James Hillman - Şehir ve Ruh - Notlar
Cidade & Alma (Portekizceye çeviren: Gustavo Barcells,
Lúcia Rosenberg), Studio Nobel, São Paulo, 1993
Önsöz
James Hillman’ın yaklaşımı, psikoterapiyi bireyin ruhundan
çıkarıp, bedenin hareket ettiği ve ilişkiler kurduğu şehirle bütünleştiriyor.
…insanın ruhu değil, özellikle de dünyanın ruhu hastadır ve
bizi en çok etkileyen, üzen ve saldıran, bize en çok hitap eden şey onun
semptomlarıdır.
Hillman’ın yaklaşımı derin psikoloji ile derin ekolojiyi
birleştirerek, şehirleri ruhsal bir deneyim alanı olarak ele alıyor.
Gustavo Barcellos
Dünyanın ruhu
Konuşmak artık sadece bireye değil, dünyaya seslenmektir;
çünkü dünya da bizi dinler.
Derinlik psikolojisi, ruhun acılarını ve semptomlarını
sadece bireyde değil, şehirde ve dünyada da arar.
Geçmişte terapi bireyin içsel yapısını düzenlemeye
odaklıydı.
Sonra kişilerarası ilişkiler (aile, grup terapisi) merkeze
alındı.
Her iki durumda da dünya terapi alanının dışında bırakıldı.
Sosyal psikiyatri dışsal belirleyicileri (ekonomi, kültür,
toplum) vurgular ama bunları psişik olarak görmez.
Robert Sardello’nun metaforları: “binalar anoreksik,
işletmeler paranoyak, teknoloji manik.”
Ruhun dünyaya dönüşü, psikoterapiyi mimarlık, tasarım,
siyaset ve gündelik yaşamla ilişkilendiren yeni bir bilinç aşamasını
gerektiriyor.
Derinlik psikolojisi, dış dünyanın patolojisini iç dünyanın
yansıması olarak görür
Evlilik gibi ilişkiler, sadece kişilerarası dinamiklerle
değil; mekânın tasarımı, kullanılan nesneler, dil, giysi, yiyecek gibi maddi
kültürle de şekillenir.
Batı dışı kültürlerde yaygın olan animist dünya görüşü, her
şeyin ruh taşıdığı fikrini savunur.
Marsilio Ficino’nun Platoncu yaklaşımı, dünyanın ruhunu ne maddi dünyanın içinde ne de onun
ötesinde değil, her şeyin görünür biçiminde arar.
Dünya, şekiller, renkler, dokular ve atmosferler
aracılığıyla kendini gösterir.
…hayal gücümüzle dünya canlanır.
Psikolojinin “yansıtma” dediği şey, aslında nesnenin bizi
cezbetmesiyle oluşan bir canlanmadır.
Nesnenin ruhu, bizimkiyle örtüşür; imgeler psişik gerçekliği
açığa çıkarır.
Kalp / Antik Dünyanın Algı
Organı
Antik Yunan ve İncil psikolojisinde kalp, hem duyuların hem
hayal gücünün merkeziydi.
Marsilio Ficino'ya göre, kalbin içindeki ruh aynı zamanda
duyuların izlenimlerini alır ve iletirdi. Kalbin işlevi estetikti.
Modern psikolojiler (Skolastik, Kartezyen, deneyci) bu
birlikteliği parçalayıp bizi bedensiz imgelerle ve imgesiz bedenlerle baş başa
bıraktı.
Ficino’nun Platoncu yorumunda Afrodit, duyusal dünyanın
tanrıçasıdır; algı, güzellik ve ilham onun alanıdır.
Ölümün başlıca nedenleri kalp hastalıkları ve kanserle
sınırlı değildir. Ölüm, nesnelerde gizlidir: asbest ve gıda katkı maddeleri,
asit yağmuru ve tamponlar, böcek ilaçları ve ilaçlar, araba egzozu ve
tatlandırıcılar, televizyon ve iyonlar. Madde, daha önce hiçbir felakette
olmadığı kadar şeytanlaştırılmıştır.
Psikoterapi, artık bilim değil; estetik bir faaliyet olarak
kalbin duyarlılığına dayanmalı.
Güzellik, çirkinlik ve sanat estetiğin özü değil; estetik,
şeylerin kendini duyusal olarak sunma biçimidir.
Yeni-Platoncu yorumda güzellik, Tanrıların ve biçimlerin
tezahürüdür
Modern insan, bu farkındalığı yitirerek dünyayı yalnızca
öznel duyguları üzerinden tanımlamaya başlamıştır. Örneğin bir otobüs
yolculuğunu anlatırken “berbattı” demek, yolculuğun kendisini değil, yalnızca
öznenin duygusunu betimler.
…estetik farkındalık, insanı yavaşlatır, tüketim arzusunu
azaltır, dolayısıyla medeniyetin aşırı üretim ve hızına karşı bir denge sağlar.
Modern ekonomi, değer kavramını yalnızca fiyatla tanımlar
hale geldi
Tasarruf ve tüketim, ruhsal değil, tamamen ekonomik
terimlerle açıklanır.
Ruhun değeri yalnızca terapi odasında, yüksek ücretli
seanslarla tanınır.
Yakınlık, somut ve bireyselleştirilmiş nesnelerle kurulur
Ruhsuz bir dünya yakınlık sunmaz.
Teknoloji özünde ruhsuz değildir; onu ruhsuzlaştıran teorik
varsayımlardır.
Antik Mısır’da nesneler Tanrıları anlatırdı; her nesne
konuşan bir varlıktı.
Eros artık soyut bir ilke değil; biçim, ritim, malzeme gibi
duyusal niteliklerle ilişkilidir.
Felaket fantezileri bizi rahatsız eder; dünyanın sonunu
haber verirler. / “psişik uyuşma”
…patolojinin olduğu yerde ruh, ruhun olduğu yerde de eros
vardır.
Batı’nın maddi dünyaya yönelik kibirli tavrı, nesneleri
acınası ve arzu edilir hale getirmiştir.
…dünyayı kurtaracak olan ruhsal bir adımdır.
Dünyaya geri dönüş, ondan aldığımızı ona geri vermekle
mümkündür
Dünyaya saygı / ona gönül gözüyle bakmak
Dil, artık soyutlamalardan değil, somut imgelerden ve
niteliklerden bahsetmelidir.
Bu geri dönüş sayesinde, dünyayı farklı bir şekilde görür,
ona saygı duyarız; çünkü o da bize ve bize karşı yüzünde saygısını gösterir.
Saygı, sadece yeniden bakmaktır. Saygı, bu ikinci bakış, gönül gözüyledir.
Kültür ve kronik bozukluk üzerine
Her birimizde bir geri dönüş, bir arka taraf korkusu var
Öncelikle, kronik alanın kusurlu olduğu konusunda hemfikir
olabiliriz.
Jung'un dediği gibi, doğa aristokrattır, savurgandır;
sayısız girişimi boşa harcar, böylece yalnızca birkaç tohum hayatta kalır ve daha
da azı deha ve kültüre dönüşür.
İnsan yaşamı, başarısız girişimlerle dolu uçsuz bucaksız bir
alandır.
Medeniyet işler; kültür gelişir. Medeniyet ileriye bakar;
kültür geriye bakar.
Kültürsüz bir medeniyet etrafımızı sarmış durumda.
Şehir ve ruh
Psikoloji genellikle kapalı, birebir ofis ortamında
yürütülen bir disiplin olarak görülse de, şehir hayatı doğrudan terapi odasına
sızar: sokaktaki karakterler, toplumsal roller ve ruhsal yükler analistin
gündemidir.
Bizim işimiz şehir insanlarıyla ve şehir de müşterilerimizin
ruhlarında, bu yüzden bizi büyük şehirlerde analist olarak bulabilirsiniz.
Psikoloji şehirlere ait olduğu için, kentsel yaşamın ruhsal
hastalıklardan sorumlu olduğu öne sürülmüştür.
Ruh, kentsel gerilimden hastalanır.
Ruh, yansıtıcı bir işlevle
ilişkilidir; şehirde bu, camlar, aynalar, göller ve gölgelerle temsil edilir.
Ara sokaklar, kıvrımlar ve içselleştirme, şehrin ruhsal derinliğini besler.
Şehirler, duygusal ve tarihsel hafızayı taşır: anıtlar,
parklar, yer adları, mezarlıklar.
Bu bakımdan şehir fiziki yapılar kompleksi olmanın ötesinde
insan ruhunu barındıran bir tür organizmadır.
“Ruhu olan” bir şehir, yalnızca güzel meydanlardan ya da
anıtlardan ibaret değildir; karanlık, eksik, “kusurlu” görülen tarafları da
kapsar.
Grafitiler, duvar yazıları ya da el emeği ürünler, insanın
şehirle kurduğu ruhsal bağı temsil eder.
Ruhun bir diğer boyutu insan ilişkileridir.
Buluşma yerleri —kafeler, parklar, çeşmeler, barlar— ruhun
nefes aldığı alanlardır. Bu alanlar ortadan kalktığında, şehir kişiliksizleşir.
Yalnızca ekonomik ya da politik yapılar olarak tasarlanan
şehirler ruhu yok eder.
Ruhun bastırıldığı şehirlerde insanlar öfkeli, yıkıcı ve
yabancılaşmış hale gelir.
İç mekanlar
Bu bölüm kamusal
yaşamın dışsal görünümü ile bireysel içselliğin (ruhun yaşamının) koşulları
arasındaki ilişkiyi inceliyor.
İçsel sorunlar, iç sıkıntıları / gaz sızıntıları, fareler
Yukarı bakmak
İnsanın başının tepesi görünmezdir ve doğal olarak göğe
uzanır
Günümüz tavanlarına yukarı bakıldığında, dağınık vantilatörler,
duman dedektörleri, borular, lekeler ve genellikle yapışkan bantla tutturulmuş,
onarım izleri taşıyan akustik paneller görülür.
Tavan / ihmal edilen, bilinçdışı olandır.
Yukarı bakmak, kozmosa ve daha yüksek bir düzene özlemin
ifadesiyken, modern tavanlar seküler, kaotik ve anlamsız bir alanı yansıtır.
Etimoloji
"Tavan" (ceiling)
Kelimenin gerçek kökeni Latince "celare" (oyma,
gökyüzü) ve Orta İngilizcede "celure" veya "syling"
kelimelerinden gelir, anlamı ise "ahşapla hizalamak"
Modern tavanlar / doğrudan ve tekdüze aydınlatmanın içsellik
üzerindeki yıkıcı etkisi…
Modern doğrudan ışık / gölgesiz bir parlaklık yaratır
Floresan armatürlere bakmak istenmediği için insanlar
başlarını öne eğerler.
(Gölgelerin kaybolması) Bu durum, ruhun daha derin, daha
karanlık kişisel iç mekanlara çekilmesine neden olur
İçsel doğamızın gerçeğinden uzaklaşırsak, bir tür Orwellian
bastırma içinde yaşayacağız, yani gizlenmiş ve fark edilmeden, sanki onun
kitabında yaşıyormuşuz gibi…
…bastırma, asla inandığımız yerde değildir.
Bugün, bastırılan bizim dışımızdadır ve içinde yaşadığımız
dünyaya karşı uyuşturulmuş ve sakinleştirilmiş durumdayız.
İç mekanın anlamı / kamusal meselelerle karşılaştırıldığında
her zaman önemsiz görünür.
Bunlar aslında
hükümetlerin ürünlerini satın almamızı sağlamak ve bizi "gerçekliğin"
önemli meselelerini ele aldığımıza inandırmak için yürüttükleri propaganda
kampanyalarıdır.
Yukarı bak…
Yürümek
Doktorlar yürümeyi öneriyor. Yürümemizi hatırlatmak için bir
doktor reçetesine ihtiyaç duyuyorsak, temel bir şeyin unutulduğu tuhaf, yeni
bir dünyada yaşıyoruz demektir.
Modern dönemde yürümenin modası geçmiş…
(Yüzsüzlük) Hollandalı
psikolog Bend Jager / yüz ifadelerindeki tekdüzeliğin ve pürüzsüzlüğün
(reklamlardaki gibi) artan araba kullanımından kaynaklandığını ve insanların
"karşılaştığımız yüzlere uygun bir yüz hazırlama" ihtiyacının
kalmamasından kaynaklandığını öne sürer.
Yunanca "politika" kelimesi insanların bir araya
gelmesi ve "kalabalık" anlamına geliyor.
Mimarların ve plancıların çizimlerinde kalabalıklar yoktur.
Modern şehirler yürümeye izin vermez.
Yürüyenler "serseri" ya da "potansiyel
kurban" olarak görülebilir.
Yürüyüş, ruhu yatıştırır ve zihnin çalkantılarını azaltır.
Yürürken, dünyada olduğumuzu hissederiz, o alanda yürüyerek
orayı bir "mesken" veya "bölge" haline getiririz.
Kabuslarda ve kaygıda, neredeyse her zaman bacaklarımızı
hareket ettiremeyiz; korku ile ayak hareketleri arasında güçlü bir bağlantı
vardır.
Eski Mısır'da, Ba, yani ruh için kullanılan temel hiyeroglif
sembollerinden biri, baldır ve ayaklardı; sanki bir adım atıyormuş gibi. Ruh
yürüyordu. Peki, artık yürümediğimizde ruha ne olur?
Ayak, gözün daha önce geçtiği yerlerin üzerinden yürümeye
zorlanır, böylece yürümek gerçek bir ızdıraba dönüşür.
Ayak, gözün kölesidir; bu da yürümeyi sıkıcı, sadece
mesafeleri katetme meselesi haline getirir.
18. yüzyıl bahçe tasarımında, küçük duvarlar veya engellerle
yürüyüşün kesintiye uğratılması yoluyla "a-ha!" anları yaratılır, bu
da ayağın yön değiştirmesine ve zihnin düşünmesine neden olurdu.
Böyle bir engel karşısında modern tepki öfke ve şikayet
olur.
Sokak suçları, insanların yürümediği bir dünyada başlıyor.
Bina içinde yürümeyi en aza indirmek, iç mekan hareketini
(ruhun yaşamını) ve binada yaşayan herkesin içselliğini azaltır.
Ulaşım sorunlarında psikolojik fanteziler
Ulaşım, yalnızca fiziksel bir hareketlilik değil; bireyin
fantezileri, duyguları ve bilinçdışı arzularıyla örülü bir deneyimdir.
“Sorun” dediğimiz şeyler, aslında fantezilerin dış
kabuğudur. Gerçek çözüm, bu kabuğun içindeki arzuları ve korkuları açığa
çıkarmakla mümkündür.
Ulaşım sorunu, bireyin kontrol, suçluluk, öfke, yıkım ve
çaresizlik gibi duygularını yansıtır.
Toplu taşıma “herkes için”dir ama birey kendini edilgen ve
kontrolsüz hisseder.
Özel araç ise bireye aktiflik, kontrol ve bireysellik hissi
verir; bu da egonun fantezisini besler.
Şehir planlaması, uzay geometrisinden yer topografyasına
kaydırılmalı; yani soyut hız yerine somut, anlamlı yerler ön plana çıkarılmalıdır.
“Şehir” aslında topluluk anlamına gelirken, “şehir merkezi”
geometrik ve teşvik edici bir kavramdır; Yunanca kentron kelimesinden
türemiştir. Kentron, Pergelin daire çizmek için
kullandığı nokta anlamına gelen Yunanca kelime.
Modern şehir, şeytanileştirilmiştir; insanlar ondan kaçmak
için otoyolları ve uçuşları kullanır.
Şehir, spor ve şiddet
Spor etkinliklerinde yaşanan şiddet dünya çapında yaygındır
Jung’un “Tanrılar hastalıklara dönüştü” sözüyle, mitolojik
figürlerin artık bireysel ve toplumsal düzensizliklerde tezahür ettiğini
savunur.
Spor şiddeti, yalnızca bireysel değil, şehir ruhunun
hastalığıdır; bu nedenle psikolojik analiz siyasal bir boyut kazanır.
Spor şiddetinin arketipik Tanrısı Mars’tır: strateji değil,
öfke ve sarhoş edici savaş enerjisiyle ilişkilidir.
Spor, Rönesans’tan günümüze kadar Mars’ın estetik mirasını
taşır: kadifeler, sancaklar, kırmızılar, zırhlar.
Tanrıları unutmuş olsak da, onların etkisi şehirlerin ruhsal
yapısında “psikolojik hastalıklar” olarak sürmektedir.
Mars’ın şiddeti, yalnızca yıkıcı değil; aynı zamanda zarif,
törensel ve erotik bir tutkuyla işlenmiş bir estetik formdur.
Modern futbol stadyumları, çivili çitler ve korkuluklarla
“kalelere” dönüşmüştür.
Mars’ın öfkesi ile Venüs’ün şehveti birbirini besler
Spor, hem savaş hem aşkın ritüel alanıdır.
Mars, mitolojik bir figür
olarak bedenimizde “testosteron” biçiminde yaşar
Hristiyanlıkta öfke ve arzu bastırılmıştır; bu da Mars ve
Venüs’ün pagan enerjilerinin skolastik korkulara dönüşmesine neden olmuştur.
Spor, öfke becerilerini geliştirir: kontrol, yönlendirme,
stratejik kışkırtma.
Yenilgi, aşağılanma, izolasyon ve ceza testosteronu düşürür;
bu da depresyon ve sosyal anomiye yol açar.
Şehir, gösteri ve gözlem mekânıdır: geçit törenleri, yangınlar,
cenazeler, grevler, düğünler.
Seyircilik, kent yaşamının temelidir
“Politika” kelimesi
etimolojik olarak “kalabalık” ve “bolluk” anlamına gelir; Dionysosçu bir
fazlalık duygusu içerir.
19. yüzyıl
Amerikan şehirleri, etnik olarak ayrışmış gettolardan oluşuyordu.
Gerçek “erime potası” üç unsurla oluştu:
1. Toplu
taşıma: bedenlerin hareketini sağladı.
2. Mağazalar:
karşılaşma mekânları sundu.
3. Şehir takımı
(özellikle beyzbol): ortak bir “şehir ruhu” yarattı.
Seküler şehir, savaş tanrısını tanımadığında onun gücü
kontrolsüz şiddete dönüşür.
Holiganizmi tedavi etmek için 10 öneri
Seyirciler sokak satıcısı gibi değil, kahraman gibi
karşılanmalı; giriş törenleri yapılmalı.
Güzellik, dans, kadınlara özel alanlar; estetik Mars’ı
yumuşatır.
Seyircileri “sayı”ya indirgemek anonimliği ve şiddeti
artırır.
Seyirciler görünür kılınmalı; özellikle kadınlar ve estetik
unsurlar vurgulanmalı.
Sporcular sıradan insanlar gibi değil, ritüel figürler
olarak sunulmalı.
Sporcuların maaşı beceriden değil, sembolik statüden
kaynaklanmalı.
Şiddet dövüş sanatına dönüşmeli; kontrollü aşırılık teşvik
edilmeli.
Kurallar, protokoller, kaptanlar; enerji akışını düzenleyen hiyerarşik
yapı.
Oyunun dansı, stil ve hareketler; Mars’ın ateşi estetikle
yüceltilmeli.
Şehir, gösteri ve gözlem mekânıdır; seyircilik politik bir
eylemdir.
Kalabalık içinde birey, şehirle bütünleşir; ritüel bu
birleşmeyi kutsar.
Savaşlar, silahlar, Koç, Mars
General Patton’un savaş
alanındaki ölüme duyduğu sevgi, savaşın Tanrısal bir boyutunu yansıtır.
Savaş, medeniyetin kaderini belirleyen bir güçtür.
Savaşlar “patlak verir”; öngörülemezdir ve Tanrısal bir
irade taşır.
Ernst Jünger, savaşın başlangıcında yaşadığı “ilahi öfke”yi
ve “mutluluk” hissini anlatır.
Savaş, gaziler için hayatlarının en önemli anıdır; dehşetle
birlikte sadakat, ciddiyet ve kayıtsızlık iç içe geçer.
Thomas Aquinas, savaşta silah arkadaşları arasında özel bir
dostluk biçimi gözlemler.
…savaş araçları sevgiyle şekillendirilmiş estetik
nesnelerdir.
Sivil toplum, askerleri “kız” gibi korumak isterken; Patton
onları “oğul” gibi disipline etmeye çalışır.
Nükleer ateş topunun aşkın deneyimi bambaşkadır. Duygu, yok
edilene duyulan yüce bir saygıdan ziyade, yıkımın kendisine duyulan
şaşkınlıktır.
Mars yok edici değil, başlatıcıdır
“Homeros’un Mars’a İlahisi”, savaşın içindeki barış arzusunu
dile getirir.
Pozitivist bilinç, savaşları ruhsuz ve tinsiz hale getirir;
yalnızca istatistik ve ceset sayısı kalır.
Korku, nihilizmin ve kıyametin en değerli duygusudur
Savaş, fiziksel alandan televizyona ve uzay kurgusuna
kaymıştır.
Nükleer bomba, fiziksel bir nesne değil, çağımızın en güçlü
imgesidir.
Ruh ve para
Para bir nevi şiirdir.
Wallace Stevens
Para, yalnızca bireysel değil, kolektif bilinçdışı
tarafından da şekillendirilir.
Hristiyan kültüründe para, ruhsal saflığın karşıtı olarak
konumlanır
Para, etimolojik ve ritüel kökenleriyle hayvanla
ilişkilidir: sığır, obolos, kurban eti.
Yunancada para anlamına gelen kelime, obololar anlamına
gelir obelos veya kurban edilen bir bufalonun tükürülerek çıkarılan etinin bir
kısmı, eski Roma parasında ise kızartmanın bir parçası, bir parça et anlamına
geliyordu.
İsa’nın mesajında yoksulluk, ruhsal otoritenin koşuludur
Charles Olson’ın dizeleriyle / Para, bilinçaltının
okyanusuna benzer: içinde köpekbalıkları, midyeler, gelgitler, duygular ve
tehlikeler barındırır.
Para, Plüton’un yeraltı zenginliğidir; Hades’in psişik
imgelerinin taşıyıcısıdır.
Kharon’a ödeme yapılmadan yeraltı dünyasına girilemez; para,
ruhsal geçişin eşiğidir.
Para, ne yalnızca ruhsal ne yalnızca maddidir; beden ile
şeytan arasında üçüncü bir şeydir.
Parayla birlikte olmak, ruhun bu üçüncü yerinde olmak
demektir
Hermes, parayı çalarak ruhu kurtarır; kaybetmek, ruhsal
çalışmada kazanmak olabilir.
Simony (maneviyatın parayla satılması) günahı, psikoterapide
de yankılanır: bireyselleşme için ödeme almak.
Para, arketipsel köklerinden koparıldığında “çıldırır”;
finansal anarşi, ruhsuz paranın semptomudur.
Para, mitolojik fantezileri tetikler
Para, çoğu zaman sevgi kisvesi altında saklanır; vermek,
almak, biriktirmek, paylaşmak = sevmek.
Ekonomi (evle ilgili olmasından dolayı yazara göre kök
anlamı “evcil”), ruhun dünyada inşa edilmesi, pazarlık, borçlanma, spekülasyon
gibi eylemlerle olur.
Para, seks ve denizden daha kolay yönetilemez;
komplekslerimizin her yerine yayılır.
…
Antropos phusei politikon zoon (Politik hayvanın insan doğası)
Hasta ile analist arasındaki mesafe, etik değil, ontolojik
bir ayrışmaya dayanır.
Descartes, beden dahil her şeyi ruhsuz maddeye indirger;
Hristiyanlık bu ayrımı kutsallaştırır.
Spinoza’nın “Tanrı = Doğa” görüşü, bu ayrımı reddeder; Pan
asla ölmemiştir.
Ruh, Kartezyen-Hristiyan ayrımından kurtulmadıkça analiz
özgürleşemez.
Ruhun dünyaya geri dönmesi, analitik pratiğin ontolojik devrimini
gerektirir.
İnsan, yalnızca birey değil; ilişkiler, bağlamlar, tarih ve
kültür içinde oluşan bir varlıktır.
Modern psikoterapi, insanı soyut bir ego olarak tanımlar
Siyasal olmak, insanın sonradan kazandığı bir özellik değil,
doğasında olan bir eğilimdir.
İnsan yalnızca birey değil, insanlıkla birlikte var olan,
kendini başkalarıyla birlikte kuran bir varlıktır.
Kendini bulmak, içe dönmek değil,
dışa açılmak, dünyaya katılmakla mümkündür.
Terapi, artık rüyalara, çocukluğa, içsel yansımaya değil; topluluğa,
mahalleye, gündelik nesnelere yönelmelidir.
Hasta ve analist, birbirleri için hem libidinal olarak
gerekli hem de etik olarak yasak nesnelerdir.
- Bu yasak, onları karşı konulmaz hale getirir; arzu,
analitik kuralların dışına taşar.
Terapi artık “kendini bil” değil, “paylaşıyorum, o halde
varım” sloganıyla yaşanmalıdır.
…
Doğa olmadan doğal güzellik
Güzellik, psişenin temel bir ihtiyacıdır; tüm kültürlerde
beden, nesne, hareket ve sesin estetikleştirilmesi görülür.
Doğada bulunan güzellik, ruhu besler; doğanın yok oluşu,
ruhsal bir kayıp olarak deneyimlenir.
Batı düşüncesi doğayı makine, düşman, ruhsuz madde olarak
görmüş; ama aynı zamanda güzelliğin kaynağı olarak da yüceltmiştir.
“Doğal” kelimesi, bilinçsizce
nesnelliğe, sadeliğe, hakikate atıfla kullanılır.
Şehirler, insan doğasının bir parçasıdır; doğa şehir
surlarının dışında başlamaz.
Mezarlıklar, pazarlar, ibadet yerleri, kutlama alanları da
“doğal”dır.
Güzelliğin bastırılması
Platon’dan beri güzellik, zihni ebedi değerlere yönlendiren
yüce bir işlev olarak görülmüştür.
Ancak bu yücelik, estetik söylemi sıkıcı ve ahlakçı hale
getirerek güzelliği sanatlardan kovmuştur.
Güzellik, ruhun kendini tanıma ve dünyayla bağ kurma
biçimidir.
Gaia hipotezi, dünyanın canlı bir organizma olduğunu
savunur; ama bilimsel indirgemecilikle hayranlığı bastırır.
Ekolojik krizin altında sevgi krizi yatar: dünya sevilmiyor
çünkü güzelliği bastırılıyor.
Güzellik, şehir planlamasında en son sıradadır; bütçe
aşıldığında ilk elenen olur.
Meydanlar, heykeller, çeşmeler, ağaçlar: estetik unsurlar
ekonomik değil sayılır.
Oysa güzellik, kamusal alanın ruhunu kurar; ekonomik değil,
yaşamsaldır.
Modern psikoloji, iç gözlem ve öz-yansıtma ile narsisizmi
teşvik eder.
Felsefe, dünyanın acısına ve güzelliğine karşı duyarsızlaşmıştır.
Güzellik hakkında konuşamamak, onu tanımlayamamaktan
kaynaklanır.
Kozmos, “düzenlenmiş”, “uygun”, “terbiyeli” anlamlarına
gelen estetik bir terimdir. Evrensel değil, özel olanı vurgular.
Kozmetik, kozmosun estetik kökenidir; güzellik, düzenin ve
ruhun ifadesidir.
Whitehead’in dediği gibi: “Evrenin teleolojisi, güzellik
üretimine yöneliktir.”
Güzellik, görünüşün kendisidir; soyutlamaya değil, duyusal
varlığa dayanır.
…güzellik, bilginin bedensel biçimidir.
Santayana: “Güzellik, nesnelleştirilmiş hazdır.”
Güzelliğe ulaşmak için önce bedeni hazza açmak gerekir;
püritanizmin baskısı kırılmalıdır.
Plotinus: “Çirkinlik, ruhun şeylerden yüz çevirmesidir.”
Güzellik, yönelinen şeyde ortaya çıkar; çirkinlik, inkâr
edilen şeyde.
Sanat, çamurdan, paslı çelikten, kırık camdan güzellik
çıkarır.
Ceylan, ruhun sık çalılıklarında saklanır veya masumiyet
içinde uyur.
Ve büyük olan çirkindir
Devasa olaylar - duyularımızı köreltti.
Robert Lifton’ın “psişik uyuşukluk” kavramı, bu
duyarsızlaşmanın adıdır.
Jungcu kural: “Tam olarak bulunduğun yerden başla.”
Dünya artık inanç değil, dikkat, gözlem ve özen talep
ediyor.
Tanrılar olmadan Titanlar geri döner.
Zeus’un bilgelik, adalet, zarafet ve ilhamla kurduğu düzen,
Titanların bastırılmasıyla başlar.
Titan = çabalamak, genişlemek, sınırları aşmak
Stres, bu titanik eğilimin semptomudur: bedenin ve ruhun
sınırlarını zorlamak.
Kibir, Tanrıları unutmak; Titanizm, Tanrıların yokluğunda
geri döner.
Zeus'un yanı sıra, Titanların özellikle düşmanlarından biri
de, onlar tarafından parçalanan Dionysos'tu.
Dionysos, Zoe’nin yani canlılığın Tanrısıdır; Titanik
prosedürler onu parçalar.
Zeus’un gücü, şimşek değil, hayal gücüdür
Hayal gücü, devasa muazzamlığı kuşatabilecek tek güçtür.
Zeus, dedikleri gibi, şafak vakti açık havada doğmuştur
Zeus’un bilinci açık havada doğmuştur; aktivizm, meditasyon
değil, dünyaya yönelmiş eylemdir.
Titanlar hayal ürünü değil, soyutlamadır
Psişe, “ben”in içinde değil; “ben” psişenin içindedir.
Arzu (Venüs), öfke (Ares), korku (Phobos), utanç (Artemis)
Büyük kötülüğü iyileştirmek, bu duygulara güvenmekle başlar.
Öfke, harekete geçemediğinde içe döner
Wallace Stevens'ın dediği gibi: "Aslan çölde öfkeyle
kükrer."
Dünya, baştan çıkarıcıdır; doğa bilimci de, sıradan insan da
ona kapılır.
Psikoloji arzuyu ihtiyaçlaştırır; kutsallığını unutturur.
Korku, hayatta kalmanın duygusudur
Utanç, doğanın tanıklığıdır
Güzellik, terapide hiç konuşulmaz; o, Büyük Bastırılmıştır.
Medya, tüketim, sağlık endüstrisi, eğlence: duyuları
uyuşturan titanik sistem.
Bu duygularla yüzleşmek, ruhu dünyaya yerleştirmenin
yoludur.
Güzellik, verimli, doğru, iyi, sağlıklı değil; güzeldir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder