Cengiz
Aytmatov - Cemile
O basit çerçeveli küçük resmin yine karşısındayım işte.
Her şey ben çocukken oldu. Savaşın üçüncü yılıydı.
Kolhoza katıldığımızdan kısa bir süre sonra Küçük Ev'in
erkeği ölmüş; dul karısıyla iki küçük oğlanı bırakmış geriye.
…babamın kadınla evlenmesi kararlaştırılmış. Ölen adamın en
yakın akrabası olduğu için, atalarına saygı duyan babam bu görevi yerine
getirmiş.
Sadık'ın karısı.
Cemile, tam ona yakışır bir kızdı; yılmak nedir bilmezdi,
canlıydı, dipdiriydi.
…ağabeyimin karısı olduğu için ben ona yenge, o da bana
kiçine bala, yani küçük çocuk demek zorundaydı…
Söylendiğine göre, bahar yarışlarında Cemile'yi geçememiş
Sadık. Bu yüzden de onu kaçırmış.
Evlilikleri dört ay sürmüştü sadece. Sonra savaş çıkmış,
Sadık'ı askere çağırmışlardı.
Savaş sırasında köyde pek az erkek kalmıştı. Bunu fırsat
bilen bazı gençler küstahça davranıyor, kadınları hor görüyorlardı.
Bir keresinde, ot biçerken, uzak akrabamız Osman, Cemile'ye
sataşmaya kalktı.
Cemile gün boyunca bir yağmur bulutu gibi sıkıntılıydı.
Sadık, hepimize sağlık dileyerek başlardı mektubuna…
Geniş hendekte gözden ırak bir yer vardı, üstelik gecenin
karanlığında kim fark ederdi? O gece atları çözüp de otlağa götürdüğümde,
hendekte dört at daha gördüm.
Daniyar'ın iki atını tanıdım.
Daniyar bizim köydenmiş meğer. Çocukken yetim kalmış…
Zor günler geçirmişti anlaşılan, yetimliğin acı tasından
içmişti. Hayat, onu önüne katmış, bir taş gibi oradan oraya yuvarlamıştı.
Adam anayurdunu, halkını yüreğinde taşır.
Daniyar'ın soyunu sopunu iyice araştırdılar. Böylece,
köyümüzde yeni bir akraba Daniyar ortaya çıktı.
Ne yalan söylemeli, pek hoşlanmamıştık Daniyar'dan.
Daniyar, uyumadan önce biraz savaşı anlatsana bize, dedim.
Yok, savaş hakkında bir şey bilmeyin, daha iyi!
Döndü, bir kucak dolusu kuru yaprak alıp ateşe attı, bizim
yüzümüze bile bakmadan alevlere üflemeye başladı.
Yüreğinin ortasında bir kan pıhtısıydı savaş; o pıhtının
sözünü kolay kolay edemiyordu.
Cemile ya takılırdı Daniyar'a, ya da hiç aldırmazdı.
Daniyar öfkelenmez, yanından yıldırım gibi geçen Cemile'yi
hayranlıkla, ama hiç gülümsemeden seyrederdi.
Bakışında bir incelik, her şeyi bağışlayan bir hava vardı
bir inatçılık, gizli bir hüzün vardı.
Durup Cemile'ye bakmamak çok güçtü doğrusu.
Çocuklar, sevdiklerinin dikkati çekmesini istemezler.
Ekin çuvalları arasında, keçi kılından yapılmış, yüz kırk
kiloluk kocaman bir çuval vardı.
Bir gün harman yerinde, Daniyar'a bir oyun oynamayı
kararlaştırdık. O çuvalı onun arabasına koyduk…
Daniyar arabanın üstünde durmuş, ne yapacağını bilemiyormuş
gibi çuvala bakıyordu.
Daniyar öfkeyle bize baktı; sonra, daha biz ne olduğunu
anlamadan çuvalı sürüye sürüye arabanın kenarına kadar getirdi, aşağı atladı,
tek eliyle dengelemeye çalışarak sırtına aldı. Başladı yürümeye.
Daniyar kalasa yaklaşınca, Cemile koşarak yanına vardı onun.
Bırak çuvalı, şaka ediyordum!
Çekil başımdan! diye mırıldandı Daniyar…
Çuvalı bırakmazsa düşecekti. Koş! El ver ona! diye bağırdı
Cemile…
Çuvalı arkadan tutmak istedim.
Defol! dedi Daniyar, bir adım daha attı.
Cemile de, ben de üzüntülüydük, pişmandık.
Oy dağlar, mavi dağlar, dumanlı dağlar,
Atalarımın yurdu dağlarım benim...
Oy dağlar, mavi dağlar, dumanlı dağlar, Beşiğim benim...
Bir şey acı veriyordu ona; içinde bir şey büyüyor,
olgunlaşıyor, fışkırmak, çıkmak istiyordu. Cemile korkuyordu bundan. Daniyar'a
sevdalanmıştı; bunu hem kabullenmek istiyordu, hem de çekiniyordu
kabullenmekten.
Ne güzeldi; yüzü bir esin, bir tutku kaynağıydı!
Şimdi bile kendi kendime sorarım: bir esin kaynağı mıdır
aşk; şairlerin, ressamların yabancısı olmadığı bir esin kaynağı mıdır?
Cemile'ye baktıkça, bozkıra çıkmak gelirdi içimden; çıkıp yere göğe seslenmek,
bağırmak, içimdeki o garip tedirginliği, o garip mutluluğu alt etmek için ne
yapmam gerektiğini sormak gelirdi.
Her zamanki gibi, istasyondan dönüyorduk.
Cemile bir eliyle Daniyar'ın arabasının kenarına sımsıkı
tutunmuş, başı önünde, yürüyordu.
Daniyar, Cemile'nin farkında bile değildi, türküsüne devam
ediyordu. Cemile, kollarını iki yanına indirdi, Daniyar'a sokulup başını
omuzuna dayadı onun.
Bütün bozkır çiçek açmış gibiydi, kıpırdandı, karanlığı attı
üstünden, uzayıp giden enginliğinde iki sevdalı gördüm. Onlar görmediler beni,
ben yoktum. Yanlarında yürüyordum oysa; ikisi de dünyada ne varsa unutmuşlardı,
sadece türküye vermişlerdi kendilerini.
Cemile'yi gördüm. Daniyar'a sarılmıştı.
Değişir miyim hiç, değişir miyim? Beni hiç sevmedi.
Selamlarını bile mektuplarının sonunda, tek cümleyle yolladı.
İki kişi gördüm ansızın. Karşı kıyıya geçmişlerdi.
Daniyar'la Cemile'ydi bunlar.
Daniyar'la Cemile arkalarına bakmadan demiryolu kavşağına
gidiyorlardı. Başları çalılar arasından göründü birkaç kere sonra kayboldular.
Sesimin olanca gücünle,
Cemileeee! diye bağırdım.
Cemile'yi, eski yengemi suçlamayan bir tek ben vardım
galiba.
Sadık dönmüştü. Üzülüyordu tabii.
O günden sonra, Küçük Ev bizden ayrıldı. Ben de okula
gittim.
Ressam olmaya.
Öyküm bu kadar.
…
Türkçeleştiren: Ülkü Tamer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder