Yalçın Küçük - Türkiye Üzerine Tezler
BEŞİNCİ KİTAP
Birinci Bölüm
Manda İle Kurtuluş
Nöroz, korkuya dönüşmüş aşırı kaygıdan doğan bir aşırı
güvensizlik durumu değilse, peki nedir?
Tekelli düzen, bireyleri güvensizleştirme süreci değilse
nedir?
Tekelli düzende, fabrikalarda planlayan insanın yerini
robotların almaya başladığı bir zaman kesitinde, tarikat ihtiyacı neden
artıyor?
Burjuva devrimi aşamasında devlet bir yabancılaşma ise,
tekeller düzeninde, devlet tekeller ile somutlaşmıyor mu?
Yirminci yüzyıl, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak
üzere tüm Batı için sürekli bir korku yaratma ve yayma süreci değilse nedir?
Birinci savaşın korkusu bir yana, arkasından Bolşevizmin yarattığı korku
geliyor. Bunu Büyük Ekonomik Bunalım'ın doğurduğu işsizlik ve fiyat yükselişi
humması izliyor. Daha sonra Hitler ve Stalin'in yarattıkları titreme geliyor.
İkinci Dünya Savaşı sona ererken atom bombası patlatılıyor ve çekirdeğin
parçalanmasından çıkan bu şiddetin bir kez daha uygulanmamış olmasına karşın,
Soğuk Savaş ile başlamak üzere, nerede ise yüzyılın yarısı atom bombası korkusu
içinde geçiriliyor.
Sonunda atom ve benzeri bombaların kesinlikle
kullanılmayacağı anlaşılıyor; işte tam bu sırada ve birdenbire atmosfer ile
ilgili çok büyük bir durum keşfediliyor ve ozon tabakasının delindiği ilan
ediliyor.
Aydınlanma, çok kısaca, şudur: İnsan doğru bilgi edinebilir.
Buna ek olarak, insanın edindiği doğru bilgiye göre davranabileceğine
inanılıyor.
Bu kadar değil; güvenlilik durumu, hiçbir zaman tek başına
entellektüel bir sonuç alamıyor. Güvenin kaynağı eylemdir ve pratiktir. Güvenin
kaynağında, imkansız olduğu sanılanı yapmak yatıyor.
Şiddet, zamanı kısaltıyor.
Ütopya, güçlü insan ve güven işidir.
Ancak geleceğe güvenini yitirmiş toplumlarda ütopya yokluğu
çekiliyor: Yaşlıların ütopyası olmuyor.
On dokuzuncu yüzyıl Doğu'nun güvensizleştirilmesi dönemidir.
Çin'de, Hindistan'da ve Türkiye'de ütopya bulunmuyor.
Osmanlı devleti, bir Avrupa düzeni olarak doğuyor. Bütün
kurumlarıyla bir Roma ardılı düzen olarak ortaya çıkıyor ve islamizasyon, bu
Roma devleti Avrupa'daki yenileşmelere ayak uyduramayınca ve Avrupa'dan
sökülmeye başlayınca, etkili olmaya başlıyor. Bu açıdan değerlendirildiğinde,
Osmanlı devletinin ilk zaferlerinin hepsini Avrupa'ya ilerlerken elde ettiği ve
ilk dağıtıcı yenilgisini Doğu'dan, Timur'un elinden aldığı, çok zaman gözlerden
uzak tutuluyor.
Osmanlı düzeninin kendine özgü bir uygarlığı yok; Roma ve
Fars uygarlıklarının gelişigüzel bir karışımını yansıtıyor. Bu nedenle
Avrupa'nın nüfuzuna direnmesi mümkün görünmüyor; tam tersine büyük bir istek
sergiliyor.
Aşırı kaygı ve bundan kaynaklanan korku, yol açtığı
güvensizlik durumu, eninde-sonunda bir düzen sorunudur; kurtuluş, aşırı kaygı
yaratan düzeni reddetmekle başlıyor.
Eski, uzaktır. Yeni, yakındır.
Zor olan yeniyi bulmaktan daha çok eskiden kurtulmaktır.
Şiddet, yeniyi bulmaktan daha çok eskiden kurtuluşu
tamamlamak için gerekli oluyor.
Mustafa Kemal Gelibolu'da görev yaptığını belirtiyor ve
hiçbir kahramanlık iddiasında bulunmuyor.
Mustafa Kemal, askerlik yaşamında, kendisine haksızlık
yapıldığı ve üstleri görüşlerini kabul etmediği gerekçesiyle sık sık istifa
mektubu yazıyor. Birinci Savaş'ın en zor zamanlarında kendisine önerilen İkinci
Ordu komutanlığını kabul etmeyebiliyor ve maaşlı ve görevsiz olarak İstanbul'a
geliyor.
Mustafa Kemal Samsun'a Osmanlı Ordusu'nun bir komutanı ve
Üçüncü Ordu Müfettişi olarak çıkıyor. Bu görevi kabul etmesinde Sultan
Vahdettin'in bir rolü olduğu kesindir; uzun uzun konuştukları biliniyor.
Enver, çizgi dışı bir insandır. Kemal, bir kariyer
subayıdır. Marx, aydınlanma çağının çocuğudur.
Gerçeklere uymayan bakış şiddet ile yayılıyor; Kurtuluş
Savaşı'nı başlatanların, nerede ise tamamı, şiddetle ayıklanıyor.
Kemal Bey'in formatif yıllarında ve olgunluk döneminde,
gerek özgürlük mücadelesinde ve gerekse savaşlarda, kendisinden daha önde,
başarılı ve parlak olanların tümü, ya Türkiye dışına çıkmıştır, ya tasfiye
ediliyor ya da asılıyor
Kurtuluş savaşı ve önceki özgürlük mücadeleleri tarihi,
Atatürk'ün Nutuk'una göre yazılıyor; bir ülke tarihçiliği için bundan daha
büyük bir olumsuzluk düşünemiyorum.
Kemal, kendisine güveni olmayan bir kişiliğe sahip
görünüyor. Baskın bir anne ile sessiz denebilecek, hatta kişiliksiz
sayılabilecek bir babanın, çocuğudur; annesini sevmediği izlenimini veren
işaretler var.
…babası orman kolcusu Ali Rıza'nın ölmesi üzerine
Zübeyde'nin tekrar evlenmesinde bu sevgisizliğin etkisinin daha yüksek olduğunu
düşünüyorum. Kemal Paşa'nın hayatta olduğu sürece bu ikinci evliliğin gizli
tutulması ve resmi tarihçilerin bunu saklamak için özel çaba harcamaları da
bunu gösteriyor.
Politikaya ve özgürlük mücadelesine uygun bir yapısı yok
kendisini, hep bulunduğu yerin üstünde bir protokol içinde
görüyor. Bu nedenle de üstleri tarafından azarlandığı durumlar eksik değil;
Anadolu'ya görevle gönderildiği zaman, 1919 Mayıs ayında, İstanbul'dan
ayrılmadan önce işgalci Büyük Britanya Yüksek Komiseri'ni ziyaret etmesi son
derece düşündürücüdür.
İyi beslenmemiştir; yoksul bir aileden geldiği için cılız
bir vücudu var. Sık sık hastalanıyor; kendisini önemsediği için her fırsatta hastahaneye
yatmaktan geri kalmıyor. Trablus'ta işgalci İtalyanlara karşı savaşmak için
giden pek çok sayıda “gönüllü” subay arasında yer alıyor ve ancak Mısır'a gider
gitmez hastalandığı için İskenderiye'de hastahaneye yatıyor.
Sık sık görevini bırakıyor ve sürekli olarak iktidar
mevkiinde olanlara mektup yazıyor. Mektuplarında hep şikayet ediyor ve “akıl”
veriyor
Kemal'in mektupları ve istifalarını saymak kolay olmuyor;
Çanakkale savaşı sırasında Liman Paşa'ya yazdığı bir mektupta Enver'i şikayet
ediyor ve Enver'e yazdığı bir diğerinde de Liman'ı eleştirerek sorumluluğu
almasını istiyor.
Mütareke sırasında, henüz İstanbul'a ulaşmadan önce
Sulta'nın başmabeyincisine gönderdiği bir başka mektupta, yeni sadrazamın
ismini açıklıyor ve bu arada kendisi de dahil bazı isimleri sayarak bunların
bakan yapılmasını öneriyor. Daha sonra iktidara geldiğinde bakan yapılmasını
önerdiklerinin bir bölümünü asıyor.
“hain” ilan edilen Osmanlı'nın son sultanı ile kahraman
sayılan Cumhuriyetin ilk başkanı arasındaki bu yakın ilişkinin ilgiye değer
bulunmaması pek düşündürücü oluyor.
Kemal'in Erzurum'da Vahdettin'in yaverlik kordonunu çıkarmak
istememesi nerede ise bir olay haline geliyor.
…hep mücadele arkadaşlarının kendisine karşı bir “komplo”
içinde olduklarına inanıyor.
Bir kavram olarak politika, böyle bir kişiliğe çok uzaktır;
politika güç oluşturmak, çoğaltmak, saklamak, disipline etmek ve bir hedefe
sevketme sanatıdır. İnsanla ve dille yapılır; yerel dildir ve yabancı dile
gerek göstermiyor. İnsanlara güvenmeden, birlikte yola çıkılan insanlardan,
sürekli komplo bekleyerek politika yapmak mümkün olmuyor
Geldiği yere gelebilmek için büyük bir hırs ve uyumsuzluk
sergilediğini ileri sürebiliyorum
Hareket Ordusunda Kişilik
Her bakımdan ve son derece öğreticidir; “Hareket Ordusu” bir
karışık edebiyat olmaktan çıkartılmalı ve bir eylemli düşünme sürecine
dönüştürülmelidir.
Hareket Ordusu, Kuvayı Milliye Hareketi'nin bir pilot
projesidir.
Hareket Ordusu, düzensiz, karışık ve bir anlamda gerçekten
derme-çatma bir kuvvet olduğu için gerçek kurmay başkanının olup olmadığı ve
varsa kimliği üzerinde karar vermek kolay görünmüyor.
Kesin olan, bunun, Mustafa Kemal olmadığıdır.
Kemal'in Hareket Ordusu ile birlikte İstanbul'a yürüdüğü
konusunda hiçbir kayıt veya işaret bulunmuyor.
Bütün bunlar, Kemal'in bir ihtilalci geçmişi ve yapısı
olmadığını göstermesi açısından önem kazanıyor.
Hareket Ordusu İstanbul'u aldıktan sonra 31 Martçıların
idamları başlıyor; cesetler Galata Köprüsü'nde günlerce asılı bırakılıyor.
Batmakta olan Osmanlı düzeninde bürokratik mekanizmalar
içinde kalarak yükselmeyi planlayan Kemal, hem Makedonya'daki silahlı özgürlük
hareketlerinin, hem de İstanbul'a yürüyüşün dışında kalarak düzen ile bağlarını
sürdürüyor. Yaşamın geç bir aşamasına kadar herhangi bir kopuşu öğrenemiyor;
Erzurum'da ordudan istifasını çok büyük bir zorluk içinde kararlaştırdığı
biliniyor.
Kurtuluş Savaşı boyunca kafasındaki modelin bir
Hamid-İttihatçı senaryosu olan birleşik İslam imparatorluğu projesinin çok
soluk bir kopyesi olduğundan kuşku duyulmaması gerekiyor.
Gelibolu'da Kütlesel İnat
Gelibolu Savaşı'ndaki emirlerin pek çoğunu Başkomutan Vekili
Enver veriyor; komutan ise Limon von Sanders ya da Liman Paşa oluyor.
Liman Paşa'nın Alman subaylarının dışında Gelibolu, çok
parlak iki komutan olan Esat ve Vehip Paşalar'ın komutasında iki kolorduya
ayrılmış bulunuyor. Vehip güney bölgesine, Esat ortada Anzakların karşısındaki
bölgeye komuta ediyor
…bir ordu komutanını, iki kolordu komutanını, pek çok tümen
komutanını bir kenara atarak bütün mücadeleyi ihtiyat tümeni komutanı olarak bu
savaşa katılan Kemal Bey'in adına yazabilmek için yalnızca tarihin
falsifikasyonu yeterli olmayabilir; aynı zamanda aklı bozmak zorunludur.
Kütleler hiçbir zaman kahraman değillerdir. Kahramanlık
seçkinlerin işidir.
Kütleler, zaman zaman mücadele inadına yükseliyorlar.
Karşılığında aldıkları ölüm oluyor.
Resmi rakamlara göre Türkiye'nin kaybı 86 bin 672 ölü ve 164
bin 617 yaralı oluyor; yabancı kaynaklar beş yüz bin sayısının abartma, ancak
yaralı ve ölü olmak üzere toplam kaybın üç yüz bin çevresinde olduğunu tahmin
ediyorlar. Emperyalistlerin ise 46 bini ölü olmak üzere kayıpları 265 bin
olarak hesaplanıyor; Türkiye tarafının ölüleri, resmi rakamlara göre,
emperyalistlerin ölülerinin iki katına yaklaşıyor.
Alan Moorehead, yıllar sonra Türkiye'de her yerde Kemal'in
adının saygı uyandıracağı ve Enver'inkinin tümden unutulacağını en geniş hayal
gücü sahiplerinin bile tahmin edemeyeceğini ileri sürüyor. Diğer insanların
düşüncelerine karşı tahammülsüz, her türlü otoriteye karşı sabırsız olarak
nitelediği Kemal için, kendi kafası içinde tuzağa düşmüş bir insana benziyordu,
diye yazıyor.
Kemalin bütün yaşamı boyunca savaş sanatında parlaklığına
işaret eden bir tek kanıtın bulunabileceğini sanmıyorum. Kemal'de hiçbir deha
işareti de göremiyorum.
Deha, olağanüstü hızlı görebilmektir.
Dahi, süratli şimşek çakması içinde yaşayan adamdır.
Dahi, her an çaktırdığı şimşeklerle sıradan insanlarının
karanlıklarını yırtabilen insan oluyor.
Kemal, hiçbir zaman, arkadaşlarından önce görmüyor.
Mustafa Kemal Paşa, başkalarının açtığı aydınlıktan yürüyen
liderler kategorisine giriyor.
Kemal'in kişiliğinin bu özelliği Kurtuluş Savaşı'nda da
kendisini gösteriyor; elde ettiği bir sıfatı hiçbir zaman bırakmak istemiyor,
hep yeni sıfatlar elde etmek istiyor. Sıfatlardan güven alan bir yanı var;
güvensizlik duygusu kişiliğini belirliyor.
Güvenmiyor; sürekli ek kuvvet arıyor.
Bu kadar sıfat ve protokol düşkünlüğü olmasına karşın
Kurtuluş Savaşı'nda baş komutanlığı almak için bu kadar geç kalması son derece
düşündürücüdür. Kopuşa, bağımsızlığa, kendisine ve bağımsızlıkçı güçlere
güvenmediği sonucuna varmak gerekiyor.
Sultan Osman ve Reşadiye, Türkiye'nin, Büyük Britanya
tersanelerinden sipariş ettiği iki savaş gemisinin adıdır; Birinci Dünya Savaşı
başlamadan önce bunların parasının tamamı ödeniyor ve savaştan önce yapımları
tamamlanıyor. Her zaman sözünde durmayan Büyük Britanya İmparatorluğu, Birinci
Dünya Savaşı'nın hemen arefesinde, Türkiye'de bu iki gemi beklenirken, bunları
Türkiye'ye teslim etmeyeceğini ve kendi donanmasına katacağını ilan ediyor.
Büyük Britanya, büyük kısmı halkın bağışlarıyla yaptırılan bu iki savaş
gemisine el koyuyor.
Yavuz ve Midilli, bunların karşılığıdır; Sultan Osman ve
Reşadiye savaş gemilerinden ve kapitalizmin vatanı Büyük Britanya'nın
emperyalist aşamada borçlar hukukunu bile bir kenara atışını söz konusu etmeden
İttihatçı Hükümet'in Goeben ve Breslau'yu kabuletmesini eleştirmek, tarihi
bozmanın yanında, yurtsever ancak çaresiz İttihatçıları haksız olarak kötülemek
oluyor. Böyle bir durumda her hükümete olduğu gibi zamanın İttihatçı
Hükümeti'ne de gerekli olan savaş gemisidir; Almanya'nın önerilerine kapıları
açıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı arefesinde asker aydınların tamamı,
Alaman yanlısı görüşleri benimsiyorlar; bunun çok az ayrıklarından birisi
Mustafa Kemal oluyor." Kemal, askerler arasında pek az İngiliz yanlısından
birisidir. Bunu da düşündürücü buluyorum
Büyük Britanya'nın sömürge insanları, Avustralyalı ve Yeni
Zelandalılar, büyük bir Türk düşmanlığı ile savaşa geliyorlar.
Savaşlar, insanoğlunun en çok gerçekleştiği, insanın temel
özelliklerini en çok bulduğu, insanı ve kendisini en çok önemsediği ve
hatırladıkça en çok yanıldığı alanlardır; savaşı hatırlayan eski muharipler,
kendilerinin içinde bulunduğu çatışmaları, savaşın en kritik anı sayarlar.
Türkiye'de tarih, insana özgü bu anlaşılabilir yanılma eğilimini olağanüstü
ölçülerde abartan ve Mustafa Kemal'in bulunduğu en küçük çatışmayı bile bir
meydan savaşına büyüten, Kemal'in bütün başarısızlıklarını örten, başkalarının
başarı ve sözlerini Kemal'in hanesine yazan, inanılması çok zor ve giderek
inandırıcılığı azalması gereken bir masal niteliğindedir.
Türk tarih yazıcılığında her zaman kullanılan bir “şeytan”
var; tarihçi, Kemal'in parlak başarılarını saydıktan sonra bunu somut terfi
veya ödüllendirmelerle kanıtlayamayınca sorumluluğu hep Enver'in kıskançlığına
bağlıyor. “Şeytan” geliyor ve Kemal'in terfilerini elinden alıyor; halbuki
burada, bütün soğukkanlı yazımlar, böyle bir anlayışı çürütüyor.
…
Wilson Yanılsaması
Amerikan Başkanı Wilson
Bullitt yazıyor, Wilson, “göğsüne başını koyup huzura
kavuşacağı bir kadın olmadan yaşayamayacak” birisidir; derhal evlenmesi
sevgiden daha çok bu ihtiyaçtan doğuyor.” Bunu sevgi sanması mümkündür; yaşamı
yanılsamalarla dolu olarak geçiyor.
Tanrı'ya ve babasına itaat, Wilson'un yaşamında birbirinin
yerine geçebiliyor, babası yaşadıkça Wilson, babası ne isterse onu yapıyor ve
ne istemezse yapmıyor.
Freud ve Bullitt, ortak çözümlemelerinin nerede ise her
yerinde, Wilson'un gerçeklere gözlerini kapama ve sözlere inanma konusunda çok
büyük bir yeteneğe sahip olduğunu yazmadan edemiyorlar.
Savaşı ilan ederken de, barış ararken de, gerçekler yerine
kütleleri etkileyecek sözler peşinde koşuyor.
Savaşlar tarihin hızlandıranlarıdır. Devrimler, yol açıyor.
Amerika Birleşik Devletleri'ni emperyalist çağa açan ve
burada yükselten dört başkan var; Mc Kinley, Theodore Roosevelt, Taft ve
Woodrow Wilson, emperyalist Amerika'nın yaratıcısı ve yerleştireni oluyorlar.
Başkan Wilson, tarihin kaydettiği en güçlü güçsüzlerden
birisidir. İdealizmden en uzak idealisttir. En büyük kurtarıcı ve
emperyalisttir.
Meraksız olmak ile bilgisiz olmak birbirinden ayrılmaz;
meraksız olup da bilgili olmak mümkün değildir. Merak bilginin başlatıcısıdır
Türkiye'nin kurtuluş mücadelesinde mandacılık suçlamasının
hiçbir haklı kişisel nedeni bulunmuyor; bunun için iki neden var. Birincisi,
Mustafa Kemal dahil herkes mandacıdır. İkincisi, Wilsonlu yanılsama
çerçevesinde manda projesini kabul etmemek için çok büyük bir inançlılık
gerekirdi; bunu, ihtilalci kuşaklardan önemli ölçüde kopmuş Kurtuluş Savaşı'nın
önder kadrolarından beklemenin doğru olmayacağını düşünüyorum.
Wilsonlu yanılsamadan doğan mandacı eğilim ile bir kurtarıcı
müttefik olarak Bolşevizme duyulan eğilim içiçedir.
Başkan Wilson'un ünlü On Dört Noktası da, Leninist yönetimin
hemen topladığı BrestLitovsk Barış Konferansında Sovyet Rusya delegasyonu
başkanı Adolf Joffe'nin açıkladığı Altı Nokta'dan hemen sonra ortaya çıkıyor.
Sovyet Rusya'nın barış için öne sürdüğü Altı Noktası ve
Almanya ile ayrı barış yapma önerisi, Wilson'u telaşlandırıyor ve hızla
harekete geçiriyor. Wilson, iki hafta içinde Kongre'ye giderek kendi On Dört
Noktası'nı açıklamak gereğini duyuyor.
Manda İle Doğu'ya
Politika, güçler çarpışmasıdır.
Politika sanatı, güç oluşturma, toplama ve bunu bir başka
gücün üzerine sevk etme hüneridir.
Birinci Dünya
Savaşı'nın sonunda, pek az ayrığıyla, Doğu'daki bütün milli demokratik
devrimciler, mandacıdır.
Mustafa Kemal, mandacıdır.
Kürt liderlerinin pek büyük çoğunluğu mandacıdır.
Ermeni liderlerinin nerede ise tümüne yakını mandacıdır.
Arap liderlerinin, küçük bir azınlık hariç, tümü mandadan
yanadır.
Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarında Doğu'ya manda egemendir.
“Yalan” sözcüğünden daha çok, “tahrifat” veya
“falsifikasyon” sözcüklerini kullanmayı tercih ediyorum.
…gerçek tarihi olumsuz anlamda bozmayı anlatıyor.
Bununla tahrifatın bir siyasal gereklilik olduğunu anlatmaya
çalışıyorum.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, modern Türkiye tarihinin
falsifikasyonuna mahkumdular. İktidarı ellerine alınca bunu gerçekleştirdiler
Kurtuluş Savaşı'na sonradan katıldılar ve çöken düzene
yakındılar. Sonradan geldiler, kendilerinden önce gelenleri / tasfiye etmek
zorunluluğunu duydular.
Çerkez Ethem'in Yunan kuvvetleriyle birleştiği iddiası,
bugün resmi tarihin parçasıdır, büyük bir tarih falsifikasyonudur.
Çerkez bir güçtür; Anadolu insanı ve köylüsü ise bir
Kurtuluş Savaşı için inançsız ve kaçkın görünüyor. İstiklal Mahkemeleri'nin
cepheden kaçan köylüleri yargılayıp idam etmek için kurulmuş olduğunu
hatırlatmak gereği duyuyorum. İnançsız sürülerle Kurtuluş olmaz; bunlara moral
vermek gerekiyor. Bu sırada Anadolu insanı Çerkez'in gerillalarına ve Sovyet
Rusya'dan gelecek maddi yardıma güvenmek zorundadır. Triumvira, hem Çerkez'i ve
hem de aynı tarihte, yardım yerine Moskova'dan gelen Mustafa Suphi ve
arkadaşlarını tasfiye ediyor. Böyle bir zamanda Triumvira'nın bir “zafer”
ihtiyacı var.
Kemal Paşa, Kazım Paşa'nın Kurtuluş'a katılma yönündeki
ısrarlarına, ancak Sadrazam Damat Ferit Paşa'dan bir görev kağıdı alarak,
Sultan Vahdettin'in kutsamalarını kabul ederek, çok büyük ihtimalle Damat
vasıtasıyla İngilizlerin onayı sağlanarak katılıyor. Bu tarihe kadar Türkiye ordusunda
sıradan subaylardan birisidir; başarısızlıkları, başarılarından çok çok
fazladır. Sevgisiz, geçimsiz, hiçbir özgürlük ve ihtilal hareketine girmemiş,
kendisine son derece güvensiz ve hatta sıkıştırılmışlık kompleksi olan bir
kimsedir.
Tarihin benim işaret ettiğim başlangıçtan yeniden yazılması
gerektiğini düşünüyorum. iddia edildiğinin aksine Türkiye'de Osmanlı arşivleri
açıktır. Kapalı olan Çankaya arşivleridir. Bunlar açıldığı takdirde tarihin
altüst olacağından kuşku duymuyorum. Benim yaptığım bu alt-üst oluşa yol
açmaktır.
…
…yeryüzünde bir toplumsal volkanlar kuşağından söz
edilebilir mi? Şu bilgiler var: Rusya'da köleliğe son vermede ilk büyük adım
ile Amerika Birleşik Devletleri'nde esareti ortadan kaldırma savaşı aynı on yıl
içine sıkışıyor. Bu on yılda Japonya'da Meiji Restorasyonu ve Osmanlı
İmparatorluğu'nda da Genç Osmanlılar hareketi başlıyor. Her ikisi de, Japon
İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti'nde modernizasyon hareketlerinde önemli
başlangıç veya kilometre taşları oluyorlar.
Bir başka toplumsal volkanlar kuşağından daha söz
edilebilir; Rusya'da 1905 Devrimi, Türkiye'de Jön Türk İhtilali, Çin'de, İran
ve Meksika'da devrimsel burjuva demokratik yükselişler de bir on yıl içinde
gerçekleşiyor. 1848 ihtilal dalgasının daha çok Avrupa'yla sınırlı kalmasına
karşılık, bu iki kuşak, kıtalar arası bir eşzamanlılık sergiliyor.
İnsan aklının association tutkusuyla defolu olduğunu ileri
sürmek durumundayım. Özellikle kütlesel akıl, aynı zaman kesiti içinde
algıladığı iki olguyu önce birleştirme ve daha sonra da bunlar arasında bir
neden-sonuç ilişkisi kurma zaafını taşıyor.
Radyo, dış dünyayı eve getirerek insanın günlük dünyasını
genişletiyor. Otomobil, evi her yere uzatarak mekanı çoğaltıyor. Uçak gökleri
kullanma, elektrik, bir düğmenin çevrilmesiyle geceyi de gündüze ekleme
imkanını yaratıyor.
Halide Edip
İrade, özgürlükte kararlılıktır
Halide'de yokluk ile varlık çarpışıyor ve bu çarpışmadan, en
kolay çözüm çıkıyor: Amerika'ya Sığınma.
Bir Amerikan yetiştirmesidir. Belki de Amerikan misyonerlerinin
yetiştirdikleri arasında en başarılısıdır
1918 yılı sonlarında Wilson Prensipleri Cemiyeti'ni kuruyor;
kurtuluşun, Amerikan mandasında olduğunu program haline getiriyor.
Sivas Kongresi toplanırken, Sivas'ta Mustafa Kemal'e mektup
yazıyor
…o tarihlerde Amerikan mandası, Türkiye seçkinlerinin ortak
rüyasıdır. Buna, Kemal, İsmet dahildir
Kurtuluş'tan hemen sonra Mustafa Kemal ile anlaşamıyor;
Mustafa Kemal, mücadeleye daha sonra katılmış ve daha güçsüz insanları tercih
ediyor.
Mustafa Kemal ölür ölmez, ülkesine dönüyor.
Ülkesine bağlılığı, bir kutsal deliliktir.
…
İkinci Bölüm
Kafkas Berisinde Doğum ve Ölüm
Zakavkaz Kafkas ötesi demektir. Batı dillerinde
Ziranseancasla deniliyor. Osmanlıca'da Maverai Kafkasya olarak biliniyor.
On dokuzuncu yüzyılda Batı, Doğu halklarını hep dövmüştür.
Dayak yemiş Doğu halkları hep Batı'ya benzemek istiyorlar.
Anadolu Savaşı ise bir Batı ile uzlaşma savaşı olarak ortaya
çıkıyor.
Kemal ve Şuralar
Tarihin falsifikasyonu, insanın görmesini önlemek içindir.
Bu, insanın aklını bozmakla mümkün olabiliyor.
Güvensiz, uzlaşmacıdır.
Kendisini hep koalisyonlar içinde güvenli görebiliyor.
Sürekli koalisyonlar arayışı, güvensiz asker ya da politikacının temel
kişiliğidir.
Güçsüzlük duygusu, sadakatsizlik duygusu ile atbaşı gidiyor.
…düşünce ve söz planlarında Kemal'de herhangi bir tutarlılık
aranmamalıdır.
Kemal Paşa'nın, Mütareke günlerinin karanlık İstanbul'unda
en çok yaptığı iki iş, içki içmek ve konuşmak oluyor.
Mustafa Kemal, 1919 yazında Anadolu'da gerçekleştirilen kongrelere
kadar dar bir çevrenin dışında bilinen bir isim olamıyor
Mustafa Kemal'in hiç değiştirmediği çizgisi, İttihatçıları,
Kurtuluş mücadelesine yaklaştırmamak oluyor.
Balkan Savaşı'ndan sonra, Osmanlı İmparatorluğu artık bir
Doğu devletidir. Sultan Hamid de bunu görüyor; imparatorluğu, bir tepsi gibi,
Doğu'ya taşımanın temkinli yollarını arıyor. Enver için söylenecek söz ise
cüret olmalıdır; panislamizm ya da panturanizm, hep Doğu'da imparatorluğu
yaşatmanın ideolojileri sayılıyorlar.
Savaş sona ererken Musul, Ali İhsan'ın sorumluluğundadır;
Mütareke imzalanıncaya kadar, Musul'u İngilizler'e vermiyor. Türkiye, Musul'u
savaşta değil, Mustafa Kemal'in hükümetinde Harbiye Nazırı olmak istediği Ahmet
İzzet Paşa kabinesinin emriyle kaybediyor.
Türkiye'den Malta'ya ilk sürülen, eski Altıncı Ordu Komutanı
Ali İhsan (Sabis) Paşa'dır.
Ali İhsan, teslim olmamaktan yanadır, Musul'u vermiyor ve
İstanbul'un emri gelince savsaklıyor, kendi imkanlarıyla bir direniş
hazırlamaya girişiyor. Sınıf arkadaşı askerlerini ve silahlarını bırakarak
İstanbul'a gidiyor, arkadaşı Fethi ile ortak “finansman yoluyla çıkardıktan
gazetede İngilizleri ne kadar sevdiğini ve İngilizlerin Osmanlılar'a ne kadar
iyi davrandığını anlatıyor.
Kutülamare Kahramanı Halil, Teşkilat-ı Mahsusa'dan Hacı
Sari” ve Altıncı Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis örnekleri, Kemal Paşa'dan daha
önde, daha radikal, daha parlak hiçbir kimsenin Kurtuluş Mücadelesi'ne
katılmasına izin verilmediğini ortaya çıkarıyor.
Kemal Paşa'nın neden Büyük Britanya emperyalizmi tarafından
tutuklanmadı ve Malta'ya gönderilmedi…
Tarih, bir tutarlılık yazımıdır. Tutarlılık, eğer
Gelibolu'da Büyük Britanya'nın bir büyük oyununu kişisel müdahale ve katkısıyla
bozmuş bir Kemal Bey varsa, Kemal Bey'in, sonunda savaşı kazanan Büyük Britanya'ya
bağlı işgal kuvvetleri tarafından yakalanarak en azından Malta'ya
gönderilmesini gerekli yapıyor.
Türkiye Kurtuluş Savaşı'nın bir özelliği direnmeyenler
tarafından yönetilmiş olmasıdır. Başlangıçta direnenler var; bir süre sonra
tasfiye ediliyorlar.
Kars'ta Türkler tarafından kurulan Güney Batı Kafkas Şura
Hükümeti'nin 19 Nisan 1919 tarihinde işgalci Büyük Britanya kuvvetleri
tarafından bastırılması mı, yoksa, 15 Mayıs 1919 tarihinde Büyük Britanya'nın
desteğiyle Helen kuvvetlerinin İzmir'i işgali mi daha önemlidir?
İzmir'in işgalini ön plana çıkarmak, Kars'ın işgalini
gölgelemek içindir.
…asıl adı Osman Nevres olan Selanik doğumlu Hasan Tahsin…
Mahmut Şevket
“Kars Şurası” olarak bilinen hükümetin adı, “Cenubi Garbi
Kafkas Hükümeti” oluyor; merkezi Kars'tır. Böylece “Güney Batı Kafkas Hükümeti”
ile birlikte, Kafkas Berisi'nde kurulan cumhuriyetlerin sayısı dördü buluyor;
Azerilerin Azerbeycan, Ermenilerin Ermenistan ve Gürcülerin Gürcistan bağımsız
cumhuriyetleriyle birlikte Türkler de, merkezi Kars olan Güney Batı Kafkas
Cumhuriyeti'ni kuruyorlar.
Tarihçi W. Barthold, Kars adının Gürcü dilinde “kari”
sözcüğünden geldiğini ileri sürüyor; Kars'ın Ermenistan ile Gürcistan arasında
bir kapı durumunda olması nedeniyle kente daha önceden Kapı Kent anlamında
Karis Kalaki deniliyor.
Bütün bunlar olurken, henüz Birinci Dünya Savaşı'nın yazgısı
belirlenmemiş durumdadır; Osmanlı politikasının ilk planda Kafkas
Federasyonu'nu tanımak ve kabul etmekten yana olduğu anlaşılıyor; Bolşevizm'e
karşı bir tampon bölge düşüncesi, dünyanın her yanında görülüyor.
Büyük Britanya'nın / Kars'ta ortaya çıkan halk egemenliğinin
Küçük Asya'nın diğer bölgelerine yayılmasından büyük kaygı duyduğu kesindir
Allen ve Muratoff tarafından yazılan, “Caucasian Battlefields -A History of the Wars in the Turco-
Caucasian Border 1828-1921” başlıklı çalışmaya güvenme eğilimi
taşıyorum.
Türkler, Ermeniler, Kürtler, gecikmiş uluslardır. Uluslaşma
sürecinde, birbirinin düşmanı ve birbirinin öğretmeni oldular.
(Kürt tarihinin dürüst ve yetkin araştırıcısı Sovyet M. S.
Lazarev'in “Kurdskiy Voprosı 1891-1917” başlıklı çalışmasında) Lazarev'in
ayrıntı vererek ileri sürdüğüne göre, Birinci Savaş'ta, Kürtler, Türk yönetici
çevreleri ve onların Alman hamilerinin çıkarları için kanlarını akıtmak
istemiyorlar.
Kemalin Anafartalar Kahramanlığı, tekrar ediyorum, ilk kez,
hevesli ve genç bir gazeteci yazar olan Ruşen Eşref tarafından, 1918 yılı Mart
ayında ortaya atılıyor. 1919 yılı yaz ortalarına gelindiği zamanda bile,
kahraman susuzluğu yaşayan ülkede, bunun fazla tutmadığı anlaşılıyor.
Kemal, güvensizlik kompleksiyle, kurtuluş hareketinin çapını
küçültmüştur.
Üçüz Kafkas Doğumu
Ermenilere, sadece komşuları, Ermeni diyor; Aram sözcüğünden
geliyor ve Aram'ın çocukları anlamına geliyor. Ermenilerise, kendilerine, “Hay”
diyorlar; bu da Haik'ten geliyor, ülkelerine ise Hayastan adını veriyorlar.
Sovyet Ermenisi B. A. Bor'yan'ın verdiği bilgiye göre, hem
Aram ve hem de Haik, Ermeniler'in mitolojik kahramanları sayılıyorlar; Haik,
Ermeni halkının başlatıcısı ve Aram da ülkenin yabancılardan kurtarıcısı
oluyor.
Firuz Kazımzade, Amerika Birleşik Devletleri'nde yaptığı
monografik çalışmada, Vehip'in Türkler için bir kahraman olduğunu kaydediyor.“
Öyle anlaşılıyor, sadece insanlar değil, kahramanlar da birbirinin kurdu
oluyorlar; Kemal Paşa Tarihi, Mustafa Kemal Paşa'yı kahraman yapabilmek için
Türk tarihinin tüm kahramanlarını ortadan kaldırıyor.
Kafkas Orduları Komutanı Vehip Paşa, 14 Nisan 1918 tarihinde
Batum'u zaptediyor ve burada Ermeniler'den oluşan bir heyete yaptığı konuşmada,
Enver'de uygulayıcısını bulan Türkler'in Kafkas hücumunun mantığını açıklıyor.
Vehip, işgal ettiği Batum'da, “görüyorsunuz, kader
Türkiye'yi Batı'dan Doğu'ya atıyor” diyor. “Biz Balkanlar'ı terk ettik,
Afrika'dan da çıkıyoruz, artık biz, kanımızın, yaşamımızın, dilimizin bulunduğu
Doğu'ya kaymak zorundayız.
Vehip Paşa
Gelibolu Direnişi'nde Mustafa Kemal'in komutanı Esat'ın
kardeşi Vehip, çok sevilen, çok parlak bir komutandır. Arnavut kökenli Vehip,
Birinci Savaş'ın sonlarında Doğu cephesinde büyük başarılar elde ediyor. Daha
sonra Kurtuluş Savaşı'na katılmak istiyor ve Mustafa Kemal uzak tutuyor.
1919-1921
Kemalizm, çok çabuk bir biçimde panislamizm ve
panturanizmden vazgeçiyor ve Ön Kafkasya'nın büyük bir bölümünün sovyetizasyonuna
razı oluyor.
Ruhi Su
Benim temel görüşüm ise Türkler'de güzel ve hacimli bir ses
bulmak imkansızdır. Eğer bir Türk'de böyle bir ses varsa, Türk olduğundan kuşku
duyuyorum.
Ağustos 1920 tarihinde Türkiye'ye imzalatılan Sevres'in ölü doğuşunun”
en sarsılmaz kanıtı, aradan altı ay geçmeden, Londra'nın Türkiye ile bir barış
anlaşması için masaya oturmasıdır; bu o kadar öyle ki, Londra'ya aynı zamanda
hem İstanbul adına Tevfik Paşa ve hem de Ankara adına Dışişleri Bakanı Bekir
Sami gidiyor.
Osmanlı dönemi bakanlık müsteşarı İsmet Bey'in bir
provokasyon uzmanı olduğu anlaşılıyor. Ali Fuat ise çabuk etkilenen ve güçsüz
bir subay olarak görünüyor.
Çerkez Ethem'e yönelik provokasyon planlarının uygulamaya
konması için Ali Fuat'ın görevden alınarak, İsmet'in getirilmesi bir zorunluluk
oluyor.
Enver ve arkadaşlarının Anadolu mücadelesinde istenmemesinin
nedeni, başta Kemal olmak üzere Ankara kadrosunun, Büyük Britanya ile uzlaşmayı
bütün savaşlarının temel ekseni yapmalarıdır. Enver ve arkadaşlarının Büyük
Britanya ile uzlaşması ise imkansız görünüyor; böylece, Enver'in yüzüne Anadolu
kapılarının kapatılması, Londra ile anlaşma politikasına bağlanıyor.
Çünkü Enver, bir profesyonel ihtilalciye benziyor. Enver
için önemli olan Anadolu, Afganistan veya bir başka toprak devrimi değildir.
Enver, bir islam ya da bölge devrimini düşünüyor.
Enver, Hamit'i deviriyor ve Kemal, Enver'in imajını yok
etmeye çalışıyor. Kemalist tarih yazımı hâlâ Kemal Paşa'nın buyruğu ile
yazılıyor. Enver'in sadece Sarıkamış “Faciası” ile hatırlanması isteniyor.
Enver, Hürriyet Kahramanı'dır, Trablusgarp Kahramanı'dır ve
Edirne Kurtarıcısı'dır.
…
Üçüncü Bölüm
Şiddetin Siyasal Tarihi
Teşkilat-ı Mahsusa
Osmanlı Devleti'nin doğuşunda çok büyük bir şiddet var;
ayrıca Osmanlı Hanedanı kadar birbirini öldürmeye yatkın bir başka ailenin
bulunabileceğini sanmıyorum. Baba katli, çocuk katli ve kardeş katli, Osman
soyunda, günlük bir iştir
İttihat ve Terakki ve özellikle Enver, emperyal düzeni bir
tepsi türünden bir coğrafyadan diğerine aktarma misyonunu yükleniyor.
Teşkilat-ı Mahsusa, bu aktarma misyonunun vurucu örgütüdür; diğer adının “Umuru
Şarkiye” olmasını yeteri ölçüde açıklayıcı buluyorum.
Bu Örgüt'e, bir Avrupa Devleti olarak kurulan ve uzun yıllar
bir Avrupa düzeni olan Osmanlı İmparatorluğu'nu, yıkılışının en son
zamanlarında, yıkıldığı bilinmeden, müslüman ve türkik kökenlilerin çoğunlukla
yaşadıkları topraklara aktarma görevi düşüyor.
Bunu başaramıyor. Anadolu halkları arasında bir kurtuluş
hareketini örgütlemede çok önemli görevler yaptığını düşünüyorum. Bu nedenle
de, 1926 İzmir Suikastı gerekçesiyle yapılan tasfiyelerin, çok büyük ölçüde bu
örgütü tümüyle ortadan kaldırma girişimi olarak değerlendirilmesini öneriyorum.
Teşkilat-ı Mahsusa kadrolarının / “fedai” olarak kalabilenlerden
en önde olanlar, 1926 yılında asılıyorlar.
Kuşcubaşı hakkında…
1924 yılında Yüz Ellilikler Listesi'ne alınarak Türkiye'ye
dönmesi engelleniyor.
Paşa Temizliği
Kemal, birliklerini bırakıp, silahlarını emperyalistlere
teslim etmekten çekinmeyerek İstanbula geldiği sırada Doğu'da mukavemet önemli
başarılar elde etmiş durumdadır. Bundan sonraki dönemde de, Doğu'daki Türk
mücadelesinde Kemalin hiçbir rolü bulunmuyor.
Doğu'daki Türk mücadelesinde Kemalin hiçbir rolü bulunmuyor.
Buna karşın, Kazım Paşa, Rüştü Paşa ve Albay Halit Bey, daha sonraki yıllarda
Deli Halit Paşa, bu bölgedeki rezistansı yönetiyorlar.
Milletvekili Deli Halit Paşa, 1925 yılında, Meclis'te, beş
Kemal fedaisi milletvekilinin üzerine çullanmasıyla arkasından vurularak
öldürülüyor. Rüştü Paşa, İzmir Suikastı gerekçesiyle asılıyor. Kazım Paşa,
İzmir Suikastı gerekçesiyle tutuklanıyor, idamla yargılanıyor ve ancak
susmasının karşılığında” yaşamı bağışlanıyor; siyasal olarak bitkisel yaşama
mahkum oluyor.
Bütün bunlardan sonra Mustafa Kemal'in “Nutuk” okuması son
derece kolaydır.
Kemal'in idam sehpasına gönderdikleri arasında, tek suçu
Mustafa Kemal'i bilmek olanlar da var.
Sayısı gerçekten çok az olan yakın arkadaşlarından İsmail
Canbulat ile Ayıcı Arifin idam edilmelerini bu çerçeve içinde anlayabiliyorum.
Yakup Cemil, daha sonra ve İttihatçılara karşı, Bab-ı Ali
Baskınını tekrarlamak ve Harbiye Bakanlığ'na Mustafa Kemal'i getirmek istiyor;
kurşuna diziliyor. Baskına katılanlardan birisi, daha sonra Teşkilat-ı
Mahsusa'da çalışan Hilmi'dir; Hilmi, Kurtuluş Mücadelesi'nin başlarında aktif
bir rol oynuyor ve Ardahan Mebusluğu yapıyor. Kemal Paşa'nın kaygı ve suikast
korkularından kurtulmak için başlattığı temizlik sırasında, politikayı bırakmış
ve Ardahan'da ticaretle uğraşıyor. Ancak çözümlemeye çalıştığım fiziksel
süreçler ve kişisel endişeler nedeniyle, ölmesi gerekiyor; İzmir Suikastı
gerekçesiyle asılıyor.
Kemal Paşa ile ilgili bütün anılar, içkiye düşkünlüğü
üzerinde yoğunlaşıyor.
Cumhuriyet döneminin ilk önemli siyasi cinayetine kurban
giden ve Kemal'in muhafızı Topal Osman tarafından öldürüldüğü anlaşılan Ali
Şükrü, Ankara'da içki yasağını yasalaştıran milletvekilidir.
Kemal'in içkiye karşı yüksek eğilimiyle, kadınlar karşısında
her türlü başarısızlığı bir tezat oluşturuyor. İzmirli komprador kızı Latife
ile hızlı evliliği hızla sona eriyor; uzaktan akraba olduğu gerekçesiyle
Çankaya'ya sık sık çıkan yoksul kızı Fikriye ise bir gün Çankaya sırtlarında
ölü bulunuyor.
Şiddet, uygulayıcısını da değiştiriyor; Kemal'in, liderlik
için bir birikiminin olmaması, İttihatçı örgütlerin ortadan kaldırılmamış
olması, Kemal Paşa'nın olağanüstü kişisel güvensizliği, buna eklenen ve buna
bağlı sevgisizliği, Cumhuriyetin, teorik sığlığıyla karşılaştırılmayacak
yoğunlukta bir şiddet uygulamasıyla ortaya çıkışını sağlıyor.
Trabzon Milletvekili Ali Şükrü / 27 Mart 1923 Salı Günü
evinden çıkıyor ve kendisinden bir daha haber alınamıyor.
Trabzon ve Trabzon Müdafaai Hukuk Cemiyeti, has
Kemalistlerin sürekli sorunudur; Trabzon'da, Kurtuluş Savaşı'nın başlarında,
hem komünist eğilimliler ve hem de İttihatçılar güçlü görünüyorlar.
Ziya Hurşid / bir kez Mustafa Kemal'in, bir kez de kendi
isteğiyle olmak üzere, iki kez, Mustafa Kemal ile görüşüyor. Resmi yazım, bu
görüşmeleri, Ziya için bir mertlik ve Kemal için de her türlü
suikastçının,önünde yıkılacağı bir karizmatik kişilik gösterisi olarak sunmaya
özen gösteriyor.7 Ancak bu görüşmelerde bir pazarlık yapıldığı anlaşılıyor.
Ziya Hurşid, bütün savunmasını, suikastın hazırlık aşamasında kalmasına ve suikasttan
sonra iktidarı almak değil Türkiye'den ayrılmak planlarının yapılmasına
dayandırıyor.
Doğrusu da budur; bunun kabul edilmesi halinde herhangi bir
idam söz konusu olmuyor. Duruşma boyunca Ziya Hurşid'in, Mustafa Kemal'den
aldığını sandığım söze çok güvendiği görülüyor; arkadaşları açısından,
savcılığın en güvenilir tanığı haline geliyor. İdam sehpasına mertçe yürüyor;
fakat yanında, İttihat ve Terakki ile Teşkilat-ı Mahsusa'dan diri ne kalmışsa,
hepsini de alıp götürüyor. Kara Kemal ise, gizlendiği yerde yakalanacağını
anlayınca, intihar etmeyi tercih ediyor.* Paşa Temizliği, önemli safhalarını
geride bırakıyor.
Türkifikasyon
93 Harbi / Göçler hem milliyetini arayan bir halk getirmekle
kalmıyor, bunun yanında da, modern Türk ulusçuluğunun temellerini atacak bir
kadro sağlıyor. Göçlerle birlikte Rusya'da pan-slavizm tartışmalarını bilen ve
aynı zamanda narodnizm mücadelesini gören bir aydın kadrosu da İstanbul'a göç
etmiş oluyor; eğer Zaza kökenli Ziya Gökalp ayrılacak olursa, Jön Türk dönemi
önemli Türkçülerin çoğu, Rusya kökenli Türkler'den çıkıyor.
1915 Ermeni Pogrom'u, görünüşte ve Türkler açısından, bir
savaş güvenliği sorunudur.
Profesör Lazarev, bir buçuk milyondan fazla Ermeni'nin
toprağından söküldüğünü yazıyor; Sovyet araştırıcısına göre bunlardan önemli
bir bölümü yolda ölüyor.” Profesör Lazarev Ermeni ölümlerinden, esas olarak,
Türk düzenli birliklerini, yerel yöneticileri sorumlu tutmakla birlikte, Kürt
feodallerinin de ellerinden geleni yaptıklarına işaret ediyor. Muş Vadisi'nde
Musa Bey'i özellikle ifade ediyor ve bu hizmetlerinin karşılığında Kürt
feodallerinin, yerlerinden edilen Ermeniler'in topraklarını aldıklarını
ekliyor.
Kürt tarihi kadar ihaneti bol bir başka tarih bilmiyorum.
Üç Genç ve Üç Yaşlı Doğum
Bir ulusun ya da bir partinin oluşumunda, nesnel koşulların
yanında, iki öznel gerek bulunuyor: Şiddet ve şehit.
Hiçbir hareket ve bu arada ilerici bir hareket tarihsiz ve
tabansız olamaz; İttihat ve Terakki hareketinin ön tarihi var. İttihat ve
Terakki Hareketi'ni Genç Osmanlılar'ın devamı saymakta hiçbir sakınca
görmüyorum.
İttihatçıların üç büyük yazıcısı ya da püblisisti, Ahmet
Rıza, Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp sayılabilir.
Dördüncü Bölüm
Düzenden Düzene Geçiş
Clausewitz, “politikaya şahıslaşmış devletin zekası olarak”
bakıyor.
Birinci iç savaş dönemi 1806-1826 yıllarını ve ikincisi de
1906-1926 dönemini kapsıyor; her ikisinde de görünüşte olan bir
ilericilik-gericilik kavgası var.
Birincisi, Üçüncü Selim'in modernizasyon programının
sonucunda ortaya çıkıyor; Selim, ilk derlitoplu modernizasyon planını
gerçekleştirmek için harekete geçiyor.
İkinci iç savaş, 1906-1926 yıllarını kapsıyor; çok çeşitli
cephede düzensiz ve sihirli bir kıyımı anlatıyor. Başlarında üç genç, Niyazi,
Enver ve Eyüb Sabri sivriliyorlar ve ortada üç paşa, Enver, Cemal ve Talat
görülüyorlar; bir başka üç paşa, Kemal, İsmet ve Fevzi tamamlıyor.
Üçüncü iç savaşın ilk yıllarında, 15-16 Haziran 1970 işçi
kalkışması var
Bitkiler, susuzlukta meyve veriyorlar. Kendilerini
korumuyorlar ve kendilerini yeniden üretiyorlar.
İnsanlığın yeniden üretiminin kaynağında su değil yiğitleme
var.
Her yiğit bir neo-romantik'tir.
İsmet İnönü Üzerine Notlar
Geç başlayan, arkadan gelen, ancak daha sonra öne geçen bir
kişiliği var; Askeri Rüştiye'de sınıfta kalan bir öğrenci olmasına karşın daha
sonra ve özellikle Harbiye'de sınıflarının birincisi oluyor. Kurtuluş
Hareketi'ne geç ve isteksiz katılıyor; bir kez Anadolu'ya geldiği ve bir süre
kaldığı biliniyor. 1915 yılında evlenmiş olmasına rağmen 1920 yılı başında yeni
evli olduğunu ileri sürerek, Anadolu'dan İstanbul'a dönüyor
İnönü'nün bildiği ileri sürülen dillerin hiç birisini
konuştuğunu duyan olmamıştır
…bir sokak manevrasını geçmeyen İnönü Savaşları nedeniyle,
kendisi generalliğe yükseltiliyor
Harbiye Nazırı Fevzi Paşa da “mareşal” ilan ediliyor.
Türk kuvvetleri Ankara'ya kadar çekildikten sonra Sakarya'da
Grekleri püskürtünce, Kemal Paşa da “gazi” unvanını alıyor
İkinci Savaş sonrasında gizli servisleri kullanarak sahneye
koyduğu sağ öğrenci terörleriyle, Demokrat Parti muhalefetinin sola açılımına
sınırlar getiriyor; Demokrat Parti'nin solla ittifakına sert bir fren koyuyor.
Muhalefet döneminde ise Demokrat Parti'nin sağ ile işbirliğini önlüyor
Politikada umutsuzluğu temsil ediyor; kuşağının temel
çizgilerinden birisi olan güvensizlik duygusunun doğal sonucudur.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder