Zygmunt Bauman – Yasa Koyucular ile Yorumcular
Entelektüel sözcüğünün kökeni
…sözcük, meslekler ile sanatsal türlerin sıkı biçimde
korunan sınırları üzerinde yankılanan bir toplanma çağrısıydı: Amacı;
hakikatin, ahlaki değerlerin ve estetik yargıların birliğini dile getiren ve
bunları hayata geçiren "bilgili insanlar" geleneğini-yeniden
canlandırmak (ya da onların kolektif belleğini ortaya çıkartmak) olan bir çağrı.
(s. 7)
Bu kitapta kullanıldığı biçimiyle modernite ile postmodenite
kavramları,
"entelektüel rolün yerine getirildiği birbirinden
tamamıyla farklı iki bağlamı ve bunlara yanıt olarak gelişen iki ayrı stratejiyi
göstermektedir. (s. 9)
Entelektüel çalışmaya ilişkin tipik modern stratejiyi en iyi
sergileyen şeylerden biri yasa koyucu rolü eğretilemesidir.
Entelektüel çalışmaya ilişkin tipik postmodern stratejiyi en
iyi sergileyen şeylerden biri ise yorumcu rolü eğretilemesidir. (s. 11)
…bu kitap, batılı entelektüellerin üst anlatılarındaki
birbirini izleyen eğilimleri anlamak amacıyla sosyolojik yorumbilgisini
uygulama girişimidir. (s. 13)
Paul Radin
Entelektüel tanımlamalarının hepsi de “kendini”
tanımlamalardır. …dolayısıyla önerdikleri her tanım, kendi kimliklerinin
sınırını çizmeye yönelik bir girişimdir. Her sınır alanı ikiye ayrılır: burası
ile orası, içerisi ve dışarısı, biz ve onlar… (s. 15)
…entelektüel kişi ancak başka bir kültürle ya da başka bir
metinle karşı karşıya geldiğinde kendini anlayabilir.
Paul Radin’i ömür boyu uğraştıran konu “ilkel dünya
görüşü”ydü. (s. 16)
Radin’in ilkel toplumlarda bulduğu ilk şey şuydu; ilkel
topluluklarda iki genel mizacın varlığı söz konusudur: rahip düşünür ile
dindışı kimse.
Gerçek anlamıyla dindar insanlar sayıca her zaman az
olmuştur.
Küçük gurup, belirgin bir özelliği olmayan çoğunluk içinde,
belli özellikleri dolayısıyla varlık kazanır. (s. 17)
İktidar/bilgi kendi kendini sürdüren bir mekanizmaya işaret
etmektedir.
Dindışı insanların yaşam dünyasına daha çok korku üreten
belirsizlikler sokulur. (s. 19)
Paul Radin “Primitivie Religion” adlı yapıtında ve daha önce
yazdığı “Primitive Man as Philosopher” adlı yapıtında en eski uygarlıklardaki
toplum sınıflarını belirtmiş. Ayrıca sağlam bir biçimde kurumsallaşmış dinsel
ya da dindışı ilkel ya da modern düşünürler mitolojisini kırmak için yoğun çaba
göstermiştir.
Radin’in kullandığı ilkel kavramı aile içindeki akrabalık
bağlarını göstermektedir.
Dünyanın entelektüel olamayan kesimini göstermekte…
Belirli bir kavramın yansıttığı ve hizmet ettiği egemenlik
yapısı hangisi olursa olsun, bütün bu tür kavramlar bir bütün olarak yapının
egemen tarafınca değil, entelektüeller tarafınca üretilmekte,
rafineleştirilmekte ya da mantıksal açıdan geliştirilmektedir.
Entelektüeller kategorisi hiçbir zaman tanımsal açıdan
kendine yeterli olmamıştır ve asla olmaz. (s. 26-27)
Entelektüel sözcüğünün kökeni kolektif bir ad olarak yakın
bir tarihe dayanır. Kimi zaman Clemenceau’ya kimi zaman da Dreyfus davasına
kamusal karşı çıkışın altına imza atanlara mal edilir. Her halükarda bu sözcüğe
19. yüzyıldan önce rastlanmamaktadır. (s.
30)
Entelektüel sözcüğünün toplanma bağlamına atıfla 18.
yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan les philosophes gurubundan söz ediliyor.
Mutlakiyetçi monarşinin gelişiyle hızla değişen siyasal
bağlamda şövalyece yiğitliğe yer yoktu, buna karşın hükümette ve yasama
alanında çalışacak istekli ve bilgili görevlilere büyük oranda gereksinim
vardı.
Tam da bu noktada erdemin ancak eğitim yoluyla elde
edilebileceği kavranır. (s. 42)
Mutlakiyetçiliğin yükselişiyle, miras yoluyla devralınan ya
da unvana bağlı soyluluk siyasal bir sınıf olarak kolektif rolünü yitirmiştir. (s.
43)
Kusursuzluğa ulaşabilmek için insanların eğitilmesi gerekir.
(s. 44)
Hakikat artık insan yapımıdır. (s. 48)
İktidar/Bilgi Sendromu
“Her zaman korku, her yerde korku!” modern çağın eşiğindeki
dünyayı böyle betimliyordu Lucien Febre. (s. 50)
Modernlik öncesi çağda yaşayanların güvenliğini savunmak ve
tehlikeye karşı savaşmak için kullanmayı öğrendikleri tek silah ne kadar güçsüz
de olsa kendi yoğun sosyallikleri, insan ilişkilerinin karmaşık oyunu idi. (s.
51)
Modern çağ öncesi insanının küçük ve istikrarlı, dolayısıyla
sıkı sıkıya denetlenen dünyası, on altıncı yüzyılda büyük bir baskı altına
girmiş ve bir sonraki yüz yılda geri dönülmesi olanaksız biçimde
parçalanmıştır. (s. 52)
İngiltere’de John Gore, boş gezenleri, Tanrısız, yargıçsız
ve efendisiz yaşadıklarından dolayı köksüz ve tehlikeli olarak betimlemişti.
Fransa’da da Guiallume Letrosne aynı kanıya varmıştır.
Yoksulların toplumsal olarak kabul edilen yeni tanımı, bir
insanın geçimini sağlamadaki yeteneksizliğinden kaynaklanan ahlaki ayıp üzerine
odaklanmıştı.
Çalışmak, denetim altında olmak anlamına geliyordu (hâlâ da
öyledir). (s. 54)
Ancak asıl tehlike, yoksulluğun her yerde yarattığı ahlaki
tiksintiden çok köksüzlük durumundan kaynaklanmaktadır. (s. 55)
Sürekli hareket halinde ve her yerde yabancı
olan bu insanlar, deyim yerindeyse toplumsal olarak görünmez kalmışlardı. Bu
nedenle, yasa koyucular dikkatlerini efendisiz insanların görünürlüğünü artırma
böylece onları gözetlenebilir hale getirme araçlarına çevirdiler
En basit yöntem, damgalamak… (s. 57)
Bilgiye sahip olmak, iktidardır.
Bu biçimlendirmeden doğan yeni tür iktidarın önde gelen iki
niteliği: pastorallik ve yönlendiricilik… (s. 62)
Foucault'nun betimlemesine göre, pastoral iktidar kendi
adına değil tebaasının iyiliği için kullanılan iktidardı; bencil amaçları yoktu.
Yönlendirici iktidarın ayırt edici özelliği, yönetimi altında
olanları bir yaşam biçiminden bir başkasına döndürmeye kararlı olmasıydı.
Modern iktidar biçimlenmesinde gerçekten yeni olan şey,
pastoral ve yönlendirici tekniklerin laikleştirilmesiydi. (s. 63)
Yönetilenler Tanrı'ya giden yolu bulmak için gerekli
becerilerden yoksun bırakılmakla kalmamış, bilgililerin gözetimi, yardımı ve
ıslah edici· müdahalesi olmaksızın insana yaraşır bir yaşamı sürdürme
becerileri de ellerinden alınmıştı. (s. 64)
Bahçıvanlara Dönüşen
Anlak Bekçileri
Vahşi kültürler bir kuşaktan ötekine kendilerini bilinçli
bir tasarım, nezaket, gözetim ya da özel beslenme olmaksızın yeniden üretirler.
Buna karşın işlenmiş ya da bahçe kültürleri ancak okunmuş ya da uzmanlaşmış
kimselerce yürütülebilir.
Onlarsız, bahçe kültürleri yok olur, her yanı yabani otlar
kaplardı.
Modernitenin ortaya çıkışı böyle bir vahşi kültürlerin bahçe
kültürüne dönüşme süreciydi. (s. 65)
Moderniteyi yaratan iktidar, bahçıvan modeli üzerine
kurulmuştur. (s. 66)
…akıl ile tutku arasındaki fark en başından itibaren ahlaki
bir karşıtlıktan fazla bir şeydi. (s. 69)
…akıl nasıl “tulkuların insanı”na seslenecek onun kendisini
dinlemesini ve daha önemlisi itaat etmesini sağlayabilecekti?
Yanıtın ahlak kuramında değil, siyası uygulamada aranması
gerekiyordu. (s. 70)
Çıkar kavramı tam da bu
dönemde (17. yüzyıldan itibaren) diğer tüm tutkuları bastıracak iyi/ideal tutku
olarak teşvik edilmeye başlandı.
Çıkar fikri, doğal eğilimlere yapay olarak eklenen bir
şeydi.
İnsan doğasından kaynaklanan bir şey değil, toplumsal olarak
yaratılan/üretilen bir şeydi. (s. 71)
1835 yılında Derby kentinde polise verilen talimat: “yeterli
bir neden olmaksızın kaldırımda serbestçe geçilmesini önleyecek şekilde duran
ya da oyalanan kimseler tutuklanıp yargıç önüne çıkarılabilir.” (s. 82)
Halkı Eğitmek
Halk kültürünün ve onun gücünün dayandığı temellerin birer
yıkıntı haline gelmesinin sonucu olarak, eğitim bir gereklilikti. (s. 86)
Halk diye yazmıştı Diderot, tüm insanların en aptalı ve en
kötüsüdür.
Halk, kişiye nitelik kazandıran toplum ve yerleşim
alanlarının hepsinden kopmuş erkek ve kadınların oluşturduğu, ayrımsız, gri
renkli kitledir. (s. 97)
Kültürün Keşfi
18. yüzyıldan itibaren
belirdi kültür kavramı. Zira o yıllarla birlikte insanlar arasında fiziki ve
davranış farklılıkların farkına varıldı. Tam ve net bir biçimde belli
yerlerdeki yöre insanlarının belirleyici özellikleri ve belli tepki şekilleri
tespit edildi.
İnsanlar arasındaki bu
farklılıklar daha önce de fark edilmişti. Bu durumu “Tanrı nasıl dilediyse öyle
yaratılmış” önermesiyle geçiştirmek Aydınlanma devrinde artık kabul edilebilir
bir açıklama değildir. Akıl, bu konuyu/bu farklılıkları kategorize etmeliydi (s.100 ve devamında bu konu eşeleniyor).
Linnaeus’un sınıflandırması;
Mavi gözlü – yasayla yönetilen – homo europeus
Siyah saçlı – görüşlerle yönetilen – homo asiaticus
Kıvırcık saçlı, ipek tenli dişileri ar duygusu harici – homo
afer (s. 102)
Kültürlerin keşfi üzerinde en önemli etkisi olan etmen vahşi
kültürlerin giderek zayıflaması ve buna koşut olarak bahçeciliğin
gerekliliğinin fark edilişidir. (s. 104)
Aldatına arzusu, hiç kuşkusuz hainliği ve zayıflığı gösterir…
Civilisation sözcüğünün kökenleri;
Civilite, dikkatle izlenen ve titizlikle uygulanan davranış
kurallarının ortaya koyduğu kibarlık, görgülü davranışlar ve karşılıklı saygı
anlamına geliyordu. (s. 110)
Uygarlık bir etiketti: Öğrenilmesi ve sadakatle izlenmesi gereken
bir davranış kodu, seçilmişler topluluğuna kabul edilen herkesin kabul etmesi ve
uyması istenen bir kurallar dizisiydi.
…burada söz konusu olan, bireyin güdülerinin bireyin
içindeki tutkuların bastırılması, her bireyde aklın duygulan egemenliğinin
sağlanmasıydı. (s. 112)
“Bir ulusu eğitmek onu uygarlaştırmaktır Bilgiyi yok etmek,
ulusu barbarlığın ilkel durumuna indirgemektir.” Diderot (s. 113)
Civilisation kavramı Batı'da bilgili kesimin söylemine,
bilgili insanların yürüttüğü ve vahşi kültürlerin yerel, geleneğe bağlı yaşam
tarı1annın ve birlikte yaşama biçimlerinin kalıntılarını ortadan kaldırmayı
amaçlayan bilinçli bir yönlendirici haçlı seferinin ismi olarak girmiştir. (s.
114)
…kültür kavramı… 1691.· yılı itibarıyla… …ruhun formasyonu anlamına
gelecek şekilde kullanılmaya başlamıştır (Philippe Beneton). (s. 116)
İdeoloji
ya da Fikirler Dünyasının Kurulması
Fransız Akademisi'nin yayımladığı Sözlük'e göre, ideologie
"fikirler bilimi, fikirlerin kökeni ve işlevi ile ilgili istem"
anlamına geliyordu. (s. 122)
“Felsefeciler şimdiye kadar yalnızca dünyayı açıkladılar
ancak sorun dünyanın nasıl değiştirileceğindedir.” Marx (s. 123)
Mannheim’ın ideoloji kuramı
İktidarı bilgili kılmak yerine, bilgi, iktidar sahibi olmayı
deneyebilir.
Entelektüelleri yasa koyucular olarak gören eski söylemin,
başlangıçta böyle bir söylemi olanaklı kılan toplumsal koşullar tümüyle ortadan
kalktıktan sonra yeniden canlandırılması girişimi. (s. 132)
Yasa Koyucunun Düşüşü
Marshall Berman’ın moderniteyle ilgili analizi, “katı olan
her şeyin buharlaştığı, kutsal olan her şeyin müstehcenleştirildiği” bir çağ…
Marx’a göre modern çağ zamanla doğada pratik olarak
hükmetmenin önünde kalan son birkaç sınırı da ortadan kaldıracaktı. (s. 136)
Giderek eğitimli seçkin kesim, öngörülen Akıl krallığının gerçekleşmekte
geciktiğini net olarak görmeye başladı.
Akıl krallığı aslında her zaman sözcülerinin yönetimi
demekti. (s. 137)
Modernitenin ucu açıktı.
Modernitenin özündeki hareketliliğe karşı modernite öncesi
biçimler durağan, denge ve istikrar mekanizması etrafında örgütlenmiş,
neredeyse tarihten yoksun görünüyordu. (s. 141)
Postmodernizm
Moderniteye içeriden
yorumlarının göremediği eksiklerini fark etme olanağını sunmuştur.
Bir zamanlar dünyayı, Akıl silahıyla kuşatılmış Avrupa'nın
işleyeceği bir tarla olarak görenler bugün başarısızlığa uğramış ya da henüz gerçekleştirilememiş
modernite projesinden söz etme eğilimindeler.
Çağdaş dünya, yasa koyucular olarak entelektüeller için
uygun bir yer değildir; bilincimize uygarlık krizi olarak ya da belli bir
tarihsel projenin başarısızlığı olarak görünen şey, belirli bir rolün ve buna
karşılık gelen, bu rolü oynamada uzmanlaşmış kesimin kolektif gereksizliği
deneyiminin gerçek bir krizidir. (s. 147)
“Tüm önceki dönemlerde yaşamış insanların tersine, bir
süredir herhangi bir ortak idealimiz olmaksızın, hatta belki de hiçbir
idealimiz olmaksızın yaşamaktayız.” Georg Simmel
Yorumcunun Yükselişi
Hakikat, yargı ya da beğeniye cemaatlerin ötesinde evrensel
bir zemin bulma yolundaki tüm arayışlar boşunadır. (s. 154)
“Bu dünyada, modernitenin büyük ideolojileri
tutarlılıklarını yitirirken, mikro-ideolojilerin tuhaf, kansere özgü çoğalması
şeklinde kendini gösteren ideoloji krizi, inandırıcı değer hiyerarşileri
oluşturmayı giderek güç hale getiriyor.” Matei Calinescu (s. 156)
“Güzel ve soylu olan her şey aklın ürünüdür, düşüncenin
ürünüdür.
İyi her zaman bir sanat ürünü olarak ortaya çıkar.”
Baudelaire (s. 165)
İki Ulus, Bugünkü Durum:
Baştan Çıkarılanlar
Gustave Le Bon, yaklaşmakta olan çağın bir güruh çağı
olduğunu belirtmiş. Güruhu rasyonel yargıda bulunma yetisi olarak tanımladığı
bireyselliğin yok edildiği bir toplumsal ortam olarak tanımlamıştır. Güruhun
yöntemi uygarlığın sonudur. Çünkü tüm uygar yaşam, bireyin kendini
kusursuzlaştırmasına ve akıl yaşamına yönelik bir güdüyü güvence altına alan
ahlaki güçler zeminine oturtmaktadır. Uygarlık belli bir zihinsel yapının
ürünüdür ve temelini halkın karakterinden alır. Artık rasyonel zihniyetin
yerini alan halk zihniyetinin başat özelliği saflığı, naifliği, başkalarının
yönlendirmesine tabi olması ve kendi denetlediği eylemlere girişmemesidir.
Gasset’in karşıt ütopyası bize daha sonra ortaya çıkmış
ancak olsa olsa sayısız öncelin sezgilerini ve iç görülerini daha da
keskinleştirmiştir.
Ortaga’da yaklaşmakta olan kıyamet teşhisi, karın tokluğuna
varoluşumuz, her türlü kısıtlamadan uzak bir yaşam özlemimiz, şımarık çocuk
psikolojimiz, olduğumuzla yetinip, daha iyi olma konusundaki isteksizliğimiz
üzerinde odaklanmıştı, oysa gerçekten soylu bir yaşam bir ömür boyu süren
çabayla eşanlamlı olmalıydı… (s. 181)
Ürünler ve hizmetler, gerçek insani sorunların çözümleri
olarak sunarlar kendilerini.
Bunun bütünsel etkisi, her insani sorun için dükkânda
bekleyen bir çözüm bulunduğuna olan inançtır.
Yeni ürünlerin asal rolü, dünün ürünlerini eskimiş
göstermektir.
Böylece umut tüketilmemiş olur! (s. 197)
Politikayla ilgili bilgiler, tüketici pazarının izleyiciyi
hazırladığı tarzda sunulmalıdır: haber, çoğunlukla bir unutma aracıdır.
Tüketici kültürü bağlamında yasa koyucu olarak entelektüele
yer bırakılmadığı açıktır. (s. 199)
İki Ulus, Bugünkü Durum:
Bastırılanlar
Çalışan kesim, işçiler ve yeni yoksullar…
Sonuçlar: Gereğinden Bir
Fazla
Devlet her şeyden önce bir yeniden metalaştırma aracıdır.
(s. 224)
Pazar, ürettiği mutsuzlukla beslenmektedir.
Pazarın körüklediği kişisel yetersizlik korkuları,
endişeleri ve bunun yol açtığı acılar, pazarın sürmesi için vazgeçilmez
nitelikteki tüketici davranışını ortaya çıkarmaktadır. (s. 226)
Modernite projesini tamamlanma aşamasına getirmek hâlâ
entelektüellerin işleri olarak kalmaktadır. (s. 229)
Legislators and Interpreters
Türkçeleştiren: Kemal Atakay
Metis Yayınları
Kasım, 1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder