31 Ekim 2018 Çarşamba

Yalçın Küçük - Gizli Tarih


Yalçın Küçük - Gizli Tarih



İç savaşlarıyla birlikte 1906-1926, sürekli devrim'dir.

Cumhuriyet, 1925/1926 yılında kurulmuştur.



...cahil üniversite halkı, şimdi ülkenin en yabanı'dırlar.



BİRİNCİ KİTAP

MASAL

Ütopya, her zaman, var olan aklın dışına çıkmaktır ve yeni bir akıl kurmak üzere yola çıkmak'tır. Ütopya için, önce, bir " reddiye" gerekiyor; kurgu, bunu izliyor,



"polisiye" kıtlığı, kurgu zaafiyetinin en göz alıcı göstergelerinden birisi...



Her gizli tarih, büyükler için yazılmış bir masal'dır.

Uydurma'dır, demek istiyorum.

Uydurmak ise, yaratmak'tır.



İkinci Dünya Savaşı'nı hemen izleyen yıllarda Türkiye'nin bir "iç savaş" yaşadığını söyleyen, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Rice'a, "gaf demekte hiç gecikmedik.



İran'daki iç savaş ile "soğuk savaş" arasında bir neden sonuç ilişkisi bulmak çok yerindedir.



İran'da da Soğuk Bulag kasabasında tarihteki ilk "Kürt Devleti" ilan edilmişti; Sovyetler Birliği, destekler görünüyordu.



Üç iç savaş ilan etmiştim; birincisi, 1806-1826 iç savaşı, hakkındaki bilgilerimiz çok kıttır. İkincisi, 1906-1926 iç savaşı ve üçüncüsü, 1966-1996 iç savaşı, tarihimizin kaydettiği en tartışmalı dönemlerdir,



Japonya teslim olmak üzereydi, bu masal-dışı bir haldir ve bütün kayıtlar bu

merkezdedir, peki öyleyse atom bombası neden atılıyordu,



Mart 1947 tarihli "Truman Doktrini"

Washington'un, Ortadoğu'nun koruculuğunu, Londra'dan alması anlamındadır. Daha da doğrusu "Soğuk Savaş" ilanıdır



Hünkar İskelesi Antlaşmasından sonra, Avrupa, Osmanlı Türkiyesi'ne, hep bir tampon gözüyle baktı. Doğal ömrünü pek çok aşmasını buna bağlayabiliyoruz; 1856 Paris Konvansiyonu, doğal ömrünü uzatabilmek için canlandırma ve reformasyon kararıdır.



Birinci Dünya Savaşı sona erince, bazı tereddütlerden sonra, bu kez Cumhuriyet Türkiyesi'ne, yeniden bir tampon değeri biçiliyordu. Harbord Raporu'nda bu proje gizlidir; ne yazık Sivas Kongresi "mandater" daveti yaptığı için bu önemli belgeyi analiz etmekten korkuyoruz.



Doksan Üç Savaşı'nda Rusya, Akdeniz'e çok yaklaşabildi, aşağıya inişi, Büyük Britanya Başbakanı Disraeli'nin müdahalesi ile Kars'ta durdurulmuştur



Kürtler, Rusya'yı zaman zaman kurtarıcı ve Ermeniler ise hami sayıyorlardı.



Disraeli, bu durdurma karşılığında, Kıbrıs'ın kontrolünü ele geçirmişti, İskenderun ile birbirine bakıyorlar.



Musul'a girilmesini bir kenara bırakacak olursak, Mondros Silah Bırakışması'ndan sonra, Misak-i Milli sınırlan içinde ilk işgalin İskenderun'da olması da bu değerlendirmeyi desteklemektedir.



Liman von Sanders

Yahudi olup bazı kaynaklara göre Çanakkale Savaşı sırasında hususi koşer mutfağı bulunuyordu. Hem "leman" ve hem de sander veya "sanders" adlarını Yahudiler taşıyorlar.



Cemal Paşa'nın Filistin'den çıkardığı ve Mısır'a yerleşen Yahudiler'den "sion katır birliği" kurma projesi, Trumpeldor ile birlikte, Jabotinsky'ye aittir.

Türkler, Gelibolu'da sadece Anzaklar ile değil bir de Yahudiler ile savaştılar. Hoş, Türk tarafına bir Alman Yahudisi komuta ediyordu ve diğer taraftan, Sion Katır Birliği eratının büyük çoğunluğunun ise Rusya Yahudisi olduklarını tahmin edebiliyoruz.



1948

Kuruluşu Ben-Gurion ilan etti, Ben-Gurion başbakan ve Weizmann da cumhurbaşkanı oluyordu. Her ikisi de Rusya Yahudisi idiler.



Israel Devleti'nin kuruluşu 14 Mayıs 1948 yılında ilan edildi. Hürriyet Gazetesi ise 1 Mayıs 1948 tarihinde yayına başladı.



Hürriyet, çok sert ve şaşmaz, anti-Arap ve anti-Elen yayın yapmıştı.

Kıbrıs politikasını bu gazete tarif etmiş ve yürütmüştür. "Kıbrıs Türktür" dernekleri yöneticileri, bu ceridede çalışıyorlardı. Elen halkı ve kavmine karşı 6/7 Eylül Kıyamı yönetenleri de bu Ceride'den çıkıyordu.



...muzaffer askerlerimiz İzmir'e girdiklerinde, 1922 Sonbaharı, Filistin'de İngiliz mandası kuruluyordu. Ve 1948 yılında, Türkiye, Amerikan mandası altına girerken, ilanı 1947 Baharı'nda idi, Filistin'de, Israel Devleti ortaya çıkıyordu.



1958 yılında ise, Israel Devleti'nin kurucu Başbakanı ve Osmanlı tabiyetinden Ben-Gurion, tıpkı bir masaldaymış gibi, tebdil-i kıyafet Ankara'ya düştüğünde, İsrailoğulları ile Türkleri, "tamamlayan kavimler, complementary nations, ilan etmişti.



İKİNCİ BÖLÜM

OTUZ SEKİZ

Osmanlı imparatoru Süleyman ile Martin Luther'in müttefik olduklarını düşünmemiz yerindedir.



Gelibolu'da çok ve Sarıkamış'ta çokça ve kütlesel ölçüde, erkek kırımı yaşamıştık, okumuş erkekleri kaybettik; maddeten, fenimizme giriş yapmak zorundaydık. Öte yandan, uzun ve büyük savaşlardan çıkmış hiçbir önderlik halk düşmanlığı yapamaz, çünkü savaşan, eninde- sonunda halk'tır, Gelibolu'da tek kahraman vardır ve halk'tır, Maraş'ta "kahraman" olan halk'tır, Antep'te "gazi" halk'tır, Urfa'da "şanlı" hiç kuşkusuz emekçi halktır,



Sadabat Paktı'nın imzalanmasının nedeni olarak İtalya'nın Habeşistan'ı işgali gösterilir. Bu yorum yanlıştır. Bu pakt İtalya Habeşistan'ı işgal etmeden önce gündeme gelmiştir ve yaklaşık iki yıl süren görüşmelerde İtalya konusu tartışılmamıştır.

...pakta üye devletlerin tümünün İran'la sınır sorunu bulunmaktaydı.

Sadabat Paktı, 1979'da İran'daki yeni rejim Paktı fesh ettiğini ima edene kadar hukuki varlığını sürdürmüştür.



Emperyalistler, pencereden değil genelev'den giriyorlar ve hep, ahlakı genelev'leştiriyorlar.



Büyük Kurtarıcı'nın aramızdan ayrıldığı zaman yerine hiç kimsenin aday olmayı bile düşünememesi son derece düşündürücüdür



(Kılıç Ali) Serbest Fırka'nın kuruluşunu anlatırken, "meydanın boş kalması, bu boş meydanda İsmet Paşa'nın istediği gibi at koşturması Atatürk'ü rahatsız ediyordu" haberini sıkıştırması çok tuhaftır.



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

YİRMİ ALTI

...devlet nedir, "devla" ya da "commomvealth", her ikisinde de bir "refah" hali var, "devla" sözcüğünün, çok eşli Arabik dünyada, kadın açısından, sıranın kendisine gelmesi anlamının olduğunu da biliyoruz, işte o geceye "devla" diyoruz.



İç savaş, anarşi'ye yakın bir hal'dir.

Bu demokrasi'ye çok yakın olduğu, anlamındadır.



(1996 sonrası) Meydanı, en güdük ve en hödük olanlara, bıraktılar. Bütün kabiliyetleri kuruttular. İdare'yi bütün kabiliyetsizlere devrettiler.



Turgut Özal'ın, Tansu Çiller'in, Erdal İnönü'nün hiçbir inancı yoktu ve her üçü de en çok, inançlı insandan çekiniyordu. Sadece üçünü seçtim, inançları olmadığı için yaşadılar ve inançlı olanlardan korktukları için, kalan inançlıları da yok ettiler. Sonunda, meydanı bıraktıklarına bakarak, Özal'ı, Çilleri, İnönü'yü, başkaları da var ve sadece üçünü adlandırıyorum, arar olduk. İşte bu iç savaş'tır.



Namık Kemal, Tanzimat ilanından 1 yıl sonra, dünyaya gelmiş

Türk aydın tarihinin harika çocuğudur, adı yasak oldu, adı semboldü ve sadece "Kemal" dediler.



Kemal, Şinasi, Agâh, son ikisi "bilen" anlamındadır, daha önce gelemezlerdi. Genellikle, bugünkü Cihangir'de oturdular, Pera'dan Sıra Selvi yolu ile ayrıldılar

Nazım Hikmet'in, muhtemelen Yahudi olan ihtilalci-yüzbaşı büyükdedesi, paşa oldu, çoğu, Pera'da kahvecilik yapıyordu, Kemal, bu kahvelere gitti, "hürriyet", sohbet ediliyordu.



1926 yılına geldiğimizde, Zübeyde Ana, mümtaz evladı hakkında, bir tek sözcük bile bırakmadan bu dünyadan ayrılmıştı. Üvey Babası Ragıp Efendi'nin akrabası, belki sevgilisi ve belki metresi, Abdürrahim'den Vamık Volkan'ın başak ettiği bilgi kırıntılarına göre, bir ara Çankaya Köşkü'nün hanımı Fikriye, bir gün Çankaya yokuşunda ölü bulundu, intihar etmiş olması mümkündür, ama, öldürüldüğüne inananları da biliyoruz.



Latife'den gayrı en yakını muhtemelen Albay Arif idi, kurtuluş savaşı sırasında bir ayı beslediği için "Ayıcı" Arif olarak da biliniyordu, Mustafa Kemal ile omuz omuza dolaşabiliyordu, bu hal, çeşitli dedikodulara da yol açabiliyordu, İzmir Suikastı çerçevesinde asıldı.



...din, Türkler'de hep politika'dır. Bu nedenlerde, Türkler'in dini oldu, amma imanı olduğunu görene rastlamıyoruz.



Selim ve Süleyman, Arap illerine sarkıp yayıldılar. (...) zayıf iklimleri seviyorlardı, atıldılar.

Daha sonra Büyük Napolyon'un, daha sonra Kayzer Vilhem'in, daha sonra Truman'ın, daha sonra baba-oğul Bush'un çizgisini çok önceden uygulamaya koydular, hem judaizmin ve hem de islamiyetin bayrağını ellerine aldılar.



Süleyman'a, "muhteşem" adını, Yahudiler ihsan ettiler.

Birinci Süleyman, hem kanunsuz ve hem de zavallı idi



...son resmi tarih yazımını, Leon Cahun ve Herman Vambery ile başlatıyorum.

Alliance Üniverselle Israelite'de, Edirne'de "öğretmen" idi; bu ise hep saklı tutuluyordu. Celal Bayar'ın, aynı okullarda talebe olduğu da hep mahfuzdur,



Enver’in ölümünü, Sakarya’da aramak zorundayız.

Enver'in siyonizmden uzak olduğunu da gösteriyor; o tarihte hem Leman ve hem de Almanya siyonisttiler.

Ölümün çekim gücünü, kimse yenemiyor; buna, "trajedi" diyoruz.

İç Asya'da Enver değil, "Büyük Türkiye" ölmektedir.

İç Asya'da 1922 Ağustos başında öldüğü hesaplanmaktadır.

Ethem'in ve Mustafa Suphi'nin tasfiyesi ile "Birinci İnönü" Zaferi, neredeyse aynı aydadır. Enver'in düşüşü ile Büyük Taarruz da aynı aya düştüler.



İdamdan dönen ve susturulan Kazım Paşa'nın evine, yazdıklarını ve evrakı almak için baskın yapılması son derece semboliktir; resmi tarih yazımı için gerekiyordu.



Kemal Paşa Hazretleri'ni, Gelibolu'da, hain bir şarapnel parçası veya kurşundan, göğsündeki saatin kurtardığını biliyoruz. Fakat bu değerli saati hiç bilmiyoruz; Albay Mustafa Kemal, bu saati, Leman Paşa'ya hediye etmek kadirşinaslığım göstermişti, tarihten öğreniyoruz.

Almanya'da emekli evinde, bir hırsızın, Leman Paşa'dan bu saati çaldığını çok sonradan öğreniyoruz; hoş, bir tarafı ezilmiş saat meraklısı hırsızlara ancak masallarda rastlanmaktadır.



Şu sözler, Paşa Hazretleri'ne ait olup, 1918 başında ve Şişli'de telaffuz edilmişti. "Siperler elimize geçtiği zaman içerileri düşman cesetleriyle, ağız ağıza doluydu. O, müthiş bir şeydi. İngilizler'den bir fert bile kurtulmamıştır. Bu muharebe cereyan ettiği sırada Kemalyeri'ne teşrif etmiş bulunan Talat Paşa Hazretleri'yle İsmail Canbolat ve Doktor Nazım Beyler o gün İngilizler'den igtimam ettiğimiz maddi muharebe hatıralarına da maliktirler. Kiminde kurşun parçalamış bir İngiliz altını, kiminde ufak tefek nişanlar, dürbün parçaları filan vardır."



Kemal Bey, kendisinin, Kemalyeri'nde olmadığını haber veriyor (s. 80),



Doktor Nazım, İbrani asıllı idi, Ermeni tarafına göre, kırımlardan en başta sorumlu olanlardan birisi idi; bütün bunlar ayrı, efsanevi devrimci idi.



Dışişleri Nazırı Doktor Tevfik Rüştü, İbrani asıllıdır, ve Doktor Nazım'ın eşleri kız kardeştiler, biri asılıyor ve diğeri dans ediyordu.



Doktor Nazım, Mehmet Cavit, Naili Keçeli'nin dedesi Naili ve Hilmi, aynı davadan asıldılar. Hilmi, Bab-ı Ali'yi basanlar arasındadır, sonra elini çekmiş ve eteğini sıvamıştı, Ardahan'da ticaret yapıyordu, her halde kalmasını istemediler.



Canbolat da büyük bir ihtilalci idi. İzmir'de, suikast gerekçesiyle asıldı; yiğit bir ihtilalciydi ve belleklerden ve bellekleriyle berabar silindiler.



Mustafa Kemal'in, 15 Ekim 1918 tarihinde, Padişah'a gönderdiği ariza:

"Muhterem Padişahımıza olan sadakat ve merbutiyetim ve vatanımın temini selameti itibariyle arz ederim ki, sadaretin Tevfik Paşa Hazretleri'ne tevcihi ve müşaün-ileyhin de esası Fethi, Tahsin, Rauf, Canbulat, Azmi, Şeyhülislam Hayri ve acizlerinden mürekkep bir kabine teşkil etmesi zaruridir."

Canbolat, suikast sırasında Mısır'da bulunuyordu. Asıldı, Rauf, erken davranıp Londra'ya kaçarak kurtuldu; en kişiliksiz olan Fethi Okyar idi, kaldı.



Cumhuriyetimiz ilanı, Erzurum'da nutuk irad edilmeksizin ve ancak bir dua ile tebrik edilmiştir.

Cumhuriyetimiz'in kimselere haber verilmeden ve mühim komutanlar ile müşavere edilmeden ilan edildiğini anlıyoruz.



Moiz Kohen'in önemi, Hamburg Siyonist Kongresi'nde, vaad edilmiş topraklar olarak Türkiye'ye işaret etmesi ve Türkiye Devleti'nin güçlendirilmesini istemesidir.



...bütün Birinci Dünya Savaşı'nı "Anafartalar versus Sarıkamış" ekseninde görmeye devam etmek, hem tarihi kıraçlaştırmak ve hem de anti-maksimalist cenki sürdürmek anlamındadır.



"Amasya Tamimi" olmasa, "19 Mayıs" tarihinin her hangi bir mana ihtiva edebileceğini söyleyemeyiz.



Erzurum Kongresi azaları

Paşa'nın müstevlilerin adamı olmasından ciddi mertebede şüphe ediyordu; maalesef, bu netice önümüzdedir.



Kemal Paşa, o demlerde, Pera Oteli'nde veya Şişli'de temaslar ve kabuller yapıyordu.

Peki kimlerle temas ediyorlardı



İngiliz Gazeteci Ward Price

Mustafa Kemal'in, İngilizler'e hizmet arzettiğini yazıyor; muktedir vali olarak düşünülebilir ve Price'ın bunu yetkili İngiliz Albay'a intikal ettirdiğini de okuyoruz. İngiliz Albay'ın mukabelesi şayan-ı dikkattir, "Türk paşaları arasında hizmet isteyenler çoktur" dudak büktüğü de yazılıdır.



Nisan 1919 tarihinde İtalyanlar Antalya'ya çıktılar.

Londra, İtalya'nın Antalya'ya çıkmasından pek çok rahatsızdı, İzmir için telaşı var.



Rafael de Nogales "Hilal Altında Dört Yıl"

Mustafa Kemal'in adı, koca hatıratında, bir kez geçmektedir



Amasya İçtimaı'nda en muktedir olan, telegrafhanedeki Kazım idi:

Komutan Yakup Şevki Paşa, Mütareke emirlerine rağmen hem silahları müstevlilere vermiyor, mukavemetçilere dağıtıyor ve hem de komutanlığı bırakmıyordu. Bir çare olarak ordu'dan kolordu'ya düşürdüler; Paşa, İstanbul'a dönmek zorunda kaldı, yakalandı ve Malta'ya yollandı.



Rauf, Kazım, Ali Fuat, Refet ve Mustafa Kemal'i, Anadolu'da, bir "Muvakkat Hükümet" kurmak isteyen komutanlar olarak teşhis ve tespit edebiliyoruz.



İzmir Suikastı, bir ihtiyaç'tır.



Harekat Ordusu komutanlarından Hüseyin Hüsnü Paşa torunu, Nazım Hikmet'in akrabası, Mehmet Ali Aybar'ın, Türkiye İşçi Partisi 'nin başına geçmesi...



Kemal Bey'de protokol ve şatafat merakı son derece aşikar idi; Sofya'ya ateşemiliter derecesinde tayin edildiğinde en lüks otelde kalması ve Cemal Paşa'dan hayranlık dolu mektup ile para istemesi calib-i dikkattir. Aynı şekilde Mütareke'de İstanbul'a geldiğinde Pera Palas'ta ikamet etmesini de izah hayli müşkil olmalıdır; o tarihte Dersaadet'te Pera'dan daha pahalı ve mutena bir otel olmadığını takdir edebiliyoruz.



Yıl 1923, Musul'un milli hudutlar içinde telakkii mutlaktır ve amma hediye ameliyesi başlamıştır.



Hüseyin Avni, Erzurum Mebusu: Lozan'da Musul Meselesi'ni tehire razı olmanın, İngilizler'e "hediye" demek olduğunu teşhis edenlerden...



(İzmir suikastı olayının derinlemesine araştırılmasına karar veriliyor)

Gazi Hazretleri, Latife'den, işte bu arada boşanmıştır. Şeyh Sait İsyanı da bu dönemdedir.



İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükun Kanunu'ndan sonra herkes yılmıştı.



İzmir'de bir balon bile patlamamıştı ve belki de sadece bir balon patladı, ortada bir suikast yok ve teşebbüs hali vardı.

Genç bir cumhuriyetin bu denli hesapsız ve acımasız olmasını ihtimal veremiyorum. Mutlak zordalar ve zor ile hareket ettiler.



Takrir-i Sükun nizamı ve Kürt İsyanı ile birleştirdiler ve peki neden, Musul'un hediye edilmesine tam bu aşırı belirlenme anında karar verdiler

Şeyh Said İsyanı, Musul Meselesi'nin karara bağlanmasını hızlandırdı ve böylece, Türkiye ile Manda altında Irak arasında sınır çiziliyordu.

İsyan'ın başlamasında hiçbir İngiliz parmağı yakalamıyoruz. Bulabildiklerimiz, Londra'nın böyle bir isyandan çok kaygılandığıdır; Londra, zayıf Türkiye'de bu isyanın Musul'a yayılmasından ve iki tarafın birleşmesinden ürküyordu.



Ermeni arazisini, zenginliklerini ve en güzel, aynı zamanda kolejli, kızlarını Kürt şefleri ve kabadayıları ellerine geçirdiler.



Kürt şefini asmak için neden bu kadar acele edildi

Mahkemeler uzun tutulabilir ve kararların icrası talik edilebilirdi; yapılmamıştır ve en büyük süratle yan yana darağaçları kurulmuştu. Bu aceleci hareket, Musul'un hediye edilmek istendiği düşüncesini kuvvetlendirmektedir ve kuvvetlendiriyor, anmma, neden hediye edildiği sorusuna, hala cevap bulamıyoruz.



...hırsızın müthiş olanı, asıl büyük hırsız, cürüm arkadaşlarından çalandır...



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

YİRMİ İKİ

...az ve en yakın arkadaşlarının birisi İsmail Canbulat idi, bir erkan-ı harp ve yaman bir isyancıydı ve İstanbul'a vali bile tayin edildi ve Mustafa Kemal, birlikte Osmanlı nazırı olmaları için, Saray'a istida dahi yazmıştı, amma yirmi altı kırımında, evvela Kel Ali Divanı'na çıktı ve sonra maslup oldu. Arif Albay ile, elleri birbirinin omzunda geziyorlardı; yazık oldu, asıldı. Rauf, biz geldiğimizde Kara Kemal ile fısıldaşırken bulurduk, diyordu, Şişli'de bir apartmanı hatırlıyordu; Kara Kemal tam Sarı Kemal'in adamları tarafından yakalanacağı zaman intihar etti, kendi kurşunuyla ölmeyi başkasının ipiyle sallanmaya tercih ediyordu. Yıl: Bin dokuz yüz yirmi altı, sevdiklerinden hiç kimse kalmadı.



1925-1926 peryodunda, refik-i sadık'ı Rauf’tan da kopuyordu ve bir dahi birbirini görmediler.



Müşir Mehmet Ali Paşazade İsmail Fazıl Paşa mahdumudur; İsmail Fazıl Paşa da millici olup Sivas Kongresi'ne iştirak edenlerdendi. Müşir Mehmet Ali Paşa'nın diğer mahdumu ise Hüseyin Hüsnü Paşa olup, Hareket Ordusu komutanlarındandır; Türkiye İşçi Partisi'nin ilk büyük genel başkanı (...) Mehmet Ali Aybar işte bu Hüseyin Hüsnü Paşa'nın torunudur.



Sukut-u hayal Ali Fuat'ın kaderidir (s. 125-126).



Cahid Uçuk

Cahid, asıl soy adı "Üçok" olmakla, Profesör Coşkun Üçok vasıtasıyla büyük martirimiz Profesör Bahriye Üçok ile akraba idi...



...her yıl bir kez Sarıkamış'ı büyük bir bayram olarak tesid ediyoruz "sarıkamış

soytarıları" hiç eksik kalmıyorlar, resmi tarih afyonu ile kendimizden geçmiş mağlubiyetten haz çıkardığımızı bile fark edemiyoruz...



Halil Paşa

Kut-ul Amara Kahramanı ve Kurtuluş Savaşı'nın doğal lideridir. Mustafa Kemal'in, liderlik yarışına en tehlikeli rakibi saydığını söyleyebiliyorum. Diğer taraftan, Enver'in amcası olmakla, hatıratına "bitmeyen savaş" adını koyması da Bayan-ı dikkat idi...



Çerkez Ethem'i de kripto-komünist telakki etmeyi münasip buluyorum. Çerkez Ethem, Ankara'nın Sovyetler ile bir antlaşma ve Sovyetler'in de Londra ile uzlaşma görüşmeleri sırasında tasfiye edilmişti...



Anadolu'dan önce Trakya'da "Muvakkat Cumhuriyet" kurmada Eşref ile kardeşi Hacı Sami çok büyük işler başardılar...



...acaba bir tarih yazılmaması için mi, erken tasfiye edildiler...



(Rıza Nur) Mustafa Kemal, Ethem'in kazandığı şöhreti bir türlü hazmedemiyordu. İçini kurtlar yiyordu. Ethem'i kendisine tehlike görmeye başladı. Onu imha fikrine düştü. Ali Fuad'ın Ethem ile beraber olduğuna kani idi.



Ethem'in şöhretini hazmedemeyen neden İsmet Bey Olmasın. Nitekim "Fiktif İnönü Zaferi", Ethem'in tasfiyesi ile, zaman planında, iç içedir.



Kazım Karabekir ve İsmet İnönü arasında, en az kemalist olan, Mustafa Kemal Paşa'dır.



Hasan Tahsin nam Osman Nevres'in, işgalcilere kurşun sıktığı masalı, İbraniyet'in, Kurtuluş Savası'na el koyma teşebbüsüdür...



Mücadele, Ermeniler'in yoğun ve zengin oldukları yerlerde başladı. İşgalci ordularla ve askerler olarak geldiler. Tahrik büyüktür. Dörtyol, çok zengin bir Ermeni beldesidir.

...resmi tarih, zengin kaynaklara düşmandır.



Osmanlı'nın son zamanlarında bizde savaşlar, savaştan kaçma zanaatı olmuştur.



Halkın Enver'e bakışına gelince, General Harbord'un raporu bu açıdan da değerlidir ve resmi tarihi nakzettiği için hep karanlıkta bırakılmaktadır: Enver'in, Türkler'in gözünde bir kahraman olduğunu not etmektedir. Sivas Kongresi ile tamamlanan müşahedelere dayalı Harbord  Raporu, 1919 yılında, Amerika'ya dönerken gemide kaleme alınmıştı...



Kabiliyetler ve inisiyatif sahipleri ve dolayısıyla büyüme tutkunları, yasaklandılar ve kapatıldılar...



Ankara, Mustafa Suphi'yi, Enver'i ve hiç birisini istemiyordu; çok katıdır. Sadece dışardan mı, Dersaadet'ten veya Malta'dan da gelecekleri kapıları kapatıyordu; engellenemeyenler, erken tasfiye edildiler.



İhtilal meydanları, Nuh'un Gemisi'ne benzerler. Ankara, minimalisttir. Alternatifleri yok etme ve dolayısıyla "sürekli tasfiye" işleyen yasa'dır.



Enver ve Cemal, Roy'un Hintli ve eski bir millici olduğuna bakıp, "kardeş" sandılar ve kafalarında ne varsa, Roy'a anlattılar. Enver, İç Asya'ya bir kıyam için yola çıkacağını Roy'a anlatırken, cellatlarına haber verdiğini bilmiyordu. Kim bilir, belki de bilmektedir.



"4 Ağustos", resmi ölüm tarihi kabul edilmektedir. Bundan yirmi iki gün sonra, Büyük Taarruz başlamaktadır.

Sevincimiz tamdır ve kurtuluşumuz artık bizimdir.



Peki neden, başlarken, "ilk hedefiniz Akdeniz'dir" dedik



18 Mayıs 1919 tarihinde, İstanbul'dan, Amerikan komiseri, Washington'daki Dışişleri Bakanlığı'na bir rapor çekiyor ve bir gün sonrası için, Darülfünun gençliğinin bir miting düzenlediğini haber vermekle, "onlar açıkça Amerikan mandasından yana" diyordu, sokaktaki insan, gençlik ve seçkinler, hep manda peşindeler. Aynı yılın sonuna doğru Sivas Kongresi, ittifakla, manda kararı verdi ve manda çağırdılar.



...manda, General Smuts'ın icadı'dır. Kağıt üzerinde topraklar sahiplerine veriliyordu ve amma, ıslah etmek ve kalkındırmak bahanesiyle, mandater'de kalıyordu...



hepimizin manda davetçisi olduğumuz zamanda, aslında yalnızca kendi kendimize "gelin-güvey" oluyorduk. Kimse bize manda olmayı bile layık görmüyordu; nitekim, Sevr'de veya başka bir kayıtta, bize manda teklifi görülmemektedir.



Bekir Sami

Ankara'nın ilk Hariciye Vekili idi,

Bekir Sami, Tevfik Rüştü'den çok millicidir ve derhal tasfiye edilmiştir.

...her adımı başarısız bir Tevfik Rüştü, yıllarca dışişleri bakanı kaldı; yoksa başarılı olanı tasfiye etmeye çok erken mi başladık,



Küçük Han'ın Moskova için ne değeri varsa, Elenler'in, Londra için yeri, aynı  olmuştur. Tamponlar inşa edilirken, destekler çekilmiş, bir yıl arayla, önce Kilekler ve sonra Yunaniler düşmüşlerdir.

Londra’nın Elenler’in altından desteklerini çekmeye başlamalarının tarihi ise, 1921 Ağustos ayı olarak tespit ediyoruz (s. 178).



Baş tercüman Fitzmaurice: ...young Türk movement fifty percent crypto-jew and ninety five percent Freemason, tespitini yapıyordu; yarısı kripto-yahudi ve hemen hemen tamamı ise masondur.



(Londra) Filistin'de, İsrael oğullarına bir "ev" vaad emekle, Yahudiler'in İttihat ve Terakki iktidarına desteğini söndürebileceğini hesaplıyordu. Demek ki Balfour Deklerasyonu, esasta, İttihat ve Terakki'nin ayağının altındaki toprağı kaydırmak için bulunmuştu (s. 180).



Malta Sürgünleri

Ali İhsan Paşa, "Musul'dan çıkmam" diyordu, İstanbul'a gelince yakalandı ve Malta'ya sürüldü, bir numaralıdır.



Fahrettin Paşa, "Medine Kahramanı" olarak biliniyor, Medine'de ümitsiz bir direniş sergiledi, sonra İngilizler aldılar ve Mısır'da esir kampında asker tayınına bağladılar. Malta'tan sonra ve büyük heyecanla, Rusya üzerinden Ankara'ya kavuştu. Görev mi, Kabil'e sefir yaptılar, Kabil o zaman da bir köydü ve Afganistan sefiri olarak tasfiye ettiler.



Yakup Şevki Paşa olmasa, kurtuluş savaşı kazanılabilir mi, Erzurum'da ordu komutanıydı, mütareke emirlerini dinlemedi, silahları direnişçilere dağıtıyor ve direniş hazırlıyordu (...) orduyu kolordu yapıp Kazım Paşa'ya verdiler. Yakup Paşa, İstanbul'a döndü, kömürlüklerde saklandı, gizli oldu ve yakaladılar ve menfi yaptılar.



Rauf, bir süre itibarda oldu ve sonra Londra'ya kaçarak hayatını kurtardı.



İsmail Canpolat, yirmi altıda idam edildi.



Kara Kemal idam edilmemek için intihar etti...



Kut-ul Amare Kahramanı Halil, Malta'ya gönderilmek üzere, Bekir Ağa'da depo ediliyordu. Kaçmasını başardı. Nuri, yine Malta'ya gitmek üzere Batum hapishanesindeydi, Nuri Paşa, Bakü'yü zapt etmekten suçluydu.



Doktor Nazım, yirmialtıda asıldı ve Enver, Talat, Cemal, yirmi ikiyi idrak ettiğimizde öldürülmüşlerdi.



Malta sürgünlerinden sadece Fethi ve Ali Çetinkaya yükseldiler.

Ali Fethi Okyar, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne yaver oldu. Çetinkaya'ya, "Kel Ali" de deniyor, İstiklal Mahkemesi reisi olarak, eski arkadaşları için, sürekli, idam kararları veriyordu.



...cumhuriyetin kuruluşuna büyük katkı yapmakla beraber Mustafa Kemal Paşa'yı hiç sevmediler:

Rıza Nur / "Türkiye" adını bulan ve teklif edendi ve Lozan Konferansı'nda ikinci delege idi...

Hüseyin Cahid

Refet Paşa

Çanakkale Kahamanı Esat Paşa

Kafkasya Kahramanı Vehip Paşa

Yakup Şevki Paşa



Kurdular, tasfiyeye uğradılar, sustular, işte bunlar, Mustafa Kemal Paşa'ya güvenmeyen kemalistlerdir.



BEŞİNCİ BÖLÜM

ÇANAKKALE

"on dokuzuncu tümenin yeniden teşkilinde ve tümen komutanlığına Sofya ateşemiliteri kurmay yarbay Mustafa Kemal Bey'in tayin edildiğine dair başkumandanlık emri gelmişti", böylece bir daha öğreniyoruz ki, Mustafa Kemal Bey, yeni kurulmakla olan ihtiyat tümeninin komutanı idi (s. 188).



...ilk tebriklerde, sadece Cevat Paşa'nın fotoğrafı vardı ve sonra Mustafa Kemal Bey'inki de eklendi, sonra Cevat Paşa'nınki çıkarıldı, Cevat Paşa'nın da buna bir itirazı olduğunu hatırlamıyoruz. Zaferi vermiş ve tasfiyeden kurtulmuştur.



Mustafa Kemal Bey'in Çanakkale Müdafaaı'nda, yakından ve uzaktan hiçbir ilgisi ve rolü olmadığını hep tespit ediyoruz.



Üçüncü Kolordu Komutanı Esat Paşa ve Kurmay Başkanı da Fahrettin Altay'dılar, Kemal Bey, ihtiyat tümeninin başındaydı.



...sadece Zığındere'de on altı bin insanımızı kaybettik,



"Bu sırada Mustafa Kemal Bey, yanıma geldi. Tümenin düşman donanması tarafından yapılan ve birçok kayıplara sebebiyet veren ateş yağmurundan kurtarmak için Esentepe'ye geri çekmek düşüncesinde olduğunu söyledi. Yanımda Topçu Kumandanı Hasan Rıza Bey ve emir subayım süvari yüzbaşı Selami Bey bulunuyordu. 'Beyefendi askerinizin eğitimi henüz noksan olduğundan tarihte bir çok örnekleri görüldüğü gibi bu çekilişi bozgun sayarak istediğiniz yerde durmayarak kaçmaya kalkışacaktır, bunun içindir ki tümeniniz yerinde kalarak gerekirse düşmana saldıracaktır, Ölmek var, dönmek yok' dedim." Buradan anlıyoruz ki, bu meşhur söz, "ölmek var, dönmek yok", Esat Paşa'ya aittir (s. 192).



1919 Mart Ayı'nda, Zekeriya Sertel, kahraman inşaaında önemli bir mesafe daha kaydetmiş görünüyor, "tarih Çanakkale Vak'asını kaydederken hiç şüphesiz Mustafa Kemal ve Cevad Paşalar'ın isimlerini altın harfle yazacaktır" demekle, Çanakkale Savunması'nın asimilasyonuna başlandığını haber veriyordu.



Esat Paşa (s. 261)

1862’de, babası Mehmed Emin Efendi’nin belediye reisi bulunduğu Yanya’da doğdu. 1890’da askerî tahsilini tamamladı ve kurmay yüzbaşı oldu. 1897 Türk–Yunan Savaşı’na, Yanya kolordusu kurmayında vazife alarak katıldı.

Meşrutiyet’ten sonra rütbelerin tasfiyesi kanunu mucibince, rütbesi mîrlivâlığa indirildi. 1911’de Gelibolu’daki 5. Fırka (Tümen) kumandanı ve Çanakkale Savaşı’nda kolordu kumandanı oldu. Kurmay Yarbay Mustafa Kemal Bey’in 19. Fırkası, bu kolordunun 3 tümeninden birini teşkil ediyordu.

Çanakkale Savaşı’nda Esat Paşa’nın adı dünyaca tanındı.

Çanakkale Savaşı’ndan sonra I. Ordu kumandanı olarak İstanbul’a geldi.

...telif ve tercüme ettiği matematik ve geometri üzerinde 4 basılı eserin sahibidir.



ALTINCI BÖLÜM

GELİBOLU’DA TÜRKLERLE SAVAŞAN SİYON KATIR BİRLİĞİ

Hain kimdir; hep "güven verendir" diyoruz. Hain, güven radyasyonu olandır ve artık Cumhuriyet'i, en çok itimat iddiasında olanların çökerttiğinin şuurundayız.



Kim ihanet yoluna girerse, önce karanlığı açmaktadır.



Gelibolu'da, düşman askerlere ve topçu ve piyade ateşimiz altında, katırlarla su ve cephane taşıyan bu nakliyat birliğinin adı da, çok zaman, " Zion Mule Corps" olarak yazılıyor.



İstanbul'da aynı zamanda, 1919 yılıdır, dört siyonist yayın olduğunu öğrenmekle hayli şaşırıyoruz; Jabotinsky bunların dördünün birden genel yayın yönetmeni idi.



Ben-Gurion ve Ben-Zvi, Kudüs'teki Osmanlı Komutan'a bir istida vererek, bir gönüllü lejyon kurmak istediklerini bildirdiler, kabul görmüştür.

...o tarihte siyonizm, Filistin'e Yahudi yığmak anlamına geliyordu,



Komutan Cemal Paşa, silahların, Türkler'e karşı dönmesinden endişe ediyordu; bu projeyi durdurdu. Cemal Paşa, asla anti-semitik değildi, amma siyonizme karşı tutum almak zorunda kalmıştı,



Hamburg'la toplanan Dokuzuncu Dünya Siyonizm Kongresi'ne, 1909 yılında idi, İstanbul'dan iki delege gidiyordu; şimdiye kadar birini dahi bilmiyorduk.

Acizleri, Moiz Kohen'in Osmanlı Yahudileri adına, Hamburg'a gittiğini, teknik kitaplardan çıkarıp genel trete'lere yerleştirmiş idi. Daha sonra Munis Tekinalp imzasıyla kemalizmin kodifikasyonunu deruhte eden bu "alyansist", Tevrat'ta ifadesini bulmakla sınırları pek müphem olan Vadedilmiş Topraklar'ın adeta bugünkü Türkiye olduğunu ileri sürüp, kendilerine bir yurt arayan tüm Yahudilere bir davetiye çıkarmıştı (s. 207).



Jabotinsky'nin bir fanatik oldu Jabotinsky'nin bir fanatik olduğunu ve "zafere kadar savaş" dediğini yazıyor. Yahudi Devleti'nin kuruluşunu, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihten silinmesi ve Britanya İmparatorluğu'nun galip gelmesinde görüyor, artık "tek düşman Türkler'dir".



Proje Jabotinsky'nindi, kurdu, İskenderiye'de toplandılar, orada eğitim gördüler, altı yüz kadardılar, net rakam 657, çoğu Kudüs'ten; kovulmuş Rus Yahudileri idi, altı ölü ve yirmi beş yaralı verdiler. İçlerinde madalya alanları var. Roma dönemini saymazsak, bütün tarihte, savaşan ilk Yahudi birliği oldular.



YEDİNCİ BÖLÜM

KUT SAVAŞLARI

Rafael de Nogales tam bir serbest-savaşcıdır. Kızıl derili-İspanyol bir çiftin oğlu olarak Venezüella'da doğmuş, Almanya'da okumuş, harp çıkar çıkmaz, bir tarafa katılmak üzere Avrupa'ya koşmuştu.

Ermenistan'da Türk Kuvvetleri umum-müfettişi oldu,

Nogales Bey, Ermeniler'e verilen acıların birinci derecede sorumlusu olarak Halil Paşa'yı işaret ediyor; biz Halil Paşa'yı, Kut-al Amara Kahramanı olarak biliyoruz.


Hatıratı'nı ilk önce Madrit'te ve 1924 yılında yayınlamıştı, ol tarihte Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, yeni cumhuriyette, cumhurbaşkanı idiler,



Nogales Bey'e göre, sahici Kut al Amara Kahramanı Albay Nurettin'dir. Halil, Nurettin'in kahramanlığını çalmıştır,



Savaş başlar başlamaz, İngilizler, Basra'yı zaptettiler,

İngilizler, Dicle kenarında Kut'u alıp oradan Bağdat'a yürümek istiyorlardı. Kut'u aldıkları kesindir, ilerlediler, ancak Türkler karşı hücuma geçince, General

Townshend tekrar Kut'a sığındı, böylece ünlü "Kut Kuşatması" başlamış oluyordu. 143 gün sürdü, içindekiler ve dışındakiler için bu da bir epope'dir.

İngilizler 23 bin askerini kaybetti,

içerde açlık ve salgın vardı, Kut'ta ölenlerin sayısı da on bini aşıyordu. Teslim olmadan önce Londra, Halil ile pazarlı ı k için Lawrence'i görevlendirdi, 2 milyon pound rüşvet önerdiği kesindir. Halil, ünlü casus Lawrence'in gözlerini bağlattı,

Halil, rüşvet teklifini yüzüne vurmuştu, öyle yazıyorlar (s. 220).



Ali İhsan Paşa, Musul'u teslim etmemek yollarını aradı, Yakup Şevki Paşa, müşahhas olarak, Mütareke'ye uymadı, Kars'ı geç teslim etti ve silahları işgalcilere değil, direnmek isteyenlere verdi. Her ikisi de, başkalarıyla birlikte, Malta sakini oldular.



...resmi tarihte, "Medine Müdafaası" da pek yer edinemiyor. Burada iki nokta var, birincisi, İngilizler'e güvenerek isyan eden Emir Şerife karşı başarılı bir savunma sürdürmesidir. İkincisi, Mütareke'den sonra Dersaadet'ten Medine'nin teslim edilmesi yazısının gelmesine rağmen direnmesidir.



(Naci Kasıl Kıcıman)

"Filistin Cephesi bozuldu, Liman von Sanders Pasa pijamasıyla kaçtı, Şam telsizi 'elveda' diyor, ne yapacağız...

Kaşif, Padişah'a bir telgraf çekilmesini ve "Medine'de muvakkat bir hükümet kurulduğu maruz'dur" denmesini önermiştir.

Anadolu'da kurulan muvakkat hükümet'in ilk olmadığını tekrar tespit ediyoruz.

Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa ise, yapamam Kaşif diyordu...



Malta'dan tahliye olunca, Almanya üzerinden Moskova'ya ve Ankara'ya ulaşıyor;

Çöl Kaplanı'nı, sefir-i kebir olarak, Kabil'e gönderiyorlar; orada herhalde "Köy Aslanı" olmuştur, 1922-1926 yıllarını, işsiz güçsüz bir büyükelçi olarak Kabil'de geçirmişti.



Komutan, Kafkas-İslam Orduları Komutanı Nuri Paşa idi, Enver'in kardeşi idir ve arkasında Halil Paşa vardı,

Türko-Tatar ordusu, Bakü'yü zaptetmek üzere hazır

Türkler, Anadolu Türkleri'ni kast ediyorum, aldılar. 1918 yıllında, uzun yüzyıllardan sonra bu ilk idi...



Enver'in, "Reval'e karşı devleti kurtarmak için dövüştük" dediği var. Hükümet düşerken de kardeşi Nuriye bir telgrafla, "Şarki Kafkas Hükümeti" kurulmasını emrediyordu. Halil Paşa, yeğeni Enver Paşa için, "o bir liderdi ve ölünceye kadar da lider kalmasını bilmişti" teşhisini de yapıyordu.



Kazım Paşa, Yakup Şevki Paşa'nın koltuğuna oturduktan sonra yavaş yavaş bu maksimalist çizgiyi zıddına döndürmeye başladı. Ön Kafkasya'yı Türkiye'ye bağlamak isteyen Nuri ve Halil Paşalar'a, azarlayan telgraflar göndererek, bu yoldan dönmelerini istedi,



Mütareke'den hemen sonra, Kasım 1918 tarihinde, Nuri Batum'da ve Halil İstanbul'da yakalandılar,



(Mumcu) İkinci Dünya Savaşı yaklaşırken Nuri Paşa'yı, bir silah taciri ve fabrikatörü olarak buluyor



Tevfik Rüştü Bey, İbrani asıllı olup Musul hediye edilirken Atatürk'ün Dışişleri Bakanı idi ve daha önce de "Mübadele" Komisyonu azası olduğunu biliyoruz (s. 230).



SEKİZİNCİ BÖLÜM

İNÖNÜ



Picot-Sykes Mutabakatı ı'nda, Musul'un Fransa'ya pay edilmesine rağmen vazgeçilerek İngiltere'ye tahsis edilmesi ve İtalyanlar'ın Antalya'ya çıkmalarından hemen sonra önlerini kesmek üzere İzmir'in zaptı, hem Fransızlar'ı ve hem de İtalyanlar'ı rahatsız etti. Fransızlar ve İtalyanlar, müttefikleri İngilizler'i demek istiyorum, sabotaja başladılar, planları ve muhtemel gelişmeleri, anında Ankara'ya ihbar ettiler.

(İnönü’nün not defteri) 12 Mayıs'tan 26 Mayıs'a kadar hiçbir not düşülmüyor,

...ne İzmir'in işgali ve ne de Mustafa Kemal Bey'in Bandırma Vapuru'na binip Samsun'a azimet etmesi...



(Ayşe Cebesoy, Ali Fuad Cebesoy'un yeğeni) I. ve II. İnönü Savaşları

...bunlar savaş değil. Yunanlıların yaptığı keşif taarruzlarıdır, bizim gücümüzü ölçmek için.



Ethem, kurtuluşçulara bir taş bile atmadı ve en yakınlarını, mücadeleye devam etmeye özendirdi, bunlardan Parti Pehlivan'ın mücadelesi menkıbevi idi. Tasfiyesi, sınıfi ve siyasi ihtiyaç oldu; kurşun sıkmamak için bir yol kalmıştı, Elen tarafına geçti. Hepsi bu kadar (s. 236).



Ethem ile Suphi, aynı ayda tasfiye edildiler. Ancak o zaman, halk ve mücadeleye girenler, Çerkez'in başarılarına ve Suphi'nin sağlayabileceği desteğe ümit bağlarken, Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşalar'a, henüz güvenmiyordu,



Atay, Kemal Paşa Hazretleri'ni, sadece "kendi kendine vefalı" tasvir ediyor ve İsmet Paşa'yı da buraya koyabiliyoruz.



DOKUZUNCU BÖLÜM

VARLIK VERGİSİ HEDİYESİ

...ol tarihte hangisi tedbirlilik ya da talih idi, Aşkale'ye gitmek mi gitmemek mi; sonrası ayrı, işte mesele budur,



...eğer iş taş kırmak ve yol yapmak ise, yapılacak yol ve kırılacak taş mı kalmadı, Aşkale çok uzaktadır; üstelik, Aşkale'ye gidenlerin hiç birisinin taş kırıp yol yapmadığını biliyoruz. Evlerde veya otellerde kaldılar, evlerinden uzaktılar, sıkıntı çektiler, ama güven içindeydiler.



...her savaş, kıtlıklara ve yüksek karlara yol açıyor, biliyoruz, savaş sırasında çok kolaylıkla ve çok yüksek karlar sağlayanlar olduğu gerçektir; savaşın finansmanına bunların katılması ise, çok adil ve yerindedir. Varlık Vergisi, işte budur ve prensip düzeyinde, çok haklı bir vergi'dir; gerekçedeki sözcükle "ihtikar" yapanlar, vurgunculuk, vardı ve bunlardan vergi alınacaktı, bu kadar basittir.



İcraatı, İstanbul defterdarı yapıyordu, Faik Ökte, 12 Eylül 1942 tarihinde bu vazifeye tayin edildi; daha sonra "Varlık Vergisi Faciası" kitabını yazmıştı,

Varlık Vergisi'ni icra eden, bir Kripto-Yahudi idi; Ökte, şimdi pek sevilen söyleyişle, "facia" senaryosunda, ceo'dur, chief executive, demek istiyorum.



Kadir Has

Boğaziçi Lisesi mezunudur,

Çok kolay bir liseydi, diğer liselerde başaramayanlar ve zengin ailelerin tembel öğrencileri itibar ediyordu; Kadir Has oradadır.

Kayserili Germirli'lerin kızı Rezzan ile evlendi,

Kayseri'de İbrani asıllılar çoktur,

Rezzan Germirli, Belma Simavi'nin kuzeni idi; Belma, Hürriyet'in kurucusu Sedat Simavi'nin gelini ve diğeri ise Çiğdem Meseretçi, bir ara Rahmi Koç ile evlendiği için, Çiğdem Koç idi, Vehbi Bey'in torunlarının anası işte bu Çiğdem'dir ve Sedat Simavi'nin de Selanikli olduğunu biliyoruz.



Adana'da, gayri müslimler tarafı ı ndan iş şletilen fabrikalar, bir anda sahipsiz kaldı.

Adana'da Simyonoğlu Bez Fabrikası, Kayseri'den gelen Kadir Has'ın babasına, Nuri Has olabilir, veriliyor; kurtuluş ve kuruluş yıllarındayız.



Doğru-dürüst kaydı olan bir Varlık Vergisi mükellefi bulamıyorum. Hiç birisi bir muhasebe veya banka kağıdı gösteremiyor; hiç birisinde bir mülkiyet temlikine rastlamıyoruz. Bunlar içinde Varlık Vergisi sonrasında yoksullaşanları da göremiyoruz; sanki Varlık Vergisi bunlar için, "yürü ya kulum yürü" işaret fişeği idi. Bezmen'ler de yürüyenler arasında ve başındadır.



Simyonoğlu Fabrikası, Has'a geçince, "Milli Mensucat" oldu.

Bezmen'lerinki "Santral Mensucat"

Bezmen'ler, "Varlık Vergisi Faciası" sırasında ortakları Taranto'lardan kurtuldular ve zamanında Türkiye'nin en büyük fabrikasının tek sahibi oldular.



Taranto'lar Yahudi ve Bezmen'ler dönme idiler. Varlı k Vergisi Faciası sırasında, Elenler'in ve Ermeniler'in fabrikalarının malik değiştirdiğini biliyoruz ve bazı Yahudiler'in fabrikalarının ortakları sabetayistlere geçmesini hakiki facia telakki ediyoruz.



İKİNCİ KİTAP

İŞARET FİŞEKLERİ



BİRİNCİ BÖLÜM

SEKSEN: KEMALİZM'İN SONU

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin zoruyla, ülkeye görülmemiş bir dinsellik giydirdiler.



Neden-sonuç ilişkisini kuramayan, akıl yürütme kabiliyetini yitirmiş bir halka ihtiyaç vardı; bu halkın sürüleşmesi demektir. Türk Silahlı Kuvvetleri, bunu "kurtuluş" sayıyordu ve saymayanları tasfiye ettiler.

Din eğitimi veren okulları, islamı ve diğer dinleri öğretmek için değil, halkı, bilgisizleştirmek için açtılar.



(AKP dönemi)

Bir, döviz sağlamak nedeniyle, Almanya'dan kullanılmış otomobil ithalatını, bedelsiz ithalat, kapısını açtı. İki, Fadıl Akgündüz'e, Malezya'dan otomobil ithalatı imkanı veriliyordu. Daha ucuzdu; bunlar, tofaş ve renault satışlarını tehdit ettiler. Krizde olan otomobil imalatı daha büyük bir krize bağlanıyordu. Üç, kamu gelirlerinde "havuz sistemi" getirmeyi denediler, Abdüllatif Şener'in başkanlığında, başbakanlıkta bir düzen ihdas edildi (s. 280).



Necmettin Erbakan, 1958 antlaşmasından sonra 1996 yılında İsrael ile bir yeni antlaşma imzalayarak hükümetten istifa etti.



1965-1980 döneminde Türkiye'de ithal ikamesiyle başlayan ve bunu çok aşan bir

dayanıklı tüketim malları "patlaması" oldu.

Söz konusu dönemde Türkiye kapitalizmi bazı sendikaların başarılı olmasını yaratmak zorunda. Tüketim kamçılanacak. Televizyonu yalnızca zenginlere satmak olmaz.  Bu dönem yaşandı.

Türkiye bu dönemin sonuna geldi ve bu dönemi geride bıraktı. Şimdi işçi ve emekçiler için "fakirleşme dönemi" başladı. Bu yüzden sanayi burjuvazisi, ithal ikamesini bırakıp ihracat bayrağını açtı.

Türkiye işçi ve emekçileri taş devri, tunç devri ve Ecevit devri'nden sonra "lahmacun devri" denilebilecek bir devre giriyor. Her köşede lahmacuncu açılıyor.

Fakirleşme rejiminin zorunlu bir sonucu olacak (s. 282).



Türkiye ekonomisi artık fakirleşen işçi ve emekçileri için, İslam'ın "tevekkül felsefesi"ne daha çok muhtaç duruma geliyor.



İKİNCİ BÖLÜM

DOKSAN ÜÇ: İSRAEL DARBESİ

Önce, Uğur Mumcu katledildi ve bunu Jandarma Umum Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis'e suikast tamamladı.

Eşref Paşa, Almanya'da yetişmiş tek yüksek komutandı ve arkasından Devlet Başkanı Özal'ın beklenmedik ölümü geldi.

Profesör Çiller'in soğuktan gelerek başbakan ve Demirel'in de cumhurbaşkanı olmaları, işte bu kan selinden sonradır.

Çiller, daha sonra, bir İsrael gezisinde, bir zamanlar Osmanlı mülkü olan topraklar için, tevratik "vaad edilmiş topraklar kabulünü tekrarladı.



13 Haziran 1993 tarihli DYP Kongresi,

Tansu Çiller türünden tamamen politika dışı, belediye müfettişi babasının edindiği arsa spekülasyonu ile bugün Amerika ölçüsünde de zengin olmuş bir hanım, ancak bir darbeyle başbakan koltuğuna oturtulabilirdi. Bu darbe DYP Kongresi'nde yapılmıştır.



Demirel başbakanlığında ekonomik yönetim, Yaşar Holding aracılığıyla Ege ve Çağlar Holding vasıtasıyla da Bursa sermayesine verilmiştir. Çiller ile İstanbul karşı darbesini yapmıştır.



İsmet Sezgin ve Koksal Toptan'ın ilk turdan sonra adaylıktan çekilmeleri şaşırtıcı ve ilginçtir. Herhangi bir örgüt tabanı olmayan Çiller'in ikinci turda perişan olması ihtimal dahilindeydi.



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SEÇİMİN GALİBİ TİT

Mhp oylarını, "terör" ile değil, birleşik kaplar teorisi ve Tit ile; Türk-İslam Tarruzu ile izah etmek zorunludur.

Mart 1999 ortasına kadar Mhp'nin baraj sorununun tartışılması, "terör" ile açıklamayı imkansızlaştırmaktadır.


Türk-İslam Sentezi'nin devlet politikası olması ve TİT nedeniyle, Mhp-Fp oy oranının yükselmesinde, Erbakan veya Türkeş'e ya da Kutan ya da Bahçeli'ye herhangi bir rol vermek mümkün değildir. Bunlar Washington tarafından desteklenen otuz yıllık devlet politikasının imal ettiği oyları derlemişlerdir. Rolleri pasiftir. Yerlerine kim konsa, sonuç değişmeyecektir.



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İKİ BİN İKİ: CUMHURİYETE DARBE

Üç Kasım Tezleri

Cumhuriyet, ileriye gitmemek için, bir silah olarak İslamcı parti yaratmış ve

kurucu partisini deforme etmişti. Şimdi bunlar hükümet ve muhalefet olarak Cumhuriyet'in karşısındadır.



BEŞİNCİ BÖLÜM

İKİ BİN ÜÇ: OSMANLI İÇİN REDD-İ MİRAS

Musul'daki özel harp dairesi ekibinin başına çuval geçirilmesi, Musul'un yasaklanması demek oluyordu.



Dört Temmuz Tezleri

Ottoman Empire of America kurulmaktadır, plan budur ve burada, "Türkler" için yer yoktur.



"Türk-İslam Sentezi" veya "Avrasya Birliği", Amerikano-Judaic yayılmanın paravanasıdır.



Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun sabetayist olduğunu eklersek, "Yaban" çok gerçekçidir. Yaban, kurtuluş mücadelesine Türklerin isteksizliği üzerinedir. Kemal Tahir'in "Yorgun Savaşçı" yazısı da aynı yöndedir



Mustafa K, Wolfowitz geldiğinde evini, misafirhane yapmıştı. Burada K. Derviş ve önemli kriptolar buluştular.



ALTINCI BÖLÜM

GÜLER HİÇ KANIRTTI MI

Hilmi Paşa Hazretleri'nin Harbiye'ye duhulü 1957 yılındadır

Hilmi Paşa'nın, genç bir teğmen olarak, 1960 yılında, seçimle gelmiş bir siyasi iktidarı devirmişliği var.

Sonra 12 Mart 1971 "Vak'a-ı Makus'u" var, bu vakada, Hilmi Özkök'ün, bu kez genç bir subay olarak, seçimle gelmiş bir başbakanı tard ettiğini görüyoruz.

Üçüncüsü, 12 Eylül'dedir, Hilmi Özkök, bu defa bir üst subay kapasitesinde, Demirel'i bir daha deviren ve tarihimizin en karanlık diktatoryalarından birisini kuranlar meyanındadır.

28 Şubat 1997, ise en ön plandadır.



3 Kasım 2002, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök, oyunu verdikten sonra, Washington'a uçmuş



Danimarka başkentinde basın toplantısından kaçan Erdoğan için "bravo" derse, bunun yapıldığını söyleyebilir miyiz?

Şimdi devlet bir ehliyetsiz tayfaya kiraya mı verildi; "bedeli" çok yüksektir.



1950 yıllarının ortasında da böyle olmuştu, ekonomik ve diğer sıkıntılar, Menderes'in desteğini kemiriyordu. Bu durumda, birden bire, Said-i Nursi'yi harekete geçirdi, yeşil bayrak açıldı ve diğer taraftan da Abclülmelik Fırat'ı, Şeyh Said'in torunu olduğu gerekçesiyle, yaşını büyüterek milletvekili yaptı.



Kıbrıs Komutanı Bedrettin Demirel Paşa

...savaştı, ancak, "düşman" tarafa, hiçbir ilave zarar vermemek için üstün çaba sarf ediyordu, "bir kiliseyi altı defa soydular, asteğmenim" deyip bağırıyor ve için için yanıyordu ve yanan içini bana döküyordu.



Aptallar mizah yapamazlar. Mizah yapamayanlar aptallaşırlar.



Terim

K. Aksu'nun damadıdır. Futbol bilmez, bildiği kadarını da anlatamaz; aynı şebekedendir ve hem "ak", hem "su" ve hem de terim'i var, ak-istler bol para veriyor. Ağar ile ilişkisi, Şemdinli'den "müdürüm, sos.." diyen polis müdürünkini andırıyor. Diğer yandan, futbolcuların çoğu tarikattandır, hem sabetayist hem fethullahçı, klüp başkanları tit'tendir; tekstil, inşaat, turizm



Işık Tarikatı'nın İhlas Holding'i

başında Albay Hilmi Işık'ın damadı Enver Ören bulunuyor



YEDİNCİ BÖLÜM

SEMİTİK DAMARLARIMIZ

Hitler'in yaptıkları, semitizm'i ve bu yolla da siyonizmi güçlendirdi,

Hitler öncesinde daha özgürdük. Yahudi'ye "yahudi" denebiliyordu, şimdi denmiyor.



...yirminci yüz yılın başında Almanya, semitizmin ve siyonizmin bayrağını elinde tutuyordu. Kayzer Wilhem, sadece İstanbul'a gelmedi, Kudüs'e de gitti. Hem Sultan Hamid ve hem Jön Türkler, Kayzer'i stratejik müttefik ve kurtarıcı sayıyordu.

Filistin'de Yahudilerin yerleşme tarihi Abdülhamit'in dönemidir (s. 334).

Kesin rakam yok, 1882-1903 düneminde, 20 binle 30 bin arası Yahudi Osmanlı toprağı Filistin'e göç etmiş... 1904-1914'de 40 bin, asıl kurucular bunlardır.



Dürüst tarih yazma özgürlüğümüz kalmadı. Yamuk tarih yazanlar, İbrani asıllılardır.



Sultan Hamid-Jön Türk döneminde Osmanlı Filistin'inine yerleştiler.

Recep Tayyip-Hilmi Özkök döneminde, şimdilerde, taksit taksit, Anadolu'ya yerleşiyorlar.

Taksit taksit alıyorlar (s. 335).



İsrail devletini kuranlar Filistin'de doğmadılar, Filistinli değildiler, o toprakların çocukları değildiler.



İsrael'i yaşatmak, Amerika'yı yerleştirmek için, "Büyük Orta Doğu" ortaya çıkıyor.



Nixon'un ayağını kaydıran gazeteci Yahudi çıktı, "watergate" skandalını patlatmıştı, Clinton'u rezil eden de Yahudi idi,



Bu ülkede "Kürt vardır" diye bir Kürt mü hapse girdi? İsmail Beşikçi girdi, Yalçın Küçük girdi, Behice Boran girdi. Türkiye İşçi Partisi'nin Dördüncü Büyük Kongresi'nde, 1970 yılının sonudur, "Türkiye'de Kürt Halkı vardır" kararı çıktı. On beş yıla mahkum oldu, Parti, kapatıldı. Kürt idiyseler, neredeydiler. Korkaklar!



Bunlar mı kimlik peşindeler. Kimlik için önce yürek gerekmektedir.



"Stratejik Ortaklık" sözü muz türüdür, lezzeti ağza göre değişiyor, "ilişki" oluyor, "münasebet" sayılıyor ve şimdi birden bire hem "ortaklık" oldu ve hem de otuz üçüncü dereceye çıktı ki, üstü yoktur. Çünkü, Ankara, Kürdo-Jüdaik Devleti, kabul etti.



Artık İsrael daha sağlam ellerdedir.



"eskiden peşmergeydi şimdi devlet başkanıdır" dedi. Hilmi Paşa Hazretleri Barzani'yi çoktan devlet başkanı olarak kabul etti.



Peşmerge

“peş” bizim peşkir’deki sözcüktür, "pişaver" sözcüğünde de var, biz "peşkir" diyoruz,, "peş", Kırmanci ve Farisi, "ön" demektir, "merge, Kırmanci, "ölen" ve ikisi birden, ölmek üzere öne çıkan, anlamındadır.



Mesele şudur. Bir, Musul'u verirlerse Diyarbekir'i tutmak mümkün değildir.



Hilmi Paşa hazretlerinin zamanında Musul'daki özel kuvvetler başlarına çuval geçirilerek kovuldular.



Fatin Rüştü Zorlu'yu astık, ama, Kıbrıs'ta özel kuvvetleri kurandır (s. 348).



"B.Ferdi", Şefik Hüsnü'nün adlarından birisidir.

...

Bunlar üçlü idiler, Hiram Abas, Eymür ve Atasagun; Hiram öldürüldü, Eymür tasfiye edildi ve müsteşarlık, en hazırlıksız olan Atasagun'a kaldı. Eymür, bunu, hiçbir zaman hazmedemedi.



Osmanlı tarihçileri, "Osmancık" diyorlarsa, bu gerçekten "Küçük Osman" mı demek oluyor, büyüğü var mı? Hayır, Deny, buradaki "cik" veya "çek" ekinin, "sevdiceğim" anlamında olduğunu açıkça yazıyor Buradaki "-cik" ve "-çek" şefkat ve sevgi anlatmaktadır. "Mehmetçik" de Küçük Muhammed veya Küçük Mehmet anlamında değil, "Mehmetimiz" veya "Sevdiceğim Mehmet" demektir (s. 354).



Sabahattin Ali de, Uğur da, gizli servisleri etkileyebileceklerini düşündüler. Yanlış idi, ama, Uğur, kimseyi mit'e söylemedi. Beş parası olmadı, Hasan Cemal misali milyon dolarlık villa almadı. "Mossad ve Barzani" ilişkisi üzerine yazdıktan 17 gün sonra öldürüldü (s. 356).



Hasan'a, "eskici" derdik (Hasan Cemal).

Ünlü aydınların eski sevgilileri ile yatağa girmek isteyen adamdır.



Fenerbahçe, "İzmirim" de denilen Kapani'lerin egemenliğindedir. Galatasaray'da ise Karakaşi egemenliği var. Alp Yalman istisnadır.



Yalmanlar Yakubidir. Esas itibariyle onların Beşiktaşlı olması gerekir. Bize en yakın olanlar, Yakubi'ler, "arabacı" takımına denktir. Karakaşi'ler, "aristokrat" sayılıyor, Galatasaray'ı veriyoruz.



SEKİZİNCİ BÖLÜM

KEMALİZMİN CENAZE TÖRENİ

Kemalizm muz değildir. Ölçüleri vardır. Her şeyden önce bağımsızlıktır. Düvel-i Muazzama'dan uzak durmaktır.



...her büyük devalüasyon rejim değiştirir. 1958 devalüasyonu, 27 Mayıs; 1970 devalüasyonu, 12 Mart; 1980 devalüasyonu, 12 Eylül... ve en büyük devalüasyonlardan biri 2OO1'de oldu. Böyle dönemlerde rejim korkar, tepkileri durdurmak için çareler arar.



DOKUZUNCU BÖLÜM

TÜRKLER VE KÜRTLER, MÜSLÜMANLAR VE YAHUDİLER

Türkiye'deki birçok gelişmeyi, belki yüz elli yıllık "Yahudi-Hristiyan Savaşları" olarak görebiliyoruz. Açık ya da Kripto Yahudiler'in, Hıristiyanları bu topraklardan çıkarma ve hatta kovma harpleri var.



Bedirhan İsyanı'dır, ilk büyük Kürt Kalkışması

"Kürt İsyanı" olarak da görülse, Bedirhan, Yahudi mi idi,

...bazı kaynaklara göre kırk bin Süryaniyi üç günde yok etti, on bin de olabilir

...dışişleri eski bakanları Fatin Rüştü Zorlu ve Emre Gönensay da, şecere itibariyle Bedirhan içindedir...



Arjantin'e göçmüş Yahudilerde, "Tayyip" adına rastlıyoruz. Dışişleri ve Çankaya'da yüksek noktalara çıkmış Fuat Bayramoğlu'nun bir adı da "Tayyip" idi.

...yüz elli yıllık "Yahudi-Hıristiyan Savaşları" varsa, şu son zamanlarda ülkemize gökten Yahudi sermayesi yağmasını dahi iyi anlayabiliyoruz (s. 369).



Bir, Yahudiler'in bu bölgede en yakınları, Türkler değil Kürtler'dir.

İki; Yahudiler'in dünyada en büyük düşmanları, Araplar değil Elenlerdir.



"6/7 Eylül" de, "Yahudi-Hıristiyan Harpleri" içindedir. 1915 Ermeni kıyımı da bu savaşlar silsilesi içindedir.



"ünlü" modacı Rifat Özbek, ailesinin mallarını satıyormuş ve ailesinde üç şeyhülislam varmış, güzel, ben de, şeyhülislamlarımız arasında İbrani asıllılar vardır, diyordum.



Din ve islam, öncelikle ahlak'tır ve norm'dur.



Darbe'nin başında (12 Mart) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç vardı, İbrani asıllıdır. Bir darbe, bir Ermeni'yi başbakan yapar mı? "Naim", Naomi, "hoş" demek olup, İbraniler tarafından da taşınıyor.



Tayyip Bey'e gidip şiir ve destek verdiler. Bunlar arasında Türkiye'nin büyük silah tacirlerinden Kavala'nın genç başı Osman Kavala da vardı; "iletişim" yayınları da bu holdinge aittir.



...biz iktisatçılar, Suudilerin her işinde bir Yahudi parmağı, sermayesi, olduğuna inanırız.



...yönetimde bir milli hassasiyet kalmamıştır.

Bu transferdir, memaliki parça parça satmak, yabancı sermaye gelişi sayılmamaktadır.

Yabancı sermaye'nin gelmesi için, gelecek, fabrika yapacak, inşaatını yapacak, malzemesini koyacak; budur.



Kurtuluş'un bir halk harekeli olarak başladığını da hep ön plana çıkartıyorum.

Maraş'ta "kahraman", Antep'te "gazi", Urfa'da "şanlı" olan halktır (s. 381).



ONUNCU BÖLÜM

EDİRNE'NİN İSTİRDATI

Tayyip Erdoğan'ın artık temel iki çizgisinden birisi düşünmeden ve/veya düş şünemeden hareket etmek ve diğeri her fırsatta övünmesidir...



ON BİRİNCİ BÖLÜM

SOL/SAĞ! SOL/SAĞ!..

Ermeni Tehciri veya 6/7 Eylül türü kıyamlarda, Türkler'in seyirci olduklarını ve bunun aslında bir "Yahudi-Hıristiyan Savaşı" olduğunu gösterebiliyorum.



İslam judaize olmuştur.

Ak-istler arasında önemli ölçüde İbrani asıllı var.



Tarkan

...soy adı "Tevet" olup, İbrani'de bir ay ve Tanrı adıdır. Araplar'a karşı savaşta kullanılan bir tankın adı da Tevet'tir.



Demokrasi bitmiştir, Türkiye'de. Bu bir soytarılıktır.



Ya "hıristiyan demokrat" ya "sosyal demokrat" ya "hakiki" demokrat, kimse başına sıfat koymadan anlatamıyor. Muz misalidir.



Bir kelimeyi anlatmak için başına sıfat koyuyorsanız, bitmiştir.



Tayyip Bey, Picasso müzesini gezmiş ve "Picasso'yu rahmetle" anmış; gazeteler yazdılar. Bir hıristiyana "rahmet" dilenmeyeceğini dahi bilmiyor...



---

Yalçın Küçük - Gizli Tarih

Salyangoz Yayınları

Haziran 2006


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder