SOSYAL PSİKOLOJİ I
Sosyal Psikoloji Nedir?
Sosyal psikoloji, inceleme alanı çok geniş
bir disiplin olduğu için tanım sorunu yaşar. Bazıları için psikolojinin alt
dalıdır. Böyle düşünen sosyal psikologların birçoğu ünlü sosyal psikolog Gordon W. Allport’un yaptığı sosyal
psikoloji tanımını kabul ederler: “Sosyal psikoloji bireylerin, davranış, duygu ve
düşüncelerinin başkalarının gerçek, hayal edilen veya ima edilen varlığından
nasıl etkilendiğinin bilimsel yollarla araştırılmasıdır.”
Bu tanım, sosyal psikolojinin temel olarak sosyal
etki çalışması olduğu fikrine dayanır. Sosyal etki, insanlar arasındaki etkileşimlerin,
insanların düşünce ve davranışlarını etkilemesi olarak anlaşıldığında, sosyal psikolojinin
ikna, tutum değişimi ve uyma davranışı gibi büyük bir alanını kapsamaktadır.
Sosyal psikoloji, insanların diğer insanlar
hakkında nasıl düşündüklerinin, onları nasıl etkilediklerinin ve onlarla nasıl
ilişki kurduklarının bilimsel bir biçimde çalışılmasıdır.
Sosyal psikoloji, sosyal ve kültürel
ortamdaki birey davranışının özelliklerinin ve nedenlerinin bilimsel bir
biçimde incelenmesidir.
Sosyal psikoloji insan etkileşimlerini ve
bu etkileşimlerin psikolojik temellerini sistematik olarak inceleyen bir
disiplindir.
SOSYAL
PSİKOLOJİNİN KISA TARİHİ
Völkerpsikoloji: 19. yüzyılda, Almanya’da geliştirilmiş, kültürel davranışın
tarihsel ve karşılaştırmalı olarak çalışılması gerektiğini öne süren bir sosyal
psikolojik yaklaşımdır. Wilhelm Wundt
tarafından geliştirilen Völkerpsikoloji, belirli bir sosyal gruba ait olan
insanların bireysel değil kolektif bir biçimde düşünme eğiliminde olduklarını
ileri sürer.
Kitle Psikolojisi: 19. yüzyılın sonunda Fransız kuramcı Gustave Le Bon ile başlayan,
bireysel psikolojiden farklı olarak kitlelerin kendine özgü psikolojisi olduğunu
ileri süren bir sosyal psikolojik yaklaşımdır
Sosyal psikoloji, bu iki ekolün
uzantısıdır.
Kitle psikolojisinin temel fikri “grup
zihni”dir. Kitle ve grupların yaşayan bir organizmaya benzetildiği bu yaklaşıma
göre, kitle ve grupların kendine özgü düşünsel özellikleri, yani “zihni” vardır.
Kitleler, bireyden farklı olarak, ilkel ve daha
düşük entelektüel ve ahlaki düzlemde davranış gösterirler.
Modern
Sosyal Psikoloji
Modern sosyal psikoloji deneysel yönteme ağırlık
veren bir bilim dalıdır. 19. yüzyılın sonlarında Triplett tarafından gerçekleştirilen deney, sosyal psikolojinin ilk
deneyi kabul edilir (Triplett, bisiklet kullanan insanların yarışta olmasalar bile
başka bisikletlilerin varlığında, tek başlarına olduğu duruma göre daha hızlı bisiklet
sürdüklerini gözlemiş ve başkalarının varlığının performansı arttırdığına
destek verdiği iddia edilmiştir).
Psikolojik sosyal psikolojinin temsilcisi
olarak McDougall, tüm görüşünü
içgüdü kavramına dayandırmıştır. Darwin’in evrim kuramından etkilenen
McDougall, doğuştan getirilen zihinsel özellikleri sosyal yaşamın temeli olarak
görmüştür.
Psikolojideki davranışçılığı sosyal
psikolojiye taşıyan kişi Floyd Allport’tur.
Davranışçı sosyal psikolojinin temsilcisi
Allport, “grup zihni” kavramını gözlenemeyen bir yapı olduğu gerekçesiyle
reddetmiş, ona göre grup, bireylerin özelliklerinin toplamından daha fazla bir şey
değildir ve dolayısıyla grup davranışını anlamak için birey psikolojisini bilmek
yeterlidir.
1930’lu yıllardan Avrupa’dan ABD’ye göç
eden bilim insanlarından Kurt Lewin, Solomon Asch ve Muzafer Sherif zihinsel
olguları sosyal psikolojiye tekrar
Soktular bununla beraber grup zihni yaklaşımını
da reddettiler. Gestaltçı bakış açısından grubu
gerçek bir psikolojik olgu olarak ele aldılar. Bu gelenekte, Lewin’in öğrencisi
Festinger’ın grup içi süreçleri, kişilerarası etkileşimi ve sosyal etkiyi farklı
biçimde anlamaya olanak veren sosyal karşılaştırma ve bilişsel çelişki kuramlarını
anmak gerekir.
Sosyal Karşılaştırma: İnsanların kendi yetenek ve fikirleri hakkında bilgi sahibi
olmak için kendilerini diğerleriyle karşılaştırma sürecidir.
Bilişsel Çelişki: Davranışla tutarsız olan tutumların yarattığı psikolojik sıkıntı
ve bunun tutumları değiştirmek yönünde yarattığı baskıdır.
Savaş sonrası dönemde ırkçılığı anlamak
için geliştirilmiş pek çok kuram ve araştırma programı mevcuttur. Bunlar
içinde, en popüler olanı Adorno ve arkadaşlarının geliştirdiği Otoriteryen Kişilik kuramıdır.
Hovland ve arkadaşlarının yaptığı deneysel çalışmlar tutum değişimine
odaklanmış, ve genel olarak tutumlar en çok çalışılan konu haline gelmiştir.
Günümüzde devam eden kuram ve araştırmalar:
Moscovici tarafından geliştirilmiş Sosyal Temsiller ve Henri Tajfel’in geliştirdiği Sosyal Kimlik
yaklaşımıdır. Tutum odaklı çalışmaların gerilemeye başladığı dönemde (60’lardan
sonra) tutum çalışmalarının yerine nedensel yükleme çalışmaları yükselişe
geçmiştir. Temelini Heider’ın attığı
atıf kuramı, bireylerin günlük yaşamda diğerlerinin davranışlarını nasıl açıkladıklarına
odaklanan bir kuramdır.
Atıf Kuramı: İnsanların sosyal etkileşimde neden ve sonuç ilişkilerini
nasıl çıkarsadıklarını açıklamak üzere geliştirilmiş bir yaklaşımdır.
Sosyal Temsiller: Sosyal olguların (örneğin: “yoksulluk” ve “delilik”) verili
bir kültür ya da toplumda anlaşılma biçimi ve bu anlama biçiminin söz konusu
sosyal olguları yorumlamada bir temel sağlamasıdır.
Sosyal Kimlik: Bireyin benliğinin bir parçasını oluşturan, grup üyeliklerinden
elde ettikleri kimliktir; bireyin benliğini başka bir parçasını oluşturan ve
bireyin biricikliğiyle ilgili olan bireysel kimlikten farklıdır.
1970’lerin ortalarında, günümüzde de sosyal
psikoloji alanını ağırlıklı olarak belirlemeye devam eden sosyal biliş yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Psikolojideki bilişsel yaklaşım, sosyal psikolojiye “sosyal biliş”
yaklaşımıyla uyarlanmıştır.
Sosyal Biliş: Nesneler değil, insanlar hakkındaki bilgiyi işlemeyle ilişkili
zihinsel süreçlerin çalışılması ya da sosyal etkileşimle ilgili zihinsel
süreçlerin çalışılmasıdır. Bu yaklaşımın temel
varsayımı, sosyal dünyanın çok karmaşık olması ve insanın sınırlı bilgi işleme
kapasitesi olan zihninin bu karmaşıklığın üstesinden gelememesidir. Bu yüzden
de, sosyal dünyaya ait bilgiyi işlerken kestirme yollar kullanırız ve bu da
bilgi işlemede hatalı sonuçlara yol açar.
Sosyal psikolojide kullanılan araştırma
yöntemlerini deneysel yöntemler ve deneysel olmayan yöntemler olmak üzere iki
geniş kategoride toplamak mümkündür.
Deneysel
Olmayan Yöntemler
Bu yöntemlerle gerçekleştirilen araştırmalardan
nedensel bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Bu tür araştırmaların sayısal veri
elde edilebilenlerinde değişkenler arasındaki korelasyon araştırılır. Bunlar
korelasyon yöntemi olarak adlandırılabilir.
Doğal
Gözlem
Doğal gözlem söz konusu sosyal davranışı
sistematik bir biçimde gözlemeyi, kaydetmeyi ve kodlamayı içermektedir.
Araştırmacı gözlemini bazı durumlarda
görünmeden gerçekleştirebilir. Diğer durumlarda araştırmacı gözlediği grup ya
da topluma katılır ve hatta bir süre onlarla yaşayabilir. Bu durumda katılımcı
gözlem gerçekleştirmiş olur.
Bu yöntemde çoğu kez sayısal veriler elde
edilemez. Bu da toplanan verileri standartlaştırma sorunu yaratabilir. Gözlenilen kişiler, gözlendiklerini bildiklerinde “doğal”
olmayıp, “tepkisel” davranmaya başlar. Bu tür durumlarda doğal gözlem amacına ulaşmamış
olur.
Survey
Yöntemi
Survey yöntemi ile bir davranışın ya da bir
tutumun bir toplumda ya da belli bir grupta görülme derecesi ve bunların yaş,
cinsiyet, eğitim düzeyi, sosyal ardalan vb. etmenlerle nasıl bir ilişki içinde
olduğu araştırılmaktadır. Veri toplama tekniği
olarak anket ve görüşme kullanılır. Anket, açık uçlu ya da çoktan seçmeli
olarak hazırlanmış soru formudur.
Örneklem: Geniş bir evrenden katılımcıların seçimidir.
Seçkisiz örneklem: Her potansiyel katılımcının örnekleme seçilme şansının eşit
olduğu örneklemdir.
Temsil edici örneklem: Örnekleme, evrenin özelliklerine oldukça yakın özelliklere
sahip katılımcıların seçilmesidir.
Arşiv
Araştırması
Arşiv araştırmasından genellikle istatistik
verilerin kullanılması akla geliyorsa da, her türlü yazılı ve görsel materyal
(ör. halk hikayeleri, gazeteler, romanlar, anılar, tv programları ya da video
bantlar vb.) araştırmacı için arşiv olarak işlev görebilir.
Deneysel
Yöntemler
Bütün araştırma yöntemleri içinde değişkenler
arasında neden-sonuç ilişkisinin kurulabileceği tek yöntem deneydir.
Deney yönteminde temel olarak, bir ya da
daha fazla bağımsız değişken değişimlenmekte (manipüle edilmekte) ve bu
müdahalenin bir ya da daha fazla bağımlı değişken üzerinde yarattığı etki
ölçülmektedir.
Bağımsız değişken: Bir deneyde bağımlı değişken üzerindeki etkisini görebilmek
için değişime uğratılan değişkendir.
Bağımlı değişken: Bir deneyde bağımsız değişkende yapılan değişimlerin, üzerinde
yol açacağı etkiyi görmek için ölçülen değişkendir.
Denek: Bir deneyde tepkileri ya da cevapları gözlenen ya da
ölçülen bireylerdir.
Deney grubu: Bir deneyde bağımsız değişkende yapılan değişimin uygulandığı
gruptur.
Kontrol grubu: Bir deneyde bağımsız değişkende yapılan değişimin uygulanmadığı
ve deney grubu ile karşılaştırmak için kullanılan gruptur.
Laboratuvar
Deneyleri
Dış dünyadan tamamen farklı yapay koşullarda
gerçekleştirilirler.
Kontrolün en üst düzeyde olduğu yöntemdir.
Laboratuvar deneyleri yapay bir ortamda
gerçekleştirildiğinden, burada elde edilen sonuçları gerçek yaşama genellemek
zordur.
Alan
Deneyleri
Alan deneyi ile laboratuvar deneyi temel
mantık açısından aynıdır.
Doğal ortamda gerçekleştirildiğinden,
sonuçların gerçek yaşama genellenme sorunu yoktur.
Sosyal Algı
Seçmen olarak bizim görevimiz, bizim adımıza
yönetecek doğru insanları seçmektir.
İnsanlar arasındaki ilişkiler önemli ölçüde
algıya dayanmaktadır. Bir kişinin resmine
bakarak, caddeden geçene şöyle bir göz atarak; o kişinin nasıl biri olduğuna
ilişkin fikir oluşturabiliyoruz. İki
insan anlık buluşmalarında bile birbirleri hakkında karşılıklı izlenimler oluştururlar.
Buluşmaların sayısı arttıkça izlenimlerin miktarı, dolayısıyla gerçekliği de artar.
Bir insanla ilgili algımızı başkalarından sağladığımız
bilgiler göre de oluşturabilmekteyiz.
İzlenim oluşturma bir kişiyle kurulan iletişim süresince algılanan
özelliklerin değerlendirilerek o kişi hakkında bir fikir oluşturma sürecidir.
İzlenim oluşturma sosyal algının
ilk basamağıdır.
İzlenim
oluşturmada altı genel ilke:
1- İzlenimler çok az bilgiye dayalı ve çok
çabuk bir şekilde oluşturulur.
2- Biz karşımızdakinin en çarpıcı
özellikleri ile onu başkalarından ayıran-farklı kılan özelliklerini kullanarak
izlenim oluşturmaktayız.
3- Bir davranıştan anlam çıkarırken-bir
davranışı yorumlarken; o davranışın yapıldığı koşulları esas alırız. Bağlamından
soyutlanmış değerlendirmelerde bulunmayız.
4- İnsanları tek tek değil, belli grupların
üyeleri olarak görme eğilimindeyiz.
Sözgelimi hastanede beyaz önlük giymiş
birisini doktor olarak düşünürüz.
5- İnsanların davranışlarını yorumlarken,
önceki bilgilerimizi kullanırız. İzlenim oluştururken önyargılarımız
devrededir.
6- Bizim kendi ihtiyaç ve amaçlarımız, algılamalarımızı
etkilemektedir.
İzlenim
oluştururken kullanılan bilgi kaynakları:
Roller: Hırsız ve siyasetçi gibi belirli rolleri olan insanlar hakkında
sahip olduğumuz peşin hükümleri ifade eder.
Fiziksel İpuçları: İnsanların yüzleri bile onlarla ilgili yargılara esas olabilmektedir
(sakallı bir insanı sakalının biçimine göre kategorize edebiliriz).
Ayırıcı Özellikler: İlk bakışta göze çarpan özellikler (mimik ve tikler
gibi)bu kategoridedir.
Herhangi bir durumda ya da ortamda alışılmamış,
farklı bir hareket, kişiyi daha çarpıcı-dikkat çekici yapar.
Davranışlardan
Kişilik Özelliklerini Çıkarsama
Basit bir davranışını gözlemlediğimiz
insanın diğer birçok özelliği hakkında da fikir ortay atabiliriz. Yardımsever
birisinin ayrıca kibar ve cana yakın olduğun düşünmek buna örnektir.
Gruplama
(Sınıflara Ayırma)
İnsanları en genel anlamda, görünüşteki doğal
benzerliklere göre sınıflara ayırırız. Bir
bireyin belli bir grubun üyesi olduğunu bildiğimizde; onunla ilgili yargılarımızda,
kategoriye ait şemalarımızı kullanırız. İnsanları belli sınıflara-gruplara
yerleştirdiğimizde, ilgili bilgileri işleme hızı da artmaktadır.
Bağlamın
Etkisi
Bağlam etkisi iki şekilde olabilmektedir: Zıtlaştırma
etkisi ve benzeştirme etkisi. Zıtlaştırma etkisi,
çevresel bağlam dışında yargılar üzerindeki yanlılık etkisi anlamına
gelmektedir. En iyisini tecrübe eden bir kişi, bunun hemen ardından ortalamanın
üstüyle karşılaşsa dahi memnun kalmayabilir. Bunun tersi de mümkündür. Eşir
olmayanları aynı anda kıyaslarken ise seçici kişi geride, aşağıda olanı
diğerine yaklaştıran yargılara meyleder. Angelina Jolie’nin yanındaki Sibel
Can’a “sen de güzelsin” demek gibi…
Çeşitli
çıkarsamalardan genel bir izlenim oluşturmak
Değerlendirme:
İzlenimin en önemli ve güçlü sonucu bir değerlendirme
sağlamasıdır. Her ne hakkında olursa olsun, izlenim edinilen şeyle ilgili; iyi,
kötü, ince, kalın gibi genel bir kategori oluştururuz ve bu, değerlendirme
başlığının içeriğidir.
Olumsuzluk Etkisi:
İnsanlar olumsuz olarak nitelenebilecek
özelliklere karşı daha duyarlıdırlar. Dolayısıyla
bir insana ilişkin izlenimde bu olumsuz yanlar daha çok dikkate alınır.
Olumluluk Yanlılığı:
Tek tek insanları grup ya da nesnelerden
daha olumlu değerlendirme eğilimidir.
Duygusal Bilgi:
İnsanlar karşılarındaki kişiye ilişkin değerlendirmelerinde
onların duygusal durumlarından da etkilenirler. Bir insandaki mutluluk duygu
durumu, onun özellikleriyle ilgili izlenim edinmeyi kolaylaştırmaktadır. İzlenim
edinmede kızgınlık durumu mutluluğa oranla daha az, duygunun olmaması ise en az
etkili durumlardır.
Anlam Yükleme:
Bir kişi hakkında edinilen her yeni bilgiye
yüklenen anlam; o kişi hakkında önceden bilinen bilgilere bağlı olarak değişir.
Tutarlılık Yükleme:
İnsanlara ilişkin algılarımızın çoğu, iyi
ve kötü kategorileriyle belirlenir. İyi olarak değerlendirilenler olumlu bir
çerçeveye yerleştirilir ve ona hep olumlu özellikler yüklenir. Tersine başlangıçta
olumsuz bulunan birisine de olumsuz özellikler yakıştırılır. Bu eğilim “halo etkisi” olarak isimlendirilmektedir.
Şemalar:
Bunlar belli bir roldeki insanlar için
(örn. doktor, hırsız, siyasetçi) elimizde olan, organize edilmiş kavramlardır.
Birçok veriyi, zihnimizde oluşturduğumuz kategorilere göre tasniflemek anlamına
gelir. Bu sayede bilgi işleme hızı artar. Sözgelimi herkesin Atatürk ile ilgili
bir şeması vardır.
DAVRANIŞA
NEDEN YÜKLEME
Grup içinde bir kişi neden hep kendisinden
söz etme ihtiyacı duymaktadır?
Bir başkası neden hiç konuşmaz?
Yükleme
Kuramı (Atfetme Kuramı)
Olayların ya da davranışların nedenlerine
ilişkin izlenim oluşturmaktır.
Fritz
Heider (1958) tarafından geliştirilmiştir.
Ona göre insanlarda iki güçlü güdü vardır: Birincisi
dünyayla ilgili tutarlı-geçerli bir anlayışa sahip olma; ikincisi, çevreyi
denetim altında tutma güdüsüdür. Bunlar çevrede olup bitenleri kestirebilme ve
denetim altında tutabilme ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
Uygun
Çıkarsamalar Kuramı
İnsanların yaptıkları ya da yapmadıkları şeylerin
(davranışlarının) nedenlerini anlamaktır. İnsanın gösterdiği bir davranışın o
anki koşullar nedeniyle mi yoksa kişilik özelliklerinden mi kaynaklandığını açıklayan
bir kuram “Uygun Çıkarsamalar Kuramı”dır. Bu kurama göre davranışın gerçekleştiği
bağlama bakmak gerekmektedir. İş görüşmesine giden birinin her zamankinden
farklı ve fazla süslenmesi, rol kesmesi gibi davranışların nedenini, bağlamı
dikkate alarak çözebiliriz.
Bir başka ölçüt; kişin yaptığı bir davranışı
özgür iradesiyle mi yoksa durumsal baskılar nedeniyle mi yaptığını bilmektir.
Bir başka ölçüt; davranışın, kişinin
toplumsal rolünün bir parçası olup olmadığını bilmektir.
Birlikte
Değişim Kuramı
Birlikte değişim kuramına göre; nedensellik
yüklemelerinde bulunurken, üç tür bilgiden yararlanılmaktadır. Bu bilgiler
“tutarlılık bilgisi”, “belirginlik bilgisi” ve “yaygınlık bilgisi”dir.
Tutarlılık bilgisi, davranış zaman içersinde ve farklı koşullarda değişiyor
mu?
Belirginlik bilgisi, bir durum karşısında gösterilen tepkinin o duruma mı özgü olduğuna
yoksa benzer bütün durumlarda da gösteriliyor olup olmadığına bakılır.
Yaygınlık bilgisi, eldeki verinin niceliğinin araştırılmasıdır.
YÜKLEME
SÜRECİNDE YANLILIKLAR
Temel
Yükleme Hatası
Bir insanın yaptığı bir davranışı; içinde
bulunduğu koşullarla değil de onun genel eğilimleri ile yani kişilik özellikleri
ve tutumlarıyla açıklama eğilimi, temel yükleme hatası olarak
isimlendirilmektedir.
Oyuncu-Gözlemci
Yanlılığı
Başkalarının yaptığı hataları onların içsel
özellikleriyle; kendimiz aynı hatayı işlediğimizde bunu durumsal faktörlerle açıklama
eğilimindeyiz.
Yanlış
Yanlılık Bilgisi
Kendi davranış ve fikirlerimizin yaygınlığını
abartma eğilimine yanlış yanlılık bilgisi denir.
Kendine Hizmet Eden Yükleme Yanlılığı
Başarıdan pay çıkarıp, başarısızlıktaki
sorumluluğu yadsıma eğilimine denir.
Öğrenciler sınavda iyi not aldıklarında bu
kendi başarılarıdır; kötü not aldıklarında ya sorular çok zordur, ya da öğretmen
zayıf vermiştir.
Sosyal Biliş
Sosyal Biliş: Toplumsal dünyaya ilişkin bilgileri yorumlama, analiz
etme, anımsama ve kullanma biçimimizdir.
Başkaları hakkında karar verirken, çok kez
hızlı olmak ve eldeki bilgilerle yetinmek zorundasınız. Ancak insanoğlu buna
çözüm olabilecek karar verme stratejileri geliştirmiştir.
Sosyal
Sınıflama
İnsanları, ortak özelliklerine göre gruplara
ayırmadır.
Bir sınıfın özeliklerini en iyi temsil eden
elemana, o türün modeli (prototipi) diyoruz. Prototip,
türü temsil eden ve bizim zihnimizde olan bir modeldir.
Sosyal sınıflamada ilk yaptığımız, onları
görülen fiziksel özelliliklerine göre sınıflamaktır.
SOSYAL
BİLİŞ ŞEMALARI
Şema, kimi kavram ya da uyaranlara ilişkin
organize edilmiş, biçimlendirilmiş biliş setleridir.
Şemaların
Düzeni
Şemaların önemli bir özelliği, bir düzene
sahip olmalarıdır. Şemaların hem soyut ve genel öğeleri, hem de daha somut ve
biri biriyle bağlantılı öğeleri vardır.
Şemalar
Bilgiyi Kullanmamıza Yardımcı Olurlar
Şemalar
Anımsamamıza Yardımcı Olurlar
Şemayla tutarlı şeyler, şemayla ilgisi
olmayan şeylerden daha iyi anımsanmaktadır.
Şemalar
Bilgi İşlemeyi Hızlandırırlar
Şemalar
Otomatik Yargıda Bulunmaya Yardım Ederler
Şemalar
Bilgideki Boşlukları Doldurur
Şemalar
Yorumlamaya Yardımcı Olurlar
Şemalar, belli bir alandaki bilginin, bu
alanla ilgili başka bilgilerle nasıl ilgili olduğunu söyler ve belirsiz
durumları yorumlamada yardımcı olurlar.
Şemalar
Beklentiler Oluşturur
Hayata dair zihnimizdeki şema bize
gelecekle ilgili hayaller ve beklentiler içine girme imkânı verir. Bu durum,
bir ilişki veya meslek seçimi gibi çeşitli başlıklar altında nicelenebilir.
Şemalar
Duyuşlar İçerir
Duyuş, şemanın içeriğine ilişkin sahip olduğumuz duygulardır.
Öncelik Etkisi: Bir kişi hakkında edinilen ilk izlenimlerin sonrakileri belirlemede
esas olması ve sonrakilerden daha etkili olmasıdır.
KALIP YARGILAR
Kalıpyargı: Bir sosyal sınıfın bütün üyeleri tarafından paylaşıldığına
inanılan özellikler topluluğudur. Kalıpyargı
cinsiyet, ırk, meslek, fiziksel görünüş, yerleşim yeri, bir örgüt ya da gruba
üye olma gibi ayırt edici bir özelliğe dayanan bir şema türüdür.
Kalıpyargıları
Harekete Geçiren Faktörler
Ziziki görünümün verdiği ipuçları kalıpyargının
harekete geçirilmesi ya da etkisizleştirilmesinde önemli olmaktadır.
Kalıpyargısal düşünmenin açıkça
görülebilecek en temel niteliği “çabukluğu”dur.
Belli koşullarda derhal harekete geçmek
için temel oluşturur.
Yanıltıcı İlişki: Gerçekte, aralarında çok az ya da hiçbir ilişki yokken;
iki değişkenden birinin diğeriyle ilişkili olduğu inancıdır.
Kalıpyargılarla
Düşünme, Daha Çok Güçlünün Özelliğidir
Her hangi bir toplumda güç sahipleri, daha
güçsüz olanları çeşitli şekillerde yönetmekte ve denetlemektedirler.
ZİHİNSEL
KISA YOLLAR
Kalıpyargılar ve öteki zihinsel kısa yolların
avantajı, karar verilmesi-yargıya varılması gereken bir konuda, ilgili
olabilecek pek çok bilgiyi göz ardı ederek hızlı davranmamızı sağlamasıdır.
Temsililik
Kısa Yolu
İnsanların bir toplumsal sınıf üyesi olmasına,
o sınıfın prototipine ne kadar uygun olduğuna bakarak karar verme eğilimidir.
Yani bireyin sahip olduğu özelliklere bakarak
onu bir toplumsal grup içine dâhil etmedir.
Bilinirlik
Kısa Yolu
Kolayca anımsanabilen örneklerin, ya da anımsadığınız
bilgilerin karar vermede esas alınması, bilinirlik kısa yolu olarak
isimlendirilmektedir.
Simülasyon
Kısa Yolu
Olasılıklar hakkında düşünmek, öngörüde
bulunmak halidir.
Bilgiyi
yorumlamak için kullanılacak şemanın seçiminde etkili olan faktörler
Çevre
Şemalar bilginin doğal ortamıyla ilgilidir.
Farklılık
Başka insanların davranışlarını yorumlamamız,
onlarla ilgili hangi bilgilerin çevre tarafından farklı kılındığına bağlıdır.
Roller
Rol şemaları, kişisel özelliklerden önce düşünülür.
Öncelik
Bir kişi ya da ortamın analizi için hangi şemanın
kullanılacağı, sıkça, o kişi ya da ortamla ilgili olarak edinilen ilk bilgiye
bağlı olmaktadır.
İpucu Verme
Bir durumu değerlendirmek için son
zamanlarda kullandığımız bir şema varsa, muhtemelen benzer yeni bilgilerin
yorumlanmasında da o şemanın bilgileri kullanılacaktır. Gıybet, dedikodu
sonrası görüştüğümüz kişilerin sözlerini bu süzgeçlerden geçiririz.
Önem
Karar vermeyi gerektiren koşullar göreli
olarak önemsiz olduğunda, insanlar şemaya dayalı kararlarını göreli olarak daha
çabuk ve çok az bir düşünmeyle verebilirler.
Bireysel
Farklılıklar
Hepimizin kendimize özgü benlik-şemalarımız-kendimiz
hakkında düzenlenmiş bilgi yapılarımız vardır. Dolayısıyla bilgi işleme
süreçlerimiz ve yorumlarımız da farklı olmaktadır.
Amaçlar
Bir ortam için sahip olduğumuz bir amacımız
olduğunda, o ortamdaki bilgileri, bu amacımıza uygun düşecek şekilde
düzenleriz.
ATFETME
İnsanların kendisini ve çevresini anlama
isteği, onu atfetme süreçlerini kullanmaya yöneltir.
Başkalarının davranışlarını kestirebilme,
çevre üzerinde denetim kurabilmenin de bir aracıdır.
Bir kişinin davranışı, ya o kişiye ait
özelliklerden, ya da o kişinin içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanır.
Başkalarının davranışları hakkında karar
verirken ilk baktığımız şey, davranışın olağan, alışılagelmiş bir davranış mı,
yoksa alışılmışın dışında, tuhaf, ender görülen bir davranış mı olduğudur (normallik).
Dikkat ettiğimiz ikinci yön, o kişinin ne
kadar tutarlı davrandığıdır (tutarlılık).
Son olarak davranışın ayırt-edici olup
olmadığına bakarız.
Sosyal Etki ve Sosyal Güç
Doğanın ya da tanrının yarattıklarına karşılık,
insanoğlunun yaşayarak yarattığı, öğrendiği, öğrettiği, aktardığı, geliştirdiği
maddi manevi anlamda her şey kültürdür. Kültürleme; bir toplumdaki kültürü, o toplumun bireylerine
kazandırma sürecidir.
Uyum bir kişinin inanç ve
davranışlarını, grup standartlarına göre değiştirme eğilimidir. Grup normlarına
uyma, bazen toplumsal uyumu gerçekleştirmek ve toplum içinde kabul görmek için
ödenen bir bedeldir.
Sosyal normların etkililiğini, özellikle
gençlerin günlük yaşamdaki grup standartlarına uygun giyinme, saçlarını buna
göre kestirme ve okulda buna göre davranmaları şeklinde görebiliriz. Bu konuda
en tanınmış araştırmalar Muzaffer Şerif’e aittir.
İnsanlar kendi düşüncelerini grup
içerisindeyken azınlıkta kalmamak veya aykırı görünmemek için bloke etme
eğilimi gösterirler. Çıplak olduğu söylenene kadar herkes kralı alkışlamaya
devam eder. Uyum eğilimi toplumumuzda o kadar fazla ki, oldukça iyi düşünen
insanlar bile, bazen siyaha beyaz diyebiliyorlar.
İnsanlar doğru davranmış olmak ve beğenilmek
için uyum gösterirler.
Bilgisel
Etki; Doğru Davranma Arzusu
Grubun bilgisine olan güvenimiz arttıkça
onlara uyum eğilimimiz de o kadar artar. Konu veya soru karşısında bilgisi
yeterli olmayan kişiler, gruba daha fazla uyum gösterir.
Normatif
Etki; Beğenilme Arzusu
Normatif etki: Ödüller almak ya da cezalandırmaları
önlemek isteğine bağlı uyum, itaattir.
İNSANLAR
NE ZAMAN UYUM GÖSTERİR
Uyum gösterme genellikle grubun büyüklüğü
ile artar.
Birey, ittifak halindeki bir grupla karşılaştığında,
grubun uyum baskısı çok büyük olabilir. Buna karşılık grupta görüş birliği
yoksa uyum seviyesinde büyük bir düşüş olabilir. Grup kararlarını reddeden bir
kişi bile olsa, uyum seviyesi düşer.
Grup ve üyeleri arasındaki bağın gücü de
uyumu etkiler. Kişisel çıkarlar, ödül ve vaatler, kişiyi grupla uyumlu
davranmaya zorlayabilir.
Aşırı bireyci kişiliği olanlar daha az itaatkâr,
daha eleştirel ve daha kabadırlar.
Azınlığın davranış biçimi önemlidir. Etkili
olabilmek için güçlü ve tutarlı olmalıdır. Azınlık
kendi pozisyonunda fazla ısrarlı olursa, çoğunluk kendi görüşünün doğruluğunu
sorgulamaya başlar.
BOYUN EĞME - İTAAT
Genelde, alışkanlıklarımız hariç; biri
bizden sıradan bir şey istediğinde ve buna bir neden gösterdiğinde, uyum
gösterir, isteneni yaparız.
İnsanlar birbirlerini çeşitli yollarla
etkileyebilir (etkilemek=yaptırım gücü).
Ödüller
Bazı ödüller oldukça kişiseldir, örneğin
bir arkadaştan gelen onaylama gülümsemesi. Diğerleri ise -örneğin para- kişisel
değildir.
Baskı
Baskı fiziksel güç kullanımından, ceza
tehdidine veya onaylamama işaretlerine kadar genişletilebilir.
Uzmanlık
Uzmanlara güvenir ve tavsiyelerine uyarız.
Doktor, hastasına zehir bile verse hasta o zehri ilaç niyetine kullanmakta
tereddüt etmez.
Bilgi
Sıkça insanlara bilgi vererek ve onlara doğru
hareket yönünü göstererek onları etkilemeye çalışırız (şu film iyi bu araba çok
kötü gibi).
Yasal Otorite
Bir hâkimin siyah cübbesi, doktorların
beyaz önlüğü, polislerin mavi üniforması otorite ve statü göstergeleridir.
Acizliğin Gücü
Bir işin üstesinden gelmekte yetersiz kişilere
yardım etmek bir sosyal sorumluluk olarak kabul edilir.
Boyun Eğdirme Teknikleri
Önce Küçük, Sonra Büyük Rica Tekniği
(Foot-in-the door Tekniği)
Kişilerin küçük isteği kabul ettikten sonra
büyük isteği kabul etmeleri daha kolay olacaktır. Buna önce küçük, sonra büyük
rica (foot-in-the-door) tekniği denir. Bu birçok reklam kampanyasında açıkça ya
da üstü kapalı biçimde kullanılır.
Önce Büyük, Sonra Küçük Rica Tekniği (The
door in the face Tekniği)
Tekniğe göre önce çok büyük bir istekte
bulunmak, kabul edilmeyince daha küçük bir istekte bulunmak küçük isteğin
kabulünü arttırır.
Sen isteğini küçülttüğünde, karşındaki
senin uzlaşmak istediğini düşünecektir.
Giderek Artan Ricalar Tekniği (The low ball
Tekniği)
Araştırmacılar bir deneye katılmayı isteyip
istemeyeceğinizi sorar. Siz kabul ettikten hemen sonra da deneyin saatini size
söyler, ilginçtir ki deneye katılım gerçekleşir!
Sadece O Değil Tekniği (The that’s not all)
Hülasası bir alana bir de bedava tarzı
satış tekniğidir.
Sıradışı İstek Tekniği (The pique Tekniği)
Bir dilencinin standart dışı dilenme
tekniği kazancını artırır.
Dış Baskıya Direnme
Dış baskı genelde boyun eğmeyi arttırıyor.
Bazen çok fazla baskı kişinin, istenilenin
tam tersini yapmasına neden olabilir.
Buna tepki denir. Tepkinin alt eşiği kişisel
özgürlüğün ihlal edildiğinin düşünülmesidir.
OTORİTEYE BOYUN EĞME
İtaat kavramı yasal otoritenin baskı
uygulayabileceği inancına dayanır.
Milgram
Deneyleri
Stanley Milgram 1960’larda, laboratuar
ortamında yaptığı deneylerle, otoriteye itaat konusunu incelemiştir.
Araştırmalarının sonucunda normal insanların, otoritenin güçlü baskısına maruz bırakıldıklarında,
yıkıcı davranışlar sergileyebileceklerini söylemiştir.
Tutum ve Tutum Değişimi
Oluşturdukları tutum sonucunda bireyler davranışlara
yönelirler.
Tutumlar gözlenemezler ama insanların
davranışları değerlendirilerek, onların tutumlarının nasıl olduğu veya ne tür
bir nitelik taşıdığı anlaşılabilir.
Tutum: Bir bireye atfedilen ve onun bir psikolojik obje ile
ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturulan eğilimdir.
Tutumu açıklarken yararlanabileceğimiz
kavramlar:
İnançlar,
Değerler,
Normlar,
İdeolojiler,
Sosyal temsiller
İnançlar
İnançlar, bireylerin kendi duygularının (iç
âlemlerinin) bir yönü ile ilgili algıların ve tanımların meydana getirdiği
sürekli duygular ağıdır
İnançlar, bilgi, kanaat ve imanı kapsayan
psikolojik bir olaydır.
Değerler
Değerler, davranışın ardında yatan tutumları
yansıtmaktadır.
Değerler, çevremizde oluşan insanlarla
kurmuş olduğumuz ilişkilerle öğrenilir.
Normlar
Bir toplumdaki standartlar veya kurallar
sistemidir.
İdeolojiler
İdeoloji hayatımızda insanların toplumsal
hayatını düzenleyen, insanların yaşarken dünya hayatının öncesi ve sonrasına
dair edindiği fikirlerdir. Tam olarak şunu söylemeye çalışıyor ideoloji
tanımıyla; din nasıl ki hayatı yaşama biçimi hakkındaki kurallar ise işte
ideoloji de tam olarak onun yerine geçsin diye icat edilmiş bir
kavram/tanımlamadır. Ne var ki bu tanım hatalıdır.
Sosyal Temsiller
İnsanların tutumları, içinde yaşadıkları
grup ya da toplumları yansıtır. Yani insanlar, temsil ettikleri grup ya da
toplumları yansıtırlar.
TUTUMUN BİLEŞENLERİ
Duyusal Bileşen
Bireyin tutumu, bireyin nesnesine ilişkin
duygu ve değerlendirmelerinden oluşur (bir şeyi severek icra etmek veya zoraki
olarak icra etmek, kişinin duygu durumuna göre farklı tutumlar ortaya koymasına
neden olur).
Bilişsel Bileşen
Tutumun bilişsel bileşeni bireyin tutum
nesnesine ilişkin düşünce, bilgi ve inançlarından oluşur (sevip sevmemek değil
de amaç, hedef doğrultusunda yapılan işlerdeki tutumumuzda bilişsel bileşenler
etkili olur).
Davranışsal Bileşen
Bu bileşen bireyi tutum nesnesine ilişkin
davranışlarda bulunmaya eğilimli kılar. Örneğin, dersini sevdiğimiz bir hocanın
bir diğer verdiği dersi almak isteriz. Ancak bunun için uygun koşullar yok ise
isteğimizi rafa kaldırırız. Bu kararı belirleyen davranışsal bileşendir.
TUTUM VE DAVRANIŞ
Tutum ve davranışlar arasında kesin olarak
tutarlılık vardır dememizi gerektirecek bilimsel verilere sahip değiliz (çünkü
her zaman istisnalar vardır).
Tutumlarla davranışlar arasındaki ilişkileri
kısıtlayan etkenler:
Çevresel Etkenler
Tutum Dışı Etkenler
Ölçüm Hatası
İnsanlar bulundukları ortamda yalnız değildirler.
Kişi etrafındaki değişikliği izler. Bu değişimlerden yeni bilgi elde eder, elde
ettiği bilgi ve oluşturduğu inanç ve değer sistemi doğrultusunda dış dünyaya
uyum sağlamaya çalışır. İşte bu uyum isteği, zamanla tutumların değişmesine yol
açar
Tutum
Değişim Kuramları
Öğrenme Kuramları
Bu kuramlar, tutumların koşullandırma yolu
ile değiştirilebileceğine işaret etmektedir. Öğrenme, bireyin tutum konusunu
birtakım iyi veya kötü deneyimlerle ilişkilendirmesi sonucu oluşur.
İşlevsel Kuramlar
Bu kuramlar tutumların amaçlar için
geliştirilen araçlar olduğu düşüncesinden hareket eder.
Araçsal işlev, bireyin en fazla ödül ve en az cezayı isteyeceği varsayımına
dayanır.
Benlik koruyucu işlev, bireyin bilmek istemediği öz-algılamalarından kendini koruma
isteği ile ilgilidir (yaptığı hırsızlıkları sosyal projelere destek vererek
gizlemeye çalışan siyasetçi gibi).
Değer ifade edici işlev, bireyin merkezi değerleri ile tutarlı tutumları gösterme isteğine
dayanır.
Bilgi işlevi, insanın bilgi edinme ve bu bilgiyi esasta kargaşa
halindeki çevreye anlam verecek şekilde örgütleme gereksinimine dayanmaktadır.
Bilişsel
Tutarlılık Kuramları
Bu yaklaşımın savunucularına göre insanların
bilişleri arasında bir tutarlılık eğilimi mevcuttur.
Bilişsel Denge Kuramı: Birbirinden hoşlanan iki bireyin muhtelif durumlar
karşısında benzer/dengeli tutumlar göstereceği önermesine dayanır.
Bilişsel Uygunluk Kuramı: Bir bireyin sadece başka bir birey ya da nesneye karşı olumlu
veya olumsuz tutumun etkisi üzerinde durulmaktadır.
Bilişsel Tutarsızlık Kuramı: Bu kurama göre eğer bir insan psikolojik olarak (mantıksal
olması gerekli değildir) ayrı iki bilişe sahipse bu ayrılık (uyumsuzluk/çelişki)
rahatsızlık vericidir ve kişi bu uyumsuzluğu azaltmaya çalışır.
Algısal
Yaklaşımlar
Bu yaklaşımlar, tutum değişimi sürecini,
inanç ya da kanılarda bir değişim değil de tutum konusunun algılanmasında bir
değişim olarak ele almaktadır.
İkna
Edici İletişim
Tutum değişimi konusunda önemli rol oynayan
diğer bir kuramsal yaklaşım ikna edici iletişim modelidir.
TUTUMLARIN ÖLÇÜLMESİ
1. Gizlenmemiş yapılandırılmış. Likert’in
klasik doğrudan tutum testleri,
2. Gizlenmemiş yapılandırılmamış: Açık uçlu
görüşme ve anketleri, biyografi ve denemeler,
3. Gizlenmiş-yapılandırılmamış: Tipik
“projektif”testler,
4. Gizlenmiş-yapılandırılmış: Tutumları
nesnel bir şekilde test etmeye çalışan testler.
Tutum ölçekleri bugün işletmelerde,
pazarlama ve reklam sektöründe sıkça kullanılmaktadır.
TUTUMLAR VE İŞ TATMİNİ
Örgütsel davranışta tutumlar, bireyin işe
ilişkin duygu, düşünce veya işi sevme ve sevmeme derecelerini belirttiğinde, bu
konu iş tatmini olarak incelenmektedir.
İş tatmini ölçeklerinde kişinin, işinin
belirli yönlerini belirleyen beş tatmin unsuru yer almaktadır. Bunlar,
ücretler, ödüller, yöneticiler, işin kendisi ve çalışma arkadaşlarıdır.
İş tatmini ile ilgili altı önemli iş
unsurundan söz edilmektedir. Bunlar:
• İşin kendisi,
• Ücret,
• Terfi sistemi,
• Danışmanlık,
• İş arkadaşları
• Çalışma koşullarıdır.
Kişilerarası Çekicilik ve Yakın İlişkiler
Bir insanın, başka bazı insanlarla
(herkesle değil) bir arada olmayı tercih etme eğilimi; psikolojide “çekicilik”
ya da “kişilerarası çekicilik” olarak isimlendirilmektedir.
Bilim insanları, küçük çocuklar ve anne -
babaları arasında üç bağlanma türü tanımlamışlardır:
1.
Güvenli bağlanma: Ebeveyn genelde
çocukla birlikte iken ve çocuğun ihtiyaçlarını karşılamada hevesli ise ortaya çıkar.
2.
Kaçınan bağlanma: Ebeveyn genelde çocuğun
ihtiyaçlarını karşılamada hevesli - içten değilse, hatta reddedici ise ortaya çıkar.
3.
Kaygılı / kararsız bağlanma: Bakımdan sorumlu olan
kişi kaygılı olduğunda ve çocuğun ihtiyaçlarına karşılık veremediğinde ortaya çıkar.
Bağlanmanın iki temel işlevi vardır.
Birincisi çocuk birilerine bağlandığında güvende olduğu duygusunu yaşar. İkincisi,
çocuklar ne yapacaklarını bilmedikleri yeni bir durumla karşılaştıklarında, bağlandıkları
insanla göz teması kurarak ondan aldığı işaretlere göre davranmaktadırlar
TOPLUMSAL İLİŞKİLERİN YARARLARI
Bağlanma, bebeğin güvenlik duygusu ve
çevreyi tanıması bakımından önemlidir.
Toplumsal
kaynaşma-bütünleşme: Yakın çevremizdeki
insanlarla benzer duygu ve tutumlara sahip olduğumuz duygusudur. Bu toplumsal
yaşamın bir önkoşuludur. Bize, bir topluluğa ait olma duygusu verir
Değer
doğrulaması: Kendimizi hep başkalarının
gözüyle görürüz. Dolayısıyla çevresinden takdir görmesi insanı mutlu kılar.
Güven
duygusu: Bu duygu nedeniyle çevremizde hep akraba ya da hemşerilerimiz
olsun isteriz.
Rehberlik: Sorduğunda cevap bulabileceği kişilerin olmasının verdiği
güven duygusudur.
Bakım
fırsatı: İhtiyacı olan birilerine bakım
verdiğimizde-destek olduğumuzda sağladığımız doyuma bağlı olarak
hissettiklerimizdir.
YALNIZLIK DUYGUSU
Yalnızlık duygusu; toplumsal ilişkilerimizin
önem verdiğimiz bir yanının eksik olması durumunda hissedilen öznel rahatsızlıktır.
“Yalnızlık” ve “yalnız olma” farklı şeylerdir.
Yalnızlık insanın içinde olur ve dışarıdan pek görülmez. Ama yalnız olma,
insanlardan ayrı olma ya da uzak durma anlamına gelen nesnel-gözlenebilir bir
durumdur.
Duygusal yalnızlık, bağlanılan bir yakının yokluğu nedeniyle yaşanmaktadır.
Toplumsal yalnızlık ise toplumla kaynaşma-bütünleşme, bir gruba ait olma duygusu
eksik olduğunda yaşanır.
Boşanmış ana babanın çocuğu olarak
büyüyenlerde, güven duygusu düşük, aşırı utangaç olanlarda yalnızlık durumu daha
yaygın görülmektedir.
Yalnızlığın, ergen ve genç yetişkinlerde en
yüksek, yaşlılar arasında ise en düşük olduğu saptanmıştır.
KİŞİLERARASI ÇEKİCİLİĞİN ETKENLERİ
1- Fiziksel Yakınlık
Uzaklık, arkadaşlıkta önemli bir etmendir.
Yakınlık demek kolay ulaşılabilmek anlamına
gelir.
2- Tanışıklık
3- Benzerlik
Tutum, düşünce, ilgi, değer vb. bakımdan
kendimize benzeyen insanları sevme olasılığı yüksektir.
4- Olumlu Kişisel Özellikler
Cana yakın ve yetenekli insanlar
çevrelerinde sevilir sayılırlar.
Fiziksel Özellikler
Güzel ya da yakışıklı olma: Hepimiz
fiziksel olarak daha çekici insanları sevgili olarak seçmek ya da onlarla
evlenmek isteriz. Buna karşın hemen herkes kendine denk düzeyde biriyle bir
araya gelmektedir.
CİNSİYET ROLLERİ VE ÇEKİCİLİK
Cinsiyet, kadınla erkeğin anatomi ve üreme
ile ilgili işlevlerine göre yapılan ayrımdır. İnsanın davranışlarına bağlı ayrım
ise “toplumsal cinsiyet” (gender) olarak ifade edilmektedir. Çekicilik, bir
insanın cinsiyet olarak kadın mı erkek mi olduğunda çok; toplumsal rollerini
yerine getirirken kadınsı bir izlenim mi, yoksa erkeksi bir izlenim mi
verdiklerine bağlıdır.
Fiziksel özelliklerden çok cinsiyete
uygun rollerin karşı cins tarafından çekici algılandığını göstermektedir.
Yani kadınlar kadınsı, erkekler erkeksi olduklarında daha çekici olmaktadırlar.
Belirli görevlerde güçsüz-yetersiz olarak
algılanan kadınların, güçlü-yeterli görünen kadınlardan daha kadınsı ve çekici
algılandığı; buna karşılık sert, soğuk, zeki şeklindeki özelliklerle tanımlanan
erkeklerin, bu özelliklere daha az sahip olan erkeklerden daha çekici algılandıkları
belirlenmiştir.
Bağımlı, boyun eğen, başkalarının fikrine
başvuran, çaresiz görünen kadınlar bu özellikleri göstermeyenlerden daha çekici
algılanmaktadır. Erkeklerde ise durum bunun tam tersidir, bağımsız, güçlü, atılgan,
sert özelliklere sahip olan erkekler bu özellikleri taşımayanlardan daha çekici
algılanmaktadır.
Sekreter, hemşire, tezgâhtar gibi yardımcı
görevlerde çalışan kadınlar çekici olarak algılanırken, erkeksi olarak tanımlanmış
yöneticilik, işletmecilik türü görevlerde başarılı olan kadınların daha az kadınsı
ve çekici algılandıkları görülmüştür.
Eşcinsel olarak tanımlanan insanlar hem kadınlar,
hem de erkekler tarafından çekici algılanmamaktadırlar.
Sözün özü, çekiciliğe ilişkin algılarda ya
da tercihlerde, cinsiyet rollerine ilişkin beklentilere uygun tutum ve davranış
içinde olma etkili olmaktadır.
Evlilik düşünüldüğünde; fiziksel çekicilik,
flört dönemindeki çekicilik kadar önem arz etmektedir (içi güzel olsun sözü
galattır).
İnsanlar yüzlerinde bir gülümseme olduğu
zaman daha çekici algılanmaktadırlar.
Dominant erkekler; pasif olanlardan daha
çekici algılanmaktadır.
Kişililerin isimleri fiziksel çekiciliğin
algılanmasında bir etkiye sahiptir.
İnsanlar çekicilik açısından kendilerine
benzer insanlarla romantik ilişkilere girmektedirler.
AŞK VE TÜRLERİ
Şehirleşmiş toplumlarda evlilik için aşk ön
şart olmaktadır. Kırsal ve feodal yapılarda evlilik için çevre daha etkili
olmaktadır (aile büyüklerinin uygun görmesi gibi).
Üçgen Aşk Teorisi
Robert Stenberg’e göre aşkın üç bileşeni:
1. İçtenlik (yakınlık)
2. Tutku
3. Karar / bağlılık
Aşksızlık: Bu üç etmenden hiç birinin bulunmaması durumudur.
Hoşlanma (içtenlik): Aşkın yalnızca içtenlik öğesi bulunmaktadır.
Yıldırım aşk (tutku): İlk görüşte aşktır. Tutkunun güdümündeki
ilişkilerdir.
Boş aşk (bağlılık): Mantık birlikteliği.
Romantik aşk (içtenlik ve tutku): Bu aşk
türünde bağlılık gerekli değildir (şiire ve romana konu edilen aşk türüdür).
Arkadaşça aşk (içtenlik ve bağlılık): Burada içtenlik ve bağlılık öğelerinin
birleşimi söz konusudur. Uzun süreli, paylaşıma dayalı bir arkadaşlıktır. Tutkusuz
aşklar.
Aptalca aşk (tutku ve bağlılık): Tutku
ve bağlılık öğelerinin birleşiminden oluşmakta, yakınlık öğesi bulunmamaktadır.
Kusursuz aşk (içtenlik, tutku ve bağlılık): Tutku, yakınlık, kararlılık,
bağımlılık öğelerinin üçünün birden yer aldığı yakın ilişki türüdür. Hayal
edilen ancak sadece hayalde kalan aştır.
Kıskançlık
Kıskançlık iki tür tehdit içerir. Birincisi
sevilen insanla yaşanan ilişkiye yönelik bir tehdit; ikincisi ise, sonuçta
reddedilme ya da rakibe yenilmiş olma nedeniyle kişinin öz saygısına yönelik
tehdit. Kıskançlık yaşayan insanlarda çökkünlük, kırgınlık ve kaygı duyguları
yoğundur.
Aşk Davranışları
Aşk ve sevgi: Aşk, tutkunun, cinsel
duyguların, acı ve hazsın, hırs ve güvenin, başkalarını da düşünme ve kıskançlığın
aynı anda var olduğu bir duygusal ruh halidir. Sevgi ise bir insana sıkı sıkıya
bağlı olma duygusu olarak tanımlanır.
Aşkı ateşleyen psikolojik olguların çeşitli
kaynakları: Cinsel arzular, Reddedilme korkusu, birisini tanımanın heyecanı ve
çevreden olası müdahalelerin yarattığı gerginlik vb. bunların tümü aşktaki
güçlü duyguların etkenleri olabilmektedir.
YETİŞKİNLERDE ROMANTİK BAĞLANMA
Güvenli bağlanma stiline sahip bireyler insanlarla yakın ilişkiler kurmaktan
ve onlara bağlı olmaktan dolayı kendilerini rahat hissederler.
Kaçınan bağlanma stiline sahip bireyler, insanlara yakın ve bağlı olmaktan
dolayı huzursuzluk duyar.
Kaygılı/kararsız stile sahip yetişkinler, insanlarla yakın ilişkiler kurmak
için yoğun bir istek duymakla birlikte, onlar tarafından terk edilme ve
reddedilme korkusu yaşarlar.
ROMANTİK AŞKA İLİŞKİN KURAMSAL YAKLAŞIMLAR
İki-etmen kuramı: Bu kurama göre herhangi bir heyecansal yaşantı; yoğun
fizyolojik uyarılma ve uygun bilişsel adlandırmadan oluşmaktadır.
Tamamlayıcılık kuramı: Kişi ulaşmak istediği ancak ulaşamadığı ya da başaramadığı
özelliklere sahip diğer cinsten birine rastladığında âşık olmaktadır.
Romantik İlişkilerin Sürdürülmesi
İlişkilerin sürdürülmesini ya da sürdürülememesini
açıklayan çeşitli yaklaşımlar arasında en yetkin olanı yatırım modelidir.
• Yatırım Modeli:
Yatırım modeli ilişkilerin iki önemli özelliği olan doyum ve bağlanım arasında
bir ayırım yapmaktadır. Doyum, bireyin ilişkiye yüklediği çekicilik ya da
olumlu duygulardır. Bağlanım ise bir ilişkiyi sürdürme ve ilişkiye bağlı olma eğilimidir.
Özgeci Davranış
Hiçbir karşılık beklemeden başkalarına yardım
etme ya da kötülüklerden korumaya özgecilik
denilmektedir. Acaba neden çıkar gözetmeksizin başkaları için çabalar, enerji
ve zaman harcar, hatta yeri geldiğinde hayatımızı feda ederiz? Özgeci davranışın
kökeni nedir?
Özgecilik (altruism)
kelimesi, “başkası için” anlamına gelen Latince kökenli bir kavramdır.
Özgecilik, birisine yarar sağlama ya da onu zarardan-kötülükten koruma dışında
herhangi beklentisi olmayan yardım davranışıdır. Özgeci davranışta, birey elinden
geleni isteyerek yapar. İnsanlara iyilik yapmış olmanın verdiği doyumdan başka bir
ödül ya da karşılığı yoktur. Buna göre bir davranışın özgeci olup olmadığının
ölçüsü, yardım edenin niyetidir.
ÖZGECİ DAVRANIŞ KURAMLARI
Evrimsel Yaklaşım
• Hayvanlar genetik olarak öncelikle
kendilerine en yakın olanlara yardım etmelidirler.
• Ebeveynler sağlıklı yavrularına, yaşama şansı
düşük olanlardan daha özgeci davranmalıdırlar.
• Anneler yavrularına, genellikle
babalardan daha çok yardımcı olmalıdırlar. Çünkü dişilerin yaşamları boyunca
genlerini aktaracağı yavru sayısı doğurduklarıyla sınırlıdır.
Kültürel Yaklaşım
Özgeci davranışın temelinde daha çok
toplumsal değerlerin olduğunu ileri sürmektedirler. Zaman içerisinde iyi olan
tutum ve davranışlar toplumsal normların bir parçası haline gelmiştir. Üç
toplumsal norm yardım etme davranışıyla ilgilidir:
1- Toplumsal
sorumluluk: Bu kural, yaşamak için bize muhtaç olanlara yardım etmemizi
söyler.
2- Karşılıklılık:
Bu kural, yardım aldığımız insanlara bizim de yardım etmemizi söyler.
3- Toplumsal adalet:
Bu ilkeye göre, bir işe yaptıkları katkı eşit olan
insanların aldıkları ödüler de eşit olmalıdır.
Öğrenme Yaklaşımı
Buna göre birey, bir davranışı yaptı diye
ya da yapmadı diye ödül aldığında en azından cezalandırılmadığında o davranışı
benimser. Olumlu toplumsal davranışlar
ödüllendirildiklerinde, insanlardaki yardım etme ve paylaşma eğiliminin arttığı
gözlenmiştir.
Yükleme Kuramı ve Özgeci Davranış
Bu kurama göre insanın başına gelenler onun
denetimi dışındaysa, ona yardım etme olasılığı artmaktadır.
ÖZGECİ DAVRANIŞ KARAR BASAMAKLARI
Yardım etme kararının verilmesi süreci, aşağıda
kısaca açıklanan dört basamakta tamamlanır.
Birinci basamak: Özgeci davranışta bulunmak
için; öncelikle yardım etmeyi gerektiren bir sorunun
algılanması gerekir.
Yardım gerekir kararından sonraki adım, “kişisel sorumluluk almadır”. Burada belirleyici olan
yardım isteyen birisinin olmasıdır.
Yardımda bulunmaya karar verirken dikkate
alınan bir husus da yapılacak yardımın getiri ve
götürüsünün ne olacağını düşünmektir.
Yardım etme kararı sürecinin son basamağı,
“yardımın biçimine karar verme ve harekete geçmedir”.
İNSANLARDAKİ ÖZGECİ DAVRANIŞ FARKLILIKLARI
Duygu Durumu ve Özgeci Davranış
Güzel duygular içinde olmak bizi daha
olumlu düşünmeye sevk etmektedir. Buna karşılık yapılacak bir yardım insandaki olumlu
duyguları bozacağı düşünüldüğünde özgeci davranışı azaltmaktadır.
Yardım Etme Güdüleri: Empati ve Kötü
Hissetme
Birilerini zor ve çaresizlik içinde görmek,
insanda güçlü duygular uyandırır. Bunlardan birisi kendini kötü hissetmedir.
Kötü hissetmede korkma, kaygılanma,
isteksizlik gibi duygular yaşanır. Yine kötü hissetme insanı, kendi rahatsızlığını
azaltmaya güdüler. Bunu da zor durumdaki insana yardım ederek yaparız.
Kendimize benzer insanlara empati duymaya
daha eğilimliyiz. Denetlenemeyen durumlar nedeniyle ya da elinde olmayan
nedenlerden ötürü sıkıntı yaşan insanlara daha çok empati duyarız.
YARDIM ETME BİÇİMLERİ
Başkalarının Varlığı
Araştırmalar, başkalarının olması durumunda
yardım etme davranışının azaldığını ortaya koymuştur. Bunun bir nedeni,
başkalarının varlığının sorumluluk duygusunu zayıflatmasıdır.
Çevresel Koşullar
Yardım etme davranışı havanın çok sıcak ya
da çok soğuk olmadığı günlerde daha yüksek bulunmuştur. İlginçtir; lokantada
yemek yiyenler, havaların güzel olduğu günlerde daha çok bahşiş bırakmaktadırlar.
Kent büyüdükçe yardım etme davranışı
azalmaktadır.
Zaman Baskısı
İnsanlar geç kalmamak, bir toplantıya, bir
randevuya yetişmek gibi zaman baskısı altında olduklarında yardım etme davranışı
azalmaktadır.
Saldırganlık
Kötülük problemi, felsefi kaynaklarda nihai
olarak çözümlenememiştir.
Araştırmacıların çoğu bu problemi, saldırganlık
tanımına niyet öğesini ekleyerek
Çözmüştür (halt etmişler; kötülüğe sebep
olan niyetin kaynakları, motivasyonları nelerdir diye sormayacak mıyız?).
Şiddet: Diğer kişiye fiziksel olarak zarar vermeyi amaçlayan
davranıştır.
Pasif Saldırganlık: Diğer kişiye zarar vermeyi ya da onu incitmeyi amaçlayan faaliyetsizlik
halidir.
Araçsal Saldırganlık: Kişi tarafından değerli görülen bir amaca ulaşmak için gösterilen
saldırganlıktır.
Düşmanca Saldırganlık: Amacı diğer kişiye zarar verme ya da onu incitmek olan
saldırganlıktır.
Özgeci Saldırganlık: Toplumsal normlara uygun olarak görülen ve toplum tarafından
onaylanan saldırganlıktır (asker ve polisin uyguladığı devlet şiddeti/resmi
şiddet buna örnektir).
Antisosyal Saldırganlık: Toplumsal normları çiğneyen ve toplumca onaylanmayan saldırganlıktır.
İzin Verilmiş Saldırganlık: Toplum kurallarının sınırları içinde olan ve açık bir onay
verilmese de toplum tarafından meşru olarak algılanan saldırganlıktır.
SALDIRGANLIĞIN KÖKENLERİ
İçgüdüsel Yaklaşımlar
Freud’un psikanaliz çerçevesinde geliştirdiği bu kuram,
insanlarda ikili bir içgüdü olduğunu savunur. Buna göre, bireyin davranışı, iki
temel güç tarafından yönetilir: Yaşam içgüdüsü (eros)
ve ölüm içgüdüsü (thanatos). Eros, kişileri haz
aramaya ve isteklerini gerçekleştirmeye yönlendirirken, thanatos benlik-yıkımına
yöneltir. Bu iki içgüdü, kişinin içinde hiç bitmeyen bir psikolojik çatışma
yaratır. Bu çatışma, yıkıcı gücün, kişinin kendinden diğerlerine
yöneltilmesiyle çözülür. Böylece, birey diğer bir kişiye saldırgan davranarak,
kendi psikolojik dengesini korumuş olur. Bu
kurama göre, saldırganlık insan doğasının kaçınılmaz bir parçasıdır.
Etologlar da saldırganlığın evrim süreci
içinde önemli bir işlevi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak etologlar saldırganlığı, uyum sağlayıcı bir davranış
olarak görürken, psikanalizciler saldırganlığı yıkıcı dürtülerin temsilcisi olarak
görmektedirler.
Sosyal Öğrenme Yaklaşımı
Bu kurama göre, saldırgan davranış ve diğer
tüm davranışlar, öğrenilmiş davranışlardır. Saldırgan bir davranışın
ödüllendirilmesi onucunda kişi benzer davranışlara güdülenecektir. Bunu pekiştirme
kavramıyla ifade ediyoruz (kavga eden bir çocuk, dövülen değil de döven olduğu
aferin alırsa, benzer faaliyetlere devam eder). Rol model olarak öğrenme de
saldırganlığın gelişimi açısından önemlidir (Hannibal Lecter’ı idol edinen biri
kısa yoldan sadist olabilir).
SALDIRGANLIĞIN SOSYAL BELİRLEYİCİLERİ
Engellenme
Engellenme, kişinin amaca yönelik davranışının
dışsal olarak bloke edilmesidir.
Engellenme-Saldırganlık Modeli: Engellenmenin, saldırganlığın güçlü bir belirleyicisi olduğunu
öne süren kuramsal yaklaşımdır.
Tahrik
Saldırgan davranışın en sık rastlanan
nedenlerinden biri tahrik olsa da, tahrik her zaman saldırganlığa yol açmaz.
Medyada Şiddet
Görsel medyada tanık olduğumuz şiddet, gerçek
hayatta karşılaştığımızdan çok daha fazladır.
Şiddet içerikli film ve programları izleme
yoluyla, izleyiciler yeni saldırganlık teknikleri öğrenebilirler.
Medyadaki şiddeti izlemenin ikinci etkisi, duyarsızlaştırma etkisi olarak adlandırılmaktadır. Çok
gerçekçi şiddet sahneleri izledikten sonra, insanlar kurbanın çektiği acıya
duyarsızlaşmaya başlamakta ve daha önce gösterdikleri duygusal tepkiler
azalmaya başlamaktadır. Şiddete duyarsızlaşmanın, insanların kendilerinde saldırganlığa
ilişkin sınırlamaları da gevşetebileceği düşünülmektedir.
SALDIRGANLIĞIN DURUMSAL BELİRLEYİCİLERİ
Alkol
Yüksek Sıcaklık
Bazı laboratuvar çalışmaları sıcak havanın
sadece belirli bir noktaya kadar saldırganlığı arttırdığını, ancak o noktadan
sonra saldırganlığı arttırmayıp azalttığını göstermiştir. Bu çok zayıf bir
korelasyondur.
SALDIRGANLIĞIN KİŞİSEL BELİRLEYİCİLERİ
Kişilik
A Tipi Kişilik: Yüksek düzeyde rekabetçilik, zamanla yarışma ve düşmanlık
içeren bir kişilik örüntüsüdür. Bunun tersi özellikler B
Tipi Kişilik olarak adlandırılır.
Araştırmalar, yüksek düzeyde testosteron
hormonu (bir cinsiyet hormonu) ile A tipi kişilik özelliklerinin saldırgan
davranışı ortaya çıkarmada önemli bir rol oynadıklarını göstermiştir.
Cinsiyet Farklılıkları
Genel olarak erkeklerin kadınlardan daha
saldırgan olduğu yönünde kanıtlar mevcuttur.
SALDIRGANLIĞI AZALTMA
Arınma (Katarsis)
Arınma: Uyarılmış (harekete geçmiş) psişik
enerjinin harcanması ve sistemin tekrar psikolojik denge durumuna dönmesidir.
Yaygın bir şekilde, futbol gibi birtakım rekabetçi
sporlarla uğraşmanın saldırganlığı azaltmak için iyi bir yol olduğu düşünülmektedir.
Araştırma sonuçları, hem rekabetçi sporlar yapmanın hem de bu tür sporları
izlemenin, saldırganlığı azaltmadığını, aksine arttırdığını göstermiştir.
Sonuç olarak arınma (katarsis) kavramı, araştırmalar tarafından
desteklenmemiştir
Cezalandırma
Saldırgan oldukları için sık sık cezalandırılan,
çoğunlukla da fiziksel yöntemlerle cezalandırılan çocukların, uzun vadede daha
saldırgan hale geldikleri ileri sürülmektedir.
Saldırgan Olmayan Davranışların Model Alınması
Araştırma sonuçları, saldırgan olmayan
modelleri izleyen çocukların daha sonraki saldırgan davranışlarında bir azalma
olduğunu göstermiştir.
Sosyal Beceri Eğitimi
Pek çok insanın saldırgan davranış
göstermesinin altında yatan en önemli nedenlerden biri, temel sosyal becerilere
sahip olmamasıdır.
SOSYAL PSİKOLOJİ II
Çatışma
Her türlü iletişim, insan çeşitliliği
oranında çatışma potansiyeli taşır.
Çatışma: Bireyin kendiyle, bireyle grup, bireyle toplum, bireyle
birey arasındaki anlaşmazlıklardır.
Çatışma genelde dört durumda meydana
gelebilir:
1- özel amaç ve değerler karşılaştığında
2- işletme içinde karşıt, baskıcı, tepki
oluşturabilecek davranışlar oluştuğunda
3- karşılıklı çıkar çatışmaları olduğunda
4- karşılıklı olumlu olmayan ilişkiler söz
konusu olduğunda
Çatışma
Konusundaki Yaklaşımlar
1-
Geleneksel Görüş: çatışmanın kötü bir
durum olduğu üzerinedir.
2- İnsan
İlişkileri Yaklaşımı: Bu yaklaşıma davranışçı
felsefe de denilmektedir. Çatışmayı kabul etmekte
ve karmaşık örgütlerin yapıları gereği çatışma içinde bulunduklarını
vurgulamaktadır.
3-
Etkileşimci Yaklaşım: Düşük düzeyde bir çatışmanın
sosyal sistem liderince desteklenmesinin söz konusu sistemin, yaratıcılığını,
öz eleştiri yapma yeteneğini ve yaşamını sürdürebilirliğin, sağlayacağını öne
sürer.
ÇATIŞMA
TÜRLERİ
1-
Fonksiyonelliğe Göre Çatışmalar: Fonksiyonel
olan ve fonksiyonel olmayan çatışmalar şeklinde iki kategoriye ayrılır. Fonksiyonel
olmayan çatışma, bireylere ve işletmelere zarar veren çatışmalardır.
Fonksiyonel olan çatışmalar ise, organizasyonun amaçlarını geçekleştirmesine
katkıda bulunan çatışmalardır.
2-
Organizasyon İçindeki Pozisyona Göre Çatışmalar: Dikey (ast-üst arası çatışmalar), yatay (ayak kaydırma
operasyonları) ve komuta-kurmay çatışmaları (işin gereği olarak sorumlulukların
çatışmasından kaynaklanır) olmak üzere üç grupta toplanır.
3-
Birey Düzeyli Çatışmalar: Engellenme, amaç çatışmaları, rol çatışmaları olmak üzere üç
grupta inceleyebiliriz.
3a) Engellenme: Hedefe ulaşması açık bir şekilde engellenen birey, derhal
psikolojik savunma mekanizmalarından birisini harekete geçirecektir. Engellenme
durumunda kullanılan temel savunma mekanizmaları saldırganlık, çekilme,
direnme, uzlaşmadır.
3b) Amaç
Çatışmaları: Burada üç tip çatışma
biçiminden söz edilebilir; Yaklaşma-Yaklaşma Çatışması (bireylerin iki olumlu
seçenek arasında bir seçim yapmak istediğinde ortaya çıkan bir çatışmadır); Kaçınma-Kaçınma
Çatışması (bireyin olumsuz seçenek(ler) arasında karar vermek durumunda
kalması); Yaklaşma-Kaçınma (Bireyin vereceği kararın hem olumlu hem de olumsuz yanlarının
olması sonucunda ortaya çıkan çatışmadır).
Rol Çatışmaları
İki veya daha fazla kişi arasında meydana
gelen çatışma türüdür. Bir role veya rol yükümlülüğüne ilişkin beklentilerin
uyumsuzluğu şeklinde tanımlanabilir.
Rol
Göndericinin Kendi İçinde Çatışması: Rol
yükümlüsünden birden fazla hedef beklenildiğinde ortaya çıkar.
Göndericiler
Arası Rol Çatışması: Rol yükümlüsünün
amirlerinin yaşadığı çatışmaya işaret eder.
Roller
Arası Çatışma: İki iş için bir tek zamanı
olan kişiye gönderme yapar.
Kişi-Rol
Çatışması: Bir hırsızın ekonomiden
sorumlu devlet bakanı olması durumunu işaret eder.
Rol
Belirsizliği: Bakanlık koltuğuna oturan
hırsızın yapıp ettiklerinin ortaya koyduğu manzarayı işaret eder.
Taraşar
Arası Çatışmalar
Birey-Grup
Arasındaki Çatışmalar
Grubun bireyler üzerinde tahakküm kurması
veya bireyin hedeflerinin gurup vizyonu ile uyuşmaması gibi durumlarda ortaya
çıkar. Dürüst bir insanın siyaset yapmaya çalışması, dürüstlüğünü koruduğu
sürece hem siyasi çevrelerle hem de siyaset kavramıyla çatışmaya girmesini
gerektirir.
Gruplar Arası Çatışmalar
Belli örgütlerde (sendika, siyasi parti,
futbol takımı) farklı çıkar odakları oluşabilir ve bunlar kendi menfaatleri
doğrultusunda diğer çıkar odaklarıyla çatışmaya girerler. Üç şekilde tezahür
eder:
1- Dikey
Çatışmalar: ast-üst çatışmalarıdır.
2-
Yatay Çatışma: Koltuk/makam savaşlarına
gönderme yapar.
3- Komuta-Kurmay
Çatışmaları: Görev odaklı ast-üst
çatışmalarıdır.
ÇATIŞMA SÜRECİ
Gizli
Çatışma: Çatışmanın potansiyel olarak
var olduğu durumdur.
Algılanan
Çatışma: Nedeni belli olmayan ancak
kendini gösteren çatışma durumudur.
Hissedilen
Çatışma: Algılanan çatışmanın söz
dökülmesi durumunda ortaya çıkar.
Açık
Çatışma: Tarafların kendini
gösterdiği, kutuplaştığı durumlardır.
ÇATIŞMA NEDENLERİ
İletişim Kaynaklı Çatışmalar
Kişiler arasındaki yetersiz bilgi, kültürel
farklılıklar, etkileşimin az olması iletişim kaynaklı çatışmaların başlıca
sebepleridir (bürokrasinin kendisi başlı başına bir iletişim çatışması
alanıdır).
Sosyal ve Yapısal Kaynaklı Nedenler
Gurup üyelerinin uzmanlık, yetki gibi dış
özelliklerinden dolayı birbirlerinden farklı olmaları, liderlik biçimleri,
uygulama farklılıkları, ödül ve performans değerlendirme sistemleri sosyal ve
yapısal çatışma nedenleridir.
Yönetimle
İlgili Belirsizlikler: görev ve yetki
belirsizlikleri çatışmaya neden olur.
Yetki
ve Sorumlulukların Olmaması: “bu benim işim değil”
tarzı bürokratik yaklaşımların neden olduğu çatışmalardır.
Kaynakların
Kıtlığı: ücret, statü, yetki gibi
kaynakların paylaşılması (daha ziyade paylaşılamaması) çatışmaya neden olur.
Denetim
Biçimi: aşırı denetim baskı yaratır
ve çatışmaya neden olur.
Ödül
Sistemlerinin Farklılığı: İktidarın belli kişi
ve gurupları kayırması çatışma yaratır.
Birbirine
Bağlı Görevler: Başarı, ekibin başarısıdır.
Ancak hemen her durumda ekibin belli elemanları başarıyı sahiplenmek,
başarısızlığı ise ekibin diğer elemanlarının üzerine yıkmak isterler. Bu
nedenle aynı takımın oyuncularının her zaman gizli bir gündemleri, yol
haritaları vardır. Sistemlerde ortaya çıkan sorunların en temel sebebi de
budur.
Kişiye İlişkin Nedenler
Bencil bir insanla özgeci bir insanın sebep
olacağı çatışma miktarı aynı olmaz. Benzer şekilde, kişilik özelliklerine bağlı
olarak belli işlerde belli inşalar daha fazla çatışma yaşar ve yaşatır.
ÇATIŞMA YÖNETİMİ
Çatışmayı önlemede iki yaklaşım kullanılmaktadır.
Bunlar davranışsal ve tutumsal modellerdir. Davranışsal modeller daha çok çatışmaya
geçici çözüm yolu bulan modellerken tutumsal modeller, daha çok zaman alıcı ve
masraflı modellerdir.
Davranışsal Yaklaşımlar
Kenneth
Thomas tarafından önerilmiştir.
Burada beş yaklaşım bulunmaktadır: 1- Rekabet:
Bireyler için faydalıdır.
2- İşbirliği:
Her iki tarafı da memnun edebilecek bir çözümde
anlaşılır.
3- Kaçınma:
İddiasız ve işbirliksiz bir davranışı ifade
eder.
4- Uyum:
Rekabetin tam tersi bir davranıştır.
5- Uzlaşma:
Her iki tarafta iddia ettikleri konudan
vazgeçip, ortak bir noktada buluşurlar.
Tutumsal Yaklaşımlar
Çatışmaya neden olan yolları ve sebepleri
bulma çabasındadır
Ortak
Bir Düşman Bulmak: Başka bir düşmana veya
gruba odaklanmak, çalışan bireyleri bir araya getirmeye yardımcı olur.
Kaynakları
Artırmak: Kaynak artırımı mümkün
değilse kaynakların eşit kullanımı çatışmayı en aza indirir.
Takım
Oluşturmak: Farklı guruplardan bireylerin
katılımıyla oluşturulacak takımlar çatışmayı azaltabilir.
İletişimi
Artırmak: İletişimi sosyalleşme, ortak
gruplar oluşturarak artırmak çatışmaları önleyebilir.
Rotasyon: çatışan bireylerin olaylara farklı açılardan
bakabilmelerini sağlayan verimli bir yöntemdir.
Kişileri
Değiştirmek: Sorun çıkaranın oyunun
dışında itilmesi en radikal çözümdür.
Liderlik ve Kuramları
Liderlik; belirli durum ve koşullar altında amaca ulaşmak için başkalarının
davranış ve eylemlerini etkileme sanatıdır.
Liderlik, zorlama veya güçle ortaya çıkamaz.
YÖNETİCİ - LİDER FARKI
Yönetici, insanları etkilerken gücünü
formal yollarla elde eden kişidir. Liderlik ise bireylerin sosyal etkileme
gücüyle (zekâ, yetenek, beden ve sözel iletişim becerileri, önseziler gibi) oluşur.
LİDERLİKLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR
Liderlik konusunda yapılan ilk çalışmalara
bakıldığında, liderin kişisel özellikleri üzerinde daha fazla durulduğu görülmüştür.
İleri dönemlerde liderin davranışsal özellikleri de incelenmiştir.
ÖZELLİK YAKLAŞIMLARI
Genel olarak araştırma sonuçları, liderlik özelliklerinin
zeki, kendine güvenli, enerjik, aktif, bilgili, yöneten olduğunu göstermiştir.
Özellikler yaklaşımının birçok savunucusu,
kişinin fiziksel yapısının başkalarını etkilemede önemli bir rol oynadığını
ileri sürmüştür. Hâlbuki bu iddia tutarsızdır.
Liderlik üzerinde etkili olan ikinci grup
özellikler zihinsel özelliklerdir.
Üçüncü bir özellik kişilik ile
ilgili niteliklerdir.
Son özellik konusu ise sosyo-ekonomik
niteliklerdir.
DAVRANIŞSAL
YAKLAŞIMLAR
Michigan State ve Ohio State Üniversitesi Çalışmaları
Michigan
Üniversitesi araştırmalarında liderlik
davranışı, işe yönelik ve çalışana yönelik olarak iki şekilde
belirlenmiştir. İşe yönelik lider davranışında lider, astların çalışmalarıyla
yakından ilgilidir. Bu tip lider, temelde başarı
ile ilgilidir.
Çalışana yönelik liderlik davranışını ise
daha çok çalışanların işlerinden tatmin olmaları ile ilgilidir.
Ohio
State Üniversitesi’nde yapılan liderlik
çalışmalarının amacı ise liderlik davranışını belirlemenin grup ve örgüt
amaçlarına ulaşmada ne derece önemli olduğunu göstermektir. Bu araştırmalar iki
tür liderlik davranışı ayrımına gitmiştir (ilişkiye yönelik davranış ve yapıya
yönelik davranış).
İlişkiye yönelik davranış gösteren lider, astlarıyla sık sık ikili ilişki içerisine
girerek, onların duyguları ve düşünceleriyle yakından ilgilenir.
Yapıya yönelik lider ise grupları amaçları başarmak doğrultusunda yönelterek, onların
rol yapılarını belirlemekle ilgilenir.
Blake ve Mouton’un Yönetim Biçim Ölçeği
Bu modelde de iki boyut dikkate alınmaktadır.
Boyutlardan biri insana ilgi, ikincisi ise üretime ilgidir. Bu
iki boyutun çeşitli kombinasyonları kullanarak beş türde liderlik davranış
biçimi belirlenmiştir.
İnsan
ilişkileri
|
Üretim
|
||
1.1
|
*
|
*
|
Başarısız
|
1.9
|
*
|
***
|
Kulüp yönetimi
|
9.1
|
***
|
*
|
Otorite
|
5.5
|
**
|
**
|
Orta yol
|
9.9
|
***
|
***
|
Takım yönetimi
|
D.Mc Gregor’un X ve Y Kuramları
Bu kuramlara göre liderlerin davranışlarını
belirleyen en önemli faktörlerden biri, bu kişilerin insan davranışı hakkındaki
varsayımlarıdır.
X
Kuramına göre bireylerin davranış özellikleri:
1- İnsanlar çalışmayı sevmez, çalışmaktan
kaçarlar
2- Çalışmayı sevmeyen insanlar
denetlenmeli, cezalandırılmalı
3- İnsanlar riski sevmez, güvende kalmayı
severler
4- Çalışan için önemli olan kişisel
kazançtır
Y
Kuramına göre bireylerin davranış özellikleri:
1- Çalışmak doğal bir olaydır, insanlar
genelde çalışmayı severler
2- İnsanlar amaçları doğrultusunda
kendilerini denetleyerek çalışırlar
3- İnsanlar potansiyellerini şartlar el
verdiği ölçüde ortaya koyarlar
4- Olumlu nitelikler belli bir kesinin
elinde değil, toplumun genelinde mevcuttur
DURUMSAL LİDERLİK MODELLERİ
Liderliği değişik durumlarda farklılaşabilen
davranışlar olarak ele alırlar.
Friedler’in Durumsallık Modeli
Bireysel özellikleri ön plana alan bir
etkileşim modeli olarak tanımlanabilecektir.
Friedler’e göre, liderin etkin olabilmesi
ortamlara bağlıdır.
Liderin özeliklerini ilişkiye ve kişiye
güdülenmelerine göre kategorize eder.
İşe güdülenmiş lider emir verir. Otoriterdir. Ekibinde kendine benzeyen değil
benzemeyen elemanlara yer verir.
İlişkiye güdülenmiş lider insana önem verir. Demokratiktir. Ekip üyelerini kendine
benzer kişilerden seçer.
Liderlerin etkinliklerinde rol oynayan üç
öge:
1-
Lider-Üye İlişkileri: lider ve astları
arasındaki ilişkide sevgi-saygı ve güven varsa bu iyiye işarettir.
2- Görev
Yapısı: Yapılacak işin planlanmış
olup olmadığıyla ilgilidir.
3- Liderlerin
Mevkii Gücü: Liderin ekibi tarafından
benimsenmiş olmasıyla ilgilidir. Liderin otoritesinin tanınmadığı ekiplerde
liderden söz edilemez.
Fiedler’e göre lider üye ilişkileri
uyumluysa, işin yapısı belirginse ve liderin mevkii güçlüyse lider için uygun
ortam var demektir. En uygun ve uygun olmayan durumlarda iş eğilimli lider
etkin olmaktadır. Ögelerin tamamen olumsuz olduğu, işin karışık ve belirsiz,
lider-üye ilişkilerinin zayıf olduğu durumlarda iş eğilimli liderler etkindir.
Aksi durumda grup dağılabilir.
Yol-Amaç Modeli
1970’li yıllarda Martin Evans ve Robert House
tarafından geliştirilmiştir. Liderin davranışlarına odaklanır.
Liderin iki belirgin özelliği örgütsel
amaçları belirleme ve hangi davranışların ödüllendirileceğini belirlemektir. Liderin
astlarca kabul edilmesi, liderin astlara verdiği destekle doğru orantılıdır.
Yol-amaç modeli, dört liderlik davranışı
belirler:
1- Yönlendirici Lider; astlardan beklentilerinin neler olduğunu açıklar,
görevleri nasıl başaracakları konusunda rehberlik eder.
2- Destekleyici Lider; astlara arkadaşça davranır.
3- Katılımcı Lider; kararları vermeden önce astların fikirlerine başvurur.
4- Başarıya Yönelik Lider; amaçlara ulaşmada astlardan yüksek performans bekleyen, bu
performansı göstermeleri için de gereken desteği sağlayan bir liderlik tipidir.
Vroom-Yetton-Jago Modeli
İlk olarak, Victor Vroom ve Philip
Yetton tarafından öne sürülmüştür. Bu
model, durumun özelliklerine bağlı olarak ne kadar astın kararların paylaşılmasında
söz sahibi olması gerektiğini açıklar.
Model belirli durumlarda uygun olabilecek
beş davranış olduğunu varsayar:
AI (Otokratik): Problemi kendi çözer ve kendi karar alır.
AII (Otokratik): Astlardan gerekli bilgiyi alır, ancak çözümü kendi yapar.
CI (Danışan): Astların konu üzerine düşünceleri alınır ve ilgili
astlarla problemler paylaşılır. Ancak yöneticiler kararları yalnız alırlar.
CI (Danışan): Astların düşünce ve önerilerini dinleyerek, bir grup
olarak astlarla problemi tartışırlar. Ancak kararları yöneticiler alır. Astların
düşüncelerini kararlara yansıtabilir veya yansıtmayabilir.
GII (Grup Yönelimli): Yönetici ve astlar durumu bir grup olarak tartışırlar ve grup
olarak karar alırlar.
YENİ LİDERLİK YAKLAŞIMLARI
Dönüşümsel
Liderlik
Yeniliğe, değişime ve reforma dönüktür.
Toplumlarda ve örgütlerde köklü değişikliklerin
gerçekleştirilmesinde başarı ile uygulanabilen bir liderlik tarazıdır. Dönüşümsel
lider özgürlük, barış, eşitlik ve insancılık gibi üstün değerler yoluyla
izleyicileri yönlendirir.
Karizmatik
liderlik: Sahip olunan kişisel özellikler veya güç yoluyla, karizma
etkisi lidere isteyerek benzeme çabasına veya özenme temeline dayanmaktadır.
Karizmatik liderler, takipçileriyle aralarında
duygusal bağlar kurarak, onları umulmadık hedeflere doğru yönlendirebilirler.
Dönüşümsel liderler, tipik olarak her asta
bireymiş gibi davranmak eğilimindedirler.
Dönüşümsel liderler, astlarını eski davranış
kalıplarını değiştirebilecek düşüncelere yönlendirirler.
LİDERLİKTE ATIF KAVRAMI
Atıf, bireyin algılamada bilişsel bir süreç
geliştirmesidir. Bu kurama göre, insanlar diğer
insanların davranışlarını anlamaya çalışırken bunun nedenlerine inerek niçin
ortaya çıktığını kavramaya çalışırlar. Yani neden sonuç ilişkisi kurmaya çalışırlar.
OTANTİK LİDERLİK
Otantiklik “Kendi kendini bilmek, kendini
doğru olarak ifade edebilmektir. Otantikliğin özü insanın kendini bilmesi,
kabul etmesi ve kendine karşı daima net doğru olabilmesidir.
Otantiklik başkalarının (takipçilerin)
lidere atfettiği bir özelliktir.
Otantik
liderlerin özellikleri
1- Topluma hizmet vermeyi ilke edinirler.
2- Kimseyi taklit etmezler kendilerine
özgüdürler.
3- Kişisel çıkarlardan çok toplum çıkarlarını
düşünürler.
4- Statü onlar için çok önemli değildir.
5- Otantik liderlik özelliği doğuştan değildir,
sonradan geliştirmişlerdir.
6- Güçlü bir kurum kültürü ve sosyal
kültürlerde nasıl kabul edileceklerini ve köklü bir değişim için hangi
kültürden yararlanacaklarını bilirler.
7- Akıllarını kullanırlar ancak vicdan
duyguları da davranışlarında baskın rol oynar.
Siyasi
bir liderde aranan özellikler
1- En az bir yabancı dil bilmesi ve ikili
ilişkilerde diyaloga açık olması,
2- Göreve ehil olduğuna dair başarılı bir
geçmişinin olması,
3- Dürüst ve ahlaki karakterinin düzgünlüğü
ile tanınmış olması,
4- Örnek bir aile yaşamına sahip olması,
5- Yalandan uzak ve sözüne güvenilir olması,
6- Otorite gücünü zor kullanmaktan değil
halktan alması,
7- Milletin manevi değerlerine bağlı ve
saygılı olması,
8- Kişisel çıkarlarının ülke yararlarının
önüne geçmemesi,
9- Kişisel hırstan uzak durması, koltuk düşkünü
olmayıp, zamanı gelince hizmet bayrağını başkalarına devretme konusunda anlayış
göstermesi
Grup ve Grup
Süreçleri
Grup: İki veya daha çok bireyin birbiriyle etkileşimde bulunduğu
ve belirli amaçları gerçekleştirmek için bir araya geldiği topluluktur.
Fonksiyonel
Gruplar
1. Üyeler arasındaki ilişkileri belirleyen
işletme örgütünün kendi yapısıdır.
2. Grubun temel amacı, yürürlükte olan işlerin
devamını sağlamaktır.
3. Grup genellikle resmî bir yapıya
sahiptir.
4. Üyeler arasında ast-üst ilişkileri vardır.
Proje
Grupları
1. Üyeler arasındaki ilişkileri belli bir
hedef ya da hedeşerin gerçekleştirilmesi doğrultusunda belirlenir.
2. Grubun varlık nedeni hedefin gerçekleşmesi
ile ortadan kalkar.
3.
Grubun ast-üst ilişkileri çerçevesinde çalışması: Grup içindeki değerlere göre
esneklik gösterir.
4. Üyelerinin yönetim tarafından atanması açısından
resmî grup niteliği taşır.
Arkadaşlık
Grupları
1. Üyeler arasındaki ilişkiler, ortak
özellik ilgi ve faaliyetlere dayanır.
2. Grubun kuruluş amaçları örgütün amaçlarına
paralel olabileceği gibi farklı da olabilir.
3. Kuruluş şartlarına göre resmî ya da
resmî olmayan bir nitelik taşıyabilirler.
GRUP ÇEŞİTLERİ
Formel ve İnformel Gruplar
Formal gruplar, örgütün kendisi tarafından belirli işleri yerine getirmek
amacıyla oluşturulan ve örgütte belirli yeri olan gruplardır.
Emir grupları, süreklilik taşırlar; görev
grupları ise nispeten geçici gruplardır. İşletmelerde birçok işgören emir
grupları altında çalışırlar.
Görev veya proje grupları ise, genellikle geçici olarak kurulur veya bir araya
gelirler. Amaçları örgüte ilişkin belirli bir sorunu çözmektir. Sorunu
çözdükleri zaman dağılırlar.
Takımlar, nispeten sürekli iş grupları olup; her düzeyde üyelerine
ortak bir amaç, bağlılık sağlamak, örgütün içerisinde fonksiyonel bir bütün oluşturmak
amacıyla oluşturulan birleşmelerdir.
Kendi kendini yöneten gruplar, kendilerinin lider olduğu, grup başarısı için çabalarını
birleştiren yöneticilerin olmadığı formal iş gruplarıdır.
İnformel gruplar ise örgütün üyeleri tarafından biçimlendirilen gruplardır.
Arkadaşlık ve ilgi grupları örnek olarak sayılabilir.
İnformal gruplar; grup üyelerini bir arada
tutan sosyal değerleri bütünleştirir ve pekiştirirler. Gruplar, üyelerine
sosyal tatmin imkânı sağlarlar.
İnformal gruplar, üyelerine daha fazla
bilgi aktararak onları kolay yönlendirirler.
İnformal gruplar üyelerine rehberlik
ederek, grup normlarını öğretir, davranışlarını standartlaştırır.
Birincil ve İkincil Gruplar
Charles H. Cooley tarafından geliştirilmiştir.
Birincil grubu niteleyen en temel özellik,
dolaysız ilişkiler yeni bir hiyerarşi aracılığıyla sağlanan ilişkilerin
tersine, yüz yüze ilişkilerden oluşmasıdır (aile, arkadaş çevreleri, iş
arkadaşları vs.).
İkincil gruplarda ilişkiler zihinsel,
Ussal-rasyonel ve sözleşmeli olur. İlişkiler formel ve açıkça tanımlanmış
sorumluluklarla kişisel olmama eğilimindedir.
GRUP GELİŞİM SÜRECİ
1- Karşılıklı Kabul
Bireylerin ilk defa bir araya geldikleri ve
grubun amacının, yapısının henüz netleşmediği aşamadır.
2- İletişim
ve Karar Verme
Bu aşamada üyeler birbirlerinin zıt
fikirlerine daha toleranslı bir biçimde bakar ve bu tartışmalardan yeni ve olumlu
sonuçlar çıkartma yoluna giderler.
3- Güdü ve Verimlilik
Burada grup üyeleri, aktif bir biçimde
birbirlerine yardımcı olarak amaçları gerçekleştirme yoluna giderler.
4- Kontrol ve Organizasyon
Grup, etkili bir biçimde amaçlarını yerine
getirmeye çabalar.
GRUPLARA KATILMA NEDENLERİ
Gruplar ister formal ister informal olsun,
üyelerinin güvenlik, sosyal, saygınlık ve kendini gerçekleştirme
gereksinimlerini karşılamaktadırlar.
GRUBUN BAŞARISINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Grubun Kompozisyonu
Grup üyelerinin homojen veya heterojen oluşu
ile ilgili olarak tanımlanır. Grubun homojen oluşu, grup üyelerinin benzer
özelliklere sahip olduklarını gösterir. Homojen
gruplar en çok görevin basit olduğu, katılımın gerekli olduğu, grup görevlerinin
devamlılık gösterdiği ve hemen müdahale gerektiren durumlarda başarılıdır.
Heterojen gruplarda ise üyeler birbirinden
farklı özelliklere sahiptir.
Grubun Büyüklüğü
Eğer gruptaki üye sayısı çoksa yani büyükse
her üyenin kaynağının çok olması grubun daha büyük sayıda ve birbirinden bağımsız
olan görevleri tamamlayabilmesini kolaylaştırır.
Büyük gruplarda üye sayısının fazlalığı alt
grupların oluşmasına neden olur.
Grup Normları
Normlar belirli durumlarda beklenilen
davranış veya davranış kalıplarıdır.
Normlar, grup içinde dört amaca hizmet
eder:
• Grubun devamlılığını ve hayatta kalmasını
kolaylaştırır.
• Davranışları basitleştirir.
• Grup üyelerinin kendilerini utandıracak
durumlardan kaçınmalarına yardımcı olur.
• Normlar, grubun temel değerlerini ifade
etmelerine ve başka gruplardan ayrılan yönlerini bilmelerine yardımcı olur.
Grup Bağlılığı
Grup bağlılığı, grup üyelerinin bir arada kalmasında etkili olan çekim gücü
olarak tanımlanabilir. Grup bağlılığı, grup üyelerinin “ben” duygusundan uzaklaşarak
“biz” duygusunun kararlarda etkili olduğu bir süreçtir.
Grup bağlılığını pekiştiren faktörler:
Zaman, Grup Üyeliğine Kabul Edilme Sürecinde
Karşılaşılan Güçlükler, Grubun Büyüklüğü, Dış Tehditler ve Önceki Başarılardır.
ÖRGÜT İÇİNDEKİ GRUPLARI YÖNETME
Örgüt içindeki grupları yönetmek çok
zordur. Eğer örgüt içindeki emir grubu çok büyük ise genelde örgütte birkaç
informal alt grubun varlığından söz edilebilir.
Önyargı
Önyargı çalışmaları tarihsel olarak sosyal
psikoloji için tümden ve yalnızca ırkçılık çalışmaları yapmak anlamına gelmiştir.
Günlük yaşamdaki küçük kırgınlık ve kızgınlıklardan
etnik temizlik ve soykırıma uzanan korkunç bir tablonun sorumlusudur önyargı.
ÖNYARGI
Duckitt önyargının, belirgin bir biçimde yirminci yüzyıla ait bir
kavram olduğunu belirtmekte, yirminci yüzyıldan önce hem bilimsel bir kavram
olarak hem bir sosyal problem olarak algılanmadığını ifade etmektedir.
1920’lere kadar olan dönemde, önyargı, geri
kalmış insanların eksikliklerine verilen doğal tepkiler olarak görülmekte ve bu
durum ırk kuramlarıyla açıklanmıştır.
1920’lerden sonraki beş dönem ise şöyle sıralanabilir:
1920’ler ve 30’lar: Beyazların hâkimiyetine
ve siyahlara yönelik yaygın önyargıya karşı çıkıldı.
1940’lar ve 50’ler: Bu dönemde açıklanması
gereken temel olgu Nazi ırk ideolojisi ve Yahudi soykırımıydı.
1960’lar: ABD için asıl problem güneydeki
kurumsallaşmış ırkçılıktı.
1970’ler: ABD’nin kuzeyindeki enformel ırkçılık
ve ayrımcılık sorun olarak görüldüğünde, önyargı, gruplar arası eşitsizlikleri
sürdüren güçlü grupların çıkarlarının bir ifadesi olarak görüldü.
1980’ler ve 1990’lar: Bu dönemde, daha
önceki sosyal politikalara karşın, insanların hakkında kalıpyargılar geliştirmenin,
önyargı ve ayrımcılığın inatçı bir biçimde varlığını sürdürdüğü tespit edildi.
Ve bu koşullarda, önyargı, evrensel bilişsel güdüsel süreçler olan sosyal
kategorizasyon ve sosyal kimliğin bir ifadesi olarak görüldü.
Önyargının Tanımlanması
Önyargı genellikle birisi ya da bir şey
hakkında olgunlaşmamış yargılar anlamını taşır.
Sosyal psikolojide önyargı çeşitli
biçimlerde tanımlanmaktadır. Bir kişiye
karşı, sadece grup üyeliğinden dolayı geliştirilen
olumsuz (bazen olumlu) tutumdur.
Allport için etnik önyargı, hatalı ve esnek olmayan bir genellemeye
dayanan antipatidir. Bu, hissedilen ya da ifade edilen bir şeydir. Grubun
bütününe ya da bir bireye o grubun üyesi olduğu için yöneltilir.
Önyargı kavramının taşıdığı beş özellik:
1- Önyargı bir tutumdur.
2- Esnek olmayan bir genellemeye dayanır.
3- Önyargı peşin verilmiş bir hükümdür.
4- Değişime dirençli ve katıdır.
5- Önyargı kötüdür (herhangi bir konuda
dolaysız olarak yargıya varabilen zihnin bu etkinliğini “kötü” olarak nitelemek
en kibar tabirle alçaklıktır).
Önyargı, aynı zamanda etnosentrizmi de
içermektedir. Etnosentrizm, üyesi olunan grubun
(içgrubun) diğer bütün gruplardan üstün olduğuna ilişkin inançtır. İçgrup lehindeki
bu aşırı tutumlar, içgrup üyelerini bireysel olarak tanımadan bile onlar hakkında
olumlu değerlendirmeler yapılmasına yol açabilmektedir.
KALIPYARGI
Kalıpyargı: Belirli bir sosyal grup hakkındaki bilgi ve inançlardan oluşan
bilişsel çerçevelerdir.
Kalıpyargı terimi ilk defa 1922’de Lipmann tarafından kullanılmış ve
“zihindeki resim” olarak tarif edilmiştir.
Önemli olan kalıpyargıların doğru olup
olmaması değil, neye hizmet ettikleridir.
Tipik olarak bir sosyal grubun üyesiyle ya
da o grubun sembolüyle karşılaşıldığında, zihinde o grupla ilişkili daha önce
depolanan bilgi harekete geçer.
AYRIMCILIK
Ayrımcılık: Bir kişiye sadece grup üyeliğinden dolayı olumsuz (bazen
olumlu) davranış gösterilmesidir.
Önyargıların bir tutum oldukları kabul
edildiğinde, diğer tüm tutumlar gibi davranışları yönlendirdiği ileri
sürülmektedir. Böyle bir bakış açısından, ayrımcılık, önyargının davranışa dönüşmüş
halidir.
Allport, önyargıdan en uç ayrımcı davranışa doğru tırmanan beş
basamak ayırt etmiştir:
- Karşı olmayı ifade etme
- Uzak durma
- Ayrımcılık
- Fiziksel Saldırı
-Yok etme
ÖNYARGI KURAMLARI
Sosyal Biliş Yaklaşımı
Sosyal gruplar hakkında çok genel düşünmemiz
ya da düşüncelerimizin çok katı ya da hatalı olması sosyal biliş yaklaşımının
temelini oluşturur.
Sosyal biliş yaklaşımına göre, sosyal
dünyayı algılamadaki temel süreç, sosyal kategorizasyondur. İnsanlar genellikle
sosyal dünyayı iki farklı kategoriye bölerler: “biz” ve “onlar.”
Sosyal kategorizasyon önyargıların oluşumundaki
ilk basamaktır.
Artırma etkisi: Sosyal kategorizasyon sürecinde, kategori içi
benzerlikleri ve kategori arası farklılıkları abartılı algılama eğilimidir.
Dışgruplar içgruplardan daha homojen, yani
birbirlerine daha benzer olarak algılanmaktadır.
Dışgrup homojenliği: Dışgrup üyelerinin birbirlerine, içgrup üyelerinin benzediğinden
daha fazla benzediğine ilişkin bir algısal yanılgıdır.
Hayalî ilişkisellik: İki olay arasında gerçekte olmayan bir ilişki algılamak ya
da var olan çok az düzeydeki ilişkiyi abartmaktır.
Sosyal biliş yaklaşımı, bütün insanların
zihninin benzer biçimde işlediğini öne sürerek önyargılı düşünce ve duyguları
evrensel bir özellik haline getirmekte ve insan olmanın bir gereğiymiş gibi
sunmaktadır.
Otoriteryen Kişilik Kuramı
Almanya’da Nazi faşizminin yükselişi,
ABD’de bir grup araştırmacıyı faşist rejimleri mümkün kılan psikolojik
özellikleri çalışmaya yöneltmiştir. Adorno’nun
başını çektiği bu grup, otoriteryen kişilik görüşünü geliştirmişlerdir.
Otoriteryen kişilerin sadece bir azınlık
grubuna değil, tüm azınlıklara güçlü önyargıları olan, bağnaz kişiler olduğu
ortaya çıkarmışlardır.
Araştırmacılar bundan sonra belirli
gruplara yönelik önyargıları hiç söz konusu etmeksizin, kişilerdeki otoriteryen
ve faşist eğilimleri belirlemek üzere F (Faşizm) ölçeği geliştirmişlerdir.
F
Ölçeği
1- Gelenekçilik (konvansiyonalizm):
Geleneksel, orta sınıf değerlerine katı bağlılık.
2- Otoriteryen boyun eğme: Ait olunan
grubun idealize edilmiş ahlaki otoritelerine yönelik, sorgulayıcı, boyun eğici
tutum.
3- Otoriteryen saldırganlık: Geleneksel değerleri
çiğneyenleri ya da çiğnemek isteyenleri yakalamak için tetikte olma, onları kınama,
reddetme ve cezalandırma eğilimi.
4- Öznelci bakış karşıtlığı
(Anti-intraception?): Öznel, yaratıcı, esnek düşünmeye karşı olma.
5- Boş inançlı ve kalıpyargılı olma:
Bireyin, kaderinin mistik olarak belirlendiğine dair inançlara sahip ve katı
kategorilerle düşünme eğiliminde olması.
6- Güç ve “sertlik”: Sürekli baskı-boyun eğme,
güçlü-zayıf, lider-takipçi boyutlarıyla düşünmek ve kaygı duymak, güçlü kişilerle
özdeşleşme, dayanıklılık ve sertlik konusunda abartılı bir iddia sahibi olma.
7- Yıkıcılık ve sinisizm (olumsuzculuk):
Genelleşmiş bir düşmanlık, insanları yerme ya da onlara iftira atma.
8- Yansıtma eğilimi: Dünyada olan bitenin
vahşi ve tehlikeli olduğuna inanmaya yatkınlık; bilinçdışı çatışmaları dışarı
yansıtma.
9- Cinsellik: Cinsellikle ilgili
faaliyetlere yönelik abartılı ilgi.
Adorno ve arkadaşları otoriteryen kişiliğin
kökeninin acımasız çocukluk deneyimlerinde yattığını ileri sürmüşlerdir.
Otoriteryen kişilik yaklaşımı hem kuramsal
hem de yöntemsel olarak pek çok eleştiri almıştır. Kuramsal yönden bu yaklaşım,
önyargıyı, sadece bir kişilik bozukluğu olarak gördüğü için eleştirilmiştir.
Sağ Kanat Otoriteryenizm Kuramı
Altemeyer, Adorno ve arkadaşlarının geliştirdiği F ölçeğini ve bunun
içerdiği dokuz boyutu eleştirir. Otoriteryen kişilik için güvenilir bir biçimde
saptanabilecek sadece üç boyut olduğunu ileri sürer:
1- Otoriteryen boyun eğme: Kişinin yaşadığı
toplumdaki yerleşik ve meşru olarak algılanan otoritelere yüksek düzeyde boyun
eğme.
2- Otoriteryen saldırganlık: Çeşitli kişilere
yöneltilmiş genel bir saldırganlık. Bu saldırganlık, yerleşik otoriteler tarafından
“izin verilmiş (onaylanmış)” bir saldırganlık olarak algılanır.
3- Konvansiyonalizm (gelenekçilik):
toplumsal konvansiyonlara yüksek derecede bağlılık. Bağlı olunan
konvansiyonlar, toplum ve onun yerleşik otoriteleri tarafından kabul edilen konvansiyonlar
olarak algılanır.
Altemeyer, otoriteryenizm hakkındaki görüşlerini
sosyal öğrenme kuramına dayandırır.
Altemeyer, otoriteryenizmle sol kanatta politika
yapanlar arasında bir korelasyon bulamamıştır, bu yüzden, ölçeği, sağ-kanat
otoriteryenizm ölçeği ve kuramı da, sağ-kanat otoriteryenizm kuramı olarak bilinir.
Gruplar Arası İlişkiler
GRUPLAR ARASI DAVRANIŞ
Gruplar Arası Davranış: İnsanların kendilerini ve diğerlerini ayrı sosyal grupların
üyeleri olarak görmelerini sağlayan herhangi bir algı, biliş ya da davranıştır.
En genel anlamda, iki grubun bir bütün
olarak ya da iki üyesi arasında kurulabilecek potansiyel iki etkileşim tarzı
bulunmaktadır: Dayanışma ve işbirliğini içeren olumlu etkileşimler ve
anti-sosyal davranış ve şiddeti içeren olumsuz etkileşimler.
Gerçek dünyada gruplar arası ilişkilerde en
sık karşılaştığımız olaylar hep şiddeti içermektedir.
GERÇEKÇİ ÇATIŞMA KURAMI
Hırsızlar Mağarası
1954 yazında ABD’de yapılan alan deneyinde yirmi
iki çocuk tesadüfi olarak iki gruba ayrılır. Birinci haftanın sonunda iki grup
arasında rekabet teşvik edilir. Bu süreçte guruplar arasında kutuplaşma ortaya
çıkar. Üçüncü haftada hava yumuşatılmaya çalışılır. İki grup arasında yalnızca
temasın gerçekleşmesinin gruplar arası düşmanlığı azaltmaya yetmediği gözlenir.
İki grubun işbirliğini gerektiren üst düzey hedefler devreye sokulur. İlk
deneme buzları eritmediyse de üçüncü denemede guruplar arasındaki düşmanlığın
gerilediği gözlenir.
Bu deneylerden elde edilen bulguları açıklamak
için Sherif gerçekçi
çatışma kuramını ileri sürmüştür. Bu kurama göre, temel olarak, bireyler
ve gruplar arasında ortaya konan hedeflerin niteliği, bireyler ve gruplar arası
ilişkilerin niteliğini belirlemektedir.
Sosyal psikolojide gruplar arası rekabet
kavramı etrafında yapılan çeşitli araştırmaların sonuçları, bu kuramın öngörüleriyle
tutarlıdır. Sınırlı kaynaklar için rekabet
arttıkça, etnik gruplar arası düşmanlığın da arttığı gözlenmiştir.
SOSYAL KİMLİK KURAMI
Asgari
Grup Paradigması
Bir araya gelen bireylerin ait oldukları
grubu kayırmaları ve diğer grupla rekabet etmeleri için psikolojik düzeyde gerekli
ve yeterli koşullar nelerdir?
Sosyal Kategorizasyon
Sosyal Kategorizasyon: Sosyal dünyanın belirli özellikler (cinsiyet, yaş, ırk,din,
milliyet vb.) temelinde gruplara bölünmesidir.
Bilişsel bir süreç olan sosyal kategorizasyon,
bireyin ait olduğu grubu içgrup ve ait olmadığı grubu dışgrup olarak otomatik
bir biçimde sınıflandırması demektir.
Sosyal Kimlik
Sosyal Kimlik: Bireyin bir gruba aidiyeti ile elde edilen kimliktir,
bireyin kim olduğunu ve o grup üyeliğinin birey için ne anlam taşıdığını ifade
eder.
Sosyal Kimlik Kuramı: Sosyal değişmeye aracılık eden psikolojik süreçleri sosyal
kimlik kavramı çerçevesinde işe koşan bir gruplar arası ilişkiler kuramıdır.
Sosyal kimliklerimiz sadece kim olduğumuzu
söylemekle kalmaz, ama belirli bir durumda nasıl davranmamız gerektiğini de
söylemektedir.
Sosyal Karşılaştırma
Bir gurubun varlığı, karşıtı ile
kıyaslandığında anlam kazanır. Sosyal Karşılaştırma:
Kişi ya da kişilerin kendi gruplarını çeşitli değerlendirme boyutları üzerinde
diğer gruplarla kıyaslamasıdır.
Gurubun üyesi, kıyaslama yaparken genellikle
kendi gurubunun üstün olduğu unsurlara öncelik vererek kıyaslama yapar.
Sosyal Kimlik ve Sosyal Değişme
Sosyal Değişme: Sosyal kimlik kuramı bağlamında, alt statüdeki grubun kolektif
biçimde üst statüye geçmesini ifade eder.
Sosyal Hareketlilik: Sosyal kimlik kuramı bağlamında alt statüdeki grup
üyelerinin kolektif olarak değil kişisel olarak üst statülü gruba geçişlerini
ifade eder.
Sosyal Yaratıcılık: Sosyal kimlik kuramı bağlamında alt statüdeki grup üyelerinin
statükoyu değiştiremedikleri durumda, olumsuz olan sosyal kimliklerini olumluya
çevirmek için bulduğu yolları ifade eder.
Üç sosyal yaratıcılık stratejisinden söz
edilebilir:
1- Düşük statülü grup, gruplar arası karşılaştırmada
kendi lehine olacak yeni
karşılaştırma boyutu bulur. Diğer bir deyişle,
kendinde “olumlu” bir özellik keşfeder veya üretir.
2- Daha önceden olumsuz olarak algılanan
içgrup özelliklerine bu kez olumlu anlamlar yükleme girişimlerinde bulunma diğer
bir stratejidir (“fakir ama gururluyum”).
3- Grubun kendini daha alt statüde
gruplarla karşılaştırarak olumlu sosyal kimliğe ulaşmadır.
Gruplar Arası Rekabet: Sosyal kimlik kuramı bağlamında alt statüdeki grupların statükoyu
değiştirmek üzere üst statüdeki grup ya da gruplarla direkt olarak çatışmaya
girmesini ifade eder.
GRUPLAR ARASI İLİŞKİLERİN GELİŞTİRİLMESİ
Propaganda ve Eğitim
Propaganda mesajlarının en azından bu
ahlaki standartlara duyarlı olanlar için etkili olacağı düşünülmektedir.
Eğitimin özellikle de çocukların formel eğitiminin
bağnazlığı azaltabileceği düşünülmektedir.
Gruplar Arası Temas
Gruplar arasındaki önyargı ve çatışmanın
temel özelliği, dışgruba yönelik geliştirilmiş tutumlar olmasıdır. Dışgruba
yönelik bu olumsuz tutumların yanlışlığını ortaya koyacak ya da belki onları
daha fazla geliştirecek bilgiye erişilmediği zaman, bu tutumlar değişmezler.
Temas denencesi, 1954’te Allport
tarafından ortaya atılmıştır.
Allport’un guruplar arası temasın etkili
olacağını öngördüğü koşullar:
1- Temas, rastgele ya da amaçsız etkileşimden
çok işbirliği içeren ve uzun süren bir etkileşim olmalıdır.
2- Bütünleşme, resmi ve kurumsal destek
çerçevesi içinde olmalıdır.
3- Temas, eşit statülü kişi ya da gruplar
arasında olmalıdır.
Guruplar
arası temas konusunda dikkat edilmesi gereken kavramlar
1- Benzerlik
Temasla birlikte, grupların birbirlerini
gerçekte düşündüklerinden daha benzer görecekleri ve böylece birbirlerini
sevmeye başlayacakları varsayılmaktadır.
Gruplar çoğunlukla birbirlerinden çok farklıdır,
dolayısıyla benzer olduğuna dair fikirler ileri sürmek yanlıştır.
2- Genelleme
Genel olarak, araştırmalar temasın, temasta
bulunan katılımcıların birbirlerine yönelik tutumlarını iyileştirdiğini ama
bunun katılımcıların temsil ettiği bütün bir gruba genellenmediğini göstermiştir
Muhasebeci yaklaşım - dışgrup hakkında olumlu bilgilerin birikmesi yavaş yavaş
onlar hakkındaki kalıpyargıları iyileştirecektir.
Değişme yaklaşımı- dışgruba yönelik kalıpyargısal bilginin tam tersi olan bilginin
verilmesi tutumlarda ani değişmeye yol açar.
Alt gruplara ayırma- kalıpyargı ile tutarlı olmayan bilgi dolayısıyla bir alt
tip yaratılır. Böylece dışgruba ilişkin kalıpyargı daha karmaşık hale gelir ama
üst kategori değişmeden kalır.
3- Çokkültürlü Bağlamda Temas Politikası
Etnik guruplara, onları eşit kabul eden bir
zeminde yaklaşmak doğru gibi görünen büyük bir yanlıştır.
Eşitlikçi yaklaşım; iki gurup arasındaki
ayrımın onanmasına yol açar. Avantajlı olan gurubun (ki mutlaka her durumda bir
taraf avantajlıdır) avantajını devam ettirmesini sağlar.
Eşitlikçi yaklaşım, guruplar arasındaki
farklılıkları görmezden gelir.
Çoğulculuk ya da çokkültürlülük,
eşitlikçi yaklaşımların alternatifidir. Grup farklılıkları gerçeğini olduğu
gibi kabul eden bu kavram, gruplara yönelik olumsuz tutumları iyileştirmek ve
dezavantajlı durumu ortadan kaldırmak için geliştirilmiştir.
Üst Düzey Hedefler
Üst düzey hedeflerin en etkili olanlarından
biri, iki karşıt grubun ortak bir düşman tarafından tehdit edilmesidir.
Eğer gruplar ortak hedefe ulaşmada başarısız
olurlarsa bu durum gruplar arasındaki ilişkiyi kötüleştirir.
Yoğun ve uzun süreli işbirliği gruplar arasındaki
sınırları silebileceğinden, bu her bir grup için tehdit olarak algılanabilir ve
gruplar arasında yeni çatışmalara yol açabilir.
İletişim
Guruplar arası iletişim üç şekilde
olabilir: Pazarlık yapma, arabulucudan yararlanma ya da hakem yoluyla anlaşma.
1- Pazarlık Yapma
Araştırmalar, mensup oldukları grup adına
pazarlık yapan kişilerin, kişisel olarak kendi adlarına pazarlık yaptıkları
duruma göre çok daha sert ve uzlaşmaz davrandıklarını göstermiştir.
Pazarlık konuları, genellikle guruplar
arasındaki görece küçük bir problemdir. Guruplar, kendi kimliklerinin bir
parçası olan farklılaştırıcı unsurları pazarlık masasının uzağında tutmak için
küçük problemleri pazarlık konusu yapabilirler. Görüşmeler çıkmaza girince de
bu durumu kendi esas tutumlarını katılaştırmak için kullanırlar.
2- Arabulucudan Yararlanma
Etkili olabilmeleri için arabulucuların
taraflar üzerinde bir yaptırım gücü olmalıdır. Daha da önemlisi, tarafsız
olmalıdır.
3- Hakem Yoluyla Anlaşma
Son çare hakeme başvurmaktır.
Uzlaşma
ABD Vietnam’ı bombaladıkça Vietnam halkının
direnişi artmıştır.
Zamanla taraflar arasındaki tehdit, baskı
ve misilleme kısır bir döngüye dönüşür.
1- Bir taraf uzlaşmacı niyetini ilan eder,
atacağı küçük adımı açıkça ortaya koyar ve karşı taraftan da aynısını yapmasını
ister.
2- Süreci başlatan taraf ilan ettiği adımı
eksiksiz ve herkesin görebileceği şekilde atar. Artık o andan itibaren karşı
taraf üzerinde, aynı davranışı göstermesi için büyük bir baskı oluşur.
Kitle Davranışı
KİTLE DAVRANIŞI
Kitle Davranışı: Bu terim genellikle çok sayıda insanın aynı yer ve zamanda
bir uyum içinde, yoğun duygusal ve sosyal normları ihlal eden davranışlar için kullanılmaktadır.
Dışarıdan izleyenler kitle davranışını
korkutucu, katılımcılar açısından ise çoğu kez olumlu yaşantıları içermektedir.
Kitle konusundaki ilk kuramsal çaba, Fransız
hekim Gustave Le Bon’a aittir.
Le Bon, kitleyi ilkel, barbar ve korkunç olarak
görmektedir. Ona göre, kitleyi oluşturan bireyler kitleleşme sonucu, yalnızca
ve yalnızca bu nedenden ötürü kollektif bir ruh kazanır.
Le Bon, kitleleşme sürecini üç psikolojik
mekanizmayla açıklamaktadır: Anonimlik, bulaşma ve telkine yatkınlık (etkiye açık
olmak).
Anonimlik: Kitlede kişi sayısı fazlalığının verdiği rahatlık duygusu
ile sorumluluk duygusunun ortadan kalkmasıdır. Sorumluluk hissi ortadan kalkan
bireyler, tek başınayken zaptettikleri içgüdülerini serbest bırakırlar. Hemen eyleme
geçmek isterler. Bireyler bilinçdışılarının egemenliğine girerler.
Bulaşma: Le Bon bununla,
kitledeki bireylerin sanki hipnotize edilmiş gibi karşılıklı olarak
birbirlerinin duygu ve davranışlarını taklit ettiğini ifade etmek ister.
Telkine yatkınlık (etkiye açık olma): Bireyler, kitle içinde kişisel
bilinçlerini yitirdikleri için, kitledeki başat ve etkileme gücü yüksek olan kişiler
tarafından kolayca ikna edilebilir hale gelirler.
Le Boncu anlayış, sosyal psikolojide grup
zihni adı verilen yaklaşımın içinde yer alır.
Grup Zihni: Bazı kuramsal yaklaşımlara göre, kitle üyeleri tarafından
paylaşılan ve kitle davranışını mümkün kılan ortak ruh halidir.
KİMLİKSİZLEŞME
Kimsizlikleşme: Kimliksizleşme, bireyin davranışları üzerinde normalde
varolan sınırlamaların gevşemesinin saldırgan, antisosyal ve bencil davranışlara
yol açmasına aracılık eden psikolojik bir durumdur.
Kitle ortamındaki etmenler, bireyin
benlik-farkındalılığını azaltır ve bu da psikolojik bir durum olan kimliksizleşmeyi
yaratır. Bununla birlikte kimliksizleşme, her koşulda olumsuz sonuçlar
doğurmaz.
Kimliksizleşme yaklaşımı pek çok sosyal
psikolog tarafından eleştirilmiştir.
BELİREN NORM KURAMI
Beliren norm kuramı (emergent norm theory),
modern sosyal psikolojide kitleyi anormal
olarak görmekten uzaklaşan ilk kuramdır.
Bu kuram kitle davranışını kuralları olan
normal bir sosyal süreç olarak görmektedir. Kitle davranışı birtakım normlar
içeriyorsa ve kitle de kendiliğinden yani planlanmamış şekilde davranış
gösteriyorsa o zaman hemen o anda ve o duruma özgü norm oluşturuluyor demektir.
İşte bu yüzden kurama beliren norm kuramı adı verilmiştir.
SOSYAL KİMLİK KURAMI
Sosyal kimlik yaklaşımı açısından en temel
nokta, kitlenin gruplar arası bir olgu olmasıdır. Her zaman kitlenin karşı karşıya geldiği bir grup vardır.
Sosyal kimlik kuramı, kitlesel süreci
mümkün kılan şeyin bireyin kitlede bir kimlikten başka bir kimliğe geçiş olduğunu
ileri sürmektedir.
Kitle üyeleri “biz” ve “onlar” ayrımını
yapar. “Biz” kategorisine içgrup, “onlar” kategorisine dışgrup denmektedir.
Birey, kendini koyduğu kategorinin diğer üyeleriyle, diğer bir deyişle içgrup
üyeleriyle özdeşleşir.
Böyle bir açıklamayla kitle ile grup arasındaki
fark silinmiş olur. Hâlbuki kitle, guruptan farklı bir yapıdır.
Benlik
BENLİK NEDİR?
İnsanlar kendine biçtiği genel değerin bir
parçasıdır.
Yüksek özsaygıya sahip bireyler kendileri
için iyi düşünür, uygun amaçlar belirlerler, kişisel davranışlarını arıtmak
için geri bildirimleri kullanırlar.
Düşük özsaygıya sahip insanlar, kendilerini
kavramada kendi düşüncelerini açıklamakta daha zayıftırlar.
Kendine olan özsaygının kapalı olması
demek, kişiliğinde tanımlanmamış yönler olması veya kendini değerlendirememesi anlamına
gelir.
Özsaygı ile ilgili olan kendini geliştirme
yeteneği nedir? Kendini geliştirme yeteneği ile ilgili en etkili teorinin Eric Ericson’un (1963)’te ortaya konduğu
bilinmektedir.
Ericson, kişilik duygusunun gelişmesi için
asıl zamanın ergenlik ve erken ergenlik dönemi olduğunu vurguluyor.
KİŞİSEL BİLGİLERİMİZ NEREDEN GELİR?
Toplumsallaşma
Kişisel bilgilerimizin çoğu toplumsallaşma
sürecinde gerçekleşir.
Ailesi tarafından her hafta sonu sergi ve
konsere götürülen bir çocuk, kendinin bir kültürel kimliğe sahip olduğunu düşünebilir.
Değer Yargılarının Yansıması
Diğer insanların bize olan tepkilerini nasıl
algıladığımız, değer yargılarının yansıması olarak adlandırılır
İnsanlardan Geribildirim
Bu süreç toplumsallaşma sürecinde başlar.
Araştırmacılar, insanların kişisel
özellikleri hakkında objektif geribildirimler yapılmasını öneriyorlar.
Kişisel Algı
İnsanların davranışlarını gözlemleyerek kişisel
özelliklerini anlamaya çalışırız. Yani, aslında bu bir kendimizi izleme
sürecidir.
Etiketli Uyarılma Durumları
Stanley Schachter’a (1964) göre duygusal algılarımız, sahip olduğumuz uyarılma
düzeyine, başvurduğumuz bilişsel etikete bağlıdır.
Schachter’ın iki faktörlü duygusal teorisi;
(psikolojik uyarılma ve makul etiket) belirsiz duygularımızın kökenini inandırıcı
bir şekilde anlamamızı sağlar ve biz bundan çevremizde neler olduğu sonucunu çıkarırız.
Çevresel Belirsizlikler
Çevre, kişisel özelliklerimiz hakkında bize
ipucu sağlar.
Diğerleriyle Karşılaştırma
Bazen kişisel özelliklerimizi başkalarıyla
karşılaştırarak ölçeriz.
Sosyal Kimlik
Kişisel düşüncenin bir parçası, grup üyelerinin
değerlerinin duygusal anlam taşıyan hareketlerinin hep beraber elde
edilmesidir.
Sosyal kimliğin negatif yönleri belirgin
veya tehdit edici olduğunda, insanlar özellikle pozitif yönlerini öne çıkarırlar.
Etnik kimlikle ilgili olan bir araştırmada güçlü
bir etnik kimliğin tipik olarak yüksek öz saygıyla bağdaştığı gözlendi.
Bireysel algılar ırksal ve etniksel kimliklerinden
dolayı negatif geri bildirim oluyor. O bireyler önyargılarını kendi içine almak
için diğerine çok olumsuz nitelikler veriyorlar.
KÜLTÜR VE BENLİK
Amerika’da bireyselliğe güçlü bir vurgu var.
Onlar toplumsallaşmanın esas görevini bağımsız tanımlamalarda yaparlar. Batılılar
çocuklarına nasıl bağımsız olunacağını öğretirler.
Japon kültüründe ise birey sosyal ilişki bağlarının
içinde anlamlı olmaya başlar. Bağımlı kültürlerde esas olarak kaynaşmaya vurgu
vardır.
Toplumcu merkeziyetçi ülkelerde, hayattan
tat alma ve öz saygı arasındaki ilişkinin düşük olduğu gözlenmiştir.
ÖZBİLGİNİN GÖRÜNÜMÜ
Kendi Özşemalarımız
Bir şema, organize edilmiş, yapılanmış
bir uyarıcı ya da kavram hakkındaki bilgilerin bir bölümüdür.
Genelde insanlar, kendilerine göre önemli
olan konular üzerinde şemaya sahiptirler.
İnsanlar düşüncelerinde özkavramları
tutarlar. Bu özkavramlar, sadece şimdiki niteliklerle alakalı değil, ayrıca
gelecekte bir zaman olabilecek öztanımlayıcı niteliklerle de ilgilidir. Bunlara
olabilir kendilik denir.
Özşemalar olası kendilikleri içerir.
Özfarklılıklar
Gerçekte nasıl olduğumuz ile ideal olarak
nasıl biri olmak istiyoruz? Bunlarla ilişkili davranış ile düşüncelerimiz
özfarklılıklardır.
Gerçek benlik ve ideal benlik arasındaki
ayrılıklar, hayal kırıcı, üzücü ve memnuniyetsiz bir durum üretiyor. Ayrıca
özsaygı eksikliğine neden oluyor.
BENLİK DÜZENLEME
İşleyen
Kişisel Algı
Düşüncelerimizi ve devam eden davranışlarımızı
etkileyen benlik düzeyi, bir özel durum dâhilinde ortaya çıkan kişisel algımıza
dayanmaktadır. Kişisel algı durumu, işleyen kişisel algı durumu olarak adlandırılır.
İşleyen kişisel algıdaki değişiklikler
ancak zaman içinde sabitlik kazanırsa kalıcı kişisel algıda değişikliklere
neden olur.
Kişisel Karışıklık
Karmaşık benliğe sahip bir öğrenci akademik
bir sorunla karşılaştığında mütemadiyen dikkatini okul ile olan uğraşıdan
uzaklaştırır ve bir dağ gezintisi için hazırlanabilir ve çaresi sayesinde bir şekilde
akademik sorunla daha başarılı bir şekilde başa çıkabilir. Bu şekilde pozitif
kişisel karışıklık, stres dolu yaşamsal faaliyetler karşısında bir tampon
vazifesi görür.
Benlik Verimliliği ve Kişisel Kontrol
Psikologlar başarı ya da başarısızlık
yönünde daha önceden yaşanmış tecrübelerin, insanların benlik verimlilikleri
hakkında kalıcı algı şekilleri oluşturmaya yöneldiğine inanırlar.
Kişisel Farkındalık
Genelde ilgimizi odaklarız. Ama bazen de
kendimize odaklanırız.
Kendimizi kendimizin ve başkalarının
ilgisinin yöneldiği bir obje olarak görmeye başlarız. Bu durum kişisel farkındalık
olarak adlandırılır. Genel olarak kişisel farkındalık insanların bir standart
karşısında davranışlarını tartmaya ve bu standardı karşılamaya yönelik hareketi
düzenleyecek bir yöntem oluşturmaya yönlendirir.
İnsanlar ayrıca kendilerinin kişisel genel
görünümlerine verdikleri önem derecesi yönünden birbirlerinden farklılık
gösterirler. Bu fark umumi ya da kişisel benlik bilinci olarak adlandırılır.
Yüksek derecede kişisel benlik bilincine
sahip insanlar kendilerini analiz etmeye, kendileri hakkında düşünmeye ve içsel
duygularını öğrenmeye çabalarlar.
MOTİVASYON VE BENLİK
Doğru Benlik İhtiyacı
Yetenekleriniz hakkında kesin bir bilgiye
sahip olmadığınız zaman özgüvenimizi sorgulamak zorundayız.
İnsanlar açık durumlarda kendi benlikleri
ya da karşısındakinin benliği hakkında yorum yaparak tahminde bulunurlar. Bu
yöntemin adı kişisel doğrulamadır.
Kişisel Gelişme
Özgelişim diğer insanlarla iletişimimizi de
etkiler. Bu yönteme artan benzerlik denir. İnsanlar simgeledikleri, anlamlandırdıkları
insanların başarısına ulaşmak için daha çok motive olurlar.
Kişisel Doğrulama
Kişisel doğrulama teorisinde insanların
kendi özdeğerlerini doğrulayarak kişisel özelliklerini açıkça davranışa dönüştürdüklerini
söyler.
Araştırmalar sonunda ortaya çıkan en
kapsamlı hata; yüksek özsaygıya sahip olanların, kendilerinin iyi yönlerini
abarttıklarıdır. Düşük özsaygıya sahip olanlar ise tersini doğrulamışlardır.
Tesser’in Kişisel Değerlerin Savunulması
Modeli
1. Karşılaştırma etkisi: İlişki içinde olduğumuz
insanın performansı kendi gelişmemizi etkiler. Kıskançlık gibi eylemlerde
bulunuruz. Bunun içinde o kişiyle aynı konularda uğraşmamız gerekir.
2. Yansıtma etkisi: İlişki içinde olduğumuz
kişi, kendi gelişimimiz dışında bir konu hakkında, bir başarı gösterdiyse, onun
başarısından dolayı gurur duyarız.
SOSYAL KIYASLAMA KURAMI
Kuram, 1954 yılında Lean Festinger tarafından geliştirmiştir.
Festinger, insanların tam olarak yeteneklerinin, sıfatlarının farkında olduğu
zaman motive olduklarını söylüyor. Bunu anlamak için de birey diğer insanlarla
kendini mukayese eder.
Genelde insanlar kendi benzerleriyle karşılaşmayı
tercih ederler.
Doğru Kişisel Değerler
Karşılaştırma Süreçleri
Düşük özsaygı insanı daha mutsuz yapar ve
insanın özgelişimi için bir katkıda bulunmaz. Yüksek özsaygı insanı hem gelişmeye
hem mutluluğa teşvik eder.
KENDİNİ SUNMA
Sosyal etkileşimin bir aşaması; kendini tanıma,
kendini sunma, amaç ve ortama bağlı olarak davranışlarımızı durumdan duruma değiştirebilmektir.
İyi Bir İzlenim Yaratmak
Kendini terfi etme kendi hakkında pozitif
bilgi üretmeye karşılık gelir.
Kendini sunma sözlü ve sözsüz davranışları
içerir.
Etkisiz Kendini Pazarlama
En uygun yalan, gerçeğe en yakın olandır!
Kişisel Engel
Kişisel engel adlı mazeret, önemli bir
stratejidir. İnsanların kaçınılmaz başarısızlıkla sonuçlanan deneyimleri olduğunda,
bunun yeteneksizlikle değil, başka mazeretlerle savunulmasıdır.
Kişisel engel stratejisinin iki çeşidi vardır.
Davranışsal engeller ve kendiliğinden kaynaklanan engeller (nevroz, utangaçlık
vs.).
Engeller kısa dönemde etkilidir fakat uzun
dönemde bireylerin kendilerini yönetmeleri için kesinlikle başarılı bir taktik
değildir.
Toplumsal Cinsiyet
Toplumsal cinsiyet, toplumsal düzlemde kadın
ve erkek arasında oluşturulmuş ve yerleşik hale gelmiş farklılıklar için kullanılan
bir kavramdır.
CİNSİYET VE TOPLUMSAL CİNSİYET
Cinsiyet (sex), kişinin kadın ya da erkek
olarak gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleridir.
Kadın ve erkeği tanımlamada önemli olan diğer
bir faktör, toplumsal cinsiyet (gender) denilen kadın ve erkeğin değişik
kültürlerdeki tanımlamalarıdır. Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkek arasındaki
biyolojik farklılıkları değil, bu iki cinsle ilgili toplumsal algılamaları yansıtır.
CİNSİYET BENLİK ŞEMALARI
Benlik şeması: Bireyin kendisiyle ilgili belli bir özelliği hakkında nasıl
düşündüğünü gösteren bilişsel bir yapıdır.
Erillik (Erkeksilik)-Dişillik (Kadınsılık)
Bazı insanlar kendilerini hem erkeksi, hem
kadınsı özelliklere sahip olarak algılayabilirler. Yerine göre her iki cinsiyetin rollerini de yapan insanlara
“androjen” denilmektedir.
TOPLUMSAL CİNSİYET VE ALGILANMASI
Dünyayı kadınsı ve erkeksi sınıflara ayırma
eğilimi sadece kişilerle sınırlı değildir. Birçok nesne ve faaliyet dişil ve
erkeksi olarak tanımlanmaktadır.
TOPLUMSAL CİNSİYET KALIPYARGILARI
Kitle İletişim Araçlarında Kadın ve Erkek İmgeleri
(TV. reklam, sinema gibi ortamlarda) Erkekler
uzman, kadınlar kullanıcı. Görsel olarak kadın, bedeniyle; erkek ise yüzüyle
fotoğrafa model olur.
Kültürel ve Kişisel Kalıpyargıları
Kültürel kalıpyargı: Bir grubun üyelerine ilişkin toplumsal inançlar.
Toplumsal Cinsiyet Alt Sınıfları
Cinsiyetleri kadın ve erkek olarak alıp
onları genel kişilik özellikleri bakımından değerlendirdiğimiz gibi; onları
daha alt gruplara ayırarak da sınıflamaktayız (evliler, feministler,
üniversiteli kadınlar).
KALIP YARGILARIN KULLANIMI
Bu konudaki davranışımızı belirleyen üç
farklı ölçüt vardır:
1- Bilgi
Birisi hakkında sahip olduğumuz bilgi azaldıkça
ona ilişkin algılarımız kalıpyargılar temelinde şekillenmektedir.
Bir kişinin sahip olduğu özelliklere ilişkin
bilgilerimiz arttıkça, kalıpyargılara değil bilgimize güveniriz.
2- Grup Üyeliğinin Belirginliği
Bireyin sahip olduğu cinsiyetin aşikâr
biçimde tanınır olması anlamına gelmektedir. Grup
içinde azınlıkta olan cinsiyet daha belirgindir. Grup içerisinde tek olmak,
dikkatlerin odağı haline gelmeye; dolayısıyla kalıpyargısal algılanmaya neden
olmaktadır.
3- Güç ve Kalıpyargılama
Güçsüz insanlar güçlü olanlarla ilgili kalıpyargılar
oluştururlar.
Kalıpyargıların Olumsuzlukları
Kalıpyargılar gruplar arasındaki farkı
abartırken grup içi farklılıkları da en aza indirmektedir.
Toplumsal Cinsiyet ve Sosyal Davranış
Saldırganlık: Yaygın inanışa göre erkekler -ister yetişkin, ister çocuk
olsun bütün kültürlerde, kadınlardan daha saldırgan eğilim içerisindedirler.
Yardım
Etme: Erkeklerin yardım etme eğilimi kadınlara kıyasla daha fazladır.
Uyma
Davranışı: Kalıpyargılar kadınları
erkeklere kıyasla daha fazla uyma yanlısı, boyun eğici ve kabullenici
göstermektedir.
TOPLUMSAL CİNSİYET KURAMLARI
Biyoloji
Biyoloji yönelimli bilim insanları,
erkeklerdeki fiziksel şiddet ve toplumsal baskınlık gibi eğilimlerin evrenselliğini
kanıt göstererek bunda biyolojik bir öz aramaktadırlar. Biyolojik cinsiyet farklılıklarının
etkisi, sosyal çevreye bağlı olarak önemli ölçüde değişebilmektedir.
Toplumsallaşma
Çocukluk döneminin en göze çarpan özelliklerinden
birisi, çocukların tamamen kız ve erkeklerden oluşan gruplara ayrılmaları ve
genellikle karşı cinsten uzak durma eğilimleridir.
Toplumsal Roller
Toplumsal rol kuramına göre kadın ve erkek
davranışlarındaki farklılıkların nedeni, iki cinsin günlük yaşamlarında farklı
rolleri yerine getiriyor olmalarıdır.
Toplumsal Durumlar
Birilerinin bizi sevmesini istediğimizde;
inancımız ne olursa olsun, onların bizden beklediği davranışa uygun hareket
ederiz.
Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutumlardaki Değişim
Geleneksel cinsiyet rolleri iki temel ilke
etrafında organize olmuştur. Bunlardan biri iş yaşamının cinsiyete ayrımını
gerektiren aktiviteler sergilemesi diğeri ise erkeğin hem evde hem de genelde baskın
cinsiyet olmasıdır.
Cinsiyet rollerine ilişkin geleneksel görüşe
ters değişme ve gelişmeler günümüzde devam etmektedir.
---
Sosyal Psikoloji I
Editör: Prof. Dr. Sezen Ünlü
Anadolu Üniversitesi Yayın No: 2291
Ağustos 2011, Eskişehir
Sosyal Psikoloji II
Editör: Prof. Dr. Sezen Ünlü
Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2272
Kasım 2013, Eskişehir
helal olsun hocam sonunda anlaşılır bir anlatım buldum teşekkürler
YanıtlaSil