28 Haziran 2024 Cuma

Turgut Cansever’in Düşüncesinde Şehir ve İstanbul

Turgut Cansever’in Düşüncesinde Şehir ve İstanbul

Birinci bölümde Turgut Cansever’in yaşamı hakkında bilgiler derlenerek hayat öyküsüne yer verilmiştir. Ayrıca mimari kimliğinin oluşumunda etkili olan öğelere ve ürettiği eserlere değinilmiştir. İkinci bölümde mimarın çalışmalarının ortak noktası olan şehir ve şehri oluşturan unsurlar olarak planlama, çevre mimari, mahalle ve ev konusundaki düşünceleri irdelenmiştir. Son bölümde ise Cansever’in özel bir ilgi ve önemle çalışmalarına konu edindiği İstanbul’un problemlerine yaklaşımı, çözüm önerileri yazılı eserleri üzerinden incelenmiştir. / s. 3

 

Turgut Cansever’in Yaşamı ve Yapıtları

Turgut Cansever, 1920 yılında Antalya’da doğmu

Babası Dr. Hasan Ferit Bey, Osmanlının son dönemlerinde Sarayda önemli görevler almış bürokrat ve aynı zamanda Türabi Tekkelerinin Şeyhi olan Mehmet Türabi’nin oğludur. Annesi Saime Hanım, Halide Edip Adıvar’ın öğrencisi olup Kudüs’e gönüllü giden idealist bir öğretmendir.

…resim okumak isteyen Turgut Cansever, başladığı İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde Sedad Hakkı Eldem’in etkisiyle mimari eğitimi almaya karar vermiştir.

1946 yılında Yüksek Mimar olarak mezun olana kadar Sedad Hakkı Eldem ve Muhittin Güven’in projelerinde çalışmıştır.

1949 yılında “Selçuklu ve Osmanlı Mimarisinde Üslup Gelişmeleri: Türk Sütun Başlıkları” tezi ile Türkiye’de sanat tarihinde doktora yapan ilk kişi olmuştur.

1957 yılında İstanbul Belediyesinde danışman olarak tayin edilmiştir.

Türk Tarih Kurumu Binası ile 1980 yılında Ağahan Mimarlık ödülüne ilk kez layık görülmüştür. Aynı yıl Bodrum’da Ertegün Evi ile ikinci Ağahan Mimarlık Ödülünü almıştır.

Ağa Han Mimarlık Ödülünü 1992 yılında Demir Tatil Köyü ile üçünü kez almıştır.

 

Turgut Cansever: Düşünce Adamı ve Mimar: bu eser aynı zamanda 2005-2006 tarihleri arasında Cansever ile yapılan röportaj-söyleşileri içermektedir.

 

İdrak ve İnşa: Turgut Cansever’in Mimarlığının İki Düzlemi: Halil İbrahim Düzenli’nin kitaplaştırdığı yüksek lisans tezi

 

Ufki Şehir: Turgut Cansever’in İzinde: Halil İbrahim Düzenli tarafından editörlüğü yapılan kitap

 

Thoughts and Architecture: Cansever’in / mimari projelerini ve altında yatan düşünsel ve felsefi zemini kaleme aldığı ilk eserdir.

 

Şehir ve Mimari Üzerine Düşünceler: Turgut Cansever’in yazı ve söyleşilerinden oluşan kitap…

 

Ev ve Şehir üzerine Düşünceler: 1994 yılında İnsan Yayınları tarafından yapılan kitapta, İstanbul’un sorunlarından yola çıkılarak şehirleşmenin temel meseleleri ele alınıyor.

 

Habitat II Konferansı İçin Şehir ve Konut Üzerine Düşünceler: (Habitat II) için “herkese yeterli konut ve kentleşen dünyada sürdürülebilir insan yerleşimleri” ana başlıkları altında hazırladığı raporudur.

 

Kubbeyi Yere Koymamak: söyleşi ve röportajların en sistematik ve kapsamlı olarak ele alındığı derlemedir.

 

İslam’da Şehir ve Mimari: Osmanlı Şehri, Türk Evi, Türk Sanatı konularına değinilmiş,

 

İstanbul’u Anlamak: İstanbul üzerine düşüncelerini konu alan metinlerin bir araya toplandığı eser…

 

Mimar Sinan:

 

Osmanlı Şehri: Şiir’den Şehir’e: mimari ve sanatı temel konu alan yazılarından oluşan eser…

 

Sonsuz Mekânın Peşinde: Cansever’in 1949 da yazdığı “Selçuklu ve Osmanlı Mimarisinde Üslup Gelişmeleri: Türk Sütun Başlıkları” isimli doktora tezinin kitaplaştırılmış hali

 

Bir Şehir Kurmak: Turgut Cansever’le Konuşmalar: Turgut Cansever’in 1997-1998 yıllarında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Mahalli İdareler ve Yerinden Yönetim Yüksek Lisans ve Doktora Programı öğrencilerine yönelik gerçekleştirilen “Şehir Yönetim Düşüncesi” başlığıyla gerçekleşen 8 seminere ait notların derlenmesiyle oluşturulmuştur.

 

Turgut Cansever’in Şehre Dair Düşünceleri

…kökeni Soğdakça olan kent kelimesi “köy” anlamına gelir

Farsça kökenli şehir kelimesi ise “büyük yerleşim yeri” anlamına gelmektedir.

 

(şehir) planlama hareketlerinin kurumsallaşması 19. yy sonralarına dayanır.

Modernizmin etkisinde yapılan bu uygulamalarda yıkım öne çıkmaktadır.

 

“Çağdaş bir kentin geometrik, doğrusal/çizgisel olması gerektiğini düşünen” Le Corbusier, sokak ve mahallerin ortadan kalktığı, yüksek ve çok sayıda gökdelenler, ana yollar, yeşil alanlar ve ortak hizmetlerle yoğunlaşmış bir kent ve konut alanları çizmektedir.

 

Cansever, Türkiye’nin şehir planlamasını “yol açmak ve bina yapmaktan ibaret” olarak özetlemiştir.

 

Sedad Hakkı Eldem’in çalışmalarını “evi yaşam ortamı olarak, bir yaşam biçiminin nasıl olması gerektiğine yönelik bir bütünle ele alamaması” yönünde eleştiren Cansever, Eldem’i iyi bir yapı ustası, bir virtüöz olarak tanımlar ve Eldem’in ev ile ilgili çalışmalarını bilinçli bir yaklaşım ve mimari felsefi bir temelden yoksun, şekil taklitçiliği olarak değerlendirir.

 

Turgut Cansever’in İstanbul’a Dair Düşünceleri

Metropoliten bir şehir olan İstanbul için Cansever, çok merkezli bir “şehirler galaksisi” (yıldız kümesi) modelinin uygulanması gerektiğini savunur

 

Turgut Cansever, kültürü; “insanın varlık içindeki yeri hakkındaki telakkisi” olarak tanımlarken, mimariyi “kültürün niteliğini belirleyen sanat türü” olarak betimler.

 

Sonuç

İstanbul’un sorunlarını çözme konusunda, yeni şehirler kurma projesi Cansever’in şehir ve mimari ile ilgili fikirlerinin en özgün yanını örneklemektedir.

 

Kavalcı Sağlam, Emine (2019), Turgut Cansever’in Düşüncesinde Şehir ve İstanbul, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü


Turgut Cansever’de Zaman ve Mekân: Tekno – Muhafazakâr Mimarlığın Eleştirisi

Turgut Cansever’de Zaman ve Mekân: Tekno – Muhafazakâr Mimarlığın Eleştirisi

Tezde / öncelikle Cansever’in / Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tetiklediği klasik muhafazakârlık eğilimini sürdürdüğü ortaya seriliyor.

…süreç felsefesinin muhafazakârlığın imtidad kavrayışıyla olan iz düşümüne dikkat çekiliyor.

 

İstanbul Belediyesinin Planlama Müdürlüğüne getirilmesiyle birlikte / mimarlık kuramını ve inşai pratiklerini İslam’ın inanç sistemi içine yerleştirme iddiasıyla mimarlık ve şehircilikte asıl olarak İslamcı kimliği etrafında pozisyon edinmiştir.

 

Dinin devletin gücünü ve etkileme alanını genişletmesinde kullanışlı bir araç olarak işe koşulması İslam’ın esasında siyasi bir organizasyonun kimliğine, dolayısıyla dünyevî bir biçime indirgenmesine neden olur.

 

Kıbledağ Cami

19. yüzyılda Meşula Mehmet Efendi’nin Kıbledağı’nın bin 130 rakımlı zirvesinde ahşap bir mescit yaptırdığı bilinmektedir. Bu mescit zamanla etraftaki Nakşibendilerin ziyaretgâhı olarak kullanılır.

İstanbul’daki Çamlıca Camisi’ni birlikte değerlendiren Çavdar (Ayşe Çavdar (2020), bunların bir cemaatin kullanımı için inşa edilmediklerini, aksine doğrusu bir çelişki gibi görünse de “cemaatin yerini almak, cemaati yerinden etmek” üzere yapıldıklarını ileri sürer / s. 12-13

 

Erdoğan’ın Gezi Parkı’nı, Topçu Kışlası’nı kastederek kullandığı “Oraya o tarihî eseri inşa edeceğiz,” sözleri / tekno–muhafazakârlığın düşünce sistematiğini açıklayabilmek bakımından önemlidir.

 

Eline cetvel alıp Osmanlı’nın insan ölçeğindeki sokaklarını kargacık burgacık diye tarif eden kişiler, onların üzerine çizgi çizip geniş yollar yaparak, üzerinde arabaların hızlı gittikleri, altlarında çocukların ezildikleri, insanların egzoz dumanından kanser oldukları, annelerin çocuklarını sokağa çıkarmaktan korktukları bugünkü şehirleri imar ettiler

 

III. Napoleon Dönemi’nin Paris valisi Georges Eugène Haussmann, Paris’i yeniden inşa etmek için tarihsel dokuyu tahrip edişiyle bilinir.

 

TURGUT CANSEVER’DE SÜREÇ DÜŞÜNCESİ

Cansever, Zamana ve mekâna dönük ilişkisel yaklaşımları altında yapıların çevresini uzanımlar kuracağı başka çevrelerle ilişki içerisinde tasarlamayı savunmuştur / Onun süreç felsefesi içerisinden geliştirdiği mimarlık düşüncesi Alfred North Whitehead’in felsefesine paraleldir.

 

…hareket kavramını vurgulayan ve düalist ve statik varlık yerine dinamik bir varlık görüşünü benimseyen Alfred North Whitehead’in fikirleri ve dolayısıyla ‘süreç felsefesi’ de Cansever’i etkilemiştir

 

Yahya Kemal, zaman mefhumunun, “mâzî, hâl ve istikbal” olmak üzere üç aşamaya ayırarak düşünüldüğünü ancak zamanın sabit olmaması nedeniyle bu yönde bir parçalanmanın söz konusu olamayacağını belirtir. Bu nedenle Yahya Kemal, “Hakikatte mâzî, hâl ve istikbâl yoktur. Ortada bir ‘imtidâd’ vardır” diyecektir. İmtidâd, zaman mefhumunda daima devamlılığın esas olduğu fikrinden hareketle, bu mefhumu tek parça hâlinde kavramak ve bir “hâl” içinde yaşamaktır. / s. 40

 

Beyazıt Meydanı / Cansever’e göre dönemin bu anlayışının nedeni “ferdiyetin yüceliği ve güzellik sevgisinin insanlığın ulaşabileceği en son iki erdem olduğunu savunan Muhyiddin–i Arabi’nin eseri Füsûsü’l Hikem’in, 15. asır sonunda Osmanlı fikir hayatında ön plana çıkması”dır

 

Tecrit edilmiş bir olay, olay değildir, çünkü her olay daha büyük bir bütündeki bir etkendir ve bu bütün için önemli bir rol oynar. İşte bu yüzden mekândan ayrı bir zaman olamaz ve zamandan ayrı mekân olamaz; doğadaki olayların geçişinin dışında ne mekân ne de zaman olabilir / s. 52

 

TURGUT CANSEVER’İN ÜTOPYACILIĞI

…mimari tasarımda durağan bütünlükler yerine varlığın sürekli oluşan görünümünün esas alınması…

 

…mekânı hiç kesmemek... O sonsuz mekân içerisinde o hiç kesilmediği zaman yapılan mimari, bir tektonik oluyor. Tektoniğin kendisinin sonsuzluk içerisinde, sonsuzluğa ilave edilmiş bir güzellik olması icap ediyor.

 

Hegel’in diyalektiğinde tarihin nihai bir aşamaya ulaşması ereksel bakımdan bir mecburiyettir. Burada denetim altına alınmak istenen ideal tarih düşüncesi için gelecekte yeni ihtimalleri, başka alternatifleri üretecek olan dinamik yaşamsal süreçlere engel getirilmeye çalışılır. Bu nedenle planlama ideolojisinin kendisini gösterdiği en somut tasarımların Hegelci anlayış etrafında inşa edildiği söylenebilir.

 

Thomas More’un Ütopya’sı

Ütopya adasının “iç uzamsal tanzimi, istikrarlı ve değişmeyen bir toplumsal süreci sıkı bir şekilde düzenler. Kabaca söylemek gerekirse, uzamsal biçim zamansallığı denetim altında tutar

 

Cansever’in yer temelli tasarım yaklaşımlarının ardında Osmanlı şehirlerine duyduğu “nostaljik özlem”in bulunduğu açıktır.

 

TURGUT CANSEVER’İN TEVHİT İLKESİ

Simgeler çok şey ifade etse de daha fazlasını yitirir ve unuttururlar; uzaklaştırırlar, parantez içine alırlar. / Lefebvre, Mekânın Üretimi, s. 160

 

…kültür endüstrisi, “dışarıda hakikat olarak ortadan kaldırdığı her şeyi, içerde yalan olarak keyfince yeniden üretebilir

 

Türkiye’de mimarlığının sorunlarından biri de gösterişli tüketimdir.

 

Türk modernleşmesi, Tanzimat yıllarından itibaren parçaların bütün yerine kabul edildiği bir görünümü ortaya koymuştur. Örneğin araba kullanmak, piyano çalmak, Fransızca bilmek, çatal ve kaşık kullanmak Tanzimat’tan bu yana Batılı olmanın ifadesi olarak yorumlanmıştır.

 

 

TURGUT CANSEVER’DE METONİMİK DÜŞÜNCE

…metafor, iktidarı dokunulmazlık zırhına büründüren temsil tarzıdır.

metonimik bağlantılar / Cansever’in toplumsal karşılıkları da olan mimarlık ve tasarım kuramındaki gibi otoriter anlam yüklerini boşaltıp hiyerarşinin altını kazımaya davet eder.

Cansever için İslam inancı ile Osmanlı mimarisini birbirinden ayırt etmek mümkün değildir

Necip Fâzıl / İslâm İnkilâbının mekânı olacak kentleri Batı’ya rakip kalabalıklarla hayal etmiştir.

Türkiye’de İslamcı ve muhafazakâr düşüncenin şehircilik konusunda Necip Fâzıl’ın bu fikirlerinden ilham aldığı bilinen gerçektir.

sahte kutsallıklar üretmek

Muhafazakârlık, siyasal taleplerini estetik hâle getirme konusunda başarı kazanamamış, kültürel alanda yoğun siyasal angajman altında tepkisellikle sınırlı kalmıştır.

 

metafor ve metoniminin karşıtlıklar temeline oturtulması Jakobson ile gündeme gelmiştir.

 

Barthes, mimarlıktan örnek verir: “Bir yapıdaki ögelerden birinin üslup bakımından gösterdiği çeşitlilik, değişik dam, balkon, giriş, vb. biçimleri” metaforik dizgeler, “yapının bütünü içinde ayrıntıların birbirine bağlanışı” ise metonimik dizimlerdir / s. 150-151

 

Kültürel temsiller, hangi kurumların kamusal yaşamda tahakküm kuracağının belirlenmesinde ve böylece kamusal yaşamın nasıl biçimlendirileceğinde etkin rol üstlendiklerinden politik mücadelelerin içerisinde yer alır.

 

metaforlar, “bir imgenin üzerine ideal ya da yüksek bir anlam yüklerler”. Mesela bir kartal imgesi, özgürlük idealinin yerini tutabilir avcılar, soyu tükenen türler gibi kartal imgesinin somut bağlantıları, yani metonimik ilişkileri

kartal imgesinin somut bağlantıları, yani metonimik ilişkileri

 

Rönesans mimarisinde, duvar inşasında kullanılan taşlar, bunu gerekli kılan bir mecburiyet olmamasına rağmen, taşın sert olma niteliğini bilhassa vurgulamak için gereğinden fazla şekilde işlenmiştir. Dolayısıyla Rönesans’taki taş kullanımı, kalıcılık, sağlamlık idealine karşılık gelecek şekilde metaforiktir. / s. 157-158

 

İslam mimarisi, Gotik mimarinin geriye iten ve Rönesans’ın öne çıkaran anlayışından farklı olarak “malzemeyi olduğu gibi, neyse o olarak kullanır

 

Eco’ya göre mimari nesneler, bildirişim açısından “düzanlamlama” ve “yananlamlama” görevlerini yerini getirir.

 

Cansever’in metonimik düşünce tarzı, onu yeryüzünü güzelleştirme ülküsüne, bütünün parçaların tevhit inancı etrafında, süreç düşüncesi içerisinde yan yana gelmesiyle ilahi kudreti yansıtması gerektiğine götürmüştür.

 

Lefebvre’e göre dilbilim, metafor ve metonimiyi bayağı hâle getirmiştir. Bu kavramlar dilbilimden alınan güçle kapitalizmin mekâna yayılmasının neden olduğu çelişkilerinin üstünü örtmek, “sorunların etrafından dolanmak” için kullanılmıştır.

 

…metaforun çalışma prensibi, mekânda iktidarı ifade etmektir. İktidar, metonimiyi ise mekânda unutturma stratejisi olarak kullanır.

 

TURGUT CANSEVER’İN UFKÎ KAT MÜLKİYETİ DÜZENİ

(Krier) endüstriyel üretim tarzı, zanaat üretiminin yerini aldığı kadar onun mevcudiyetini parçalamayı da kendisine görev bilmiştir. Bu nedenle ona göre sanayi kültürünün egemen olduğu tarihsel bir dönemeçte mimar ve zanaatkârlara yer kalmamıştır.

Krier, modern kent planlamasının büyük ölçekli, tek işlevli bölgelemeye dayanan idrakını karşısına almıştır. Ona göre bu saplantılı bir anlayıştır

 

Cansever’in babası / Türk Ocağının kurucu kadrolarından ve Türkçülük Nedir? kitabının yazarı Dr. Hasan Ferit Bey

 

Cansever’in kurduğu Ev ve Şehir Vakfı

 

SONUÇ

Turgut Cansever / için varlık, bütünüyle açık ve dinamik bir oluşum süreci içerisindedir.

 

Cansever gerek toplumsal planda ailelerin komşuluk ilişkilerinde gerekse mahalle birimlerinin örgütlenmesinde ve mimari tasarımda yan yana getirilecek ögelerin dikey hâlde, üstünlük şeması içinde organize edilmemesi gerektiğini düşünür. Birincisi; parçaların, organik bir bütünleşme yerine özerk yapılarını muhafaza ederek bütünü oluşturması ve bu hâliyle organize edilen yatay düzemde yan yana getirme estetiği metonimik stratejidir. Cansever bu mekanik tasarım anlayışına “tezyinilik” ya da “dünyayı güzelleştirme” adını verir. / s. 228

 

Akbulut, Fatma Sinem (2022), Turgut Cansever’de Zaman ve Mekân: Tekno – Muhafazakâr Mimarlığın Eleştirisi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü


Turgut Cansever - Osmanlı Şehri

Turgut Cansever - Osmanlı Şehri

Şiir’den Şehir’e

 

Şehir

Şehir; toplumsal hayata, insanlar arasındaki ilişkilere biçim veren, sosyal mesafelerin en aza indiği, ilişkilerin en büyük yoğunluk kazandığı yerdir.

 

Şehir, insanlar arası mesafenin en aza indiği ve dolayısıyla bu yoğun yaşama ortamında insanlar arası çelişkileri, çatışmaları önleyecek ahlakî, hukukî ve idarî sistemlerin tam bir bütünlük içinde işlemesini sağlayacak bir üst bilgiye ihtiyaç duyar.

 

Sanat

Arazi spekülatörlerinin emrindeki şehir planlaması ve bu planlamanın kontrol sistemleri, yapı spekülasyonu ve işsizlik içinde esir olmuş geniş mimar kitlelerini bir hırsızlık, bir soytarılık dünyasının zavallı oyuncuları olmaya mahkûm etmiştir.

 

Sanat eserinin güçlü, haşin, zarif vs. olarak belirlenebilecek ifadelere sahip olmasını istemek, böyle bir tavır veya halin, ifadenin gerekli olduğu fikrinden kaynaklanır.

Tasarımcı, içinde yaşadığı ifadeler ve etkenler âleminden belli ifade ve etki biçimlerini tercih ederek kullandığı malzemeye o nitelikleri vermeyi arzular ve bunu başarmaya çalışır.

 

Sanat eseri ile insanın ilişki biçiminin pasif olması, insanı küçülten özelliği sebebiyle aşılması zor bir eksiklik olur. Bu husus, Doğu kültüründe sanatı seyredilen değil, yaşanan sanat türüne dönüştürmek suretiyle çözümlenmişti.

 

Mimarî Üzerine Düşünceler

Duvarın içinde her taşın, her tuğlanın, bağımsız bir şahsiyet, bir tektonik olan birimlerin tezyini bir nitelik kazanması fikri, manevî varlık tabakasına ait tercihlerin, inançların objektiflik yansıması olmaktadır.

 

Üslup teorisi sanat biçiminin yapı elemanlarına ve bunların hayat telakkisine bağlarını açıklamak durumundadır. Üslup, mekânın var olanın zaman içinde idrakinden ve bunların ilişkilerinin yapı özelliklerinden oluşur.

 

Osmanlı Şehri

Bütün 19. asrın kültür bakış açısı, yalnızca Helenistik temellere dayanan bir medeniyet tasavvuru üzerinde temellendiriliyordu. O kadar ki 1850’lerde Batı Avrupa’da kimse Rönesans’ı bilmiyordu.

Jacob Burckhardt’ın İtalya’da Rönesans Sanatı adlı kitabından sonra Batı Avrupa, Rönesans sanatının yeniden farkına vardı.

…sonra Goethe “Tüm Ortaçağ Hıristiyan sanatını, kültürle alakası olmayan vahşiler sanatı” addetti. Onun için “Gotların Sanatı” anlamında “Gotik” diyordu o dönemin ürünlerine.

 

Bursa’nın fethinden hemen sonra / Orhan Gazi’nin bu ticaret yolunu değiştirme kararı…

 

Paris’in Haussmann yahut III. Napolyon tarafından gerçekleştirilmiş bütün parçalarında bütün balkonlar eş, binaların hepsinin yüksekliği aynı.

 

Osmanlı şehrinin sokağında / her ev kendi başına duruyor. Her evin, kesin olarak şahsiyete sahip bir varlık olduğunu görüyoruz. Şehir merkezinde aşırı yoğunlaşmadan dolayı evlerin yan yana geldikleri durumlarda ise her evin kendisine ait olan cumbaları, o evin şahsiyetini tarif ediyor.

 

Pekin’de / imparator sarayının simetri aksından dağları taşları geçerek uzanan bir aks var; bütün şehir yollan bu aksa paralel veya bu aksa dik olarak meydana getirilmiş.

 

Fransız Devrimi esnasında, Triumvira / halkın kendisine karşı ayaklanacağından korkuyor. Onun için düşünüyor ve diyor ki “Yuvarlak meydanlar yapar, bu meydanları iki tarafı altı katlı apartmanlarla birbirine bağlarsam, meydanlara yerleştireceğim topçu bataryaları, ayaklanacak halkı yahut bana ihanet edecek Triumvira güçlerini top ateşiyle ezer.” Şehir onun için böyle kuruluyor.

 

Hz. Peygamber ve ashabı geçici malzemeden yapılmış ve kolaylıkla değişmeye imkân veren yapıda evlerde otururken, şehirde değişmeye direnen bir yapıda, Firavun gibi değişmemeyi, ebedî kalmayı amaçlayan ve mutlak hükmeden bir iradenin ürünü olan evler inşa ediliyor.

 

(Gazalî, Tehafüt el-Felasife) Aristo metafiziğinin statik bir varlık telakkisine dayandığı ve bu açıdan temel bir yanlışı temsil ettiğini ortaya koyuyor.

(Muhyiddin Arabî) varlığın her an yeniden oluşma halinde bulunduğunu, hiçbir şeyin statik ve değişmez olmadığını, her şeyin sürekli değişir olduğunu / anlatıyor

 

Osmanlı şehir oluşumunda, herkes evini komşusuyla mutabık kalarak yapıyor.

…işçiler, evvela hamamı inşa ediyorlar; şehri kuracak insanların temiz pak olabilmesi, çalışanların temizliğini sağlamak için. Ardından medrese inşa ediliyor, bilgi ortamının kurulması için. Sonra cami, daha sonra etrafında evler ve mahalleler inşa ediliyor,

 

Her şehrin kapladığı yüzölçümün %15’i kadar bir alan, şehrin merkezini oluşturuyor.

Şehir merkezindeki yapıların hepsi vakıflara ait. O zaman burada teşekkül eden ve vakıfların elinde toplanan artı-değer vakıflar tarafından şehirliye hizmet, sosyal donanım ve altyapı olarak geri döndürülüyor.

 

Osmanlı şehrinde üst irade başka bir şey daha emretti: “Ticaret yalnız burada, mahalle merkezlerinde yapılır.” Mahalle merkezlerindeki dükkânların sahipleri de gene vakıflardır; kişiler değil.

 

Savaşlardaki hizmetleri karşılığında padişahın kendilerine verdiği çiftlikler, hanlar, her şey, vefat ettiklerinde vakıf olarak topluma kalıyordu. Servet hiçbir zaman bir insan grubunun elinde birikmiyordu.

 

Medeniyet, “Medinede olmak” demektir.

 

Osmanlı şehirlerinin en muhteşemi olan İstanbul’u, evvela Boğaziçi’ni, her şeyi Batı Avrupalılarınkine benzetmek isteyen Tanzimatçılar, cephelerinde prontonlar, korint sütunları bulunan binalar yaparak tahrip etmeye başladılar.

III. Selim, / Sinan’ın Kanunî’ye inşa ettiği Üsküdar’daki Kavak Sarayını yıktırarak, yerine kışla inşa ettirmeye başladı.

 

Beyazıt’taki Eski Saray’ın yerine Harbiye Nezareti inşa ediliyor.

 

İstanbul; İstanbul yarımadası, Eyüp, Galata ve Üsküdar olmak üzere dört şehirden ve belirli sayıda da köyden oluşan galaksi biçimli bir şehirdir.

Galata, ticaretin yapıldığı, Üsküdar, zanaat ve üretimin gerçekleştiği yerdi. Üsküdar kumaş üretim merkeziydi. Eyüp Sultan da mukaddes ziyaretgâh.

 

Edirne ve Bursa gibi tarihî şehirlerin çevresinde yepyeni yerleşmeler yapmak, onları yok etmek demektir.

 

Türk şehir plancılarının önlerine gelen her planda iki tarafı beş-altı katlı apartmanlardan oluşan bulvarlar var.

 

Osmanlı Evi

Ev bir kültür üretim yeridir.

Osmanlı ahşap teknolojisi dünyanın en dayanıklı ağacıyla, meşeyle yapılıyor.

 

Türk evi başlangıçta otağdan kaynaklanıyor, yani tek odadan

Bunun yanma bir İkincisi geliyor. Sonra bunların arasındaki boşluk örülüyor. Bu boşluk eyvanı teşkil ediyor. Önüne açıkta, yaşanan bir saçak ilave ediliyor. Buraya da “hayat” deniyor.

Standartlar

…evlerde sedir kullanılırken, kimse “Ben koltuk isterim” demiyordu.

Merkezî kararların niteliği, bunların yanlış yoruma imkân vermeyen son derece sade hükümler olması, bu hükümler üzerinde saptırıcı yorumlar yapmaya imkân bırakmıyordu.

 

1957 yılında İmar Kanunu kabul edildikten sonra İstanbul Belediyesi’nde yazılan yönetmelik tam 270 madde ihtiva ediyordu. Ama bu 270 maddenin yalnızca ilk 20 maddesinde birbirine zıt yorumlanabilecek 40 hüküm vardı.

 

Fatih, Cavlakiye tekkelerini Macaristan’a yollayıp, orada Osmanlı dünyası ile Macar Hıristiyanlarının zihniyetinin birbirinden kopuk olmadığını, bu iki dünyanın birbirine yakın olduğunu bir asır boyunca anlatmalarını sağlıyor (1450-1550). O bir asırlık kültürel yakınlıktan sonra bölge fethedildiğinde Osmanlı kurtarıcı olarak kabul ediliyor.

 

Bugün biz, bazen tuğlaların nasıl üst üste konulup duvar yapıldığını dahi görmemiş bir hocanın eğitiminden geçerek dört yılda kendisine diploma verilen kişiye, nükleer santralden havaalanına, hastaneye, araştırma laboratuarına kadar her şeye şamil proje yapma, denetleme yetkisi veriyoruz.

 

Osmanlı şehri, başlangıç ve odak noktaları sosyal-kültürel tesisler olarak caminin, mescidin, medrese ve hamamın yerleri belirlenerek bunlar vücuda getirildikten sonra bu odakların çevresinde, birbirine eklenen evlerin ferdiyetlerinin yüceltilmesi ile standartlar, değerler ve davranışlar düzeni içinde mahalleler biçiminde oluşturulur. Bu mahallelerin içinde topoğrafik özelliklere uygun olarak gelişen yollar, yol kenarlarında üzerine yerleştikleri arsanın, komşu yapıların oluşturduğu fizikî, sosyal, kültürel, mimarî, tarihî şartlara uyum içinde bağımsız, yüce fertler olarak evler var olur.

 

Viyana muhasarasında karşıdaki kuvvetler, Merzifonlununkinden çok küçük.

Bu büyük ordu son derece yavaş hareket ediyor.

Ordu mağlup olmadan çekiliyor. Ve bütün halk da onunla beraber çekiliyor. Budapeşte 95 bin kişilik bir şehir, Müslümanlar ayrılınca 5 bin kişi kalıyor.

Anlaşılıyor ki bu insanlar Budapeşte’de kalıp şehri savunmak istemiyorlar, bırakıp gidiyorlar. Eğri’den ayrılan Osmanlı ordusu artık oralarda bulunmak için bir iradeye sahip değil.

 

III. Selim döneminde / Yeniçeri Ocağı yakılıyor. Sinan, Yeniçeri Ocağı mensubu olduğu için bütün arşivi orada. Sinan’ın bütün çizimleri yanıyor. III. Selim, Sinan’ın Kanunî’ye yaptığı bir şaheser olan Üsküdar Sarayı’nı yıktırıyor.

 

Sorunlar ve Çözümler

Geleceğe yönelik olmak bir zarurettir.

 

Malzeme maliyeti toplam yapı maliyetinin %70’ini teşkil ettiğine göre, bu alanda sağlanacak tasarrufun insanların kültürel gelişmesi için kullanılması, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin takip edecekleri tercihlerden ilki olmalıdır.

 

…mesken mimarîsi ve inşaatında, ücra kasaba ve köylerde 1940’lara kadar mahallî mesken mimarîsi uygulamalarının çok küçük ölçek ve sayıda örnekleri devam edebilmiştir. Sayın Sedad Hakkı Eldem’in “Millî Mimarî” adı altında geliştirmeye çalıştığı yaklaşım 35-40 yıl mimarlık eğitiminin resmî temelini teşkil etmiş ise de pratikte Osmanlı sivil mimarî an’anesinin Türkiye yapı sektörü ve Cumhuriyet dönemi mimarîsi içindeki yeri çok sınırlı kalmıştır.

 

İnsan cennette bulunuyor, cennet mutlak uyumun olduğu ortam, burada uyum mutlak olduğu için, insanın, çevresinin farkına varması da imkânsız. Çünkü uyum mutlak. Şeytanın dürtüsüyle memnu meyvayı yiyorlar, fakat günah işlediklerini fark edip pişman oluyorlar. Pişman olunca Allah -Rahman ve Rahim olduğu için- affediyor. Bu fiilin sonucunda içinde yaşadıkları dünyanın farkına varıyorlar.

 

Çevre karşısında sorumluluk duygumuz, bir güzelleştirme irademiz olmadığı takdirde, ne edebiyat, ne şiir, ne doğru dürüst bir maarif, ne başka bir şey yapılabilir.

 

İnsanı günahkâr addeden Katolik Kilisenin yaklaşımıyla İslam’ın yaklaşımı bir anda birbirinden farklı iki kültürün ortaya çıkmasına sebep oluyor.

 

1928’de Belediyeler Yasası ile Osmanlı Mahalle Teşkilatı sona erdirildi.

 

Her ülke kendi şahsiyeti denen kültür mirasıyla insanlığa bir çıkış yolu tarif etmektedir. Eğer insanlık bunları tasfiye ederse, bütün insanlık kalkıp da Batı dünyasını, Amerika’yı, İngiltere’yi taklit ederse dünyanın geleceği tıkanır.

 

Edirne 50 bin-100 bin kişilik bir şehirken Selimiye yüce bir mabettir.

 

 

Timaş Yayınları, 2010


Mimarlıkta eleştirel bölgeselcilik ve Turgut Cansever

Mimarlıkta eleştirel bölgeselcilik ve Turgut Cansever - YLT

Gelenek, Cansever için sadece biçimsel verileri sağlayan bir araç olmaktan fazlasıdır. O geleneği, kendisini oluşturan öz, kültürel içerik, inanç sistemi ve tarihsel deneyimden hareket ederek gelecek için çözüm geliştirmek üzere ele alır.

Tezin ilk bölümünde bölgeselci mimarlıkların tarihi ve 1980’lerde tanımlanan Eleştirel Bölgeselcilik açıklanmaya çalışılmış

İkinci bölümde Türkiye’deki bölgeselci yaklaşımlar araştırılmıştır.

Üçüncü bölümde, Cansever’in mimarlık hakkındaki düşüncelerine yer verilmiş

 

Tzonis ve Lefaivre, (1985, 14), bölgeselci olarak tanımlanan mimarlığın Vitruviusçu, Neoplatonik ve klasik formüllere bilinçli bir karşı tavır olarak Rönesans’ın sonlarında ortaya çıktığını ifade etmişlerdir.

Bölgeden bölgeye bina tipindeki farklılıklar fiziksel çevre ve doğanın etkisiyle oluşur.

 

Casa dei Crescenzi binası / Bölgeselci mimarlığın ilk örneği olarak gösterilen bu yapı, bir topluluğun özgürleşme ideallerini ve bu topluluğun kimliğini tanımlamak, güçlendirmek üzere, mimarlığı araçsallaştırmıştır.

 

…ondokuzuncu yüzyılda “medeniyetin” neden olduğu yabancılaşmaya karşı “hakikat”in kaynağı olarak, doğa ve geçmiş zamanlar, egzotik yerler şeklinde sığınılacak iki kült yaratıldı…

İngiliz bahçeleri / kuralları olmayan doğa, mimarlıkta değer bulmuştur.

 

İtalyan ve Fransız bahçeleri / geometrik düzenlemelere sahip

 

Sir Henry Wotton 1624’deki “Mimarlığın Elemanları” adlı kitabında binanın kurallı düzeni ve bahçenin kuralsızlığı arasındaki zıtlığı ifade eder. Doğanın düzenlenmesi demek olan bahçe anlayışının İngiltere’de gelişmesi, Sir William Temple’ın Çin’e giderek Çin bahçelerini keşfetmesiyle olur

Çinlilerin “Sharawadgi” kelimesi ile bahsettikleri kuralsız yapıdaki bahçenin güzelliğini ve kutsal ifadesini över.

 

…modern mimarlık / “kültür ve yer ile bağlarını koparmış uluslararası mimarlık” şeklinde tanımlandı

 

1950’lerin Amerika’sında Uluslararası Üslup artık tasarıma sadece biçimsel verilerle yaklaşan bir tavra dönüşmüştür.

…bir moda akım haline gelen Uluslararası Üslup, Amerika’dan tüm dünyaya yayılarak her yerde benzer binaların ortaya çıkmasını sağlamıştır.

 

Lewis Mumford’ın Bölgeselciliği / eleştirel bölgeselcilik

 

(Cumhuriyet dönemi) iklim ve malzeme koşullarına uyan ve yerli iş gücüne dayanan bir yapı

“Modern eşittir milli”

 

Turgut Cansever’in Mimarlığı

Cansever’in yazı ve konuşmalarında sık sık bahsettiği, varlığı bütün yönleri ile kapsayan yaklaşım, mimarlığının temelini oluşturuyor

 

İnsan, inşa edilip biçimlendirilen bir mimari çevrenin oluşumuna katıldığı nispette onun sorumluluk ve bilincine erişir.

 

“Yapmak istediğim şeylerden bir tanesi, maddi varlık tabakasının; yani bütün inşaat malzemesi, teknoloji vs.nin gereklerini dikkatle yerine getirerek, ancak bütün bu malzemeyi fikir dünyamızın, inanç dünyamızın transandantal çerçevesi içerisine yerleştirerek sosyal, iktisadi ve biyolojik varlık alanı gerçeklerini de saygıyla inceleyip onların gereklerini tam yerine getirerek; güneş, gölge gibi biyolojik varlık alanının ihtiyaçlarını da karşılayarak, psişik dünyamızın gerektirdiği sükunet ve huzuru sağlayarak, yavaş hareket çerçevesi içinde, bağımsız tektonikleri üzerlerine ilave alabilecek mass kolektivitelerini tezyini bir niteliğe ulaştırmak istiyorum. Bu da üslubun niteliğidir.” / Cansever, Şehir ve Mimari Üzerine Düşünceler, s.214),

 

…“yapılan şeyin hem geçmişe hem geleceğe doğru olmasını” bugünün çözümü olarak önerir.

 

Cansever’in mimarlığı, bir bitmişlik tanımlamaz, değişkenlik, sınırsızlık tüm yapılarında hakimdir.

 

Cansever’in yapıları daima bir sorgulama, yeniden analiz ile oluşturulduğundan kendiliğinden eleştirelliği içinde barındırır. Geçmişe bilinçle bakmaya dayanan yaklaşım, kendi içinde zaten sorgulamayı ve eleştirel bakışı getirir.

 

Demirgüç, Ufuk (2006), Mimarlıkta Eleştirel Bölgeselcilik ve Turgut Cansever, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü


Mimar Sinan

Turgut Cansever - Mimar Sinan

İslâm Mimarisi Üzerine Düşünceler

İçinde bulunduğumuz yüzyılda İslâm ülkeleri, kültürel ve dinî kimliklerini reddetmelerinin sonucu olarak, kendi tarihî mimarlık miraslarını Batılı yayınlar ve araştırmalardan öğrenmek ve bunlar vasıtasıyla geçmişlerini değerlendirmek gibi garip bir durumla karşı karşıya kalmışlardır.

…araştırmalar ve teoriler İslâm kültüründeki Tevhîd kavramının önemini gözardı etmektedir.

 

Antik dünyadaki bazı istisnaları bir yana bırakırsak, Batı dünyası felsefî problemleri dar, sınırlı ve dualistik (iki kutuplu) varlık telakkisiyle çözmeye çalışmış, dikkatini yalnızca maddî ve ruhî düzeyler üzerinde yoğunlaştırmıştır.

 

…varlığın dört düzeyi: maddî düzey, biyo-sosyal düzey, psikolojik düzey ve ruhî-aklî düzey.

 

Mimarî, insanın çevresini biçimlendirme çabalarının ürünüdür.

Mimaride Malzeme

 

Bir binanın konstrüksiyonunu mümkün kılan bilgi ve becerilerin bütünlüğü “inşaat teknolojisi” adını alır.

 

Binada yerine getirilen hizmetler çok çeşitlidir.

…evin planimetrik organizasyonu

 

Müslüman bir ailenin hayat tarzı gayet tabiî olarak Müslüman olmayan bir aileninkinden farklı olacaktır.

 

Ailenin yapısı, çocukların eğitimi, kültürel amaçlar, yaşlılara saygı, mahremiyet şuuru, bir Müslüman evinin planimetrik organizasyonuna yansımıştır.

 

Varlık, kâinat ve yaradılış telakkisinin biçim üzerine doğrudan yansıması, üslûbu meydana getirir.

 

“Allah’ın mescidlerini, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar imar edebilirler. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.” (Tevbe 9/18)

 

İslâm mimarisi Kutsal Sanat’ın bir disiplinidir.

 

“Yeryüzünde kibirlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri yarabilirsin, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.” (İsrâ’ 17/37)

 

İslâm mimarisinde malzeme ve teknolojiler kendi uygun yerlerinde kullanılmak zorundadır.

 

Haller, Makamlar ve Mimarî Tezahürleri

Mutluluk, ümitvâr ve neşeli olma gibi tavır ve duyguların renkli ve aydınlık dünyası, bütün İslâm sanatlarının ortak özelliklerini oluşturur.

 

…mimarî bir “irade” yahut “kudret” sembolü değildir. Başka deyişle bir fetiş (şirk) nesnesi haline gelmemiştir. O, dünyayı güzelleştirmenin bir aracı ve İslâmî durum ve tavır alışların bir yansımasıdır.

 

‘suretler’de uluhiyetin rüyasını görenler çok fazladır. Eğer bu rüya var olmasaydı taş ve sair gibi putlara ibadet edilmezdi.

 

Antik Mısır kültürü, inanç sistemiyle uyum içerisinde ebedîleşmeyi amaçlar, bu yüzden ebediyetin, devasa ölçeklerin ve kalıcı olanın mükemmel bir tezahürünü ifade eden piramitleri inşa eder.

 

…ilk beş asrında Hıristiyanlık, Roma kültürüyle çok yakın bir ilişki içerisinde olmuştur ve Karolenj ile Merovenj dönemlerinde İslâmî inançların derin etkisi altında kalmıştır

 

İslâm Mimarlık Eserlerine Genel Bakış

İmam Gazâlî önemli eseri İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn’de dayanıklı taş evler, konak ve saraylardan oluşan şehir dokusunun kalıcı niteliği ile tevazu ve sadelikten uzak olmasını eleştirerek, sonraki nesilleri kendisine uymaya zorlamayan ve değişime imkân veren bir çözüm şekli teklif etmiştir. İmam Gazâlî’nin, Hz. Peygamber’in evinin örnek alınmasını gündeme getiren yaklaşımı, Osmanlı ev ve şehir mimarisinin oluşumunda tayin edici bir rol oynamıştır.

 

Mimar Sinan’ın Dayandığı Osmanlı Mimarlık Birikimi

1512’de Kayseri’nin Ağırnas köyünde devşirme olarak Yeniçeri Ocağı’na alınan Sinan, ön eğitimini tamamladıktan sonra 1521’de Belgrad Sefer-i Hümayun’una, Rodos (1522), Mohaç (1526), Almanya (1529), Irak (1534), Korfu ve Pulya (1537) ile Boğdan (1538) seferlerine katılmıştır.

1538’de Hassa Mimarları Ocağı’nın başına getirilmiş ve bu görevini 50 yıl boyunca sürdürmüştür.

 

Orhan Bey döneminde (1324­1360) inşa edilen Bilecik Orhan Gazi Camii, Osmanlı mimarlığındaki etkisini sürekli hissettirmiş bir yapı olarak dikkat çekicidir.

Yapı, kare planlı bir kaide ile bu kaideyi koruyan yarım küre formundaki kubbenin oluşturduğu okunaklı ve güçlü bir mimarî ifadeye sahiptir.

 

Osmanlı Devleti, 14. Asrın ikinci yarısında Bursa dönemi mimarisiyle ilk büyük eserlerini vermeye başlamıştır.

 

Kanuni Sultan Süleyman ile başlayarak 17. asrın sonuna kadar süren Osmanlı’nın büyük medeniyet çağı olarak adlandırılabilecek bir dönemde / Mimar Sinan tarafından vücuda getirilmiş

İstanbul Sultanahmet Camii’nde (1617) Sedefkâr Mehmed Ağa kendi üslubunu ortaya koyarken, Mimar Sinan’ın takipçilerinin inşa ettiği, temeli 1597’de atılıp 1663’de tamamlanan Eminönü Valide Sultan Camii (Yeni Camii) ile son bir yükselişe geçen Osmanlı mimarisi daha sonra şaheser niteliğinde eserler üretememiştir.

İslâmiyet’in evrensel varlık bilincinin ve insan hayatını şekillendiren yansımalarının yok olduğu günden beri ne hazindir ki, Müslüman toplumlar büyük ve şerefli tarihî geçmişleri ile ilişkisi olmayan bir kültürel yıkıntı ve sefaleti yaşamaktadırlar. / s. 94

 

Mimar Sinan’ın Çağı

İslam’da temel kabul olan tevhid kavramı yeryüzündeki her yer ve her anı mutlak varlığın bir tecellisi olarak algılamayı öngörür ve bu nedenle de sanat alanındaki üslûpların temelini oluşturur.

 

İlk Eserleri

Haseki Hürrem Sultan Kulliyesi

Mimar Sinan 1538’de, 49 yaşında iken Acem Ali’nin vefatı üzerine mimarbaşılık (Ser mimârân-ı hassâ) makamına getirildi. / 1 yıl sonra / Haseki Külliyesi, Sinan’ın mimarbaşı sıfatıyla gerçekleştirdiği ilk iş olmuştur.

 

Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi

 

Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi

 

Şehzade Mehmed Külliyesi

Caminin inşaatına başlanacağı sırada en sevdiği şehzadesi Mehmed’i bir hastalık neticesinde kaybeden Sultan Süleyman, caminin onun hatırasına inşa edilmesini emretti.

 

Süleymaniye Külliyesi

Mimarlık mirası, onu gerçekten tanıyanların ve tarihî tecrübeyi en iyi bilenlerin emanetindedir.

 

Süleymaniye, Sinan için Ayasofya’yı hem yüceltmek, hem de eksiklerini aşmak için bir başlangıçtır.

 

Şehzade ve Süleymaniye’den Selimiye’ye

 

Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi

 

Lüleburgaz Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, Hadim İbrahim Paşa Camii Ve Sinan Paşa Camii

 

Haseki Hürrem Sultan Hamamı

 

Rüstem Paşa Camii

 

Zal Mahmud Paşa Külliyesi

 

Büyük Çekmece Köprüsü, Sokullu Mehmet Paşa Mescidi ve Kervansarayı

 

Mağlova Su Kemeri

 

Edirne Selimiye Camii

 

Mimar Sinan’ın Son Dönem Eserleri

Son dönem eserleri derinliğine incelendiği takdirde Sinan’ın bu eserlerinde kendisinin değil, yardımcılarının etkili olduğuna dair sathî yorumların geçersizliği açıkça anlaşılacaktır.

 

Tezkiretü’l-Bünyân’da Sinan’ın inşa ettiği belirtilen 33 saraydan günümüze yalnızca Topkapı Sarayı’nda III. Murad için inşa ettiği bir oda ulaşabilmiştir.

 

Ayasofya Minareleri

Ayasofya’ya birinci minare Fatih döneminde, ikincisi Yavuz Sultan Selim döneminde inşa edilmişti. Sinan’ın tasarımı olan ve önceki iki minare ile kıyaslanmayacak kadar kalın gövdeli iki minare, yapıyı batı yönünde âdeta zemine bağlayan iki güçlü odaktır

 

Kadırga Sokullu Mehmet Paşa Camii

 

Azapkapı Sokullu Mehmet Paşa Camii

 

Piyale Paşa Camii

 

Kılıç Ali Paşa Camii

 

Üsküdar Şemsi Paşa Külliyesi

 

Mimar Sinan’ın Mimarlık Mirası

Sinan’ın sivil mimarlık mirasının neredeyse tamamına yakını, dinî yapılarının da önemli bir kısmı, takib eden Osmanlı nesilleri tarafından tahrip edilmiştir. Mesela Sokullu Mehmet Paşa ve Rüstem Paşa’ya ait yönetim merkezleri olan muhteşem saraylar 17. asrın ilk yıllarında Sultanahmet Camii’ne yer açmak, Kanuni Sultan Süleyman’ın Üsküdar Sarayı ise 19. Asrın başlarında III. Selim tarafından yerine askeri kışla yaptırmak amacıyla yıkılmıştır.

 

Albaraka Türk Yayınları, 2005

Turgut Cansever - Kubbeyi Yere Koymamak

Kubbeyi Yere Koymamak

Kubbeyi Yere Koymamak, Turgut Cansever’in diğer kitaplarında ele aldığı temel konulara giriş mahiyetindeki konuşmalarından teşekkül ediyor.

 

BİRİNCİ BÖLÜM / MİMARÎDE AŞKIN ÇÖZÜMLEME

MİMARÎ FELSEFESİ

“Mimarî’de yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye’dir”

Söyleşi: Ömer Madra-Fuat Şahinler

Din bir kâinat görüşünden, bir varlık görüşünden hareket ederek, yani metafiziğin kaynaklarından hareket ederek insanların nasıl davranmaları lazım geldiğine dair modeller, standartlar geliştiriyor.

Eğer davranışın bir standardı varsa, davranışını çevreleyecek mekânın, vücuda getirdiklerinin de o davranışın standardına uygun, onu tamamlayan bir niteliği olması gerekiyor.

 

Her nesil ne olduğunu yeniden anlamak mecburiyetindedir.

 

Anadolu’da bir genç insan çırak olarak verilip, 5-10 sene çırak olarak çalışıp usta olduktan sonra kalfa, yani halife, yani mimarın halifesi oluyor... Kalfa, ‘halife’ kelimesinden geliyor,

 

“İslâm kültürü büyük çelişkilere büyük çözümler getirmiştir”

Söyleşi: Nevzat Sayın

…tevhid ilkesi. İnsanın söylediğiyle yaptığının tamamen aynı olması lazım geldiği şeklindeki ilke. İnanç ile yapılan arasındaki münasebet bütünlüğünü modern İslâm âlemi hiçbir şekilde tesis edemiyor.

 

Esasında sanat eseri bugünkü kapitalist sistemde, bu kültürlerin hiçbirinde böyle üretilmedi. Ne Uzakdoğu’da, ne Batı Ortaçağında, ne Osmanlı dünyasında müteahhit denilen müessese yoktu

 

“İnsanlık tarihinin en yüksek çözümlemesini yok ettik!”

Söyleşi: Mustafa Kutlu

Rönesans resminde, bakan gözün bulunduğu noktadan ne görülüyorsa o anlatılır.

Modern mimarînin teknolojiyi temel tayin edici unsur olarak kabulü ile içine düştüğü tek yönlülük ve ifade sathîliğinin aşılması zarureti, insan varlığını yapının ana ögesi sayan yeni yaklaşımlara Türk ev ve konutlarının yalnız üslûp düzeyinde değil, varlığın bütün alanlarına şamil sorunların çözümünde de ışık tutacaktır.

Nietzsche: Batan güneşi severim, çünkü doğacaktır…

 

“Rönesans varlığın bütünlüğünü gözden kaçırdı”

Söyleşi: Sefa Kaplan

Tek görüş açısından bütün varlığın kavranabileceğine yönelik insan-merkezli düşünce, insanlık tarihinde çok nadir bir hadisedir. Rönesans dışında neredeyse yoktur.

İnsanın iradesini, çevre karşısındaki duyarlılığını elinden alan ve insanları teknokratlara esir eden 20. asır kadar tahripkâr, 20. asır kadar insanlık tarihinde büyük felaketlere sebep olmuş başka bir çağ olmadı.

…evleri nasıl inşa etmeli ki gelecek nesiller güzel hayatlar yaşayabilecekleri güzel bir çevreye sahip olabilsinler?

 

“Mimarlığın bir üst düzey yaklaşımla yönlendirilmesi gerekir”

Bugün kültür dediğimiz her şey kaçınılmaz bir biçimde mekân içerisinde cereyan eder. Mekândan arındırılmış hiçbir gelişme olmaz. Mekâna ait meselelerin idraki ve bilinci olmadığı zaman, diğerleri tamamen boşta, kopuk, tutarsız teşebbüsler olarak kalır. Anlam bütünlüğünü kapsamaz ve ortak zemine sahip olamazlar. Mimarînin 20. yüzyıldaki sefaletinin ana sebeplerinden biri bu.

…biçim ile inanç arasında katiyen ayrılmayan bir bağ, bir bütünlük vardır. Sizin bir an, teknolojinin ürettiği bir şeyin kendi başına bir çözüm olduğunu düşünmeniz de bir inançtır fakat / Teknolojiyi ilâh yapmaktır bu.

 

“Mimarî, insan ile varlık arasındaki ilişkiyi düzenleyen disiplindir”

 

“İslâm, bir şehir dinidir”

Söyleşi: Mustafa Armağan

Bir neslin şehri inşa ederken müteakip neslin hayatını tamamen donduracak şekilde kalıcı yapılar yapması, bir neslin diğer neslin hayatına tahakküm etmesi anlamına gelir. Bu da, en fazla kalıcı olmak, en fazla tahakküm etmek tavrını yaşatmış olan Mısır Firavun kültürünün uzantısı olmak demektir.

 

İKİNCİ BÖLÜM / OSMANLI ÇÖZÜMLEMESİNDEN POSTMODERNİZME

“İslâm şehri insanlık tarihinin en müstesna ürünüdür”

Söyleşi: Mustafa Armağan

Fatih kalkıp, şehri Theodoros’un kurduğu yerden alıp yarımadayla Küçük Çekmece arasında Paris gibi yekpare bir şehir haline dönüştürebilirdi. Bu yapılmadı. Topoğrafyanın verdiği bu imkândan yararlanarak İstanbul yarımadası, Eyüp Sultan gibi mukaddes bir mevkide, bir ziyaretgâh etrafında bir şehir, Galata’da ticaret şehri, Üsküdar’da imalat merkezi ve bunun dışında bir sürü bağımsız tarım ve küçük el sanatlarına dayalı yerleşmeler, köyler oluşturuldu. Bu tam bir metropol yapısını andırıyor.

 

“Osmanlı şehirleri güzelliğin yaşandığı yerlerdir”

Söyleşi: Selman Tan-Refik Tuzcuoğlu

Osmanlı şehrinde mahalle, herkesin birbirini tanıdığı bin kişilik âdeta büyük bir aile tarzındaydı.

İstanbul’u yeniden sıhhatli ve yaşanılır bir şehir haline getirmek mümkün mü?

Sözünü ettiğim şey Türkiye’nin geleceğidir. İstanbul bu şekilde teşkilâtlandırılmazsa Türkiye hakkındaki kararlar başka yerlerde alınacaktır.

 

“Sadelik İslâm kültürünün temel özelliğidir”

Söyleşi: Mustafa Armağan

 

“Mimarın görevi dünyayı güzelleştirmektir”

Söyleşi: M. Âkif Çankırılı

…ufkî yerleşme düzeni, şakulî yerleşme düzeninden daha fazla arsa gerektirmemektedir. Ayrıca ufkî yoğun yerleşme düzeninin, bütün toplumların en önemli ahlâkî çözülme sebebini teşkil eden arsa ve bina spekülasyonunu sona erdireceği ve 1.000 kişinin yerleşeceğe alana 5.000 kişiyi insanî ihtiyaçları hiçe sayarak, beton yığınları içine tıkıştırarak gerçekleştirilen vurgun yolunu kapatacağı kesindir. Bu çözüm, arsa ve bina spekülatörleri ile bunlara imkân veren imar planlarını düzenleyenler tarafından engellenmektedir.

 

Allah’ın yarattığı dünyanın güzelliğini idrak etmeyen, kendisini bu dünyayı güzelleştirmekle yükümlü saymayan, toprağı kısa vadeli çıkar ve talan aracı olarak gören nesiller tarafından dünyanın kirletildiği 20. asırda insanın kendisine temiz ve güzel bir çevre, şehirler, mahalleler ve evler geliştirmesi de imkânsızdır.

 

…inşa ettiğimiz yapılar çirkin iseler onların çirkinliği, onları meydana getirenin inanç ve davranışlarından ayrı tutulamaz. Tevhidî inancın en vahim tahribatı, gizli şirk ile vücut bulur.

 

“Ülkemizde mimarî bir kimliğin varlığından söz etmek imkânsızdır”

 

“Millî mimarîmiz aslına geri dönmeli”

Söyleşi: Ayla Ağabegüm-Belkıs Kabaklı

Türkiye’de yeniden insanca bir yaşama çevresi vücuda getirilmesi için bütün kültür faaliyetlerinin insanca yaşama biçimini en yüksek özellikleriyle tanıtmaya yöneltilmesi gerekir.

Osmanlı edebiyatı ile Osmanlı mimarîsi birbirinin ayrılmaz parçalarıdır.

 

“Cumhuriyet, cami mimarlığını ihmal ederek marazîleştirdi”

Söyleşi: Aykut Köksal

1839 Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması’ndan sonra Osmanlı mallarının satılmasını zorlaştırmasının sonunda başta dokumacılar olmak üzere loncalar M. Reşid Paşa’ya isyan ediyor. Sonuçta lonca teşkilatı kaldırılıyor.

 

İslâm kültürü içinde temel inancın bütün dünyayı aynı kılığa sokmamak olduğunu konuştuk. Kültürün evrensel nitelikleri zedelenmeden mahallî ürün üretmenin mümkün olduğunu belirttim.

 

“İstanbul’un fethi mimarî fetihle tamamlandı”

Söyleşi: Beşir Ayvazoğlu

Tanzimat her şeye rağmen İstanbul’u bütünüyle tahrip edemiyor

Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması liman şehri olarak İstanbul bir anda büyüyor ve 1870’te, yani 30 sene içinde nüfusu 870 bine ulaşıyor.

Menderes dönemi / İnşaat Dairesi Başkanlığı / Bu dairenin başında Menderes döneminde Rıza Bey diye biri bulunuyordu.

Rıza Bey, Salıpazarı, Haydarpaşa ve Yenikapı’da kurulacak limanlarla ilgili 3 projeyi Menderes’in önüne getiriyor.

Menderes, 1958’e kadar Haydarpaşa, Salıpazarı ve Yenikapı limanlarının yapılmasına razı olmuyor, direniyor.

Menderes’in emri üzerine Prof. Hanrad’a, Türkiye limanları ve stratejik ulaşım aksları için bir proje sipariş ediliyor.

Hanrad, raporunu 1959 sonunda bitiriyor ve Rıza Bey’e veriyor. Rıza Bey, bu raporu kendi odasındaki kasalara kilitliyor ve ancak vefatında raporlar ortaya çıkıyor. Prof. Hanrad Haydarpaşa Limanı için, “Bu müthiş bir yanlış, katiyen olmamalı. Bir geminin malı Haydarpaşa Limanı’yla İzmit Limanı’na getirmesi arasında hiçbir maliyet farkı olmaz. Fakat bu mallar Haydarpaşa’ya indirilirse 100 kilometrelik karayolu taşımacılığı Türk ekonomisi için çok ciddi bir kayıp olacaktır” diyor. Çünkü gelen mallar Anadolu’ya sevk edilecek. İzmit’ten mi sevk etmek daha kolay, Haydarpaşa’dan mı? Buna rağmen Rıza Bey, Haydarpaşa Limanı’nı inşa ettiriyor ve raporu saklıyor.

 

“Edirne’ye iki yüz bin gül getirmek”

Söyleşi: Mustafa Armağan

İstanbul’da küçük evlerin arasındaki insanların çok iri gözükmeleri

 

“S. H. Eldem, inandıklarıyla değil, virtüözlüğüyle öne çıkmayı tercih etmiştir”

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM / EV’DEN KONUTA

“Yeni konut politikalarının tespit edilmesi zorunludur”

Söyleşi: Barbaros Sağdıç

Beyazıt Meydanı…

Hz. Âdem ile Havva işledikleri günahın, Allah’ın emirlerine karşı geldiklerinin farkına varıyorlar ve pişman oluyorlar. Pişman olunca, Allah affedici olduğu için günah kalkıyor. Fakat dünyanın farkına varıyorlar.

Dünyanın farkına varan, tek mahluk oldukları için onun sorumluluğunu da taşıyacak varlık haline geliyorlar ve insan bu sorumluluğu yüklenince yeni bir vasıf kazanıyor.

 

“Konut sorununu aşmak, ancak toplumsal bir mutabakatla mümkündür”

Söyleşi: Sönmez Targan

 

“Konut meselesi sil baştan ele alınmak mecburiyetindedir”

Söyleşi: İhsan Bilgin

 

“Sorumsuz insanlar olduk”

Söyleşi: Osman İridağ

Amaç para kazanmak olduğu için de, içinde oturacak insanlar düşünülmüyor.

 

“Şehirler zorunlu iskân alanlarıdır”

Konuşan: Eyüp Can

İngiltere’de 1946’dan sonra inşa edilen çok katlı ikamet binalarını Thatcher, başbakanlığa geldiğinde toplumsal bir mutabakatla yıkma kararı aldı.

Çünkü bu binalar insanların yaşaması için uygun yerler değil.

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM / HABİTAT VE ŞEHİR

“Devlet, konut konusunda yönetici değil, yönlendirici olmalı”

Söyleşi: Uğur Tanyeli

Fransa, dünyada apartmanı şehirlerine getiren ilk ülkedir.

 

“Habitat’ın amaçladığı çokseslilik Osmanlı’da zaten mevcuttu”

Konuşan: Mustafa Armağan

Bugün Çukurova’da yılda üç ürün veren topraklar üzerine fabrikalar kuruluyor ve onların kirlilikleriyle tarım topraklarını öldürülüyor…

 

“Şehirleri ihanet vurdu”

Konuşan: Fehim Taştekin

Türk-İngiliz Ticaret Anlaşması, ithalatı teşvik eden, üretimi ise tamamen tahrip edip ihracatı imkânsızlaştıran hükümler içeriyor. Bu anlaşma sonucunda Osmanlı ürünleri dünyada satılamaz hale gelince üretim merkezleri çöküyor. Buralarda nüfus, ithalatın yapıldığı limanlara kayıyor. Loncalar buna karşı çıkıyor. Osmanlı tarihinde ilk kez üretici loncalar, 1839’da İngiliz Ticaret Anlaşması müzakerelerine sokulmuyorlar. Bunun sonunda üretim alanları boşalıyor ve limanlar doluyor.

 

“Mimarî, hayatın bütün alanlarını kapsayan bir hazinedir”

Konuşan: Ümmet Karakoç

Çeşitli kültürlerin kendilerine göre şehir çözümlemeleri var. Sadece Bursa ile Isfahan ve Pekin’i mukayesemiz saatler sürer ama hiçbir şehirde insanlık tarihi boyunca Osmanlı şehirleri kadar tabiatla, insan eliyle üretilmiş sunî dünyanın yüce güzelliği bir araya getirilememiştir.

Büyük halk kitlelerine, onların geleceği için Türkiye’de şehirlerin doğru kurulması, köylerimizin sağlıklı evlerle techiz edilmesi lâzım. Bu çözümlerin birinci unsuru, devletin, şehirlerin kurulacağı arazileri açmasıdır. Devlet, ailesine ev yapmak isteyen kişiye, ev arsasını şehir planının getirdiği kurallar çerçevesinde evini yapmak kaydıyla bedava vermelidir. Ama arsayı verdiği kişi mahallenin altyapı masraflarına, payına düşen ne kadarsa onu ödeyerek katılmalıdır. Sanayicilere arsa bedava verilmelidir. Fakat sanayi alanının altyapı masrafını sanayici karşılamalıdır. Türkiye’de bir sanayici fabrikasını kurabilmek için senelerce arsa arıyor. Halbuki ülkenin neresini isterse oraya fabrikasını kurmalıdır. O yer, yalnız fabrikayla ilgili değil, yanında fabrikada çalışacak işçilerin mahalleleri olan bir şehir parçası olmalıdır.

 

“İnsanlar, çevreyle aralarına sunî sınırlar getiriyor”

Konuşan: Ali Gevgilili

…gecekonduların maliyeti, normal yapı yöntemlerine göre iki kat daha fazladır.

 

“Varlığın bütününü görememek şirke açılan bir kapıdır”

Ali Gevgilili’nin Yönettiği Bir Açık Oturumdan Derlenmiştir.

Güç artırma özlemi, gerçekte dünyayı etkisi altında tutan Batı kültürlerinin oldukça eski bir özlemidir. XIV. Louis’nin her şeyi bir noktadan yönetme tutkusu ile başlayan bu ihtiras, zamanla, insanların varlığı anlamalarını zorlaştıran Barok kültüre dönüşmüştür.

 

Turgut Cansever, Timaş Yayınları

… 

Turgut Cansever - İslâmda Şehir ve Mimari

İslâmda Şehir ve Mimari

Turgut Cansever

(özet) 

Mimarlık varlığın bütün alanlarını kapsayan bir disiplindir. Bu sebeple başarılı bir mimarlık faaliyetinin gerçekleşmesi, kültürel oluşumun temel bir göstergesidir.

…mimarîyi belirleyecek temelleri ancak yüksek kültür çağları tarif edebilmiş

 

…gösterişçiliğin hâkim olduğu 20. Asırda / dünya böylece insanlık tarihinde daha önce benzeri olmayan bir kültürel kirlenmeye uğratılmış bulunmaktadır.

 

Kültürel kirlenme, özünde, teknolojiyi kendi başına yaratıcı güç addetmek gibi temel bir yanılgıyı taşımaktadır.

 

Birinci Bölüm / İslâm’da Şehir ve Mimarî

İslâm ülkeleri, kültürel ve dinî kimliklerini reddetmelerinin sonucu olarak, kendi tarihî mimarlık miraslarını Batılı yayınlar ve araştırmalardan öğrenmek ve bunlar vasıtasıyla geçmişlerini değerlendirmek gibi garip bir durumla karşı karşıya kalmışlardır.

 

İslâm âleminin görevi, İlahî Hakikat’in ve mazilerindeki tecrübelerin şuuruna varmaya çalışmak olmalıdır.

 

Batı dünyası / düalistik / dikkatini yalnızca maddî ve ruhî düzeyler üzerinde yoğunlaştırmış / Batı felsefesine egemen olan rakip, çatışan akımlar bu eksik varlık telakkisinden beslenmiş…

…varlığın dört düzeyi / maddî düzey, biyo-sosyal düzey, psikolojik düzey ve ruhî-aklî düzey.

 

Mimarî, insanın çevresini biçimlendirme çabasının ürünüdür.

mimarî, maddî, biyo-sosyal, psikolojik ve ruhî-aklî varlık düzeylerinde geliştirilir.

 

İnsan çevresini biçimlendirirken ya psişik hayat güçlerinin etkisi altındadır yahut doğrudan doğruya onlar tarafından yönlendirilmektedir.

 

İki ev arasındaki mesafe / iki tür güç ve tavrın sonucudur: Birincisi korku, işbirliği ihtiyacı ve sosyal dayanışma, ikincisi ise güvenlik, mahremiyet ve ferdiyettir.

…insanî duygular, tavırlar ve haller sanat eserine biçim ifadeleri olarak yansır.

Üslûp, her türlü pratiğin (amel) ve bütün pratik ve davranış alanlarındaki her türlü kararın biçim ifadesidir.

 

Mekânın, zamanın bir işlevi olarak organize edilmesi demek olan “ritim”

 

Müslüman’a ait bir mimarî ancak Tevhid kavramı üzerinde geliştirilmelidir.

 

“Her şeyi doğru yerine koymak” (adalet), İslâm mimarîsini tasarlamak için atılması gereken ilk adımdır.

İslâm mimarîsi malzemeyi olduğu gibi, neyse o olarak kullanır

 

Ev, harem ve selamlık olmak üzere iki bölümden meydana gelir ve genellikle bir avlu etrafında teşekkül etmiştir. Bir İslâm şehrinde sokakta oturmaya izin verilmez. Oturulacak ve toplanılacak yerler mescitler ve evlerdir. Sokak, evlerle tarif edilmiştir. Avlu, evi dış dünyadan muhafaza eder.

 

Evler tahta yahut kerpiç gibi kısa ömürlü ve yeniden kullanılabilen malzemelerden inşa edilirdi.

Odaların çok amaçlı kullanımı da genel bir tavrı belirler.

 

İslâm mimarîsinde iklim pasif metotlarla kontrol edilmiştir.

…israf ve gereksiz masraflara İslâm mimarîsinde izin verilmez.

 

Haller, Makamlar ve Mimarî Tezahürleri…

Hıristiyan Batı kültürünün insanı ümitsizliğe sevk eden, karanlık, kasvetli, dramatik boşluğu…

Modern dünyanın vahşî (brutalist) tavırlarının sonuçlarıyla ve Barok’un huzursuzluğuyla sükûnet ve mutluluk gibi etkileri de karşılaştırabiliriz.

Sonuç olarak mimarî bir “irade” yahut “kudret” sembolü değildir. Başka deyişle bir fetiş (şirk) nesnesi haline gelmemiştir.

 

…üslûp, inançlarımızın doğrudan bir yansımasıdır; zira inançlar ile ameller (eylemler) arasında kopmaz, saf, samimî ve mutlak bir ilişki vardır.

 

…modern çağ, kendi fetişizmlerinin (şirklerinin) bile bilincinde olmayan bir trajik bilinçsizlik çağıdır.

 

…tarihî formların gayrisamimî kullanımı, kesinlikle insanlık tarihinde görülen en dramatik kültürel kirlenmedir.

 

Antik Mısır kültürü, inanç sistemiyle uyum içerisinde ebedîleşmeyi amaçlar, bu yüzden ebediyetin, devasa ölçeklerin ve kalıcı olanın mükemmel bir tezahürünü ifade eden piramitleri inşa eder.

 

Ortaçağda, Kilise yönetiminin mütehakkim, emredici iktidarının sembolü olan Gotik mimarî, insanı zapt etme ve sürükleme özelliğine sahipti.

Barok çağı, insanı din-dışı bir yaratık haline getiren bilinç ve sorumluluğun inkârının son safhasını oluşturmaktadır.

 

İslâm Mimarîsinin Temel Meseleleri

Wölfflin, bir sanat eserinin biçimini tayin eden temel özellikleri beş kategoride tasnif etmektedir:

1. Doğrusal - resimsel

2. Satıh - iç

3. Kapalı - açık

4. Çokluk - birlik

5. Konunun mutlak ve nispî berraklığı

 

Barok dönemi, maddenin ortadan kaldırılması için ışık ve gölgeden yararlanır. 19. yüzyıl Romantizmi yahut Empresyonizmi, renk kullanarak duygulara başvurur…

 

Barok sanat, hareketin sonsuzluğunu vurgular ve sınırlara seyyâliyet getirir; oysa İslâm’daki tevhid, parçaların (yani ferdlerin, tektoniklerin) karakter ve niteliğini tahrip eden bir sonsuzluk telakkisine asla izin vermez.

 

Mimarîde Türk Millî Üslûbu

Din, insanlığın bütün kültür çağlarının düzenleyici temel müessesesi, üslûp da onun biçim alanındaki tezahürüdür.

…her yaptığınız şey mutlaka inancınızın tam bir inikâsı (yansıması) olacaktır

 

Üslûp “şekle” ait bir vasıftır. (yani zaman ve mekâna tâbidir, somuttur)

Bütünlük…

 

İKİNCİ BÖLÜM / ŞEHİRDEN KONUTA

Mimarî Üzerine Düşünceler

Konutların biçimlenmesi, komşuluk ilişkilerinin oluşturulması ve gelişmelerinde, kullanıcıların ve ev sahiplerinin karar verme hakkının yeniden tesis edilmesi zarurîdir.

 

Hz. Âdem ve Hz. Havva, şeytanın dürtüsüyle memnu meyveyi yiyor ve günahkâr oluyorlar, fakat daha sonra pişmanlık duyuyorlar. Allah affedici ve koruyucu olduğu için günah affediliyor fakat insan bu af dolayısıyla çevrenin farkına varan bir yaradılmışa dönüşüyor. İnsan, çevreyi fark eden tek canlı olduğu, çevrenin sorumluluğunu yüklendiği ve çevreyi yeniden şekillendirme ve koruma imkânına eriştiği için Allah’ın dünyadaki halifesi haline dönüşüyor...

 

Şehir

Şehir, ahlâkın, sanatın, felsefenin ve dinî düşüncenin geliştiği ortam olarak, insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı ortamdır.

 

Şehirlerin, mahallelerin, evlerin ve insanların dünya ile ilişkisini, yaşama ve davranış biçimini belirleyen çerçeveler olarak şekillendirilmesi ile de bu birimler insanın kendisini ve gelecek nesillerin yaşama biçimini belirleyen inançlarının tam bir tezahür alanı olmaktadır.

 

Ev, bağımsız yaşama birimleri olan “otağ”dan türediği bilinen “oda”ların bir araya getirilmesi ile teşekkül etmiştir. Odalar, bağımsız varlıklarıyla tektonikler olarak bütünlüğe tezyînî bir düzen ile katılır.

 

Osmanlı şehirlerinin kuruluşunda evvela işçilerin temizliği için hamamın, bilginin oluşması için medresenin ve daha sonra da imanın merkezi olarak caminin inşa edilmesi ve çarşıların, evlerin, cami, medrese ve hamamdan oluşan merkezden dışa doğru uzanan yollar üzerinde geliştirilmesi…

 

Mesken Mimarîmizin Temel Meseleleri

...çok katlı ve büyük apartman blokları inşa etmekten vazgeçmek ve 1, 2, 3 katlı evler ile ufkî (yatay) yoğun konut yerleşmeleri inşa etmek gereklidir.

Misafir odası, oturma odası, yatak odası gibi ayırımlar kayıpların belli başlılarıdır.

Çok maksatlı kullanışa göre (odaların oturma, yemek ve yatak odası olarak kullanılması şeklinde) düzenlenmiş ev planları…

 

Çevre bilinci oluşunca ve çevrenin sorumluluğunu üstlenince beşer insana dönüşür.

 

Türk Evi ve Konut Sorunumuz

Evsizlik…

 

…loncaların 1840’da Mustafa Reşit Paşa tarafından feshedilmesi

 

Evler arasındaki ilişki, “bitişik”, “ayrık”, “yakın”, “uzak”, “aynı hizada”, “farklı hizada” olmak, yol ile aynı yönde veya farklı yöne dönük olmak gibi pek çok biçimde ortaya çıkar. Evlerin arasındaki bu mesafe ilişkisi her evin komşularına göre, / şekillenir.

 

Davranış biçimlerini, insanların inançları ve ruhî halleri belirler. İnsanların ruhî halleri ve psişik dünyaları ise hayvanlarınkinden farklı olarak terbiye yoluyla şekillendirilir.

Dev, despot, gizli, karanlık güçler, sermaye veya devlet olarak esir ettikleri insanı tahakküm amaçlarının küçük değersiz aleti olarak kullanmakta, ezip yok etmektedir.

Sermayeye veya devlete yeni bir anıt dikmek mimarînin görevi olunca, mimarlar da bütün insancıl tavırları ve sorumlulukları bir kenara atarak, her işi gelecekte alınacak bir işin reklamı saymış, her defa yeni soytarılıklar yapmayı mesleğin temel özelliği haline getirmek zorunda kalmış ve mimarî bir endüstri düzeyine indirilmiştir.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM / MİMARLIK MİRASI VE KORUMA

Mimarlık Mirasımız ve Kültürümüzün Geleceği

…varlığın sorumluluğunu yüklenmek suretiyle “beşer”, “insan”a dönüşür

 

Çevreye verdiğimiz biçim, davranış tercihlerimizi ve bu tercihlerimizdeki ahlâk ve varlık telakkimizi, inancımızı yansıtmaktadır.

 

Koruma fikri…

 

10 milyonluk İstanbul’da insanlar yılda 280 trilyon lirayı evleriyle işleri arasında gidip gelmek için harcıyorlar.

20 milyonluk Frankfurt Metropolünde yalnız 68 trilyon harcanıyor ulaşıma. Aynı ölçülerle hesap ettiğimizde 10 milyonluk İstanbul’da kişi başına 10 defa fazlası ödenmektedir.

100 bin kişiye kadar insanın yaşayabileceği şehirlerin maliyeti, daha büyük şehirlerin inşa ve işletme maliyetinin yarısı kadardır.

 

Timaş Yayınları