Cenker Oktav - Mimarlıkta Tasarım Mekan ve Zamanın Felsefi Açıdan
İncelenmesi – Notlar
Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü
Bu çalışma mimarlığın ne olduğunu anlama, yapısal
özelliklerini belirleme ve mimari yapıların değerinin nelerden oluştuğunu
tespit etme amacıyla oluşturulmuştur.
Üretilen model ışığında tasarım, mekan ve zaman
kavramlarının önemi tespit edilmiştir.
Sanatta ve mimaride tek başına biçimin değerli olduğunu
söyleyen formalizm ve tek başına işlevin değerli olduğunu söyleyen
fonksiyonalizmden farklı olarak, kullanışlılığın ve estetiğin bütünlüğünü kuran
tasarım kavramının önemine değinilmiştir. Böylece mimari üretimin maddeden
malzeme, malzemeden işlev, işlevden biçim ve biçimden de mekan üreterek
gerçekleştiği tespit edilmiştir.
Mekanda işlevin nerede, güzelin nerede olduğu sorgulanarak,
işlevsel ve estetik değerle birlikte bir mimari yapının mekânsal değerinin ne
olduğu üzerine düşünülmüştür.
Giriş
Birinci bölümde mimarlığın yapısı araştırılmakta, mimarlığın
oluşumuna etki eden disiplinlerin ve kavramların neler olduğu sorgulanmaktadır.
Mimarlığın kavramsal çözümlemesinin ardından gelen ikinci
bölümde mimari tasarım kavramına yoğunlaşılmaktadır.
Mimari tasarımın amacı olarak nitelendirilecek mekan, üçüncü
bölümün merkezinde yer almaktadır.
Mimarlığın mekanla üç ilişkisi ön plana çıkmaktadır. İlk
olarak yer kavramı, mimari üretimin coğrafi özelliklerini, fiziksel yapısını ve
geometrik sınırlarını belirleyen koşul olarak göze çarpmaktadır.
Ardından yapıya ait iç mekan ve dış mekan şeklinde iki mekan
tipiyle karşılaşılmaktadır.
Son olarak ‘Mimaride Zaman’ başlıklı dördüncü bölüm, zaman
kavramının ele alınmadan mimarlık üzerine yapılacak felsefi sorgulamanın eksik
kalacağı tespitinden hareketle kurulmuştur.
BİRİNCİ BÖLÜM - MİMARLIĞIN KAVRAMSAL ÇÖZÜMLEMESİ
Mimarlığın kavramsal çözümlemesi, mimari kimliğin nasıl
kurulduğu ve geliştiği, mimarinin kendisini nasıl var ettiği, kökeninin neye
dayandığı ve nasıl kurumsallaştığı gibi soruları bünyesinde barındırır.
Mimarlık, her şeyden önce insanın güvenlik gereksinimini
karşılamayı amaçlamasıyla ortaya çıkmıştır.
…mimarlığın üretimleri, davranışlarımızı şekillendirir,
ruhsal durumumuzu belirler, kültürümüzü, düşüncelerimizi ve değerlerimizi
etkiler.
Tarihin kaydettiği ilk mimar, M.Ö 2635 ile 2595 yılları
arasında firavun Zoser’in yönetimindeki Mısır’da faaliyet göstermiş olan
İmhotep’tir.
Architect sözcüğü Yunanca architekton sözcüğünden
gelmektedir. Arche köken, tekton ise inşa etme, yapma anlamına gelmektedir. Bu
bağlamda architekton, inşa etmenin kökeni anlamını taşır.
15. yüzyıla kadar mimari eğitim, loncalara bağlı olarak
yürütülmüştür.
19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başına kadar mimarlık,
devlete ait yapılaşmalar, kamu binaları, ibadethaneler ve lüks saraylar gibi
toplumun sınırlı bir kesimine yönelik üretimleri içermektedir.
Endüstri devrimiyle birlikte artan yapı üretimleri mimarlara
yeni alanlar açmaya başlamıştır.
Gündelik hayata dair karşısına çıkan problemleri çeşitli
icatlarla, buluşlarla ve pratik akıl yürütmelerle çözmeye çalışan insan, zanaat
üretimlerine yönelik ilk adımlarını atar. Bu bağlamda zanaat, insanın belirli
bir hayat tarzını idame ettirme becerisine dayalı bir uğraştır. Bu tespit
zanaatın kökeninin maddi kültür olduğunu göstermektedir. Maddi kültür, insanın
karşılaştığı sorunlara karşı ürettiği çözümlere yönelik pratik becerileri
araştırır.
zanaat ve sanata yönelik üçer alt kavram
beceri için getirilebilecek tanım şudur: Gündelik hayata
dair karşısına çıkan problemleri çözmeye çalışan insanın, zanaat üretimlerine
yönelik ilk adımlarını atmasını sağlayan, çeşitli icatlar, keşifler ve pratik
akıl yürütmelere yönelik kazanımların kaynağı. Uzmanlık için ise farklı
becerilere sahip insanların üretimlerinin farklılaşması sonucu, her bir beceri
türünün belirli bir sistem içerisine sokulmasıyla gerçekleştirilen çalışma
alanı şeklinde bir tanım yapılabilir. Zanaata yönelik üçüncü özellik olan
gelenek ise beceriler ve becerilere dayalı uzmanlıkların nesilden nesile
aktarılması ve zanaatın kurulumu ile birlikte toplumun kültürel mirasının
temelinin oluşmasını sağlayan sistem olarak nitelendirilebilir.
Mimarinin sorun çözme becerisi, mimari eserin inşa
edilmesini gerektirir.
1919 yılında Almanya’da sanat eğitiminin temellerini
değiştirmek amacıyla mimar Walter Gropius tarafından kurulan Bauhaus tasarım
okulu
Bauhaus okulunun en temel amacı sanat ve zanaatı her alanda
birleştirmek, sanat ve zanaatın bölünmez bütünlüğünü oluşturmaktır.
Bir mimari gelenek, tarih boyunca inşa edilen mimari
yapıların sürekliliği ile sağlanır.
Mimari geleneğin anlamlılığını kullanım özelliği kurar.
Mimari, kullanıldıkça kültürel bir anlama kavuşur.
Kullanım ile gelenek arasındaki bu ilişkiye ‘mimari kültür’
adı verilebilir.
Taklit ve Temsili sanat kuramları…
Mimari eseri doğa nesnesinin bir parçası olarak görmek,
taklit sanat kuramının düşüncesidir.
Temsili sanat kuramında bir obje ancak ve ancak hakkında
yorum yapılabilen, söz söylenilebilen bir konusu olduğunda bir sanat yapıtı
olabilmektedir.
Mimari eserin ne doğanın taklidi, ne temsili, ne de herhangi
bir şeyin dışavurumu olduğu, esas önemli olanın güzel bir biçime ulaşmak olduğu
söylemi, biçimcilik ya da formalizm kuramının mimarideki yansımasıdır.
Taklit olarak mimarlık, doğa nesnesinin bir parçası olmayı amaçlar.
Temsil olarak mimarlık, bir düşünceyi, bir olayı, hakkında bir şey
söyleyebileceğimiz bir durumu simgelemeyi hedefler. Dışavurum olarak mimarlık,
bir duyguyu ifade etmeye çalışır. Biçim olarak mimarlık ise, doğrudan güzele
ulaşmayı, güzeli zihinde kurmayı ve ardından biçime yansıtmayı amaçlar. Son
olarak incelenmesi gereken estetik değer olarak mimarlık, bir mimari eseri
değerli kılan etmenlerin neler olduğu sorusu üzerinden yola çıkmamızı sağlar.
Bilinen en eski mimarlık nitelendirmesi, mimarlığın
kullanışlılık (işlevsellik) , dayanıklılık (sağlamlık) ve güzelliği göz önünde
bulundurarak uygulanması gerektiğini söyleyen Romalı mimar Marcus Vitruvius’a
aittir
1600’lü yıllarda Fransız mimar Claude Perrault, biri
pozitif, diğeri keyfi iki estetik ilkenin varlığından söz etmiştir. Pozitif
temel, yapının inşa edilmesi için faydalı ve zorunlu olan kullanım ve amaçtır.
Bir başka deyişle sağlamlık, sağlıklılık ve rahatlık. Keyfi dediğimiz ilke ise,
güzelliktir.
…mimarlık, insanın mekan üretmek içi maddeyi kullanma
sürecidir denilebilir.
İKİNCİ BÖLÜM - MİMARİ TASARIM
Yirminci yüzyılda tasarım kavramının çok daha fazla öne
çıkma nedeni, mutlak bilgiden kopuştur. Zira mutlak bilginin olduğu yerde ayrı
ayrı tasarım modelleri söz konusu olamaz.
Genel anlamda tasarım, insanın tinsel yaratma erkiyle
meydana getirdiği tüm üretimleri içermektedir.
İkinci yoruma göre ise tasarım, içinde bulunulan şartların
ışığında en doğru analiz, en gerçekçi çözüm ve en yüksek performans gibi
verilerin mutlak doğru ve kesin bilgi ışığında üretimleridir.
Aristoteles nesneleri “başka türlü olamayan nesneler” ve
“başka türlü olabilecek nesneler” olarak ikiye ayırmıştır. Olduğundan başka
türlü olamayan nesneler, evrende zorunlu olarak var olan, dolayısıyla ezeli
ebedi olan şeylerdir. Bilimin nesneleri bu tür şeylerdir. Olduğundan başka
türlü olabilecek nesneler ise “yaratılan veya meydana getirilen bir şey”
olabileceği gibi “yapılan, eylenen bir şey” de olabilir. Aristoteles bu tür
varlıklara örnek olarak mimarlığı verir ve her türlü sanatın bu kategoriye
girdiğini belirtir.
Sanat yapmanın doğadan ayrışmak olduğuna değinen Kant için
sanat ürünü, eserin nesneden ayrışması gibi doğanın ürününden ayrışır.
Doğanın ürettiği varlıklara eklenen tüm kültür varlıklarını
oluşturan, doğadaki oluş - yok oluş döngüsüne insanın yaratma erkiyle meydana
getirdiği sürekliliği sağlayan çalışma alanına tasarım denir.
Çağdaş ortam, her şeyden önce teknik nesnelerin kurduğu bir
dünya olarak karşımıza çıkıyor.
teknik nesnelerle sarılı bir ortamda yaşıyoruz.
Bazı düşünürler için zanaat ile teknik arasında herhangi bir
fark yoktur. Nitekim antik yunandaki tekton kavramının, yapmak, inşa etmek,
ustalık anlamında hem zanaatı hem tekniği içerdiği söylenebilir.
Zanaatın terk edilmişliği ve zanaattan tekniğe geçişin
altında yatan en büyük neden, endüstri devrimi ile birlikte gelişen sanayileşme
ve üretimlerin tekil insan üretiminden seri üretime geçişidir.
Teknik ile sanat arasındaki ilişkiyi sorguladığımızda
günümüzde tekniğin düşmanlaştırılması ve sanatın yüceleştirilmesine yönelik
tutumu düşünmek gerekir. Teknik nesnelerin çevreye zarar verdiği, doğayla
uyumlu olmadığı, insan yaşantısını yapaylaştırdığı gibi pek çok söylemle
karşılaşırız. Öte yandan sanat nesnelerinin insan yaşantısını zenginleştirdiği,
insanı psikolojik ve entelektüel açıdan geliştirdiğine yönelik düşünceler
yaygındır.
Sanatın tasarımsal varlığı, tinsel varlık ile madde dünyası
arasındaki bütünlüğün kurulumu ile gerçekleşir. İnsan duygu, düşünce ve hayal
gücünü katarak maddeye biçim verir. Sanatın kaynağı biçim üretimi, biçimin
kaynağı ise tinsel varlıktır.
mimaride teknik, mimarlık bilgisinin yöntemidir.
Platon için form güzelliği, asla bir nesnenin güzelliği ile
aynı şey değildir. Form güzelliği, daha çok bir nesneyi güzel kılan prensiptir.
Plotinos’a göre güzellik simetriye dayanmaz, bir orantı sorunu değil, her
şeyden önce kalite sorunudur.
Goethe için sanat güzel olmaktan önce ‘şekillendirici’,
‘biçimlendirici’dir
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - MİMARİDE MEKAN
…mimari tasarım sürecinin, maddenin işlevselleştirilmesiyle
teknik, işlevin biçimselleşmesiyle sanat ürününü oluşturduğu tespit edildi.
…bir mekanın var olabilmesi için gerekli olan en temel
husus, yatayda ve düşeyde sınırlandırılması, herhangi bir boşluğa, algılanamaz
sınırsızlıklara yer vermemesidir. Mekanı var edenin sınır, yok edenin ise
boşluk olduğu tespiti, mekan kavramına yönelik yapılacak bütün
değerlendirmeleri etkiler.
Sınır ve biçim kavramlarının ardından, bir mekanın var
olabilmesi için üçüncü gereklilik ışıktır.
…mekanın bir yaşama alanına dönüşmesi için nelerin gerekli
olduğu sorulduğunda verilmesi gereken en temel yanıt, mekanın
anlamlandırılmasıdır.
Lefebvre, toplumsal üretim ve zihinsel üretim şeklinde
mekana yönelik iki üretimden söz eder.
Böylece fiziksel mekan, zihinsel mekan ve toplumsal mekan şeklinde bir
mekan üçlüsü sunar.
Toplumsal mekanı şöyle anlatır Lefebvre: “Devlet ve onu
oluşturan kurumlardan her biri, bir mekan varsayar ve bunu kendi ihtiyaçlarına
göre düzenler.
Geometri, yer anlamındaki
“geo” ve ölçüm anlamındaki “metro” kelimelerinden üretilerek “yer ölçüsü”
anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla geometrik mekan “yer”in mekanıdır.
…bir mimari mekanın var olabilmesi için coğrafi bir alan,
geometrik bir koordinat, fiziksel bir arazi ve kültürel bir parsel veya mülk
şeklinde dört bağlam tespit edilmiştir. Bütün bu bağlamlar, yer kavramının
mimari mekana getirdiği özelliklerdir.
İnsanın ihtiyaçlarını karşılamayı başaran mekanlar değerli,
başaramayan mekanlar değersiz olacaktır.
…iç mekan tasarımını belirleyen dört temel kavram olduğu
saptanmıştır. Bu kavramlar özne, ihtiyaç (değer), eylem ve nesne olarak göze
çarpmaktadır.
Mekanın öznesinin insan, nesnesi ise biçim
Konut nesnesinin huzurlu, ticari nesnenin kaliteli, eğitim
nesnesinin talepkar, kutsal mekanın biçiminin yüce, kültür mekanının biçimin
davetkar, turizm mekanının biçiminin ise sıra dışı gözükmesi gerektiği sonucuna
varıldı.
Turizm mekanları, genellikle yıldan yıla yapılan dinlenme
ihtiyacını karşılar. Bu nedenle şehre en uzak olması gereken turizm
mekanlarıdır. Ardından kültür mekanları gelir. Kültür mekanları, aylık veya
haftalık periyotlarla ziyaret edilen mekanlardır. Ardından gelen kutsal
mekanlar, günlük veya haftalık periyotlarla ziyaret edilmeleri bakımından turizm
ve kültür mekanlarından şehre daha yakın olmalıdır.
Ulaşım koşulları, tarih boyunca şehirlerin gelişimini
belirlemiştir. 18. yüzyılda denizyolu, 19. yüzyılda demiryolu, 20. yüzyıldan
günümüze kadar ise karayolu ulaşımı, gelişen teknoloji ışığında insanları ve
mekanları birbirlerine bağlamaktadır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM - MİMARİDE ZAMAN
Mekan birlikteliğin, zaman ise art ardalığın yapısını kurar.
Bu birliktelik ve art ardalık sayesinde hareket gerçekleşir. Hareket ile
birlikte tüm canlılar yaşamaya başlar. Bu bağlamda mekan ve zaman, canlılığın
temel yapıtaşlarını oluşturan unsurlar olarak görülebilir.
Geçmişini anlamlandıran kişi, şimdiye yönelir.
mimarlığın üç temel özelliği olan sağlamlık, işlevsellik ve
güzelliğin, mimaride psikolojik zamanın tesiri altında oluştuğu sonucu
çıkmaktadır.
5000 kişinin yaşadığı tahmin edilen Çatalhöyük evleri,
tarihte tespit edilen en eski konut yerleşimlerinden biridir.
Çatıyı bugünkü kullanma amacımızla, Çatalhöyüklülerin çatıyı
kullanma amaçları bambaşkadır. Çatalhöyük’te çatı şehirdir, ulaşımdır, yoldur,
insanların vakitlerini geçirdikleri ve birbirleriyle iletişime geçtikleri tek
açık alandır. Kapı ve pencerenin olmayışı, kapı ve pencerenin misyonlarının
çatıya ve merdivene yüklenmesine yol açmıştır. Evlerine çatıdan merdivenle
giren Çatalhöyüklüler, yapı elemanlarının bile işlevlerinin zamanla
değişebileceğini bize gösterir.
Tarih içerisinde taş, ağaç, çamur ve toprağı kullanarak
taştan, ahşaptan, kerpiç ve tuğladan yapılar yapılması ile oluşan mimari
üslupların dönüm noktalarından biri de, suyun kullanımıdır. Su ile toprak, kum,
saman, kireç ve çimento gibi malzemeleri karıştırarak oluşturulan harç,
mimariye yeni bir üslup kazandırmıştır.
Ortaçağ’a kadar daha çok malzeme üzerinden gelişen mimari
üslupların, ortaçağdan sanayi devrimine kadar daha çok şekil üzerinden, sanayi
devriminden günümüze kadar ise hem malzeme, hem de şekil üzerinden geliştiği
söylenebilir.
Sonuç
…mimari eserin değerinin nelerden oluştuğu sorusuna
işlevsel, estetik, tasarım, mekânsal ve zamansal değer şeklinde beş kavram ile
karşılık vermek mümkündür.
Mimari tasarımı incelerken ise teknik nesnelerin işlevsel,
sanat nesnelerinin estetik, teknik ve sanat bütünlüğü içerisinde oluşturulan
mimari tasarımın ise hem işlevsel hem de estetik mekanlar üretmeyi amaçladığı
tespit edildi.
işlev, bir nesnenin gördüğü iş, iş görme yetisi olması
bakımından insan ihtiyaçlarına yönelik tüm üretimlerde amaç olarak ilk sırada
yer alır.
mimari eserin estetik değeri, göze hoş gelecek bir şekilde
tasarlanmasına ve inşa edilmesine bağlıdır.
Mimari eserler, sadece kullanıma uygun üretimler değil, aynı
zamanda içinde yaşarken mutlu olduğumuz, iyi hissettiğimiz ve güzel bulduğumuz
üretimler olmalıdır.
Tasarım kavramı, zihinde canlandırılan biçim, imge, kurgu
gibi anlamlarının yanı sıra, teknik ve sanat birlikteliğini kuran, teknik
nesnelerin işlevinin yanında güzel olmasının, sanat nesnesinin ise güzelliğinin
yanında işlevsel olmasının koşullarını arayan bir çalışma alanıdır.
İşlevsel değer mimari üretimin temel amacı olup tüm
yapılarda geçerlidir. Estetik değer ise işlevsel değere eklenerek mimari yapıyı
bir sanat eserine dönüştüren ve mimari üretimlerin pek azının ulaşabildiği bir
değerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder