17 Kasım 2014 Pazartesi

Richard Sennett – Yabancı

Richard Sennett – Yabancı
Sürgün Üzerine İki Deneme


Bir yabancı olmanın ne demek olduğuna dair iki deneme var burada.
Birincisi on altıncı yüzyılın şafağında küresel bir ticaret merkezi haline gelen Venedik’te geçiyor.
…yabancıların çoğu şehirde istenmiyordu: Almanlar, Yunanlılar, Türkler ve Yahudiler…
Size düşman bir yerde bir hayat kurmaya çalışmak nasıl bir şeydi?

İkinci deneme zamansal olarak bize daha yakın yabancılar ve yabancılık hakkında.

…on dokuzuncu yüzyılın büyük Rus reformcusu Alexander Herzen’in hayatı etrafında geçiyor bu yazı.

Herzen yaşadığı her yerde yabancı olarak kalmıştı.

Herzen (…) yaşadığı yerinden olmayı (…) hayat tarzı olarak kucaklamıştı. Onu modern kılan da bu kucaklamadır. Yerinden olma ve yer değiştirme ekonomi ve siyasette yön verici olgular olmanın yanı sıra modern sanatın amblemleri haline de gelmişlerdir.

(ikinci deneme) …daha çok bir insanın hayatı ile sanat pratikleri arasında bağ kurmaya yönelik bir deney mahiyetinde.

Venedik’teki Yahudi Gettosu
Yahudiler Batı Avrupa’da üç yüz yılı aşkın bir süre (…) küçük hücreler halinde hayatta kaldılar.

Rönesans Venedik’indeki Yahudiler ve onları takip eden Rönesans Roma’sı Yahudileri tecrit edilmiş gettolarda belli bir oranda kendi kaderlerini tayin etme deneyimi kazanmışlardır.
…bu tecrit onların ötekiliklerini artırmıştı.
(hayatları) ...gettonun duvarlarının ötesinde (…) gizemli bir hal almıştı. (s. 13)

Başkalarına açıklık bir kimlik kaybı tehdidini de beraberinde getiriyordu.

Venedik, Rönesans dönemi
Venedik’e gelip giden yabancılar ortak bir imparatorluğun ya da ulus-devletin mensupları değildi. Şehre yerleşmiş yabancılar resmen şehrin vatandaşı sayılmıyor ve daimi göçmenler olarak yaşıyorlardı.

Venedikliler sözleşmeler yapılırken yer ile hukuku bir bakıma birbirine bağlıyorlardı.

Venedikliler için sözleşmenin kutsallığı hem müzakere ritüellerinden hem de tarafların gelecekteki alışverişlerde de güvenilir olabilme arzusundan kaynaklanıyordu.

Venedik hukuk (…) ayrıntılı kayıtlarıyla ünlüydü.

(Getto) Bu yere ait hakların mahiyeti şiddetten korunmayla ilgiliydi.
(Gettoya ait) …kişi şehrin ait olmadığı bir yerinde yürüdüğünde, saldırıya karşı korunma hakkını kaybediyordu. Yer ile beden böylece somut bir biçimde birbirine bağlanmış oluyordu.
Gettonun sunduğu korunma Yahudiler için yeni bir deneyimdi. Yahudiler için “Yahudilik” artık mekânsal bir deneyim haline geliyordu. (s. 15)

Getto-mekânı “has” cemaat olarak, organik bir mekân olarak idealleştirildi.

1179’daki Lateran Konseyi’nden itibaren Hıristiyan Avrupa, Yahudilerin Hıristiyanlar arasında yaşamasını önlemeye çalışmıştır.

Venedik’te, şehrin fiziksel karakteri (…) Lateran Konseyi’nin vazettiği kuralı (…) gerçekleştirmeyi mümkün kılmıştır.

Modern dünyada tecrit edici duvarların yerini otomobillerle otoyollar alır. (s. 18)

Zengin Yahudiler Kuzey İtalya’ya (…) Almanya’dan gelmişlerdi. Birçoğu, baharat gibi yabancı mallardan elde edilen kârların elmas, altın ve gümüş yatırımlarına çevrildiği sürece dâhil olmuşlardı. (s. 19)

Yahudileri kovmak olacak iş değildi. Ekonominin de din kadar kudretli bir güç olduğu ortaya çıkmıştı.

Din ile ekonomi arasındaki bu çatışmadan ortayol mahiyetinde bir şehirde mekânsal tecrit stratejisi ortaya çıktı.

Ghetto, İtalyancada “dökümhane” demekti. (s. 20)

Ghetto Nuovo her tarafı suyla çevrili paralelkenar şeklinde bir toprak parçasıydı. (s. 21)

Rönesans’ta cortigiane yüksek kademeli bir fahişe olarak ortaya çıktı.
Cortigiane sözcüğü 1400’lü yılların sonlarında kurtiyer’in (saraylı) dişil formu olarak kullanılmaya başladı.

Fahişelik yapan kızlar bu işe on dört yaşlarında başlıyorlardı.
Cortigiane olmak daha uzun sürüyordu.
Bunun için üst sınıf müşterilerden bir şebeke kurmak, bu müşterileri eğlendirmek için şehirde ve sarayda dönen dedikoduları öğrenmek, onların hoşuna gidecek bir eve ve giysilere sahip olmak gerekiyordu. (s. 25)

Cortigiane olmak isteyen Rönesans fahişesi kendi kendini yaratmak zorundaydı.

Cortigiane özel bir tehdit olarak görülüyordu; normal biri gibi görünen ama cinsel bakımdan özgür kadının yarattığı tehditti bu.

Shakespeare’in yaşadığı döneme gelindiğinde Venedik’te (…) bir fahişe tabakası bulunuyordu.

…şehir fahişelere de Yahudilere yaptığı muameleyi yapma girişiminde bulundu.
Venedik’te Yahudilerden sarı bir rozet takmaları ilk kez 1397’de talep edildi; fahişeler ve kadın satıcılarının sarı eşarp taşımaları ise 1416’da şart koşuldu. (s. 27)

…fahişelerle kadın tellallarını Yahudi giysileri giymeye zorlamak devletin başvurduğu ikinci kontrol stratejisi oldu.

Hiçbiri işe yaramadı: Devlet şehirdeki cinselliği artık denetleyemiyordu.

Yahudiler tecrit karşılığı gettonun surları içerisinde, gettoda kaldıkları sürece bedensel emniyetlerini kazandılar. (s. 29)

Yahudiler (…) …getto mekânı içine kapatılmaları sayesinde birbirleriyle bir dayanışma hissi içine girebildiler. (s. 31)

Yahudi kimliği mekânı bedene başka biçimlerle, Yahudilerin para kazanma biçimi üzerinden, tefecilik yoluyla da bağlantılandırıyordu.

(tefecilik) …Yahudi parası olarak görülüyordu.

Shakespeare’in çağdaşlarından biri “tefeci, paranın orospuluğuyla geçinir, kendi kesesinin pezevengidir.” diyordu.
(bir başkasının kaleminde) …tefecilikle kazanılan para dışkıya, Yahudiler de dışkı ile beslenen yaratıklara benzetiliyordu. (s. 32)

Shakespeare, Venedik Taciri
…ekonomik sistem büyük ölçüde sözlü sözleşmelerden yararlanıyordu… (s. 35)

Her iki taraf ta kabul ettiği sürece kendilerini ilgilendireceği için yamyamlığa bile tahammül gösterilmelidir.

Sözler insanları ortamın etkisinden kurtararak onları aynı zamanda deneyimin yoğunluğundan da mahrum bırakır. (s. 38)

Leon Modena (Yahuda Aryeh) (1571-1648)

Modena’nın vaazları uluslararası bir ün kazandı ve Hıristiyanlar onu dinlemek üzere gettoya gelmeye başladılar. (s. 39)

Modena’nın kişisel yetenekleri, parlak bir adamın gettonun yalıtılmışlığını ne ölçüde kırabileceğini gösteren bir tür örnek vaka oluşturuyordu. (s. 40)

1636 yılının mart ayında Venedik’in başka yerlerinden çalınmış mallar gettodaki bir gurup tarafından alınıp saklandı. (s. 41)

(toplumun) …kapatılmış olanlar hakkındaki tek bilgi kaynağı onlar hakkında kurduğu fantazilerdi. 1636’da çalıntı mallar zincirine bütün Yahudilerin dâhil olduğu fantazisi iki-üç güç içinde Venedik ahalisinin zihninde sarsılmaz bir kanaat haline geldi.
…söylentiler tırmanınca, Yahudiler (…) büyük bir katliama maruz kaldılar.
Dışarıdan algılanan bir getto-mekânında fantezi, farklılığı kavranması imkânsız bir ötekiliğe çeviriyordu. (s. 42)

Bugün yerel olanın yüceltilmesi (…) Aydınlanmanın evrenselleştirici iddia ve taleplerinin karşısına çıkarılıyor. (s. 46)

Sırf toplumsal kaynaşma edimi sayesinde fiili haklar yaratılabileceği fikri, bana (…) bir hataymış gibi geliyor.

Venedikli Yahudilerin hem sözel hem de mekânsal hakları vardı ama bunlar devletin yazılı işleyişine dâhil olmalarını sağlamadı.

Meşrulaştırma işini ancak devlet yapabilir ve bunu da ancak sözleri sözlü anlayış alanından kurtararak yapabilir. (s. 47)

Yabancı
Manet şehri resmederken yerinden edilmeler üzerinde duran bir sanatçıdır.

Yabancı olmak, memleketi dışında yaşarken bir türlü iç rahatlığına kavuşamamak demektir.


Folies-Bergère’deki Bar
Düşünceli, kederli, gülümsemeyen, gürültünün ortasında tecrit edilmiş bir figür. (s. 53)

Manet’nin bu resimde yarattığı drama şudur: Bir aynaya bakıyor ve kendim olmayan birini görüyorum. (s. 55)

Yer ve yerinden olma; bir yerde kendin olmanın erdemi ve kendine başka bir yerde bakma illeti. Bir yabancının sorunları işte burada başlıyordu. (s. 67)

Kral Oidipus
Kral ülkesinden uzaklara gitmiş, kökenleriyle temasını kaybetmiştir.

Hayatı boyunca çok yer değiştirmiş olmasına rağmen, bedeni “aslında” kim olduğuna dair kalıcı bir kanıt içermektedir.

Köken kader haline gelir.

Sokrates’in sürgün seçeneğini reddetmesi, bir yurttaş olarak ölmenin bile sürgünden daha şerefli bir şey olduğunun kanıtı gibi görülebilir. (s. 71)

Yabancıların sözü yoktur.

Oidipus Kolonos’ta
Sophokles, Oidipus’u kökünden edilmenin soylulaştırdığı bir kişi olarak tasvir ederek tam da iltica eylemine ahlaki bir boyut katar.

Yabancı olmak kişinin köklerinden kopması demektir.

Eski Ahit’in Yahudileri kadar ilk Hıristiyanlar da oradan oraya dolaşmayı ve bu yüzden her şeye maruz kalmayı imanın zorunlu neticesi olarak görüyorlardı. (s. 73)

Kabil bir şehir inşa ederken, Habil’in sanki sadece yeryüzüne gelmiş bir hacıymış gibi hiçbir şehir kurmadığı kaydediliyor. Çünkü azizlerin asıl şehri cennettedir ama bu şehrin burada yeryüzünde (…) dolaşan yurttaşları vardır.

Köksüzlüğe yüklenen bu değerin nedeni gündelik hayatın antropolojisine karşı derinden hissedilen bir güvensizliktir; nomos hakikat değildir. (s. 74)

Yahudi-Hıristiyan düşüncesinde, koşullardan kopmuş olanlar, köksüz hayatlar sürenler tutarlı insanlar olabilirler. Dünyayı dolaşırken, kendilerini dönüştürmüşlerdir. (s. 75)

Herzen (…) bir yabancının kendi milliyeti ile nasıl başa çıkması gerektiğini anlamaya çalışmıştır. Bir yabancı haline gelmiş biri için millet iki tehlike getiriyordu: Biri unutma tehlikesi, diğeri hatırlama tehlikesi. (s. 77)

“Rus olmadan önce bir insandım”. Herzen

(Kimlik) …kişisel özgürlüğü kültürel pratikle sınırlama tehdidini beraberinde getirir.
İhtiyaçlarımız ancak (ait olduğumuz topluluğun pratikleriyle) özdeşleştirilebilirse meşrudur. (s. 80)

Yabancının yaşadığı ülkelerde nasıl davranması gerektiğiyle ilgili,
“katıl ama özdeşleşme”

Memleket fiziksel bir mekân değil seyyar bir ihtiyaçtır; insan neredeyse memleket daima başka bir yerde bulunacaktır.

Herzen, Manet gibi, yerinden-edilmeyi bir şeylerin yanlış gitmesi olarak değil, kendi formu ve imkânları olan bir süreç olarak anlamaya çalışmıştı. (s. 86)

(1848 devrimleri)
Bir milli varlık ideali, yerinden-edilmiş olanlara (…) cazip gelmişti.

Yabancı, bir evrensel yurttaş olamayacağı, milliyetçilik mantosunu bir kenara fırlatamayacağı içindir ki o ağır kültür bagajıyla baş edebilmesinin tek yolu onu ağır yükünü hafifleten türden çeşitli yerinden-etmelere maruz bırakmaktır. Ve bu kültür ve folklor imgelerini yerinden-etme gayreti bakımından yabancı, son yüzyılda enerjisini nesneleri temsil etmekten çok yerinden-etmeye hasretmiş olan modern sanatçının yaptığına benzer bir iş yapmaktadır. (s. 88)

Marcel Duchamp, Büyük Cam

Duchamp “insanın bir nesneyi olağan bir biçimde algılamasını sağlayan bildik duyusal verilere” meydan okumak istiyordu. (s. 91)

The Foreigner, Two Essays on Exile
Türkçeleştiren: Tuncay Birkan
Metis Yayınları

Kasım 2014

1 yorum:

  1. http://www.aksam.com.tr/ekler/kitap/sehirdeki-yabancilar/haber-362727

    YanıtlaSil