlama biçimlerine kaynaklık eden Foucault’ya
göre doğruluk istencidir.
Umberto Eco’da Nesne ve Bilgi Anlayışı
Aristoteles ile birlikte olgunlaşan ve geleneksel
epistemolojiye kalıcı biçimini veren tamamlanmışlık kavramı, geçmişi içeren ve
‘an’la sınırlanan bir olguyu ifade eder.
Postmodern döneme şekil veren ana istinat noktalarının
başında / zamansal düzenin, klasik ve modern dönemdeki zaman anlayışından
oldukça farklı ve hassas olması gelir.
…postmodern dönemin süreç anlayışını belirleyen Kuantum
fiziği, Planck sabitesinde anlam bulduğu üzere bu dönemin oldukça hassas zaman
anlayışını ortaya koyar. Zira ölçülemeyecek kadar küçük olan bu zaman diliminde
bir kararlılık ve düzenlilik aramak da imkânsızdır.
…postmodern dönemde sürecin yapısının tamamlanmış olması söz
konusu değildir.
Bilim dilin bir ifade biçimidir. Bu hipotezin bize anlattığı
esasen her şey gibi bilimi de dilin şekillendirdiğidir. Bilim dediğimiz
gerçeklik dilin ve kültürün şekillendirmesiyle oluşmuştur,
Bütün gerçekliği dilin belirlediği arka planıyla düşünmek ve
bunun “kuvvet isteği”yle birleşmesi esasen çağdaş düşüncenin ağırlıklı olarak
dil felsefesi üzerine yoğunlaşmasını anlaşılır kılar.
Eco, Yunan dünyasının, mantık yasalarının yanında Hermes’in
başkalaşım fikrini de doğurduğunu söyler.
Eco / Hermes mitinde özdeşlik, çelişmezlik ve üçüncü hâlin
olmazlığı ilkesinin yadsındığını görüyoruz; neden zincirleri de helezonlar
hâlinde kendi üzerine sarılıyor. “Sonra”, “önce”den önce geliyor. Hermes
uzamsal sınır diye bir şey tanımıyor ve aynı anda farklı kılıklarda farklı
yerlerde olabiliyor. / Yorum ve Aşırı Yorum
Her şey birbiriyle bağlantılıdır
Zaman / ebediliğin çarpıtılmış bir taklidi
Yorumun sınırsız olduğunu söylemek bütün yorumların doğru
olduğunu söylemektir.
Saussure’ün
göstergebilimi, gösteren ve gösterilen olmak üzere ikili bir yapıda olup,
birinin diğerini doğrudan işaret edişini anlatır. Bu noktada alıcı iletinin
kodlarını çözdüğü takdirde doğru sonuca ulaşır. Peirce göstergebilimi ise
gösterge, nesne ve yorumlayan olmak üzere üçlü bir yapıdadır. Bu üçlü yapıda
kendi içinde üçlü yapılara ayrılarak dallanır. Yorumlama ediminin gerçekleşmesi
ise ikili yapıya eklenen yorumlayan gösterge sayesindedir.
Saussure’ün yorumlayanın olmadığı ikili yapısı ancak
Descartes’ın bilgi anlayışına uygundur. Bu yüzden Eco Peirce’ın
göstergebiliminden yararlanmayı tercih eder ve kendi semiyotik teorisini yazar.
…nesne Eco’da iki türdür: Dolaysız ve devingen nesne. Temel,
dolaysız nesneyi kurar. Devingen nesne ise anlama ediminin gerçekleşmesini
sağlar. Anlatıcının niyeti devingen nesnenin kendisinde saklıdır. Bu iki kavram
anlayabildiğimiz kadarıyla ‘açıklık’ kavramının sınırlarını yani ‘anlam’ı
belirler.
Kafka / Eserlerindeki kavramlar sözcük anlamlarının ötesinde
hiçbir ilahi düzene yahut ansiklopediye dayanmayan kavramlardır. Örneğin
beklemek, başkalaşım, hastalık gibi kavramlarla kurduğu ‘belirsiz’ yapı sayısız
yorumlara açık bir atmosfer yaratır. Bu anlamda bilimsel anlamda ‘belirsizlik’
olgusunun yazın alanına yansıyan mükemmel örneklerindendir.
Sonuç
Nihayetinde ‘mutlak olan’ bir bilginin (episteme) arayışı
filozoflarca çeşitli sonuçlar verse de Eski Çağ’ın evren ve bilgi anlayışı
Aristoteles merkezli olarak oluşmuştur.
Orta Çağ sonuna kadar geçerliliği süregiden bu modelden
sonra modern dönemde nesne ve bilgi anlayışı doğrusallık’a dayanan yeni bir
modelle yer değiştirmiştir.
Açık yapıtlar / yeni fiziğin kavramlarının yansımaları
görünür ancak yine de yapıt olma özellikleriyle bir yerde ‘sınır’ taşırlar. Bu
doğrultuda ‘tamamlanmamış’ nesneyi mümkün kılan ‘açıklık’ özelliği iken
‘anlam’ı belirleyen de bu sınırdır.
Kuantumdan sonra / Nedensellik bağıyla bağlanmış olanın
ötesinde bir gerçek olduğu hem özne hem de nesne bağlamında ispatlandı.
Umberto Eco’da Tamamlanmışlık ve Anlam Sorunu, Yüksek Lisans
Tezi, Kırklareli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder