1 Aralık 2013 Pazar

Zygmunt Baumann – Yasa Koyucular ile Yorumcular

Zygmunt Bauman – Yasa Koyucular ile Yorumcular

Entelektüel sözcüğünün kökeni

…sözcük, meslekler ile sanatsal türlerin sıkı biçimde korunan sınırları üzerinde yankılanan bir toplanma çağrısıydı: Amacı; hakikatin, ahlaki değerlerin ve estetik yargıların birliğini dile getiren ve bunları hayata geçiren "bilgili insanlar" geleneğini-yeniden canlandırmak (ya da onların kolektif belleğini ortaya çıkartmak) olan bir çağrı. (s. 7)

Bu kitapta kullanıldığı biçimiyle modernite ile postmodenite kavramları,
"entelektüel rolün yerine getirildiği birbirinden tamamıyla farklı iki bağlamı ve bunlara yanıt olarak gelişen iki ayrı stratejiyi göstermektedir. (s. 9)

Entelektüel çalışmaya ilişkin tipik modern stratejiyi en iyi sergileyen şeylerden biri yasa koyucu rolü eğretilemesidir.
Entelektüel çalışmaya ilişkin tipik postmodern stratejiyi en iyi sergileyen şeylerden biri ise yorumcu rolü eğretilemesidir. (s. 11)

…bu kitap, batılı entelektüellerin üst anlatılarındaki birbirini izleyen eğilimleri anlamak amacıyla sosyolojik yorumbilgisini uygulama girişimidir. (s. 13)

Paul Radin
Entelektüel tanımlamalarının hepsi de “kendini” tanımlamalardır. …dolayısıyla önerdikleri her tanım, kendi kimliklerinin sınırını çizmeye yönelik bir girişimdir. Her sınır alanı ikiye ayrılır: burası ile orası, içerisi ve dışarısı, biz ve onlar… (s. 15)

…entelektüel kişi ancak başka bir kültürle ya da başka bir metinle karşı karşıya geldiğinde kendini anlayabilir.

Paul Radin’i ömür boyu uğraştıran konu “ilkel dünya görüşü”ydü. (s. 16)

Radin’in ilkel toplumlarda bulduğu ilk şey şuydu; ilkel topluluklarda iki genel mizacın varlığı söz konusudur: rahip düşünür ile dindışı kimse.
Gerçek anlamıyla dindar insanlar sayıca her zaman az olmuştur.
Küçük gurup, belirgin bir özelliği olmayan çoğunluk içinde, belli özellikleri dolayısıyla varlık kazanır. (s. 17)

İktidar/bilgi kendi kendini sürdüren bir mekanizmaya işaret etmektedir.
Dindışı insanların yaşam dünyasına daha çok korku üreten belirsizlikler sokulur. (s. 19)

Paul Radin “Primitivie Religion” adlı yapıtında ve daha önce yazdığı “Primitive Man as Philosopher” adlı yapıtında en eski uygarlıklardaki toplum sınıflarını belirtmiş. Ayrıca sağlam bir biçimde kurumsallaşmış dinsel ya da dindışı ilkel ya da modern düşünürler mitolojisini kırmak için yoğun çaba göstermiştir.
Radin’in kullandığı ilkel kavramı aile içindeki akrabalık bağlarını göstermektedir.
Dünyanın entelektüel olamayan kesimini göstermekte…

Belirli bir kavramın yansıttığı ve hizmet ettiği egemenlik yapısı hangisi olursa olsun, bütün bu tür kavramlar bir bütün olarak yapının egemen tarafınca değil, entelektüeller tarafınca üretilmekte, rafineleştirilmekte ya da mantıksal açıdan geliştirilmektedir.
Entelektüeller kategorisi hiçbir zaman tanımsal açıdan kendine yeterli olmamıştır ve asla olmaz. (s. 26-27)

Entelektüel sözcüğünün kökeni kolektif bir ad olarak yakın bir tarihe dayanır. Kimi zaman Clemenceau’ya kimi zaman da Dreyfus davasına kamusal karşı çıkışın altına imza atanlara mal edilir. Her halükarda bu sözcüğe 19. yüzyıldan önce rastlanmamaktadır.  (s. 30)

Entelektüel sözcüğünün toplanma bağlamına atıfla 18. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan les philosophes gurubundan söz ediliyor.

Mutlakiyetçi monarşinin gelişiyle hızla değişen siyasal bağlamda şövalyece yiğitliğe yer yoktu, buna karşın hükümette ve yasama alanında çalışacak istekli ve bilgili görevlilere büyük oranda gereksinim vardı.
Tam da bu noktada erdemin ancak eğitim yoluyla elde edilebileceği kavranır. (s. 42)

Mutlakiyetçiliğin yükselişiyle, miras yoluyla devralınan ya da unvana bağlı soyluluk siyasal bir sınıf olarak kolektif rolünü yitirmiştir. (s. 43)

Kusursuzluğa ulaşabilmek için insanların eğitilmesi gerekir. (s. 44)

Hakikat artık insan yapımıdır. (s. 48)

İktidar/Bilgi Sendromu
“Her zaman korku, her yerde korku!” modern çağın eşiğindeki dünyayı böyle betimliyordu Lucien Febre. (s. 50)

Modernlik öncesi çağda yaşayanların güvenliğini savunmak ve tehlikeye karşı savaşmak için kullanmayı öğrendikleri tek silah ne kadar güçsüz de olsa kendi yoğun sosyallikleri, insan ilişkilerinin karmaşık oyunu idi. (s. 51)

Modern çağ öncesi insanının küçük ve istikrarlı, dolayısıyla sıkı sıkıya denetlenen dünyası, on altıncı yüzyılda büyük bir baskı altına girmiş ve bir sonraki yüz yılda geri dönülmesi olanaksız biçimde parçalanmıştır. (s. 52)

İngiltere’de John Gore, boş gezenleri, Tanrısız, yargıçsız ve efendisiz yaşadıklarından dolayı köksüz ve tehlikeli olarak betimlemişti.
Fransa’da da Guiallume Letrosne aynı kanıya varmıştır.
Yoksulların toplumsal olarak kabul edilen yeni tanımı, bir insanın geçimini sağlamadaki yeteneksizliğinden kaynaklanan ahlaki ayıp üzerine odaklanmıştı.
Çalışmak, denetim altında olmak anlamına geliyordu (hâlâ da öyledir). (s. 54)

Ancak asıl tehlike, yoksulluğun her yerde yarattığı ahlaki tiksintiden çok köksüzlük durumundan kaynaklanmaktadır. (s. 55)

Sürekli hareket halinde ve her yerde yabancı olan bu insanlar, deyim yerindeyse toplumsal olarak görünmez kalmışlardı. Bu nedenle, yasa koyucular dikkatlerini efendisiz insanların görünürlüğünü artırma böylece onları gözetlenebilir hale getirme araçlarına çevirdiler
En basit yöntem, damgalamak… (s. 57)

Bilgiye sahip olmak, iktidardır.
Bu biçimlendirmeden doğan yeni tür iktidarın önde gelen iki niteliği: pastorallik ve yönlendiricilik… (s. 62)

Foucault'nun betimlemesine göre, pastoral iktidar kendi adına değil tebaasının iyiliği için kullanılan iktidardı; bencil amaçları yoktu.
Yönlendirici iktidarın ayırt edici özelliği, yönetimi altında olanları bir yaşam biçiminden bir başkasına döndürmeye kararlı olmasıydı.

Modern iktidar biçimlenmesinde gerçekten yeni olan şey, pastoral ve yönlendirici tekniklerin laikleştirilmesiydi. (s. 63)

Yönetilenler Tanrı'ya giden yolu bulmak için gerekli becerilerden yoksun bırakılmakla kalmamış, bilgililerin gözetimi, yardımı ve ıslah edici· müdahalesi olmaksızın insana yaraşır bir yaşamı sürdürme becerileri de ellerinden alınmıştı. (s. 64)

Bahçıvanlara Dönüşen Anlak Bekçileri
Vahşi kültürler bir kuşaktan ötekine kendilerini bilinçli bir tasarım, nezaket, gözetim ya da özel beslenme olmaksızın yeniden üretirler. Buna karşın işlenmiş ya da bahçe kültürleri ancak okunmuş ya da uzmanlaşmış kimselerce yürütülebilir.
Onlarsız, bahçe kültürleri yok olur, her yanı yabani otlar kaplardı.


Modernitenin ortaya çıkışı böyle bir vahşi kültürlerin bahçe kültürüne dönüşme süreciydi. (s. 65)

Moderniteyi yaratan iktidar, bahçıvan modeli üzerine kurulmuştur. (s. 66)

…akıl ile tutku arasındaki fark en başından itibaren ahlaki bir karşıtlıktan fazla bir şeydi. (s. 69)

…akıl nasıl “tulkuların insanı”na seslenecek onun kendisini dinlemesini ve daha önemlisi itaat etmesini sağlayabilecekti?
Yanıtın ahlak kuramında değil, siyası uygulamada aranması gerekiyordu. (s. 70)

Çıkar kavramı tam da bu dönemde (17. yüzyıldan itibaren) diğer tüm tutkuları bastıracak iyi/ideal tutku olarak teşvik edilmeye başlandı.

Çıkar fikri, doğal eğilimlere yapay olarak eklenen bir şeydi.
İnsan doğasından kaynaklanan bir şey değil, toplumsal olarak yaratılan/üretilen bir şeydi. (s. 71)

1835 yılında Derby kentinde polise verilen talimat: “yeterli bir neden olmaksızın kaldırımda serbestçe geçilmesini önleyecek şekilde duran ya da oyalanan kimseler tutuklanıp yargıç önüne çıkarılabilir.” (s. 82)

Halkı Eğitmek
Halk kültürünün ve onun gücünün dayandığı temellerin birer yıkıntı haline gelmesinin sonucu olarak, eğitim bir gereklilikti. (s. 86)

Halk diye yazmıştı Diderot, tüm insanların en aptalı ve en kötüsüdür.
Halk, kişiye nitelik kazandıran toplum ve yerleşim alanlarının hepsinden kopmuş erkek ve kadınların oluşturduğu, ayrımsız, gri renkli kitledir. (s. 97)

Kültürün Keşfi
18. yüzyıldan itibaren belirdi kültür kavramı. Zira o yıllarla birlikte insanlar arasında fiziki ve davranış farklılıkların farkına varıldı. Tam ve net bir biçimde belli yerlerdeki yöre insanlarının belirleyici özellikleri ve belli tepki şekilleri tespit edildi.

İnsanlar arasındaki bu farklılıklar daha önce de fark edilmişti. Bu durumu “Tanrı nasıl dilediyse öyle yaratılmış” önermesiyle geçiştirmek Aydınlanma devrinde artık kabul edilebilir bir açıklama değildir. Akıl, bu konuyu/bu farklılıkları kategorize etmeliydi (s.100 ve devamında bu konu eşeleniyor).

Linnaeus’un sınıflandırması;
Mavi gözlü – yasayla yönetilen – homo europeus
Siyah saçlı – görüşlerle yönetilen – homo asiaticus
Kıvırcık saçlı, ipek tenli dişileri ar duygusu harici – homo afer (s. 102)

Kültürlerin keşfi üzerinde en önemli etkisi olan etmen vahşi kültürlerin giderek zayıflaması ve buna koşut olarak bahçeciliğin gerekliliğinin fark edilişidir. (s. 104)

Aldatına arzusu, hiç kuşkusuz hainliği ve zayıflığı gösterir…

Civilisation sözcüğünün kökenleri;
Civilite, dikkatle izlenen ve titizlikle uygulanan davranış kurallarının ortaya koyduğu kibarlık, görgülü davranışlar ve karşılıklı saygı anlamına geliyordu. (s. 110)

Uygarlık bir etiketti: Öğrenilmesi ve sadakatle izlenmesi gereken bir davranış kodu, seçilmişler topluluğuna kabul edilen herkesin kabul etmesi ve uyması istenen bir kurallar dizisiydi.
…burada söz konusu olan, bireyin güdülerinin bireyin içindeki tutkuların bastırılması, her bireyde aklın duygulan egemenliğinin sağlanmasıydı. (s. 112)

“Bir ulusu eğitmek onu uygarlaştırmaktır Bilgiyi yok etmek, ulusu barbarlığın ilkel durumuna indirgemektir.” Diderot (s. 113)

Civilisation kavramı Batı'da bilgili kesimin söylemine, bilgili insanların yürüttüğü ve vahşi kültürlerin yerel, geleneğe bağlı yaşam tarı1annın ve birlikte yaşama biçimlerinin kalıntılarını ortadan kaldırmayı amaçlayan bilinçli bir yönlendirici haçlı seferinin ismi olarak girmiştir. (s. 114)

…kültür kavramı… 1691.· yılı itibarıyla… …ruhun formasyonu anlamına gelecek şekilde kullanılmaya başlamıştır (Philippe Beneton). (s. 116)

İdeoloji ya da Fikirler Dünyasının Kurulması
Fransız Akademisi'nin yayımladığı Sözlük'e göre, ideologie "fikirler bilimi, fikirlerin kökeni ve işlevi ile ilgili istem" anlamına geliyordu. (s. 122)

“Felsefeciler şimdiye kadar yalnızca dünyayı açıkladılar ancak sorun dünyanın nasıl değiştirileceğindedir.” Marx (s. 123)

Mannheim’ın ideoloji kuramı
İktidarı bilgili kılmak yerine, bilgi, iktidar sahibi olmayı deneyebilir.
Entelektüelleri yasa koyucular olarak gören eski söylemin, başlangıçta böyle bir söylemi olanaklı kılan toplumsal koşullar tümüyle ortadan kalktıktan sonra yeniden canlandırılması girişimi. (s. 132)

Yasa Koyucunun Düşüşü
Marshall Berman’ın moderniteyle ilgili analizi, “katı olan her şeyin buharlaştığı, kutsal olan her şeyin müstehcenleştirildiği” bir çağ…  
Marx’a göre modern çağ zamanla doğada pratik olarak hükmetmenin önünde kalan son birkaç sınırı da ortadan kaldıracaktı. (s. 136)

Giderek eğitimli seçkin kesim, öngörülen Akıl krallığının gerçekleşmekte geciktiğini net olarak görmeye başladı.
Akıl krallığı aslında her zaman sözcülerinin yönetimi demekti. (s. 137)

Modernitenin ucu açıktı.
Modernitenin özündeki hareketliliğe karşı modernite öncesi biçimler durağan, denge ve istikrar mekanizması etrafında örgütlenmiş, neredeyse tarihten yoksun görünüyordu. (s. 141)

Postmodernizm
Moderniteye içeriden yorumlarının göremediği eksiklerini fark etme olanağını sunmuştur.

Bir zamanlar dünyayı, Akıl silahıyla kuşatılmış Avrupa'nın işleyeceği bir tarla olarak görenler bugün başarısızlığa uğramış ya da henüz gerçekleştirilememiş modernite projesinden söz etme eğilimindeler.

Çağdaş dünya, yasa koyucular olarak entelektüeller için uygun bir yer değildir; bilincimize uygarlık krizi olarak ya da belli bir tarihsel projenin başarısızlığı olarak görünen şey, belirli bir rolün ve buna karşılık gelen, bu rolü oynamada uzmanlaşmış kesimin kolektif gereksizliği deneyiminin gerçek bir krizidir. (s. 147)

“Tüm önceki dönemlerde yaşamış insanların tersine, bir süredir herhangi bir ortak idealimiz olmaksızın, hatta belki de hiçbir idealimiz olmaksızın yaşamaktayız.” Georg Simmel

Yorumcunun Yükselişi
Hakikat, yargı ya da beğeniye cemaatlerin ötesinde evrensel bir zemin bulma yolundaki tüm arayışlar boşunadır. (s. 154)

“Bu dünyada, modernitenin büyük ideolojileri tutarlılıklarını yitirirken, mikro-ideolojilerin tuhaf, kansere özgü çoğalması şeklinde kendini gösteren ideoloji krizi, inandırıcı değer hiyerarşileri oluşturmayı giderek güç hale getiriyor.” Matei Calinescu (s. 156)

“Güzel ve soylu olan her şey aklın ürünüdür, düşüncenin ürünüdür.
İyi her zaman bir sanat ürünü olarak ortaya çıkar.” Baudelaire (s. 165)

İki Ulus, Bugünkü Durum: Baştan Çıkarılanlar
Gustave Le Bon, yaklaşmakta olan çağın bir güruh çağı olduğunu belirtmiş. Güruhu rasyonel yargıda bulunma yetisi olarak tanımladığı bireyselliğin yok edildiği bir toplumsal ortam olarak tanımlamıştır. Güruhun yöntemi uygarlığın sonudur. Çünkü tüm uygar yaşam, bireyin kendini kusursuzlaştırmasına ve akıl yaşamına yönelik bir güdüyü güvence altına alan ahlaki güçler zeminine oturtmaktadır. Uygarlık belli bir zihinsel yapının ürünüdür ve temelini halkın karakterinden alır. Artık rasyonel zihniyetin yerini alan halk zihniyetinin başat özelliği saflığı, naifliği, başkalarının yönlendirmesine tabi olması ve kendi denetlediği eylemlere girişmemesidir.
Gasset’in karşıt ütopyası bize daha sonra ortaya çıkmış ancak olsa olsa sayısız öncelin sezgilerini ve iç görülerini daha da keskinleştirmiştir.
Ortaga’da yaklaşmakta olan kıyamet teşhisi, karın tokluğuna varoluşumuz, her türlü kısıtlamadan uzak bir yaşam özlemimiz, şımarık çocuk psikolojimiz, olduğumuzla yetinip, daha iyi olma konusundaki isteksizliğimiz üzerinde odaklanmıştı, oysa gerçekten soylu bir yaşam bir ömür boyu süren çabayla eşanlamlı olmalıydı… (s. 181)

Ürünler ve hizmetler, gerçek insani sorunların çözümleri olarak sunarlar kendilerini.
Bunun bütünsel etkisi, her insani sorun için dükkânda bekleyen bir çözüm bulunduğuna olan inançtır.
Yeni ürünlerin asal rolü, dünün ürünlerini eskimiş göstermektir.
Böylece umut tüketilmemiş olur! (s. 197)

Politikayla ilgili bilgiler, tüketici pazarının izleyiciyi hazırladığı tarzda sunulmalıdır: haber, çoğunlukla bir unutma aracıdır.

Tüketici kültürü bağlamında yasa koyucu olarak entelektüele yer bırakılmadığı açıktır. (s. 199)

İki Ulus, Bugünkü Durum: Bastırılanlar
Çalışan kesim, işçiler ve yeni yoksullar…

Sonuçlar: Gereğinden Bir Fazla
Devlet her şeyden önce bir yeniden metalaştırma aracıdır. (s. 224)

Pazar, ürettiği mutsuzlukla beslenmektedir.
Pazarın körüklediği kişisel yetersizlik korkuları, endişeleri ve bunun yol açtığı acılar, pazarın sürmesi için vazgeçilmez nitelikteki tüketici davranışını ortaya çıkarmaktadır. (s. 226)

Modernite projesini tamamlanma aşamasına getirmek hâlâ entelektüellerin işleri olarak kalmaktadır. (s. 229)

Legislators and Interpreters
Türkçeleştiren: Kemal Atakay
Metis Yayınları

Kasım, 1996

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder