26 Ocak 2011 Çarşamba

Serdar Özkan - Hayatın Işıkları Yanınca

Aradığı çocuğu bulamamıştı yaşlı adam.
Aldığı işaretler yaşlı adama çocuğun yedi adalara yakın bir yerde yaşadığını gösteriyordu.
Heybesindeki yedi taşı önüne dizip anlatmaya başladı.
Yüz milyonlarca yıl önce, siz taşlar taş, kıtalar kıta, denizler deniz olmazdan evvel, her şeyin sonsuz ve kalıcı Işık Dünyası’nda yaşayan ölümsüzler bir gün dünyamıza geldiler… Gelenlerin sonuncusu mutluluk ‘un yanı sıra, güzellik, özgürlük, zenginlik, güç ve akıl dünyamıza gelen sayısız ölümsüzden sadece bir kaçıydı. Yeryüzüne iner inmez her biri mutluluk’un sayısız ellerinden birini tutarak mutlu mutlu dünyamızı keşfe çıktılar.
Ama kısa bir süre sonra ne olsa beğenirsiniz? Dünyamıza onlardan çok önce gelmiş ölüm meleği’yle karşılaştılar. Ölümsüzlerin bizim dünyamızda her şeyin öldüğünü fark etmeleri uzun sürmedi ve ölüm meleği’nden korkarak birer birer ışık dünyasına geri döndüler. Ölümsüz oldukları için ölüm meleği canlarını alamazdı aslında, ancak akıl’a akıl danıştılar ve akıl onlara yine de temkinli davranmalarını önerdi.
Akıl’ın tavsiyesine uyup dünyamızı ilk terk eden Mutluluk oldu. Onun için bu dünyada bildiğimiz her mutluluk Mutluluk’un kendisi değil, onun dünyamızda dolaşırken geride bıraktığı kokusudur. Mutluluk’un ardından geride bıraktığı kokusudur. Mutluluk’un ardından Güzellik, Zenginlik, Özgürlük gibi diğer ölümsüzler de dünyamızı terk ettiler, her biri geriye sadece kokularını bırakarak.
İşte o yüzden bu dünyada, sürdüğümüz her koku gibi, her akıl, her zenginlik, her güç, her özgürlük, her mutluluk zamanla uçup gider. Çünkü ölümsüzlerin kendileri değil, kokularıdır onlar yalnızca.
Ama sevgili taşlar, bütün ölümsüzler Ölüm Meleği’nden korkmalarına rağmen içlerinden bir tanesi ona aşık oldu ve Akıl’ın bütün uyarılarına rağmen dünyamızdan ayrılmayı reddetti.
Aranızda bir yunusla konuşan oldu mu?
Ümit Kitabı’nı bir an önce, çok geç olmadan yeni sahibine teslim etmesi gerektiğini biliyordu.
(Ümit Kitabı eski devirlerde yaşamış, meleklerle arkadaşlık eden bir çocuk tarafından yazılmıştı).
Kitap her zaman bir çocuğa teslim edilirdi.
Kitapta Işık Dünyası’ndan, o dünyaya yapılan yolculuktan, ölümsüzlerden ve ölümsüzlüğün şifresini çözen kimselerden bahsediliyordu. Bir de dünyaya barış ve mutluluk getirecek Kutlu Kişi’nin dünyaya gelişinden.
(BÖ)
Anneyle baba geçen yaz bir kazada ölmüşler. (s. 14)
Bir çocuk ışık olmak isterse, ben onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli olurum. (s. 81)
…bir saniye her şeyi değiştiriyor… o son saniyenin yok edemediği her şey önemlidir… (s. 109)
Ölüm Meleği’nin derdi bizdik, biz insanlar. Onu unutan, unuttukları için hayatı hissederek yaşayamayan, hayatı hissederek yaşayamadıkları için de ölmeyi beceremeyen insanlar. (s. 112)
Eskiden bana iyilik yapanları seviyordum, az çok anlaşabildiğim eğlenceli olan kimseleri… En çok da beni sevenleri seviyordum. Ama seven ben değilmişim meğer, Ben Canavarıymış.
Ölümden korkmayıp bu dünyada kalan tek ölümsüz Sevgiymiş… (s. 120)
Küçük çocuklar gibi olmadıkça, göklerin melekutuna erişemezsiniz.
Tanrı sevgidir. (s. 149)
Işığın kaynağı Sevgi…
Ve evet bir daha hiç ayrılmayacağız, hayatın ışıkları yanınca… (s. 150)

19 Ocak 2011 Çarşamba

Hegel – Tarihte Akıl

 Tarihte Akıl


Tarih felsefesi, tarihin düşünme tarafından ele alınmasından başka bir şey değildir; düşünmeyi burada asla bir yana atamayız. (S. 31)

Felsefenin tarihe getirdiği biricik kavram sadece us kavramıdır, buna göre us dünyaya egemendir ve dünya tarihinde her şey usa uygun olmuştur.

…töz, sonsuz güç olarak bütün doğal ve tinsel yaşamın sonsuz maddesidir; sonsuz form olarak da kendinde taşıdığı içeriği(n) gerçekleşmesidir; töz deyince, tüm gerçekliğin kendisiyle ve kendisinde varlığını ve kalıcılığını kazandığı şeydir. Usun sonsuz güç olması demek, kendi içeriğini yalnızca ideal ve gerekirlik alanına getirebilecek ve gerçekliğin dışında, kim bilir belki de bazı insanların zihinlerinde özel bir şey gibi var olacak derecede güçsüz olmaması demektir. (s. 34)

Ussal olan kendinde ve kendisi için varolandır, her şey burada değerini bulur.
Dünya tarihi yalnızca bu tek usun görünüşüdür, kendisini açıkladığı tikel oluşumlarından biri, kendisini tikel bir öğe olarak, halklara sergileyen bir modelin kopyası.
Us kendisinde durur ve ereği kendindedir; kendini var eder, gerçekleştirir. Düşünme, usun bu ereğinin bilincine sahip olmaktır. (s. 35/36)

Dünyaya us gözüyle bakana, dünya da us gözüyle bakar; bunlar karşılıklıdır.
Dünyaya tanrısal bir istenç egemendir, bu istenç de büyük içeriği belirlenemeyecek denli güçsüz değildir. Bu tözselliği tanımak bizim ereğimiz olmalıdır; tanımak için de usun bilinciyle işe başlamalıyız. (s. 37)

Doğa, tanrısal idenin kavramsızlık içinde olduğu alandır, tinsellik onun kendi vatanıdır, işte orada tanınır olması gerekir. Usun kavramıyla donanmışsak, hiçbir malzeme bize çekinme duygusu vermemeli. (s. 48)

Tanrı kendini insana açıyorsa, kendini temelde onun düşünen yanına açıyordur. Eğer kendini insana duygu yoluyla açsaydı, onu düşüngeme yetisi olmayan hayvan düzeyine indirmiş olurdu. Gerçekten de insanın dini varsa bu hayvan olduğu için değil, düşünen varlık olduğu içindir. İnsanın düşünmesiyle hayvandan ayrıldığı herkesin bildiği bir doğru, yine de unutuluyor. (s. 49)

Tanrı ve onun istencinin doğası birdir; felsefede buna “ide” diyoruz. Böylece ide kendi başınadır, ama incelememiz gerekir, insani tinin öğesidir. Daha belirli olarak ide, insan özgürlüğünün idesidir. (s. 58)

…o halde tin düşünendir, var olan bir şeyin düşünmesidir, var olduğunu ve nasıl var olduğunu düşünmesi. Tin bilendir; fakat bilme usu olan bir nesnenin bilincidir. Ayrıca tin, kendisinin bilinci olduğu ölçüde bilince sahiptir. (s. 59)

Bir ben olduğunu düşünme insan doğasının köküdür. Tin olarak insan dolaysız bir varlık değildir, tersine özü gereği kendi üzerine dönen bir varlıktır. (s. 62)

İnsan olması gerektiği şeyi kendisi olmalıdır; tam da tin olduğu için, her şeyi ilk önce kendisi kazanmalı, silkinip doğallığını üzerinden atmalıdır. Öyleyse tin kendi kendisinin sonucudur. (s. 63)

Tözselin önünde bireyler yiter; tözsel, kendi erekleri için gereksindiği bireyleri kendi bulur. Bireyler tarihte olması gereken olayın olmasını hiçbir zaman engellemezler.
Dünya tini, kendisini insan bilincinde açıkladığı biçimiyle dünyanın tinidir; insanların onunla ilişkisi tek tek şeylerin tözsel bütünle olan ilişkisi olarak anlaşılmalıdır. Tanrı her yerde ve her zaman olduğu ölçüde her insandadır, herkesin bilincinde ortaya çıkar; bu da dünya tinidir. (s. 65)

Dünya tarihi özgürlük bilincinde ilerlemedir, zorunluluğunu tanımamız bir ilerlemedir.
Tinin tözü özgürlüktür. Tinin tarih sürecindeki ereği böylece söylenmiş oluyor; öznenin özgürlüğü. Yani ereği kendi vicdanına ve ahlakına sahip olmasıdır, öznenin sonsuz değer kazanmasını ve bu sonsuzluğun bilincine varmasını sağlayacak genel ereklere sahip olmasıdır. Dünya-tininin ereğinin içerdiği bu töze herkesin özgür olmasıyla erişilir.
Tinin erişebileceği en yüksek nokta kendini bilmedir, kendini görüyle değil, düşünceyle kavramadır. (s. 68/69)

Kültür, düşünmenin aldığı biçimdir.
Kültür sayesinde insan kendini dizginlemeyi öğrenir, eğilimi ve isteklerine göre davranmak yerine onları tutar. Nesne karşısında özgürleşir, kuramsal davranmaya çalışır. (s. 70)

İnsan yalnızca devlette ussal varlığa kavuşur. Eğitimin tüm amacı, bireyi öznellikten kurtarıp ona devlet içinde nesnellik kazandırmaktır. İnsan bütün insanlığını devlete borçludur; özü yalnızca oradadır. İnsan sahip olduğu bütün değere, tüm tinsel gerçekliğe devlet sayesinde sahiptir. (s. 114)

Devlet, insani istenç ve özgürlüğün dışsallaşmış tinsel idesidir. (s. 144)

Türklerde öznel istencin tümüyle başıboş bırakıldığını görüyoruz, örneğin yeniçerilerin istenci var, istençleriyle davranıyorlar, ama vahşi bir istenç bu, bir parçasıyla dinin baskısı altında ama istediğini yapmakta sınır tanımıyor. Burada kişisel istenç yanlış bir tasarıma göre özgür, ussal, somut istençle kaynaşmış değil. Böyle bir istenci tanımıyor, onu kendine nesne yapmamış, ilgisi, davranışları ona göre değil; genel bir şeye dokunacak olursa bu genel şey soyut ve mekanik kalıyor, böylece bağnazlaşıyor, her türlü devlet örgütüne, törelliğe zarar veriyor, hak hukuk tanımıyor. (s. 146)

Devleti devlet yapan halk değil, bilgi ve kültürdür. (s. 147)

Dünya tarihi, tinin zamandaki yayılımıdır, tıpkı idenin uzamda doğa olarak yayılması gibi. (s. 155)

Çeviren: Önay Sözer
Kabalcı, Kasım 2003 (2. Baskı)