YAPISALCILIKTAN POSTYAPISALCILIĞA
Özneye ilgisiz olduktan başka, metafiziğe de düşman olan
yapısalcılık, Bergson’un sürekliliğe ve akışa vurgu yaptığı yerde kurucu ilke
olarak süreksizliği benimsemiştir.
…dile ve sosyal fenomenlere yönelik bilimsel bir yaklaşım
olma iddiasıyla ortaya çıkan yapısalcılık, sosyal fenomenleri özerk yapılar,
yasalar tarafından yönetilen fenomenler olarak değerlendirirken,
toplumsal-tarihsel bağlamla ve kolektif eylemle olduğu kadar bireysel eylemle
de ilgili bütün mütalaaları ya tümden bir yana bırakır ya da en aza indirger.
Saussure’ün dil görüşünden yola çıkan ve bütün sosyal
fenomenlerin dillere uygun düşen bir tarzda anlaşılabileceği kabulüyle hareket
eden Lévi-Strauss, Lacan ve Barthes benzeri teorisyen ve araştırmacılar, başta
antropolojik, psikolojik ve edebi fenomenler olmak üzere çok farklı fenomenleri
dillerinkine benzer yapılar sergileyen ve belirli birtakım kurallara göre
organize olmuş fenomenler olarak yorumlamışlardır.
Saussure’ün “göstergenin keyfi olduğunu” dile getiren görüşü,
onun bakış açısından dilsel ya da linguistik sistemi yaratan yegâne şeyin
sosyal olgular olduğunu dile getirir.
Barthes, Saussure’ün yapısalcılığını bir bütün olarak
göstergebilime sahip çıkıp, aynı yöntemleri çok çeşitli kültürel fenomenlere
uygular.
Ona göre mit bir mesaj olmak durumundadır.
Barthes, ideoloji çağında, ne söylendiğinin büyük bir önemi
olduğunu ve ideolojiyle ilgili en önemli gerçeğin, onun gizlediği şeyden
meydana geldiğini ifade eder.
…onun temel iddiası ideolojinin hakikati gizlediği yerde,
mitin onu tahrif etmeye yaradığını ortaya koyar.
Dilin bizi belli şekillerde düşünmeye zorladığını söyler…
…bilim ile edebiyatı birbirlerinden dil karşısındaki
tavırları yönünden ayırır. Buna göre, bilimde dil sadece bir araçtır,
Oysa edebiyat, dili edebi araştırmanın kurucu unsuru olarak
görmek zorundadır
…edebiyat eleştirisinin merkezinde son birkaç yüzyıldan beri
yazarın bulunduğunu öne sürer.
Ona göre yorumun veya edebi araştırmanın merkezinde, metni
yazan kişinin değil de metnin kendisinin ve okuyucunun olması gerekir.
…metnin sorumluluğunu üzerinde taşıyan bireysel yazarı
reddeden Barthes, yazma işini gerçekleştirenin, yazarın öznelliği yoluyla iş
gören kişiler üstü bir güç olarak, dilin bizatihi kendisi olduğunu ileri sürer.
Derrida’nın différance
sözcüğünü / Batı metafiziğinin temelini oluşturan mevcudiyet düşüncesine,
mevcudiyeti temel klasik dil ve varlık anlayışına ve bu arada aklın gerçekliği temsil
etmeye muktedir olduğunu dile getiren modern temsil anlayışına karşı çıkmak
amacıyla uydurmuş olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir.
Batı felsefesinde, episteme-doksa, form-madde, içerisi-dışarısı,
numen-fenomen gibi ikili ya da kutupsal ve hiyerarşik karşıtlıkların zemininde
de söz konusu logosantrik düşünme tarzının bulunduğunu söyler. Yazı karşısında
söz ve sesi imtiyazlı kılma tavrının da aynı logosantrik düşünmeyle ilişkili
olduğunu söyler…
Derrida’ya göre, dekonstrüksiyon öncelikle, “yıkmaktan
ziyade, bir ‘bütünün’ nasıl yapılandığını anlamaya ve onu yeniden
yapılandırmaya” işaret eder.
Foucault
tamamen özgürlük üzerinde yoğunlaşmıştı
sadece bireysel benliklerin değil fakat toplumsal yapıların
da oldukça keyfi ve sanıldığından çok daha esnek olduğunu söylemekteydi.
Foucault’nun çalışmalarının tümü dikkate alındığında, üç
büyük çözümleme alanını birbirinden ayırdığı dikkati çeker.
Bunlardan birincisi, 1960’lı yıllarda gördüğümüz, bilgi
sistemleri üzerinde yoğunlaşan arkeolojik bakışlı dönemdir.
Foucault düşünce sistemlerini bireylerin inanç ve
niyetlerinden bağımsız “söylem oluşumları” olarak değerlendiren bir bilgi
arkeolojisi geliştirir.
İkinci dönem ise 1970’li yıllarda söz konusu olan ve esas
itibariyle iktidar tipleri üzerinde yoğunlaşan dönemdir.
bilgiyle iktidar arasındaki özsel ilişkiye vurgu yapar.
Bilgi kümeleri veya bütünleri, / özerk entelektüel yapılar
değildir. Onlar tam tersine, toplumsal iktidar sistemlerine ayrılmazcasına
bağlanmışlardır.
Üçüncü dönem ise 1980’li yılların benlik teknolojileriyle
etik ve özgürlük üzerinde odaklaşan dönemine karşılık gelir.
…kişinin özdenetim ve kendini disipline etme üzerinden gerçekleşen
“kendi kendisiyle ilişkisi”ni etik alanı içinde çözümlemeye çalışır.
1950’li yılların ortalarında, önce Marksizme bağlanıp,
Komünist Parti’ye girdi.
Sartre’la olan ilişkisi veya onun geliştirmiş olduğu
egzistansiyel fenomenolojiyle olan bağları…
…fenomenolojik tasvirin öznel bakış açısı, onun kabul
edebileceği bir şey değildi
Gaston Bachelard ve Georges Canguilhem: Foucault’nun
özellikle tarihsel eserlerinin hemen tamamında Bachelard’ın fizik bilimleri ve
Canguilhem’ın da biyoloji bilimleri için yaptığı çalışma veya araştırma türünün
sosyal bilimler alanına doğru genişlemesini görmek mümkündür.
‘arkeoloji’yle bir disiplini değil fakat belirli bir anda
bir teorinin, bir düşüncenin, bir pratiğin ortaya çıkışını mümkün kılan
tarihsel a priorilere veya koşullara ilişkin bir araştırmayı kastettiğini
belirtir.
Kant’ın insan bilgisinin zorunlu ve evrensel a priori
koşullarıyla ilgili araştırmasına, yeni veya çağdaş diye nitelenebilecek bir
dönüşüm kazandırır.
…bütün insanlarda ortak olan tek ve değişmez bir bilgi tarzı
olamayacağını, bunun yerine zamana ve mekâna bağlı olarak değişen bilgi
tarzları veya epistemelerin çokluğu olabileceğini dile getiren görüşünü,
Kant’ın görüşünden çok daha ileri bir noktaya taşır.
Foucault’ya göre, 1600’lü yılların ortalarında, bütün bu
farklı insanlar, aralarında hiçbir ayrım gözetilmeksizin deli diye çağrıldılar.
Akıl Çağı deliliği, insanın özsel bir sıfat olan aklın
inkârı olarak değerlendirir.
17. yüzyılın delilere yönelik kavramsal dışlamasını, 18.
yüzyılda delilerin fiziki olarak da dışlanmaları takip eder.
19. yüzyılın başlarından itibaren / tımarhaneler veya akıl hastaneleri
inşa edilir.
…artık deliler veya akıl hastaları, insandan aşağı varlıklar
veya hayvanlar olarak görülmeseler bile, ahlaki açıdan dışlanırlar.
(Modern akıl hastanesi) Foucault bu kurumu sadece deliyi kontrol
altında tutmanın daha derinlikli ve mükemmel bir yöntemi olarak görür. O,
delinin gerçek kurtuluşu olmaktan ziyade, “ahlaki bir hapsetme”den başka bir
şey değildir.
Episteme Türleri
Foucault, bilginin tarihini Rönesans Çağı, Klasikçağ ve
Modern dönem olarak üçe ayırır.
…epistemolojik dönüşümler, temelde belirli ilkeleri olan
dönüşümler değildir.
Rönesans’tan Klasik döneme geçişte ortaya çıkan epistemik kaymada,
örneğin düşünce benzerliğin gerektirdiği biçimde hareket etmeyi terk eder;
çünkü benzerlik Rönesans döneminin bilgisinin oluşmasında temel bir unsur rolü
oynarken, klasik dönemde tam tersine bilgide bir yanlışlık aracı olarak
görülmeye başlanır.
Rönesans döneminde, Batı kültürünün bilgi tarzı ya da
epistemesinin şeyler arasındaki benzerlikleri tespit etme yeteneğine dayandığını
söyler.
Klasikçağ, Foucault’ya göre, Rönesans’ın muğlak ve belirsiz
benzerlik düşüncesinin yerine, çok daha kesin ve belirgin özdeşlik ya da
aynılık ve farklılık kavramlarını geçirmiştir.
Rönesans’a özgü bilginin temelinde yatan kıyas yerini
Klasikçağda çözümleme ya da analize bırakırken, zihnin etkinliği de artık 16.
yüzyılda olduğu gibi şeyleri birbirlerine yaklaştırmaktan ziyade, onları
birbirlerinden ayırt etmekten meydana gelir.
…klasik epistemenin merkezinde doğanın bulunması gibi, modern
epistemenin merkezinde, insan kavramı bulunur.
Foucault, jeneolojiyi esas itibariyle modern iktidar
formlarının özünü ve gelişimini analiz etme yöntemi olarak kullanır.
Foucault’ya göre, modern toplum bir başka tahakküm ve
disiplin formu olup, güç ilişkileri ve iktidar/bilginin kusursuz bir örneğini
meydana getirir.
Tarihi bu şekilde bir tahakküm ve tabi kılma öyküsü olarak
gören Foucault, özgül kurumlarla söylem formlarının köklerini çıplak iktidar
mücadelelerinde arayan jeneoloji projesi içinde, bireylerin modern
iktidar/bilginin sonuçları olarak nesneler ve özneler şeklinde nasıl
oluşturulduklarını veya kurulduklarını araştırır.
…o, daha ziyade kurumsal bir çerçeve içinde ortaya çıkan
iktidarı ifade eder. Foucault söz konusu iktidarın, birtakım sosyal pratikler
yoluyla tesis edildiğini ileri sürer.
…belirli bir beşeri faaliyet alanında güç sahibi olanlar,
kendi kontrol alanları içinde, bilgiyi tanımlama, kontrol etme ve böylece
diğerlerini kendi yönetimlerine tabi kılma kapasitesine sahiptirler.
Foucault, hapsetmeyi modern disipliner pratiklerin genel
bağlamı içinde tartışıp, cezanın bilgi ile iktidar ilişkisine bağlı olarak
Klasikçağdan modern döneme nasıl evrim geçirdiğini, hapishanenin disipline
edici uygulamalar kapsamı içinde bir model haline geldiğini gözler önüne serer.
Öncelikle, modern disiplinin kontrol objesi bedenin kendisi olmak
durumundadır. İkinci olarak, modern disiplin, özgül birtakım maddi mekanizmaların
da kullanılması suretiyle, tam ve eksiksizce hayata geçirilir. Nihayet, onun
kontrol tarzı, bedensel faaliyetin sürekli bir gözetim ve kontrolünün
sürdürülmesinden meydana gelir.
…suç ile cinsellik arasında belli bir ilişki kuran Foucault,
cinselliğin modern kontrolünün suçluluğun modern kontrolüne paralel bir yapı
sergilediğini ileri sürer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder