24 Şubat 2022 Perşembe

Laurence Gane - Nietzsche

Laurence Gane - Nietzsche

 


Düşünce tarihinde 19. asra damga vuran üç isim; Marx, Freud, Nietzsche

Marx, kapitalist iktisadi sistemi çözümlemesi nedeniyle önemli,

Freud, insan bilincini psikolojiye ve daha da kötüsü bastırılmış duygulara, cinsel dürtülere indirgediği için önemli,

 

Nietzsche, modern hayata dair tespitleri ve eleştirileri nedeniyle önemli. Eleştirileri çok keskin ve kuvvetli. Nietzsche, tatmin edilemeyen güç arzusu nedeniyle insanın, insanlığın ürettiği bütün değerleri değersizleştirebileceğini öngörür, anlattıklarının anlaşılmayacağını da öngörmüştü. Nietzsche’nin popüler olma nedeni bu; yanlış anlaşılması. Yanlış anlaşıldığı için, yönelttiği eleştiriler moderniteyi rahatsız etmiyor,

 

Nietzsche 1844’te doğdu.

Papaz olan babası, Nietzsche 5 yaşındayken vefat etti.

Anne, büyükanne ve iki halasıyla aynı evde yaşıyordu.

Okul yılları boyunca dindar mizacı göze çarptı.

1864’te Bonn Üniversitesine girdi. Klasik filoloji tahsili gördü.

1865’te Leipzig Üniversitesine geçti. Burada Schopenhauer okumaya başladı.

 

Bir şeyin kendisi ve görünümü/sureti arasında ayrım olduğu düşüncesi üzerinde durdu. Shopenhauer görünen şeylerin altında yatan asıl gerçekliğe istenç diyor. Herhangi bir insanı gördüğümüz kadarıyla niteleriz fakat onun asıl gerçekliğine dair sadece kendisi bilgi sahibidir. Görünen ve görünen aslında ne olduğu ayrımı için basit bir misaldi bu. Shopenhauer, maddi bir formu olmayan istencin kâinattaki tüm varlıkların temeli olduğunu iddia eder. İstemek, tatmin olmayan bir süreç olduğu için insana yarar değil zarar getirir. İstenç/irade, bir kez istediğini elde etti mi artık onunla tatmin olamayacak ve daha fazlasını isteyecek. Bu hep böyle devam edeceği için, istenç/irade insanda sonu gelmeyen bir tatminsizlik olarak tezahür edecek. Çünkü insan, sınırlı bir varlık, süre dolar ve ölür. Fakat istemelerin sonu yok. Sınırlı olan insanın sınırsız bir melekeden fayda umması mantıklı değil. Shopenhauer’in kötümser/karamsar felsefesi bu temel üzerinde yükselir.

Nietzsche, Shopenhauer’in düşüncelerinden etkilendi. Shopenhauer gibi hayatı reddetmek dışında onun fikirlerini benimsedi, hayatı olumlamanın bir yolunu bulmaya çalıştı.

1867’de askerlik yaparken attan düşüp göğsünü incitti. Kalıcı ciğer rahatsızlığı başladı.

Eyleme sevk etmeyen her söz/yazı nafile…

1868’de Basel Üniversitesinden davet aldı; klasik filoloji profesörü olarak ders vermeye başladı. 10 yıl boyunca göreve devam etti. Bu süre zarfında sağlığı kötüleşti, akademiden nefret etti.

1872’de Tragedyanın Doğuşu adlı eseri yayınlandı. Tragedyanın kökenini rasyonel akılla değil, estetik deneyimle açıklamaya çalıştı. Bu tutumu akademik çevrelerce eleştirildi. Çünkü akademik çevrelerin putudur rasyonalizm.

İçki, dans, eğlence ve vecd halleriyle temsil eden Dionysos önemlidir Nietzsche için. Tragedyanın kökenine dair soruşturmalarda şöyle önermeler var: nihai mutluluk için en iyisi hiç doğmamış olmak ve bundan sonra da olabildiğince çabuk/erken ölmek geliyor. Bu hakikate rağmen insan nasıl yaşayacak? Dionysos’un zevk ayinleri işte bunun için var. Fakat bu akılcı bir yol değil. Klasik Yunan geleneğinde aklı temsil eden yol Apollon’u takip eder. O güneş tanrısıdır ve ışığıyla aydınlatır tragedyadan kaynaklanan karamsarlığı. Antik Yunan’da bu ikisi dengeleyicidir; Apollon ve Dionysos. Müzik ve tragedya Dionysos’tan beslenir; resim, heykel ve mimari eserler Apollon’dan.

Dionysos için biçim anlam/mana önemli; Apollon için biçim/görünen suretler önemli.

En başta bir şeyin kendisi ve sureti arasındaki ayrımdan söz etmiştik. Dionysos bir şeyin kendisine, Apollon ise suretine vurgu yapar.

Bir filolog olarak Nietzsche, anlam ve kavramlara dönüşen düşüncenin köklerini de tragedya araştırmalarında bulur; anlam ilkin müzik/melodi ile göstermeye başlar kendini. Anlam daha sonra akıl ile biçimini bulur ve kavrama dönüşür. Düşünce tarihi böyle söyler.

(Nietzsche’ye göre) Sokrates öncesi dönemde tragedya, insanlara hayatı anlama ve anlamlandırma imkânı sunuyordu. Sokrates sanatı, hayatın bayağı bir taklidi olarak küçümsedi ve böylece itibarını kaybetmeye başlayan tragedya nihayet tiyatro dediğimiz temsillere indirgendi.

 

Nietzsche’nin müziğe ve özellikle de Wagner’e olan ilgisi, tragedyaya yüklediği anlamla ilgilidir. Wagner’in müziğiyle klasik müzik-drama yeniden bir araya gelecek ve bu sayede Antik Yunan kültürü, Alman topluma ideal biçimini verecektir. Bu “ideal” daha sonraları Nasyonal Sosyalistlerce de benimsendi.

Wagner’in sonraki eserlerinde görülen dini ve mistik temalar Nietzsche’yi hayal kırıklığına uğrattı.

 

Tarih üzerine yazılarında, geçmişi yücelten anlatıların bugünü örseleyebileceğini söyler. Çünkü onlar geçmiş, gitmiş, bitmiştir. Fakat modern zamanlar, tarih anlatılarıyla doludur. Çünkü modernlerin kendilerine ait kültürü yoktur. Bu yüzden sürekli olarak geçmişe atıf yaparak ilerlemeye çalışır. Sahici bir kültürün ortaya çıkabilmesi için, buna engel olan eğitimden kurtulmak gerekmektedir.

Kültür ve devlet birbirine düşmandır.

 

Kültür ve tarihten sonra Nietzsche’nin eleştirilerinden metafizik de nasibin alır. Öncelikle, metafizik boyut gündelik hayata/pratik hayata hiçbir katkı/fayda sunmaz.

Nietzsche Alman düşünce geleneğinin zirve isimlerinden Kant’ın idealizmiyle çatışır. Şeylerin gelip geçiciliğinden münezzeh değişmeyen bir gerçeklikleri, bir hakikatleri olduğuna dair fikirler klasik dönemden itibaren düşünce tarihinin konusu olmuştur. Platon’da idea olarak işaret edilen hakikat, Kant’da kendinde şey (numen) görünen/kavranabilen şeyler ise fenomen olarak adlandırılır. Kant, insan aklının numenleri kavrayamayacağını söyler ve aklı fenomenlere çevirir/yönlendirir. Nietzsche Kant’ın metafizik ve ahlaka dair düşüncelerini tümden reddeder. Aklın hakikati kavrayamayacağını savunan Kant, insanlara ahlakî ilkeler/kategoriler önermekten geri durmamıştır. Nietzsche’ye göre ahlakî ilkeler “dışarıdan” değil “içeriden” kaynaklanabilir. Ahlaklı davranış kişinin kendi iradesinin tezahürü olması gerekir; insan, kendisine dikte edilen davranışı tatbik ederek ahlaklı olamaz.

 

Akademisyenlerin “sistem” kurma çabalarını eleştirir. Herhangi bir konuyu açıklamak için ciltler dolusu yazmak işi karmaşıklaştırmaktan başka bir şey değil. Söylenecek sözü kısa cümlelerle ve basit şekilde anlatmak gerekir ki berrak zihnin alameti de budur.

 

1879’da sağlık sorunları ağır bastı ve Basel’deki görevinden ayrıldı. Birkaç yıl çeşitli şehirleri gezdi. 1881’de tekrar İsviçre’ye döndü. Lou Salome’ye âşık oldu, umduğu karşılığı göremedi. 1883’te Zerdüşt’ü yazmaya başladı.

 

İyinin ve Kötünün Ötesinde: düşünürlerin ahlaka dair yazılarının özeti olarak şunları söyler; çeşitli ahlaklar vardır. Dolayısıyla her insanı mutlu edecek bir ahlaktan söz edemeyiz. Nietzsche bu düşünceleri şu sözüyle ifade eder; ahlaki fenomen yoktur, fenomenlere dair ahlaki yorum vardır. Ahlaklı diye nitelenen kişi, yaptıklarıyla diğer kişilere fayda sağlayan kişidir. Erdemli davranışı o kişiye hiçbir fayda sağlamaz. Fayda görenler de esasen elde ettikleri menfaatten dolayı o kişiyi överler. Bu durumda ahlakî inanç, grup psikolojisiyle açıklanabilir; ahlak, kişilerdeki sürü içgüdüsüdür. Neden böyledir, tek başına kendini zayıf kabul eden birey, sürüye katılarak oradan güç devşirmeye çalışır. Sürü ayrıca kişiye tavır ve davranışlarını meşru sayma imkânı sunar.

Ahlaka dair bu çözümlemelerin ardından Nietzsche tanrının ölümünü haber verir. Bunu insanlar yaptı fakat haberleri yok hâlâ. Tanrının yerini modern zamanların “büyük” insanları alır; diktatörler, şarkıcılar, aktörler vs… Dinin yerinde de bilim vardır. Modern zamanlarda bilimsel düşünce ve bilim adamları bilimin hizmetindedir. Belli önermeler geçmiş zamanların dogmalarının yerini almıştır. Nietzsche’ye göre bilgi, bilime değil insanlara hizmet etmelidir.

Bilimsel açıklamalar tasvirden öteye geçmez. Ve tasvirler ne kadar süslü olsalar da bir şeyi açıklamış olmazlar.

 

Darwin’in evrim teorileri ve doğal seçilim üzerine düşüncelerini eleştirir. Koşullara uygun olanın hayatta kalmasını makul gören bu teori varoluşu değil varolmayı açıklayabilir. İlerlemeye işaret eden bu teoride ilerleyenler vasatlardır ve bu esasen bir ilerleme değil sürü hâkimiyetidir. İlerlemesi gereken şey insanların niceliği/sayısal durumu değil niteliği olmalıdır. Darwinci ilerleme güç/iktidar mücadelesinden başka bir şey değildir. Modern dönemin devleti, Darwinci güç mücadelesini kazanmış olan sürünün zaferidir. Dolayısıyla devletin gücü arttıkça insan ve insanlığın güç kaybetmesi kaçınılmazdır.

 

“…muhafazakârlar sonradan gelen yalancılardır.”

 

“Hırsız ve cemaati hırsızlardan korumayı vadeden iktidar insanı, en temelde aynı harçtan yoğrulmuştur; fakat ikincisi amaçlarına ilkinden farklı bir yoldan ulaşır.”

 

Machiavelli: Siyaset hakikati söyleme değil, inanılma meselesidir.

 

“Hakikat kendi başına güç değildir, ya iktidarı kendi yanına çekmeli ya da iktidara taraf olmalıdır.”

 

Zerdüşt’de modern zamanların insanını etraflıca eleştirir. Modern insanda nihilizm, ikiyüzlülük vs. görür.

Zerdüşt’de üstinsandan söz eder. Evrimci bir saçmalık değildir bu. Nietzsche kişinin kendini gerçekleştirmesini amaçlar üstinsan ifadesiyle.  

 

İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı eseri din, bilim, inanç gibi insanların putlaştırdığı kavramları eleştiren fikir ve tespitlerle doludur.

“Hayatı tehdit eden hakikat, hakikat değil hatadır.”

 

Belli bir ahlakı kabul edip ona uyanlar ile belli bir otoriteye itaat edenler arasında, köle ile efendi arasındaki ilişkinin benzerini görür Nietzsche. Hegel bu ikisinin zamanla birbirinden uzaklaşacağını öne  sürmüştü. Nietzsche ise kölenin efendisine bağımlı olduğunu tespit eder: Köle zihniyeti asırlara vakıf mazisiyle köleye tamamen sirayet etmiştir. Bu nedenle köle, efendiye karşı mücadele düşüncesinden ruhunu asla kurtaramayacaktır.

 

Antik yunan kültüründe “iyi” nitelemesi soylu, asil kişilere yöneltilen bir sıfattır. “Kötü” de aşağılık, soysuzların sıfatıdır. Değerler sistemini de soylular belirler. Soylular, aristokratlar böylece soylular etiğini/ahlakını oluştururlar. Kitle genellikle soylu etiğini kabullenir ve böylece de köle etiği oluşur. Nadir olarak da pek az insan kendi değerlerini inşa etme iradesi gösterir. Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı eserinde bu süreçlerden söz eder.

 

Ahlakın Soykütüğü adlı eserinde değer yargılarının oluşum süreçlerini inceler. Acıma duygusuna odaklanır. Acıma duygusunun insanlığın gelişimine ve insanın ruhsal esenliğine zarar verdiğini belirtir. Buna karşın acıma, modern toplumun ahlak düşüncesinin temelinde yer alır. Acıma duygusu etrafında gelişen ahlak sistemi köle ahlakıdır. Köle ahlakının katalizörü de kilisedir.

Kilise, kendi ahlaki değerlerini kabullendirmek için kötülüğü yeniden biçimlendirir. Soylu ahlakına ait değerlerin tümünü lanetler. Örneğin, soylulara has cüretkârlığı küstahlık yine soylulara has gururu ben sevgisi olarak niteleyip kötüler. Acı çeken, güçsüz, zayıf ve hastaları yücelten kilise, insanlardaki acıma duygusunu kaşıyarak bu gibi kimselere ödül olarak cenneti vadeder.

 

Soylu etiği, istencinin ve eyleminin dünyada gerçekleşmesinden doğar. Temel kavramı iyidir. Antik dönemdeki Atinalı hükümdarlar kendilerini çoğu kez biz soylular, iyiler, güzeller, mutlular diye tanımlamıştı. Bu bağlamda “kötü,” hayatı olumlayan niteliklerin yokluğu anlamına gelir (s. 127).

 

Köle etiği kendi gibi olmayanı reddeder, kendisine benzemeyeni dışlar, kötü olarak niteler. 

Nietzsche’ye göre köle etiğinin kökleri, istençlerini ortaya koyup, eylemlerini dışa vuramadıkları için hayali bir intikam arzu ve avuntusundan keyif alan ve elde edemedikleri şeylere kara çalanların garezinde yattığını savunur.

Köle etiğinde en yüce avuntu öte dünyadır.

Hâlbuki soylu biri hınç duyduğunda bunu tepkisiyle ifade eder ve hıncın kendisini zehirlemesine fırsat vermez.

 

Köle ahlakı edinen kişi, kendisine hiç benzemeyeni düşman beller.

Soylu ahlakı edinen kişinin düşmanı da kendisine benzer; düşmanına saygı duyar çünkü, onun sayesinde eylemini ortaya koyma fırsatı bulur.

 

Köle etiğinde derin bir kendini aldatma görürüz. Garezli kişi ne hakikatli, ne candan, ne dürüst, ne de kendine karşı açıksözlüdür. Ruhu şaşı bakar; zihni gizli yolları ve arka kapıları sever… / s. 129

 

Özgürce işlemesine izin verilmeyen içgüdüler içe döner. Eyleme izin vermeyip engel olan, edinilen ahlaktır.

 

Nietzsche 1888’de Putların Alacakaranlığı ve Deccal isimli eserlerini tamamlamıştır. Her iki eserde de eleştiri konusu Hıristiyanlıktır. Aynı yılın sonlarında akıl sağlığı artık iyi değildir. 3 Ocak 1889’da faytoncu tarafından kırbaçlanan bir atı görür ve atın boynuna sarılıp ağlamaya başlar. Orada bayılıp düşer. Hayatının bundan sonraki döneminde akıl sağlığını yitirmiş kabul edilir. Bazı kişiler bu konuda tereddüt eder; Nietzsche’nin hasta rolü oynadığına inanırlar.

1889 yılından itibaren Weimar’da kız kardeşinin yanında kalır. 1900’de zatürre sebebiyle vefat eder.

 

Vefatından sonra ardından bıraktığı yazmalar ve notlar kız kardeşinin süzgecinden geçerek yayınlandı ve bu sebeple Nietzsche uzun yıllar Nazileri fikirlerine mihmandar kabul edildi. Halbuki Nietzsche asla ırkçı olmadı; eserlerinde Almanları ve politikacıları aşağıladığı pek çok pasaj mevcuttur. Nietzsche öngörülü biriydi; eserlerinde yanlış anlaşılacağından endişe ettiğine değinmişti. Fikirlerini anlamayan kişilerin otoritesine başvuracaklarını öngörmüştü.

 

20. asırda düşünce tarihinde yer edinmiş kişilerin pek çoğunda Nietzsche’nin etkileri açıkça görülür.

Duygu, düşünce ve hakikatin bastırılmasından söz ettiği yazılarından Freud istifade etti. Freud’un nevroz tanımı buradan türedi.

Normal olanın tespiti için anormal olanın incelenmesi düşüncesi de Nietzsche’den türemiştir.

 

Anlamın tespitine dair, mutlak bir anlam değil de pratik karşılığının belirleyici olduğu değişken anlam tanımı ilk olarak Nietzsche’de ve daha sonra Wittgenstein’da karşımıza çıkar. Özetlersek; anlam, düşünce ile eylem arasındaki ilişkide sürekli olarak yeniden inşa edilir. Mantık kategorileri ile anlam belirlenemez.

 

Nietzsche’nin “soykütük” çıkarmaya yönelik kavram analizleri Foucault’nun da çalışma sistemi/pratiğidir.

Foucault’nun soykütük çalışmaları ona şunu söyletir; “bilgi,” hakim iktidar çevreleri tarafından belirlenir. Söylemin biçimi de iktidarla ilişkilidir; bütün söylem biçimleri esas olarak güç istencinin dışavurumudur.

İktidar çevrelerinin çeşitliliği, bilgi ve hakikat çeşitliliği olarak gözlenebilir.

Postmodern dönemde çok sayıda bilgi, çok sayıda hakikat vardır.

Her bilgi asıl olduğu iddiasındadır; her hakikat de aynı iddiaya sahiptir. Çok sayıda oldukları için hiçbirinin gerçekle, hakikatle ilgisi kalmamıştır. Karşımıza çıkan bilgiler, hakikatler gerçekliğe gönderme yapmaktan bile acizdir artık. Bu düşünceler Baudrillard tarafından savunulur ve o da fikirlerine Nietzsche sayesinde zemin/çatı temin eder.

 

 

Türkçeleştiren: Erkan Ünal

2. basım, 2014, NTV Yayınları





10 Şubat 2022 Perşembe

Düşünce tarihi

Sürekli olarak belli bir konuyu/olayı/şeyi düşünen ve sonra düşündüklerini sorgulamaya ve daha derin şekilde düşünmeye devam eden kişi "hata" "yanlış" yaptığını/düşündüğünü bilmese düşünmeye/sorgulamaya devam edebilir mi?

8 Şubat 2022 Salı