17 Kasım 2014 Pazartesi

Richard E. Nisbett – Düşüncenin Coğrafyası

Richard E. Nisbett – Düşüncenin Coğrafyası
Doğulular ile Batılılar Nasıl ve Neden Birbirinden Farklı Düşünürler?


Özet:
1. Bölüm: İki farklı düşünce sisteminin tipik örnekleri olarak Aristoteles ve Konfüçyüs ele alınıyor.
2 ve 3. Bölüm: Bu iki farklı sistemin toplumsal uygulama farklılıkları ele alınıyor.
4-7. Bölümler: Algı ve akıl yürütme süreçleri hakkında çeşitli örneklere yer veriliyor.
8. Bölüm: Düşünce sistemlerindeki farklılıkların toplumsal sonuçlarına değinmeye çalışıyor.
Kitabın sonuç bölümünde, bütün dünyanın kola içip, Hollywood filmleri seyretmesinin kültürel olarak dünyanın tektipleştiği sonucunu vermediğine vurgu yapılıyor (her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır demeye getiriyor).

Notlar
Çinliler sürekli değişime inanırlar, am her şeyin daha önceki bir duruma doğru hareket ettiğini düşünürler.
…bütünü anlamadan parçanın anlaşılamayacağını düşünürler.
Batılılar ise daha basit, daha determinist bir dünyada yaşarlar (…) büyük resme bakmak yerine (…) nesnelere ve insanlara odaklanırlar (…) nesnelerin davranışına hükmeden kuralları bildikleri için olayları denetleyebileceklerini düşünürler. (s. 11)

…düşünce süreçleri, dünyanın doğasına ilişkin inançların bir parçasıdır; insanlar dünyadan çıkardıkları anlam doğrultusunda kendilerine anlamlı gelen bilişsel gereçleri kullanırlar. (s. 14)

Batılı çocuklar isimleri fiillerden çok daha hızlı öğrenir,
Doğulu çocuklar fiilleri isimlerden daha hızlı öğrenir, (s. 15)

1. Bölüm
Yunanlılar, kendi yaşamlarından sorumlu oldukları ve tercih ettikleri şekilde yaşayabilecekleri anlayışına sahipti (eyleyenlik). (s. 20)

Aristoteles, insanoğlunun tek benzersiz tanımlayıcı niteliğinin merak duygusu olduğunu düşünüyordu.

Okul (school) sözcüğü “boş zaman” anlamına gelen schole diye bir Yunanca sözcükten türemiştir. (s. 21)

Yunanlıların eyleyenlik anlayışının Çinlilerde karşılığı uyumdu. Her Çinli, birçok topluluğun üyesiydi. Birey, Yunanlılarda olduğu gibi, toplumsal çevreye karşı benzersiz bir kimliği koruyan soyutlanmış bir bütün değildi.

Çinliler, başkalarının ya da çevrenin denetiminden çok, özdenetim meseleleriyle ilgilenirlerdi.
Mutluluk ideali (…) uyumlu bir toplumsal ağ içinde paylaşılan yalın bir kırsal yaşamdı.

Çin’de bireysel haklar (…) bir bütün olarak topluluğun sahip olduğu haklar arasındaki kendi hissesinden oluşuyordu.

Teksesli müzik, Çinlilerin birlik ve beraberlik kaygılarını yansıtırdı. (s. 23)

Çinlilerin ilerlemeleri (…) pratik bir zekâyı yansıtıyordu.

Aristoteles (…) tüm gök cisimlerinin sabit, kusursuz küreler olduğuna (…) eşyanın özünün değişmeyeceğine inanıyordu.
Aristoteles fiziği son derece doğrusaldır.

Çinlilerin yaşam yönsemesi ise üç farklı felsefenin karışımıyla biçimlenmişti: Taoculuk, Kofüçyüsçülük ve çok daha sonraları Budizm.
Bu felsefelerin her biri uyumu vurguluyordu. (s. 26)

Kesinlik diye bir şey yoktur.” (I Ching)

“Bir şeyi almak için
Önce onu vermek gerek.” (Tao Te Ching)

Bir çalgı aletinde bir tele basarsanız, başka bir telde rezonans yaratırsınız. İnsan, gökyüzü ve yeryüzü birbirinde rezonans yaratır. İmparator yanlış bir şey yaparsa, evrenin düzenini altüst eder.

Çinli filozoflar açıkça, dünyayı anlamakta en somut duyu izlenimlerini yeğlemişlerdir.
Çincenin kendisi de dikkat çekecek kadar somuttur.
Çincede “beden, boy” anlamına gelen bir sözcük yoktur.
Çincede “lik-lık” eklerine eşdeğer bir son-ek yoktur. Bu yüzden “beyazlık” da yoktur, sadece kuğu beyazı ve kar beyazı vardır. Çinliler (…) kesin olarak tanımlanmış terim veya kategoriler yerine, anlamlı ve mecazi dili/ifadeleri kullanırlar. (s. 30)

Çinlilerin toplumsal yaşamı ise karşılıklı bağımlıydı ve düsturları özgürlük değil, uyumdu; Taoculara göre insanın doğayla uyumu, Konfüçyüsçülere göre de insanın öteki insanlarla uyumu.
…felsefenin amacı gerçeğin keşfi değil, Yol’du. Eyleme rehberlik etmeyen düşünce semeresizdi. (s. 31)

Yunanlıların tüm bilimsel keşifleri içinde en önemlisi, doğanın kendisinin keşfi/icadı idi.
Yunanlılar doğayı, “evren eksi insanlar ve kültürleri” olarak tanımlıyorlardı.
…başka hiçbir uygarlıkta böyle bir tanıma rastlamayız. (s. 32)

Çinlilerin, her şeyin temelde birbiriyle ilintili olduğuna dair inançları nesnelerin bağlam tarafından değiştirildiğini açıkça anlamalarını sağlamıştı. (s. 34)

Mantık, ifadeleri anlamından soyutlamak ve sadece formel yapılarını sağlam bırakmak yoluyla uygulanır.

Çinliler mantık yerine bir çeşit diyalektik geliştirdiler.
Hegelci diyalektikte olduğu gibi çelişkinin ortadan kaldırılması ilkesi Çin diyalektiğinde yoktur. Orada amaç, uyumu bulmaktır. (s. 36-37)

2. Bölüm
Doğulular daha çok çevrelerine, Batılılar ise daha çok nesnelere dikkat ediyor. Doğulular bu nedenle olaylar arasındaki ilişkileri saptamak konusunda Batılılardan daha ilerideler.
Batılılar nesnelere bakarken Doğulular o nesnenin maddesine bakarlar.
Batılılar çevreyi/doğayı denetim altına alabileceklerine inanırlar. Doğulular ise doğa ile uyum yollarını ararlar.
Batılılar istikrar ararken Doğulular değişimin sürekliliğini bildikleri için oturup onları seyrederler.
Batılılar kategorilere odaklanır, Doğulular ise ilişkilere odaklanır.

3. Bölüm
Çincede “bireycilik” terimini karşılayacak bir sözcük yoktur. Buna en yakın anlamdaki sözcük “bencillik” sözcüğüdür. (s. 53)

Nitelikleri ve tercihleri konusunda yapılan anketlerde, Kuzey Amerikalılar farklılıklarını tipik biçimde abartırlar. Birbiri ardına gelen sorulara verdikleri yanıtlarda Kuzey Amerikalılar kendilerini gerçekte olduklarından çok daha benzersiz gösterirken, Asyalılar bu hataya daha az düşerler. (s. 54)

Japoncada öz-saygı (self-esteem) sözcüğünün “serufu esutiimu” olması son derece anlamlıdır. Kişinin kendinden hoşnut olması kavramını içeren yerli bir deyim yoktur.

(Doğulularda)
Ben’in toplumsal amacı, üstünlük veya benzersizlik yaratmaktan çok, destekleyici toplumsal ilişkiler ağı içinde uyum kurmak ve kolektif amaçları gerçekleştirmekte kişinin kendi rolünü eksiksiz oynayabilmesidir. (s. 55)

Amerikalı çocuklar her çocuğun bir günlüğüne VIP olabildiği okullara gidiyorlar.
Japon öğrencilere, hem başkalarıyla ilişkilerini geliştirebilmeleri hem de sorun çözmede beceri kazanmaları için nasıl özeleştiri yapacakları öğretilir. (s. 56)

Batılı çocuğun bağımsızlığı çoğu zaman açık bir biçimde yüreklendirilir.
Doğulular ise çocukları adına karar verirler.

Amerikalı anneler yürümeyi öğrenme çağındaki çocuklarıyla oyun oynarken genelde onlara nesneler hakkında sorular sorup bilgi verirler. Japon annelerin aynı yaştaki çocuklarıyla oynarken yönelttikleri sorular ise daha çok duygularla ilgilidir. (s. 58)

Amerikalı anne-babaların genelde yaptığı gibi dikkati nesneler üzerinde yoğunlaştırmak, çocukları, bağımsız olarak hareket etmeleri beklenen bir dünyaya hazırlar. Doğulu anne-babaların genelde yaptığı gibi duygulara ve toplumsal ilişkilere odaklanmak ise, çocukları gelecekte davranışlarını koordine etmek zorunda kalacakları öteki insanların tepkilerine dikkat etmeye yönlendirir. (s. 59)

“Düşünce Batı’ya kayıyor,” deyişinin anlamı, uygarlık Bereketli Hilal’deki köklerinden Batı’ya doğru hareket ederken bireysellik, özgürlük, akılcılık ve evrenselcilik değerlerinin gitgide daha baskın ve belirgin olmasıdır.
Babilliler hukuk sistemini oluşturup evrenselleştirdiler.
İsrailliler bireysel farklılıkların altını çizdiler.
Yunanlılar bireyselliğe daha da çok değer verdiler ve buna kişisel özgürlük, tartışma ruhu ile formel mantığa bağlılığı da eklediler.
Romalılar akılcı örgütlenme ile Çinlilerin teknolojik ilerleme alanındaki dehasını andıran bir yaklaşım getirdiler ve ardılları olan İtalyanlar bu değerleri yeniden keşfederek, Yunan ve Roma çağlarının başarılarının üzerine kendilerininkini inşa ettiler.
Almanya ile İsviçre’de başlayan ve Fransa ile Belçika’yı büyük ölçüde es geçen Protestan Reform dönemi, bütün bunların üzerine bireysel sorumluluğu ve çalışmanın kutsal bir etkinlik olduğunu ekledi.
Reform, aileye ve öteki iç-gruplara olan bağlılığın zayıflamasıyla birlikte, dış-gruplara güven duyup onların üyeleriyle ilişkiye girmeye daha büyük bir isteklilik de getirdi.
Bu değerler, eşitlikçi ideolojisi ABD’nin zeminini oluşturan Püritenler ve Presbiteryenler de dâhil olmak üzere, İngiltere’nin Kalvinist alt kültürlerinde yoğunlaşmış durumdaydı. (s. 65-66)

Batılıların sıklıkla başvurduğu muhakeme retoriği, Asya’da neredeyse hiç yoktur. (s. 68)

Kavgacı, retorik tarz Asya hukukunda da yer almaz. Asya’da hukuk (…) Orta Yol bulmaya çalışır.
Hukuki bir çekişmeye evrensel bir ilkeden yola çıkarak çözüm getirme girişimi yoktur.
Batılı erabi (etkin, eylemci) tarz; insan çevresini kendi amaçları için özgürce yönlendirebilir. (s. 69-70)

Japonların awase (uyumlu, uygun) tarzı; insanın çevreyi yönlendirebileceği fikrini yadsır ve tam tersine kendini ona uydurmasını benimser. (s. 70)

4. Bölüm
Asyalılar büyük resmi görüyor ve nesneleri çevreleriyle ilişkisi içinde ele alıyor.
Batılılar ise alanı küçümserken nesnelere odaklanıyor.

5. Bölüm
Kişinin dikkatini çeken, nedensel olarak önemli bulmaya yatkın olduğu şeydir.

İnsanların davranış biçimlerini kişilikleri belirler
İnsanların davranış biçimlerini içinde bulundukları durum belirler
İnsanların davranış biçimlerini kişilikleri ve içinde bulundukları durum belirler

Amerikalılar kişiliği görece sabit olarak, Asyalılar ise daha şekillendirilebilir nitelikte görür… (s. 100)

Batılılar davranışı açıklarken kişilik özelliklerine neden çok daha fazla ağırlık veriyorlar?
Bunun yanıt, Doğuluların önemli durumsal etmenleri fark etmeye ve davranışta bunların da bir rol oynadığını anlamaya daha yatkın olmalarıdır. (s. 102)

6. Bölüm
Eski Yunanlılar kategorilere meraklıydı.
…hem fiziksel hem de toplumsal dünyayı sabit nitelikler ya da yaratılış özellikleri açısından kavrarlardı.
Eski Çinliler kategorilere ilgi duymazlardı.

Dünyayı anlamakta kullanılan kategorilerin birçoğu, nesnenin niteliklerine gönderme yapar.
Kadim Çin felsefesinde at beyazı ya da kar beyazı vardır ama her şeye uygulanabilecek bir kavram olarak beyazlık yoktur.

Kategori saplantısı, Batı’nın entelektüel tarihi boyunca süregelmiştir. (s. 122-123)

Batılıların kategori merakı dile yansır.
Çincede “sincaplar fındık yer” cümlesi ile “bu sincap fındık yiyor” cümlesi arasındaki farkı anlatmanın hiçbir yolu yoktur. Yalnızca bağlam bu bilgiyi verebilir. (s. 124-125)

Yunanca ve diğer Hint-Avrupa dilleri, nesnelerin özelliklerini –sadece “-lik” ekini ya da eşdeğerini ekleyerek- kendi başlarına gerçek nesnelere dönüştürmeyi sağlar.

Doğu Asya dilleri son derece “bağlamsaldır.”
Sözcükler (veya fenomenler) tipik olarak çok anlamlıdır, bu yüzden anlaşılmaları cümlelerin bağlamını gerektirir.

Batı dilleri kişiyi bağlamla değil, odaktaki nesnelerle ilgilenmeye zorlar.
İngilizce “özneyi öne çıkaran” bir dildir.
Japonca, Çince ve Korece ise tam tersine “konuyu öne çıkaran” dillerdir.
Cümlelerin başında ele alınan konuya göre doldurulması gereken bir konum (mekân) vardır. (s. 125)

(Çay içmek)
Çincede “daha içer misin?” diye sorulur. İngilizcede ise “daha çay?”diye sorulur. Çince konuşanlara göre, içilmesinden bahsedilen şeyin çay olduğu aşikardır. Bu yüzden çay demek yersizdir.
İngilizce konuşanlara göreyse (…) içmeye gönderme yapmak gereksizdir. (s. 126)

7. Bölüm
Doğu’da, Batı’nın yaygın mantıksal sorgulama ruhunu paylaşan sadece iki hareket olmuştur: Klasik dönemin Ming Jia’sı (mantıkçıları) ile Mohistleri ya da Mo-Tzu’nun takipçileri…

Mo-Tzu, herkes için iyi olanı azamileştirmenin yöntemlerini geliştirmek istemiş,
Çinliler akıldan çok akla yakınlığa bağlı kalmışlardır.

Doğu’da mantığa karşı ilgisizliğin ayrılmaz bir parçası da bağlamsızlaştırmaya karşı bir güvensizlik, yani bir argümanın yapısını içeriğinden ayrı ele almaktan ve yalnızca altta yatan soyut önermeler temelinde çıkarımlar yapmaktan hoşlanmamaktır. (s. 131)

Doğulu düşünce geleneği, gerçekliğin durmaksızın değişen doğasını vurgular.
Gerçeklik sürekli bir akış içinde olduğundan, gerçekliği yansıtan kavramlar da sabit ve nesnel olmaktan çok, akışkan ve özneldir.
Eski ve yeni, iyi ve kötü, güçlü ve zayıf her şeyde mevcuttur.
Karşıtlar birbirini tamamlar ve birbirini oluşturur. (s. 136)

Bir şeyi gerçekten tanımak için, onun tüm ilişkilerini bilmemiz gerekir.

Değişim çelişki üretir, çelişki de değişime yol açar.
Değişimi bizler ancak bu çelişkiler sayesinde fark ederiz.
Doğudaki diyalektik, çelişkiyi görür ve senteze uyumlu olanı yerleştirir.
Batılı diyalektik ise çelişkiyi ortadan kaldırmaya çabalar. Oysa bu varoluşun temel ilkelerine aykırıdır.

Batı ülkelerinde bireyler arası çatışmaların önemli bir bölümü yasal yüzleşmelerle çözülürken Doğu’da genellikle aracılar yardımıyla çatışmanın üstesinden gelinir. Batı’da amaç, adalet ilkelerinin tatminidir ve çatışma çözümünde (…) ortada bir doğru, bir de yanlışın bulunduğu ve bir kazanan, bir de kaybeden olacağı varsayılır.
Doğu’da ise çatışma çözümünün amacı daha çok, düşmanlığı azaltmaktır.
Çinlilere göre adalet bir bilim değil, sanattır. (s. 149)

Batı’da; ya / ya da kuralları işler.
Doğu’da ise; hem / hem de geçerlidir.

Türkçeleştiren: Gül Çağalı Güven
Varlık Yayınları

2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder