29 Ekim 2019 Salı

İsmet İnönü - Lozan Barış Konferansı


İsmet İnönü - Lozan Barış Konferansı
Hazırlayan: İlhan Turan, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 2010, Ankara

Avrupa emperyalist devletlerinin “Şark Meselesi - Doğu Sorunu” olarak adlandırdığının, arkasında ise, “Müslüman Türklüğü, önce Doğu Avrupa’dan, sonra da Anadolu’dan kovma, gitmezlerse yok etme düşüncesi”ne dayanan önemli bir plânları vardı…

…Mondros Silah Bırakışması ve Sevr’de imzalanan metinlerin yeterince öğrenilip yorumlanması, emperyalizmin asıl yüzünü doğru tanımaya yardımcı olacaktır.

…millî direniş ve mücadelenin karşısında emperyalistler, önce Mudanya Mütarekesi (Silah Bırakışması)’nı, sonra da Lozan Andlaşması’nı imzaladılar.

TBMM 7 Haziran 1923’te Osmanlı Hükümetlerinin imzaladığı bütün antlaşmaları feshetti.

Hazırlayandan Kitap Hakkında Notlar
Bu kitap, Lozan’ın öngünlerinden İsmet İnönü’nün yaşamının sonuna dek yapılan bir tarama sonucunda ortaya çıkmıştır.
İsmet İnönü’nün “Hatıralar” adlı anlatımını içeren iki cildin 2. kitabındaki ayrıntılı ve bütünlüklü Lozan anlatımları ile “Lozan Telgrafları” adlı Bilal N. Şimşir’in iki ciltlik çalışması ve “Lozan Tutanakları” adlı takımlar dışarıda tutulursa, İsmet İnönü’nün Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması ile ilgili söyledikleri, Türkçe basılı kaynaklar itibarıyla bu kitapta hemen hemen eksiksiz olarak içerilmiştir.

İsmet İnönü konferans sırasında Bakanlar Kuruluna toplam 320 telgraf göndermiş ve bunlar iki ciltlik “Lozan Telgrafları” adlı çalışmada içerilmiştir. Burada, basılı bir eserdeki mesajların bütününün alınması yeğlenmemiş, konferansın gelişimine uygun bir seçme yapılmıştır. Kitabın ana kurgusu, esasen “Konuşma, Demeç, Makale ve Söyleşileri” eksenli olup, mesajlara seçmeli şekilde yer verilmiştir.

Lozan Konferansı Açılış Oturumunda Yapılan Konuşma / (20. 11. 1922)
…1918 den bu yana (…) hiç bir askerî zorunluluk olmaksızın, Türkiye topraklarının en zengin ve en bakımlı parçalarında, yok etmekten başka bir şey düşünmeyerek, sistemli bir şekilde yapılmış yakıp – yıkmalara tek bir özür bulunamaz.
(…)
Türk ulusu, insan gücünü aşan bu fedakârlıklara katlanmakla, uygar insanlık içinde, köklü bir yaşama gücüne sahip uluslara özgü olan varlık ve bağımsızlık haklarıyla, barış, huzur ve çalışkanlık unsuru olarak, büyük bir yer kazanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kesin amacı, bu yeri korumak ve güçlendirmektir (s. 19).

Lozan’dan Gazi Mustafa Kemal’e Gönderilen Mesaj / (22. 12. 1922)
…Hasan Bey, Ferid Bey, Cavid Bey, Şefik Bey aralarında ittihâd–ı efkâr olmuyor. Bu ahvâl tahtında Hasan Bey ahvâli bir def’a Ankara’ya şahsen anlatmağa lüzûm–i kat’î görüyor. Benim istisâsime göre müşarün ileyh çok müşkilât karşısında kendisini kuvvetli görmüyor (s. 34).

Lozan’dan Gazi Mustafa Kemal’e Gönderilen Mesaj / (22. 12. 1922)
Zâta Mahsûs
Marki Garroni’nin gala ziyafetinde şetâret içinde bulunduk. Büyük ziyâfetlere büyük milletlerden başka kim gidebilir. İtalya, Fransa, Britanya, Türkiye murahhasları mevkii ihtiramda, diğer milletler kendi sıralarındadırlar. Curzon ile ziyâfete riyâset eden İtalyan hanımın tarafeyninde bulunduk. Geçen gün de böyle idi. Curzon bir aralık bana “çetenin sıhhatine içiyorum” dedi. Sonra ben de onun sıhhatine içtim. (…) (s. 35)

Lozan’dan Gazi Mustafa Kemal’e Gönderilen Mesaj / (23. 01. 1923)
Bugün son derece buhranlı oldu. Curzon bütün vesâitini bütün gün isti’mâl etti. Musul’un siyâsî muharebe günüdür. (…)
Bilesiniz ki çok yorgunum. Üç gece uyumadım. Bugünkü Musul müsâdemesini düşündüm. Curzon inkıta karşısında şimdilik ric’at etti. Büyük ve mütemâdi tertibât ve tehdidât yaptı. Çok yoruldum. Benim güzel Gazi Şefim beni bu kadar imtihâna niçin fedâ ettin… (s. 38)

Lozan’dan Bakanlar Kurulu Başkanlığına Gönderilen Mesaj / (04. 02. 1923)
3 Şubat raporudur:
Madde 1 – Bugün baş murahhaslarla mülâkât ettim. A’zamî şerâiti söylediler. Trakya’da tahdîdât–i askeriyeden vazgeçtiler. Borçların sermâye üzerinden taksimini kabul ettiler. Ellerinde bulunan beş milyon altın ile İngiltere’deki gemiler bedelini karşılık tutarak taleb ettikleri on iki milyon altın ta’mîrâtdan vazgeçeceklerini, Amerika murahhası vâsıtası ile istimzâca cevâben ihsâs ettiler (s. 45).

Lozan’dan Bakanlar Kurulu Başkanlığına Gönderilen Mesaj  / (06. 02. 1923)
Madde 3 – Hükümete teklifâtım ber vech–i âtîdir:
A – Konferansın inkıtâı resmen tebliğ olunmadığından devam etmektedir. Ba’zı hey’et–i murahhasaların hükümetlerine gitmeleri gibi fâsıladan istifâde ederek Türk murahhasları da merkez–i hükümete geliyorlar.
B – Orduyu maddeten ve ma’nen kavî ve hâzır bulundurmak.
C – Memlekette sulh olmadığından dolayı endişe izhârına katiyyen mahal vermemek.
D – İngilizlerle hiçbir noktada müsâdemeye mahal vermemek (s. 48).

Lozan Dönüşü İstanbul’da Konferans Hakkında Verilen Demeç / (16. 02. 1923)
Görüştüğümüz başlıca meseleler; toprak meseleleri, bilhassa mali ve iktisadi meseleler sona bırakılmış, halledilememişti. Nihayet toprak meselesini bağladık, fakat mali ve iktisadi meseleler bağlanamadı (s. 54).

(Meclisteki konuşmalar, tartışmalar)

Lozan’dan Gazi Mustafa Kemal’e Gönderilen Mesaj / (25. 05. 1923)
Konferansın birinci devrinde İtalya murahhası Montagna İzmir’den dâhile sevkolunan Sivrihisaryan âilesinden iki biraderin tahliyesini rica etmiş ve ben de keyfiyeti hükümete yazmıştım.
…iki birader serbest bırakılmadı.
İki Ermeninin serbest bırakılıp bırakılmaması hey’et–i murahhasayı ve şahsen beni küçük düşürüyor.
Bu iki Ermeninin tahliyesinin emir buyurulmasını bilhassa istirham ederim (s. 125).

Lozan’dan Gazi Mustafa Kemal’e Gönderilen Mesaj / (29. 06. 1923)
Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine ma’rûzdur.
Afyonkarahisar’da bulunan iki Sivrihisâriyân birâderlerin terhîsi ve vaadini İtalya murahhasına iblağ etmiş idim. Her gün sorar. Bu bâbda müsta’cel bir cevâb–ı şâfî i’tâsını pek ziyâde istirhâm ederim (s. 134).

Lozan Konferansı Dönüşünde İstanbul Üniversitesince Fahri Profesörlük Verilmesi Dolayısıyla Düzenlenen Törende Verilen Söylev / (11. 08. 1923)
Yakın bir maziye kısaca göz atmak isterim. “Harb–i Umumî’ den (I. Dünya Savaşı) sonra hasıl olan vaziyet, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü halidir.
O zaman ki Osmanlı devleti böyle enkaz ifade eden bir vaziyette idi.
Millî Mücadele devri, geçirdiğimiz ilk ağır imtihandı.
Bu imtihandan başarıyla çıktıktan sonra konferansa gittik. Bu da bir imtihandı.
Bu, harpten sonra yapılan antlaşmalar ile mukayese edilemez. Almanya ve Bulgaristan ile yapılan antlaşmalar ile mukayese mümkün değildir.

Önümüzde her halde on senelik bir devre vardır ki bu zamanda gelişmek için bütün kuvvetlerimizi toplayarak hedefe vasıl olacağız.
İktisat mücadelesinde behemehal galebe etmek lâzımdır (s. 153-157).

Lozan Barış Antlaşması’nın Onaylanmasına İlişkin Yasa Tasarısıyla İlgili BMM Görüşmesinde Verilen Söylev / (23. 08. 1923)
(Savaş tazminatı mefhumu)
Arkadaşlar! Tâmirat meselesi Harbi Umumiden çıkan milletler üzerinde asıl medarı ıztırabolan noktadır. Ve bu kadar esaslı noktadan atiye bir para havale etmeksizin çıkıyoruz. Sizi temin ederim ki: Bir muvaffakiyettir (s. 169).

Boğazların usulünü tayin etmek için olan müzakeratta birçok siyasetler tavazzuh ve tesadüm etmiştir. Türkiye bu siyasetler içinde Misakı Millî ile ilan olunan esasata sadakatini ve asıl kendi vazifesi olan Türkiye’nin mevcudiyet ve emniyetini vikaye etmek esasını takib ettik (s. 180).
Bizim boğazlar mukavelenamesinde deruhde ettiğimiz mecburiyet; gayriaskerî bir mıntıka ihdasıdır. Bihakkin denilebilir ki Türkiye, İstanbul ve boğazları, bu kadar mühim olan yerleri tahkimden feragat etmekle mühim bir şeyden feragat etmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu bütün menabi ve vesaitini boğazlar etrafında teksif ederek ve memleketin diğer yerlerini faaliyetten mahrum bırakarak İstanbul’u ve boğazları müdafaa etmeye çalıştı fakat kaybetti (s. 181).

Boğazlar Komisyonu
Uzun ve çetin münakaşadan sonra bu Boğazlar Komisyonunun vazifesi sular üzerinde sefaini harbiye ve askerî tayyarelere hasrolunmuştur (s. 182).

Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Anlaşmanın Onayına İlişkin BMM’de Yapılan Konuşmada Lozan Konferansı Dolayımı ile Söyledikleri / (17. 06. 1930)
Size bazı hatıralarımızı nakledeyim: M. Venizeiosla Lozan’da çalışırken, bilhassa bir noktaya dikkat ettim ki kendisi Yunanistan’ın menfaatına taalluk eden mesailde ne kadar çetin ise, ne kadar çok uğraşmış ise ve [bizi] yormuş ise Yunanistan’a taalluk etmeyen mesailde Türkiye’ye zarar verecek herhangi bir noktai nazar takip etmemiştir. İlk günden itibaren iki memleketin büyük menfaatleri arasında ayrılık olmadığı hakkındaki müşahedemiz, iki memleketin başında bulunan adamların marazî bir his ile memleketlerini yekdiğerinden uzaklaştırmak temayülünde olmadıklarını da bana gösterdi (s. 216).

Yedinci Artırma ve Yerli Malları Haftası Nedeniyle Ankara Halkevi’nde Verilen Söylevde Lozan Barış Antlaşması Dolayımıyla Söyledikleri / (12. 12. 1936)
Milli devlet ilk temellerini atarken, Arap memleketlerini Arap milletine bırakmağı kendi siyasetine esas tutmuştur. Bunu, resmi olarak Misakı Millide ilân ettik. Misakı Milliyi o zamanki güç şartlar içinde zaruri olarak yapılmış saymak yanlıştır. Misakı milli şuurlu bir siyasetin ve derin bir kanaatin ifadesidir (s. 220).

Lozan Günü – Lozan Barış Antlaşması’nın 29. Yıldönümünde Gençlere Lozan Anlatımı / (24. 07. 1952)
Lozan Muahedesinin ilk müzakereleri eşit haklarla müzakere mevzuu üzerinde başlar. Birinde Yunanlılar ve Mondros’un galip devletleri olduğunu söyleyenler, diğer tarafta ise Amerikalılar.
Karşımızdakiler, Lozan Konferansını Orta Şark meselelerinin halli için toplanmış gibi bir hava vermek istiyorlardı (s. 229).

Enternasyonal müzakere ve konuşmaların daima müsavi şartlar içinde cereyan etmesi lâzımdır. Biz Lozan’da bu müsavi şartları temin ederek davamızı yürüttük (s. 231).

Uğrunda en fazla mücadele ettiğimiz ve bizim için en başta gelen hayati bir mesele teşkil eden kapitülasyonlardı (s. 233).

Biz Lozan Muahedesini imza edip geldik. Ondan sonra Avrupa’da müahedenin tasdik edilmesi meselesinde şiddetli münakaşalar ve mücadeleler başladı.
Muahedeyi bir sene sonra tasdik ettiler. Bu müddet zarfında bizim durumumuzu yakından takip ettiler.
Lozan, temel fikir olarak millî devletin kurulmasını, istiklâli, milletlerarası hak ve hukuk eşitliği mefhumlarını gaye ittihaz etmiş bir konferanstır. Münevverlerimiz ve gençlerimiz bu zihniyetle muahedeyi mütalaa ederlerse, siyasî tarihimizin geçirdiği başlı başına birçok değişiklikleri çok iyi kavrarlar (s. 234).

Lozan Günü – Lozan Barış Antlaşması’nın 34. Yıldönümünde Gazetecilere Lozan Anlatımı / (24. 07. 1957)
Lozan Muahedesi İstiklâl Harbinin şerefli mührü ve Türkiye’nin medeniyet hamlesinin başlangıcıdır. Lozan Muahedesi ancak bir senede tasdik olunmuş, müttefikler muahedenin imzasından sonra devlet şekli belli olana kadar beklemişlerdir.
Lozan Muahedesinden İkinci Cihan Harbinin başlamasına 16 sene geçmiştir. Bu 16 senede Türkiye İkinci Cihan Harbinden selâmetle çıkabilecek fikrî bünyevî ve maddî bir olgunluğa gelmiştir ve Türkiye İkinci Cihan Harbinin bitmesiyle beraber son ıslahat çemberi olarak demokratik rejimi hayat tarzı olarak kabul etmiştir.
Şimdi karşımda bulunan gazeteciler hepsi benimle beraber Latin harfiyle yazıyorsunuz. Bu size oyuncak geliyor.
Bizim neslin üstündekilerin bu yazıya alışmaları artık mümkün olur mu bilmiyorum. Ama bizi hoş görüyorlar. Siz de benim gibi bu yazıyla pek çabuk yazabiliyorsunuz.
Demek 34 senedir Lozan’dan sonra milletçe ıslahat içinde yaşıyoruz. Şimdi içinde bulunduğumuz en mühim meseleler iktisadî kalkınma, cihazlanma ve ilerlemedir.
İnsan haklarına müstenit Garplı manasında bir demokratik rejim kurulmak ve dünya mücadelesi içinde bir itibarla yaşama gayreti içindeyiz. Bu mücadelede millet olarak hep beraber muvaffak olacağız (s. 241-242).


M. Cemil Bilsel - Lozan I. Cilt


M. Cemil Bilsel - Lozan I. Cilt
Sosyal Yayınlar, 1998

Dünya Harbi
Dünya harbi, dünya kurulalı insanlığın başına gelen en büyük musibettir (kitap ilk defa 1933’te yayınlandı).

Avrupa’nın bu harpte 60 milyon kişiyi silah altına çağırmış olmasına göre bunun üçte birini kaybettiği kabul olunabilir.
Harp masrafı da Fransa cumhuriyeti resmi gazetesinin 924’te neşrettiği cetvele göre 1175 milyar altın franktır.

Dünya harbi, 28 haziran 1914 pazar günü, Avusturya Macaristan veliahtı Fransuva Ferdinand ile morganatik karısı kontes dö Hohenbergin Saray Bosnada öldürülmesinden çıktı.

28 Haziran günü Saint-Guy yortusu günüdür. O gün Sırplar 1389 da Kosvada Türkler tarafından yenilmişlerdi. Bu sebeple o gün Sırplar için o vakitten beri, milli matem günüdür. Sırplar atalarının mahvedildiği bugünü her sene merasimle anarlardı.

Sırbistan’a karşı bir harp nümayişi zaruridir.

İtilaf devletleri meseleyi bir Avrupa meselesi, Almanya ise bir Sırp-Avusturya meselesi suretinde halletmek fikrinde idiler.

28 Temmuz Avusturya Sırbistan’a harp ilim etti.

Rusya Avusturya’nın Sırbistan’ı ezmesine lakayt kalamazdı.

Almanya Rusya’ya harp açınca Fransa’ya da harp açmak mecburiyetinde idi.
3 Ağustosla Almanya, Fransa’ya harbi ilan etti

4 Ağustos
Alman orduları Belçika arazisini istila ediyor.
İngiliz ordularının seferberliği emrediliyor.
Akşam saat 11’den itibaren harp hali Almanya ile İngiltere arasında başlamış bulunu.

Dünya Harbinde Osmanlı İmparatorluğu
Osmanlı İmparatorluğu büyük harbe Teşrinievvelin 29unda girdi. Bu giriş, İmparatorluğun varlığına mal oldu.

Osmanlı İmparatorluğunun cihan harbine girişinde başlıca iki amil müessir olmuştur sanıyorum. Bunun biri daha ziyade psikolojik, ruhi bir amildir. Diğeri siyasi ve esas amildir.

Harp başlamadan evvel, harbin neticesi ne olursa olsun arazice tebeddülat yapılmıyacağını ilan eden Avrupa Devletleri, Osmanlı Devleti mağlup olunca bu kararı terk ettiler.

Balkanlar
Türkler bu acıyı unutmadılar. Rumelinin kaybediliş menkıbelerini canlandırdılar. Mekteplerde talebeye, evlerde çocuklara, kışlalarda askerlere bu menkıbeleri anlatarak milli bir ruh, milli bir hınç uyandırdılar. Türklüğe yapılan hakaretin ve zulmün, birgün hesabını görmek ruhunu aşıladılar. Haritalarda Rumeli siyaha boyanarak gösterildi. Bütün ordu lekelenen namusunun intikamını almıya tahrik edildi. Asker her gün "1328 de Türk namusu lekelendi ah. Ah, ah, ah, ah, intikam" şarkısıyla talimine gidiyordu. Köyüne dönen asker bu şarkıyı söyliyerek ekin ekiyordu.

Avrupa büyük devletlerinin bir biriyle boğuştuğu bu harpte seyirci kalmak Osmanlı devleti için hayırlı olur muydu?

Bilhassa Balkan felaketinden beri, Devlet ittifak siyaseti takip etmiştir.

İngilizlerle Balkan harbinden sonra bir anlaşma siyaseti başladı.

Rusya, tarihi emellerinden büyük bir kısmını bizim zararımıza tahakkuk ettirmiş olmakla beraber, İstanbul ve boğazlara ait emellerini hala tahakkuk ettirilmek vesilesini bekliyordu.

Almanya’nın Rusya’ya harp ilan etmesi üzerine hükumet de umumi seferberlik ilan etti.

Hukuku düvel kaidelerine göre bir bitaraf devlet sularına iltica eden harp gemileri, ya yirmi dört saatte bu suları terk etmek, yahut silahtan tecrit edilmek lazımdır. Bu gemilerin sularımızı terk etmelerini istemek, onları düşman eline teslim etmekti. Almanya’nın müttefiki olmak itibarile bunu devletin yapması, bizzat kendi menfaatine aykırı olurdu…

O esnada gemilerin devletçe satın alınmış olması fikri hatıra gelmiş

İngilizler, İngiliz tezgâhlarına sipariş edilmiş olan ve son taksiti yarım saat evvel verilmiş olan Sultan Osman dretnotu ile Reşadiye dretnotuna Türk sancağının çekilmesine mani olmuş ve bunlara vaz'iyet eylemiş idi.

Sultan Osman ve Reşadiyenin zaptı ile hasıl olan derin ve umumi infial karşısında Göben ve Breslavın satın alınmış olması o nisbette cuşişli bir sevinç uyandırdı.

9 Eylülde Kapitülasyonlar ilga edildi ve keyfiyet devletlere tebliğ olundu.

4 Ağustos, Çanakkale ve Karadeniz boğazlarının methallerine torpiller atılmış ve ancak Osmanlı Kılavuzları tarafından sevk edilecek ticaret gemileri için, birer kanal bırakılmıştır.
Hükümet, 29 Eylülde neşreylediği resmi tebliğ ile, Boğazların büsbütün kapatılmış olduğunu ilim eyledi (s. 166),

Sevr’den Lozan’a
Osmanlı İmparatorluğu, 29 - 10 - 914 te Karadeniz hadisesiyle sürüklendiği dünya harbinden, 30 - 10 - 918 de imzaladığı Mondros mütarekesiyle çıktı.

Türkler bir ihtilalden ve bu ihtilali takip etmiş iki felaketli harpten yeni çıkmışlardı. İhtilal, orduda nizam ve inzibatı bozmuş, kaybedilen İtalya ve Balkan Harpleri, mühimmat levazım zabit ve askerce, bir iki senede doldurulmaz, boşluklar açmıştı.

Osmanlı İmparatorluğu, on iki bin kilometre uzunluğunda bir sınır içinde, Rusların, İngilizlerin, İtalyanların, Bulgarların, Yunanlıların doğrudan doğruya ve diğer devletlerin bilvasıta hücumlarına maruz bulunuyordu (s. 194).

Türkler sekiz cephede harp ettiler.

1917 senesi ikinci kanununun 31rinde Almanya tahtelbahir harbini ilan etti. Fakat bu tedbir Amerika Birleşmiş Devletlerini harbe soktu.
14 Martta Petersburg’ta ihtilal patladı ve Çarlığı süpürdü.

Eylülün 15 inci günü Selanik cephesinde Bulgar ve müttefik devletler cephesine karşı Ceneral Franşe Despere tarafından bir taarruz başladı. Dedeağaç’tan Avlonyaya kadar uzanan 630 kilometrelik bu uzun cephenin her yeri, bir taarruzu her zaman red edecek halde değildi, ve ihtiyat kuvvetleri yoktu. İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, ve Sırplardan mürekkep olan Makedonya ordusu, 13 gün süren taarruzu neticesinde, Bulgar ordusunu, mütareke dilemeğe mecbur etti. 29 Eylül de Bulgaristan mütarekeyi imzaladı.
Bulgaristan’ın mütareke ile dünya harbinden çıkması merkezi -devletler cephesinde, bilhassa Türk harbi için telafi edilmez bir rahne açmış idi. İstanbul ile Berlin arasındaki yol, bu suretle kapanmış, itilaf devletlerine İstanbul yolu açılmış bulunuyordu.

Müttefik devletlerin galebesi, her cephede kendini gösteriyordu. Wilson’un 1918 ikinci Kanunun sekizinci günü ilan ettiği on dört noktayı esas alarak, merkezi devletlerin bu esaslara göre sulha talip olmaları takarrur etti.

Bizim notamız Madrit Maslahatgüzarımız marifetile verildi
Bu notaya hiç bir cevap verilmedi

Malta’daki Akdeniz Filosu Kumandanı Amiral Galthtorpe te Filosunu Mondros’ta toplama emrini almıştı.

Mütareke 29 Teşrinievvelde Amiral Calthorpe ile murahhaslarımız tarafından imzalandı.

Osmanlı İmparatorluğundan sonra Avusturya Macaristan ile 4 ve Almanya ile ancak 11 İkinci Teşrinde mütareke imza edildi.

…sulh şartlarını kararlaştırmak için, yenen devletlerin toplanıp görüşmesi gerekti.
Bunun için "Paris sulh konferansı" adını alan toplanma 18/1/919 da Paris’te açıldı.
Almanya müzakereye kabul edilmedi.
Hükümler ise yenilen Almanya için çok yamandı.

Mondros mütarekesinden sonra yaşanan gâvur aşırılıklarından birisi olarak İzmir işgal edildi.

Batı Trakya, Paris Konferansından sonra Yunanistan tarafından işgal edildi.

Şark meselesi Avrupa’nın ve dünyanın en girift işlerinden biridir. Bütün bu mesele şimdi konferansın önündedir. Ve Halledilmek gerektir. Bu girift işin şimdiye kadar birçok düğümleri çözülmüştür. Fakat kördüğüm, daha durmaktadır. Rusya ortadan çıkmıştır; amma İngiltere’nin Fransa’nın ve İtalya’nın ve Balkan devletlerinin dilekleri, birbirine zıttır ve şimdi bunlara, bir de Amerika Birleşik Devletlerinin görüşü katılmıştır (s. 274).

Sevr’de Boğazlar (s. 309 vd.)

Kurtuluş Yolu (s. 349 vd.)
(Sakarya Meydan Muharebesi yarım sayfa, büyük taarruz müstakil bir bölüm…)

Vs.


26 Ekim 2019 Cumartesi

M. Cemil Bilsel - Lozan II. Cilt


M. Cemil Bilsel - Lozan II. Cilt

Birinci Bölüm
Konferansın Açılması

Lozan’a doğru
Lozan’a davet hakkında tebliğ olunan nota (s. 2):
“İngiltere, Fransa, ve İtalya hükumetleri, Ankara hükumetine gönderdikleri 23 Eylül tarihli notalarına zeyil ve bu hükumetin 4/10/22 tarihli notasına cevap olarak, Şarktaki harbe nihayet verecek bir sulh muahedesi akdi maksadile, 13 ikinci teşrinde müzakereye başlamak üzere Ankara Büyük Millet Meclisi Hükumetini Lozan’a murahhaslarını göndermeğe davet etmekle şereflenirler. Murahhasların tamam salahiyetli olması, fakat miktarca ikiyi geçmemesi İngiltere, Fransa ve İtalya hükumetleri arasında kararlaşmıştır.”

Memlekette bu işi en iyi başaracak başı yine Gazi seçti: İsmet Paşa.

Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa devletlerile münasebetinde üç devir vardır: istila devri, tanzimata kadar olan devir ve tanzimattan sonraki devir (s. 5).

İkinci Bölüm
Kapitülasyonların Kaldırılması: İstiklal
Kapitülasyonların mahiyeti
Kapitülasyonlar işi, Lozan konferansında konuşulan işlerin en çetinlerinden biridir ve belki birincisidir.
(Kapitülasyonlar) Osmanlı imparatorluğunun diğer devletlerle münasebetlerine umumi temel olmuştur (s. 25).

İtalyanca Capitulazione kelimesi, mukavele veya kontrato manasına gelir.

Kapitülasyon imtiyazları (s. 44 vd.)
…yabancılar arasındaki ceza davaları kendi konsoloshaneleri mahkemesinde görülür.
…Ayrı tabiiyette yabancılar arasındaki ceza davaları suçu yapan kimsenin konsoloshanesi mahkemesinde görülür.
Tevkif konsoloshanelere ait idi.
Mahkûm edilen yabancı, cezasını Türk hapishanelerinde değil devletinin hapishanelerinde çeker.
Yabancının iflası halinde Osmanlı alakalı olsa bile tasfiye ve dava konsoloshaneye ait idi.
Yabancı, tanzifat resmi ile emlak vergisinden başka vergi vermez. Bunun da cebren tahsili güçtür.
% 8’den fazla gümrük resmi alınamaz. Gümrük tarifesi tanzimine devletin salahiyeti tanınmaz.
İstediği şeyi devlet inhisar altına alamaz.
Limanlarda ve şehirlerde yabancı devlet postahaneleri vardır. Kaçakçılık ettikleri sabit olmasına rağmen bunların çantaları açılamaz,
Osmanlı ve yabancı kanunu taarruz ederse, yabancı kanunu üstündür.

Islahat ve Tanzimat: Ordu, askeri Islahat ile kurtarılmıştı. Eğer geç kalan bu askeri ıslahat bir buçuk asır evvel yapılabilmiş olsaydı, Osmanlı İmparatorluğu düşmezdi. Askerlikte yapılan ıslahatı idarede de yapmak zaruri idi. İşte 1839 ve 1856 tarihli ıslahat ve nihayet kanunu esası, bu zaruretlerin icabı olarak ilan olundu (s. 50).

Halkın yekdiğerile münasebetlerini tanzim eden kaidelerin yaşama şeraitine bağlı olmaları itibarile dünyanın her yerinde birbirine benzerliği inkâr olunamaz. Bu itibarla bu münasebetleri dünyanın umumi yaşama şartlarına göre düzenlemek, daha doğru olurdu. Tanzimat ve ıslahatta Şark değil Garp örnek alındığı için medeni kanun, işinde de o vakit böyle hareket edilmesi, kabul edilen umumi programın da zaruri bir neticesi idi.

Dünya harbi
Devlet, Kapitülasyonların, Eylül 1914’te mülga olduğunu ilan eyledi.

Kapitülasyonlar meselesi, İtalya Baş murahhası Marki Garoni’nin reis bulunduğu ikinci Komisyona ait idi.

Kulağa hoş gelmiyen Kapitülasyon tabirini kullanmaktan çekinmek lazım olduğunu Lort Kürzon, İsmet paşa ile beraber tasdik etti. Fakat teminat, hem yabancıların, hem Türkiye’nin menfaati için lazımdır (s. 81).

Osmanlı İmparatorluğu
Eğer bu koca İmparatorluk, nihayet ölüm döşeğine düştü ise bunun başlıca sebebi, kapitülasyondur. Kapitülasyondur ki bu devletin ve fertlerinin damarlarındaki kudret ve kuvvet kanını, eme eme, onu ilerleyemez ve nihayet yaşayamaz hale getirmiştir (s. 119).

Üçüncü Bölüm
İstiklal Rejimi

Ticaret mukavelesi (s. 163 vd.)
…ticaret için dahili hayatta olduğu gibi, beynelmilel hayatta da ilk şart emniyettir.

Garbın şark ile ticari münasebetini, ticaret muahedeleri yerine kapitülasyonlar tanzim etmiştir.

Tarife, ticaret muahedelerinin en ehemmiyetli hükümlerinden biridir. Bununladır ki bir devletin iktisat siyaseti temin olunur.

Müttefikler, kapitülasyonların, devleti daimi surette bağladığından bahisle, bir intikal devresini ortaya attılar: Türkiye’nin ticaretçe her devletin haiz olduğu serbestlikten istifadesi tabii · olmakla beraber, bunu istikbalde tam kullanacaktır. Gümrük tarifelerini şimdiden istediği gibi tanzim etmesi, ticaretin kesilmesini ve yabancı tüccarın memleketi terkeylemesini icap edebilir. Ticaret mukaveleleri de hemen aktedilemez. Bu sebeple bir intikal devresi lazımdır.

Ticaret mukavelelerinin iki sene sonra müzakeresine başlanması o vakte kadar, Türkiye’ye girecek eşyadan, 1911’deki tarife, yüzde dört artırılarak, resim alınacak. Bu müddetten sonra da Türkiye kıymet üzerinden muayyen miktarda fazla resim alamayacak.

Elbette Türkiye’ye daha büyük menfaatler vermiş olan Büyük Devletlere daha uzun müddet kabul edilmiştir.
Müddet, Büyük Devletler için beş sene, Romanya ve Yuğoslavya için nihayet 30 ay kabul edildi. Yunanistan için 6 ay olması istenmişti, nihayet bu da öbür devletler müddetine çıkarıldı.

Mukavelenin Esasları: Tarife: 1 Eylül 1916’da mer’iyette olan Osmanlı sıklet tarifesidir. (Madde 1) Bu tarife emsale göre artacaktır.

Dört asırlık bir kapitülasyon rejiminden istiklal rejimine girerken istisnai bazı intikal tedbirleri almak zaruri idi.
Muahedenin bir sene tasdik edilmemiş olması da bunu gösterir. Bu intikal tedbirleri, adliye beyannamesile, dört ecnebi hukuk müşavirini, sıhhiye beyannamesile üç yabancı doktorunu, Türk memuru olarak hizmetimize almak, ticaret mukavelesile, 1916 sıklet tarifesini kabul etmek, üç devletin üç gemi işletme kumpanyasına iki sene sularımızda kabotaj salahiyetini vermek, ikamet mukavelesile yabancıların ahkamı şahsiye ve aile hukukunda memleketleri mahkemelerine gitmelerini, cebri istikrazlara tabi tutulmamalarını (madde 16, 12) kabul eylemekten ibarettir. Bunlara bir intikal rejimi denemez. Çünkü mahdut müsaadelerdir (s. 171).

Dördüncü Bölüm
Türkiye Devletinin Sınırları
Hukuku düvelce devlet belli topraklar üzerinde, kendine müstakil düzen vermiş insan topluluğudur. Demek, belli toprak veya belli ülke, devlet mefhumunda zaruri bir unsurdur. Toprağın bellileşmesi sınırlarla olur.

Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesi
Adakale
Mısır ve Sudan
Kıbrıs
Trablusgarp
Fas ve Tunus

Beşinci Bölüm
Azlıklar İşi
Her devlet bir millettir. Ülkesinde iki türlü insan oturur: Tebaa, yabancı. Tebaa arasında diline göre, dinine göre, soyuna göre ayrı vaziyetler ve hükümler yoktur (s. 263).

İsveç devlet adamlarından Baron Adelsvaerd:
“Azlıklar vaziyeti, bütününde harpten evvelkinden beterdir. Böyle olmasından hayrete düşmeğe de mahal yoktur. Yeni kurulan devletler, zorla yapılan bir değişiklik oldu, Eski milli çokluklar, azlık ve eski azlıklar çokluk oldu...”

Altıncı Bölüm
Boğazlar Rejimi
Boğazlar meselesi, konferansın birinci devresinde konuşuldu ve bitirildi. İkinci devrede ancak, Rusya’nın imza edip etmiyeceğine dair bir kaç söz geçti:

İki açık denizi birbirine birleştiren boğazlar açıktır. Bir iç denizi, yani hukuki manada kapalı bir denizi açık denize birleştiren boğaz kapalıdır.

Kapalı boğazlar için hukuku düvelde mesele yoktur. Bunlar topraklarında bulunduğu devletin hakimiyetine mutlak surette tabidir. Mesele açık boğazlardadır.

Türkiye için boğazların ehemmiyeti, kendi ülkesi içinde olmaları Avrupa ve Asya’daki topraklarını birbirine birleştirilmeleri, dün paytahtı ve bugün de o en büyük şehri olan İstanbul’un ve bütün tarihi eserlerinin onlar üzerinde bulunması itibariledir. Ülkesinin birliği ve bu ülke birliği ile Avrupa ve Asya işlerinde bir mevki tutması bir Avrupa devleti olması, boğazların ülkesini ayırmamasına bağlıdır. Anadolu’ya dayanmayan Rumeli boğulur. Avrupa’nın hükmüne geçer. Rumeli’nin Anadolu’ya sağlam dayanabilmesi ise, boğazların kendi hükmünde olmasına bağlıdır. Demek ki ülke birliği, devlet için hayat ve istikbal demektir. İstiklal demektir (s. 303).

Rusya, boğazların kendisine açık olup olmamasına göre kendisini mahpeste veya emniyette sayar.

Boğazların sahipliği Karadeniz’den Akdeniz’e ve Akdeniz’den Karadeniz’e gemi işlemesini menetmeğe elverişlidir. Boğazlar, Türkiye elinde bulundukça, Karadeniz harp gemilerimizin çıkışı, zaruri olarak, bu devlete tabidir.

Boğazlar meselesinin tarihçesi
Devletçe Kapalı Tutulmak devri, İstanbul’un zaptı tarihi olan 1453’ten 1841’e kadar sürer. Dört asırlık bu devreyi de üçe ayırmak lazımdır: 1453 - 1774, 1774 - 1829, 1829 – 1841 (s. 344).

1774 te küçük kaynarca muahedesile Rusya, kat'i olarak Karadeniz’e yerleşti. Artık Karadeniz Türk gölü değildi.

1829 Edirne muahedesi boğazlan, Rus limanlarına giden ve oralardan gelen Rus ve diğer bütün milletler ticaret gemilerine açık tuttu. Bununla beraber harp. gemileri hakkında devletin kadim kaidesi daimdir.

Muahedeye Bağlı Kapalılık devri, boğazlar mukavelesi diye anılan üç mukavele, 1841, 1856, 1871 mukaveleleri, devletin kendi kadim kaidesini ahdi kaide yapar.

Lort Gürzon Lozan muahedesinin İngiliz parlamentosunda münakaşası sırasında bir ifşada bulundu: Kendisi Lozan’a, boğazların ticaret gemilerine açılmasından fazla bir şey ihtiva etmiyen bir talimat ile gitmiş. Muahedenin tasdikini temin etmek ve biraz da kosalmak için yapılan bu ifşadan anlaşılıyor ki o gün İsmet paşa mutlak kapalılığı iltizam eyleseymiş kabul olunacak imiş Ancak, fiiliyatta, hem netice bugünkünden çok farklı olmıyacak idi, Çünkü, Rusya’nın bile Türk teklifini benimseyerek nihayet daha sıkı bir mahdut açıklık rejimi teklif etmiş olmasına göre, iş bunun kabulüne varacak idi; hem de, bir sebeple konferans kesildiğinde boğazlar meselesinde tuttuğumuz yol bize karşı çok zararlı bir propaganda diye kullanılacak idi. Belki bütün bu sebeplerle İsmet Paşa, “mahdut açıklık” dediğimiz bir rejim müdafaa etmiştir… (s. 373)

…boğazların Akdeniz veya Karadeniz devletlerinden biri tarafından zaptı, bir harbin daha başında, o devlet için pek açık bir üstünlük temin eder.

Marmara Denizini, boğazlar tabirinden hariç bırakmalıdır. Çünkü bu deniz kıyılarında yapılan müdafaa tertipleri geçiş serbestliği için tesirsizdir. Anadolu ve Trakya müdafaası içinse elzemdir (s. 378).

(18/12) Türkiye, boğazlar mıntakasının Adalar denizi etrafında 24 mile kadar götürülmesini istemişti. Lort Kürzona göre bu, açık denizlerin serbestliğine halel verir. Hiç bir devlette misli yoktur, kabul olunamaz (s. 381-382).

Müttefikler askersizliği boğazlarda geçiş serbestliğinin ve açıklığın zaruri bir mütemmimi olarak müdafaa ettiler.
İsmet Paşa, bu usulün hiç te zaruri olmadığını ve sulh için de Türkiye için de tehlikeli olduğunu anlattı. Bunun üzerine Devletler, askersizlikte bunun mahiyeti ile uymaz değişiklikler yaptılar. O kadar ki Barerin haklı olarak dediği gibi, bu usulden bir sembol, bir remizden başka bir şey kalmadı. İsmet Paşa da bu askersizliği bu vesile ile temin ettiği dört ve hatta beş büyük menfaat mukabilinde ve kolunu, kanadını kırarak kabul etti (neticede kafirler istediklerini yaptırdılar. Hukuk profesörümüz ise bu zavallılığı zafermiş gibi anlatabiliyor). / s. 384

Bize göre Müttefik Devletler, evvela dünya harbinde, Çanakkale önünde uğradıkları hezimetin aksi tesiri olarak bu askersizliği iltizam ettiler.

Boğazlar Komisyonu
Romanya murahhası Mösyö Duka, boğazlar için tam bir serbesti usulü isterken, bunun, kuru bir temenni ve muahedeye bir prensip olarak derci elvermeyeceğini, boğazların serbestliği filen ve hakikaten temin edilmek lazım geleceğini ileri sürmüş ve en evvel bir boğazlar komisyonuna temas eylemişti (s. 389).

Sevr muahedesine göre boğazlar komisyonunun kendisine mahsus bir bayrağı olacaktır, ( Madde 42 ). Lozan muahedesinde buna dair bir hüküm yoktur. Komisyon, Tuna komisyonunun bayrağı olduğunu düşünerek kendisine mahsus bir bayrak kabul etmek ve bunu toplandığı binaya çekmek teşebbüsünde bulundu. (…) hükumet, sarih ve kat'i bir karar ile bu teşebbüse karşı geldi (s. 390).

Cebelitarık Boğazı
1704 ten beri İngiltere’nin elindedir.
Cebelitarık, İngilizler tarafından kuvvetle tahkim edilmiştir (s. 404-405).

Süveyş Kanalı
İngiltere, kanal açıldıktan sonra kanalın kendi zararına kullanılamamasını temin yollarını aramış ve nihayet işgal ile fili olarak bunu elde eylemiştir.
Mukaveleye göre kanal serbesttir. Harp ve sulh zamanlarında bütün milletlerin harp ve ticaret gemileri kanaldan serbestçe geçer.

Panama Kanalı
Kanal, 1914 Ağustosun 16sında açıldı ve daha evvelden neşredilen kanun ile bütün milletlerin harp ve ticaret gemilerine açık tutuldu. Kanalın iki tarafı tahkim olunabilir. Daha kanal açılmadan evvel, Birleşik Amerika buna tevessül eylemiştir.

İki açık denizi birleştiren geçitler için kaide açıklıktır. Fakat bu açıklık için toprak sahibi devletin hakkını tahdit etmek ve ona askersizliği yükletmek yolunda bir usul yoktur.

Askersizlik, dünya harbinde geçilemeyen boğazlara, onu geçemeyenlerce yükletilmiş bir külfettir.

Anzak - Arı Burnu
Lort Kürzon, Boğazlar meselesine ait dördüncü oturmada, mezarlar meselesini ilk defa ortaya attı.

Sevr muahedesinin 218inci maddesi tanzim olunurken, bu mesele derin tetkik edilmiştir. Şimdi ayni şeyi istemektedirler.

Mösyö Barer ilave etti ki, istedikleri imtiyazın eşini, Suriye’de bulunan Süleyman Şah mezarı hakkında Fransa Türkiye’ye vermiştir (Kafir küstahlığına örnek olarak dikkate değer).

İktisadi Hükümler
Lozan muahedesinin iktisadi hükümleri, denilebilir ki, bu siyasi senedin en ehemmiyetli ve uzun uzadıya durmağa değer kısımlarındandır.

Tamirat / Tazminat Konuları
Türk tezi
Türkiye’den askeri işgal masrafı istenilemez. Bilakis Türkiye bu yüzden uğradığı hasarların tamirini istemekte haklıdır.
Sivil halkın uğradığı harp zararları tam mütekabiliyet şartı altında ve eski İmparatorluğun bütün halefleri iştirak etmek·kaydile tamir edilmelidir.
Yunan ordusunun İzmir’i işgalinden hezimetine kadar yaptığı bütün tahripler kamilen tamir ve tazmin edilmelidir.

Muahedenin diğer hükümleri mahfuz kalmak şartile 1 Ağustos 914 tarihinde mevcut bulunan veya harp ilan edilmemiş olsa idi harp içinde iktisap edilecek olan sınai, edebi, bedii mülkiyet hakları tam bir mütekabiliyet şartı altında muahedenin mer'iyet mevkiine girdiği andan itibaren iade ve yeniden tesis edilir [Madde: 86].

…altı muhtelit hakem mahkemesi şu tarihlerde ahdi müddetlerden az çok geç olarak teşekkür edebilmiştir.
ı. Türk - Fransız M. H. Mahkemesi 3 Kanunuevvel 925
2. Türk - İngiliz M. H. Mahkemesi 19 Nisan 926
3. Türk - İtalyan M. H. Mahkemesi 19 Nisan 926
4. Türk - Romen M. H. Mahkemesi 27 Nisan 926
5. Türk - Yunan M. H. Mahkemesi 12 Mayıs 926
6. Türk - Belçika M. H. Mahkemesi 15 Temmuz 926

1933 yılı itibariyle bu mahkemeler vazifelerini tamamlamışlar… s. 486

Lozan muahedesini tenkit edenler…
…tenkitler en çok, milli sınırlar dışında kalan Türkler içi n duyulmuş bir acının ifadesidir.

…muahedeyi en evvel tasdik eden İtalya’dır.

Lort Kürzon (s. 562 vd.)
Lozan’a ilk gittiğim zaman ticari serbestlikten fazla bir şey elde edebileceğimiz, kimsenin hatırına bile gelmiyordu. Lozan’dan bazı makul tahditlerle Adalar denizi ile Karadeniz’e yabancı harp gemilerile hava kuvvetlerine girme hakkını dünyanın bütün devletlerine veren bir anlaşma ile geldim. Karadeniz, bu suretle bir Rus gölü olmaktan çıktı. Gerek Çanakkale’nin gerek Boğaziçinin her iki kıyısında askersiz ve istihkâmız mıntakalar ihdas olundu. Türkiye’ye payitahtının ve boğazlar kıyılarının emniyeti ve masunluğu için beynelmilel teminat verildi. İstanbul’da asker bulundurulmasına müsaade edildi. Bu hal yolunun, müdafaası için Lozan’a gönderildiğim Britanya İmparatorluğu menfaatlerine çok muvafık olduğuna kim şüphe edebilir?

Son Söz
Lozan muahedesi dünya harbini bitiren muahedelerin sonuncusudur; imdi muahedeyi bu harbi bitiren öbür muahedelerle karşılaştırmak lazımdır.

Tarihin değişmeyen hükmüdür: Yenen yenilene kıyar. Bu kıyış harp sonu muahedelerinde toprak terklerinden başka, tamirat silahsızlık ve askersizlik, kontrol, mücazat, teminat işgalleri gibi hükümlerle ifade edildi.

Lort Kürzonun ifadesile "her noktada Türklerle uzlaşma, anlaşma ve müsaade şartile sulhü elde edebilmişlerdir.”

Sulh muahedeleri yenilenleri yaman parçalamıştır. Lozan muahedesi milli misakın ilan ettiği milli sınırları çizmiştir (hakikatin üstünü örtmek küfürdür, hukuk profesörü burada daha da ileri gidip yalan söylemiş, Lozan’da sınırları belirleyen Misak-ı Milli’den ziyade Lord Curzon’dur).

İşgal. Lozan’da böyle bir şey yoktur (bu da yalan, Lozan görüşülürken ve imza edildikten sonra Musul İngiliz işgali altındaydı).

İşgal masrafları. Lozan’da böyle bir şey yoktur (yine yalan; Türk heyetinin birtakım alacakları (İngilizlere gemi satın almak için ödenen milyonlar ve Almanlara ödenen ancak Müttefiklerin en koyduğu milyonlarca lira, Müttefiklerin İstanbul’u işgal ettikleri dönemde yaptıkları harcamalara karşılık sayıldı ve bu suretle Türk heyeti, işgal masrafı ödemiş oldu).

Dünya harbi ertesinde en nüfuzlu devlet, İngiltere idi. İngiltere’nin asıl menfaatleri, Tür varlığı ve istiklali kabul edildikten sonra Musul ve Boğazlar meselesinde idi. Fransa için borçlar ve kapitülasyonlar ve imtiyazlar, İtalya için kapitülasyonlar, adalar ve kabotaj işleri en mühim menfaatler arz ediyordu (s. 578).

Lozan’da Türkiye’nin istiklali kayıtsız ve şartsız tanınmıştır (s. 580).

Muahede metni (s. 584 vd.)

Sosyal Yayınlar, 1998

Rıza Nur – Lozan Hatıraları


Rıza Nur – Lozan Hatıraları
Boğaziçi Yayınları, 3. Baskı, 1992, İstanbul

Dr. Rıza Nur, saltanat, Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet devrinin mühim şahitlerinden ve hatta faillerinden birisidir.

Eski harflerle yazılıp dünyanın dört büyük kütüphanesine emanet edilen bu hatıralar, 1960 senesinden önce okuyucuya arzedilmemek kaydını taşımaktadır. Hatıraları ilk keşfeden ve Türk basınında yer veren Dr. Cavit Orhan Tütengil’dir.

Dr. Rıza Nur’un karakterinin iki büyük çizgisi vardır:
3 - Türkçü ve vatansever olması...
2 - «Egocentrique» bir ruhi yapıya malik bulunması...

…bu eserin neşredilmesinin mahzurlu bir tarafı vardı; Atatürk kanununa muhalefet. Bu sebeple biz eserin o kısımlarını çıkardık.

Lozan Hatıraları

Lozan’a Delege Seçimi
Yusuf Kemal’i heyet reisliği için yeterli görmüyor (s. 21).

Yusuf Kemal’in riyasetine değil, murahhaslığına bile razı değildim (s. 22).

(Rauf Bey’e soruyor) yedinci maddeyi nasıl imzaladın?» diye sormuştum. Bana: «Namussuz İngilizler beni aldattılar. Söz verdilerdi, tutmadılar» diye anlatmıştı.

Rauf’un Abaza gayreti güttüğünü gözlerimle gördüm.

İsmet kulağıma eğildi. Dedi ki: «Canım bu Haşan on para etmez. Bunu murahhaslıktan çıkaralım. Müşavir olarak gelsin. Biz ikimiz murahhas kalalım.» «Canım Paşa! Ne olacak? Ne sıfatla gelirse gelsin!» dedim.

Lozan’a vardık.

Bizde ne hazırlık var, ne dosya var, hiçbir şey yok.

İsmet Lozan’da Musul için daima bana, «Canım gel şunu bırakalım da sulh yapalım» der, beni zorlardı.

(Tevfik Bıyıkoğlu için) Keldani Tevfik (s. 38)

Karşımızda İngiltere, Fransa, Amerika, İtalya, Japonya, Romanya, Sırbistan (Sırp-Hırvat-Sloven) ve Yunanistan olmak üzere sekiz devlet var. Dünyanın en büyük milletleri bunların arasında. Biz bir kişiyiz. Bunlar bize her şeyi empoze etmek istiyorlar; fakat aşikâr görülüyor ki, bunlara da İngiltere empoze ediyor. Hemen her şeyi Lord Curzon yapıp, diğerlerine kabul ettiriyor (s. 38).

Her celse sonunda Massigli bir tebliğ hazırlardı. Celse biter bitmez, okurdu; tasvip olunurdu. Bu adamın dirayetini daima takdir ederdim. Celse bittiği vakit tebliğini hazırlamış olurdu, derhal okurdu ve müzakerenin esas noktalarını şayan-ı hayret bir surette toplamış ve hulâsa etmiş olduğu görülürdü.

Garroni son zamana kadar İstanbul’da İtalya Sefiri’ydi.
Bompard son zamana kadar uzun müddet İstanbul’da Fransız Sefiri idi.

İtalyanlar’ın ikinci murahhasları Montanya İstanbul’da Düyun-u Umumiye’de İtalyan delegesi olan Nogar müşavir idi.

(Şevket Doğruker için) Mebus Ali Şükrü’nün kardeşi

Metr Salem: Talât'ın baş dostu ve en itimad ettiği adamı idi. Devletin en mühim işlerini ona söyler, sorar, rey alırdı. İşte bu adam Lozan’da şimdi karşımıza düşman safında olarak çıkıvermiştir.

Biz Moskova muahedesini yaparken sıkıştıkça Misak-ı Milli’yi ileri sürer ve bu sayede davamızı kazanırdık. Burada da öyle yaptık. Yine işe yarıyordu. Fakat Lozan’daki Misak-ı Milli Moskova’daki gibi sağlam değil, yaralı idi. Adeta can çekişiyordu (s. 53).

İstihbarat ve neşriyat işi en mühim bir iş. Bu işe bizzat çok ehemmiyet verdim. Malûmat almalıyız.
Bunun için bir kalem teşkil ettim. Buraya İngiliz ve Fransızlardan çok tanıdığı vardır diye Doktor Nihat Reşat (Belger)i ve Yahya Kemal (Beyatlı) ile Ruşen Eşref (Ünaydın)ı tayin ettik. Söylemek lâzımdır ki, bu kalemden hiç istifade etmedik.
Bunlar verdiğim vazifeyi yapamıyorlar.
Hiç olmazsa İngilizce ve Fransızca gazeteleri derhal okuyacaksınız. Konferansı enterese eder malûmatı derhal Türkçe hülâsa edip bir deftere yazacaksınız.
Bunu bile bir türlü yapmadılar. En sonunda fena söylendim. Neyse Yahya Kemal beş on gün kadar Fransızca gazete için yaptı. Bunların diğer işleri bizim fikirlerimizi, müdafaalarımızı, haklarımızı ecnebi gazetelerde neşrettirmekti. Hele bunu hiç yapamadılar.
İstihbaratımız sıfırdı.

Nihat (Reşat Belger)’in getirdiği adamlar da çok. Adamlar imtiyaz istiyorlar. Ezcümle Musul petrollerini. Meğerse bu adamlar hep İngiliz istihbaratının memurları imiş.
Nihad’ın bize takdim ettiği adamların diğer bir tanesi Seliye adında bir Keldani. En mühim petrol ticarethanesi tarafından geliyormuş.
Şimdi bu adam Paris’te. Türk Ticaret Odası’na da reis yapmışlar.
Nihad’ın getirdikleri hep böyle şeyler. Kendisi de imtiyaz almak, zengin olmak peşinde.

Ruşen Eşref. Hele bu adamdan hiç hizmet görmedik.
İsmet sâde muhabere ile meşgul.
Yalnız Hariciye Vekâleti’ne yazacakken Mustafa Kemal’e de yazıyor. Bu ise Abdülhamit zamanı sistemi, Saraya jurnal, istibdat ve dalkavukluk usulü, o zamanın en fena gördüğümüz âdeti (s. 61-62).

Birçok cümleleri bir defa değil, birkaç defa çizilip yazılmıştır, saatler geçmiştir.
Bunun iki sebebi vardır. Biri kitabet ve yazıdaki iktidarsızlığı. Böyle hararetli birçok tashihten sonra dahi İsmet’in yazılar mânâ çıkmaz bir şeydir. İkincisi evhamdır. Her cümleyi defalarca tartar. «Bundan şu çıkabilir», der, çizer, yenisini yazar. «Ondan da bu çıkar» der, yine çizer. Ama hiçbirisi de çıkmaz ya.

Sağırlar, evhamlı ve alıngan olurlar. Biri bir şey söyler, anlamazlar. Derhal kendi aleyhlerinedir, zan ve vehmine düşerler. Bunda da o hal var (s. 62).

Fransız delegesi Barrere serçe parmağını iyice, adeta birinci mafsalına kadar burnuna sokup karıştırıyor, çıkardığı pisliği iki parmağı arasında yuvarlayıp bir fiske ile fırlatıyor (s. 63).

Birinci Komisyon
Bütün İtilaf Devletleri, Sırbistan ve Romanya’ya kadar, hepsi Meriç’in garbına geçmemize asla razı olmadıklarını söylüyorlar. Maalesef bizi konferansa davet eden notada da hudut Meriç gösterilmişti (s. 66).

…nasıl amiral Calthorpe Mondros’ta Rauf (Orbay)’ı dolaba koydu ise Harrington da İsmet’i Mudanya’da dolaba koymuştur.

İttihatçılar da 1915’te Bulgarları Alman tarafında harbe sokmak için bu hudutta aleyhimize ve Bulgar lehine tadilât yapıp bu mahalleri Bulgarlara terketmişler imiş. Ne deli ve ahmak insanlarmış...

Garbi Trakyalılardan bir heyet gelmişti. Galip Bahtiyar da heyetteydi. Türkiye’ye iltihak olamazsa muhtariyetli bir idare istiyorlardı. Bura Türkleri evvelce silâhlı bir isyan yapmışlar, çeteler teşkil edip vuruşmuşlardı. Gayret göstermiş bir halk idi. Bir aralık istiklâllerini ilan etmişlerdi. İsmet, mütehassıs komitesinde birden bu babdaki mütalâamızı terkedivermiştir. Bunu bana da haber vermeden yapmıştır. Galip Bahtiyar ve arkadaşları pek me’yus oldular, İsmet’e kızdılar ve Lozan’ı bırakıp gittiler (s. 67).

Vakıa Mudanya’da bir kere Meriç hududu kabul edilmişti. Yapacak bir şey kalmamıştı.

Boğazlar Meselesi
Ruslar bizim menfaatimiz için İngilizler aleyhine hareket edecek iken istediklerini yaptırmak için bizim üzerimize çullandılar.

Bu konferansta en mühim adam şüphesiz Curzon ile Çiçerin’di.

Bizde bir iki asırdır umumi bir zihniyet var. Frenklerden korkmak. Lozan’a bu kafalarla geldik.

…İsmetle bir iki saat çalışıyoruz. Benim Türkçülüğe ait tetkikatımı soruyor. Kendisi hararetli Türkçülüğünden bahsediyor. Türk Ocağı’na aza olduğunu söylüyor. Bir akşam nasıl gaflet edip bana şöyle dedi: «Babam, ben Bitlisliyiz. Bitlis’te Türk var mıdır?» Kendisine, «Şehirde Türk vardır.» diyerek teselli edici bir laf söyledim (s. 75).

Boğazlar’ın serbestisi
Bu serbesti Lozan’a gelmezden evvel kabul edilmiş bir şey. Vakıa Boğazlan eskisi gibi kapalı tutmak pek âlâ şeydi.

Boğazlar’ın serbestisini harp gemilerine de kabul ediyorduk. Ancak şartlarda pazarlık yapıyoruz. Ruslar bundan memnun olmadılar ve telâş ettiler. Bize kızdılar. Çiçerin celsede Boğazlar’ın açılmasının Türkiye’nin istiklâlinin sonu olduğunu söyledi (s. 79).

Ruslar bize, «Boğazları serbest yapamazsınız. Kabulünüzden rücu edeceksiniz.» dediler. Hatırımda kaldığına göre bu bâbda bize nota da verdiler. Moskova Muahedesi mucibince Rusya’nın rızası olmadan muahede imzalayamazsınız, dediler.

Çiçerin safsata yapıyordu. Düzenbazlık ediyordu. Ruslar İsmet’le görüşmüşler, onu tehdit etmişler. İsmet fena korkmuş.

Dedi: “Kardeşim, bu Ruslar büyük belâ çıkardılar. Boğazlar’ın serbestisin! katiyyen kabul etmeyeceksiniz, diyorlar. Mahvolduk. Rıza Nur! Bu İşi sen halledersin. Bu adamları hiç olmazsa şimdilik susturmalı. Büyük, müşkil işleri daima sen halletmişindir (s. 81-82).”

Kâtibi çağırtıp Rus murahhaslarına telefonla hemen ziyaretlerine geleceğimi söylettim.

Mesele, İngiliz donanmasının bir gün Rusya’ya hücumunun kolaylaşmış olmasıydı.

Musul
İsmet mütemadiyen bana, «Gel, şu Musul’u verelim de kurtulalım» diyor. Ben de, «Olamaz, Musul bizim en mühim yerimizdir. Orası boğrümüzdür. Böğrümüze hücum oradan olur. Hem de başımıza bir Kürdistan fikri çıkar. Çalışalım. Kurtulmak ihtimali vardır,» diyorum. O da, «Etme, sonra boca olur. Muahede, sulh kalır.» diyor (s. 87).

İngilizler ile hususi görüşmelerde epey terakki oldu. Bir gün İngilizler bize geldiler. Yeni teklifte bulundular.
«İşte» dediler. Musul’un hemencik şimalinden hududundan geçiyor ve Süleymaniye sancağını tamamiyle bize bırakıyorlardı. Bu büyük bir şeydi. Demek Musul’u almak için ümid artıyordu.
Bizim askeri müşavir Tevfik (Bıyıklıoğlu):
«Süleymaniye’den ne çıkar? Buraları dağlıktır. Musul olmayınca oralara gidilemez bile. Başa belâ olur.» dedi.

Bana öyle geliyor ki, İsmet Tevfik’in tesiri altında, hakikaten bu adamın İsmet üzerinde, orduda ve Lozan’da ve sonraları çok menhus tesiri olmuştur. Araplar zamanında Tevfik, İsmet’in yanındaydı. Onun hassas damarlarını biliyor. Derhal damarına giriyordu.
Tevfik Süleymaniye’den ne çıkar sözüyle beni kandırdı. Böyle olsaydı da bari Süleymaniye’yi alsaydık. İki yıl sonra bunu da alamayarak İsmet bütün Musul’u terk etti (s. 88-89).

(İsmet) Petrolü vererek Musul’u almak için Londra’ya Muhtar (Çilli) ile Mustafa Şerif (Özkan)’ı göndermeye karar vermiş (s. 95).

Bu adamlar Londra’da bir şey yapamadılar. Bilakis Curzon derhal bize bir nota gönderdi. Notada diyor ki: “Siz benim üstümden atlayıp, başka makamlar ile iş yapmak istiyorsunuz. Bu çirkin bir iştir…” (s. 98)

…Londra seferiyle Musul işini sarpa sardırmıştık. Curzon fena kızmıştı. İşi cebre döktü, bu şekle soktu.

Nüfus ve Esir Mübadelesi - Azınlıklar Meselesi
Frenkler bizde ekalliyet diye üç nevi biliyorlar: Irkça ekalliyet, dilce ekalliyet, dince ekalliyet. Bu bizim için gayet vahim bir şey, büyük bir tehlike. Aleyhimize olunca şu adamlar ne derin ve ne iyi düşünüyorlar... Irk tabiri ile Çerkez, Abaza, Boşnak, Kürt, ilh... yi Rum ve Ermeni’nin yanına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları da ekalliyet yapacaklar. Din tabiri ile halis Türk olan iki milyon kızılbaşı da ekalliyet yapacaklar. Yani bizi hallaç pamuğu gibi dağıtıp atacaklar (s. 103).

Hıristiyanların en mühim davası: «Sizin kanunlarınız dindir. Dininiz Müslüman. Müslümanlık ile Hıristiyanları idare edemezsiniz.» der (s. 105).

Bir akşam İsmet'in yanma girdim, oturuyoruz. Suratında bir sır var, somurtmuş... Damdan düşer gibi, «Bu ne? Sana ikinci delege diyorlar? Bunu nerden çıkardın?» dedi (s. 106).

Düşündüm, nasıl bir adamla arkadaşız?! Devlet ve milletin beka ve hayatı için kanlı bir kavgadayız. Safda dövüşürken başkumandan sıfatını haiz olan bir adam emri altında kumandan olan bir adamın mevkiini, unvanını çekemiyor ve onu yüzüme karşı söylüyor (s. 107).

Şükrü Kaya, ilk celselerde münakaşa şiddetlenip bize hücum edildikçe bütün mânâsıyla zangır zangır titriyordu. Benzi kül gibi oluyordu. Elimle dizini tutarak: «Titreme! Herkes görüyor, cesur ol!..» diyordum (s. 110).

Vaktiyle Şeyhülislâm Vani Efendi zamanında Türkler Hıristiyan kızları ile Müslüman etmeksizin evleniyorlarmış. Rum patriki görmüş ki Rumlar bitiyor. Vani Efendi’ye rüşvet vermiş, ondan şöyle bir fetva almış: «Bu kadınlar gebelik esnasında domuz eti yiyip, şarap içtiklerinden bu çocuklar Müslüman olamaz.» Bu suretle bu evlenmeyi hükümet men etmiş. Bu melun Şeyhülislâm bunu yapmasaydı, Türkiye’de bugün Hıristiyan bulunmazdı. Devlet, çektiği binlerce belâları görmez ve böyle yıkılmazdı (s. 114).

Ermeniler İçin Yurt İsteği
20 Kânunuevvel (31 Aralık 1922) içtimaında Amerika delegesi Ermeniler için Ermeni Yurdu istedi ve bunun insaniyet namına lâzım olduğunu söyledi. Ha! Bulgar derken, Ermeni hayalini görmüştüm. Şimdi galiba hakikat oluyor. Ben de, «Madem ki, Amerikalılar, insaniyet için Ermenilerin rahatlarım istiyorlar ve kendileri insaniyete hizmet gayretindedir. Bu halde onlara Amerika’da yurt versinler.» dedim. «Niçin?,.» dediler. «Çünkü, Türkiye’de henüz konfor yoktur. Amerika tamamiyle teşkilâtı yapılmış, rahat ve saadeti yerinde zengin bir memlekettir. Ermeniler orada çok rahat olurlar.» dedim. Hepsi güldüler. Amerika delegesi de güldü. Zabıtnameye bunu da koymamışlar. Montagna, «Yarın yılbaşıdır. Bunu yılbaşı hediyesi olarak ver!..» dedi. «Bizde yılbaşında hediye vermek âdeti yoktur. Hem bu Hıristiyan yılbaşısıdır, hem de bu âdet sizde var, siz veriniz.» dedim. Buna da güldüler. Biz de güldük. Celse de kapandı.
Bunu da zabıtnameye koymamışlar (s. 114-115).

Bizim kâtipte ise bir duygu, bir gayret, hiçbir varlık yoktu (s. 116).

6 Kânunusani 1923 (17 Ocak 1923) celseleri sonlarında Vfontagna Ermeni Yurdu meselesine geçti.
Dedim ki: «İtilâf Devletleri Ermenileri kendilerine siyasi âlet yapmışlar, ateşe saldırmışlardır. Kendi devletleri aleyhine isyan ettirmişlerdir. Bunun neticesi onların tedibi olmuştur. Te’dip ile sâri hastalık açlık ve hicret ile kırılmışlardır. Bunun bütün mes’uliyeti bize değil, İtilâf Devletlerime aittir. Ermenilere mükâfat lâzımsa siz verin!.. El malı ile dost İtezanılmaz. Ermeniler mazlum imiş, onlara yurt, istiklâl vermeliymiş. Biz bunlara kaniiz. Ancak dünyada mazlum millet bir tane değildir. Mısır hürriyeti için birkaç defadır vc daha dün kan içinde çalkandı. Hindistan, Tunus, Cezayir, Fas hürriyetini, yurdunu istiyor Hatta İrlandalılar yurtları, istiklâlleri için kaç asırdır, ne kadar kan döktüler?!. Siz bunlara istiklâllerini, yurtlarını verin, biz de Eımenilere derhal verelim. Bütün bu okuduklarınız keenlemyekûndür. Bu şart dahilinde burda duramayız. Celseyi terk ediyoruz.» dedim.
Ayağa kalktım. Bu sözlerim çok ağırdı. Hepsi pancar gibi kıpkırmızı idi. Hele Rumbold!.. Kâh al, kâh mosmordu (s. 118-121).

(Bölümün devamında Ermenilerin çirkefliklerinden, hainliklerinden, kafasızlıklarından, hulasa kafirliklerinden örnekler veriyor)

(Veli Saltık) Zannımca iyi yürekli, namuslu bir insandır. Duruşu öyle intiba vermektedir. Fakat fevkalâde zayıf, tabansız, bozguncu, menfi zihniyetli bir adamdır. Münakaşanın şiddetine dayanamadı. Sinirleri çözülüverdi. Gördüm ki, beraber götürmekte bir fayda yoktur. Bir daha yanıma almadım. Bu hilkat meselesidir (s. 131).

Muslihiddin Adil adında biri Lozan’a gelmiş. Benimle görüşmek istedi. Görüştük. Selânik vilâyeti Müslümanlarının ahali mübadelesinden istisna edilmesini, rica etti. «Bu makul bir teklif değil ama İsmet Paşa’ya söyleyeyim tekrar görüşürüz.» dedim. Kim olduğunu soruşturdum. İstanbul Darülfünunu’nda profesör olup Selânik Dönmeleri’nden imiş. Burasını söylemiyor (s. 138).
Bu adamın teşebbüsü dediği gibi değildi. Bana müessir ve kuvvetli bir yalanla Yahudi dolabı yapıyordu. Makedonya’da istiklâl filân hep bizim gözümüze boya idi. Kandıracak... Gayesi sırf Selânik Dönmeleri’ni mübadeleden istisna ettirmektir (s. 139).

İstanbul eski Hahambaşısı Hayim Naum
İsmet bunu müşavir tayin etti. Yevmiye vermeye de başlamış. Bana da söylemiyor. Derken Hahambaşını soframıza da aldı (s. 140).

Hahambaşı, İsmet’e bütün İngiliz ve Fransız ricalini tanıdığım, hepsi ahbabı olduğunu, işleri istediği gibi yaptıracağım söylüyormuş. Tabii İngiliz, Fransız ve İtalyan delegelerine de Ismet’in avucunda olduğunu söylüyordu. Derken dediğim oldu. Bizim hahambaşı İsmet’ten İzmir’de bir imtiyaz, istikraz işi, daha türlü para dolabı istemiş. Nihayet Washington sefirliğini de istemiş. Lozan muhitinde dolaşıyor.
Herkese «İsmet teklifsiz ahbabımdır, sözümden dışarı çıkmaz.» diyormuş. Haberi aldım. İsmet’e «Gördün mü?» dedim. Cevap yok. «Kov bu herifi!..» dedim. İsmet bu imtiyaz ve emsali işleri bana söylememişti. Şimdi ben söyleyince sözlerimin doğruluğuna inanmıştır. Fenalaştı (s. 141-142).

Fuat Ağralı
Bunu mali müşavir ve heyetin para işini idareye memur olarak Rauf musallat etmişti.
…kimsenin yevmiyesini vaktinde vermez, herkes şikâyet eder, işine bakmaz, bir mâli encümene gidip çalışmaz ve yerinde durmaz, zaten bir şey bilmez de.
Bu paralan bankada Türk parasından İngilize, İngilizden İsviçre Frankı’na lüzum olmayarak tebdil edip bundan da vuruyor (s. 142).

Birçok işler hallolunmuş, fakat askerlik, istimlâk, Patrikhane’nin imtiyazlarının kâmilen ilgası gibi birtakım mühim şeyler muallâkta kalmıştı. Bunlara pazarlık payı olarak Patrikhanemin İstanbul’dan tardını teklif etmişim, kıyametler kopmuştu.
Venizelos
İllâ Patrik ve bütün Fatih’in verdiği imtiyazlar kalacak, diyor. Bu adam şüphesiz zeki, fakat ne kadar olsa Rum. Rum şarlatanlığı var.
Venizelos yine Türkleri katliamla itham ediyor, fena şeyler söylüyor.
«Reis Efendi! Susturunuz! Bir millete burada hakaret edilemez. Abada mugayir.» diyorum. Ben söyledikçe Venizelos azıyor.
Reis: «Söz Sör Ekselans Rıza Nur Bey’in» dedi. Venizelos yine susmuyor, söylüyor. Onun sözünü kesmesini beklemedim, söze başladım. Büyük bir şiddetle söylüyorum. Venizelos sustu. Demek herifi şirretlikle bastırdım. Dedim ki: «Kaç gündür Türk milletini barbar, katliamcı gibi sözlerle itham ediyor. Barbar da katliamcı da Rumlar’dır. Türkler açık sözlüdür. İtiraf ediyorum. Efendiler hep İşitin, biz Yunanlıları kestik. Tabii can müdafaası. Hırsız gibi gelip evimize girdiler, yaktılar. Oraları gezen İsviçre Salib-i Ahmer’in delegesi vatanımızı Pompei’ye benzer bulmuş. Bunu tabiat değil, bunu yirminci asırda maatteessüf Hıristiyan elleri yapmıştır diyor. İşte Salib-i Ahmer’in raporu. Bu müthiş cinayetlerin kabahati Yunan milletindedir. O da değil, bunda mesul olan Yunan hükümetidir. O milleti bu belâya o sevketmiştir. Hatta o da değil, efendiler, Yunan millet ve hükümetini sevk eden ve bu facianın yegâne mesulü vardır. Bu cani kimdir biliyor musunuz? (elimi uzattım, göstererek) işte bu Venizelos efendidir. Yunan milletini faciaya şevketti, kırdırdı. İki taraftan bu kadar kanlar döktü. Bunu yapan budur. Bu kanlar hep onun boynundadır. Gonaris’i kurşuna diziyorlar. Yunan milleti, Venizelos’u kurşuna dizsin. Bir gün gelecek o millet, bu adamı lânet ile yâd edecektir.»
Benim gözlerim dönmüştü. Bir telâş oldu. Baktım Venizelos’un başı bükülmüş. Masanın üstüne yıkılmış (s. 153-155).

Bunları da hiç zabta geçirmemişlerdir. Frenkler yamandır istediklerini kor, istemediklerini komazlar, veya tahrif ederler. Bizimkiler de kör. Hakkını görüp müdafaa etmez (s. 156).

Yunanlılar aleyhine deliller arıyoruz.
…beynelmilel Salib-i Ahmer (Kızıl Haç)’in Cenevre’de olan merkezi Anadolu’ya iki adam gönderip tahkikat yaptırmışlar. Onlar cemiyete bir rapor vermişler, bu rapor, cemiyetin revüsünde neşrolunmuştu. Bu nüshayı Cenevre’den Salib-i Ahmer’in merkezinden istedim, verdiler. Orada Yunanlıların Anadolu’yu Pompei gibi harap ettikleri yazılıdır (s. 162-163)

İktisadi Meseleler
Frenkler de aşikâr söylüyorlar: «Türkler her şeyde iyi, fakat iktisat ve mâliyede sıfır.»

İsmet bu adama (Hasan Saka) ahmak diye her gün küfretti: «Başıma nerden getirdim?» dedi. Ama konferansın ikinci devresine de yine getirdi (s. 169).

Haşan, Cavid, Cahid Düyun-î Umumiye işi ile meşguldürler. Bu üçü bir trinite halindeler. Bir sacayağı yaptılar, gece gündüz beraberler. Birbirlerinden hiç ayrıldıkları yok. Hem de daima ve hususi olarak da Fransız heyeti azası ile dost, holde onlarla oturuyorlar. Onlar ile yemekte ve gezmekte beraberler. Adetâ bizimle hiç temasları yok (s. 171).

Müzakerelerde, Cavid, Haşan, Cahid Düyun-ı Umumiye’nin sermaye değil faizinin taksimi esası üzerine karar vermişler. Bu benim havsalama sığmadı. Borcun esasını, sermayesini taksim edip de Türk’e, «Senin borcun şudur. Bunun da senelik faizi ve amortismanı şudur. Her yıl bu miktarı vereceksin.» demiyorlar da bütün borç Türkiye’nin sırtında duracak. Sade faiz-i senevisini bizden arazi alan devletlerle Türkiye arasında taksim edecekler. Ya bu devletler: «Borç bizim değil, veremeyiz borç ahden Türkiye’nindir. O versin...» deyiverirlerse... Felâket (s. 172)!

Haşan:
«Çünkü sermaye taksimi fennen mümkün değildir. Onun için.» dedi. Şaşılacak şey...

Nihayet Cavid’e sorduk; «Sermaye taksiminin fennen asla imkânı yoktur» dedi ve onda durdu. Söylendik. Biz söylendikçe Cavid kızıyor. Pancar gibi oluyor. «Olamaz!» diyor.

Nihayet düşündüm ki, bitaraf Avrupalı maliye mütehassısı bulup ona fikir danışmak hepsinden doğrudur.

İsmet’ten habersiz Ahmet İhsan’a (Tokgöz) böyle birisini bulmasını söyledim.
Günter’i getirdi. Ona sordum. Bu adam sermaye taksiminin pekâlâ mümkün olduğunu söyledi.
Bu iş için Hüseyin Cahid de gazetesinde Cavid’in sözünü müdafaa ediyor, bizim aleyhimize yazıyor (s. 174).

Bu efendiler yıllarla Düyun-ı Umumiye’den çöplenmişlerdi. Hâlâ da çöplenmekteler. Biri Yahudi, diğeri Arnavut. Türk çalışsın Frenkelere para versin, umurlarında mı…

Bu işlerin başında Fransızlar’dan Bompard, Dekloneyer, Serrebos var. Bompard’a behemehal sermaye taksimi olacağını söyledim. «Sizin delegeleriniz (Cavid, Cahid, Haşan) faizde taksimi kabul ettiler, bile. O geçti. Geri dönülmez.» dedi. «Yok onlar kabul edemez, murahhas biziz» dedim. Hale bak dedim, hale bak!.. Meğerse bizim reyimize danışmadan murahhasımız Haşan, müşavirlerimiz Cavid ve Cahid, bunu kabul etmişler. Felâket, vazifeşinaslık, hıyanet... (s. 175)

İsmet pek ıstırap içinde. (…) «Bunlar düşmanla bir olmuşlardır. Hem düşmanla uğraş, hem de bir de bunlarla uğraş. Bunlar hıyanet ediyorlar. Kendi elimle ettim. Sen ise bana Cavid’i getirme diye çok söyledin. Bunlardan kurtulmadıktan sonra bu işi halledemeyiz. Engel oluyorlar. Haşan aptalını da bunlar iğfal ediyorlar.» dedi (s. 176).

Reşad (Nihad Reşad Belger) da imtiyaz ve kadın işinden başka bir şeyle meşgul değil ve Frenklerle çok temasta. Bize de henüz hiçbir hizmeti görülmedi. Pek hafif meşrep bir adam. Çalışmıyor da. Hiçbir sözünde de durmuyor. Bu beşini Lozan’dan gönderelim (diğer dördü: Cavid, Cahid, Hamid ve Hahambaşı). Saha açılır.» İsmet, «İyi ama ben bunu yapamam!..» dedi. «Niye? Pekâlâ yaparsın. Sen reissin.» dedim.
Dedi ki: «Sen yap!..» İsmet bu!.. Kendine düşman kazanır mı?.. Millet, devlet işi ikinci derecededir. Evvelâ şahsı.
(…)
Derhal bunu tebliğ ettim. Müşavirlikten azledildiniz.  Hemen bu akşam Lozan’ı terk edeceksiniz!.. Etmezseniz bunun akıbeti ağır olur. Hepsi gittiler, sade Cavid birkaç gün izin istedi. Birkaç gün sonra o da gitti (s. 177).

Hıdiv Abbas Hilmi
Brüksel bankalarında parası varmış. Harpte haczetmişler. Hâlâ vermiyorlarmış. «Bunu alıverin» diyor.
Hıdiv bize adamları vasıtasıyla Celâl Arif aleyhinde müthiş şeyler söyledi. Biz Hıdiv’den böyle bir şey istemedik ama söyledi. Şöyle ki: Hıdiv Roma’da imiş. İtalyanların kendisini hudut haricine atacaklarını işitmiş. Mümessü Celâl Arife müracaat etmiş. O da ben mâni olurum demiş. Fakat biraz sonra «Bazüarına rüşvet vermek lâzım geliyor» demiş. Hıdiv’den 500 İngiliz lirası almış. Sonra «Hüâliahmer’e para lâzımdır» demiş. Bin lira daha almış. Bu parayı da Hilâliahmer’e yollamamış. Hıdiv İtalya’da kalmış. Fakat haber almış ki, kendisini İtalya’dan çıkarmak havadisi asılsız imiş. Bu da Celâl Arif, para çekmek için tertip ve işaası imiş. Hıdiv’in kalması için rüşvet de dağıtmamış, paralan yutmuş (s. 186-187).

Suriye Arapları namına, Suriye Hey’eti Murahhasası olarak Caberizade İhsan adında biri benden mülakat rica etti.
Meramını anlattı. Hulâsası şudur:
«Suriye’ye Fransızlar aleyhine isyan edeceklermiş. Fakat kudretleri yokmuş. Türkiye ordu gönderip Fransızları kovmalı imiş. Sonra da Suriye’yi bu Araplara vermeli imiş. Araplar müstakil bir devlet yapmak imiş.» (s. 188)

Mısırlılardan da bir heyet var. Lozan konferansına, bize, diğer heyetlere beyanat gönderiyorlar. Mısır'ın İngilizlerden kurtarılıp müstakil edilmesini talep ediyorlar. Bunlar Said Zağlul’un (105) «Vafd» Partisi. Ermeni, Keldani. Asuri, ilh... Hıristiyanları konferansa kabul edip dinleyen Frenkler, zavallı Mısırlıları kabul etmiyorlar.

Vafd Zağlul, Türk aleyhtarı. Harb-i Umumi’de İngilizlere bir milyon insan verdiler. Bunlar cebren değil, para ile yazılmışlardır. Hâlâ sırası düştükçe Mısır matbuatı «Biz Harb-i Umumi’de İngilizlere milyonlarla insan ve para verdik. Yardım ettik. Bize istiklâlimizi vermiyor.» diyorlar. Bu Mısırlılar da çoğu Çanakkale’de kullanılmıştır (s. 192).

(İtilaf devletleri, Ocak ayının sonunda heyetimize antlaşma taslağı teslim edip imzalamamızı istediler. İsmet Paşa “imzalayıp sulh yapalım” diye ısrar ediyor, Rıza Nur reddediyor, s. 202’den itibaren bu süreç detaylı şekilde anlatılıyor)

Sonradan haber aldım meğerse İsmet, Curzon’a ve diğerlerine verdikleri projeyi İmza edeceğine son hususi konuşmalarında ve son celseden evvel söz vermiş imiş (s. 214).


Ankara’da bir de «Yenigün» gazetesi var. Bu, Yunus Nadi’nin. Daima Mustafa Kemal’in lehinde fakat, şimdi bazen aleyhine yazıyor. Bir gün sonra yine lehinde. Hariçteki]ere anlaşılmaz bir muamma. Yunus Nadi’ye Matbuat Müdüriyetinin bütün tahsisatı verilir kâğıtları gümrüksüz geçirilir. Bir gün yanındayım. Yunus Nadi’nin aleyhinde yazmasından bahsettim. Mustafa Kemal dedi ki: «Ha, o böyle bir mahlûktur... (s. 228-229)

Biz Yunanlılardan tazminat-ı harbiye istedik.
Hususi tahkikatımız Pangalos’un hücum edeceğini gösteriyor. Bulgarlara sorduk. Memleketlerine sordular. Hücumun kati olduğunu söylediler. Bu da büyük bir tehlike idi.
Bu suretle paradan vazgeçtik. Resmen konferansa bildirdik. Her şey yatıştı. Sulhtan sonra Edirne’den geçerken bizi ziyarete gelen zabitlere de sordum. Dediler ki: «Yunanlılar tamamiyle hücum tertibatı almışlardı. Birtakım müfrezeleri ileri sürdüler. Hücumları muhakkaktı.» (s. 240-243)

Harpte çıkarılan kâğıt paralarımıza garanti olan altınlar Viyana’da bir bankada imiş. Mütareke iptidasında İngilizler zaptetmiş. Bu parayı onlar aldılar. Bizim kâğıtlar havada kaldı. Yine şaşıyorum ki, bu garantisiz kâğıtlar para diye geçiyor! Bu garanti parayı almak mümkün olmadı (s. 244).

Söyleyeyim ki, bu muahede bu iki adamın eseridir. Biz bedavadan imza koyduk. Hele Haşan! Büsbütün bedavadan. Lozan Muahedesi’nde de bu adamın imzası pek haksızdır. Hiçbir hizmeti geçmemiştir. Bilakis muahedeye fenalığı vardır. Münir’in, Hikmet’in diğer bütün müşavirlerin, hatta kâtip ve şifrecilerin ondan ziyade hakkı vardır (s. 249).

İtalyan meselesi mühim bir meseledir. Bunların bugün siyasetlerinin en mühim noktası, Anadolu’nun İzmir’den İskenderun’a kadar olan kısmının istilâsı ve oraya İtalyan yerleştirmektir. Bir de İtalyan sanayiine lâzım olan kömür, İtalya’da ve müstemlekelerinde yoktur. Bu sebeple Ereğli Havzası’nda da gözleri vardır. Bu siyaset Mussolini ile kuvvetlenmişti.
Lozan’da Montagna ile bir düziye ve kemal-i hararetle Menderes boyuna İtalyan yerleştirmek için çalıştı. Bunu bize dostlukla kabul ettirmek istiyordu. Bana belki on defa söylemişti. Bense İzmir’deki İtalyanları tard için uğraşıyordum (s. 255).

Robert Kolej, Cizvit mektepleri memleketimizin irfanı için pek mühimdir, lazımdır. Ancak bu mektepler dini ve siyasidir. Memleketimizde sırf bu maksatla yapılmışlardır. Talebeyi Katolik ve Protestan yapmak istiyorlar. Koloni işinin mukaddemesi mektep, yetimhane ve hastahanedir (s. 270).

Fransızlar bizim mukavemetimiz karşısında sulh yapmaktan vazgeçmişler. Mali işler, onların en mühim işi idi. Zavallılar istediklerinin hemen hiçbirini alamamışlardı. Fakat, Lord Curzon, Fransız hükümeti üzerine tazyik icra, onları şartlan kabule ve sulhu imzaya mecbur etmiştir. Demek ki, sulh İngiltere ve bilhassa Curzon’un sayesinde olmuştur (s. 282).

Ancak bu mükemmel muahedenin bir kusuru vardır. Boğaz’a serbesti verdik, garbi Trakya’ya muhtariyet veremedik, Yunanlılardan tamirat bedeli alamadık, İskenderun Türklerini hududumuz içine alamadık, Musul’un halli sonraya kaldı. Fakat bunları da yapmak mümkün değildi (s. 284).

TBMM Gizli Zabıtlarından Lozan Müzakereleri (s. 287 vd.)

Dr. Rıza Nur ve Lozan Telgrafları

No: 355, Tarih: 16 Ocak
Başbakan H. Rauf Beyden İsmet Paşaya tel No. 263 Zata mahsus. Çok gizli
Haim Naum efendi İngiltere’ye gönderilmek üzere dört ay için 5000 lira aldı. Cavit Bey Düyun-î Umumiye idaresinden para almıştır ve onların çıkarlarını koruyacaktır. Onun Lozan’da bulunması ve İngilizlerce size rakip gibi gösterilmesi üzücüdür (s. 365).

Abdülmecid zamanından beri ecnebilerle ittifâk ederek millî menâfiimiz aleyhinde iş görmek tenkîd edilmiyordu; bu tarzda iş görenler devletten rütbe, nişan ve mevkî alıyorlardı, hürmet görüyorlardı. Milliyetperverliğin iktisadiyatta ve mâliyedeki tecellisini ilk defâ Ankara’da gördük (s. 383).

Notlar
Yusuf Kemal Tengirşek. 1878’de Boyabat’ta doğdu. İstanbul ve Paris Hukuk mezunudur. Osmanlı Meclis-i Mebusan’ınında bulundu. Darülfünûn’da iktisat profesörü iken 42 yaşında Büyük Millet Meclisi 1. Dönem Kastamonu milletvekili seçildi. 2-8. dönemlerinde de Sinop milletvekili olarak Meclis’te yer aldı. İktisat, Adliye ve Hariciye Bakanlığı yaptı. Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki itilafname ile Türk-Fransız itilafnamesini heyet başkanı olarak o imzaladı. 1969 yılında vefat etti.

Reşit Saffet Atabinen. Yazar, tarihçi, diplomat. 1894 yılında İstanbul’da doğdu. Saint-Joseph okulu ve Paris’te Politik Bilimler’i bitirdi. Bükreş, Washington, Madrit ve Tahran büyükelçiliği yaptı. Maliye Nazırlığı Özel Kalem Müdürlüğü ve Şûra-yı Devlet Azalığı’nda bulundu. TBMM’nin ilk devresinde milletvekilliği yaptı. Lozan Konferansına da «Genel Kâtip» olarak katıldı. Yerli yabancı birçok gazetede yazarlık yaptı, Fransızca ve Türkçe 40’tan fazla eser yazdı. 1965’teöldü.

Kara Vasıf Bey. 1872’de İstanbul’da doğdu. Harp Okulu ve Harp Akademisi’ni bitirdi. Meclis-i Mebusan’da Sivas milletvekili iken İngilizler tarafından tutuklanarak Malta’ya sürüldü. Anadolu’ya silâh sevk eden Karakol Cemiyeti’nin kurucusudur. Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası’nın genel sekreterliğini yaptı. Atatürk’e yapılan suikastle ilgili bulunduysa da İstiklal Mahkemesi’nde beraat etti. Sonra politikayı bıraktı. 1931’de öldü.

Cavid Bey. 1875’te Selanik’te doğdu. Mülkiye Mektebi’ni bitirdi. İttihat ve Terakki’nin önde gelen üyelerindendi.
Meclis-i Mebusan’ın birinci ve ikinci döneminde Selânik, üçüncü döneminde Biga milletvekili olarak bulundu. 1912’de Sait Paşa hükümetinde Bayındırlık, 1914’te de kısa bir süre Maliye Bakanlığı yaptı.
Talat ve İzzet Paşaların kabinelerinde Maliye Bakanlığı yaptı. Mütareke döneminde İttihatçıların yargılanmaya başlamasıyla Avrupa’ya kaçtı.
Lozan’ın ilk döneminde mali danışman olan Cavit Bey, Fransızlarla yakın temas kurduğu belirlenince görevden alındı. İzmir’de Atatürk’e karşı girişilen suikast ile ilgili olduğu iddiasıyla tutuklandı, sonra da İstiklâl Mahkemesi tarafından idam edildi (1926).

Metr Salem. Selânik Dönmesi diye bilinen Yahudi grubundandır. Maliye ve hukuk sahasında, Osmanlı devlet ricali üzerinde büyük tesiri olmuştur. Özellikle Talat Paşa ile iyi ilişkiler kurmuş, devletin birçok sırrına vâkıf olmuştu. İsrail Devleti’nin gerçekleştirilmesi için Emmanuel Karasu’dan sonra en çok gayret sarfetmiş Yahudilerdendir.

Karasu Efendi (Emmanuel). Selânik Dönmesi (Yahudi asıllı) Türk siyaset adamı.
İttihat ve Terakki Fırkasının Selânik şubesine girerek, cemiyetin Mason localarıyla ilişkisini ve Masonların cemiyete sızmasını sağladı.
Birinci Dünya Savaşı başlar başlamaz kendisini İaşe Müfettişliğine tayin ettirerek, hudutsuz bir servet edindi.

Galip Bahtiyar. Batı Trakya liderlerinden. Osmanlının, özellikle Birinci Balkan Savaşı sırasında Bulgarların Edirne’yi işgal etmeleri üzerine bir daha Balkanlara çıkamayacağı kanaati yaygınlık kazanınca, Balkanlarda, özellikle Batı Trakya’da kalan Türkler, birliklerini muhafaza etmek için silaha sarıldılar. Batı Trakya’yı Rumlara veya Bulgarlara bırakmamak için mücadele verdiler. Bir ara muhtarlıklarını bile ilan ettiler.
…haklarının unutulmaması için Lozan’a geldiler, ancak anlaşılmayan sebeplerden dolayı Türk delegelerinden fazla hüsnü kabul görmediler.

Vani Mehmet Efendi. IV. Mehmet zamanında Hünkâr Şeyhi namıyla büyük nüfuz kazandı. Van’da doğdu. Boğaziçi’ndeki Vaniköy adını ondan alır.
Fazıl Ahmet Paşa’nın delâletiyle padişahtan büyük teveccüh gördü.

Hıdiv Abbas Hilmi Paşa. 1874’te İskenderiye’de doğdu. Son Mısır hıdividir. Batıda eğitim gördü. Mısır’ı İngilizlerin etkisinden kurtarmak için çaba harcadı.

Caberizade İhsan (Suriyeli diplomat). Meclisli Mebusan’ın son dönemde Şam mebusu olarak bulundu. Arap milliyetçiliğinin canlanması için çaba harcadı.

General Refet Bele. Harp Akademisi’ni Kurmay Yüzbaşı olarak bitirdi. Mustafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıkanlardandır. İki kez İçişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı yaptı. TBMM’nin kararıyla Trakya’nın teslim alınmasına memur edildi. Terakkiperver Fırkasında yer alınca eski itibarını kaybetti. İzmir suikastı ile ilgilendirilerek tutuklandı ancak, mahkeme tarafından aklandı. 1926 yılında bütün görevlerinden ve milletvekil­liğinden istifa ederek sade bir hayat yaşamaya başladı. 1963’te öldü.


İnsancıklar


Dostoyevski - İnsancıklar

Değerli Varvara Alekseyevna,

…orada beni düşündüğünüzü, hatırladığınızı, keyifli ve iyi olduğunuzu biliyorum. Perdeyi indirdiğinizde bu: "İyi geceler Makar Alekseyeviç, artık yatma zamanı!" demektir.

Sayın Makar Alekseyeviç,
Sonunda beni kavga etmek zorunda bırakacaksınız.

Aslında pek de aklı başında olmadığınız anlaşılıyor mektubunuza bakınca. Cennet, hoş bahar kokuları, kuşların cıvıldayarak uçuşmaları... Eh, belki içinde bir de şiir vardır dedim. Makar Alekseyeviç, yemin ederim, bir şiir eksikti o mektubunuzda! Pembe düşler, tatlı duygular... hepsi tamam... Perdeye gelince, doğrusu ya, hiç düşünmemiştim bunu; kendiliğinden takılmış olmalı saksıların yerini değiştirirken. Hepsi bu kadar.

Çok saygıdeğer Varvara Alekseyevna!
Bugünleri de mi görecekti benim şu talihsiz başım, iki gözüm anacığım!...

Kimi zaman, tuhaf duygular içinde insanların saçmaladıkları oluyor. Nedeni ise, hep aptalca bir yürek coşkusu...

Sayın Makar Alekseyeviç
Bana darıldınız mı yoksa?
Çok saygıdeğer Varvara Alekseyevna,
ev sahibemizi anlatayım / Zehir zemberek ve tam anlamıyla bir cadaloz.
ev sahibemizin uşağı Faldoni.
boşta gezen memurun biri. Soyadı Gorşkof.
Elimden geldiğince size burayı anlattım.

Sayın Makar Alekseyeviç!
Anna Fedorovna'nın sürekli benimle uğraştığını duydum bir yerlerde.
Sizin hiç hakkınız yokmuş aile işlerimize karışmaya. Sadakanızla, sırtınızdan geçindiğim için beni de ayıplıyormuş...

Yavrucuğum Varenka!
Azıcık üzüm gönderiyorum bu mektupla birlikte.

Aziz Makar Alekseyeviç!
size bu mektupla birlikte yolladığım defteri arayıp buldum sonunda.
Yaşantımın mutlu günlerinde yazmaya başlamıştım bu defteri.

I
Ben on dört yaşımdaydım babam öldüğünde. Burada değil de uzak bir taşra köşesinde başlamıştı yaşantımın en mutlu dönemi olan çocukluğum.
O köyden hiç çıkmayıp ömrümün sonuna dek hep aynı yerde kalsam çok mutlu olurdum sanıyorum.
…on iki yaşındaydım Petersburg'a taşındığımızda. Ne denli üzüldüğümü asla unutmam…
Beni yatılı bir okula verdiler…

…on dördümü bitirmiştim, işte, tam o günlerde, Anna Fedorovna bize uğradı. Dışarıda bir çiftliği varmış ve bize de akraba oluyormuş anlattığına göre.
…evinde kalmamızı önerdi bize.

Anna Fedorovna'nm bir evi vardı altıncı sokakta. Beş odalıydı. Anna Fedorovna ile kuzenim Şaşa odalardan üçünde oturuyordu. Çok küçük yaşta yetim kalan Şaşa, o gün bugün Anna Fedorovna'nm yanındaydı. Diğer odaların birinde biz, yanımızdakinde ise Pokrovski adında yoksul bir üniversiteli kiracı kalıyordu.

Oldukça iyi davranıyordu ilk günler. Ne ki, gidecek bir yerimiz olmadığını ve hepten onun elinde olduğumuzu anlayınca yavaş yavaş gerçek yüzünü gösterdi...

Babamın aleyhine konuşuyordu her fırsatta.

Pokrovski / Anna Fedorovna'nın da dediği gibi, "bütün bilimler"i öğretiyordu Saşa'ya. Bu hizmetine karşılık olarak evde barınıyor ve karnı doyuyordu.

Pokrovski'yi nasıl edip de kızdıracağımız üzerinde saatlerce kafa yorardık.

Arada bir, ufak tefek ve ak saçlı bir ihtiyar gelirdi evimize.
Bu adamcağız, Pokrovski'nin babasıydı.

Sık sık kitap veriyordu bana Pokrovski.

Pokrovski'nin hastalanması ve ölmesiyle başladı acılarım.

Anna Fedorovna uğraştı cenaze işleriyle. En ucuzundan bir tabut alındı, bir de yük arabası tuttular. Anna Fedorovna ölenin tüm eşyasıyla birlikte kitaplarına da el koydu masrafı çıkartmak için.

Makar Alekseyeviç,
Dünkü üzüntülü tavırlarıma da gücenmediniz, değil mi? Çok iyi ve çok ferahlamıştım, ne ki, en tatlı anlarımda sürekli hüzün duyarım nedense.

Sevgili Varvara Alekseyevna!

…son derece güzel ve tatlı anlatmışsınız hepsini.
Benim de size anlatacaklarım var. On yedi yaşımdayken başladım görevime; otuz yıl oluyor neredeyse. Bu görevde az dirsek çürütmedim.

Geçen gün, "Bir vatandaşta bulunması gereken en büyük erdem nedir?" diye konuşuluyordu arkadaşlar arasında. Bir vatandaş için en büyük erdemin para kazanabilmek olduğunu söyledi bizim Yevstafi İvanaviç. Şaka diye söylediler bunu.

Sayın Makar Alekseyeviç!
Hediye olarak çamaşır göndermişsiniz bana. Ah, Makar Alekseyeviç; hep benim için sarf ediyorsunuz elinizde avcunuzda ne varsa.
Anılarımı tamamlamamı ve gerisini göndermemi istiyorsunuz.
O anılardan korkuyorum. Hele, talihsiz yavrusunu canavarların pençesine bırakan annemden hiç söz edemem.
Anna Fedorovna, Yanına çağırıyor beni. Dilendiğimi ve kötü yola düştüğümü söylüyor.

İki gözüm, anacığım!
Size gönderdiğim dört parça gömleğin sözü bile edilmez.
Bu mektubu amaçsız ve salt, size iyi olduğumu duyurmak için yazmıştım aslında.

Sayın Bayan Varvara Alekseyevna!
Kiracımız Gorşkof un küçük çocuğu öldü bu sabah…

Azizim Makar Alekseyeviç!
Geri gönderiyorum kitabınızı.

Sevgili Varenka!
Doğrusunu söyleyeyim mi size? O kitabı, anacığım, okumadan size gönderdim. Şöylesine bir göz gezdirdim. Gördüm ki, bir sürü saçma sapan, komik şeyler sıralanmış. Varenka'nın hoşuna gider dedim ve size yolladım.

Saygıdeğer Makar Alekseyeviç!
Fedora diyor ki, eğer ben razı olursaymışım, tanıdıklarından bazıları benim durumumla ilgilenip, çok iyi bir evde mürebbiyelik bulabileceklermiş bana.

Fedora, Byelkin'in Hikayeleri adında bir kitap buldu bana.

İki gözüm Varvara Alekseyevna!
Fedora (…) Öylesine aptal, cadaloz ve dırdırcı bir kadındır ki, ölen kocasını toprağa sokan da odur.
…ne isterseniz yapın; yeter ki, bizimle kalın.

Değerli Makar Alekseyeviç!
Hayır, dostum, hayır, aranızda yaşayamam.
Hiç doğru yapmıyorum ikimize yük olarak yaşamakla. Çok acı çekiyorum bunu düşündükçe.
Mümkün mü size küçücük bir yararımın dokunması?

Söyler misiniz, canımın içi, neyiniz eksik; söyleyin, Allah aşkınıza?
Yığınla insan var sizi seven.

Aziz Makar Alekseyeviç!
Bir de öykü kitabı gönderiyorum mektupla birlikte. Bazılarını okudum. "Kaput" adındakini okuyun, özellikle öneriyorum.

Çok Sayın Bayan Varvara Alekseyevna!
…bir zamanlar. Küçük bir aktriste tutulmuştum. Hem de nasıl!... Bir çılgın gibi
aşık oldum, işin gülünç yanı da, kadını hemen hiç görmemiş sayılırdım. Ancak, bir kez gitmiştim tiyatroya, onda da gönlümü kaptırdım.

Sayın Bayan Varvara Alekseyevna!
Bu ayın altısında sizden aldığım kitabı hemen gönderiyor ve bazı konularda sizinle konuşmak istiyorum.

Saygıdeğer Makar Alekseyeviç!

Önceden de takdir ederdim size olan borcumun ne denli büyük olduğunu. Daha, sadece tasarruf sandığındaki paranızı benim için harcadığınızı söylediğinizde anlamıştım bunu. Şimdi ise, birikmiş bir tek kuruşunuzun bile olmadığını öğrendim oysa. Acıklı durumumu, bir rastlantı sonucu öğrenerek duygulanmış ve peşin aldığınız aylığınızı, hatta hastalığım sırasında, sattığınız elbisenizin parasını bile benim için harcamışsınız. Öyle zor bir durumda kaldım ki tüm bunları öğrenince, ne düşüneceğimi ve nasıl davranacağımı hala bilemiyorum.

Benim Çok Değerli Varvara Alekseyevnam!
…benim için her şeyden daha kıymetlidir bana karşı olan saygınız ve bir tek onunla avunuyorum başıma gelen bu geçici sıkıntıların arasında.

Varenka, meleğim!
...Fedora'dan, ahlaksız bir çapkının evinize girdiğini ve size ahlaksızca bir teklifte bulunduğunu duymayayım mı…
...o ahlaksızın evine koşacaktım,
Hava da öyle kötüydü ki aksine, yağmur ve çamurdan geçilmiyordu. Geri dönmek istedim bir ara…
Memur Emelyan Ilyiç'e rastladım. Daha doğrusu eski memur, çünkü, işten çıkardılar artık. Bilmiyorum onun ne yaptığını ve nasıl geçindiğini.
Emelyan beni kışkırttı üçüncü günün akşamı ve ben de kalkıp o subaya gittim.
Neler söylediğimi de anımsamıyorum. Yalnız, soylu bir öfkeyle uzun uzun konuştuğumu biliyorum. Beni kapı dışarı ettiler bunun üzerine, hatta merdivenden attılar. Hani, tam anlamıyla attılar sayılmaz, ama tekmeleyip itelediler.

Muhterem Makar Alekseyeviç!
Bize gelin, ne olur; hemen bugün gelin. Yemeğe bekliyorum.

Anacığım Varvara Alekseyevna!
Yoksul ve zavallı bir insan çok titiz olur.
Emelyan anlatmıştı geçenlerde. Onun için para toplamışlar bir yerde. Ne var ki, verdikleri her on kapiğe karşılık adamcağızı resmi bir kontrolden geçirmişler adeta. On kapiklerine hiçbir karşılık beklemeden veriyorlar onlara sorsan. Durum hiç de öyle değil aslında: yoksul birini inceden inceye seyretmek için ödediler bu parayı.

Sayın Makar Alekseyeviç!
Size geçen kez de söylemiştim, anlatımınız hiç düzgün değil.

Minik Meleğim Varvara Alekseyevna;
"Canım, en azından bir yerlerden borç alaydınız" dedi. "Örneğin Piyotr Piyetraviç faizle para veriyor. Ben almıştım; aldığı faiz ise oldukça insaflı sayılır."

Saygıdeğer Makar Alekseyeviç!
…kısa bir zamanda borç para bulun bir yerlerden, içinde bulunduğunuz bu durumda sizden para istemeyi aklımın ucundan bile geçirmezdim, fakat, ne durumda olduğumu bir bilseniz!

Yavrum Varvara Alekseyevna!
…yığınla borç ve ihtiyaç...

Çok Saygıdeğer Makar Alekseyeviç!
Siz ümitsizliğe kapılmasaydınız en azından. Zaten, keder başımızdan hiç eksik olmuyor. Otuz gümüş kapik gönderiyorum size…

Bir Tanem, Varenkacığım!
Benim için kaygılandığınıza bakılırsa, beni sevdiğinizi anlamanın sevincini yaşıyorum. Neyse, şu anda yüreğimden söz etmenin sırası değil. Yerinde dursun yüreğim...

"Mesele böyle böyle," dedim. Emelyan İvanaviç'in adını verdim. "Bir iş için kırk ruble..."
Sözümü bitiremedim. Davayı kaybettiğimi adamın gözlerinden anladım.
"Yok" dedi. "İş için de olsa param yok. Rehine bırakacağınız bir şey var mı?"

Varvara Alekseyevna! Canım Yavrucuğum! Mahvoldum, ikimiz de hepten mahvolduk. iki paralık oldu şerefim, onurum. Ben mahvolurken sizi de birlikte sürükledim...

Değerli Makar Alekseyeviç;
Sürekli olarak bela yağıp duruyor başınıza. Ne yapmalı, ben de pek bilemiyorum.
Otuz gümüş kapik gönderiyorum size; elimizdeki tüm para yaklaşık bu kadar...

Fedora, bundan böyle size yardım etmeyeceğini söyledi. Ben de artık para vermeyeceğim. Beni ne durumlara düşürdünüz,

Canım Var vara Alekseyevna!
Utanıyorum,

Sayın Bayan ve Değerli Dostum Varvara Alekseyevna!
Suçlu olduğumu biliyorum.
…insan, kendine karşı olan saygısını, onurunu, erdemini ve güvenini yitirdiği anda her şey bitmiş demektir. Ondan sonra da, önüne geçilemez bir baş aşağı düşüş başlar, benim hiç suçum yok bunda, yazgım böyleymiş...

Son derece yoruldum; bu denli güçsüz kalmamın nedenini bir türlü anlayamıyorum. En küçük bir iş bile beni yoruyor.
"Efendim, velinimetim, Makar Alekseyeviç, ocağınıza düştüm" dedi. "Bedbaht bir aileye yardım edin Allah rızası için. Çocuklarım ve karım aç kaldılar. Aile reisiyim ve bu duruma dayanamıyorum artık."
Yüreğim parçalandı. "Benden beterleri de varmış!" diye aklımdan geçirdim.

Yavrucuğum Varvara Alekseyevna;
Hiç kendimde değilim bu satırları yazarken.

"Bunu temize çekin, Makar Alekseyeviç" dedi. "Son derece özenli yazın; elinizi de çabuk tutun, imzaya girecek bugün."
O kağıdı temize çekmeye başladım. Çok temiz ve güzel yazıyordum. Sonra, nasıl oldu, bilmiyorum, daha doğrusu, bu işe ya şeytan karıştı, ya da gizli bir güç böyle olmasını istedi, tamı tamına bir satır atlayıvermişim. Varın artık siz düşünün yazının anlamının ne hale geldiğini!

"Bu ne biçim bir iş, efendi!" diye başladı. "Çok önemli ve ivedi bir yazıyı berbat ediyorsunuz. Hiç olur mu bu?..."

…düğmem birden kopuverdi, yere yuvarlandı.
…düğmenin peşine düştüm.

Ekselans, diğerlerine dönüp emir verdi bunu söyledikten sonra ve hepsi çıktılar. Onlar çıkar çıkmaz Ekselans, aceleyle cüzdanını çıkarıp, bir yüz rublelik banknot çıkardı içinden.
"Kusura bakmayın," dedi. "Nasıl isterseniz o şekilde kabul edin bunu." Elime sıkıştırdı parayı.

Size kırk beş ruble gönderiyorum bu mektupla birlikte.

Sevgili Makar Alekseyeviç!
Mutluluğunuza ne denli sevindiğimi anlatamam. Tüm kalbimle onaylıyorum amirinizin erdemini.

Azizim Varvara Alekseyevna;
Bu denli mutlu ve her şeyden hoşnut bulunduğum şu aralar beni bırakmayın, yalvarıyorum size.
Canımın içi, ne acı günler geçirdik, öyle değil mi? Neyse, o günler artık geride kaldı ya, siz ona bakın.

Çok saygıdeğer Makar Alekseyeviç!
Çok büyük bir coşku içindeyim. Bizde neler oldu, dinleyin.
Bay Bıkof Petersburg'daymış.
Ya, yine gelirse?

Cancağızım Varvara Alekseyevna!
"Ah, kardeşim, namusun ve onurun lafı mı olur para olmayınca?"
…bir iş buldu Ratazyayef.

Değerli dostum Makar Alekseyeviç!
Evvelsi gün Bıkof bizdeydi.
Benimle evlenmek istediğini, onurumu iade etmenin onun için bir görev olduğunu söyledi.
Bana yaptıklarınızın karşılığı olarak size 500 ruble vermenin yeterli olup olmayacağını sordu.
Artık, mutlu olup olmayacağımı Tanrı bilir! Hepten onun ellerine bıraktım kaderimi.

İki gözüm Varvara Alekseyevna!
Dün Gorşkof’u toprağa verdik, bugün de bu çıktı...
Peki, ama, birbirimizle nasıl mektuplaşacağız artık? Ben ne yapacağım bir başıma?

Değerli Dostum Makar Alekseyeviç!
Beş gün sonra kıyılacak nikâhımız, ertesi gün de yola çıkacağız.
Öyle çok utanıyorum ki, angaryalarımla durmadan sizi rahatsız ettiğim için!

Saygıdeğer Bayan Varvara Alekseyevna;
Büyük bir özenle yerine getirdim siparişlerinizi.
Bay Bıkof demek istiyorum... fazla öfkeli... bu yüzden gelemem artık... Bundan sonra da hiç gelemem zaten...

Sayın Makar Alekseyeviç!
Hiç beklemeden hemen kuyumcuya koşun, Tanrı aşkına. Zümrütlü ve incili küpeleri yapmasın. Çok pahalıya çıkacağını söylüyor Bay Bıkof.

Varvara Alekseyevna, canımın içi!
Ben -şey... yani, kuyumcu- "Peki" dedi.

Varvara Alekseyevna, canım yavrum!
Hadi, bakalım, bahtınız açık olsun,

Çok Değerli Dostum Makar Alekseyeviç!
Sonunda, her şey oldu bitti, işte. Ben de yazgımla baş başayım artık.
Bana olan alışkanlığınızdan vazgeçmelisiniz artık.

Paha biçilemez canım Varenkacığım, hayatım benim!
Götürüyorlar sizi, gidiyorsunuz. Sizi benden ayıracaklarına, göğsümü yarıp yüreğimi söküp alsalardı çok daha iyiydi! Nasıl bir iştir bu: hem ağlıyor, hem de gidiyorsunuz!


Türkçeleştiren: Vedat Gültek
Sosyal Yayınlar
2000