Yevgeni
Zamyatin - Biz
Kayıt 1
Devlet Gazetesi'nde bugün yayınlanan duyuruyu kelimesi
kelimesine buraya aktarmakla yetiniyorum:
ENTEGRAL'in yapımı bugünden itibaren 120 gün içinde
tamamlanacaktır.
Bin yıl önce kahraman atalarımız Dünyayı fethederek TekDevlet'in
egemenliği altına soktu.
Diğer gezegenlerin, muhtemelen halâ özgürlük adıyla bilinen
ilkel aşamada yaşayan meçhul sakinlerini aklın
faydalı boyunduruğuna almak sizlere düşüyor.
…mutlu olmaları için zorlamaya mecbur kalacağız.
Kayıt 2
…neden güzeldi? Dans neden güzeldi? Yanıt: çünkü dans,
özgürlüksüz bir harekettir.
Müzik fabrikasının borazanları, her zamanki gibi TekDevlet
Marşı'nı çalıyordu.
Çünkü hiç kimse tek değil, herkes bir. Hepimiz
aynıyız..."
Kayıt 3
…düşünmek durumundasınız. Pek faydalıdır.
…tüm insanlık tarihi göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçişin
tarihidir.
Okul çocuğuyken hepimiz kadim edebiyatın günümüze kalmış en
büyük eserini, Tren Tarifesi'ni okumuştuk.
…şaka yapmayı hiç beceremem çünkü her şakanın öntanımlanmış
değeri yalandır,
Kayıt 4
Çan. Kalktık, TekDevlet Marşı'nı söyledik. Ardından sahneye,
bilgeliği ve altın hoparlörüyle fonookutman geldi.
“Onurlu Sayılar!”
Eve varınca çabucak büroya uğradım, görevli memura pembe
biletimi verdim ve perdeleri kullanma belgesini aldım. Perdeleri sadece Seks
Günü'nde kullanırız. Diğer zamanlarda tertemiz havadan yapılmış gibi duran bu
duvarların ardında, göz önünde yaşarız. Birbirimizden saklayacak hiçbir şeyiniz
yoktur. Ayrıca bu sayede Koruyucular zorlu ve asil görevlerini daha rahat yerine
getirirler.
Kayıt 5
Bir kare hayal edin. Harikulade, capcanlı bir kare. Bir kare
kendinden bahsetmeye kalksa aklına son gelecek şey, dört eşit açısının
bulunduğunu söylemek olur. Görmez çünkü. Dört açısı kare için gündeliktir,
doğaldır. Ben hep o karenin durumundayım işte.
200Yıl Savaşı'ndan, Kent'le Taşra arasındaki savaştan
bahsediyorum. Hıristiyan vahşileri "ekmekleri" uğruna inatla
savaşmaya iten muhtemelen dinsel bir önyargıydı. Ama TekDevlet'in kuruluşundan
35 yıl önce bugünkü petrol gıdamız icat edildi. Doğru, dünya nüfusunun sadece
0,2'si sağ kalmıştı.
TekDevlet'in dünyayı diğer yönetene, sevgiye saldırması
gayet doğal. Sonunda bu öğe de fethedildi, yani düzenlendi, matematikleştirildi
ve 300 yıl önce Lex Sexuclis'imiz ilan edildi: "Her Sayı, her Sayı'ya
cinsel ürün anlamında erişim hakkına sahiptir."
Kayıt 6
…telefon çaldı.
"D − 503?"
"Evet."
"Yalnız mısınız?"
"Evet."
"Benim, I − 330. Gelip sizi alacağım ve Eski Ev'e
gideceğiz, tamam mı?"
I − 330. Bu kadın canımı sıkıyor, itiyor, neredeyse korkutuyordu
beni. Ama tam da bu nedenle, "Evet," dedim.
…tüm Sayılar, kaydedildikleri sanat ve bilim derslerine
katılmak zorundadır…
Kayıt 7
Hiç rüya görmezdim ben. Söylenene göre, eski zamanlarda rüya
görmek çok normalmiş.
Ama bugün, rüyaların ciddi akıl hastalıklarına işaret
ettiklerini biliyoruz. Ve bugüne kadar beynim hep tıkır tıkır işleyen
kusursuzlukta çıkmıştı. Bir toz tanesinin bile parıltısını gölgeleyebileceği
bir mekanizmaydı. Peki, bu neydi şimdi?
İnsana neşe katıyordu bu: Kendinizi uçsuz bucaksız, güçlü,
tek bir şeyin parçası görüyordunuz. Ve ne hassas, ne kesin bir güzellikti bu!
Yeraltı treninde hızla ENTEGRAL'in güneşte parıldayan ancak
henüz kendi ateşiyle can bulmamış zarif gövdesine ilerliyordum.
Kısa bir haberdi: Güvenilir kaynaklar bir kez daha, Devlet'in
faydalı boyunduruğundan kurtulmayı amaçlayan gizli bir örgüte dair işaretlere
ulaşıldığını bildirmektedir.
Kayıt 8
"Hey matematikçi! Hayallere dalmışsın!"
İrkildim. Gülücüklerle parıldayan kapkara gözler, kalın
Afrikalı dudaklar...
Eski dostum şair R − 13'tü bu ve pembecik O'm, yanındaydı.
"Bilginin hizmetindeyim ve öyle kalacağını," dedim
kaşlarımı çatarak. Şakayı sevmem, şakadan da anlamam. Ve R − 13, şakalaşmaya
bayılır.
“Bilgi! Ne demekmiş o? Senin bilgi dediğin korkaklıktan ibaret.
Yok. ciddiyim, sahiden öyle. Sen sonsuzluğun etrafına bir duvarcık çekme
derdindesin ve o duvarın ardına bakmaktan korkuyorsun. Gerçeği bu. Bakıyorsun
ve gözlerini yumuyorsun…”
Kayıt 9
Kayıt 10
Gece uyumamak yasadışıdır." Ve buna rağmen uyuyamadım,
uyuyamadım.
Kayıt 11
Kâğıt üzerinde, iki boyutlu dünyada bu çizgiler yan yana ama
başka dünyada... Sayılara dair algılayışımı yitirmeye başladım…
Kayıt 12
İyiyim, iyileşebilirim diye düşünüp duruyorum. Kütük gibi
uyudum. Ne rüya ne de başka bir hastalık belirtisi...
Bizim Tanrılarımız burada, aşağıda, yanımızda; Büro'da,
mutfakta, dükkânda, tuvalette... Tanrılar bizim gibi: yani bizler Tanrılarız.
Ve size geliyoruz, sevgili tanımadığım okurlarım, yaşamlarınızı bizimki gibi
ilahi ussallığa ve kesinliğe kavuşturmaya geliyoruz.
Kayıt 13
Konuşmadan dudaklarına baktım. Tüm kadınlar dudaktır, başka
şey değil.
"Sisten nefret ederim," dedim. "Korkutur
beni."
"Bu sevdiğin anlamına gelir. Seni korkutuyor çünkü
senden güçlü. Nefret ediyorsun çünkü korkuyorsun. Seviyorsun çünkü iplerini
eline alamıyorsun. İnsan sadece köle edemediğini sever."
I − 330 bir girişin önünde, "İşte geldik," dedi.
Bunlar hastalandığımızı, işe gidemeyeceğimizi belgeleyen
notlardı. TekDevlet'ten emeğimi çalıyordum. Ben bir hırsızdım.
Yaşlı kadın Eski Ev'in girişindeydi.
"Sizi gidi hınzırlar! Herkes çalışırken... Ama dert
değil. Bir şey çıkarsa hemen koşar, haber veririm size."
Kayıt 14
"Neyiniz var?" dedi görevli memur.
"Şey... Hastayım."
Birden hatırladım: belgem vardı. Cebimi yokladım. Oradaydı.
Ki bu da... Hepsinin... Tüm o olayların yaşandığını gösteriyordu.
…artık ussal dünyamızda yaşamıyordum. Eskilerin çılgın
dünyasında, eksi birin karekökünün olduğu dünyadaydım.
Zavallı, sevgili O! Pembecik ağzı... Uçları aşağı kıvrık
pembecik hilal. Ama başıma gelen her şeyi anlatamazdım çünkü hiçbir şey değilse
bile, bilmek onu suç ortağım yapardı.
O, başını yastıktan kaldırdı; gözlerini açmadan, "Uzak
dur benden," dedi. Ama ağladığı için sözcüğü "Ozak" gibi
algıladım ve bu aptal ayrıntı içime işledi.
Kayıt 15
ENTEGRAL'in inşa edildiği hangara girer girmez İkinci Yapıcı
yanıma geldi.
"Dün siz hastayken, yani yetkili burada yokken, olay
diyebileceğiniz bir şey yaşadık."
"Olay?"
"Evet! Çan çaldı, iş bırakıldı, herkes hangardan
çıkmaya başladı ve sıkı durun, kapıdaki görevli numarasız birini yakaladı!
Neyim vardı benim? Dümeni yitirmiştim ben.
Kayıt 16
Birkaç gündür yazmıyordum. Kaç gündür, bilmiyorum; hepsi
aynı görünüyor. Her günün rengi aynı. Kurutulmuş, aşırı ısıtılmış kum gibi
sarı…
İç iletişim ekranının başına oturdum ve sevecenlikle
nefretin karıştığı duygularla ekrana "I − 330" yazması için yakardım.
Gelmedi.
Hafif bir ayak sürümesiyle çifte kamburlu gölgem yanımda
beliriverdi. İki çelik grisi matkabın içimi deştiğini görmek için bakmama gerek
yoktu.
Salağın teki gibi baş aşağı duruyordum; ayaklarımdan
asılmıştım, utançla kızarıyordum.
"Durum kötü. Anlaşılan ruh çıkarıyorsunuz." Ruh?
Şu tuhaf, eski, çoktan unutulmuş sözcük...
"Bu... Çok tehlikeli," diye mırıldandım.
"Tedavisi yok," dedi açılıp kapanan makas.
“Size bir sır vereceğim. Aramızda kalacak. Bu illete
yakalanan tek kişi siz değilsiniz…”
Kayıt 17
Doktorun reçetesindeki tavsiyeye uyup üçgenin hipotenüsü
yerine kasten diğer iki kenarında yürümeyi seçmiştim…
Eski Ev'in koyu kırmızı duvarları. Ve yaşlı kadının batık
dudakları. Alelacele yanına gittim. "Burada mı?"
"Kim?"
"Kim mi? I − 330 elbette... Beraber gelmiştik...
Aeroyla..."
"A, evet... Evet, evet."
…eğildim ve o batık, yumuşacık, yosunsu dudakları öptüm.
Beriki ağzını sildi ve güldü.
Burada değildi. Apaçık. O halde bir başka dairedeydi.
Çabucak dolabın kapısını açtım, içeri, karanlığa daldım ve
kapıyı kapadım. Bir adım attım ve ayağımın altında bir şey boşaldı. Yavaşça,
usulca aşağı yuvarlandım. Her şey karardı. Öldüm.
Ne kadar ölü kaldım bilmiyorum; muhtemelen beş-on saniyeden
fazla değildir
Bir koridor. Tonlarca ağırlıkta sessizlik. Oyuklara
yerleştirilmiş ampullerin çizdiği, kırpışan, dalgalanan, sonsuz bir noktalı
çizgi. Koridor biraz yeraltı trenlerimizin "tüplerine" benziyordu…
Hangimiz daha fazla şaşırdık, bilmiyorum. Zayıf, ustura
burunlu doktorum karşımdaydı.
“Gölge... Arkamda... Öldüm... Gardıropta... Çünkü şu senin
doktor... Makasından konuşuyor, ruhun var diyor... Tedavisi yok, diyor...”
"Tedavisi imkânsız bir ruh! Zavallıcık!" I − 330
kahkaha atıyordu.
Eski Ev'in avlusundaki sayısız nişlerden birinde kendime
geldim.
Gözlerini açtı ve "Yarından sonra, 16.00'da,"
dedi. Sonra gitti.
Kayıt 18
Ama kalktım, dolabın kapısını açtım…
I − 330'la karşılaştım.
Acayipliklerle karşılaşmaya alıştığımdan herhalde, hiç
şaşırmadım.
Kalk çanına daha çok var. Yataktayım, düşünüyorum...
…matematikle ölümde hataya yer yoktur.
Zarf yırtılarak açılmıştı. İmzaya göz atmamla yaralandım: I
− 330'dan gelmiyordu... O'dandı.
Kayıt 19
"Size bir mektup. Ondan."
Odama varıp ışığı açtığımda gözlerime inanamadım: O, orada,
masamdaydı.
Kayıt 20
Bir yanda "Ben", diğer yanda "Biz," yani
TekDevlet. Apaçık, değil mi? "Ben"in devlet karşısında hakka
sahipliğini öne sürmek, bir gram, bir tona eşittir demekle tamamen aynıdır.
Şunu anlayın: Sadece aritmetiğin dört kuralı değişmez ve
kalıcıdır. Nihai bilgelik budur. İnsanların çağlar boyu kıpkırmızı yüzlerle,
kanter içinde, nefes nefese ulaşmaya didindiği piramidin doruğu budur.
Kayıt 21
…bir kez daha Eski Ev'e yollandım.
Gerçek bir doktor, yarın, öbür gün, gelecek hafta
hastalanacak adamı iyiyken tedavi etmeye başlar.
Kayıt 22
Derken, tam 13.06'da dikdörtgende çılgınca bir şey oldu. Çok
yakınımdaydı, en ufak ayrıntısına kadar görebiliyordum. Uzun, ince bir boyunla
şakaklarındaki, bilinmez bir dünyanın haritasındaki nehirleri andıran açık mavi
damarları gayet açık hatırlıyorum. Görünüşe göre bu bilinmez dünya, genç bir
adamdı. Herhalde sıralarımız arasında birini fark etmişti; parmak uçlarına
yükseldi, boynunu uzattı ve durdu. Muhafızlardan biri genç adama mavi
kıvılcımlar saçan elektrikli kırbacıyla vurdu.
Ama tam o anda bir dişi figür, tam hıza geçmiş bir motordan
fırlayan cıvata misali sıralarımızı bozarak haykırdı: "Yeter! Artık
yeter!"
Sayılıktan çıkmıştı, sadece bir kişiydi artık…
Onu, kırbaç kadar dirençli bu bedeni tanıyordum.
O değildi bu kadın... I − 330 değildi...
Eski dünyada Hıristiyanlar, kusurlu atalarımız bunu
anlamıştı: Alçakgönüllülük erdem, gurursa kusurdur. Biz
Tanrı'dan, Ben Şeytan'dan gelir.
Kayıt 23
I − 330 elini omzuma koydu ve gözlerimin içine baktı.
"Her şeyi bilmek mi istiyorsun?"
"Evet. Bilmeliyim."
Kayıt 24
…aşk için A, ölüm için Ö kullanırsak, A = f(Ö), yani aşk ve
ölüm...
Evet, evet, işte bu. I − 330'dan korkmam, ona direnmem bu
yüzden.
…biz seçimlerimizi açıkta, dürüstçe ve gün ışığında
kutlarız. Ben herkesin Velinimet'e nasıl oy verdiğini görürüm ve herkes benim
nasıl Velinimet'e oy verdiğimi görür. Ve herkes ile ben toplandığında tek bir
Biz ederken başka türlüsü nasıl olabilir?
Kayıt 25
Velinimetin gözlerine eskisi gibi bakabilseydim, doğrudan ve
tüm kalbimle, "İşte buradayım. Her şeyimle. Al beni!" derdim. Ama
şimdi... Diyemiyordum.
Kayıt 26
Devlet Gazetesi'nde tanıdık bir şey arıyordum. Şunu buldum:
"Herkes tarafından özlem ve sabırsızlıkla beklenen
Birlik Günü dün kutlanmıştır. Bizlere daima şaşmaz bilgeliğinin kanıtlarını
sunan Velinimet, 48. kez oybirliğiyle seçilmiştir.
Gülmekti belki... Evet, güldüğümü duydum (Hiç başınıza geldi
mi, güldüğünüzü duydunuz mu?)
Kayıt 27
Yeşil Duvar'ın diğer tarafına geçtik
Derken gözlerimi açtım... Ve kendimi, Duvar'ın bulanık
camının bin kat solgun kıldığı hali dışında hiç kimsenin görmediği gün ışığıyla
yüz yüze buldum.
“…ENTEGRAL bizim olmalı! Göklere ilk defa açıldığında içinde
biz olacağız. Çünkü ENTEGRAL'in yapıcısı bizimle! Duvarları ardında bıraktı,
benimle, aranıza geldi! Yaşasın Yapıcı!”
Kayıt 28
Mefi de ne?"
"Mefi mi? Eski bir ad. Mefi, şu…
Dünya'da iki güç vardır. Entropi ve enerji. Biri, mutlu
sükûnete, mutlu dengeye götürür. Diğeri dengenin bozulmasına, sürekli devinimin
mahvına yol açar. Bizim... Daha doğrusu sizin atalarınız, Hıristiyanlar,
entropiye, Tanrı'ya taptıkları gibi tapıyordu. Ama biz
anti-Hıristiyanlar..."
Ya sayfalardan birini, hele şu son yazdıklarımı okumaya
kalkarlarsa?
Kayıt 29
Kayıt 30
ENTEGRAL'i ele geçireceğiz…
Çocukça…
…çocuklar en gözü pek filozoflardır. Ve gözü pek filozoflar
her daim çocuk kalır.
Kayıt 31
Mekanizmanın hayal gücü yoktur.
Ama kabahat sizde değil. Hastasınız. Hastalığınızın adıysa:
HAYAL GÜCÜ.
Ama sevinin: Hastalık çoktan yok edildi! Yol artık açık.
Kusursuz, makineyle eşit olacaksınız... Mutluluk yolu %100
açılacak!
Ve mutluluk... Nedir sonuçta? Arzular birer işkence, değil
mi? Ve mutluluk hiçbir arzunun kalmaması demektir, değil mi?
Seç: İşlem ve yüzde yüz mutluluk mu, yoksa..."
"Sensiz yaşayamam... Sensiz yaşamak istemiyorum!"
dedim veya düşündüm, hangisi bilmiyorum ama I − 330 duydu.
Kayıt 32
Birden zincirin sağ ve sol uçları hareketlendi, hızla
kapanmaya, bizi sarmaya başladı... Ve bizi açık kapılara doğru...
Biri bağırdı: "Tuzak! Kaçın!"
Elveda! Belki başka bir zamanda...
Kayıt 33
Yarın! Sahiden bir yarın olacak mı?
Kayıt 34
I − 330 buralarda mıydı, hâlâ bilmiyordum. Ama bakacak zaman
kalmamıştı…
"Kalkış: 45°!"
Atmosferden çıkmıştık…
Kayıt 35
Kayıt 36
İşte tuhaf bir şey: Kafam bomboş, beyaz bir sayfa gibi.
Oraya nasıl gittim, nasıl bekledim (beklediğimi biliyorum), bunların hiçbirini
hatırlamıyorum. Ne bir ses ne bir yüz ne de bir hareket... Sanki dünyayla
aramdaki tüm hatları kesmişlerdi.
Keşke eskilerinki gibi bir annem olsaydı. Yani kendi annem.
Ve onun için ENTEGRAL'in Yapımcısı değil, D − 503 değil, TekDevlet'in bir
molekülü değil, sadece insanlıktan bir parça, sadece kendisinden bir parça
olsaydım...
Kayıt 37
Kayıt 38
Sana... Hepsini anlatacağım... Hayır, dur... Önce bir yudum
su içmeliyim...
"Zahmet etme," dedi. "Hiçbir şey söyleme.
Fark etmiyor. Her halükârda sana geldim işte...”
Kayıt 39
Yarın sabah yapacaktım. Kendimi öldürmekle aynı kapıya
çıkıyordu ama dirilmemin tek yolu belki buydu. Ölmemiş bir şeyi
diriltemezdiniz.
İçeride ucu bucağı görünmeyen bir Sayı kuyruğu vardı.
Kiminin elinde beyaz sayfalar, kimindeyse defterler vardı. Yavaşça
ilerliyorlardı. Bir adım, iki adım atıp duruyorlardı.
“Galiba en baştan itibaren ondan nefret ettim,” dedim.
"Mücadele ediyordum... Ama hayır, hayır... Bana inanmayın daha iyi:
Kendimi kurtarabilirdim ama istemedim. Ölmek istedim. Ölmek bana her şeyden
anlamlı geldi...
Bütün öyküyü, buraya yazdığım nefes nefese ve karmakarışık
her şeyi anlattım.
Çifte kıvrılarak gülümseyen dudaklardan istediğim sözcükler
geldi, Evet, Evet, dedim, teşekkür ettim...
Sessizlik.
Derken sanki kafamda bir şimşek çaktı: O da onlardandı... Ve
yaptığım her şey, çektiğim onca acı, son gücümle buraya getirdiğim her şey,
büyük kahramanlığım... Hepsi bir şakadan ibaretti!
Yukarıda tarihin en müthiş ve en mantıklı uygarlığı
çöküyordu…
"Sizi anlıyorum. Tümüyle anlıyorum," dedi.
"Ama gene de sakinleşin. Kendinizi koyuvermeyin böyle. Hepsi geri gelecek;
kuşkusuz geri gelecek. Şu anda tek mesele keşfimi herkesin duymasının
gerekliliği. İlk size söyleyeceğim... Sonsuzluğun var olmadığını
hesapladım!"
Komşumdan kâğıt istedim ve bu son notları yazmaya başladım.
"Söyle!" dedim komşumu omuzlarından yakalayıp
sarsarak. "Söyle bana...
Şu senin sonlu evreninin bittiği yerin ötesinde ne
var?"
Yanıt verecek zamanı bulamadı. Yukarıdan, basamaklardan ayak
sesleri işitildi...
Kayıt 40
Bu kadar sayfayı sahiden D − 503, yani ben yazmış olabilir
miyim?
Gerçekten bunları hissetmiş veya hissettiğimi hayal etmiş
olabilir miyim?
Başıma saplı bir kıymığı çıkardılar ve kafam artık rahat ve
bomboş.
O gece beni, evrenin sonluluğunu keşfeden komşumu ve
yanımızda başka kim varsa herkesi yakaladılar…
Ertesi gün ben, D − 503, bizzat Velinimet'in huzuruna çıktım
ve mutluluğun düşmanlarıyla ilgili bildiğim her şeyi anlattım.
Bir kadın getirdiler. İfadesini benim önümde verecekti.
Kadın inatla sustu ve sadece gülümsedi. Çok hoş, keskin, bembeyaz dişleri
dikkatimi çekti.
Elleri sımsıkı sandalyenin kollarında, tamamen kapanana
kadar gözlerini benden ayırmadı. Sonra onu dışarı çıkardılar, elektrotlar
yardımıyla ayılttılar ve tekrar Çan'ın içine soktular. Bunu üç defa
tekrarladılar.
Kazanacağımızı umuyorum. Ötesi, kazanacağımızdan eminim.
Çünkü akıl kazanmalı.
…
Türkçeleştiren: Algan Sezgintüredi
Versus Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder