6 Haziran 2025 Cuma

Yalçın Küçük - Türkiye Üzerine Tezler - DÖRDÜNCÜ KİTAP

Yalçın Küçük - Türkiye Üzerine Tezler  

DÖRDÜNCÜ KİTAP



Önsöz

Klâsik iktisatın bir yasası var. Kötü para iyi parayı kovar.

…kötü para iyi parayı kovduktan sonra ne oluyor? Yasa'nın devamı ortaya çıkıyor: Kötü para, daha kötü parayı çekiyor.

 

Devlet, yazıla geldiği kadar karışık, değildir.

Devlet, bir vektörler toplamıdır. Baskısının gücü ya da şiddeti, vektörlerin aynı yöne göre dizilip dizilmemeleriyle ilgilidir.

Devlet, bir kuvvetler toplamıdır. Hükmetme durumu oluyor. Kuvvetlerin aynı yöne mevzilendirilmesi, hükmetmenin şiddetini veya gücünü artırıyor.

 

Bir: Osmanlı düzeni, son dönemine kadar, gecikmiş bir feodalite olarak nitelendirilebilir. Osmanlı, Orta Çağ'ı en çok uzatan büyük devlet oldu.

İki: Tekelsi dönem

Devlet, hükmetme durumudur.

İdeoloji, birikmiş zor'u içermekle birlikte, tekelsi devlet yönetiminde zor ile ideoloji bir tahtaravalli ilişkisi sergiliyor. Biri yükselince, diğeri iniyor

Televizyon, bireyi, kuş beyinli yapar. Basın, yurttaşı, beyinsiz yapıyor.

 

“Eğitim”, en güzel soruları sormamayı öğretmeyi amaçlıyor.

 

Birinci Giriş

Kişisel Tarih: Cumhuriyet ve İşçiler

Bireylerin önleyemedikleri süreçlerin çarpışmasından trajedi doğar. Bireylerin önlenebilir hatalarının yapılmasından ise komedi doğar.

 

İkinci Giriş Kararlı Tarih: Yalçın Küçük'ün Gereği Düşünüldü'

 

Üçüncü Giriş Tekelsi Tarih: Apologia veya Nasıl Okumamalı

 

Dördüncü Giriş Basılı Tarih: Çölde Basın

Emin'in ilk kitabını herkes övdü; yalnızca ben eleştirdim.

Şunları yazdım: Bu, bir Özal propagandasıdır. Özal'ı sevimlileştiriyor.

 

Turgut Özal, benim Türkiye'de tanıdığım uzmanların en yeteneksizi ve hiçbir konuda bir savunma alışkanlığı olmayan kimsedir.

Hiçbir düşünceye sadık değildir; Erbakan'ın milletvekili adayı oldu ve Demirel'e Erbakan'ı gammazlamaya çalıştı. Demirelin müsteşarı oldu, yıllarca “abi” dedi

 

Beşinci Giriş Tersine Tarih: Turgut Özal

1960 yıllarının başında / bürokraside bir deseleksiyon sürecinin bulunduğunu anlatıyordu. Bürokrasi, yeteneksiz ve beceriksizleri ayakta bırakıyor

Turgut Özal, bir tersine ayıklama sürecini temsil ediyor

; Devlet Planlama Teşkilâtı dar kadrolu kurulmuştu ve eksiğini Ordu'da yedeksubaylık yapan uzmanlarla tamamlıyordu.

Süleyman Demirel, Turgut Özal, Cevdet Kösemen ve pek çoğu, yedek subaylık döneminde, hem iş yapıyorlar ve hem de parlak bir meslek haline gelen plancılığı öğreniyorlardı.

 

Giriş

Turgut Özal, Devlet Planlama Teşkilâtı istediği için değil, Demirel rica ettiği için, Devlet Planlama Teşkilâtı'na çağrılan yedek subaylar arasında yer aldı.

 

Cumhuriyet Türkiyesi, tarihinin en bilgisiz yönetimine sahiptir. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Osmanl'dan müdevver bürokrasiye yama yapılarak meydana getirilen kamu yönetimi bile, bu kadar bilgisiz ve toplumdan uzak bir ekibin eline geçmemişti. (1980’li yıllarda bunları yazmış)

 

Türkiye'ye Yeni Kılık Kıyafet

Erbakan anlatıyor:

-Demirel, kendisini Başbakanlık müşaviri olarak yanına aldı. Bu müşavirlik, kendisini kırmamak içindi. Odası vardı, işi yoktu. KİT'ler hakkında incelemeler yapıyor ve hazırladığı raporları Demirel'e veriyordu. Bu çalışmalarından bize de bilgi verirdi. Bir süre sonra Planlama müsteşarlığı boşalacak ve Turgut bu göreve talip olacaktı. Biz yine arkadaşımız olduğu için, Turgut'un müsteşar olmasına Süleyman bey nezdinde yardımcı olduk.

 

Birinci Bölüm

1973: Ekonomik Kaosa Doğru

Japonya dış ticaretsiz olmaz. Dış ticaret, sadece hammadde ithalâtı için gerekli değil. Asıl önemlisi, ürettiğini satabilmek için dünyaya açılmak zorunda. Çünkü Japonya'nın içinde alıcı yok veya az. Gelir dağılımı böyle. Dünyada tasarruf oranı en yüksek kapitalist ülke. Gelir, sanayide toplanıyor. Sanayi bunu üretime koyabildiği sürece yaşamaya devam edecek.

 

Profesör Gülten Kazgan, Batı iktisadının Türkiye'deki en yetkili temsilcilerinin başında gelir.

 

Birtakım ekonomik düzenlemelerle Türkiye'de kapitalist gelişmenin önüne geçen engelleri kaldırmak için.

Toprak reformunun ekonomik işlevi, sanayie pazar yaratmak. Orta ve verimli işletmelerle, en azından modern girdi denen gübre, traktör satımını arttırmak için. Maden reformu, en ilkel yöntemlerle işletilen madenleri çağın düzeyine getirerek önemli bir sanayi öğesi olan enerji maliyetlerini düşürmek için zorunluydu.

 

Akıllılık, her şeyden önce bir imkân meselesi. Bir ekonomi meselesi. İmkânınız olmazsa, istediğiniz kadar akıllı olmaya çalışın.

 

Rantın doğması için iki öğenin birlikte görünmesi gerekli. Biri talep veya ilgi; diğeri, kontrol veya baskı. Kontrol ve dolayısiyle baskı olmadan rantı devam ettirmeye imkân yok. Kontrolün sınırlı ellerde toplandığı yerlerde ise demokrasi olmaz. Bu yüzden rantiyelerle demokrasi bağdaşmaz.

Rantiyelerin olduğu birtoplumda en çok zararlı çıkanlar, işçiler, köylüler, aydınlar ve diğer “küçük burjuvalar”. Çünkü rantı, bunlar öder. Bu yüzden, işçilerin, köylülerin ve küçük burjuvaların siyasal örgütleri rantiyelerle mücadele eder.

 

Erbakan deyince, Cervantes'in ünlü Don Kişot'unu hatırlamamak mümkün değil. Belki Don Kişot kadar sevimli. Fakat onun kadar bile güçlü olmaktan uzak. Şimdi Selâmet'in başı. İktidara geleceğiz, diyor.

 

Erol Toy, Azap Ortakları'nda, onbeşinci yüzyılın Bedrettin Olayını, bütün dinsel öğelerinden soyutlayıp bilgiç bir ekonomik temele oturtuyor. Küçükömer, Türkiye tarihini bütün ekonomik gelişme ve çelişmelerinden ayırıp dinsel bir çerçeveye sokuyor. Toy'da büyük sermaye, James Bond kadar güçlü, antenleri kuvvetli. Küçükömer'de ise sadece saray figüranları. Yanlışlığını bir türlü öğrenemeyen “büyük bürokratların” elinde. İkisi de hem abartıyor, hem de küçültüyor.

Toy'un dünyasında dinsel öğelere yer yok. Küçükömer'in dünyasında ise Selâmet, iktidar adayı.

 

İkinci Bölüm

1974: Yaşanan Günlerin Bilinci

1965'ten beri Türkiye, devamlı patlamalar dönemi yaşadı. Patlama baskı altında alınan güçlüklerden doğar.

1965 yılında sosyalist parti patlaması oldu.

Bunu öğrenci uyanmasıyla başlayan gençlik patlaması izledi. Sonra Halk Partisi'nin kendi içinde patlaması. Ortanın solu hareketinin kendi sınırlarını aşma deneyimi. Arkasından Adalet Partisi'nin bölünmesi. Daha sonra da, 1970 yazında işçilerin patlaması.

Bütün bunlardan sonra 12 Mart geldi. 12 Mart, bütün bunları bir kenara itti.

Yerine suyun öbür yüzünden iki patlama getirip koymak istedi. “Sanayi patlaması” ve “ihracat patlaması”. Bu iki patlamanın gürültüsünden diğerlerinin sesinin işitilmeyeceği sanıldı. Planlar, kaynaklar bu yöne çevrildi. Ama beklenen olmadı.

 

Batı, satıcı bir toplum. Eski satıcılığı da yapar. Amerika'nın tekelleri eski makina ve tezgâhlariyle Latin Amerika'da fabrika kurmayı sever. Ortak Pazar ülkeleri de artık eski ve geri üretim kolu olan tekstilciliği satma peşinde. Türkiye, bunun en büyük alıcısı. Eski ve geri bir iş kolu olan tekstilcilikle kalkınacağını sanıyor.

 

İngiliz endüstri devrimi düşük ücretle gerçekleşti. Büyük ıstıraplarla. Amerikan sanayileşmesi, İngilizlere göre, yüksek ücret düzeyinde oluştu. Nedeni gayet açık. Avrupa'dan gelen göçmenlerin önünde verimli topraklar vardı. Toprak ağasının elinde olmayan topraklar, Amerika'nın Batısına doğru genişleyebilen topraklar. Sanayici, işçi olacaklara en azından bu topraklarda sağlanabilecek geçimi sağlamak zorunda. Bu yüzden yüksek ücret verdi. Yoksa gönlü öyle istediğinden değil.

 

…sanayileşmenin temel sorunu ucuz enerji ve hammadde sağlamak.

Yüksek ücret düzeyi, modern teknoloji, büyük yatırım. Bu üçlü, aynı zamanda kendi tasarrufunu yaratır.

Tulumbayı çalıştırmak için başka yerden biraz su getirmek gerekli. Sonrası kolay. Suyun kaynağı ise belli. Vergisini hiç vermeyenler veya az verenler.

 

Modern teknoloji, yabancı sermaye ve Araplar, bir uyuşmazlar üçgeni.

 

Karabük Demir ve Çelik tesisleri kurulurken o zamana göre en ileri teknoloji getirildi. Karabük'te yabancı sermaye yok.

 

En ileri teknolojiyi getirmek için yabancı sermayeye gerek yok. Yabancı sermaye, ileri teknoloji getirmiyor. İleri teknoloji getirmez.

 

İktisatçının temel sorusu “kaça” değil. Temel soru, “kimin” sorusu. Bu mal kimin, bu fabrika kimin, bu yatırım kimin, bu üretim kimin ve bu üretim kimin için? Nihayet, bu özgürlük kimin?

Sanayileşiyorsunuz. Güzel; ama kimin için? İhracat yapıyorsunuz, kimin için?

 

Kapitalizmde en kutsal yasanın vergi kaçırmak olduğunu bilmeyenler sadece Türkiye'de kaldı. Bugün en ciddi “Burjuva” kitaplarında bile yazılı. Eğer Amerika Birleşik Devletleri'nde vergi yasaları tam olarak uygulanabilse, yatırım yapacak bir tek kapitalist bile bulunamaz.

Kapitalistin işi vergi kaçırmak.

 

Birinci büyük savaştan önce dünya ekonomisinde fiyatlar düşüyor, ekonomik eylem yavaşlıyordu. Savaş, bu duruma son verdi. İkinci büyük savaştan on yıl önce, dünya büyük bir ekonomik bunalım yaşadı. Otuzların ilk yıllarındaki silâhlanma yarışı ekonomiyi canlandırdı ise de, 1937 yılında dünya yeniden bir bunalımın eşiğine geldi. 1937 yılının sonlarıyla 1938 yılının başları arasındaki dokuz aylık bir zaman içinde, Uluslar Birliği'nin istatistiklerine göre, dünya sanayi üretim endeksi yirmi puan düştü. İkinci büyük savaş bu düşüşü, büyük bir ekonomik canlanmaya çevirdi.

 

1954 yılında. Tekrar başlayan ekonomik yavaşlama Ortadoğu'da silâhların patlamasıyla bastırılıyor. Fakat 1958-1960 yılları arasındaki ekonomik durgunluğun, birkaç sınırlı savaşla giderilemiyeceği anlaşılıyor. Vietnam savaşını büyütmek imdada yetişiyor.

 

Keynes / Gittikçe zenginleşen kapitalist ekonomilerde yatırımların, herkese iş yaratacak düzeyde gelişemeyeceğini ileri sürdü. Bunalımlardan çıkmak için toplam harcamaların arttırılması gerektiği açıklandı.

 

Üçüncü Bölüm

1975: Şiddetin Siyasal İktisadı

Kapalı bir hacmin içine çok fazla gaz sıkıştırmak mümkün değil. Sıkıştırılırsa, genişler. Patlar.

 

Birisi size özgürlük vaadederse, ekonomik programını sorun. Çünkü ancak büyük kitlelerin ekonomik çıkarlarını, özlemlerini geliştirmeyi amaçlayanlar gerçek özgürlükçü olur.

 

“Özgürlükçü parlamenter demokrasi” ilk kez İngiltere'de ortaya çıktı. “Sanayi Devrimi” de ilk kez İngiltere'de oldu. Aynı zamanlarda. Her halde rastlantı değil.

 

Türkiye'deki memurların geleneksel olarak, hep gösterilmek istendiğinin tersine, ticarete düşkün olduğunu ortaya koyan çalışmalar. Tarihçi Halil İnalcık, ondokuzuncu yüzyıldaki büyük Osmanlı tüccarlarının bir bölümünün büyük memur olduğunu su yüzüne çıkardı.

Zeki Pakalın'ın basılmamış, çok ağır bir dille yazılmış fakat çok değerli yapıtı, bu eğilimin çok daha gerilere gittiğini gösteriyor.

 

İç yapı, dış doğrultudan ayrılmaz. İç politika dış politikadan koparılamaz.

Amerika, Avrupa'ya doğru çekiliyor. Kıbrıs harekâtı, bu çekilme süreci içinde ortaya çıktı.

 

Paranın dış değerinin düşürülmesi anlamına gelen devalüasyon kavramı, dış ticaretle ilgili. Dış ticarete konu olan, metalar. Yalnız metaların dış ticarete konu olması sadece bir görüntü. Aslında dış ticaretle değiştirilen iki ülkenin işgücü. Dış ticaretle, iki ülke meta görünümü almış, metada somutlaşmış işgücünü değiştiriyor. Değişimde standart olan, yalnızca işgücü. Devalüasyonla birlikte iki ülke arasında alışverişi yapılan işgücünün değişim katsayısı, değiştiriliyor. Parasının değeri düşürülen ülke daha çok işgücü karşılığında daha az işgücü almaya razı oluyor.

 

…bütün uygarlık tarihi sermaye birikimine dayanmaktadır.

Bu satırlar, Business Week Dergisi'nde yer alıyor.

 

Yatırım ve üretim bakımından Amerika, Avrupa'ya doğru çekiliyor. Bir eğilim olarak ortaya çıkan durum böyle. Kissinger, bazı üretim kollarında, bu eğilimi hızlandırmak istedi.

 

Tarih geçmişi öğrenmek için yazılmaz. Tarih geçmişi anlamak için okunmaz. Yazılı tarih geleceğe ışık tuttuğu ölçüde anlamlı.

 

Kapitalizmin eşit olmayan gelişme yasasına göre kapitalizmde, çeşitli ülkelerin gelişme hızları birbirine eşit olamıyor. Bir süre İngiltere, bir süre Amerika, bir süre Almanya veya bir süre de Japonya daha hızlanıyor. Eşitsizlik uluslararası ölçekte bunalım yaratıyor. Bir ülke içinde üretimin artış hızı ile satın alma gücünün genişleme hızı arasında eşitlik sağlanamıyor. Bir ülke içinde bunalım ortaya çıkıyor. Bir ekonomide kesimler arası büyüme hızlarında eşitsizlik görülüyor. Bazı sanayi kesimleri hiç gelişemezken, bazı sanayi malları ülke boyutlarını aşacak düzeylerde üretiliyor.

 

Türkiye sanayii, bugün Türkiye'nin sorunu. Türkiye'nin bütün bunalımlarının önünde sanayii ve mevcut sanayiin yapısı var.

 

Bir masal gidiyor. Masalların kaynağında bilgisizlik yatar. Demirel'in daha “icraatçı” olduğu, bürokrasiyi daha iyi çalıştırdığı yolunda bir masal.

 

Dördüncü Bölüm

1976: Çelişkinin Demir Yasası

Selâmet, küçük çiftçi, esnaf ve sanatkârların fetişi olma amacıyla yola çıktı. Türkiye'deki eski dinsel ve siyasal akımlardan farklı olarak, dinsel özlemlerle sanayileşmeyi ve kalkınmayı birleştirmeye çalıştı.

 

Tekelci eğilimlerin arttığı bir ekonomide, ordunun ekonomiyle bağlarını koparmak gerekiyor. Kalkınma amacı bir yana, demokrasi için, ordunun ekonomiyle bağlarını koparmak zorunlu oluyor.

 

12 Mart iki partiyi kapattı. Biri İslâma, diğeri sosyalizme dayalı. Sosyalizme dayalı olanın bütün liderleri, belli başlı yöneticileri ve üyeleri tutuklandı. Mahküm edildi. İslâma dayalı olanlara ise dokunulmadı. Üstelik yeniden örgütlenmelerine de izin verildi. Hem de 12 Mart döneminde.

Türkiye'de faşizan denemeler her zaman İslâma muhtaç.

 

Fransız Devrimi, bir burjuva devrimi olarak doğuyor. Ancak bugünün araştırma ve bilgileri, burjjuvazinin, daha ilk günden itibaren kendi devriminden ürkmeye başladığını gösteriyor. Burjuvazi, aristokrasi ile, aristokrasi de sarayla ittifaklar arıyor. Büyük Fransız Devrimi'nin ilk gününden itibaren geriye doğru yarış başlıyor.

İkinci büyük geriye doğru yarış, 1917 yılında ortaya çıkıyor. Rusya'da şubat devriminden sonra başlıyor. Menşevikler, burjuvazinin iktidarı alması için, burjuvaziye adeta yalvarıyor. Burjuvazi, toprak ağaları olmadan, iktidarı üstlenmekten çekiniyor. Toprak ağaları, çar olmadan, burjuvazinin iktidarına ortak olmak istemiyor. Bu yüzden tarihin çok sıkıştırılmış kısa bir kesitinde geriye doğru yarış başlıyor.

 

Türkiye'de elli yıllık büyük iş adamı olmak, aynı zamanda büyük bir siyaset adamı olmayı gerektirir. Bunun altını çizmek kaçınılmaz.

 

Beşinci Bölüm

Gerekçeli Hüküm: 1980 Eylülü Mekânın Neresinde?

1960 yılları ve özellikle ikinci yarısı yüksek ücretli bir ekonomi dönemidir; 1980 yılları ve giderek ikinci yarısı, Türkiye'de yüksek ücrete dayalı ekonominin artık tarih olduğu bir zaman kesitini gösteriyor. 1960 yılları, bir arayışı temsil ediyor; arayışlı olmanın insanı tanımladığı bir dönem oluyor. 1980 yılları ve özellikle ikinci yarısında arayışı reddetmek bütün maddi imkân kapılarını açıyor. 1960 yılları bir örgütlülük dönemidir; “insan örgütlü hayvandır” tanımı ortaya çıkıyor. 1980 yılları ve özellikle ikinci yarısında sokaktaki insanın beynine örgütlülük uzak durulması gereken bir hastalık olarak kakılıyor.

 

…beni mahküm eden mahkemenin gerekçeli hükmünde şu da yazıyor: “Kapitalizmi ve kapitalist ülkeleri, kapitalist iktisatçıları sürekli tenkit etmekte, bu ülkeleri emperyalist olarak nitelemektedir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinin Vietnam'a müdahalesi emperyalist işgal olarak nitelendirilirken Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgali yardım olarak gösterilmektedir.” Ne yazık, bu paragraf, Askeri Yargıtay Genel Kurulu'nun kararında da olduğu gibi yer alıyor.

 

Köylüler ile İşçiler ve Devrimci Demokratlar

Bülent Ecevit'in bir özgürlük haini olduğunu, zamanında görebildim ve gösterebildim.

 

Bülent Ecevit, seçim kazandığı için değil, DİSK'i paralize etmeyi becerdiği için hükümete gelebildi. Daha fazlasını yapamadığı için de hükümetten ayrıldı.

 

Hülyalı Bilim ve Devrim

 

Truva Atı rolündeki CHP ile özgürlük haini CHP liderine güvenmeye dayanan bir politikanın sonu hüsrandır

 

Sevdiğim bir insandır, Sencer Divitçioğlu; şu anda da sevgimde bir azalma duymuyorum. Ajan değildir, polis değildir; sosyalizme inancı da sosyalizm bilgisi de hep sığ olmuştur. Yüreği ve aklı, sosyalizmi hiçbir zaman almadı; marksizmde ve sosyalizmde hep bir entellektüel çekicilik buluyordu. Bu çekiciliği görmemeye başlayınca, unutulduğu bir zamanda, en geri bir yerden Demirel'in yardımına koşma yanılgısını yaşadı. Ecevit'in tepkisini gerçekçi bulmazken, desteklediği Demirel'in 24 Ocak Kararları'nı daha katı bir biçimde uygulama misyonu ile de gerçekleştirilen Eylülist Darbe ile üniversitedeki koltuğundan da atıldı; eylülizm, her zaman aşırı gerçekçi davranıyor.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder