14 Ekim 2019 Pazartesi

Yevgeni Zamyatin - Biz

"Biz Tanrı'dan, Ben Şeytan'dan gelir"



Yevgeni Zamyatin - Biz

Kayıt 1
Devlet Gazetesi'nde bugün yayınlanan duyuruyu kelimesi kelimesine buraya aktarmakla yetiniyorum:
ENTEGRAL'in yapımı bugünden itibaren 120 gün içinde tamamlanacaktır.

Bin yıl önce kahraman atalarımız Dünyayı fethederek TekDevlet'in egemenliği altına soktu.
Diğer gezegenlerin, muhtemelen halâ özgürlük adıyla bilinen ilkel aşamada yaşayan meçhul sakinlerini aklın faydalı boyunduruğuna almak sizlere düşüyor.
…mutlu olmaları için zorlamaya mecbur kalacağız.

Kayıt 2
…neden güzeldi? Dans neden güzeldi? Yanıt: çünkü dans, özgürlüksüz bir harekettir.

Müzik fabrikasının borazanları, her zamanki gibi TekDevlet Marşı'nı çalıyordu.

Çünkü hiç kimse tek değil, herkes bir. Hepimiz aynıyız..."

Kayıt 3
…düşünmek durumundasınız. Pek faydalıdır.
…tüm insanlık tarihi göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçişin tarihidir.

Okul çocuğuyken hepimiz kadim edebiyatın günümüze kalmış en büyük eserini, Tren Tarifesi'ni okumuştuk.

…şaka yapmayı hiç beceremem çünkü her şakanın öntanımlanmış değeri yalandır,

Kayıt 4
Çan. Kalktık, TekDevlet Marşı'nı söyledik. Ardından sahneye, bilgeliği ve altın hoparlörüyle fonookutman geldi.
“Onurlu Sayılar!”

Eve varınca çabucak büroya uğradım, görevli memura pembe biletimi verdim ve perdeleri kullanma belgesini aldım. Perdeleri sadece Seks Günü'nde kullanırız. Diğer zamanlarda tertemiz havadan yapılmış gibi duran bu duvarların ardında, göz önünde yaşarız. Birbirimizden saklayacak hiçbir şeyiniz yoktur. Ayrıca bu sayede Koruyucular zorlu ve asil görevlerini daha rahat yerine getirirler.

Kayıt 5
Bir kare hayal edin. Harikulade, capcanlı bir kare. Bir kare kendinden bahsetmeye kalksa aklına son gelecek şey, dört eşit açısının bulunduğunu söylemek olur. Görmez çünkü. Dört açısı kare için gündeliktir, doğaldır. Ben hep o karenin durumundayım işte.

200Yıl Savaşı'ndan, Kent'le Taşra arasındaki savaştan bahsediyorum. Hıristiyan vahşileri "ekmekleri" uğruna inatla savaşmaya iten muhtemelen dinsel bir önyargıydı. Ama TekDevlet'in kuruluşundan 35 yıl önce bugünkü petrol gıdamız icat edildi. Doğru, dünya nüfusunun sadece 0,2'si sağ kalmıştı.

TekDevlet'in dünyayı diğer yönetene, sevgiye saldırması gayet doğal. Sonunda bu öğe de fethedildi, yani düzenlendi, matematikleştirildi ve 300 yıl önce Lex Sexuclis'imiz ilan edildi: "Her Sayı, her Sayı'ya cinsel ürün anlamında erişim hakkına sahiptir."

Kayıt 6
…telefon çaldı.
"D − 503?"
"Evet."
"Yalnız mısınız?"
"Evet."
"Benim, I − 330. Gelip sizi alacağım ve Eski Ev'e gideceğiz, tamam mı?"
I − 330. Bu kadın canımı sıkıyor, itiyor, neredeyse korkutuyordu beni. Ama tam da bu nedenle, "Evet," dedim.

…tüm Sayılar, kaydedildikleri sanat ve bilim derslerine katılmak zorundadır…


Kayıt 7
Hiç rüya görmezdim ben. Söylenene göre, eski zamanlarda rüya görmek çok normalmiş.
Ama bugün, rüyaların ciddi akıl hastalıklarına işaret ettiklerini biliyoruz. Ve bugüne kadar beynim hep tıkır tıkır işleyen kusursuzlukta çıkmıştı. Bir toz tanesinin bile parıltısını gölgeleyebileceği bir mekanizmaydı. Peki, bu neydi şimdi?

İnsana neşe katıyordu bu: Kendinizi uçsuz bucaksız, güçlü, tek bir şeyin parçası görüyordunuz. Ve ne hassas, ne kesin bir güzellikti bu!

Yeraltı treninde hızla ENTEGRAL'in güneşte parıldayan ancak henüz kendi ateşiyle can bulmamış zarif gövdesine ilerliyordum.

Kısa bir haberdi: Güvenilir kaynaklar bir kez daha, Devlet'in faydalı boyunduruğundan kurtulmayı amaçlayan gizli bir örgüte dair işaretlere ulaşıldığını bildirmektedir.

Kayıt 8
"Hey matematikçi! Hayallere dalmışsın!"
İrkildim. Gülücüklerle parıldayan kapkara gözler, kalın Afrikalı dudaklar...
Eski dostum şair R − 13'tü bu ve pembecik O'm, yanındaydı.

"Bilginin hizmetindeyim ve öyle kalacağını," dedim kaşlarımı çatarak. Şakayı sevmem, şakadan da anlamam. Ve R − 13, şakalaşmaya bayılır.
“Bilgi! Ne demekmiş o? Senin bilgi dediğin korkaklıktan ibaret. Yok. ciddiyim, sahiden öyle. Sen sonsuzluğun etrafına bir duvarcık çekme derdindesin ve o duvarın ardına bakmaktan korkuyorsun. Gerçeği bu. Bakıyorsun ve gözlerini yumuyorsun…”

Kayıt 9

Kayıt 10
Gece uyumamak yasadışıdır." Ve buna rağmen uyuyamadım, uyuyamadım.

Kayıt 11
Kâğıt üzerinde, iki boyutlu dünyada bu çizgiler yan yana ama başka dünyada... Sayılara dair algılayışımı yitirmeye başladım…

Kayıt 12
İyiyim, iyileşebilirim diye düşünüp duruyorum. Kütük gibi uyudum. Ne rüya ne de başka bir hastalık belirtisi...

Bizim Tanrılarımız burada, aşağıda, yanımızda; Büro'da, mutfakta, dükkânda, tuvalette... Tanrılar bizim gibi: yani bizler Tanrılarız. Ve size geliyoruz, sevgili tanımadığım okurlarım, yaşamlarınızı bizimki gibi ilahi ussallığa ve kesinliğe kavuşturmaya geliyoruz.

Kayıt 13
Konuşmadan dudaklarına baktım. Tüm kadınlar dudaktır, başka şey değil.

"Sisten nefret ederim," dedim. "Korkutur beni."
"Bu sevdiğin anlamına gelir. Seni korkutuyor çünkü senden güçlü. Nefret ediyorsun çünkü korkuyorsun. Seviyorsun çünkü iplerini eline alamıyorsun. İnsan sadece köle edemediğini sever."

I − 330 bir girişin önünde, "İşte geldik," dedi.

Bunlar hastalandığımızı, işe gidemeyeceğimizi belgeleyen notlardı. TekDevlet'ten emeğimi çalıyordum. Ben bir hırsızdım.

Yaşlı kadın Eski Ev'in girişindeydi.

"Sizi gidi hınzırlar! Herkes çalışırken... Ama dert değil. Bir şey çıkarsa hemen koşar, haber veririm size."

Kayıt 14
"Neyiniz var?" dedi görevli memur.
"Şey... Hastayım."
Birden hatırladım: belgem vardı. Cebimi yokladım. Oradaydı. Ki bu da... Hepsinin... Tüm o olayların yaşandığını gösteriyordu.

…artık ussal dünyamızda yaşamıyordum. Eskilerin çılgın dünyasında, eksi birin karekökünün olduğu dünyadaydım.

Zavallı, sevgili O! Pembecik ağzı... Uçları aşağı kıvrık pembecik hilal. Ama başıma gelen her şeyi anlatamazdım çünkü hiçbir şey değilse bile, bilmek onu suç ortağım yapardı.

O, başını yastıktan kaldırdı; gözlerini açmadan, "Uzak dur benden," dedi. Ama ağladığı için sözcüğü "Ozak" gibi algıladım ve bu aptal ayrıntı içime işledi.

Kayıt 15
ENTEGRAL'in inşa edildiği hangara girer girmez İkinci Yapıcı yanıma geldi.

"Dün siz hastayken, yani yetkili burada yokken, olay diyebileceğiniz bir şey yaşadık."
"Olay?"
"Evet! Çan çaldı, iş bırakıldı, herkes hangardan çıkmaya başladı ve sıkı durun, kapıdaki görevli numarasız birini yakaladı!

Neyim vardı benim? Dümeni yitirmiştim ben.

Kayıt 16
Birkaç gündür yazmıyordum. Kaç gündür, bilmiyorum; hepsi aynı görünüyor. Her günün rengi aynı. Kurutulmuş, aşırı ısıtılmış kum gibi sarı…

İç iletişim ekranının başına oturdum ve sevecenlikle nefretin karıştığı duygularla ekrana "I − 330" yazması için yakardım.
Gelmedi.

Hafif bir ayak sürümesiyle çifte kamburlu gölgem yanımda beliriverdi. İki çelik grisi matkabın içimi deştiğini görmek için bakmama gerek yoktu.

Salağın teki gibi baş aşağı duruyordum; ayaklarımdan asılmıştım, utançla kızarıyordum.

"Durum kötü. Anlaşılan ruh çıkarıyorsunuz." Ruh? Şu tuhaf, eski, çoktan unutulmuş sözcük...

"Bu... Çok tehlikeli," diye mırıldandım.
"Tedavisi yok," dedi açılıp kapanan makas.

“Size bir sır vereceğim. Aramızda kalacak. Bu illete yakalanan tek kişi siz değilsiniz…”

Kayıt 17
Doktorun reçetesindeki tavsiyeye uyup üçgenin hipotenüsü yerine kasten diğer iki kenarında yürümeyi seçmiştim…

Eski Ev'in koyu kırmızı duvarları. Ve yaşlı kadının batık dudakları. Alelacele yanına gittim. "Burada mı?"
"Kim?"
"Kim mi? I − 330 elbette... Beraber gelmiştik... Aeroyla..."
"A, evet... Evet, evet."

…eğildim ve o batık, yumuşacık, yosunsu dudakları öptüm. Beriki ağzını sildi ve güldü.

Burada değildi. Apaçık. O halde bir başka dairedeydi.

Çabucak dolabın kapısını açtım, içeri, karanlığa daldım ve kapıyı kapadım. Bir adım attım ve ayağımın altında bir şey boşaldı. Yavaşça, usulca aşağı yuvarlandım. Her şey karardı. Öldüm.

Ne kadar ölü kaldım bilmiyorum; muhtemelen beş-on saniyeden fazla değildir

Bir koridor. Tonlarca ağırlıkta sessizlik. Oyuklara yerleştirilmiş ampullerin çizdiği, kırpışan, dalgalanan, sonsuz bir noktalı çizgi. Koridor biraz yeraltı trenlerimizin "tüplerine" benziyordu…

Hangimiz daha fazla şaşırdık, bilmiyorum. Zayıf, ustura burunlu doktorum karşımdaydı.

“Gölge... Arkamda... Öldüm... Gardıropta... Çünkü şu senin doktor... Makasından konuşuyor, ruhun var diyor... Tedavisi yok, diyor...”
"Tedavisi imkânsız bir ruh! Zavallıcık!" I − 330 kahkaha atıyordu.

Eski Ev'in avlusundaki sayısız nişlerden birinde kendime geldim.
Gözlerini açtı ve "Yarından sonra, 16.00'da," dedi. Sonra gitti.

Kayıt 18
Ama kalktım, dolabın kapısını açtım…
I − 330'la karşılaştım.
Acayipliklerle karşılaşmaya alıştığımdan herhalde, hiç şaşırmadım.

Kalk çanına daha çok var. Yataktayım, düşünüyorum...

…matematikle ölümde hataya yer yoktur.

Zarf yırtılarak açılmıştı. İmzaya göz atmamla yaralandım: I − 330'dan gelmiyordu... O'dandı.

Kayıt 19
"Size bir mektup. Ondan."

Odama varıp ışığı açtığımda gözlerime inanamadım: O, orada, masamdaydı.

Kayıt 20
Bir yanda "Ben", diğer yanda "Biz," yani TekDevlet. Apaçık, değil mi? "Ben"in devlet karşısında hakka sahipliğini öne sürmek, bir gram, bir tona eşittir demekle tamamen aynıdır.

Şunu anlayın: Sadece aritmetiğin dört kuralı değişmez ve kalıcıdır. Nihai bilgelik budur. İnsanların çağlar boyu kıpkırmızı yüzlerle, kanter içinde, nefes nefese ulaşmaya didindiği piramidin doruğu budur.

Kayıt 21
…bir kez daha Eski Ev'e yollandım.

Gerçek bir doktor, yarın, öbür gün, gelecek hafta hastalanacak adamı iyiyken tedavi etmeye başlar.

Kayıt 22
Derken, tam 13.06'da dikdörtgende çılgınca bir şey oldu. Çok yakınımdaydı, en ufak ayrıntısına kadar görebiliyordum. Uzun, ince bir boyunla şakaklarındaki, bilinmez bir dünyanın haritasındaki nehirleri andıran açık mavi damarları gayet açık hatırlıyorum. Görünüşe göre bu bilinmez dünya, genç bir adamdı. Herhalde sıralarımız arasında birini fark etmişti; parmak uçlarına yükseldi, boynunu uzattı ve durdu. Muhafızlardan biri genç adama mavi kıvılcımlar saçan elektrikli kırbacıyla vurdu.

Ama tam o anda bir dişi figür, tam hıza geçmiş bir motordan fırlayan cıvata misali sıralarımızı bozarak haykırdı: "Yeter! Artık yeter!"
Sayılıktan çıkmıştı, sadece bir kişiydi artık…

Onu, kırbaç kadar dirençli bu bedeni tanıyordum.
O değildi bu kadın... I − 330 değildi...

Eski dünyada Hıristiyanlar, kusurlu atalarımız bunu anlamıştı: Alçakgönüllülük erdem, gurursa kusurdur. Biz Tanrı'dan, Ben Şeytan'dan gelir.

Kayıt 23
I − 330 elini omzuma koydu ve gözlerimin içine baktı. "Her şeyi bilmek mi istiyorsun?"
"Evet. Bilmeliyim."

Kayıt 24
…aşk için A, ölüm için Ö kullanırsak, A = f(Ö), yani aşk ve ölüm...
Evet, evet, işte bu. I − 330'dan korkmam, ona direnmem bu yüzden.

…biz seçimlerimizi açıkta, dürüstçe ve gün ışığında kutlarız. Ben herkesin Velinimet'e nasıl oy verdiğini görürüm ve herkes benim nasıl Velinimet'e oy verdiğimi görür. Ve herkes ile ben toplandığında tek bir Biz ederken başka türlüsü nasıl olabilir?

Kayıt 25
Velinimetin gözlerine eskisi gibi bakabilseydim, doğrudan ve tüm kalbimle, "İşte buradayım. Her şeyimle. Al beni!" derdim. Ama şimdi... Diyemiyordum.

Kayıt 26
Devlet Gazetesi'nde tanıdık bir şey arıyordum. Şunu buldum:
"Herkes tarafından özlem ve sabırsızlıkla beklenen Birlik Günü dün kutlanmıştır. Bizlere daima şaşmaz bilgeliğinin kanıtlarını sunan Velinimet, 48. kez oybirliğiyle seçilmiştir.

Gülmekti belki... Evet, güldüğümü duydum (Hiç başınıza geldi mi, güldüğünüzü duydunuz mu?)

Kayıt 27
Yeşil Duvar'ın diğer tarafına geçtik

Derken gözlerimi açtım... Ve kendimi, Duvar'ın bulanık camının bin kat solgun kıldığı hali dışında hiç kimsenin görmediği gün ışığıyla yüz yüze buldum.

“…ENTEGRAL bizim olmalı! Göklere ilk defa açıldığında içinde biz olacağız. Çünkü ENTEGRAL'in yapıcısı bizimle! Duvarları ardında bıraktı, benimle, aranıza geldi! Yaşasın Yapıcı!”

Kayıt 28
Mefi de ne?"
"Mefi mi? Eski bir ad. Mefi, şu…
Dünya'da iki güç vardır. Entropi ve enerji. Biri, mutlu sükûnete, mutlu dengeye götürür. Diğeri dengenin bozulmasına, sürekli devinimin mahvına yol açar. Bizim... Daha doğrusu sizin atalarınız, Hıristiyanlar, entropiye, Tanrı'ya taptıkları gibi tapıyordu. Ama biz anti-Hıristiyanlar..."

Ya sayfalardan birini, hele şu son yazdıklarımı okumaya kalkarlarsa?

Kayıt 29

Kayıt 30
ENTEGRAL'i ele geçireceğiz…

Çocukça…

…çocuklar en gözü pek filozoflardır. Ve gözü pek filozoflar her daim çocuk kalır.

Kayıt 31
Mekanizmanın hayal gücü yoktur.

Ama kabahat sizde değil. Hastasınız. Hastalığınızın adıysa: HAYAL GÜCÜ.

Ama sevinin: Hastalık çoktan yok edildi! Yol artık açık.

Kusursuz, makineyle eşit olacaksınız... Mutluluk yolu %100 açılacak!

Ve mutluluk... Nedir sonuçta? Arzular birer işkence, değil mi? Ve mutluluk hiçbir arzunun kalmaması demektir, değil mi?

Seç: İşlem ve yüzde yüz mutluluk mu, yoksa..."
"Sensiz yaşayamam... Sensiz yaşamak istemiyorum!" dedim veya düşündüm, hangisi bilmiyorum ama I − 330 duydu.

Kayıt 32
Birden zincirin sağ ve sol uçları hareketlendi, hızla kapanmaya, bizi sarmaya başladı... Ve bizi açık kapılara doğru...
Biri bağırdı: "Tuzak! Kaçın!"

Elveda! Belki başka bir zamanda...

Kayıt 33
Yarın! Sahiden bir yarın olacak mı?

Kayıt 34
I − 330 buralarda mıydı, hâlâ bilmiyordum. Ama bakacak zaman kalmamıştı…
"Kalkış: 45°!"

Atmosferden çıkmıştık…

Kayıt 35

Kayıt 36
İşte tuhaf bir şey: Kafam bomboş, beyaz bir sayfa gibi. Oraya nasıl gittim, nasıl bekledim (beklediğimi biliyorum), bunların hiçbirini hatırlamıyorum. Ne bir ses ne bir yüz ne de bir hareket... Sanki dünyayla aramdaki tüm hatları kesmişlerdi.

Keşke eskilerinki gibi bir annem olsaydı. Yani kendi annem. Ve onun için ENTEGRAL'in Yapımcısı değil, D − 503 değil, TekDevlet'in bir molekülü değil, sadece insanlıktan bir parça, sadece kendisinden bir parça olsaydım...

Kayıt 37

Kayıt 38
Sana... Hepsini anlatacağım... Hayır, dur... Önce bir yudum su içmeliyim...
"Zahmet etme," dedi. "Hiçbir şey söyleme. Fark etmiyor. Her halükârda sana geldim işte...”

Kayıt 39
Yarın sabah yapacaktım. Kendimi öldürmekle aynı kapıya çıkıyordu ama dirilmemin tek yolu belki buydu. Ölmemiş bir şeyi diriltemezdiniz.

İçeride ucu bucağı görünmeyen bir Sayı kuyruğu vardı. Kiminin elinde beyaz sayfalar, kimindeyse defterler vardı. Yavaşça ilerliyorlardı. Bir adım, iki adım atıp duruyorlardı.

“Galiba en baştan itibaren ondan nefret ettim,” dedim. "Mücadele ediyordum... Ama hayır, hayır... Bana inanmayın daha iyi: Kendimi kurtarabilirdim ama istemedim. Ölmek istedim. Ölmek bana her şeyden anlamlı geldi...

Bütün öyküyü, buraya yazdığım nefes nefese ve karmakarışık her şeyi anlattım.

Çifte kıvrılarak gülümseyen dudaklardan istediğim sözcükler geldi, Evet, Evet, dedim, teşekkür ettim...

Sessizlik.
Derken sanki kafamda bir şimşek çaktı: O da onlardandı... Ve yaptığım her şey, çektiğim onca acı, son gücümle buraya getirdiğim her şey, büyük kahramanlığım... Hepsi bir şakadan ibaretti!

Yukarıda tarihin en müthiş ve en mantıklı uygarlığı çöküyordu…

"Sizi anlıyorum. Tümüyle anlıyorum," dedi. "Ama gene de sakinleşin. Kendinizi koyuvermeyin böyle. Hepsi geri gelecek; kuşkusuz geri gelecek. Şu anda tek mesele keşfimi herkesin duymasının gerekliliği. İlk size söyleyeceğim... Sonsuzluğun var olmadığını hesapladım!"

Komşumdan kâğıt istedim ve bu son notları yazmaya başladım.

"Söyle!" dedim komşumu omuzlarından yakalayıp sarsarak. "Söyle bana...
Şu senin sonlu evreninin bittiği yerin ötesinde ne var?"
Yanıt verecek zamanı bulamadı. Yukarıdan, basamaklardan ayak sesleri işitildi...

Kayıt 40
Bu kadar sayfayı sahiden D − 503, yani ben yazmış olabilir miyim?
Gerçekten bunları hissetmiş veya hissettiğimi hayal etmiş olabilir miyim?

Başıma saplı bir kıymığı çıkardılar ve kafam artık rahat ve bomboş.

O gece beni, evrenin sonluluğunu keşfeden komşumu ve yanımızda başka kim varsa herkesi yakaladılar…

Ertesi gün ben, D − 503, bizzat Velinimet'in huzuruna çıktım ve mutluluğun düşmanlarıyla ilgili bildiğim her şeyi anlattım.

Bir kadın getirdiler. İfadesini benim önümde verecekti. Kadın inatla sustu ve sadece gülümsedi. Çok hoş, keskin, bembeyaz dişleri dikkatimi çekti.

Elleri sımsıkı sandalyenin kollarında, tamamen kapanana kadar gözlerini benden ayırmadı. Sonra onu dışarı çıkardılar, elektrotlar yardımıyla ayılttılar ve tekrar Çan'ın içine soktular. Bunu üç defa tekrarladılar.

Kazanacağımızı umuyorum. Ötesi, kazanacağımızdan eminim. Çünkü akıl kazanmalı.

Türkçeleştiren: Algan Sezgintüredi
Versus Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder