23 Ağustos 2025 Cumartesi

Jeanine Chamond - Duyu Yönleri - Notlar

Jeanine Chamond - Duyu Yönleri - Notlar

Deneyimlenen Mekânın Fenomenolojisi ve Psikopatolojisi

Les Directions De Sens, Phénoménologie Et Psychopathologie De L'espace Vécu, Le Cercle herméneutique, Argenteuil, 2004

 


Önsöz

Philippe Cabestan

15 Nisan 1881'de Thurgau kantonunda (İsviçre) doğan Ludwig Binswanger, İsviçreli bir psikiyatrist ailesinden geliyordu.

Amcası Otto Binswanger, Jena'da Nietzsche'yi tedavi etti.

Binswanger tıp alanında doktora tezini yöneten C. Jung ile tanıştı.

1907'de C. Jung'a Freud'la tanışmak için Viyana'ya eşlik etti.

 

Anlamın yönü kavramı, bazı zorluklara yol açsa da, şüphesiz Binswanger'ın varoluş anlayışında belirleyici bir yer tutar.

 

Binswanger için bir tarafta anlamlar, diğer tarafta uzamsal yönler olmadığını, anlam yönleri hem uzamsal hem de dilsel olan tek ve aynı varoluş hareketi olduğunu anlamalıyız.

Binswanger'a göre, anlam yönleri, ontolojik yapının bir parçasıdır.

 

Freud için rüya, bastırılmış bilinçdışı arzuların sembolik ifadesidir. Yorumlama, bu gizli anlamları çözümlemeye yöneliktir. Anlam, geçmişte bastırılmış olanın bugünde yeniden ifşa edilmesidir.

Binswanger ise rüyayı bir "tezahür" olarak görür: anlam, bilinçdışının değil, varoluşun ontolojik yapılarının şiirsel, mitik ya da imgesel düzlemde açığa çıkmasıdır. Bu nedenle rüya, yalnızca geçmişin değil, varoluşsal olanakların bir ifadesidir.

 

Binswanger’ın “anlamın yönü” (Sinnrichtung) kavramı, anlamı yalnızca dilsel bir içerik değil, varoluşsal bir yönelim olarak ele alır.

Anlam, bir bilinç tarafından verilmez; anlam, dünyada zaten yönelmiş olarak vardır.

Binswanger’ın “anlamın yönü” kavramı, yalnızca bir teorik araç değil, aynı zamanda felsefe ile psikiyatrinin kesişiminde bir ontolojik hermeneutik önerisidir.

 

Binswanger ve anlamın yönleri

Jeanine Chamond

Yükselmeyen düşer.

 

Binswanger’a göre insan, varlığının en yüksek olasılıklarına yön vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülük bir sınav, bir drama, hatta bir trajedidir.

Bu, varoluşun kendine yönelmiş bir yükseliş hareketidir.

 

Daseinsanalyse: Psikiyatrik Hermeneutik

 

“Anlamın yönü” kavramı, anlamı statik bir yapı değil, dinamik bir yönelim olarak ele alır.

Binswanger:

•         Heidegger’den varoluşun ontolojik yapısını,

•         Husserl’den fenomenolojik mekânsallığı ve noetik-noematik ayrımı,

•         Freud’dan ise bastırılmışın yorumlanmasını alır – ama hepsini dönüştürerek yeni bir psikiyatrik hermeneutik kurar.

 

“Anlamın yönü” kavramı, ilk kez Karl Löwith’in Heidegger yönetiminde yazdığı tezde şekilleniyor. Löwith, “yukarı/aşağı” gibi zıtlık çiftlerinin önce fiziksel dünyayı, sonra içsel insan dünyasını nitelediğini gösteriyor.

 

Düşüş Deneyimi: Ontolojik Bir Yaralanma

•         1930 tarihli “Rüya ve Varoluş” metninde Binswanger, hayal kırıklığı ve dipsiz korku deneyimini bir düşüş imgesiyle anlatır.

 

Yalnızca dünyanın ortasında duran bir kişi düşebilir. Bu, eşik antropolojisinin tam merkezidir: düşmek için bir yer gerekir.

 

(Bachelard) Şiirsel imge, varoluşun doğrudan ontolojisidir. Bilgi devrelerinden geçmeyen, nedensellikten kaçan bir logos olayıdır.

 

Anlamın Kökensel Yeri: Anlamın acıklı doğuşu, bilincin amaçlılığının altında yatan, tematik olmayan, yüklem öncesi ve kavram öncesi olanda kök salmıştır.

 

İnsan kendini nesnel yapılandırmalarla temalaştırdığında, bir nesneye dönüşme ve varoluş koşulunu kaybetme eğilimi gösterir.

 

Temanın Totaliterleşmesi

Dünyanın bir temaya dönüşmesi, varlığın tarihselliğinin yenilgisine yol açar. Özerkleşmiş tema, sanrısal bir kurguyla gerçekleşebilir.

Hezeyanda (sanrıda), tema benzersiz, taşlaşmış, kapalı ve değişmez bir anlam olarak kendini dayatır. Bu durumda deneyim temaya tabi olur, tersi değil.

 

Heidegger'e göre varoluşsal mekân, nesnel (matematiksel/soyut) mekândan önce gelir. Mekân, varoluşun günlük eylemlerindeki mekânsallığı tarafından üretilir.

Mekân, varoluşun ilişki kurduğu, kendini adadığı ve mümkün olanın okunu kendine doğru çektiği bir alandır. Varolan her zaman dünyaya gömülüdür.

Mekânı yaratan, varoluştur. İçinde-olmayı oluşturan temas ve karşılaşma eğilimi ile şeylere olan yakınlık durumu mekânı belirler.

 

Dikey boyut (yürümeye ve ayakta durmaya borçlu olduğumuz), çabanın ve iradenin önemli yönüdür ve aynı zamanda havaya taşınma ile derinliklere düşmenin anlam yönlerini içerir.

 

Çocuğun dikeyliği, omurga, yükseklik, baş, ışık, maneviyat, ihtişam ve güç sembolleri (kılıçlar, asalar) arasında bir akrabalık vardır. Din, felsefe, mitoloji ve sanat gibi insan zihninin hemen her alanı gizlice veya açıkça yükseliş şemalarıyla doludur.

 

Öz-Gerçekleşme: Bir insanın ulaşabileceği en yüce şeydir. Ibsen, bunu varoluşunun ideali haline getirmiştir.

 

Sağlıklı bir varlık, yataylık ve dikeylik arasındaki dinamik etkileşimle, yani genişlikte yürümek ile yüksekliğe tırmanmak arasındaki dengeyle karakterize edilir.

 

(kibir), dikeyliğin aşırı değerlendirilmesinden kaynaklanır. Yükselme arzusu, deneyim kapsamının izin verdiği olanakları aşar ve idealin mevcut deneyim temelinden çok yüksek belirlenmesiyle yapısal bir dengesizlik yaratır.

Tehlike: Kibirli kişi çok yükseğe tırmanır, yolunu kaybeder ve ölümcül bir düşüşle karşı karşıya kalır.

Engellenmiş Varoluş: Aşırı yükseklikte, varoluş engellenmiş kalır ve kişi deneyim zemininde dayanak noktasını kaybeder.

 

Şizofren, varoluş sorunsalında saplanır ve deneyimin sonucu onun için nesnellikte kırılır. Boşlukta yürüyen bir yaya gibi, takılıp kalır.

 

Manik/manyak, şizofrenin aksine, varoluş sorunsalının üzerinden kaçınarak ve inkâr ederek geçer; sonsuzluğa baş döndürücü bir sıçrama yapar.

 

Manyak gevezelik, günlük dilde "boş ağız" olarak tanımlanır; bu, sıçrayan varoluş biçiminin (yansıtıcı veya yürüyüşlü varoluşa karşıt) dildeki tezahürüdür.

 

Günlük yaşamda, rüyalarda, mutlu ortamlarda, sevgi ve sanatın sunduğu zarafet ve varoluş coşkusu hallerinde yukarı doğru kaldırılma hissi yaşanır.

 

Nevrotikler; nüfuz, küresel görüş ve ihtiyat eksikliği veya varoluş olasılıklarının hiyerarşisini sezememe nedeniyle yanlış yönlendirilmiştir.

 

Ibsen'in İnşaatçı Solness karakterinin hikayesi, sahte bir yükselişin paradigmasıdır. Solness'in toplumsal yükselişi, karısının evindeki yangın ve çocuklarının ölümü üzerine kurulmuştur; sevginin kuruduğu bir varoluşu gizler.

 

Solness, hayatına giren Hilde (imkansızın cazibesi ve troller) tarafından "bulutların üzerinde bir kale inşası" vaadiyle düşüşe itilir.

…tırmanabileceğinden daha yükseğe inşa ederse, ancak düşebilir.

 

Başarı, aşırılığı (Hubris) ihtiyatla (Phronesis) birleştirmeyi bilmekle ve böylece antropolojik oranı korumakla mümkündür.

 

Binswanger, insan varoluşunun mimarisini yön, ölçü ve şekil kavramlarıyla açıklamaya çalışır. Anlamın yönleri, en ayrıntılı kasıtlı ifadelere kadar dünyanın antropolojik yapılarını düzenler.

Yönünü kaybetmek, ölçüyü aşmak, ölçüsüz bir düzende saplanıp kalmak veya "güçlü ve net biçimi" boşuna aramak, insan için var olmama biçimleridir.

Melankolik: Kendinin arkasında olmak (Derinliğe gömülme).

 

Manik: Kendinden öte olmak (Aşırı yükseliş).

 

Samimiyet boyutu ve şiirsel alanın anlam yönleri. Bachelard'ın yaklaşımı

Florance Nicolas

 

Mekanın Poetikası / Bu eser, Bachelard'ın yönteminde, psikanalizden fenomenolojiye doğru kesin bir kaymayı işaret eder.

 

Bachelard, psikanalizden tamamen vazgeçmese de, imgelerin anlaşılmasında fenomenolojiye öncelik verir.

 

Topoanaliz ve İşbirliği: Bachelard, "mahrem hayatımızın mekanlarının sistematik psikolojik çalışması" olarak tanımladığı topoanalizin "betimleyici psikoloji, derinlik psikolojisi, psikanaliz ve fenomenoloji (...) işbirliği üzerine inşa edilmesi gerektiği"ni savunur.

 

"İmgeyi fenomenolojik olarak anlamalıyız," der Bachelard, "ona psikanalitik bir etkinlik kazandırmak için."

Bir imgenin bütünlüğünden yararlanmak için, onu "fenomenolojik olarak anlamak," yani, "ona katı bir sembolizm yükleyerek onu acımasızca yorumlamaktan ziyade, ona özgü dinamizme doğrudan katılmak" gerekir.

 

Topophilia (Mekân Sevgisi): Bachelard, araştırmalarının "topophilia" adını hak ettiğini söyleyerek "Sadece 'mutlu mekan'ın, 'sevilen' ve 'övülen' mekanın imgelerini kullanıyorum" diye bizi uyarır.

 

Metin, şiirsel uzayı Öklid/geometrik uzayın katı, düşmanca ve mutsuz doğasına karşı konumlandırır ve onu "daha ilksel veya daha kökensel" olarak niteler.

 

Geometrik Uzayın Düşmanlığı: Geometrik uzay, "basit geometrik karşıtlığın saldırganlıkla renklenmesinin" kaçınılmaz olduğu, "kaçınılmaz olarak mutsuz bir uzaydır." Bu uzay, dünyayla bağlarını koparan Kartezyen özne tarafından inşa edilmiştir.

 

Yaşamın Kaynağı: Bachelard'ın gözünde, geometrik uzayın varsaydığı düşmanlık ikincildir: "Özünde, tüm yaşam refahtır. Varlık refahla başlar." Şiirsel mekân bu ilksel refah düzeyinde ortaya çıkar.

 

Şiirsel uzayın en belirleyici özelliği, Bachelard'ın "mahremiyet boyutu" adını verdiği, alışılmış geometrik ölçülerin ötesine geçen tek bir boyutta açılmasıdır.

 

Mahremiyet Boyutu: Bu boyut, "iç" ile "dış" arasındaki karşıtlığın ötesinde uzanır. "Şiirsel uzam, Öklid uzamı gibi üç boyutlu bir uzam değildir; tek bir boyuttan, 'iç' ile 'dış' arasındaki karşıtlığın ötesinde uzanan yakınlık boyutundan açılan bir uzamdır."

 

Yoğunlaşma ve Genişleme (Hassasiyet/Yakınlık): Yakınlık, "tüm potansiyel zenginliğini bozulmadan koruyabilen kişiyi canlandıran bu 'gerilime'" adını verir (yoğunlaşma). Bu gerilim, "zıt yönlerde esneyip genişledikçe" (genişleme) muazzam hale gelir.

 

Oda Örneği: Mahrem bir odanın huzuru, odayı içimizde merkezileştirir: "oda o zaman içimizdedir, böylece 'biz görelim daha fazlası. O yapmaz sınır daha fazlası, çünkü biz onun dinlenmesinin en derin noktasındayız, bize bahşettiği dinlenmenin içindeyiz.'"

 

Ontolojik Rezonans: Şiirsel mekân, psikolojinin ötesinde "rezonans" kavramıyla ilişkilidir: "Çarpışmadan sonra yankıları, geçmişimizin anılarını deneyimleyebiliriz": görüntü "yüzeyleri hareket ettirmeden önce derinliklere dokundu." Bu rezonans **"ontolojik"**tir ve varoluşun "derinleşmesine" çağırır.

 

Şiirsel muazzamlık, büyük gösterilerin tefekküründen değil, küçük şeylerin içsel derinliğinden doğar.

 

Bachelard, "Büyük, küçükten doğar," der, "karşıtların diyalektiğinin mantıksal yasasıyla değil, boyutların tüm zorunluluklarından kurtulma sayesinde, hayal gücünün etkinliğinin karakteristik özelliği olan bir kurtuluş sayesinde."

 

Şiirsel alanda gerçekleşen bu büyüme, zihnin basit bir işlemi değil, bir "doğa değişikliği"dir. "Mekanı değil, doğayı değiştiririz." Şair, bir nesneye "nesnel olarak sahip olduğundan daha fazla alan" verir.

 

Şiirsel çekim merkezi "hem gökte hem de yerdedir," ve bu, "aynı anda" gerçekleşen, "dönüştürücü, dönüşümlü olarak karasal ve havai bir hayal"dir.

İyi dengelenmiş bir ev, "indiği bodrum katı ile çıktığı çatı katının çift kutupluluğuyla belirlenir." Bodrum "arkasındaki tüm topraklar" iken, çatı katı sayesinde ev "tüm gökyüzü bir teras olarak" kabul edilir.

"Hayali düşüş" ve "Xerxes kompleksi" (aşırı gurur) gibi tek taraflı eğilimler patolojik dengesizlik yaratırken, yükseklik dinamik hayal gücünün pozitif yönüdür: "Aşağıda hiçbir hayali çiçek açmaz... tırmanış gerçek anlamdır imgelerin üretiminin, dinamik hayal gücünün olumlu eylemidir."

 

Şiirsel mekân, zamanı ardışık anlardan oluşan doğrusal bir dizi olarak gören sıradan anlayışın ötesine geçer ve geçmiş, şimdi ve geleceği bir araya getirir.

Şiirsel dünyaya "insan işleriyle acele edenlerin girmediği" konusunda uyarı gelir, çünkü "tüm küçük şeylerin yavaşlık gerektirdiği" ve muazzamlığın yalnızca durmayı kabul edene göründüğü belirtilir.

Yavaşlık, zamanın dakiklikten kurtulmasını sağlar: "Geçmiş, şimdi ve gelecek orada yoğunlaşır. Ve böylece, tabut kadim olanın hatırasıdır."

Geçmiş, gerçekleşmiş olaylar toplamı değil, "dinamik bir şekilde ele alınmayı ve ardından şimdiki zamanda yeni bir geleceğin kapılarını açmayı talep eden" olasılıklardır. Eski anılar, "canlı bir varoluş olasılığına" kavuşur.

 

Şiirsel alanın tüm erdemleri, ancak şiirsel dil aracılığıyla ifade edilirse ortaya çıkabilir; zira sıradan dil (geometri) her şeyi sabitler.

Bachelard, "Çağdaş felsefenin dilsel dokusunun geometrik kanserleşmesini" kınayarak, "Fiilleri yeniden harekete geçirebilecek tek şey imgelerdir" der.

Şairin Görevi: Yalnızca şair, fiilin unutulmuş gücünü yeniden keşfeder ve "açılmak, büyümek fiilinin öznesi" olarak uzamı ortaya çıkarabilir.

Bachelard, Baudelaire'in "engin" kelimesine odaklanır: "Bu sözcük bize, bizi kaygılandıran hayali hapishanelerden uzakta, ufukta duran havayla nefes almayı öğretir." Bu kelime, "sakinlik ve birlik veren, bir alan açan, sınırsız bir alan açan engin bir sözcüktür."

 

Derinlik, yükseklik ve yalnızlık, düşme, uçma ve izolasyon

Mireille Coulomb

 

Kendimizi kaybetmeden yükselebilir, uçuruma düşmeden derinliklere dalabilir miyiz?

 

Antik ve modern felsefe (Platon, Descartes, Kant), hakikate erişimi bir yükseliş veya derinliklere dalış olarak tanımlar. Binswanger, bu metaforların altında yatan, düşünür ile "deli" arasındaki gizli dramı ortaya çıkarır.

 

"Dünyayı aşan düşünür ile kendini dünyadan sürgün eden 'deli' arasındaki yakınlık" filozoflar için örtük kalan bir dramdır.

Descartes, bedenden şüphe etme anında "delilik argümanının engeline takılır" ve "'Ama ne? Onlar deli ve ben de onların örneklerini izlesem daha az savurgan olmazdım'" diyerek bu sorudan kaçınır.

Kant, Swedenborg örneği üzerinden, "Leibniz ile Swedenborg'u, derin veya parlak düşünce ile deliliği nasıl ayırt edeceğiz?" sorusuyla yüzleşir.

Binswanger, manik kişinin "ağız dolusu" sözleri ile filozofun "kültürel ve dilsel iyiliğini büyük bir sözle zenginleştiren, büyük bir sözle kazıyan kişi" arasındaki ayrımın "varoluşsal karşıtlıkların en büyüğü" olduğunu ileri sürer.

 

Binswanger, yükseliş ve düşüş imgelerini Dasein'ın (Burada-Varoluş) bedeninin ve varoluşunun temel yapıları olarak analiz eder.

 

Yükseliş veya düşüş, "varoluşun sistolü ve diyastolüdür, Dasein'ın yapısal nabzıdır," ancak yükseliş "yapılandırıcı ve zenginleştirici" iken düşüş "kayıp, acı ve kökten sökmedir."

 

Patolojik yükseliş ve düşüş biçimleri, temelde "zemin eksikliğinden" muzdariptir.

Binswanger, patolojide "kapsam ile yükseklik arasındaki oranın" değiştiğini belirtir. Manyak "herhangi bir temelin yokluğunda" uçar; küstah ise "deneyim ufkunun darlığı" ile yükselir.

Asıl zorluk, gündelik çevre dünyasını sorgulayan düşünür için "zemini tam olarak neyin oluşturduğunu ve yükseklik olasılığını neyin tesis ettiğini belirlemek"tir.

 

Metin, psikozun ontolojik kökenini vurgular ve kopuk bağlantıların yeniden örülmesi için iki yoldan bahseder: "küçük hiçlikler aracılığıyla kopuk bağlantıları kademeli olarak yeniden kurmayı amaçlayan antropolojik yol" ve "ölümlüler gibi yaşamayı kabul ettiğimizde her şeyi tamamen farklı görmemizi sağlayan bir tür metafizik dönüşüme çağıran" ikinci yol.

 

Binswanger'ın "yükseklik" ve "derinlik" varoluşsal yönlerinin anlamını, Herakleitos'un ortak dünya (koïnos kosmos) kavramı ve aşk temel formu üzerinden nasıl temellendirir. Otantik düşünce, bireysel tecrit (idios kosmos) yerine evrensel olana geri dönmekle tanımlanır.

Binswanger'a göre, düşünce yoluyla yükselişi tanımlayan fronesis (sağduyu/tedbir), Herakleitos'un logos'u aracılığıyla evrensel gerçeğe erişir. Bu, psikotik tecridin (idios kosmos) antitezi olarak konumlandırılır.

 

…düşünürün ulaşmaya çalıştığı evrensel gerçektir ve 'bu evrenselin ne olarak adlandırıldığı önemli değildir logos, kozmos, sophia veya bunların hepsinin bir birleşimidir'.

Ortak Düşüncenin Gerekçesi: Yüksekliğin derinliğini haklı çıkaran tek gerekçe, "psikotik kişinin kendini özel dünyasında izole ettiği düşüncenin ortak karakteridir."

Otantik Özne: Bilge kişi, kalabalığın (tekdüze doxa) üzerine çıkar ve "evrensele, ortak anlayışın temelini oluşturan gerçeğe ulaştığı için kendini kaybetmez."

Kalabalık veya kitle, paradoksal bir şekilde, "insanın yalnızlığının bir göstergesidir."

 

Binswanger, Heidegger'in "endişe" kavramına karşı çıkarak, Temel Formlar eserinde "aşk"ı her türlü yüceliği temellendiren bir topluluk olarak açıklar. Aşk, mutlak güvenin yuvasıdır.

 

Aşk, "Dasein'ı yalnızca diğer insanlarla değil, onu aşan ve her birinin açılabileceği Hakikat ile de gerçek anlamda birleştiren şeye duyulan güven dolu bir kararlılık olarak tezahür eden 'Sen' olarak var olma sevgisinden bahsetmeye başlar."

Gerçek yüksekliği kuran anlam yönü değildir; o alanın, "kişinin her zaman geri dönebileceği sevgi dolu bir destek veya bir yuva" anlamına gelmesi önemlidir: "mutlak güvendir modus herhangi bir mekân veya zaman koşulunu aşan bir yuvanın temeli."

 

Sapkınlık ve mani, "yuva kaybının, sevgi eksikliğinin iki biçimidir," ve "Dasein'ın 'evin ve sevgi ile dostluğun sonsuzluğunun dışına' sürgünüyle karakterize edilir."

 

Bir sanatçı veya filozofun yalnızlığı izolasyon değildir, çünkü bu yalnızlık "evrensel hakikatin elde edilmesi ve açığa çıkarılması yoluyla herkes için geçerli olması gereken şeye geri dönmeyi ima ettiği ve talep ettiği için izolasyon değildir."

Bir sanatçı, aynı zamanda bir peygamberdir; "en yüce görevinin, bakışlarını bir kez daha bu yükseklikten kendine doğru indirip oradan başkalarıyla konuşmak" olduğunu kabul eder.

 

Hastaların Herakleitos'u veya Hegel'i anlamak zorunda kalmayacağını belirten Binswanger, yine de şunu ekler: "ancak, eğer doktor, onlarda ruhun nefesinin varlığını ortaya çıkarması gereken o küçük maneviyat alevini ortaya çıkarmayı başaramazsa, hiç kimse iyileşemez, varlığının derinliklerinde gerçek anlamda iyileşemez."

 

Anlam Öncesi Anlam Yönergeleri Hakkındaki Notlar

Federico Leoni

Binswanger'ın "anlamın yönü" kavramı, varoluşun kuvvet çizgilerini tanımlayan radikal bir antropolojik arayışın merkezindedir. Düşüş deneyimi, bu yönelimselliğin ne kadar temel olduğunu gösterir.

 

"Acımasız bir hayal kırıklığı bizi 'bulutlardan düşürdüğünde', aslında düşeriz; ancak bu ne salt fiziksel bir düşüş, ne de... bunun taklidi veya devamı niteliğinde olan buna benzer bir şey; daha doğrusu, bu acımasız hayal kırıklığının ve dehşetin özünün, dış dünya ile başkalarının dünyası arasındaki uyumdan başka bir şey olmadığı söylenebilir; o zamana kadar dayanağımız olan bu uyum."

 

Kavram, "varoluşun arketipal tasvirlerinin bir tür alfabesine, açılış ve ebediyete gerçek fenomenolojik olarak stilize edilmiş ve ansiklopedik olarak restore edilmiş ikonları" ortaya çıkarmayı amaçlar.

 

Anlam yönünün temel olgusu, "bir burası ile bir orası arasındaki belirli bir ilişkiden, bir duraklamadan ve dolayısıyla burada olan ile orada olan, yakın olan ile uzak olan arasındaki bir dokudan başka bir şey değildir."

 

Husserl için "tüm mevcudiyet alanının bir perspektif yapısı olması gerekiyor" ve bu yapı, "her zaman ve yalnızca öznenin buradan, benim olduğum bu özneden... nesnenin orası verilir." Bu, "öznel-aşkınsal" bir yönelimdir.

Aristoteles'in iştah (oreksis) analizi, hareketin nihai nedeninin "pratik iyilik," yani arzunun nesnesi (orekteton), olduğunu gösterir. Bu, nesnenin özneden önce yönelimsel olduğunu ortaya koyar: "Özne iştahında... nesneye hitap edebiliyorsa... bunun tek nedeni nesnenin ona zaten ve her zaman hitap etmiş olmasıdır."

Sonuç, "yönelimsel olan özne değil, nesnedir."

 

Düşünülmesi gereken, bu iki figürün doğruluğundan çok, "anlamın iki yönünün, özneden nesneye ve tam tersi şekilde kesiştiği kararsız uzamdır."

Kesişme noktası, "her iki simetrik teleolojinin her birinin, kendi başına ve kendi başına, anlam veya anlam deneyimi olarak gösterebileceği ve düşünebileceği şeyden daha eski ve daha kalıcı bir şeydir." Burada "anlamın yönü değil, saf anlam, yönü olmayan anlam" kalır.

 

Psikotik delilik, "basit bir istisna... değildir. Tam tersine, temel bir olasılık koşulunu, aşılmaz bir arkeolojik boyutu yeniden harekete geçirir: kasıtsız bir kasıt veya anlam anını."

 

Kişinin kendi bedeninin mekânsallıkla ilişkili algısı

Franca Madioni

Metin, mekân algısının, kinestetik deneyim ve bedenin hareketi aracılığıyla nasıl kurulduğunu felçli bir vaka üzerinden açıklamaya çalışıyor.

 

Dokunma yönleri

Jean-Marc Chavarot

Dokunma: yaşamın temeli ve anlamın yönlerinin kökeni

 

Aristoteles'e göre dokunma, "duyuların ilkidir... Dokunmanın dışında hiçbir hayat yoktur." Bu, duyarlılığın hem geçişli (bir şeye dokunmak) hem de geçişsiz (bir şey hissetmek) olduğu anlamına gelir.

Var olmak, "her zaman zaten bir dokunuş dokunuşu olan dokunuşu gerektirir." Yaşam bir şeye dokunduğu anda, "yaşam da kendine dokunur."

Karşılıklılık: Duyarlılık, "bir şeye dokunmak, hareketsiz ve her zaman hayata dokunmaktır." Dokunma, özneyle a priori hassas olanla ilişkilidir; "Hiçbir zaman a priori sadece hassas olanlara dokunulmaz."

Dokunma, Ben-Sen ilişkisinde "doğrudan diyalojiktir, çünkü karşılıklılığın ta kendisidir." Duyarlılık, "ipseite ile ötekiliğin ayrılmaz bağında" ortaya çıkar.

 

Anlamın Yönü: Bu ifade, "tüm anlamlara içkin olan bu daha temel ve dolaysız 'yön' anlamına çağırır: tüm anlamın ve tüm anlamlandırmanın içerdiği bir tür yön matrisi." Bu hareket, izlenimdeki yaşamın kendisidir.

 

Duygular (korku, öfke, sevinç), "duygunun kendisinde, tek bir izlenimde, tek bir anlamda bir araya gelerek tüm duyuları tek bir hareketle bir araya getirir." Beden ve duygu birleşiktir: Korku, "ayakların altındaki zeminin kaymasıdır" değil, en başından itibaren bu kaymanın kendisidir.

 

Dokunma, "yaşamın kendisini meşgul eder." Temas, her zaman önemli ölçüde sorgulayıcıdır, çünkü kişi kendini risk altına sokar. "Güvensizlik olmadan his olmaz."

Başkalarıyla temas, öngörülemez olayına bağlıdır ve her zaman "temelde tereddütlüdür veya tereddüt zeminindedir."

Korkaklık, "karşılaşmanın güvensizliğidir." Bu, "ilişkinin doğasında var olan güvensizliği maskeler... çoğu zaman da alışverişin kendisi pahasına."

Duyarlılığın bu temel tereddüdü ortadan kalktığında, hareket şiddetli veya totaliter hale gelir (saldırganlık) ya da felç ve kaçış (engelleme/inhibisyon) ortaya çıkar. Utangaçlık, ise "her türlü alışverişin değişken doğasına karşı duyarlılıktır."

 

Dış/iç veya dışsallık/içsellik ayrımı yanlıştır. "Varoluş, kendi haline bırakıldığında, başlangıçtan itibaren hem ihtiyatlı hem de ihtiyatsızdır."

Varoluş, "ne içerisi var ne de dışarısı, ne de giriş içinde ekstra versiyonlar, ama aynı hareket, aynı sürüm varoluşun duyusal olarak, dolayısıyla askıya alınmış olarak nabız ve inhibisyon." Başkalık olmadan benlik olmaz.

 

Engelleme kaygıdır, aynı zamanda cefa. "Acı, varoluşun hareketinin engellenmesidir." Bu, "temasın yıkımı (yıkım) ve aynı şekilde temasın engellenmesidir

 

Kendini aşağı görme veya kendini aşma korkusu

Georges Charbonneau

Binswanger'ın Daseinsanalyse'inden esinlenerek, psikopatolojiyi yaşanan mekân (espaces vécus) ve "anlamın yönleri" (Sinnrichtung) aracılığıyla inceliyor.

 

Temel Antropolojik Konumlar (Anlamın Yönleri)

Kendinin Üstünde Olma / Paranoya

Kendinden Aşağıda Olma / Fobik Kişi / Depresif Paranoya

Kendinin Arkasında Olma / Melankolik Depresyon

Kendinden Önce Var Olma / Mani

Kendinin Ötesinde Olma / Histerik Kişi

 

 

Müstehcenliğin aşırılığı

Jean-Marie Legrand

Metin, nesnenin Latince kökeni olan Ob'a odaklanarak başlar. Ob, bir atıştan geriye kalan, engelleyen şey anlamına gelir

"Çok-orada", varlığın nesne/dünya karşısında sersemlemiş, taşlaşmış ve anlam verme yeteneği engellenmiş olduğu durumu tanımlar.

 

Kaygının Farkındalığı

Bruno Verrecchia

Kierkegaard'dan Heidegger'e uzanan felsefi çizgide Kaygı (Anguish), Hiçlik (Néant) ve Tekinsizlik (Unheimlichkeit) kavramlarının fenomenolojik analizini, Freud'un $\text{Uncanny}$ yorumuyla karşılaştırarak inceliyor.

 

Mimarlıkta Üst ve Alt: Sembolden Anlam Yönlerine

Laurence Kimmel

Mimari Form ve Varoluşsal Dinamik

Metin, "dip" kavramının hem fiziksel hem de zihinsel bir durum olduğunu belirtir. Mimari formlara anlam vermek, bu formların yüksek ve alçak arasındaki dinamik geçişle nasıl bir ilişki kurduğuyla ilgilidir.

 

Benliğin yükselme gücünü koşullandıran bu alandır ve antropolojik bir oran tanımlar.

Destek yüzeyi ile ulaşılmasına izin verdiği yükseklik arasındaki ilişkilerin kaybı, savurganlık veya varsayım gibi patolojik durumlara yol açar.

 

Mekânsal yapılar, biçimsel koordinatlar değil, gerçek anlar, mekânsal yapılar, davranış kalıpları, yani önemli ikamet yönleridir.

 

Mimari form, fiziksel bedenin ve zihinsel yapıların bir kopyası olarak ele alınır (örneğin, psikanalizde evin sembolizmi). Bu, kolayca teorileştirilebilen bir yaklaşımdır (Piramit, Bachelard'ın dikeylik/yoğunluk analizi).

 

Gerçeklikle temas kaybı ve yukarı doğru olan yönün tek taraflılığı, dünyayı soyut bir geometrik desene dönüştürür. Bu, Kandinsky'nin sanatında olduğu gibi, içsel ve dışsal olan arasında tam bir ayrılıktan kaynaklanan, ayrım, kesme, paylaşma eğiliminde olan şizomorfik temsil rejimine ait bir dünya görüşüdür.

 

Ayasofya'nın mimarisi, kubbenin giderek daha yükseğe, giderek daha yakına açılması ile duvarların kusursuz bir şekilde düz bir şekilde yükselerek, yarım kubbenin yollarını ve kıvrımlarını çürütmesi arasındaki mekânsal uyumsuzluktan dolayı baş dönmesi yaratır.

Baş Dönmesi: Yakın ve uzak olanın tersine çevrilmesi ve kirlenmesidir. Uzayın tamamına av oluruz. Artık orada hiçbir şey yoktur.

Kurtuluş: Baş dönmesi, bir ritmde çözülür. Bu, varoluşun, deneyimle, uçurumla meşgul olur ve bu baş dönmesiyle hiçlikten yeniden yüzeye çıkarak kurulduğu andır.

Mimarlık, dayanıklılığı, kütlesi, koruyucu yönüyle hem mutlak sınır taşı kaybı hem de mutlak temeldir.

 

Alışkanlık, her zaman açık olan yerleşme eylemine son verdiği için sanatın ölümüdür. Formların dinamikleri ve gerilimleri kaybolduğunda, nesnenin egemenliğiyle bağlantılıdır. Şiirsel (fenomenolojik) mekân,

 

G. Flaubert'in Madame Bovary adlı eserinde yüksek, alçak ve varsayım

Yazar Emma Bovary'nin trajik kaderini küstah ideal / hubris ve orantısızlık kavramları üzerinden inceliyor.

 

Emma Bovary'nin trajedisini, ideal ile gerçeklik arasındaki aşılamaz bir uçuruma dayanır.

 

…idealin yüksekliği ile gerçekleşme olasılıklarının darlığı arasındaki antropolojik bir orantısızlık…

 

Emma, romantizmi, "Ruhu yüceltmek yerine zihinsel alanı daraltan, zekâyı açıp eleştirel düşünceyi oluşturmak yerine dünyayı basitleştiren indirgeyici ve aptalca biçimi" ile özümser.

 

Emma, borçlarını ödeyemeyeceğini anladığında, "Aşk yaralarının toplumsal yıkımla birleşip tüm varoluşunun başarısızlığı olarak kendini dayattığı bir baş dönmesi yaşar."

 

"Flaubert, Louise Colet'e şöyle yazmıştı: 'İdeal, ancak her şey dahil edildiğinde verimli olur. Bu bir dışlama değil, bir sevgi emeğidir.'"

Emma'nın trajedisi, Binswanger'in antropolojik orantılılığı ve Flaubert'in sentez arayışı üzerinden, "insan değerlerini yeryüzüne sadık bir praksis alanına geri getirme ihtiyacını okuruz."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder