Sayfalar

31 Mayıs 2025 Cumartesi

Mimarlıkta Tasarım Mekan ve Zamanın Felsefi Açıdan İncelenmesi – Özet - Notlar

Cenker Oktav - Mimarlıkta Tasarım Mekan ve Zamanın Felsefi Açıdan İncelenmesi – Notlar

Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

 

Bu çalışma mimarlığın ne olduğunu anlama, yapısal özelliklerini belirleme ve mimari yapıların değerinin nelerden oluştuğunu tespit etme amacıyla oluşturulmuştur.

 

Üretilen model ışığında tasarım, mekan ve zaman kavramlarının önemi tespit edilmiştir.

 

Sanatta ve mimaride tek başına biçimin değerli olduğunu söyleyen formalizm ve tek başına işlevin değerli olduğunu söyleyen fonksiyonalizmden farklı olarak, kullanışlılığın ve estetiğin bütünlüğünü kuran tasarım kavramının önemine değinilmiştir. Böylece mimari üretimin maddeden malzeme, malzemeden işlev, işlevden biçim ve biçimden de mekan üreterek gerçekleştiği tespit edilmiştir.

 

Mekanda işlevin nerede, güzelin nerede olduğu sorgulanarak, işlevsel ve estetik değerle birlikte bir mimari yapının mekânsal değerinin ne olduğu üzerine düşünülmüştür.

 

Giriş

Birinci bölümde mimarlığın yapısı araştırılmakta, mimarlığın oluşumuna etki eden disiplinlerin ve kavramların neler olduğu sorgulanmaktadır.

Mimarlığın kavramsal çözümlemesinin ardından gelen ikinci bölümde mimari tasarım kavramına yoğunlaşılmaktadır.

Mimari tasarımın amacı olarak nitelendirilecek mekan, üçüncü bölümün merkezinde yer almaktadır.

 

Mimarlığın mekanla üç ilişkisi ön plana çıkmaktadır. İlk olarak yer kavramı, mimari üretimin coğrafi özelliklerini, fiziksel yapısını ve geometrik sınırlarını belirleyen koşul olarak göze çarpmaktadır.

Ardından yapıya ait iç mekan ve dış mekan şeklinde iki mekan tipiyle karşılaşılmaktadır.

Son olarak ‘Mimaride Zaman’ başlıklı dördüncü bölüm, zaman kavramının ele alınmadan mimarlık üzerine yapılacak felsefi sorgulamanın eksik kalacağı tespitinden hareketle kurulmuştur.

 

BİRİNCİ BÖLÜM - MİMARLIĞIN KAVRAMSAL ÇÖZÜMLEMESİ

Mimarlığın kavramsal çözümlemesi, mimari kimliğin nasıl kurulduğu ve geliştiği, mimarinin kendisini nasıl var ettiği, kökeninin neye dayandığı ve nasıl kurumsallaştığı gibi soruları bünyesinde barındırır.

 

Mimarlık, her şeyden önce insanın güvenlik gereksinimini karşılamayı amaçlamasıyla ortaya çıkmıştır.

 

…mimarlığın üretimleri, davranışlarımızı şekillendirir, ruhsal durumumuzu belirler, kültürümüzü, düşüncelerimizi ve değerlerimizi etkiler.

 

Tarihin kaydettiği ilk mimar, M.Ö 2635 ile 2595 yılları arasında firavun Zoser’in yönetimindeki Mısır’da faaliyet göstermiş olan İmhotep’tir.

 

Architect sözcüğü Yunanca architekton sözcüğünden gelmektedir. Arche köken, tekton ise inşa etme, yapma anlamına gelmektedir. Bu bağlamda architekton, inşa etmenin kökeni anlamını taşır.

 

15. yüzyıla kadar mimari eğitim, loncalara bağlı olarak yürütülmüştür.

 

19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başına kadar mimarlık, devlete ait yapılaşmalar, kamu binaları, ibadethaneler ve lüks saraylar gibi toplumun sınırlı bir kesimine yönelik üretimleri içermektedir.

Endüstri devrimiyle birlikte artan yapı üretimleri mimarlara yeni alanlar açmaya başlamıştır.

 

Gündelik hayata dair karşısına çıkan problemleri çeşitli icatlarla, buluşlarla ve pratik akıl yürütmelerle çözmeye çalışan insan, zanaat üretimlerine yönelik ilk adımlarını atar. Bu bağlamda zanaat, insanın belirli bir hayat tarzını idame ettirme becerisine dayalı bir uğraştır. Bu tespit zanaatın kökeninin maddi kültür olduğunu göstermektedir. Maddi kültür, insanın karşılaştığı sorunlara karşı ürettiği çözümlere yönelik pratik becerileri araştırır.

 

zanaat ve sanata yönelik üçer alt kavram

beceri için getirilebilecek tanım şudur: Gündelik hayata dair karşısına çıkan problemleri çözmeye çalışan insanın, zanaat üretimlerine yönelik ilk adımlarını atmasını sağlayan, çeşitli icatlar, keşifler ve pratik akıl yürütmelere yönelik kazanımların kaynağı. Uzmanlık için ise farklı becerilere sahip insanların üretimlerinin farklılaşması sonucu, her bir beceri türünün belirli bir sistem içerisine sokulmasıyla gerçekleştirilen çalışma alanı şeklinde bir tanım yapılabilir. Zanaata yönelik üçüncü özellik olan gelenek ise beceriler ve becerilere dayalı uzmanlıkların nesilden nesile aktarılması ve zanaatın kurulumu ile birlikte toplumun kültürel mirasının temelinin oluşmasını sağlayan sistem olarak nitelendirilebilir.

 

Mimarinin sorun çözme becerisi, mimari eserin inşa edilmesini gerektirir.

 

1919 yılında Almanya’da sanat eğitiminin temellerini değiştirmek amacıyla mimar Walter Gropius tarafından kurulan Bauhaus tasarım okulu

Bauhaus okulunun en temel amacı sanat ve zanaatı her alanda birleştirmek, sanat ve zanaatın bölünmez bütünlüğünü oluşturmaktır.

 

Bir mimari gelenek, tarih boyunca inşa edilen mimari yapıların sürekliliği ile sağlanır.

Mimari geleneğin anlamlılığını kullanım özelliği kurar. Mimari, kullanıldıkça kültürel bir anlama kavuşur.

Kullanım ile gelenek arasındaki bu ilişkiye ‘mimari kültür’ adı verilebilir.

 

Taklit ve Temsili sanat kuramları…

 

Mimari eseri doğa nesnesinin bir parçası olarak görmek, taklit sanat kuramının düşüncesidir.

Temsili sanat kuramında bir obje ancak ve ancak hakkında yorum yapılabilen, söz söylenilebilen bir konusu olduğunda bir sanat yapıtı olabilmektedir.

 

Mimari eserin ne doğanın taklidi, ne temsili, ne de herhangi bir şeyin dışavurumu olduğu, esas önemli olanın güzel bir biçime ulaşmak olduğu söylemi, biçimcilik ya da formalizm kuramının mimarideki yansımasıdır.

 

Taklit olarak mimarlık, doğa nesnesinin bir parçası olmayı amaçlar. Temsil olarak mimarlık, bir düşünceyi, bir olayı, hakkında bir şey söyleyebileceğimiz bir durumu simgelemeyi hedefler. Dışavurum olarak mimarlık, bir duyguyu ifade etmeye çalışır. Biçim olarak mimarlık ise, doğrudan güzele ulaşmayı, güzeli zihinde kurmayı ve ardından biçime yansıtmayı amaçlar. Son olarak incelenmesi gereken estetik değer olarak mimarlık, bir mimari eseri değerli kılan etmenlerin neler olduğu sorusu üzerinden yola çıkmamızı sağlar.

 

Bilinen en eski mimarlık nitelendirmesi, mimarlığın kullanışlılık (işlevsellik) , dayanıklılık (sağlamlık) ve güzelliği göz önünde bulundurarak uygulanması gerektiğini söyleyen Romalı mimar Marcus Vitruvius’a aittir

1600’lü yıllarda Fransız mimar Claude Perrault, biri pozitif, diğeri keyfi iki estetik ilkenin varlığından söz etmiştir. Pozitif temel, yapının inşa edilmesi için faydalı ve zorunlu olan kullanım ve amaçtır. Bir başka deyişle sağlamlık, sağlıklılık ve rahatlık. Keyfi dediğimiz ilke ise, güzelliktir.

 

…mimarlık, insanın mekan üretmek içi maddeyi kullanma sürecidir denilebilir.

 

İKİNCİ BÖLÜM - MİMARİ TASARIM

Yirminci yüzyılda tasarım kavramının çok daha fazla öne çıkma nedeni, mutlak bilgiden kopuştur. Zira mutlak bilginin olduğu yerde ayrı ayrı tasarım modelleri söz konusu olamaz.

Genel anlamda tasarım, insanın tinsel yaratma erkiyle meydana getirdiği tüm üretimleri içermektedir.

İkinci yoruma göre ise tasarım, içinde bulunulan şartların ışığında en doğru analiz, en gerçekçi çözüm ve en yüksek performans gibi verilerin mutlak doğru ve kesin bilgi ışığında üretimleridir.

 

Aristoteles nesneleri “başka türlü olamayan nesneler” ve “başka türlü olabilecek nesneler” olarak ikiye ayırmıştır. Olduğundan başka türlü olamayan nesneler, evrende zorunlu olarak var olan, dolayısıyla ezeli ebedi olan şeylerdir. Bilimin nesneleri bu tür şeylerdir. Olduğundan başka türlü olabilecek nesneler ise “yaratılan veya meydana getirilen bir şey” olabileceği gibi “yapılan, eylenen bir şey” de olabilir. Aristoteles bu tür varlıklara örnek olarak mimarlığı verir ve her türlü sanatın bu kategoriye girdiğini belirtir.

Sanat yapmanın doğadan ayrışmak olduğuna değinen Kant için sanat ürünü, eserin nesneden ayrışması gibi doğanın ürününden ayrışır.

 

Doğanın ürettiği varlıklara eklenen tüm kültür varlıklarını oluşturan, doğadaki oluş - yok oluş döngüsüne insanın yaratma erkiyle meydana getirdiği sürekliliği sağlayan çalışma alanına tasarım denir.

 

Çağdaş ortam, her şeyden önce teknik nesnelerin kurduğu bir dünya olarak karşımıza çıkıyor.

teknik nesnelerle sarılı bir ortamda yaşıyoruz.

 

Bazı düşünürler için zanaat ile teknik arasında herhangi bir fark yoktur. Nitekim antik yunandaki tekton kavramının, yapmak, inşa etmek, ustalık anlamında hem zanaatı hem tekniği içerdiği söylenebilir.

 

Zanaatın terk edilmişliği ve zanaattan tekniğe geçişin altında yatan en büyük neden, endüstri devrimi ile birlikte gelişen sanayileşme ve üretimlerin tekil insan üretiminden seri üretime geçişidir.

 

Teknik ile sanat arasındaki ilişkiyi sorguladığımızda günümüzde tekniğin düşmanlaştırılması ve sanatın yüceleştirilmesine yönelik tutumu düşünmek gerekir. Teknik nesnelerin çevreye zarar verdiği, doğayla uyumlu olmadığı, insan yaşantısını yapaylaştırdığı gibi pek çok söylemle karşılaşırız. Öte yandan sanat nesnelerinin insan yaşantısını zenginleştirdiği, insanı psikolojik ve entelektüel açıdan geliştirdiğine yönelik düşünceler yaygındır.

 

Sanatın tasarımsal varlığı, tinsel varlık ile madde dünyası arasındaki bütünlüğün kurulumu ile gerçekleşir. İnsan duygu, düşünce ve hayal gücünü katarak maddeye biçim verir. Sanatın kaynağı biçim üretimi, biçimin kaynağı ise tinsel varlıktır.

 

mimaride teknik, mimarlık bilgisinin yöntemidir.

 

Platon için form güzelliği, asla bir nesnenin güzelliği ile aynı şey değildir. Form güzelliği, daha çok bir nesneyi güzel kılan prensiptir. Plotinos’a göre güzellik simetriye dayanmaz, bir orantı sorunu değil, her şeyden önce kalite sorunudur.

Goethe için sanat güzel olmaktan önce ‘şekillendirici’, ‘biçimlendirici’dir

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - MİMARİDE MEKAN

…mimari tasarım sürecinin, maddenin işlevselleştirilmesiyle teknik, işlevin biçimselleşmesiyle sanat ürününü oluşturduğu tespit edildi.

 

…bir mekanın var olabilmesi için gerekli olan en temel husus, yatayda ve düşeyde sınırlandırılması, herhangi bir boşluğa, algılanamaz sınırsızlıklara yer vermemesidir. Mekanı var edenin sınır, yok edenin ise boşluk olduğu tespiti, mekan kavramına yönelik yapılacak bütün değerlendirmeleri etkiler.

 

Sınır ve biçim kavramlarının ardından, bir mekanın var olabilmesi için üçüncü gereklilik ışıktır.

…mekanın bir yaşama alanına dönüşmesi için nelerin gerekli olduğu sorulduğunda verilmesi gereken en temel yanıt, mekanın anlamlandırılmasıdır.

 

Lefebvre, toplumsal üretim ve zihinsel üretim şeklinde mekana yönelik iki üretimden söz eder.  Böylece fiziksel mekan, zihinsel mekan ve toplumsal mekan şeklinde bir mekan üçlüsü sunar.

Toplumsal mekanı şöyle anlatır Lefebvre: “Devlet ve onu oluşturan kurumlardan her biri, bir mekan varsayar ve bunu kendi ihtiyaçlarına göre düzenler.

 

Geometri, yer anlamındaki “geo” ve ölçüm anlamındaki “metro” kelimelerinden üretilerek “yer ölçüsü” anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla geometrik mekan “yer”in mekanıdır.

 

…bir mimari mekanın var olabilmesi için coğrafi bir alan, geometrik bir koordinat, fiziksel bir arazi ve kültürel bir parsel veya mülk şeklinde dört bağlam tespit edilmiştir. Bütün bu bağlamlar, yer kavramının mimari mekana getirdiği özelliklerdir.

 

İnsanın ihtiyaçlarını karşılamayı başaran mekanlar değerli, başaramayan mekanlar değersiz olacaktır.

 

…iç mekan tasarımını belirleyen dört temel kavram olduğu saptanmıştır. Bu kavramlar özne, ihtiyaç (değer), eylem ve nesne olarak göze çarpmaktadır.

 

Mekanın öznesinin insan, nesnesi ise biçim

 

Konut nesnesinin huzurlu, ticari nesnenin kaliteli, eğitim nesnesinin talepkar, kutsal mekanın biçiminin yüce, kültür mekanının biçimin davetkar, turizm mekanının biçiminin ise sıra dışı gözükmesi gerektiği sonucuna varıldı.

 

Turizm mekanları, genellikle yıldan yıla yapılan dinlenme ihtiyacını karşılar. Bu nedenle şehre en uzak olması gereken turizm mekanlarıdır. Ardından kültür mekanları gelir. Kültür mekanları, aylık veya haftalık periyotlarla ziyaret edilen mekanlardır. Ardından gelen kutsal mekanlar, günlük veya haftalık periyotlarla ziyaret edilmeleri bakımından turizm ve kültür mekanlarından şehre daha yakın olmalıdır.

 

Ulaşım koşulları, tarih boyunca şehirlerin gelişimini belirlemiştir. 18. yüzyılda denizyolu, 19. yüzyılda demiryolu, 20. yüzyıldan günümüze kadar ise karayolu ulaşımı, gelişen teknoloji ışığında insanları ve mekanları birbirlerine bağlamaktadır.

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - MİMARİDE ZAMAN

Mekan birlikteliğin, zaman ise art ardalığın yapısını kurar. Bu birliktelik ve art ardalık sayesinde hareket gerçekleşir. Hareket ile birlikte tüm canlılar yaşamaya başlar. Bu bağlamda mekan ve zaman, canlılığın temel yapıtaşlarını oluşturan unsurlar olarak görülebilir.

 

Geçmişini anlamlandıran kişi, şimdiye yönelir.

 

mimarlığın üç temel özelliği olan sağlamlık, işlevsellik ve güzelliğin, mimaride psikolojik zamanın tesiri altında oluştuğu sonucu çıkmaktadır.

 

5000 kişinin yaşadığı tahmin edilen Çatalhöyük evleri, tarihte tespit edilen en eski konut yerleşimlerinden biridir.

Çatıyı bugünkü kullanma amacımızla, Çatalhöyüklülerin çatıyı kullanma amaçları bambaşkadır. Çatalhöyük’te çatı şehirdir, ulaşımdır, yoldur, insanların vakitlerini geçirdikleri ve birbirleriyle iletişime geçtikleri tek açık alandır. Kapı ve pencerenin olmayışı, kapı ve pencerenin misyonlarının çatıya ve merdivene yüklenmesine yol açmıştır. Evlerine çatıdan merdivenle giren Çatalhöyüklüler, yapı elemanlarının bile işlevlerinin zamanla değişebileceğini bize gösterir.

 

Tarih içerisinde taş, ağaç, çamur ve toprağı kullanarak taştan, ahşaptan, kerpiç ve tuğladan yapılar yapılması ile oluşan mimari üslupların dönüm noktalarından biri de, suyun kullanımıdır. Su ile toprak, kum, saman, kireç ve çimento gibi malzemeleri karıştırarak oluşturulan harç, mimariye yeni bir üslup kazandırmıştır.

 

Ortaçağ’a kadar daha çok malzeme üzerinden gelişen mimari üslupların, ortaçağdan sanayi devrimine kadar daha çok şekil üzerinden, sanayi devriminden günümüze kadar ise hem malzeme, hem de şekil üzerinden geliştiği söylenebilir.

 

Sonuç

…mimari eserin değerinin nelerden oluştuğu sorusuna işlevsel, estetik, tasarım, mekânsal ve zamansal değer şeklinde beş kavram ile karşılık vermek mümkündür.

Mimari tasarımı incelerken ise teknik nesnelerin işlevsel, sanat nesnelerinin estetik, teknik ve sanat bütünlüğü içerisinde oluşturulan mimari tasarımın ise hem işlevsel hem de estetik mekanlar üretmeyi amaçladığı tespit edildi.

 

işlev, bir nesnenin gördüğü iş, iş görme yetisi olması bakımından insan ihtiyaçlarına yönelik tüm üretimlerde amaç olarak ilk sırada yer alır.

 

mimari eserin estetik değeri, göze hoş gelecek bir şekilde tasarlanmasına ve inşa edilmesine bağlıdır.

Mimari eserler, sadece kullanıma uygun üretimler değil, aynı zamanda içinde yaşarken mutlu olduğumuz, iyi hissettiğimiz ve güzel bulduğumuz üretimler olmalıdır.

Tasarım kavramı, zihinde canlandırılan biçim, imge, kurgu gibi anlamlarının yanı sıra, teknik ve sanat birlikteliğini kuran, teknik nesnelerin işlevinin yanında güzel olmasının, sanat nesnesinin ise güzelliğinin yanında işlevsel olmasının koşullarını arayan bir çalışma alanıdır.

 

İşlevsel değer mimari üretimin temel amacı olup tüm yapılarda geçerlidir. Estetik değer ise işlevsel değere eklenerek mimari yapıyı bir sanat eserine dönüştüren ve mimari üretimlerin pek azının ulaşabildiği bir değerdir.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder