21 Mayıs 2016 Cumartesi

12. Gezegen


Zecharia Sitchin - 12. Gezegen
Dünya Tarihçesinin İlk Kitabı
 
Önsöz: Tekvin
Eski Ahit, çocukluğumdan bu yana yaşamımı doldurmuştur.

Kadim kaynaklara geri dönerek onları kelimesi kelimesine kabul etmek ve zihnimde tarih öncesi olayların sürekli ve mantıklı bir senaryosunu oluşturmak, otuz yıllık araştırmaya mal oldu.

Sonsuz Başlangıç
…insan gibi olduğu düşünülen ilk varlık (Gelişmiş Australopithecus), Afrika'nın aynı kısımlarında yaklaşık olarak 2.000.000 yıl önce yaşadı.
Derken, anîden ve açıklanamaz biçimde, 35.000 yıl kadar önce, yeni bir insan ırkı, yani Homo sapiens (düşünen insan), sanki yoktan var oldu ve Neanderthal insanı Dünya yüzünden siliniverdi.

Birdenbire Uygarlık
Uzun zaman boyunca Batılı insan, uygarlığının Roma ve Grek uygarlıklarının hediyesi olduğuna inandı.
Kadim Mısır yazısının ve lisanının deşifre edilmesi ve bunu izleyen arkeolojik uğraşlar; Batılı insana Grek uygarlığından çok önceleri Mısır'da var olmuş olan yüksek bir uygarlığı ifşa etti.

Grek ülkesinin Dorlar tarafından istilâ edilmesi ile Mısır’dan Çıkış sonrası, Kenan ilinin İsrailliler tarafından istilâ edilmesinin aynı zamana (M.Ö. on üçüncü yüzyıl) denk geldiğine dikkat çeken bilginler, Samî ve Helen uygarlıkları arasında gittikçe büyüyen sayıdaki benzerlikler karşısında büyülenmişlerdi.

Asur ve Babil arasındaki kültürel, tarihî ve dinsel bağları oluşturan ortak dil, Akkad diliydi. Bu, bilinen ilk Samî dilidir

Göklerin ve Yerin Tanrıları
Sümer'in tanrıları. Kimdi onlar?

Grek uygarlığının temelleri, Minos kültürünün M.Ö. 2.700 ilâ M.Ö. 1.400 arasında geliştiği Girit adasında yatmaktadır.
Arkeolojik buluntular yaygın bir Minos boğa tapınımını onaylamaktadır
Minosluların tapındığı boğa, sıradan dünyasal bir yaratık değil, Göksel Boğa, yani Boğa takımyıldızıdır.

Grekler, Olimposlu tanrılarının Yunanistan'a doğrudan göklerden geldiğini asla iddia etmemişlerdi. Zeus, Girit yoluyla Akdeniz'i geçerek gelmişti.

Bilginler Vedaların çok kadim bir Hint-Avrupa dilinde, Hint kök-dili Sanskritçenin de, Grek, Lâtin ve diğer Avrupa dillerinin öncülü olan bir lisanda yazılmış olduklarını fark ettiler.
Vedik hikâyeleri ile Grek hikâyeleri arasındaki garip benzerliği görerek şaşırdılar.

Vedalar, tanrıların hepsinin tek ve büyük ama pek de huzurlu olmayan bir ailenin üyeleri olduklarını anlatmaktaydı.
Dünya'nın tanrıları göklerden kaynaklanmıştı

İlksel zamanlarda, Rişiler ("ilksel akanlar") göksel olarak "akardı", karşı konulmaz güçlere sahiptiler.
Fırtınalar Tanrısı alevli silâhını ona fırlattı ve onu iki parçaya böldü: O zamandan beri öç almak için göklerde hiç durmadan dönen Rahu, "Ejderhanın Başı" ve Ketu, "Ejderhanın Kuyruğu". Güneş Hanedanlığının Atası Mar-İşi, Kaş- Yapa'yı ("taht olan") doğurdu. Vedalar onu son derece doğurgan biri olarak tarif eder ama hanedan, ancak onun Prit-Hivi'den ("göksel ana") olan onuncu çocuğuyla devam edebildi.

Hanedan başı olarak Kaş-Yapa, Dyaus-Pitar ("parıldayan baba") unvanını da taşır. Eşi ve on çocuğu ile birlikte, ilâhî aile on iki Aditya'yı oluştururlar; yani her biri zodyaktaki bir burca ve bir gök cismine atanan tanrıları.
Zamanla, on ikiler panteonunun liderliği, Varuna'ya, Göksel Genişleme Tanrısı'na geçer. O, her yerdedir ve her şeyi görendir

Göksel "Ejderhamı alt eden İndra, babasını katlederek tahta geçer. Artık yeni Göklerin Efendisi ve Fırtınalar Tanrısı O'dur.
…hükümdarlığı iki erkek kardeşiyle paylaşmak zorundadır. Biri, ilk insan Manu'nun atası olan Vivaşvat'tır. Diğeri ise, insanoğlu kullanabilsin diye ateşi göklerden Dünya'ya getiren Agni ("ateşleyici")'dir.

Hititler, İsrail'in dostları ve müttefikleri olarak görülmektedir. Kral Davud'un ayarttığı Bathşeba, kralın ordusunda bir subay olan Hititli Uriya'nın karısıydı. Yabancı kralların kızları ile evlenerek ağır ve emin ittifaklar yapan Kral Süleyman, hem bir Mısır firavununun hem de bir Hitit kralının kızını eş olarak almıştı.

Hitit tanrılarının başında, "rüzgâr üfleyen" anlamına gelen Teşub adlı bir ilâh vardı. Bu nedenle, bilginler ona Fırtına Tanrısı demektedir

"Göklerdeki Krallık" denilen uzun ve iyi korunmuş bir Hitit destanı (s. 78-79)
Grek efsaneleri yazılmadan bin yıl önce yazılmış olan bu destanın, Uranüs'ün Kronos, Kronos'un da Zeus tarafından tahttan indirilişi hikâyesinin bir atası olduğuna hiç şüphe yoktur.

Hititler M.Ö. 1.600'lerden bir süre sonra Babil'e ulaştıklarında, Sümerliler Yakın Doğu sahnesinden ayrılalı çok olmuştu.

…aradaki köprü Hurriler denilen bir halktı. Eski Ahit'te onlardan Hurriler ("hür halk") diye söz edilmekteydi,

Mısır ve Mezopotamya kraliyet belgeleri, Hurri krallığından Mittani diye söz eder ve onu kendilerine eşdeğer görürler

"Harri" kelimesinde, "bu halk için 'Ari' veya Aryanlar kelimesi de görülebilir"
Hurrilerin, köken olarak Aryan veya Hint-Avrupalı olduklarına hiç şüphe yoktur.

M.Ö. ikinci bin yılda Sümer ve Akkad'ın kuzey komşusu olan Hurriler, aslında Sümerlilerle bir önceki bin yılda kaynaşmıştı.

M.Ö. 1.300'lerde, Hurriler, Yeni baş-kentlerini Van Gölü yakınlarında kurarak, krallıklarına Urartu ("Ararat") adını verdiler.

Kenan panteonunun da başında EL adında bir üstün ilâh vardır; bu kelime hem tanrının kişisel adıdır ve hem de "ulu ilâh" anlamında kullanılan bir terimdi
Unvanı Ab Adam ("insanın babası") idi; merhamet ve şefkatli ise sıfatlarıydı.

Grek dini ve onun doğrudan öncülleri gibi, Kenan panteonu da bir baş ilâhın resmî eşi olan bir Ana Tanrıça içermekteydi. Ona Aşera denirdi; Greklerin Hera'sına paraleldir. Astarte (İncil'deki Aştoret) Afrodit'e paraleldir
Afrodif’in erkek kardeşi Ares'le paralel olan, Athtar'dır.

Mısır panteonunun başı Ra ("yaratıcı") idi; on iki tanrıdan oluşan Tanrılar Meclisinin üstünde hüküm sürerdi.

Ra, Ptah'ın ("geliştirici", "şeyleri biçimlendiren") oğluydu.
Mısırlılar bütün "eski tanrıları"nın bir kayıkla güneyden geldiklerini kabul ederler

Mısırlıların kültürel ve kan bağı anlamında akrabası olan Kenanlılar, onlarla aynı tanrıları paylaşmaktaydılar.
Kenanlılar da kozmogonilerini, ilâhlarını ve efsanevî masallarını başka yerden almışlardı. Sümer kaynaklarıyla doğrudan temasları, Amoritler idi.
Adları Akkadca amurru ve Sümerce martu'dan ("batılılar") türemiştir.

Amori adları taşıyan kişiler, Sümer'de tapınak işleticiler olarak belirtilmiştir.

Sümer: Tanrılar Diyarı
Sümer tanrılarıyla ilgili olanlardan daha eski tanrılara ait kayıtlar, soy kütükleri, masallar ve tarihçeler hiçbir yerde bulunamamıştır.

Sümerliler "Şeyler yaratılmadan önceki" zamanlardan söz eden metinlerde böylesi gök tanrılardan Apsu, Tiamat, Anşar, Kişar diye söz edilmektedir.
…bunların güneş sistemimizi oluşturan gök cisimleri olduğunu fark ederiz / s. 97

Gök ve Yer Tanrılarının başını AN (veya Babil/Asur metinlerinde Anu) çeker.
…sembolü bir yıldızdır.

Sümer metinleri, sadece diğer tanrıların değil, bazen seçilmiş fanilerin de, çoğunlukla ölümlülükten kurtulma amacıyla Anu'nun mekânına gitmelerine izin verildiğini anlatırlar.

Sadece tanrıların değil, seçilmiş ölümlülerin de göklerdeki İlâhî Mekâna yükselebileceği yolundaki Sümer iddiası; Eski Ahit'teki Enok ve İlyas Peygamberin göklere yükselişlerini anlatan hikâyelerde yankılanmaktadır.

Sümer geleneğine göre, hükümdarlık Anu'dan akar; ve krallık teriminin karşılığı Anutu'dur ("Anu-luk"). Anu'nun nişanı tiara (ilâhî başlık), asa (kudret sembolü) ve (çobanlar tarafından sağlanan korumayı sembolize eden) baston idi.

Sümer panteonunun en güçlü ikinci ilâhı EN.LİL idi. Adı "havanın efendisi" anlamına geliyordu / Fırtına Tanrısı…

Sümer'in üçüncü Büyük Tanrısı, Anu'nun bir diğer oğludur; iki adı vardır: E.A ve EN.Kİ.
Ea, "Tuzlu Suların Efendisi" idi, yani denizlerin ve okyanusların.

Sümer ve Akkad metinleri, Ea'ya anahtar bir rol verirler: Tanrıların baş bilimcisi olarak, insanın yaratılacağı metodu ve işlemi belirleyen odur.

Bazı bilginler Adapa (Enki'nin "model insan"ı) kelimesinde, İncil'deki Adama"yı veya adamı görürler. Sümerce Tİ'nin çift anlamı da İncil'le paralellikler gösterir. Zira ti hem "yaşam" hem de "kaburga" anlamına gelir, böylece Ninti'nin adı hem "yaşam hanımı" hem de "kaburga hanımı" anlamındadır. Anlamı "yaşam" olan İncil'deki Havva, Âdem’in kaburgasından yaratılmıştır / s. 113-114

Romalılarca Venüs, Yunanlılarca Afrodit, Kenanlılar ve İbranilerce Astarte, Asurlular ve Babilliler ve Hititler ve diğer kadim halklarca İştar veya Eşdar, Akkad ve Sümerlilerce İnanna veya İnnin veya Ninni diye bilinen ve diğer birçok lâkabı ve sıfatı olan İnanna tüm zamanların Savaş Tanrıçası ve Aşk Tanrıçasıydı

İnanna koca olarak Enki'nin daha küçük oğullarından DU.MU.Zİ'yi seçer.

Enlil'in oğul olan, sıklıkla Adad ("sevgili") diye çağrılan İŞ.KUR ("dağ gibi", "uzak dağlık diyar").

6 eril İlah: Anu, Enlil, Ea/Enki, Nanna/Sin, Utu/Şamaş, İşkur/Adad
6 dişil İlah: Antu, Ninlil, Ninki, Ningal, İnanna/iştar, Ninhursag

Nefilimler: Ateşli Roketler Halkı
Sümer ve Akkad metinleri, Gök ve Yer Tanrılarının, istediklerinde Dünya'dan yükselebilmekte, göklere çıkabilmekte ve Dünya'nın göğünde gidip gelebilmekte oldukları konusunda kadim Yakın Doğu halkının son derece emin olduğu yolunda hiçbir şüpheye yer vermez.

Bu tehlikeli yolculukla ilgili metinler, yolculuğun başlangıcından önce İnanna'nın yedi nesneyi dikkatle kuşandığını ve kız kardeşinin evine giden yedi kapıdan geçtikçe bunları birer birer çıkarışını tarif ederler.
İnanna'nın göklere yaptığı yolculuklarla ilgili metinlerde de böyle yedi nesneden söz edilir:
1. Başına taktığı ŞU.GAR.RA
2. Kulaklarındaki "Ölçüm pandantifleri"
3. Boynuna taktığı küçük mavi taşlardan zincirler
4. Omuzlarındaki "ikiz" taşlar
5. Ellerinde altın bir silindir
6. Göğüslerini tutan bantlar
7. Bedenini saran PALA giysisi (s. 139).

Tüm bunlar İnanna'nın giysisinin bir havacının veya astronotun giysisi olduğunu göstermektedir.

İkarus'la ilgili Grek efsanesi, onun bedenine mumla tüylü kanatlar yapıştırarak uçma girişimini anlatır.

İncil çevirmenlerinin şem ile karşılaştıkları her yere "ad" kelimesini koyma inatları: G.M. Redslob / şem ve şamaim ("gökler") terimlerinin "yüksekte olan" anlamındaki Şamaş kök kelimesinden türediği gösterilmiştir.
Birçok Mezopotamya metninde mu veya şem 'in "ad" değil de "gök aracı" olarak okunması gerektiğinin farkına varılması, İncil'deki Babil Kulesi hikâyesi de dahil birçok kadim hikâyenin gerçek manasını anlamanın da yolunu açar.

Ölümlü insanın Hayat Ağacını nafile arayışı, Gılgamış Destanının konusunu oluşturur.
Tufanın kahramanı olan Utnapiştim, eşiyle birlikte Göksel Ev'e alınarak ölümden kaçmıştı. Dolayısıyla Gılgamış oraya varıp, ebedi yaşamın gizini atasından elde etmeye karar verdi.
Destanın girişinde, kadim anlatıcı Gılgamış'ı "bilge olan, her şeyi deneyimlemiş olan" diye çağırır
…ona yoldaşı Enkidu eşlik etmiştir. Hedefleri Tilmun Diyarı idi
"Eğer Diyara gireceksen, Utu'ya bildir." diye onu uyardılar.
Gılgamış izin için Utu'ya başvurdu
Burası ürkütücü muhafızlar tarafından korunan bir "yasak bölge"dir.
…ilerleyen Gılgamış kendisini kör karanlıkta bulur…
…metin, Gılgamış'ın, meyveleri ve ağaçları yarı değerli taşlardan oyulmuş muhteşem bir bahçeye vardığını aktarır. Utnapiştim, işte burada oturmaktadır.
İnsan, ölümlü kaderinden kaçamaz, der Utnapiştim.
…ona Hayat Bitkisinin yerini açıklar: "İnsan yaşlanınca gençleşir"dir bu bitkinin adı.

TİL.MUN
Bu isim kelimesi kelimesine "füzelerin diyarı" anlamına gelir.

Nefılim terimi ne anlama gelmektedir? Samî dilindeki kök NFL'den ("aşağı atılmak") dallanan bu kelime, tam olarak dediği anlama gelir: Dünyaya, aşağı atılmışları.

On İkinci Gezegen
Dünya'nın başka bir yerden gelen zeki varlıklar tarafından ziyaret edildiği önerisi; bu zeki varlıkların, üstünde, bizimkinden daha ileri bir uygarlık kurmuş oldukları bir başka gök cisminin varlığını gerektirir.

Sümerliler
Sistemimizin Güneş ve (Ay da sayılarak) on bir gezegenden oluştuğunu iddia ediyor ve bugün bildiğimiz gezegenlere ek olarak, güneş sisteminin on ikinci üyesinin de olduğu fikrine sıkı sıkıya bağlıydılar; yani, Nefilimlerin evi olan gezegen.
Biz ona On İkinci Gezegen diyeceğiz.

…haftanın yedi günü ve bu günlerin adlarına kaynaklık eden yedi gök cismi
Güneş (İng. Sun) (Pazar /Sunday), Ay (İng. Moon) (Pazartesi/Monday), Mars(Salı/Mardi), Merkür (Çarşamba/Mercredi), Jüpiter (Perşembe/Jeudi), Venüs (Cuma/Vendredi), Satürn (Cumartesi/Saturday).
Bu astronomi kavramları, M.S. ikinci yüzyılda Mısır'ın İskenderiye şehrinde yaşayan bir gökbilimci olan Ptoleme'nin çalışmalarından ve sistemleştirmelerinden kaynaklanmıştı.
Ptolemeci astronomi 1.300 yıldan fazla hüküm sürdü; Kopernik Güneş'i merkeze koyana kadar.
Aristarkus, M.Ö. üçüncü yüzyılda, gök cisimlerinin hareketlerinin, merkezde Dünya'nın değil Güneş'in olduğu varsayıldığında daha iyi açıklanabileceğini önermişti.

M.Ö. ikinci yüzyılda Küçük Asya'da yaşamış olan Hipparkus "gündönümüne ve ekinoksa ait burcun yer değiştirmesi", yani artık gün-tün eşitliği zamanının gerilemesi denilen fenomeni tartışmıştır.
Gün-tün eşitliği zamanının gerilemesi fenomeni, (Dünya'dan görülen haliyle) belirli bir burç takımyıldızındaki Güneş'in konumu ile baharın varışı ile bağlantı kurularak gözlemlenebilirdi. Ama bir burç evinden diğerine kayma 2160 yıl gerektirmektedir.

Sümerliler Yeni Yıl'ın, Güneş'in bahar noktasını geçtiği tam o anda başladığını düşünmekteydiler.
Burç kuşağı dediğimiz "zodyak" kelimesi, Yunanca zodiakos kyklos'dan ("hayvan dairesi") gelmektedir çünkü yıldız gruplarının yerleşimi bir aslana, balıklara vb. benzetilmiştir.

Sümer tanrılarının Büyük Grubu ve daha sonraki Olimpos tanrılarınınki tamamen on ikiden oluşmaktaydı

Yaratılış Destanı
Enuma Eliş / s. 220 vd.

GÜNEŞ -Apsu, "başlangıçtan beri mevcut olan"
MERKÜR - Mummu, Apsu'nun danışmanı ve elçisi.
VENÜS - Lahamu, "çarpışmaların hanımı".
MARS - Lahmu, "savaş ilâhı".
?? - Tiamat, "yaşam veren bakire".
JÜPİTER - Kişar, "sağlam karaların en başta geleni".
SATÜRN - Anşar, "göklerin en başta geleni".
PLÜTON - Gaga, Anşar'ın damşmanı ve elçisi.
URANÜS - Anıt, "göklerin olan".
NEPTÜN - Nudimmud (Ea), "sanatkarâne yaratan".

Güneş ve dokuz gezegenden oluşan düzensiz bir güneş sistemi dış uzaydan gelen büyük, kuyrukluyıldız gibi bir gezegen tarafından istilâ edildi
Tiamat ile değiştirilemez biçimde çarpışma rotasına girdi.
Tiamat'a çarpan Marduk değil, Marduk'un uydularıdır.

Tiamat'ı "yenen" Marduk göklerde yelken açtı, uzaya açıldı…

Dünya yaratılmıştı…

Gök Krallığı
"Yaratılış Destanı" Marduk'un güneş sistemimize dışarıdan girip, Tiamat ile çarpışmadan önce (Satürn ve Jüpiter dâhil) dış gezegenlerin yanından geçen bir istilâcı olduğunu açıkça belirtir. Sümerliler bu gezegeni NİBİRU, yani "geçiş gezegeni" diye adlandırır

On İkinci Gezegenin, "Geçiş Gezegeni"nin piktografık işareti bir haçtı.

Dünya Gezegenine İniş
Nefilimler Dünya'ya indiklerinde beraberlerinde astronomi ve göksel matematik ile ilgili bir hayli bilgi getirmişler…

Tanrıların Şehirleri
Ahit'teki Aden adı, Mezopotamya kökenlidir; "düzlük" anlamına gelen Akkadca edinu kelimesinden dallanmıştır.

Umman Denizi'ne inen, Dünya üzerindeki ilk zeki varlıklar sonra Mezopotamya'ya doğru ilerlediler. Bataklıklar, günümüz kıyı şeridinden çok daha içerilere doğru uzanmaktaydı. Orada, bataklıkların tam kenarında, gezegenimizdeki ilk yerleşimlerini kurdular.
Oraya E.Rİ.DU ("pek çok uzakta kurulan ev") adını verdiler.

Anunnaki İsyanı
İnanna/İştar’ın Aşağı Dünya'ya inişini tarif eden Sümer ve Akkad metinleri bizi, tanrıçanın o yerin hanımı olan kız kardeşi Ereşkigal'i ziyaret etmeye karar verdiği yolunda bilgilendirir.

Ereşkigal'in eşi, yani Aşağı Dünya'nın Efendisi Nergal idi (s. 324).

Kadim metinler Anunnakileri Dünya'ya yerleşme işinde görev alan alt rütbeli tanrılar, Nefilim halkı, "görevleri yerine getiren, işleri gören" tanrılar olarak tarif etmektedirler. Babilce "Yaratılış Destanı", Anunnakilere görev veren olarak Marduk'u göstermektedir.

Anunnakiler "zahmetle ıstırap çekti" ama sonra bağırdılar: Yeter…

Enlil'in ilk tepkisi isyancılara karşı silâha sarılmak oldu.

Göklerden gelen Anu, Anunnakilerin tarafını tuttu…

"İlkel İşçi" yaratılsın ve böylece Anunnakilerin iş yükünü sırtlasın önerisi hemen kabul edildi. Oy birliğiyle, tanrılar "İşçinin yaratılması için oy kullandı: "Adı 'İnsan' olacak." dediler

Tanrıların isyanı, insanın yaratılışına sebep olmuş…

İnsanın Yaratılışı
İnişlerinden kırk şar ya da 144.000 Dünya yılı sonra Anunnakiler "Yeter artık!" diye protesto etti. Eğer Nefilimler Dünya'ya ilk kez, çıkardığımız sonuca göre, 450.000 yıl kadar önce inmişlerse, o zaman insanın yaratılışı 300.000 yıl kadar önce olmuş olmalıdır!

Genelde "can" diye çevrilen İbranice terim nefestir; canlı bir yaratığı canlandıran ve öldüğünde görünüşe göre onu terk eden, elle tutulmaz o "ruh"tur. Pentatök'ün (Eski Ahit'in ilk beş kitabının) insan kanı dökme ve hayvan kanı yemeye karşı tekrar tekrar "çünkü kan nefestir" diye uyarıda bulunması tesadüf değildir, insanın yaratılışının ahit versiyonları da nefes ("ruh", "can") ve kanı eş tutarlar.

İbranice adama terimi ve kırmızı renk için kullanılan İbranice adom adı, kan için kullanılan sözcüklerden türemiştir…

Tüm Etten Kemikten Olanların Sonu
İnsanın İlâhın veya ilâhlardan birinin istekleri hilâfına "bilme"yi elde edişi, çok daha derin bir sebep içeriyor olmalı

Çift ancak bu "bilme"yi elde ettikten sonradır ki "Âdem karısı Havva'yı bildi ve o gebe kalıp Kabil'i doğurdu."

Tüm kadim geleneklerde, bir baş ilâhın bir Yılan hasımı ile savaştığını hatırlıyoruz

"Yılan" için İncil'de kullanılan terim nahaktır, "yılan" anlamına gelir. Ama kelime "deşifre etmek, arayıp bulmak" anlamına gelen NHSH kökünden gelir
Enki'ye uyan bir sıfat.
…Enki'yi temsil eden Ay'ın hilâli.

İnsanın "bilme"yi elde etmesinden sonra, Eski Ahit ondan "adam" diye söz etmeyi keser ve Âdem'i benimser

Tanrılar Dünya'dan Kaçtığı Zaman
Tufan…

Zamanla, insanlık Enlil'i rahatsız etmeye başlar.

(Nefilimler) Dünya suyla kaplanırken, korunmak için tek bir yöne gidebilirlerdi: göğe doğru.

445.000 Enki önderliğindeki Nefilimler, On İkinci Gezegenden Dünya'ya geldiler.
415.000 Enki karanın iç kısımlarına hareket eder, Larsa'yı kurar.
300.000 Anunnaki isyanı. İnsan, yani "İlkel İşçi" Enki ve Ninhursag tarafından yaratılır.
49.000 Enki'nin "sadık hizmetkârı" olan Ziusudra'nın ("Nuh") hükümdarlığı başlar.

Dünya Krallığı
Sümer metinleri, insanoğlunun ilk kraliyet şehrinin Kiş olduğunu söyler
İncil'deki "Milletler Tablosu" aynı şekilde Nimrud'u, yani Uruk, Akkad, Babil ve Asur krallıklarının atasını Kiş'e dayandırır.

Tufanın ardından Nefilimler, tanrıların ve insanoğlunun Dünya üstündeki geleceği hakkında uzun toplantılar yapmışlardı. Bu tartışmaların bir sonucu olarak, "dört bölge yarattılar". Üçünde, yani Mezopotamya, Nil vadisi ve İndüs vadisinde insanlar oturmaktaydı.
Dördüncü bölge ise "kutsal" idi; orijinal anlamı harfiyen "yasak, adanmış" olan bir terim.
Bu diyar veya bölge TİL.MUN (harfiyen "füzelerin yeri") olarak adlandırıldı.
Gılgamış gibi kadim kahramanlar bu Yaşam Diyarına ulaşmaya, bir şem veya bir Kartal ile Tanrıların Göksel mekânına taşınmaya can attılar.

Türkçeleştiren: Yasemin Tokatlı
5. Baskı: 2001, Ruh ve Madde Yayınları

Stefan Zweig - İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar


Stefan Zweig - İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar


ÖLÜMSÜZLÜĞE SIĞINIŞ
Büyük Okyanus'un Keşfi
25 Eylül 1513

Kolomb, Amerika'yı keşiften döndükten sonra (…) kral ve kraliçe ile danışmanlarını en fazla etkileyen ve heyecanlandıran şey, içi altın dolu birkaç küçük sandık ve sepet oldu.

Yalnızca asalet armalarını altınla daha iyi yaldızlamak isteyen gerçek soylular, gözü pek serüven düşkünleri ya da yiğit askerler değil, İspanya'nın tüm pisliği ve çamuru (…) altın ülkesinde daha kârlı bir iş edinme hevesine düşmüş bütün hırsızlar, umutsuzlar ve işlerinde başarısızlığa uğrayanlar Eldorado'ya gidecek olan filoya başvuruyor.

İspanya, başına bela olan bütün çapulculardan ve en tehlikeli eşkıyalardan bir anda kurtulmuş oluyor.

…her defasında gözlerini ihtiras bürümüş bir sürü insanı limana indiriyorlar. Ama gelenler müthiş bir hayal kırıklığına uğruyorlar,

İşte bu yüzden, adada saygın kişiliğiyle tanınan hukukçu Martin Fernandes de Enciso'nun 1510 yılında, Terra Ferma'daki sömürgelerinin yardımına koşmak amacıyla yeni bir birlik oluşturup bir gemi donattığı haberi, Espanola'da başarısızlığa uğramış bu insanlar için büyük bir sevinç kaynağı oluyor.

Espanola'dan yola çıkan Enciso'nun gemisi, bütün yelkenlerini şişirmiş Amerika kıtasına doğru ilerliyor
(Gemideki bir sandıktan Vasco Nunez de Balboa adındaki adam çıkıyor)

Vasco Nunez de Balboa Orta Amerika'nın bütün kıyılarını çok iyi tanıdığını ve anımsadığına göre o zaman, sularında zengin altın cevheri bulunan bir nehrin kıyısında, üzerinde sevimli ve güler yüzlü yerlilerin yaşadığı Darien adında bir yer bulduklarını söyledi. Yeni sömürge işte orada kurulmalıydı

Francisco Pizarro ile birlikte civardaki yerlilerin üzerlerine saldırarak her şeyi soyup soğana çeviriyorlar

Balboa, işlediği bütün suçlardan kendini kurtarmak ve ün kazanmak için yapması gereken şeyin ne olduğunu bilir: boğazı herkesten önce geçip Hindistan'a giden denize, Mar del Sur'a açılmak ve İspanya Kralı adına yeni altın ülkesini ele geçirmek.

1 Eylül 1513 tarihinde, ölümsüzlüğe doğru yürüyüşe başlıyor.

…tepeden aşağıya iniyorlar ve 25 Eylül 1513 tarihinde insanlık, yeryüzünün o zamana kadar bilinmeyen son okyanusunu da, işte böylece öğrenmiş oluyor.

BİZANS'IN FETHİ
29 Mayıs 1453
…Ayasofya'nın tepesindeki haç, boğuk bir gürültüyle alaşağı ediliyor.
Gürültü, kilisenin dışına da taşıyor ve yankılar bırakıyor.
Batı dünyası, bu gürültüyle uykusundan uyanıyor.
Dehşete kapılan Avrupa, (…) insanlık tarihinin akışını değiştiren yıkıcı bir gücün, yüzyıllar boyunca ellerini ve kollarını bağlayacağını ve hareketsiz bırakacağını anlıyor. Fakat insan yaşamında olduğu gibi tarihte de, kaybolmuş bir ânın yakınıp dövünmekle geri getirilebileceği hiç görülmemiştir. Bir tek saatin kaybettirdiği şeyi, bin yıl geri getiremez (s. 56).

GEORG FRIEDRICH HÂNDEL'İN YAŞAMA DÖNÜŞÜ
21 Ağustos 1741

"Nesi var?"
"Apoplexia. Sağ tarafı bütünüyle felç."
Georg Friedrich Händel tam dört yıl boyunca böyle yaşadı.
Händel, günde tam dokuz saat boyunca sıcak su havuzunda kaldı ve gösterdiği bu irade gücü sayesinde yavaş yavaş toparlanmaya başladı.

İşini ciddiye alan bütün gerçek sanatçılar gibi Händel de, yapıtlarını övmüyordu. Fakat bir tanesini, "Messiah"ını çok seviyordu. Bu yapıtına karşı bir şükran borcu vardı. Çünkü düştüğü uçurumdan onu çıkaran bu yapıttı.

BİR GECELİK DÂHİ
Marseillaise
25 Nisan 1792
Fransa Kralı'nın Avusturya İmparatoru'na ve Prusya Kralı'na savaş açma kararı, bir çeşit kurtuluş sayılıyor.

Belediye Başkanı Dietrich, Yüzbaşı Rouget'ye (o, kendi kendisini soylu ilan etmiş ve kendisine Rouget de Lisle adını takmıştı) sanki bir arkadaşından ricada bulunuyormuş gibi rahat bir biçimde, acaba bu yurtseverlik bilincini içinizde duyup da, cepheye gitmeye hazırlanan kıtalarımız için bir şeyler hazırlayamaz mısınız, örneğin yarın sabah düşmana karşı ilerleyecek olan Ren Ordusu için bir savaş şarkısı besteleyemez misiniz, diye sordu.

Rouget uyanıyor.
…masanın üstündeki henüz yazılmış olan kâğıdı fark ediyor. Mısralar? Ne zaman yazdım ben bunları? Ne zaman besteledim? Evet evet, anımsıyorum, dostum Dietrich'in yazmam için dün rica ettiği şarkı bu. Ren Ordusu için hazırladığım savaş marşı!

Marsilya'dan yola çıkan tabur, 30 Temmuz'da Paris'in banliyölerinden, sancak önde, bu marşı söyleyerek geçiyor.
Bir-iki ay içinde Marseillaise, halkın ve ordunun ulusal şarkısı oldu.

Kısa bir süre sonra çok gülünç bir durum ortaya çıkıyor ve devrim şairi Rouget, karşı devrimci olduğu için tutuklanıyor ve vatana ihanet suçuyla yargılanıyor. Ancak, Robespierre'in düşmesiyle mahkûmlara hapishane kapılarının açıldığı 9 Thermidor (büyük devrimin 11. ayı) sayesinde Fransa, ulusal marşının yaratıcısını, "ulusal ustura"ya teslim etmenin ayıbından kurtulmuş oluyor.

Üç saat için ilahlaştıran ve daha sonra horlayarak yine kahredici bir boşluğa atmış olan o rastlantı ânının acımasızlığı, Rouget'nin kişiliğinde iyileşmez ruh bozukluklarına neden oldu.
Ödenmeyen bir senet yüzünden yargılanıp Saint Pelargie Hapishanesi ile tanışmak zorunda kalıyor.

1830 Temmuz Devrimi'nin kendi şarkısını Paris sokaklarında yine o eski görkemiyle çaldırtmasına ve Kral Louis Philippe tarafından devrim şairi sayılarak küçük bir emekli aylığına bağlanmasına, hayatı mahvolmuş bu yaşlı adam yalnızca hayret ediyor.

WATERLOO: DÜNYANIN YAZGISINI BELİRLEYEN AN
Yazgı hep güçlülerden ve zorbalardan yanadır.
…çünkü o, kendisine benzeyen, kendisi gibi ele avuca sığmaz insanları sever.
Viyana Kongresi devam ederken, Napoléon'un, Elbe Adası'ndaki kafesinden kaçtığı haberi, delegeler arasında bir bomba gibi patladı.
Napoléon, Lyon'u ele geçirdi. Napoléon, kralı kovdu. Bütün birlikler ellerinde sancakları, Napoléon un saflarına geçiyor. Napoléon Paris'te.
İngiliz, Prusyalı, Avusturyalı ve Ruslardan oluşturulacak bir ordunun hemen silah altına alınmasına karar veriyorlar.
Napoléon tehlikeyi hemen kavrıyor.
…kendisini yok etmelerini beklemeden önce, onların üzerine kendisi yürümeli,
Napoléon'un komutasındaki eşsiz Fransız ordusunun öncüleri sınırı geçiyorlar. Bir gün sonra, ayın 16'sında da, Ligny'de Prusya Ordusu'na saldırıyor ve onları geri püskürtüyorlar.
Napoléon kaçan Prusyalıları izlemekle görevlendirdiği ordunun komutanlığını Mareşal Grouchy'ye veriyor.
Grouchy, Prusya Ordusu'nun çekildiğini sandıkları yöne doğru ilerliyorlar.

Her iki ordu da yorgun düşmüş,
Waterloo Savaşı başladı
Grouchy, İmparator'un buyruğuna göre hareket etmekte kararlıdır. Komutanlarından Gerhard, hızla top seslerinin geldiği yöne doğru gidilmesini istiyor.

Gerhard Grouchy'ye yalvarıyor. Grouchy düşünüyor.
Grouchy bir tek saniye düşünüyor. Bu bir tek saniye, kendi yazgısıyla birlikte Napolèon'un ve dünyanın yazgısını da belirliyor.

Grouchy, ortaya çıkan bu yeni duruma bakıp da İmparator'un buyruğuna karşı hareket etme yürekliliğini gösterebilmiş olsa, Fransa kurtulacak.

Biraz sonra da haberciler, savaş alanı yönüne doğru geri çekilen Prusyalıların bir çevirme harekâtına hazırlandıkları haberini getiriyorlar.

…bütün Fransız süvarisini düşmanın üzerine saldırtıyor.
İngiliz Ordusu'nun savaşma gücü tükenmekte,

(Prusya Ordusu gelir ve savaşın sonucu belirlenir.)

…gece yarısı bir köy konukevine gelen ve bulduğu ilk koltuğa kendisini bırakıveren bu adam, artık imparator değildir. Yazgısı belli olmuş, imparatorluğu sona ermiştir. Gözü pek ve ileri görüşlü bir adamın, yirmi yılda kurduğu ve yiğitlik destanlarıyla dolu o görkemli imparatorluk, sıradan bir adamın yüreksizliği yüzünden parçalanıp gidiyor.

Aradan bir gün geçmesine karşın Waterloo Savaşının sonucunu hâlâ öğrenememiş tek bir insan kalıyor, Mareşal Grouchy

İnsan yaşamına çok ender olarak inen o bir tek saniyelik büyük an, kendisinden yararlanmasını bilmeyenlerden işte böylesine müthiş öç alır. Basiret, buyruğa boyun eğme, çaba, akıl ve sağduyu gibi bütün insanlık erdemleri, yazgıyı belirleyen o büyük ânın tutuşturduğu ateş içinde eriyip işte böyle yok olur.

MARIENBAD ŞİİRLERİ
Goethe Karlsbad'la Weimar Arasında / 5 Eylül 1823

5 Eylül 1823 günü bir yolcu arabası,
…eline geçirdiği bir kâğıda kurşunkalemle acele acele bir şeyler yazdığını görüyorlar,
Sonunda, Weimar'a vardığı zaman yapıt tamamlanmış olur; bu yapıt "Marienbad Şiirleri'dir

Goethe, Şubat 1822 günü ağır bir hastalık geçirdi
…bazı saatlerde bilincini kaybediyor ve öleceğine inanıyordu.
Ama hastalık birdenbire geçer

Ulrike von Levetzow,
On beş yıl önce bu kızın annesini taparcasına sevmiş, daha bir yıl önce "kızcağıza" bir baba gibi davranmış, onu sevip okşamıştı, fakat bu eğilim, bu ilgi şimdi bir tutkuya dönüşüyor ve bütün varlığını sarsan bir başka hastalık, onu şimdiye kadar hiçbir olayın sarsmadığı kadar derinden sarsıyor
…kıza talip olan Goethe, yalnızca kaçamak öpücükler ve birtakım tatlı sözlerle avunuyor

…sevgilisi ile ancak şiirlerinde birlikte olabilmektedir.

Şair -rahatlıkla söylenebilinir ki- bu duygusal şiirleri sayesinde kurtuluyor. Sonunda bütün acılarının üstesinden geliyor ve bu ihtiyar adamın on dokuz yaşındaki şu sevgili "kızcağızla" evlenip ortak bir yaşam kurma düşü sona eriyor.

…şairin yaşam dünyasına yeni bir sözcük giriyor: tamamlamak.

On dokuz yaşındaki bir genç kız için çarpmakta olan kalbi, en eski iki gençlik arkadaşı "Wilhelm Meister" ve "Faust" için bir kez daha ateşleniyor. Goethe, bütün canlılığıyla yapıtlarına dönüyor ve geçen yüzyılın planı, solgun sayfalarından yenileniyor. Seksen yaşına girmeden önce "Wanderjahre" ("Gezgin
Yıllar") adlı yapıtı tamamlıyor ve seksen bir yaşındaki şair, bir deha örneği sergileyerek yaşamının "en büyük işi"ne, bu duygusal şiirlerinden ve o acıklı günlerinden yedi yıl sonra tamamladığı en büyük yapıtına, şiirlerinde olduğu gibi yine herkesten bir sır gibi sakladığı "Faust"a başlıyor.

ELDORADO'NUN KEŞFİ
J.A. Suter / Kaliforniya - Ocak 1848

Johann August Suter Basel yakınlarında, Rynenberg Kasabası'nda oturan ve 31 yaşındaki bu adamın, Avrupalı yargıçların pençesinden kendisini kurtarması için bir an önce okyanusa açılması gerekiyor.
7 Temmuz'da New York'a varıyor
Missouri'ye gidiyor. Burada çiftçi oluyor,
1837 / Kaliforniya'ya doğru hareket ediyor.
San Francisco bakımsız bir balıkçı kasabası
Daha ilk yıl, bire beş ürün alınıyor. Ambarlar, ağzına kadar doluyor
Birkaç yıl sonra Suter, dünyanın en zengin adamı olacaktır.

(Arazisinde altın bulunuyor)
Suter'in adamları hemen işlerini bırakıyorlar
(Altına hücum eden insanlar Suter’in malını mülkünü yağmalıyor)
Haber, bütün dünyaya yayılmış,
San Francisco toprakları üstünde, aklın alamayacağı bir hızla bir kent yükseliyor
…üç oğlu dimdik ayaktadır ve yanındadır. Suter, onlarla birlikte yeni bir çiftlik kuruyor

1850. Kaliforniya, Amerika Birleşik Devletleri'ne katılmış bulunuyor.
Johann August Suter ortaya çıkıyor ve yönetimden isteklerini bir bir sıralıyor: Üzerine San Francisco kentinin kurulduğu bütün topraklar kanun gereği kendi öz malıdır; devlet, mal ve mülkünün çalınmasıyla uğradığı bütün zararları karşılamalı ve topraklarından çıkarılan altından kendisine de pay vermelidir. İnsanlık tarihinde o âna kadar eşine rastlanmamış bir büyük dava başlıyor.

Dava, mahkeme mahkeme tam dört yıl sürüyor.
Sonunda, 15 Mart 1855'te, karar açıklanıyor. Kaliforniya'nın en yüksek devlet memuru, dürüst Yargıç Thomson, Johann August Suter'in topraklarıyla ilgili iddialarında tamamıyla haklı olduğunu onaylıyor.

Mahkeme kararı açıklanır açıklanmaz, on binlerce sokak serserisi, adliye sarayına saldırarak binayı ateşe veriyorlar
Çapulcular tarafından sıkıştırılan büyük oğlu, kendini vuruyor; ikinci oğlu da öldürülüyor, üçüncüsü kaçmayı başarıyor, ancak anavatanı İsviçre'ye dönerken denizde boğuluyor.

Bugüne kadar Suter'in serveti üzerinde hak iddia eden hiç kimse, hiçbir mirasçı çıkmadı. San Francisco, bu kocaman memleket parçası, hâlâ başkasının toprakları üzerinde yükselmektedir. Haklının hakkı hâlâ verilmiş değil.

BİR YİĞİTLİK ÂNI
Dostoyevski, Petersburg, Semenowsk Alanı
22 Aralık 1849

Silahlar omuzlardan iniyor, nişan almış eller tetikte,
Ve birden bir haykırış:
Durun!
Ve ölüm
Donmuş eklemlerinden duraksayarak uzaklaşıyor,

OKYANUSU AŞAN İLK SÖZ
Cyrus W. Field
28 Temmuz 1858

Bir mucizenin gerçekleşebilmesi ya da olağanüstü bir şeyin tamamlanabilmesi için bireyin, her şeyden önce bu mucizeye inanması gerekir.

TANRI'YA SIĞINIŞ
Leo Tolstoy'un "Karanlıkta Bir Işık" adlı tamamlanmamış dramı için yazılan bir sondeyiş.
1910 Ekim sonu

Leo Tolstoy 1890 yılında, "Karanlıkta Bir Işık" başlığıyla bir dram yazmaya başladı.

Tolstoy, dramının eksik kalmış son perdesini tamamlamayı hiç düşünmedi, ama bundan çok daha önemlisini yaptı: Onu yaşadı.

GÜNEY KUTBU İÇİN SAVAŞIM
Kaptan Scott
16 Ocak 1912

Scott, İngiliz donanmasının kaptanlarından biridir.

Kutba yaklaştıkça, onlar da, pusulanın mavi ibresi gibi titremeye başlıyorlar.

Kızak ve köpek izlerinin hâlâ canlılığını koruduğu terk edilmiş bir kamp yerinde, bir kızak direğinin ucunda dalgalanan kara bayrağı görünce, Amundsen'in burada karargâh kurduğu konusunda artık en ufak bir kuşkuları kalmadı.

…belki de dünya kurulalı beri hiçbir canlının ayak basmadığı bu kutup noktası on beş gün gibi küçücük bir zaman dilimi içinde iki kez keşfedilmiş oldu.

Kaptan Scott, son nefesini verinceye kadar, parmakları iyice donup da kalem, kaskatı kesilen elinden yere düşünceye kadar, anı defterine yazmaya devam etti.

MÜHÜRLÜ TREN
Lenin
9 Nisan 1917

Türkçeleştiren: Kasım Eğit
Can Yayınları

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Osmanlı Padişahları Hakkında Notlar


Osmanlı Padişahları

Osman Gazi

Ertuğrul Gazi / Hayme Hatun
1258 - H. 656 - 1326 - H. 726
Saltanatı: 27 yıl (1299 – 1326)

1287’de Karacahisar'ı fethetti.

Erkek çocukları:
Pazarlı Boy, Çoban Bey, Hamid Bey, Orhan Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey, Savcı Bey.

Orhan Gazi

Osman Gazi / Mal Hatun
1281 – 1362
Saltanatı: 36 yıl (1326 – 1362)

Alâeddin Paşa ile Çandarlı Kara Halil Paşa devlet teşkilatını tesis ettiler.
Osmanlılar tarafından yaptırılan ilk cami olan İznik'teki "Hacı Özbek" Camii (1333 - 1334) Orhan Gazi tarafından yaptırılmıştır. Bursa Medresesini Orhan Bey yaptırmış ve ilk "Sultan" lâkabı da onun zamanında kullanılmıştır.
İlk Osmanlı parası da Orhan Bey zamanında basılmıştır.
Osmanlılar Avrupa'ya ilk defa Orhan Bey zamanında geçtiler.
Erkek çocukları:
Süleyman Paşa, Birinci Murad, İbrahim, Halil, Kasım.

Murad Hüdâvendigâr

1326 - 1389
Saltanatı: 27 yıl (1362 – 1389)

Annesi: Nilüfer Hatun (Horofira)

1362'de Edirne’yi fethetti.
1364'de Haçlı ordusuna karşı Sırpsındığı zaferini kazandı.
1375'te Niş fethedildi.
1382'de Sofya fethedildi.
1389'da Haçlı ordusuna karşı Kosova Meydan Muharebesini kazandı. Savaşın sonunda muharebe alanını gezerken ölü taklidi yapan bir Sırp askeri tarafından hançerlenerek şehit edildi.

Erkek çocukları: Yakub Çelebi, Yıldırım Beyazid, Savcı Bey ve İbrahim.


I. Bayezid (Yıldırım)

1360 – 1403
Saltanatı: 13 yıl (1389 – 1403)

Annesi: Gülçiçek Hatun

İstanbul'u yedi ay muhâsara etti,
1396'da Haçlı ordusunu Niğbolu'da imha etti.
1397'de Mora ve Attika'yı alarak Yunan topraklarını fethetti.
1402'de Timur ile Ankara savaşı yapıldı. Mağlup olup Timur’a esir oldu.

Erkek çocukları: Musa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi, İsa Çelebi, Mehmed Çelebi, Ertuğrul Çelebi, Kasım Çelebi.


Çelebi Mehmed

1389 - 1421
Saltanatı: 8 yıl (1413 – 1421)

Annesi: Devlet Hatun

Padişahlığı müddetince bizzat 24 muharebede bulunmuş ve kırka yakın yara almıştır.

Şeyh Bedreddin bu dönemde idam edildi.

Erkek çocukları: Mustafa Çelebi, İkinci Murad, Ahmed, Yusuf, Mahmud.

II. Murat

1402 – 1451
Saltanatı: 30 yıl (1421 – 1451)

Annesi: Emine Hatun

Şair ve hattattı.
1422'de İstanbul'u muhasara etti.
Venedik ve haçlılara karşı Güvercinlik zaferini kazandı.
1443'de haçlılara karşı İzlâdi Derbendi zaferini kazandı.1444 Temmuz'unda Segadin antlaşması yapıldı, Haçlılar sözlerini tutmayıp Osmanlı topraklarına girdiler. Bunun neticesinde çıkan savaşın sonunda 1444'de Varna Zaferi kazanıldı.
1448 Kosova’da Haçlı ordusunu mağlup etti.
Hacı Bayram Veli İkinci Murad devrinde vefat eden büyüklerdir.

Erkek çocukları: (Fatih) Mehmed, Ahmed, Alâaddin, Orhan, Hasan, Ahmed (ll.)

II. Mehmed (Fatih)

1432 - 1481
Saltanatı: 30 yıl (1451 – 1481)

Annesi: Huma Hatun

Limni, İmroz, Şemendirek, Taşoz, Bozcaada ve Boğdan'ı aldı. Belgrad'ı muhasara ettiği zaman çarpışmaya bizzat katıldı. Alnından ve dizinden ciddi şekilde yaralandı.
1459’da Sırbistan'ın tamamını aldı.
1461'de Trabzon Rum İmparatorluğunu ortadan kaldırdı.
1463 senesinde Papa'nın büyük gayretleri ile toplanan ve savaşa katılan herkesin altı aylık günahının affolunacağı ilân edilen 20 devletin katıldığı bir haçlı ittifakı ile 16 sene savaştı.
1476'da Boğdan'ı Osmanlı topraklarına kattı. Otuz sene içinde tam yirmi beş seferi bizzat kendisi idare etti.
1481 Mayısında sefere çıkmışken, Gebze'de ordugâhında vefat etti.

İlk defa altın para bastırdı
Erkek çocukları: Mustafa, Bayezid, Cem, Korkud.

II. Bayezid

1447 - 1512
Saltanatı: 31 yıl (1481 – 1512)

Annesi: Mükrime Hatun

Padişah olduktan sonra, kardeşi Cem Sultan ile 14 sene mücadele etti.
Şahkulu isyanı bu dönemde çıktı.

Erkek çocukları: Mahmud, Ahmed, Şehinşah, (Yavuz) Selim, Mehmed, Korkud, Abdullah, Alimşah.

I. Selim (Yavuz)

1470 – 1520
Saltanatı: 8 yıl (1512 – 1520)

Annesi: Gülbahar Hatun

Şah İsmail'i perişan edip, Tebriz’e girdi.
1516'da Mısır seferine çıktı.
1517'de Memlükleri yenip Mısır’a girdi.
Halife Üçüncü Mütevekkil Ayasofya Camiinde minbere çıkarak Yavuz'un hilâfetini ilân etti.

Erkek çocuğu: Süleyman.

I. Süleyman (Muhteşem)

1495 – 1566
Saltanatı: 46 yıl (1520 – 1566)

Annesi: Hafsa Hatun

1522 senesinde Rodos'u aldı.
1526'da Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar ordusunu ortadan kaldırdı.
1529'da Viyana'yı kuşattı.
1537'de Otranto fethedildi fakat devam eden Venedik savaşı nedeniyle ordu buradan çekildi.
Barbaros kardeşler bu dönemde Akdeniz'i zapt etti.

Erkek çocukları: Selim, Bayezid, Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir, Mustafa.

II. Selim (Sarı)

1524 – 1574
Saltanatı: 8 yıl (1566-1574)

Annesi: Hürrem Sultan

Komşu devletlerle sulh anlaşmaları yapıldı.
Hindistan ve civarındaki Müslüman hükümdarlara istekleri üzerine yardımlarda bulunuldu.
Kıbrıs fethedildi.
Haçlı donanmasının saldırısı sonucu İnebahtı'da Türk donanması imha edildi.
Rusya vergiye bağlandı.

Ebussuud Efendi, Âşık Çelebi ve Kınalızade Ali Efendi bu dönemin önemli isimleridir.

Sefere çıkmayan ilk padişahtır.
Erkek Çocukları: Murad, Abdullah, Osman, Mustafa, Süleyman, Mehmed, Mahmud, Cihangir.

III. Murad

1546 – 1595
Saltanatı: 21 yıl (1574 – 1595)

Babası: İkinci Selim
Annesi: Nurbânu Sultan

Vâdisseyl muharebesinde Portekiz mağlup edildi.
1583'de Revan fethedildi.

Erkek çocukları: Mehmed, Selim, Bayezid, Mustafa, Osman, Cihangir, Abdullah, Abdurrahman, Abdullah, Hasan, Ahmed, Yakub, Alemşah, Yusuf, Hüseyin, Korkud, Ali, İshak, Ömer, Alaüddin, Davud.

III. Mehmed (Korkak)

1566 – 1603
Saltanatı: 8 yıl (1595 – 1603)

Babası: Üçüncü Murad
Annesi: Safiye Hatun

Bu dönemde Osmanlılar birçok kalelerini Avrupalılara teslim eder.
Haçova Meydan Muharebesini Haçlılara karşı kazanmış ve Eğri Kalesini fethetmiştir.

Celâli İsyanları bu dönemde palazlandı.

Erkek çocukları: Ahmed, Mustafa, Selim, Mahmud.

I. Ahmed

1590 – 1617
Saltanatı: 14 yıl (1603-1617)

Babası: Üçüncü Mehmed
Annesi: Handan Sultan

14. padişah olan I. Ahmet, 14 yaşında tahta çıktı, 14 yıl saltanat sürdü ve 28. yaşında vefat etti.

Zitvatorok Antlaşması ile Osmanlı ve Avrupa eşit sayıldı.
Erkek çocukları: Osman, Murad, İbrahim, Bayezid, Süleyman, Kasım, Mehmed, Hasan, Selim, Hanzâde, Ubeyde.

I. Mustafa (Deli)

1592 – 1639
Saltanatı: 5 yıl (1617-1623)

Babası: Üçüncü Murad
Annesi: Handan Sultan

Akli muvazenesi bozuk olduğu halde tahta çıkarıldı.
Şeyhülislâmın fetvası üzerine tahttan indirildi.
Yedikule'de şehid edilen Genç Osman'ın yerine ikinci defa tahta çıkarıldı.

II. Osman (Genç)

1604 – 1622
Saltanatı: 5 yıl (1617 – 1622)

Babası: Sultan Ahmed
Annesi: Mahfiruz Haseki Sultan

Lehistan seferine bizzat katılarak başkomutanlık yaptı. Muharebeye gönlü olmayan erkânının çevirdiği dolaplar neticesinde alaşağı edildi.
Sadrazam Kara Davut Paşa tarafından katledildi

Erkek çocukları: Ömer, Mustafa.

IV. Murat

1612 – 1640
Saltanatı: 17 yıl (1623 – 1640)

Babası: Sultan Ahmed
Annesi: Kösem Sultan

1633 senesinde tütün yasağı koydu. 1634'de içkiyi yasakladı. Devlete bağlılığı olmayan herkesi idam ettirdi. 1638’de düzenlediği doğu seferinde Bağdat’ı fethetti.

Erkek çocukları: Süleyman, Mehmed, Alâüddin, Ahmed.

İbrahim (Deli)

1616 – 1648
Saltanatı: 8 yıl (1640 – 1648)

Babası: Sultan Ahmed
Annesi: Kösem Sultan
Tahta çıktığında Osmanlıların hayatta kalan tek erkek ferdi idi.

Şeyhülislam liderliğinde gerçekleştirilen darbe ile tahttan indirildi. Sadrazam Mevlevî Sofu Mehmed Paşa tarafından boğduruldu.

Erkek çocukları: Mehmed, Süleyman, Ahmed, Orhan, Bayezid, Cihangir, Selim, Murad.

IV. Mehmed (Avcı)

1642 – 1693
Saltanatı: 39 yıl (1648-1687)

Babası: Sultan İbrahim
Annesi: Turhan Sultan

Kösem Sultan öldürüldü.
Köprülü Mehmed Paşa sadrazam oldu.
Girit'in tamamı alındı.
İkinci Mohaç Muharebesi’nde Osmanlı Devleti’nin uğradığı yenilginin ardından tahttan indirildi
Erkek çocukları: Mustafa, Ahmed, Ahmed, Bayezid.

II. Süleyman

1642 – 1691
Saltanatı: 4 yıl (1687 – 1691)

Babası: Sultan İbrahim
Annesi: Saliha Dilâşub Sultan

Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'yı sadrazam tayin etti.

II. Ahmet

1643 – 1695
Saltanatı: 4 yıl (1691 – 1695)

Babası: Sultan İbrahim
Annesi: Hatice Muazzez Sultan

Hanya Zaferi elde edildi.
1693’te İstanbul'da iki yangın oldu. Aynı yıl Almanlar Belgrad’a saldırdılar; mağlup olarak geri çekildiler.

Erkek çocukları: İbrahim, Selim.

II. Mustafa

1664 – 1704
Saltanatı: 8 yıl (1695 – 1703)

Babası: Dördüncü Mehmed
Annesi: Emetullah Rabia Gülnüş Sultan

Rus Çarı Büyük Petro Azak'ı ele geçirdi.
Lehistan, Alman ve Venedik cephelerinde devam eden muharebeler sonunda Zenta Bozgunu diye tarihe geçen ve 30.000 Türk askerinin şehadetiyle neticelenen elim hadise bu devirde meydana geldi. Bunun neticesinde 1699'da Karlofça Anlaşması yapıldı.
Edirne Vakası olarak anılan yeniçeri ayaklanması sonucu 22 Ağustos 1703’te tahttan indirildi.

Erkek çocukları: Mahmud, Osman, Ahmed, Küçük Ahmed, Hüseyin, Selim, Mehmed, Murad, Osman.

III. Ahmed

1673 – 1736
Saltanatı: 27 yıl (1703 – 1730)

Babası: Dördüncü Mehmed
Annesi: Emetullah Rabia Gülnüş Sultan

1711’de Prut Ovasında Rus ordusu kuşatıldı ancak geri çekilmelerine müsaade edildi.
Mora Venediklilerden geri alındı.
1718'de Almanya ve Venedik’le Pasarofça sulhu yapıldı. Lâle Devri bu tarihten sonra başladı.
1730'da Patrona Halil İsyanı oldu, tahttan indirildi

Erkek çocukları: Birinci Abdülhamid, Mustafa, Süleyman, Bayezid, Mehmed, İbrahim, Numan, Selim, Ali, İsa, Murad, Seyfeddin, Abdülmecid, Abdülmelik.

I. Mahmud

1696 – 1754
Saltanatı: 24 yıl (1730 – 1754)

Babası: İkinci Mustafa
Annesi: Saliha Valide Sultan

1750 senesinde İstanbul'da hem büyük bir yangın ve hem de zelzele oldu.
Almanlarla yapılan savaşın sonunda Belgrad geri alındı.

III. Osman

1699 – 1757
Saltanatı: 3 yıl (1754 – 1757)

Babası: İkinci Mustafa
Annesi: Şehsuvar Valide Sultan

1755'te Haliç dondu. Aynı sene İstanbul'un yarıdan çoğunun zarar gördüğü bir yangın oldu. Bir sene sonra ikinci bir yangında da 4000'e yakın ev yandı.

III. Mustafa

1717 – 1774
Saltanatı: 17 yıl (1757 – 1774)

Babası: Üçüncü Ahmed
Annesi: Mihrimah Sultan

Rusya ile harb edildi ve neticesinde Küçük Kaynarca Anlaşması yapıldı.

Erkek çocukları: Selim, Mehmed.

I. Abdülhamid

1725 – 1789
Saltanatı: 15 yıl (1774 – 1789)

Babası: Üçüncü Ahmed
Annesi: Rabia şermi Sultan

1783'de Kırım Hanlığı Ruslar tarafından ilhak edildi.
Özi kalesini işgal eden Almanlar 25.000 nüfusu olan Özi halkını tek fert bırakmadan sivil ve asker herkesi öldürdüler.

Erkek çocukları: Mustafa, Mahmud, Murad, Nusret, Mehmed, Ahmed, Süleyman.

III. Selim

1761 – 1808
Saltanatı: 18 yıl (1789 – 1807)

Babası: Üçüncü Mustafa
Annesi: Mihrişah Sultan

Napolyon'un Mısır'a saldırması üzerine harp çıktı. Cezzar Ahmed Paşa Mısır'da Fransızları mağlup etti.
Vehhabiler üç ay müddetle Mekke'yi ve Medine'yi işgal ettiler. Bütün mübarek şahsiyetlerin kabirlerine hakarette bulundular, yakıp yıktılar.
Kabakçı isyanıyla tahttan indirildi.
Padişah IV. Mustafa’nın emriyle katledildi.
Enfiye tiryakisiydi.

IV. Mustafa

1779 – 1808
Saltanatı: 1 yıl (1807 – 1808)

Babası: Birinci Abdülhamid
Annesi: Ayşe Saniye Perver Sultan

İsyancılar tarafından tahta çıkarılmıştı, akıbeti de yine isyancılar tarafından alaşağı edilmek oldu.
Padişah II. Mahmud’un emriyle idam edildi.

II. Mahmud (Gavur)

1785 – 1839
Saltanatı: 31 yıl (1808 – 1839)

Babası: Birinci Abdülhamid
Annesi: Nakşidil Valide Sultan

1821'de Yunan İhtilâli oldu. Binlerce sivil halk öldürüldü.
Yeniçeri Ocağı tamamen ortadan kaldırıldı
1831 ve 1839'da Mısır isyanları oldu.

Erkek çocukları: Abdülmecid, Abdülaziz, dört adet Ahmed isimli şehzade, Bayezid, Abdülhamid, Süleyman, Mehmed, Murad, Nizameddin, Mehmed, Abdullah; Osman.

Abdülmecid

1823 – 1861
Saltanatı: 21 yıl (1839 – 1861)

Babası: İkinci Mahmud
Annesi: Bezmiâlem Valide Sultan

1839 senesinde Gülhane Hattı Hümayunu okundu.
1848'de Macar isyanı dolayısıyla Macaristan'dan çok sayıda ilticalar oldu. Eflak ve Bogdan'da ihtilali oldu.
1853'de Rusya harbi başladı.
Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırdı

Erkek çocukları: Ahmed, Mehmed Burhaneddin, Bahaüddin, Rüştü Mehmed, Seyfüddin, Osman, Ziyaeddin Mehmed, Abid Mehmed, Abdüssamed Mehmed, Fuad Mehmed, Nureddin, Vamuk Mehmed, Abdülhamid, Mehmed Vahidüddin, Süleyman, Kemaleddin, Nizameddin, Mehmed Reşad.

Abdülaziz

1830 – 1876
Saltanatı: 15 yıl (1861 – 1876)

Babası: İkinci Mahmud
Annesi: Pertevniyal Valide Sultan

Mithat Paşa, Mahmud Nedim ve Hüseyin Avni Paşaların teşvikleriyle başlayan bir nümayiş ihtilâle döndü. Abdülaziz'i tahttan indirdiler.


Seyahat amacıyla Avrupa'ya giden ilk padişah oldu.
Obur denilecek kadar boğazına düşkündü.

Erkek çocukları: Selim Mehmed, Mahmud Celaleddin, Mehmed Şevket, Seyfeddin, Şehzade Yusuf İzzeddin, Salahaddin, Abdülmecid.

V. Murad (Deli)

1840 – 1904
Saltanatı: 93 gün (1876)

Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Şevk efzâ Kadın Efendi

Erkek çocukları: Mehmed Selahaddin.

II. Abdülhamid

1842 – 1918
Saltanatı: 33 yıl (1876 – 1909)

Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Tirimüjgan Kadın Efendi

23 Kasım 1876'da (Birinci) Meşrûtiyyet'i tesis ederek anayasa (Kanûn-î Esasî) çıkardı, daha sonra ise 13 Şubat 1878'de askıya aldı.

Erkek çocukları: Mehmed, Selim, Abdülkadir, Ahmed Nuri, Mehmed Burhaneddin, Abdürrahim, Ahmed Nureddin, Mehmed Âbid, Ahmed.

Mehmed Reşad

1844 – 1918
Saltanatı: 9 yıl (1909 – 1918)

Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Gülcemal Kadın Efendi

1912'de Balkan Harbi başladı.
1914'de Almanların safında, Birinci Dünya Savaşına girildi.

Erkek çocuklan: Mehmed Necmeddin, Mehmed Ziyaeddin, Ömer Hilmi.

Mehmed Vahiduddin

1861 – 1926
Saltanatı: 4 yıl (1918 – 1922)

Babası: Sultan Abdülmecid
Annesi: Gülistü Kadın Efendi

Erkek çocukları: Mehmed Ertuğrul.


Padişahlar Albümü

Kayı boyu, 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra Anadolu'yu fethe gelen diğer Oğuz boylarının içinde yer almıştır.
Kayı boyunun damgası, iki ok ile bir yaydan oluşmaktaydı. Kayı’nın anlamı, güç ve kudret demektir.
Kayı boyunun bir kısmı, Türkiye Selçukluları Sultanı I. Alâeddin Keykubat zamanında, Ankara yakınlarındaki Karacadağ yöresine yerleştirilmiştir.
Ertuğrul Bey ile birlikte batıya doğru ilerleyerek, Söğüt ve Domaniç’i ele geçirdiler.

Bölgede, Bizans kent ekonomisinin ürünleriyle göçebe Türkmenlerin hayvancılık ekonomisinin ürünlerinin pazarlandığı, takas edildiği büyük pazarlar kuruluyordu.

Beyliğin kurulduğu sıralarda, Bektaşîlik, Babaîlik gibi tarikatlar ve Ahiler bölgede etkili bulunuyordu.

Osman Bey’in bölge insanları üzerinde büyük nüfuzu olan Şeyh Edebali'nin kızı Bâlâ Hatun ile evlenmesinden sonra Şeyh Mahmut Gazi, Ahi Şemsettin ve oğlu Ahi Haşan ve Cendereli (Çandarlı) Kara Osmanlı beyliğinin hizmetine girmişlerdir.

Osmanlıların, kısa zamanda güçlü bir devlet kurmaları tesadüf olmayıp, tutarlı bir devlet anlayışının sonucudur.

Osmanlılar, şehzadelere, geniş yetkilerle büyük eyaletlerin valiliğini vermediler. Osmanlı şehzadeleri, ancak sancakbeyi olabildiler.

Ülke içinde herhangi bir aileye ve aşirete imtiyaz tanınmadı.
Fetheden kim olursa olsun, alınan topraklar mutlaka padişaha ait oluyordu. Bu çeşit merkeziyetçi uygulamalar sayesinde devlet, gelişti ve güçlendi.

Osmanlı beyliği, kurulduğu zaman küçük bir beylikti. Devletin başında ilk zamanlar “bey” ya da “gazi” unvanı ile anılan bir hükümdar bulunuyordu.
Osmanlı hükümdarları içinde ilk defa “sultan” unvanını I. Murat kullanmıştır. Bunların yanı sıra hükümdarlara, “han,” “hakan” ve “hünkâr” da denilmiştir.
Yavuz Sultan Selim’in 1517 Mısır seferinden sonra, Osmanlı hükümdarları “halife" unvanı da aldılar.

Şehzadelere, küçük yaşlarından itibaren sancaklara gönderilir askerî ve idarî konularda yetiştirilirlerdi.

XVI. yüzyılın sonlarından itibaren, şehzadelerin sancaklara gönderilme usulü kaldırıldı. III. Mehmet, sancağa gönderilen son şehzade olmuştur.

Şehzadeler, cülus töreniyle tahta çıkarlar ve onlar için “kılıç alayı” düzenlenirdi.
Ordunun Başında Harbe Gidenler
Osman Gazi,
Orhan Gazi,
I. Murat.
I. Bayezid,
I. Mehmet,
II. Murat,
Fatih Sultan Mehmet,
II. Bayezid,
Yavuz Selim,
Kanunî Sultan Süleyman
III. Mehmet,
II. Osman,
IV. Murat,
II. Mustafa

Tahtan İndirilenler
Bayezit,
I. Mustafa,
II. Osman,
İbrahim,
IV. Mehmet,
II. Mustafa,
III. Ahmet,
III. Selim,
IV. Mustafa,
Abdülaziz,
V. Murat
II. Abdülhamit

Öldürülenler
II. Osman
IV. Mustafa
Abdülâziz (rivayet).

Kardeşlerini Öldürtenler
II. Murat,
I. Selim,
III. Mehmet (19 kardeşini bir anda boğdurttu),
II. Osman,
IV. Murat,
II. Mahmut

Oğlunu Öldürtenler
I. Süleyman, Şehzade Mustafa’yı öldürttü.
III. Mehmet, Şehzade Mahmud’u öldürttü.


Divan Sahibi Şairler
Fatih Sultan Mehmet, I. Selim, I. Süleyman.

Aşırı Kadın Düşkünleri
III. Murat,
III. Mehmet,
İbrahim

İçki Düşkünleri
I. Bayezid,
I. Süleyman,
II. Selim,
IV. Murat,
Abdülmecit,
V. Murat


12 Mayıs 2016 Perşembe

Toplumsal Tabakalaşma ve Eşitsizlik: Sınıf ve Gelecek: Sosyal Sınıfa Yöneltilen Eleştiriler

Sınıf ve Gelecek: Sosyal Sınıfa Yöneltilen Eleştiriler
Burjuvaların söz sahibi olmasından sonra başlayan toplumsal kargaşaya bakıp, ilk sosyologlar bir şeyler söylediler. Comte, toplumu organizmaya benzeterek, kargaşaya neden olan toplulukları “hastalık” olarak yaftaladı. Durkheim ise kargaşanın, dini geleneklerin otoritesinin zayıflamasından kaynaklandığını görüp, Tanrı ve Kilise sevgisi/bağlılığı yerine insanlara ulus/devlet sevgisi aşılanması gerektiğini söyledi. Kapitalizmin palazlanma süreci boyunca “sınıf” kavramı etrafında çokça laf edildi. Ne zamanki kapitalizm olgunluğa ulaştı, artık bu kavram da kullanışlı olmaktan çıktı.
1970’li yıllardan sonra ise, sınıf ve toplumsal tabakalaşma kavramlarının önemini yitirdiği söylenmeye başladı. Artık belli bir kitleyi değil, küresel anlamda tüm insanları kavramaya çalışan kavramlar ortaya atılmaya başlandı; tüketim toplumu, bilgi toplumu, ağ toplumu gibi…

KAPİTALİZMİN DÖNÜŞÜMLERİ VE TOPLUMSAL SINIFLAR
Marx, 18. yüzyıla kadarki dönemde İngiltere’de gözlemlediği üretim faaliyetini emeğin sermayeye biçimsel bağlılığı olarak kavramlaştırır. Bu ne demektir, Zanaatçıların yalnızca tüccar sermayenin sömürüsü altındadır. Sermaye bu dönemde emekten (iş gücü) ve üreticiden (işçi) bağımsız değildir. Bu dönemde sermaye arttırmanın tek yolu çalışma süresini uzatmaktır.
Makineli üretime geçildikten sonraki dönem emeğin sermayeye gerçek bağlılığı olarak adlandırılır. Bu dönemde üreticiler kendi emekleri üzerindeki denetim olanaklarını kademeli olarak yitirmişlerdir. Denetim, sermayeye geçmeye başlamıştır. 

SANAYİ SONRASI TOPLUM KURAMLARI VE SINIF ÜZERİNE TARTIŞMALAR
Kapitalizmin gelişim aşamalarına bağlı olarak sınıf kavramı farklı şekillerde değerlendirildi; 20. yüzyıl öncesinde Marksist yaklaşımlarla Weberci söylemler revaçtaydı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ideolojilerin sona erdiği dillere pelesenk oldu, 1970 krizinden sonra ise sınıf kavramı kullanışlı olmaktan çıktı, neredeyse kullanılmaz oldu. Bunun yerine sanayi sonrasına atıf yapan önermeler kullanılmaya başlandı. Çok uluslu şirketlerin küreselleşme temayülleriyle birlikte üretim kavramı toplumsal yapının belirleyicisi olmaktan çıktı ve bunun yerine yönetim, denetim gibi kavramlar öne çıktı.
1970’lerden sonra üretim süreçlerinde yaşanan en önemli gelişme, gelişen teknolojinin artık insanları tahakküm altına almasıdır. Makineler bu dönemde insanlar tarafından çalıştırılmıyor bilakis, insanları makineler çalıştırıyor.

Teknoloji Devrimi ve Sınıfların Yok Oluşu
Daniel Bell, sanayi tolumda mülkiyet önemli bir güç iken sanayi sonrası toplumda bilgi önemli bir güç haline gelir ve bu dönemi bilgi toplumu olarak tanımlar.
Alvin Tofler, 1960’lı yıllarla başlayan yeni yüksek teknoloji ağırlıklı hizmet sektörünü üçüncü dalga olarak tanımlar. Bu dönem için proletarya yerine yeni bir sınıf olarak bilişsel, zihinsel gücünü kullanan kogniterya kavramını önerir. Üçüncü dalga, mülkiyet sahiplerini değil işletmeci ve yöneticileri güç/iktidar sahibi olarak kabul eder.
Peter Drucker da emek yoğunluklu sanayiden bilgi yoğunluklu sanayiye geçişle birlikte sınıfsal ayrımların ortadan kalkacağına işaret eder.
1940’lardan sonraki dönemi geç kapitalizm olarak tanımlayan Ernest Mandel’e göre bu dönemin ayırt edici özelliği entelektüel emeğin proleterleşmesidir.
Raymond Williams, gelişen teknolojinin sınıfsal ayrımları ortadan kaldırmadığını sadece emek maliyetini asgariye indirdiğini belirtir.

İkinci Dünya Savaşı Sonrası Yeni Sınıf Analizleri
Savaştan sonra bir kısım eleman, sınıf kavramının öneminin yitirdiğini, artık eşitsizliğin daha belirgin bir kavram olduğunu (gelir odaklı bir yaklaşım demek ki) öne sürdü.
Başka bir kısım eleman ise kategorik olarak sınıf kavramının halen önemli olduğunu söyledi. Her zaman olduğu gibi yine devam etti bu kısır/verimsiz söylemler.
Savaş sonrası dönemde Weber’in analizlerine daha fazla önem atfedildi. Ne demek bu, Marx gibi toplumsal gurupları çatışma kavramı etrafında değil de farklılaşma kavramı etrafında ele aldılar.
Dahrendorf, Weberci önermeleri Marksist önermelerle birleştirmeye çalıştı. Sınıf ilişkilerinin temelinde denetim ve otorite ilişkilerinin bulunduğunu kanıtlamaya çalıştı. Haklıdır da, işçi, çalışma saatlerinin dışında yine bir işçi midir, değildir, Dahrendorf’un işaret ettiği işçi sınıfı olgusu çalışan kişi için denetim (tahakküm) alanındaysa geçerlidir.
Alvin W. Gouldner Profesyonellerin sermayedarlardan çok daha etkin olduğuna dikkat çekti.
C. Wright Mills, beyaz yakalıları otoritenin yeni enstrümanı olarak takdim eder (sınıf olgusunu otorite kavramı üzerinden çözümler, demek ki bu da Weberci çizgiyi takip ediyor).
Alain Touraine, beyaz yakalıları mülkiyet ilişkilerinden uzakta konumlandırır. Touraine’e göre, egemen sınıf bilgiyi elinde bulundurandır (yine yanılıyor, bilgiye sahip olmak onunla eyleyebilmek imkânını beraberinde getirmez).
Jürgen Habermas, sınıf ayrımlarının yaşama biçimleri, kültürel alışkanlıklar çizgisinde aranması gerektiğine işaret eder (bu da hemen her zaman boş konuşur).
Anthony Giddens sınıf kavramının bireylerin üretim ve tüketim faaliyetlerine göre belirlendiğini söyleyerek sosyoloji tarihindeki sınıf kavramı tartışmalarının genel bir özetini verir.
Tom Bottomore orta sınıfın büyümesine bağlı olarak sınıf kavramının önemini yitirdiğine işaret eder (sanki mesele nicelikti de sayısal kalabalık bu olgunun önemini ortadan kaldırdı, bu da saçma bir önerme).

Örgütlü Kapitalizmin Sonu ve Esnekleşme
Küreselleşme ile birlikte üretim süreçleri ve çalışanların durumunda belirgin değişiklikler gözlendi. Sermayenin hızlı hareket edebilmesi, imalata dayalı üretimin yok olma sürecine girmesi, sınıf ayrımlarının homojenleşmesi ve benzeri olguları örgütlü kapitalizmin sonu olarak tanımlıyorlar. Klasik, emek-sermaye çatışması artık yaşanmıyor, sınıf oluşumları daha ziyade politik söylemler etrafında şekilleniyor (ırk, cinsiyet, ekoloji gibi kavramları diline dolayanlar sınıfı gibi).

Tüketim Toplumu Kuramları
Kitlesel üretimden tüketici odaklı üretime geçiş (post-fordizm) bütüncül sistem tanımlarının ortadan kalkmasına neden oldu. Toplumun bütününe yönelik sınıfsal kavramlardan uzaklaşıldığı öcüde “özne” kavramından da uzaklaşıldı. Bu nokta önemli; özneden uzaklaşılırsa şeyleşme dediğimiz kavram için yer açılmış olur. Bunun yerine tüketmek için yaşayan insanları işaret eden tüketim toplumu kavramını kullanıyorlar.
Jean Baudrillard, bu sürecin (üretimden ziyade tüketimin ön plana çıkması)1929 yılından itibaren başladığını söyler.
Baudrillard’a göre, tüketim, malın alıcısının, aktif biçimde katıldığı ve satın alınan malları sergileyecek bir kimlik duygusu yarattığı ve bu duygunun korunduğu bir süreç olarak kavramsallaştırılmalı.

Enformatik-Duygulanımsal Emek, Prekarya ve Bilişsel Kapitalizm
Yeni ekonomide sermaye, emek gücünün yeteneklerini, becerilerini, bilgisini, tutkusunu, duygularını ve kapasitesini sistematik olarak işe tabi kılmaktadır.
Kapitalist sömürü, insanları sadece 8 saatlik mesai ile sınırlı değil hayatlarının tamamını kapsayacak şekilde ele almış olur böylece.
Prekarya sözcüğü (kayıt dışı, mevsimlik, geçici istihdam; ev işleri, taşeron esnek ve geçici iş gibi) iş güvencesizliğinin yanı sıra genel olarak kapitalist yaşam karşısında duyulan güvencesizlik hâlleri için de tercih edilmektedir.

---
Toplumsal Tabakalaşma ve Eşitsizlik
Editörler: Prof.Dr. Mehmet C. Ecevit & Yrd.Doç.Dr. Fatime Güneş
Anadolu Üniversitesi Yayın No: 2415
Kasım 2011, Eskişehir