1 Kasım 2025 Cumartesi

Şimdiki Zamanın Haritalanması - Notlar

 

Stuart Elden - Şimdiki Zamanın Haritalanması - Notlar

Heidegger, Foucault ve Mekânsal Tarih Projesi

Mapping the Present Heidegger, Foucault and the Project of a Spatial History, Continuum, New York, 2001

 

Kitap büyük ölçüde 1999 yılında Brunei Üniversitesi'nde tamamlanan doktora tezine dayanmaktadır.

 


Giriş

Yirminci yüzyılın en etkili iki Avrupalı ​​düşünürü Martin Heidegger ve Michel Foucault

Foucault, ölümünden hemen önce verdiği bir röportajda önemli bir yorumda bulunmuştur:

“Heidegger benim için her zaman temel filozof olmuştur. Önce Hegel'i, sonra Marx'ı okudum ve 1951 veya 1952'de Heidegger'i okumaya koyuldum; sonra 1952 veya 1953'te... Nietzsche'yi okudum... Tüm felsefi gelişimim Heidegger okumamla belirlendi. Yine de Nietzsche'nin ondan daha ağır bastığını kabul ediyorum.”

 

…bu kitap, bu iki düşünürün tarihsel ve mekânsal yaklaşımları ve hatta genel olarak mekân ile tarih arasındaki ilişki konusundaki ilişkileriyle ilgilenmektedir.

 

Soybilim (genealogy) kavramının kökeni, 1930'lar ve sonrası Heidegger'den gelen tarihsel ontoloji kavramına dayanır.

 

Foucault'nun çalışmalarında mekânın önemi (akıl hastaneleri, hastaneler, veba kasabaları ve hapishaneler üzerine yaptığı analizler de dahil olmak üzere) sıklıkla göz ardı edilmektedir.

Deliliğin Tarihi: mekânın politik olarak nasıl kullanıldığına odaklanır.

 

…bu kitabın amacı mekânsal bir tarihe teorik bir yaklaşım sunmak. Foucault'nun tam da bunu yaptığını ve mekân anlayışının ve mekânsallaştırılmış bir tarih kullanımının Nietzsche okumasına değil, en önemlisi Heidegger okumasına borçlu olduğunu öne sürüyorum.

 

Bölüm Bir: Uzay ve Tarih Varlık ve Zaman

Heidegger, Husserl'in tarih dışı fenomenolojisinin aksine, tarihi felsefenin esas bir denge unsuru olarak görmektedir.

 

Heidegger, ontik ve ontolojik bilgi ayrımı yapar: Ontik bilgi, varlıkların kendine özgü doğasına ilişkin bilgidir, bilimlerin bilgisidir; oysa ontolojik bilgi, böyle bir teorinin (bilimin) dayandığı temeldir.

…hakikate esas olan varlık türü Dasein karakterindedir, tüm hakikat Dasein'ın varlığına görelidir.

…hakikatin yalnızca Dasein'ın varlığına bağlı bir bağlamı vardır

Bundan açıkça anlaşılacağı üzere, varlık değişirse veya tarihselleştirilirse, hakikat de değişir.

 

Heidegger'in tarih modeli Nietzsche'nin Zamansız Meditasyonlar eserinden gelmektedir.

 

Nietzsche'ye göre tarih nesnelliğe sahip değildir ve bu amaçlandığında genellikle büyük zararlar ortaya çıkar. Tarih öznel olmak zorundadır ve bu nedenle tarihçilerin, çalışmalarının hangi amaçlara hizmet ettiğinin farkında olmaları gerekir.

Nietzsche geçmişi incelemenin, bugünü ve dolayısıyla geleceği etkilememizi sağladığının farkındadır.

Dasein, gelecek ve olmuş olanın şimdiki zamanda birleştiği şekilde kendini zamansallaştırır... Hem anıtsal hem de antika olan tarih yazımı, özgün olarak, zorunlu olarak "şimdiki zaman"ın bir eleştirisidir. Özgün tarihsellik, bu üç tarih yazım biçimini birleştirme olasılığının temelidir.

Antikacı yaklaşım geçmişe, yaşanmışlığa; anıtsal olan geleceğe; eleştirel olan ise bugüne odaklanır.

Heidegger, Nietzsche'den bu sonuncusunu okurken ayrılır, Heidegger şunu öne sürmüştü: tarihin eleştirisi her zaman yalnızca bugünün eleştirisidir.

Dasein, gelecek ve olmuş olanın şimdiki zamanda birleştiği şekilde kendini zamansallaştırır...

 

Heidegger, Dasein (orada-varlık) ve Dünyada olmak (Dünyada-varlık) gibi terimlerinin mekânsal olarak değil, varoluşsal olarak anlaşılması gerektiğini savunur.

Heidegger, mekânla geometrik olarak değil, günlük kavramlar olan yakınlık ve yönlülük aracılığıyla karşılaştığımızı öne sürer.

Heidegger, gerçek karşılaşmalarımızın soyutlama düzeyinde değil, eylem (Aktion) ve kaygı (Sorge) düzeyinde gerçekleştiğini savunur.

Her varlık, varlığında belirli bir yere veya konuma yönelik bir yönergeye sahiptir. Mekân, varlığın varlığının kurucu unsurudur.

 

Aristoteles, yerin bir dynamis'e (güç/kuvvet) sahip olduğunu söyler. Heidegger bu terimi ontolojik bir anlamda yorumlar:

"Yer, bir varlığın orada olma yeteneğidir... Mekân, varlıkların varlığının kurucu unsurudur."

 

Heidegger, Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi’ni neo-Kantçılarının yaptığı gibi bir epistemoloji (ontik bilgi teorisi) olarak değil, ontolojinin içsel imkanını sorgulayan bir aşkın felsefe (ontolojik bilgi) olarak okur.

Heidegger'e göre Kant'ın temel sorusu, "Sentetik a priori yargılar nasıl mümkündür?" sorusu, "Ontolojik bilgi nasıl mümkündür?" sorusuna eşdeğerdir.

Kant'ta bu, hayal gücünün saf üretken gücüne ve sonuç olarak zamansallığa dayanır.

 

Kant, Transandantal Estetik'te zaman ve mekanı sırayla ele alır, ancak zamanın mekana göre önceliğini vurgular.

Mekân / Dışsal sezginin saf biçimi; fiziksel olanın biçimsel koşulu.

Zaman / İçsel sezginin saf biçimi; hem ruhsal hem de dışsal deneyimin biçimsel koşulu.

Heidegger, "dünyada olmanın zamansallığı böylece ortaya çıkar ve aynı zamanda Dasein'ın özgül mekânsallığının temeli haline gelir" diye savunur.

 

Heidegger'in sonraki dönem çalışmalarında (Die Kehre), zamansallığın önceliğine dayanan bu Kantçı dürtüden uzaklaşarak, tarihsel bir ontolojiye geçer. Bu, özellikle Hölderlin ve Nietzsche okumalarıyla gerçekleşir.

 

Mevcudiyet (Parousia): Yunanca parousia (mevcudiyet/varlık), Latinceye töz olarak çevrilmiştir. Heidegger, doğru anlamının mevcudiyet olarak varlık olduğunu savunur.

Mekân ve Yer (Topos): Heidegger, "Yunanlıların 'uzay' için bir kelimeleri yoktu" der. Onlar uzamı genişleme (extensio) temelinde değil, yer (Ort, topos) temelinde deneyimliyorlardı.

 

Bu değişim, zaman/mekân ilişkisinin temelden yeniden düşünülmesine olanak tanır ve Foucault'nun mekânsallaştırılmış tarih yaklaşımını etkileyecek olan kritik adımdır.

 

İkinci Bölüm: Nazizmin Gölgesinde: Hölderlin ve Nietzsche'yi Okumak

Heidegger, 1935'teki Metafiziğe Giriş dersinde, Nietzsche'yi Nazi istismarından kurtarmayı amaçlar. Varlık sorusu tarihselleştirilmiştir ve tarihsel olanın önemi artmıştır.

 

İlk dizesi "Güzel mavilikte..." olan bir şiirden:

Kazanımlarla dolu ama şiirsel olarak insan bu dünyada yaşıyor.

Bu dize soyut mekân yerine yaşanmış mekânı (place) vurgular.

 

Hölderlin'in nehirler üzerine yazdığı ilahiler ("Ren," "Germania"), Heidegger için vatan (Heimat) kavramının merkezindedir.

 

Hölderlin'in "İster" (Tuna Nehri) ilahisi

Heidegger bu şiirle ilgili derslerinde  "Şimdi" ve "Burada" kavramlarını birlikte inceler.

Biraz ileride, nehrin "Şimdi'yi terk ettiğini" öne sürer; bununla kastettiği, zamanın durağan kalmadığı, "geçmişe veya gelecekte olana geçtiği"dir

Bu ders, Varlık ve Zaman'daki zamanın mekân üzerindeki üstünlüğünü terk etme çabasını derinleştirir.

Heidegger, modern teknolojinin zaman ve mekânı koordinatlar (x, y, z, t) olarak eleştirir, çünkü bu dünyanın sömürülmesine olanak tanır.

 

Nietzsche üzerine

An, gelecek ve geçmişin "karşı karşıya gelmek" zorunda olduğu yerdir.

 

Nietzsche'ye göre, mimari, biçimlerde bir tür güç belagatidir; binaların gururu ve yerçekimine karşı zaferi, güç arzusunu görünür kılar.

Nietzsche, Yunan tiyatrosunu hiyerarşik olmayan, eşmerkezli bir yapı olarak okur.

 

Heidegger, Nietzsche'nin uzayın genişleme (extensio) olarak geometrik kavranışını eleştirmesine katılır: Cogito - Matematik - Extensio (Uzay ve Zaman)

Heidegger, bu denklemin modern makine teknolojisinin ve dünyanın hesaplanarak sömürülmesinin metafiziksel temelini oluşturduğunu savunur.

 

Üçüncü Bölüm: Sanat, Teknoloji, Mekân ve Siyaset

Dil sorunu, teknolojiyle yüzleşme, polis kelimesinin anlamı ve dörtlü (Quartett) kavramı bu bölümün temalarıdır.

 

Sanat Eserinin Kökeni

Heidegger, bir sanat eserinin özünün kökenini (Ursprung) kavramlaştırmayı amaçlar. Sanatçının veya eserin değil, sanatı isimlendiren üçüncü bir şeyin varlığını sorgular.

Sanatçı ve eser / her ikisinden de önce gelen üçüncü bir şey sayesinde, yani sanatçıya ve sanat eserine isimlerini veren şey sayesindedir: sanat.

 

Sanat tarihseldir ve tarihsel olduğu için eserdeki gerçeğin yaratıcı bir şekilde korunmasıdır.

Hakikat, zamansız ve evrensel bir şey olmaktan ziyade, eser aracılığıyla tarihe yerleşen bir olay, bir açılım (Almanca: Wahrheit - Yunanca: alethia, gizlenmemişlik) olarak görülür.

 

Van Gogh'un Köylü Ayakkabıları

Ayakkabıların ağırlığı, toprağın nemi ve tarlanın yalnızlığı, köylü kadının dünyasını açığa çıkarır.

Benzer bir mekânsal yaklaşımı Yunan tapınağına da uygular; tapınak, "kayalık zemin üzerinde durur" ve tanrının varlığı aracılığıyla "kutsal alan olarak alanın genişlemesi ve sınırlandırılmasıdır".

 

Heidegger, polis kavramını Sophokles'in Antigone trajedisindeki koro kasidesi aracılığıyla yeniden düşünür

Polis'in genellikle "şehir devleti" olarak çevrilmesinin anlamı yansıtmadığını, daha çok "yer [die Statt], orada... tarihi Da-sein'ın nerede ve hangi şekilde olduğu" anlamına geldiğini öne sürer. Polis özünde tarihsel mekandır

 

Polis siyasi olarak' belirlenemez. Aksine, 'siyasal' olan, polise aittir ve yalnızca polis aracılığıyla belirlenebilen şeydir. Siyasal, polisten türediği için, modern siyaset anlayışımızı polisi açıklamak için kullanamayız.

 

Heidegger, Sofokles'in trajedisine bakıyorAntigone,ve özellikle ikinci koro

İnsan, tüm varlıkların en tekinsizidir

İnsan her yöne doğru bir yoldadır, ancak özünde evsiz ve yabancıdır.

 

(Aristoteles) İnsanın politik bir hayvan olması insanın polise ait olma kapasitesine sahip varlık olması anlamına gelir.

 

Teknoloji Sorunu

Heidegger, teknolojiyi analiz ederken modern teknolojinin özü ile eski teknolojinin ve zanaatın özü arasında radikal bir ayrım yapar.

 

Technē: Bu Yunanca kelime sadece zanaatkârın becerilerini değil, aynı zamanda zihin sanatlarını ve güzel sanatları da içeren kapsamlı bir bilme veya ortaya çıkarma anlamına gelir. Technē / bilmek, bilgelik / kelimesiyle bağlantılıdır.

 

Modern teknolojinin özü teknolojik bir şey değildir; o, Ge-stell’dir.

Ge-stell kelimesi, bir araya getirme anlamını taşıyan Ge- öneki ile, yer, pozisyon veya sunmak/üretmek anlamına gelen Stellen kökünün birleşimidir. Ge-stell, her şeyin bir araya getirilip çerçevelenmesi, sürekli bir talep ve meydan okuma olarak anlaşılır.

 

Modern teknoloji, doğaya meydan okur (üzerine gider), onu doğrudan kullanmak yerine ondan bir şeyler çıkarır (onu dönüştürür, olduğundan başka bir şeye dönüştürür)

 

Meydan okumanın sonucu olarak, doğa ve hatta insan, anlık olarak kullanıma hazır, depolanabilir bir stok, bir "ayakta rezerv" Bestand haline gelir.

 

Heidegger'in radikal iddiası, modern teknolojinin özünün bilimsel devrimden tarihsel olarak daha erken olduğudur. Modern teknoloji, şeyleri hesaplanabilir, matematiksel ve kontrol edilebilir olarak görme biçimimizden, yani Kartezyen nesnelleştirmeden kaynaklanır.

 

Ama tehlike neredeyse, kurtarma gücü de orada büyür

Ge-stell’in tehlikesi, insanın kendisini sadece bir ayakta rezerv olarak görmeye başlaması ve varlığının gerçek özünden uzaklaşmasıdır.

Tehlikeye yaklaştıkça, kurtarıcı güce giden yollar daha parlak bir şekilde parlamaya başlar.

 

Heidegger, Ge-stell'e karşı bir tür "kurtuluş" olarak şiirsel ikamet kavramını öne sürer.

 

Dörtlü (Geviert): İnsanlar, dörtlü (yeryüzü, gökyüzü, tanrılar ve ölümlüler) olarak adlandırılan bu basit birlik içinde şiirsel bir şekilde ikamet ederler. Bu, insanın varoluşunun gerçek yeridir.

 

Şiirsel ikamet, dörtlü'nün kesişim noktasında yer alır, nihilizmin özünü belirleyen yolları bildirir.

 

Yunanca ēthos (θος) kelimesinin mesken veya ikamet yeri anlamına geldiğini belirtir.

İnsanın meskeni, özünde onlara ait olanın ortaya çıkışını içerir ve korur. Herakleitos'un ifadesine göre bu, daimon (δαίμων), yani tanrıdır.

İnsan, insan olduğu sürece, Tanrı'nın yakınında ikamet eder.

 

İnşa Etmek, İskân Etmek, Düşünmek

Heidegger, mekân (Raum) kelimesinin eski anlamının, yerleşim ve konaklama için "serbest bırakılan yer" (Roum) anlamına geldiğini açıklar. Mekânın özünün yerlerden geldiğini savunur: “Buna göre, mekânlar öz varlıklarını mekândan değil, yerlerden alırlar.”

 

Uzay: Açılmış Yer: Raum (Uzay) kelimesinin eski anlamı Oda (Rom) demektir; yani, yerleşmek ve konaklamak için serbest bırakılmış, açılmış bir yerdir.

Uzay, bir sınır içinde özgürleştirilir. Sınır, bir şeyin durduğu yer değil, bir şeyin özsel açılımına başladığı yerdir. Mekân, bu sınırlara izin verilmiş olandır.

 

İnsan ve mekân arasındaki ilişki, özünde düşünülen ikamet etmekten başka bir şey değildir. İnşa etmek, bir oturmaya izin vermek, yani dörtlü'nün mekanı için yerler kurmaktır.

 

Heidegger "Şey" başlıklı konferansta sürahiyi modern bilimsel nesneleştirmeye karşı bir örnek olarak kullanır.

Sürahiyi doldurduğumuzda, onun boşluğunu, yani hiçliğini doldururuz. Çömlekçi, sürahinin kenarlarını ve tabanını değil, boşluğu şekillendirir.

Modern bilim, sürahide boşluk olmadığını, havayla dolu olduğunu söyler

 

Mekân yaratmak, insanların yerleşip ikamet edebileceği açıklığı ortaya çıkarır.

 

Bölüm 4: Mekansal Bir Tarihe Doğru

Bu bölüm, Foucault'nun eserlerini ele alır

Foucault, ilk büyük eseri Delilik ve Akılsızlık'ta, çalışmasının bir "sınırlar [sınırlamalar]’ tarihi" olduğunu belirtir.

 

Foucault, bir kültürün kimliğinden ziyade sınırlarının söz konusu olduğu alanları inceler. Delilik gibi sınır deneyimleri, aynı zamanda özgün bir bölünmeyi ifade eden bir sınırı işaretler.

Deliliğin Tarihi ve Kliniğin Doğuşu gibi arkeolojik dönem eserlerindeki dil, sınır, hudut, eşik ve mekân gibi terimlerin sıklıkla kullanılmasıyla açıkça mekânsallaştırılmıştır.

 

Arkeoloji, bir köken (archē) arayışı değildir. Foucault, arkeolojiyi söylemleri arşiv unsurunda belirtilen uygulamalar olarak tanımlar. Arşiv, ifadelerin (énoncés) oluşumu ve dönüşümünün genel sistemidir.

Bir ifade, ne bir cümle, ne bir önerme ne de maddi bir nesnedir; o, söylemsel bir oluşuma ait bir birimdir.

 

Foucault, bir söylemin zaman içinde birliğini karakterize eden şeye "pozitiflik" adını verir. Bu pozitiflik, tarihsel a priori rolünü oynar.

Foucault'nun arkeolojisi, varolan bilgi (savoir) yerine, varoluşun bilgi (connaissance) koşullarının teorisi (savoir) olarak anlaşılmalıdır. Bu, bilginin bir geçerlilik koşulu değil, gerçeklik koşulu olarak işleyen tarihsel bir ontolojidir.

 

Şeylerin Düzeni’nde Foucault, geniş tarihsel dönemler boyunca yaşam, dil ve zenginlik bilgilerini inceleyerek epistemeleri (bilginin olumlu temelini oluşturan düzen biçimleri) inceler.

 

1968 olaylarından sonra Foucault, çalışmalarını soyağacı olarak adlandırır, iktidar sorununa ve söylemsel olmayan pratiklere odaklanır.

Soyağacı, gerçeği onu üreten ve sürdüren güç sistemleriyle bağlantılı olarak görür. Bu, bilgi ve iktidarın birbirine bağlı olduğu anlamına gelir: iktidarın kullanımı sürekli olarak bilgi yaratır ve tersine, bilgi sürekli olarak iktidarın etkilerini tetikler.

 

İktidar, sahip olunan bir şey değil, kullanılan bir şeydir ve toplumsal yapıya yayılmıştır. Fransızca pouvoir kelimesini kullanarak, iktidarın zorlayıcı olmaktan çok "üretken" olduğunu vurgular: Aslında iktidar üretir; gerçeği üretir; nesne alanları ve hakikat ritüelleri üretir.

İktidar/güç ilişkileri, öznelerin özgür olması nedeniyle var olur. Özgürlük olmasaydı, güç kullanmaya gerek kalmazdı. Bu nedenle, gücün varlığı, direniş noktalarına bağlıdır.

 

Foucault, gücün üretkenliğini ve uygulanmasını açıklamak için Teknoloji ve Cihaz terimlerini kullanır.

Foucault, teknolojiyi (technē), bilinçli bir hedef tarafından yönetilen pratik bir rasyonellik olarak anlar.

 

Foucault’nun cihaz kavramı, Heidegger’in Ge-stell (çerçeveleme) kavramıyla yakından ilişkilidir. Cihaz, "söylemler, kurumlar, mimari biçimler, düzenleyici kararlar, yasalar, idari önlemler, bilimsel ve teknik enoncés..." gibi tamamen heterojen bir topluluktur.

 

Foucault, kendini bir "filozof-gazeteci" olarak görür; çünkü ilgilendiği şey günümüzün güncelliğidir.

 

Foucault, modern çağdaki mekân anlayışının matematiksel uzam (extension) üzerinden değil, yaşanmış deneyim (vécu) ve ilişki üzerinden yeniden düşünülmesi gerektiğini savunur.

Mekân, her türlü toplumsal yaşam biçiminde temeldir; uzay, herhangi bir güç uygulamasında temeldir.

Foucault, mekânlar arasındaki bu ilişkileri en iyi, ütopyalar ve heterotopyalar kavramları aracılığıyla analiz eder.

Ütopyalar hayali bölgelerdir ("mutlu yerler" veya "hiçbir yer"). Bunlar, toplumsal yaşamı eleştirmek için bir model sunan, teselli sağlayan mekânlardır.

Heterotopyalar, karşı-mekânlar veya etkili bir şekilde yürürlüğe konmuş ütopyalar olarak tanımlanır. Bunlar, gerçek bir yerleri olan ancak diğer tüm yerlerle bağlantılı olan ve aynı zamanda onları yansıtan ve çelişen yerlerdir.

Heterotopyalar rahatsız edicidir (kamusal mekanlar).

 

Foucault, yalnızca mekânın tarihlerini yazmak yerine, mekânsal tarihler yazmaktadır.

 

Bölüm 5: İktidar Alanları

Mekân, her türlü iktidar uygulamasında temel bir unsurdur.

 

Cüzzam Batı'dan kaybolduğunda, dışlanmanın mekânları (toplumun sınırlarında, şehir kapılarının dışındaki çorak araziler) ve bunlara atfedilen ahlaki değerler varlığını sürdürdü. Bu mekânsal formüller, iki-üç yüzyıl sonra deliler ve zührevi hastalıklara sahip kişiler için yeniden kullanıldı ve ahlaki dışlanma alanını tesis etti.

 

Rönesans'ta deli, "Aptallar gemisi" imgelerinde görüldüğü gibi, sürekli geçiş halinde, "yarı gerçek, yarı hayali bir coğrafyada" yolculuk eden, eşikte (seuil) hapsedilmiş, "huzursuz bir tutsak"tır.

 

Klasik Çağ'da, mekân sabit ve hareketsiz hale gelir. Gemiye binişin yerini kapatılma alır.

Bu hapsedilme (internement), Descartes'ın felsefi şüphe alanından deliliği dışlamasına (aklın akıl dışılığı reddetmesine) karşılık gelir.

Hapsedilme, düzeltme (correction) dünyasına yol açar.

 

Zihinsel bozukluklar, ruhtan çok bedenin bir hastalığı olarak ele alınmaya başlanır.

 

Disiplin ve Cezalandırma, hapishanenin tarihsel bir incelemesi olmasına rağmen, Foucault'nun asıl projesi toplumun polis (denetim) kavramı üzerinden incelenmesidir.

 

Disipliner iktidar, yalnızca hapishanede değil, aynı zamanda okullar, fabrikalar, kışlalar ve hastaneler gibi diğer kurumlarda da kullanılan mekânsal teknikler aracılığıyla işler.

 

Foucault, Sade'ın eserlerinin (örneğin Sodom'un 120 Günü) hapsedilme mimarisinden etkilendiğini öne sürerek, mekânın zihin üzerindeki gücünü vurgular.

Sade'ın eserlerindeki Kale, Hücre, Mahzen ve Ada imgeleri, ahlaki dışlanmanın ve deliliğin doğal yaşam alanını oluşturur. Foucault, hapsedilme yerlerinin kapalı doğasının Sade'ın yaratıcı çıktısını ve zihin durumunu yönlendirdiğini savunur.

 

Panoptikon bir mimari formdan çok, bir yönetim biçimidir. Foucault, hapishanenin doğuşunun Panoptikon'dan ziyade, genel panoptisizmin yükselişinden kaynaklandığını savunur. Panoptisizm, yeni bir optik (gözetim), yeni bir mekanik (disiplin) ve yeni bir fizyoloji (normalleştirme) içeren, bedene uygulanan iktidarın şematik bir ifadesidir.

 

Çözüm

…mekânın yalnızca bir analiz nesnesi değil, aynı zamanda analiz için sahip olduğumuz kavramsal cephaneliğin bir parçası olması gerektiğini savundum. Bu, mekânsal bir tarih ile bir mekân tarihi arasındaki farktır.

 

Foucault'nun toplumu incelemek için Marksist üretim ilişkilerinden ziyade iktidar ilişkilerini kullandığı ve iktidar ilişkilerinin mekânın içinde ve mekânın içinden geçtiği göz önüne alındığında, şunu görebiliriz: uzay soruları doğası gereği politiktir.

 

Siyaset doğası gereği mekânsaldır.

Nietzsche'nin Foucault'nun birincil öncüsü olduğunu öne süren bilimsel akıma karşı, Foucault'nun geç dönem muammalı yorumunu takiben, Heidegger'in onun için "Öz filozof" olarak tanımlanan Nietzsche'nin, Heideggerci bir bakış açısıyla Nietzsche olduğu vurgulanır.

 

Foucault / çoğu zaman tamamen Heideggerci bir üslupla konuşur.

 

Foucault'nun tarihsel çalışmalarının baştan sona mekânsal olduğunu / savundum.

Foucault'nun çalışmasını yalnızca bugünün tarihi olarak değil, aynı zamanda bugünün bir haritalaması olarak yeniden düzenlememizi sağlar.

Tarihsel bir çalışmanın geçmişe değil, bugüne yönelmesi, Nietzsche, Heidegger ve Foucault'da ortak bulduğum bir temadır ve Kantçı "sentetik nasıl" sorusuna verdikleri yanıtlarla çerçevelenmiştir.

 

Foucault'nun bilgi kavramı ile Heidegger'in varlık/ontolojik ayrımı arasındaki paralellik, hem Foucault'nun arkeoloji ve soybilim yöntemleri arasındaki sürekliliği hem de iki düşünür arasındaki bağlantıyı görmeyi sağlar.

8.12.2025

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder