Sorun Nedir?

Teoman Duralı - Sorun Nedir?
Felsefe-Bilim Düşünme Biçimi

“Başkasında görüp de nefret ettiğin şey, sana edeb olarak yeter”
Hz. Alî
Sözbaşı
Aristoteles, felsefe-bilimi “yarar” dolayısıyla uygulanabilirlik gâyesine kapalı tutmuştur. Yalnızca bilmek uğruna bilgi edinmeği istemek…

Bilim, aklî olmanın yanısıra, fizik dünyayı dahî göz önünde tutmak zorundadır. Bu husus da, nihayet bize bilimin positiv yönünü gösterir.

Duyu verilerini derleyip toparlayarak değerlendiren (…) akla bağlı çalışan zihindir. Akl’ın (…) tecrübelere tekrar eğilip onların arasında (…) bağlantılar kurarak yaşantıyı şekillendiren yönü aklıselimdir.

Bu kâbil kimselere bilge diyoruz.
Bilgeliğin şu durumda, kendisinden çıktığı, fışkırdığı pınar, aklıselimdir.

Aristoteles’in elinden bilimi doğurmasıyla felsefe, annesi bilgelikten, dolayısıyla aklıselimden uzaklaşmağa koyulup akl’ın biçimselleştirici etkisini benimser olmuştur.

Salt akıl (…) duygulardan tecrid olunmuş düşünceler demek olan fikirlerin müellifidir.
Salt akıl, zaman ile mekâna aşkın olup insanlığın ortak paydasıdır. (s. 14)

Evrensel genelgeçerlilik kazandığı ölçüde örf, ahlak durumuna gelir.
Ahlakın (…) felsefede akıl işlemine tâbî tutulması (…) bu durumda da ortaya hukuk yahut fıkıh çıkar.

…biçimselleştirilmemiş ahlak esaslı mistik bilgelikler (…) bunlara haddizatında hikmet denilir.

Salt aklın biçimselleştirici sürecine tâbî felsefeden bilim doğmuştur.

Aklın ve gönlün, bu hikmet ateşiyle yanıp tutuşması filo-sofiyadır. (s. 15)


İngiliz-Yahudi medeniyetleri çerçevesinde felsefe, filo-sofiya kökü kökeninden koparılmış, tam anlamıyla biçimselleştirilmiş işlem dizileri durumuna sokulmuştur.

…biz de burada kadîm felsefe yapma usûlu ile üslûbuna geri dönüyor, felsefemize filo-sofiyayı esas alıyoruz.

İslam dini ile klasik medeniyeti felsefemizin de neşvünema bulduğu topraktır, zemindir.

Din, hayattır…
Hayat, dirim faaliyetleri demek olan yaşamayı aşar.

Herakleitos’un logos’u manasında idrâk ettiğimiz akıl ile gönülden sudur bulan filo-sofiya esaslı, hikmet çıkışlı felsefe, insanı yalnızca yalınkat yaşayan değil, ama ondan çok daha fazla, ölümü-aşmaya-yönelik-hayatla-donanmış-varlık şeklinde algılayıp belirlemiştir. (s. 16)

Hayat, nasıl dirimsel yaşamayı aşmaktaysa, din de hayatın ötesine işaret etmektedir.

Dinin aslî görevi, kişiyi ölümle birlikte vücudunu terkedecek olan ruhuna, böylelikle de salt ruh hayatına alıştırmaktır. Dünya hayatı bedenle el ele, kol kola yürüyen nefsin işidir.

Felsefe, en çapraşık metafizik işlemleri sırasında bile, dinle arasındaki sınırı şaşırmadıkça meşrû zeminlerde hareket etmiş sayılır. Karşılıklı hudut ihlallerinin sonucundaysa, ya din felsefîleşmiş –Ortaçağ Hıristiyanlığında gördüğümüz gibi- ya da felsefe dinîleşmiştir –İslam medeniyetinde karşılaştığımız durum.

Felsefe-bilim, açıklayıcı ve bilgilendirmecidir. Dine gelince; o, kural-koyucudur. Din, akıl yürüterek, demek ki gerekçe göstererek, kanıtlayarak açıklayıcılığa kaydığı ölçüde felsefîleşir. Ötekisi de kural-koyuculuğa yöneldiği oranda dinîleşir.

Bilgi, bir yahut birkaç olayın aid olduğu olaylar kümesindeki yerinin tesbiti ile tefrikidir. İlim ise, bütünlüğü görme kabiliyeti ile sanatıdır.

Aklıselimi besleyen gürpınar, sezgidir.

Her halis felsefe çalışması, haddizatında bir ahlak irdelemesidir.

Bir felsefe çalışması soru tarafından başlatılıp yönlendirilir.

Sorunluluk demek olan felsefe araştırması, kişiye huzur vermez…

Akıl, zihne hükmeder. Aklın işleyişini (…) metafizik, tayin ve tesbit eder.
Bu (…) bir transsendental araştırmadır.

İnanç düşünceden öncedir.

İman, inanmanın (…) düşünmenin kılavuzudur.

Kitapta izlenen yöntem, genelde Descartes’ın önerdiğinin doğrultusundadır.

Felsefe tarihi (…) insanlık tarihinin bilincidir.

Arzulanan (…) bilginin öğrenilmesi iradesi meraktır.
Bunun dile getirilme biçimi sorudur.
Şu durumda sorunun annesi merak, yavrusuysa bilgidir.
Sorun Nedir? / Soru’nun geniş çaplı araştırılmasıdır.

İcrâsı en kolaymış gibi görünen iş, aslında en zor olanıdır.

Birinci Kitap
Soru – Sorun – Mesele ve bunların mukâbili:
Cevap – Çâre – Çözüm Sorunları
“…soru, bilginin yarısıdır…”
Mevlânâ

Yaş git gide kemâle erdikçe de “bu nedir”in yerini “bu ne demektir?” sorusu almağa başlar.

…kavrama ilişkin sorduklarımız, anlam sorusudurlar.
Anlama ilişkin sorular ise, meseledirler.

…kavramın anlamı sorulduğunda, gidilecek olan (…) cevap değil çaredir, çözümdür.
…meseleler cevaplandırılamaz, onlara çareler getirilir.

Felsefenin özgül işi, aşırı soyut sayılan kavramların anlamı nedir sorusuna cevap bulmak, yani bunları çözüme kavuşturmaktır.

…kavramların anlamlarını karşıt eşleriyle kavrayıp çözümlemek suretiyle çözmek mümkündür.
Buysa (…) diyalektiktir, cedeldir.

İkinci Kitap
Dirim Gerçekliği Sorunu

1
Canlılık Sorunu
Canlılık Kimin Malıdır: Fiziğinmi yoksa Metafiziğinmi?

…insan, bir yanıyla canlıdır. Canlı olan tarafına da beşer diyoruz.
Beşeri canlılar bilimi inceler
İnsanı da metafizik (ilahiyat / theologie) ele alır.

Can sözü sorunludur. Ruhun yahut nefsin Farscasıdır. Şu durumda canlı, ruhlu yahut nefsi olan demektir.

Can, ruh yahut nefs, zaman – mekân boyutlarında yer almaz, dolayısıyla bizzat duyumlanmaz.

Canlı iki cepheli bir varolandır. Bunlardan biri iç, ötekiyse dıştır. İnsan açısından duyulara açık olan yüzeye dış, olmayanaysa iç diyoruz.

Varlıkça her üst seviye alttakine dayanır. Ama canlı-olmayandan farklı olarak alttakine indirgenemez. Zirâ Aristoteles’in tesbit ettiği üzre, canlı gâyeli bir varolandır.
Onun gâyesi tohumuna gömülüdür. Tohumuna-gömülü-duran-gâyeliliğe kuvve diyoruz.
Tohumun yani kuvvenin gizlilikten görünüme, gâyeye yürümesi fiildir.

Canlı, yaşanandan-önceki-zamana bağlıdır. Böyle olan varlığa tarihli diyoruz. Her canlının iki çeşit tarihliliği vardır. Bunlardan biri doğum dediğimiz, kuvvenin fiile dönüşmesi evresiyle başlayan süreçtir. Bahsedilen sürece bireyoluş denir. Bireyoluşa zemin hazırlayan kuvvenin fizik-kimya özellikleri canlı bireyin dirimsel seleflerinden gelir. Dirimsel seleften halefe intikal eden fizik-fizyolojik-morfolojik malzemeye kalıtım denir.

Genetik, canlının bireyoluş denilen kısa ile soyoluş diye nitelenen uzun vadeli geçmişlerinin ortak verisidir. Canlının bireyoluşunu inceleyen embriyolojiyken, soyoluşunu araştıran evrimdir.

Evren, Platon’un bildirdiği üzre, karanlıktan ışıl ışıl yayılarak serpilen bütünlüktür.
Bu bütünlüğe düzgünlük demiştir.
Düzgünlüğün bilinebilirliği (imkân-kuvve) ile bilinişi (fiil) Âlemdir.
Hareketleri ile yapıp ettiklerinin, nasılı ile niçinini bilen bilinçlidir.
Bilincin saklandığı muhafazaysa nefstir. (s. 45)

…çift görünümlü evrimin, maddî cephesi fiziğin, yani doğa biliminin nesnesiyken, nefs – bilinç yakasını temsil eden maneviyat da metafiziğin konusudur.

Beşer bireyi ile kendini çevreleyen dünya arasında kurulan köprüye kültür diyoruz.

Arapcanın nefsi – Türkçeye nefes şeklinde geçmiştir – veya ruhu gibi, Latince de anima da yel ve soluk demektir. Anima, Yunancada aynı anlamı taşıyan anemostan gelir. Bu kelime, Sanskritçenin atmanı ve Germence-Almancanın Atemiyle kökdeştir.

Canlı, canlı-olmayan öğelerin birleşiminden oluşur.

Canlıya vücut veren canlı-olmayan öğelerin başında karbon, oksijen, nitrojen (yahut azot) ile hidrojen atomları gelir.
Bu atomlar, canlıda (…) organik bileşikler halinde bulunurlar.
Söz konusu organik bileşikler başlıca dört büyük öbek şeklinde sınıflanırlar:
1)    Karbonhidratlar
2)    Yağlar
3)    Proteinler
4)    Çekirdek asidi (nükleik)

Karbonhidratlar da dörde ayrılırlar:
1)    Monosakaritler (basit şeker / glukos)
2)    Disakaritler (sakros ile laktos)
3)    Trisakaritler (raffinos,
4)    Polisakaritler (nişasta, selulos)

Proteinler, karbon bileşiklerinin üçüncü çeşididirler. Yapıyı oluşturan temel birimler amino asitlerdir.

Karbon bileşiklerinin dördüncüsü çekirdek asitleridir.
Çekirdek asitleri (…) kalıtımın taşıyıcısı deoksiribonükleik ile ribonükleik asitleri teşkil ederler.

DNA, canlının beslenme durumuna göre miktarca değişmez.
RNA ise, değişir.

DNA molekülünü oluşturan iki sarmal zincirinin her biri münâvebeli şekilde şeker ile fosfat öbeklerinden meydana gelir.

İki zincir arasındaki ilintiyi kuran hidrojen bağlarıdır.
İki zincirin bir yakasında adenin, öbüründeyse timin öbekleri oluşturur.
Yakaların birinde guarin öbeği yer aldığında, onun karşısına sitosin düşer.
Adenin – timin; guanin – sitosin.
Çeşitlemeler hep zikrolunan çiftler arasında vukuu bulurlar. Yerler değişir, fakat çiftler aynı kalırlar.

Eskiçağ felsefesinde düzgünlükten varlığın tümlüğü anlaşılmıştır.
İslam düşüncesinde (…) Âlemle kasdolunan, varlığın düzgün tümlüğünün bilinirliğidir. (s. 53)

2
Evrim ile Tarih Sorunları
Her canlı birey, biçim ile yapıca kendine has olmakla birlikte, bunların dışında ana hatlarını kendisinden ortaya çıktığı ebeveyninden kalıtım yoluyla alır.

…her birimiz, birey olarak, dil ile din başta olmak üzre, genel ve daha ziyâde zahirî özelliklerimizi toplumumuz ile kültürümüzden alırız. (s. 54)

Hatırlayarak düşünmelerimiz, hep geçmişte başımızdan geçenler üstünedir.
Kendi ‘ben’imizi aydınlatan, kendimize açan düşünceler, bilincimizi oluştururken; çevremize ilişkin olanlar, ‘bilgi’lerimizi meydana getirirler. (s. 57)

Dini, felsefe-bilimle karıştırmak metodolojik ve epistemolojik yanlışlığa yol açar. Hatada ısrar ise, kişiyi taassuba sevkeder.

…ahlak’ın hiçbir unsur ile veçhesini kişi, kendi dışındaki ‘doğal dünya’da bulmaz, bulamaz.

3
Beşerden İnsana Sorunu
Hayatımızın dayandığı maddî unsurların tamamını Karl Heinrich Marx, ‘altyapı’ diye adlandırmıştır.

…insanın ‘dirim-beşer’ yanı, onun ‘altyapı’sını oluştururken, ‘insan-kültür’ ciheti de ‘üstyapı’sını teşkil eder.

Biri olmaksızın öbürü de olamaz.

…dirim-beşer’ yanımız, ‘maddî’; öteki tarafımızsa, ‘ruhî-manevî’ cihetimizdir.

‘Beşerleşmek’, dirimbilimsel/biyolojik bir vakıadır. ‘İnsanlaşmak’ ise, dirimbilimötesi olaydır.

Varlık bütünlüğü, İslâm düşüncesi uyarınca, anlamlı düzenlenmişliktir (Âlem).

(‘Âlem’) onu bilip anlamlandırma şevkiyle yanıp tutuşan, hayatını bu davaya adamış kişi de âlimdir. (s. 65)

İnsan ızdırabının baş sebebi hürlüktür.
Zirâ insan, dünya hayatı süresince her ân seçim yapmak, tercihte bulunmak mecburiyetindedir.

İnsan, meydana getirdiği ‘kültür’ ortamında barınıp varolabilir ancak. İşte insanla vücut bulup biricik varolabilirlik ortamını teşkil eden kültürün başında ve temelinde ‘Vahiy’ yer alır.

İlkaslî öğretici (…) Âdeme adları öğretmiş olan Rabbidir. Onun öğretme, doğru yolu gösterme etkinliği, her bireyin ‘vicdan’ denilen bir hat üzerinden kendi hayatı boyunca sürer. Söz konusu bağı her dem işler halde tutmanın şartıysa bireyin, kulun Rabbiyle irtibatını açık tutmasıdır. Kulun, Rabbiyle irtibatını açık tutması da ibadet vasıtasıyla olur. (s. 67)

Beşer bireyler, arasındaki DNA parçaları aynıdır.
Beşerler arasındaki tek değişkenlik % 0,1 oranındadır.

Beşer ile şempanze arasındaki genetik fark % 1,5; şempanzelerin kendi aralarındakiyse % 1,3 – 1,5 civarındadır.

Her dil, kültürünün aynası olup kullanan toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak kıvamdadır.

4
İnsan-Oluş Sorunu
…değişme, kesintisiz bir süreçtir.
Zihin, süreci süreçliliğinde anlayıp anlamlandıramaz.

…zorunlulukların boyunduruğundan kurtulmamış beşer, hür varlık olan insanın halini anlayamaz.

Hürlük, ilke olarak ‘iyilik’ ile ‘kötülük’ arasında tercihte bulunmaktır.

Aklın kişiye içindeki seslenişi vicdandır.
Kişinin genetik-fizyolojik-morfolojik-olmayan, demek ki manevî-ruhî içine gönül denir.
Aklın, gönüldeki hitabı demek olan vicdanın kendini dışlaştırma gücüyse iradedir.

Akıl-vicdan-âr-hayâ-edep-bilinç-beden varlığı insan, mühendislik bir yana, bilime bile konu kılınamaz.
Bilim, olayı süreçlilikten keserek durdurur, dondurur; genelleyip soyutlar. Hâlbuki insan, tektir, biriciktir, yaşar, yaşadığı ân bir defalıktır; bundan dolayı geri döndürülemez, genellenemez, soyutlanamaz. (s. 74)

Nefs, beden faaliyetlerinde kendini gösterir.
Nefs ile beden yaratıktırlar. Ruh, oysa, Allah’ın beşere kendinden ihsanıdır.
Beşer (…) maddesi beden, biçimiyse nefstir. (s. 75)

Latince nascordan (doğmak) türetilmiş natura (doğum, doğma ve nihayet doğa) taklid edilerek doğmaktan doğa meydana getirilmiştir. Bununla da dilimizde yerleşik tabiat sözü safdışı kılınmak istenmiştir. Tabiat, taba’a ( طبع ) ‘mühür bastı’, bastı, damgaladı demektir. Buna göre tabiat, Yaradanın kalıpladığı, kalıbını çıkardığı, yaratılışın izini taşıyan anlamlarına gelir.

Üçüncü Kitap
Aşkın Hakîkat Sorunu
1
Metafizik Sorunu
Duyularımıza açık, duyulabilir varolanlar Aristoteles’e bakılırsa, doğadadırlar (Fusei), doğaldırlar (Fusikos yahut autofües).
…bunların nasıl ve neden sorularını cevaplandıran sistemli ele alınışları, doğa araştırmalarının (füsike) işidir.
Duyulara açık yahut yakın durmayanlar, doğa-araştırmaları-alanı-dışıdır.
İşte bu doğa-araştırmaları-alanı-dışında kalan bir başka araştırma alanı daha vardır. Bu son anılana Aristoteles, ilk felsefe adını takmıştır.
Doğa araştırmalarından elde edilmiş sonuçların değerlendirildikleri (…) ikini felsefenin konusu olan varolanları (pragma) düşüncede (dianoia) kendisinden türettiğimiz varlığı varlık olarak (to on he on) inceleyen ilk felsefedir.
Varlığın dışında veya ötesinde bir şeyi düşünemeyiz. Olan yalnızca varlıktır.

Eflatun’da varlık tek olmayıp ikidir: Tanrı’nın varlığı ile Âlemin varlığı.
İkincinin zâtı birincidedir.
Yaradan (Demiurgos)
O, iyidir. İyi (Agathos)

Mutlak akıl, Mutlak Varlık’tadır.

Varlıklar kavramlar; varolanlar ise, olaylar yahut süreçler biçiminde tezahür ederler.

Tanrının zâtı iyiliktir. İyiliği keşfetme çabaları (…) Tanrıyla buluşma gayretinden gayrı bir iş değildir.

Sezgisel yakalamanın dışında, insan aklının, genellikle, çalışma imkânı yoktur.

Felsefenin hikmeti sebebi ahlaktır.

Üslup ile davranışlar, düşüncelerimizden kaynaklanır.
Düşüncelerin (…) tasavvur içeriği azalıp zayıfladığı ölçüde düşünce, kavramlaşır.
Tasavvur içeriği bulunmayan düşünceye fikir (idee) diyoruz.

İyilik ile güzellik
Salt kavram, demek ki fikirdirler.

İyilik ile güzelliği bize esinleyebilecek bir dış dünya kaynağı yoktur.
İyilik ve güzelliği dünyaya insan yansıtır.

Akıllı, her şeyi layık olduğu yere koyandır.
Akıl, varolan nesnelerin düzen ve tertibinin kavranmasına yarar.

Felsefede akıl, düşünmeyi duygulanmalardan tecrid ederek iş görür.
Felsefî akıl, nus anlamındadır.
(Nus: anlama, anlamagücü, kavrama, akıl)
Nusa Latincede ratio, Arapçada akl, Ortaçağ Latincesinde intellectus, Fransızcada raison, Almancada vernunft demişlerdir.

Akıl, buyurucudur,
Öngörüp çizdiği yola ise yöntem denir.
Bu yolu geliş-gidişli bir caddeye benzetebiliriz. Gidiş yönüne tümevarış, gelişeyse tümdengeliş diyoruz.
Gerek tümevarışta gerekse tümdengelişte iki önemli tâlî yol vardır: Çözümleme/analiz ile birleştirim/sentez.

Kavramlar, gerçeklik düzlemindeki bir şeyi yahut şeyleri gösterirler.
Gerçeklik düzlemindeki bir şeye yahut şeylere işaret etmek, kavramın görünen cephesidir.
Görünmeyen cephesiyse, onun aslî veçhesidir. Bu aslî veçhe, asıl-olana, kavramın haddizatında dile getirmekle yükümlü olduğu belirli varlığa salt akıl düzleminde delalet eder.
Salt akıl, gerçekliği kuşatan, hakikat âlemindedir.

İdealar âlemi, transsendenttir, mutlak aşkınlıktır.
Trenssendent âlemde, olsa olsa, Allah dostu manasına gelen gönül adamı, müşahit, veli-mutasavvıf gezintiye çıkabilir.

Söze dökülen kavram düşüncedir.

Varlığın bu salt hakikat haline Eflatun, idea demiştir.

İnsanın akıl-zihin işleyişiyle, demekki dimağıyla erişebileceği sahanın dışı hayut ötesi gayptır.

Kuvve, henüz yürürlüğe girmemiş, salt güç durumudur.
Hiçbir veçhile duyumlanamaz, hissedilemez, olsa ola düşünülebilir.

Akıldaki varlık kuvvesi kavramdır.

Kavram, hakikat âleminin trenssendent ile trenssendental kesimleri arasında bağdır, bağlantıdır.

Diyalektik
…konu birliği oluşturacak tarzda anlamca akraba iddiaların birbirleriyle ilintilenmelerinden sav meydana gelir.
Ulaşılan vargı (…) çoğunlukla, yeni bir çıkarıma önayak olacak öncüle gebedir.
Buna şüpheyle yaklaşıp onu kendine soru sorgu konusu kılan ise, karşısavdır.

Birden fazla insanın, belli bir anlamlandırma durumunu paylaşması bilgiyi meydana getirir. Şu halde anlamlandırma, bireysel düzlemde olurken, bilgi, öznelerarası anlam uyuşmasıdır.

Teemmül, gerek bir olayın sebeplerini daha ziyade çözümlemek ve daha doğru anlamak gerekse bir hareket tarzının sonuçlarını, özellikle de yarar ile sakıncalarını irdelemek maksadıyla, oluşturulmuş yargının, eleştirilmek üzre askıya alınmasıdır.

Teemmüllü düşünme sevgisi idraktır.

Üç ana düşünme seviyesinden söz edilebilir: 
Düzayak düşünme, 
teemmül, 
tefekkür.

Malumat, düzayak düşünme süreçlerinin semeresidir.

Teemmüllü düşünmeden doğan bilgi çeşidiyse ilimdir.

En geniş, en kapsayıcı düşünce yapısınıysa, felsefenin ürünü sistem oluşturur.

Tefekkür,
Metafiziği, dolayısıyla felsefe sisteminin sınırlarını aşan mistikliğe dek uzanır.
Mistiklikte tefekkürden doğan bilgiye irfan denilir.

İdeanınkisi gibi, kavramın da manası bilkuvvedir.
Bilkuvve olan, bilinmez.
Fikir ile düşünceye yansıdığı, yani fiilleştiği oranda kavramın manası bilinirlik kazanır.

A priori analitikten anladığımız verilmiş yahut eldeki bir fikrin tarifidir.
Yargılar (…) analitik olamazlar. (s. 112)

Nesnesini belli bir tecrübe çerçevesinde edindiğinden düşünce, a posterioridir.
A posteriori olan düşünce, dayandığı izlenimlerin soyut sentetik birliğidir.
Buna karşılık, doğrudan belirli bir tecrübe bağlamında izlenimlerin sentetik birliğine dayanmayan fikir, a prioridir.

…diyalektik yönteme başvurmadan felsefe kanıtlaması olamaz.

Varlık, olmadır, bulunmadır.
Olmanın olduğunu düşünmek olumluluk; olmanın olmadığını tasarlamak ise, olumsuzluktur.

Felsefe, özellikle de felsefe tarihi, metnin; bilim, deney verisinin; sanat ise yalınkat insan-toplum ile doğa olaylarının yorumudur.

İdea, görmek demek olan idein masdarından gelir.

Aristoteles’te Kategoriler
1-    Cevher yahut öz nedir?
2-    Nicelik: nice, ne kadar?
3-    Nitelik: nasıl?
4-    Görelilik yahut ilgi: hangi, neye göre?
5-    Yer yahut mekân: nere/de?
6-    Zaman: ne vakit?
7-    Durum: ne durumda?
8-    Malik olma: nesi var?
9-    Etkinlik: ne ediyor?
10- Edilginlik: ne ediliyor?

Farabî’de Kategoriler
1-    Cevher: Ali
2-    Görelilik: Hasan’ın oğlu
3-    Nicelik: Kısa
4-    Nitelik: Sarışın
5-    Zaman: Bugün
6-    Yer: Çarşıda
7-    Durum yahut konum: Ayakta duruyor
8-    Malik olma: Ahmed’in kalemi
9-    Etkinlik: Büküyor
10- Edilginlik: Bükülüyor

Kant’ın Kategorileri
  1. Kavramların İşlerlik Kazanması

I - Niceliğe İlişkin
Birlik
Çokluk
Bütünlük

II – Niteliğe İlişkin
Nesnellik
İnkâr
Sınırlayıcılık

III – Bağıntıya İlişkin
Özerklik ile aid olma
(Özlülük ile ilgililik)
-Nedenlilik ile bağımlılık (neden – etki)
-Ortaklık (etkiyen ile etkilenen arasındaki etkileşim)

IV – Geçerliliğe (Kipe) İlişkin
Olabilirlik (imkân) – Olamazlık (imkânsızlık)
Varolma-Varolmama
Zorunluluk-Rastlantı

  1. Kavramlardan Yargıların Oluşması

I – Yargıların Niceliği
Genel yargılar
Özel yargılar
Cüzî (tek tek) yargılar

II – Yargıların Niteliği
Onaylayıcı yargılar
Olumsuzlayıcı yargılar
Sonsuz yargılar

III – Bağıntı Yargıları
Şartsız yargılar
Şartlı yargılar
Ayırıcı yargılar

IV – Yargıların Geçerliliği (Kipi)
Sorgulayıcı Yargılar
İddiacı yargılar
Yanılmaz yargılar

  1. Kategoriler ve Onlara Tekabül Eden Yargı Biçimleri


Tümel

Cüzî
Tekil
Nicelik
Bütün S’ler, P’dir
Bazı S’ler, P’dir
Bir S, P’dir

Birlik
Çokluk
Tümlük





Onaylayıcı
Olumsuzlama

Nitelik
S, P’dir
S, P değildir
Kimi S, P değildir

Gerçeklik
İnkâr
Sınırlama





Şartsız
Şartlı
Ayırıcı
Bağıntı
S, P’dir
İse, (…) öyleyse
Ya (…) ya da

Aid olma, özerklik
Nedensellik, istinât
Ortaklık

Sorgulayıcı/sorunlu
İddiacı
Yanılmaz
Kiplik
Ola ki yahut muhtemelen
Gerçekten de
Zorunlulukla

Olabilirlik-olamazlık
Varolma-varolmama
Zorunluluk-rastlantı


  1. Çokçeşitliliğin İdrakteki Sentetik Birliği

  1. Salt Aklın Mimarîsi (s. 156)

2
Kimlik: İnsan-Olmanın Esası Sorunu
Hakkında, üstünde konuştuğumuz ne varsa, şeydir.

Şeridin birinci kesimi koptumu, devamı yanar, yokolur.
Geçmişi unutmak, hayat körlüğüne, bunamaya götürür.
Bunamışın şimdisi, dolayısıyla da geleceği yoktur.

Bir varolanın varlıklığına onun neliği diyoruz. Kısaca, nelik, bu, şu yahut “o nedir?” sorusuna verilen cevapta kendini izhâr eder. Neliğin kendini şaşmazcasına belirgin kılan varlık tabakası, canlınınkisidir. (s. 161)

Kimliğime ilişkin bilincim, öze ilişkin bilinçtir, yani özbilinçtir. Özbilinci bulunan kişi, kimlik sahibidir.

Kimlik, bir manevî yapıdır. Düşünmeğe, dolayısıyla da bilmeğe dayanır.

Nefs (Atman), âlemşumûl Ruh’un (Brahma) (…) insana (…) düşen payıdır.

Kimliğin ana payandası (…) hafızadır. Onun tümüyle dumûra uğramasıyla bilinç kaybı baş gösterir.
Artık bu varolanın sadece dirimlik faaliyetleri, demekki beşerî ciheti yürürlüktedir.

Kimliğini oluşturan manevî ile maddî özelliklerini, demekki hâfızasını yitirdiği ölçüde o belirli toplum, millet vasfından yoksun kalır.

Yurd ile bayrağın artık değer taşımadığı ortamlardaysa savaş dahî yoktur; uğrunda mücadele edilecek bir şey kalmamıştır.

Olayların mekanik türden olanlarına vakıa denilir.

Kendini türdeşlerinden farklı biçimde sergileme gücünü kendinde bulmağa özerklik diyoruz.

3
Bireylilik-Kimlik-Kişilik Sorunları
İnsan, kimlik kazanıp kişileştiği ölçüde insanlaşmış olur. İşte böylesine, kişilikli insan diyoruz.

Düşünceler yoluyla biçimlendirilen hareketlere eylem diyoruz.

Bir kimsenin (…) hal ile hareketlerini, tavır ile tutumlarını belirleyen ahlakıdır.

4
Ödev esaslı Ahlak: İnsanın Başkaldırması Sorunu
Felsefenin gövdesi (…) üç parçadan müteşekkildir.
Metafizik
Bilgi öğretisi
Ahlak

Nefs ile canın Yunancası psühedir.
Yaşamanın Yunacasıysa zoedir.
Yaşayan zoondur.

Ruh, nefsin üstünde vargörülmektedir. Ruhun görevi, nefsi denetlemek, dizginleyip zapturapt altında tutmaktır.
Nefs, evrendeki bütün öteki varolanlar, süreçler ile olaylar gibi, Allah’ın yaratma fiiline bağlı bulunmasına karşılık, ruh, Onun zâtından neşet etmektedir.

Ödevini yerine getirmek, işin hakkını vermek demektir.

Aklım, Allah ruhunun benime düşen payıdır, o halde aklımın, ben’e seslenişi, ben’i uyarışı şeklinde tarif ettiğimiz vicdan, haddizatında Rabbın dur durak bilmez seslenişinden gayrı bir şey değildir.

Logos / Allah kelâmı / KelâmAllah

Ölüm, dünya bilgisinin kesinlikle sonlandığı ufuk çizgisidir. O kapıyı bize açan tek anahtar, imandır.

Din, kutsallığın, ona bağlı olarak da saygının ve nihayet, ahlakın fışkırdığı pınardır.

Nefsî-ben-beşer evresini aşıp ruhî-benim-insan aşamasına yükselmeği ret yahut ihmal eden, kalbi mühürlü bir kimsedir.

Ödev, kişinin yerine getirmek zorunda olduğu işdir. Kişiye (…) cebir yoluyla iş gördürüyorsa, onun zorunda olmaklığı keyfiyeti ortadan kalkar; yapılan iş de, ödev vasfını yitirir. Şu halde ödevin kaçınılmaz şartı, hikmetisebebi hürlüktür.

Hür olmayanın ödevi bulunmaz.

Ödev gerçekliğinin ortaya çıkarılması, bir değerlendirme işidir. Demekki ödev, değerdir.

Marifet, sezgi verisi, dolaysız ve aracısız elde edilen kesinkes bilgidir.

Ödevin aslı esası, kişinin kendi ben’i ile benim’ine e dışarı’sına âdil olmasıdır.

En yüce savaş, zalim buyrukçuya doğruyu söylemektir.

Allah rızası için muvâhacehesinde iş görüp davranan kimse, karşılık beklemeksizin yaşayan, çalışan kişidir. Bu da ödevin ifasıdır. (s. 231)

Friedrich Nietzsche; Tanrı öldü…
Francis Fukuyama; tarihin sonu…
Vurguladıkları gerçeklik transsendental benin insanın gündeminden düşmesidir.

Tanrının ölümüyle kasdolunan insanlığın, sırâtımüstakîmi terketmesidir.

El-i’lm: En genel anlamda bilme
Ta’allim: Öğrenme, bilme
Ma’alûm: Bilinen
Ma’alûmât: Bilinenler
Â’lim: Bilgilenmiş
A’lîm: Ezelden ebede tümü bilen.
A’lem: Bilgi sağlayan, bilgilendiren, bildiren, bayrak, nişan
Â’lem: Yaratılmışlık, yaratıkların tümü

Dördüncü Kitap
Tarih Gerçekliği Sorunu
1
Çağımızın Değerler Dizisi (Paradigma) Sorunu
Hıristiyanlığın iki ana mezhebinden Ortodoksluk
Başta Türkler olmak üzre, Müslüman devletlerinin hâkimiyet sahasında yaşamanın sonucunda, Hıristiyan âleminde başat bir oruna oturamamıştır. Meydan Katolikliğe kalmıştır. (s. 251)

Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyetinin dünyası, Maddeci-Mekanikci bir dünya tasavvuruna dayanır.

Batı Romanın, bir Germen beği olan Odovaker tarafından 476’da tamamen ortadan kaldırılmasından sonra, Avrupa topyekûn bir kargaşa ortamından kalmıştır.

Büyük kargaşanın içerisinden Avrupa sahnesine ilk çıkan merkezî devlet Fransa olmuştur.

Dinden kopuş beraberinde doğallıktan uzaklaşmayı da getirmiştir. Din ile doğaya ve doğallığa yabancılaşan insan, maddiyatcı-iktisadiyatcı beşer tipine bürünmüştür.

İngiliz-Yahudi medeniyeti = sivil disiplin
Prusya Almanlığı = Askerci disiplin, militarist

İngiliz, disiplin anlayışında dış kaynaklı emir-komuta zincirinin yeri yoktur. Disiplinin kaynağı içeridedir.

Kuzey ile Orta Almanya mahreçli Angıllar ile Saksonlardan türeyen İngilizler’in kurucu unsurları hep Germen asıllı olmuştur.

Müslümanlar, Akra’ya sıkışıp kalmış son Hıristiyan devletini 1291’de ortadan kaldırdıktan sonra, İslam illerinde döğüşen (…) savaşçılar (…) geldikleri yerlere yörelere çekilmişlerdir.
İslam coğrafyasında uzun süre yaşamış, böylelikle de Müslümanlığı yakından tanıma fırsatını yakalamış olan ve sonunda oralardan anayurtlarına çekilmek zorunda kalmış rahip savaşçılar, öz dinlerine bir başka bakar olmuşlardır.

İslâm’ı meşru kabul etmemekle, hatta ona husumet beslemekle birlikte, ondan doğrudan yahut dolaylı gelen etkiler, bu ve başka birçok din adamını Roma Katolik Hıristiyanlığının yanılgıları ile yanıltıcılıklarından uyandırmışlardır.

Bugün dünyaca içerisinde yaşadığımız, Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyetinin “klasik” devridir. Yoksa anlamca içerikten yoksun mu yoksun “Postmodern” devir filan değildir.

Çağdaşlığın sona erip çağdaşlık sonrasına geçiş şöyle dursun, adı anılan çağın “klasik” devrinin bitimi bile henüz görünürlerde yoktur. Geç devrin baş göstermesi, ancak farklı seçenek bir medeniyetin ufukta belirmesiyle söz konusu olabilir.

Fuhuş ile zinâ, bireyin günümüzde son toplumsal dayanağı ile sığınağı olan aile kurumunu yıpratıp aşındırmakta; sonunda da çökertmektedir. Böylelikle birey, tümüyle dayanaksız ve korumasız kalmakta, sonuçta küresel sömürü karşısında dirençsiz bırakılmaktadır. (s. 286)

Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin ana ideolojisi olan Mali Sermayecilik, adaleti ayaklar altına alan bir fikri-siyasi-iktisadi işleyiştir.

Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyeti (…) tarihte ilk defa seçeneksiz bir medeniyet olması itibariyle adı anılanın çürüyüp çökmesi, batmasıyla insan varoluşunun noktalanması mantık gereğidir. (s. 287)

2
Biz Kimiz Sorunu
Omurgasızlaştırılmış Türklük
Anadolu’da savaşan Müslüman Türk ordusunun (…) istilacıyı denize döktüğü haberi geldi. Yüzyılların istilacısı, sömürücüsü, sömürgecisi, zorbası, demekki yenilebiliyordu. Şimdi orası kurtuldu, eh sıra bundan böyle bize de gelebilirdi.

Peki sonra ne oldu?
Türklük (…) Müslüman âleme niye sırtını döndü?

Çin kaynaklarında Türkce adındaki bir dilin bahsi ilk defa M.Ö. 1766’da geçer.

Altay dağları ile eteklerinde geniş ormanlık ile bozkır şartlarında kaynaşarak yaşamış “Türküt” yani Türkler, altıncı yüzyılda devletleşme becerilerini tarih sahnesine çıkarmışlardır.

Türklüğün bir ucunda Göktürk, öbüründeyse Osmanlı durur.
Bu iki tarihi durağı birbirine bağlayan hat Oğuzdur.

Aslında okun çoğulu, yani günümüz Türkcesinde oklar demek olan Oğuz, bir boylar birliğidir.

Tarihe adını kazımış milletler, güçlü bir ülkünün ısrarlı takipçisi olmuşlardır.

Müslümanlaştıktan sonra Türklük, cihat tarihini yaşamağa koyulmuştur.

Talas vuruşmasının ardından Türk boyları Orta Asyanın doğusundan batısına dalgalar halinde hicret edip Müslümanlaşmış, akabinde Dârülislâm’da, çoğunlukla, yerleşik düzene geçmişlerdir.

Türklüğün öteden beri başat özelliği olan askerî savaşçılığı, herkes için geçerli kılınması (…) Osmanlı devlet ile toplum yapısının esasını teşkil etmiştir. Aynı durum, din yakası için de söz konusudur.

Askeri, mülki ile ruhban-ruhban olmayan ayrımının, Tanzimat sonrası dönem değin Müslüman Türk, özellikle de Osmanlı tarihinde yeri olmamıştır.

Ruhban-ruhban olmayan ayrımının olmaması, Müslümanlığın temel özelliğidir. Allah, kendi adına tasarrufta bulunma yetkisini hiç kimseye tanımaz. (s. 334)

İki onulmaz yanlıştan söz edilebilir: Biri dini siyaset ile iktisada alet etmek, öbürü de müstehcenliktir.
Birincisi manevî, ikincisiyse, maddî mahrecimizi ayağa düşürür.
Kişinin birinci –yani dünya ile ahiret- dayanağı Rabbıdır.
İkincisi de mürebbiyesidir (annesidir).
Bunlardan başta birincisi olmak üzre, ikisini de yitirirsek, varoluşumuz çürüyüp çözülür. (s. 335)

İngiliz-Yahudi medeniyetinin (…) dünya çapında (…) hâkimiyet tasarılarının önünde göze batacak kadar belirgin pürüz, çözülmekte olan İslâm medeniyetinin yeniden dirilme ihtimaline ilişkin emarelerdir.

Türklüğün toptan imhası, soykırım yoluyla (…) Balkanlarda 1800’lerin başlarından 1950’lilerin sonuna değin (…) bir benzerinin Kafkaslarda sahnelenmesi yukarıda bildirilenin açık bir örneğidir.

Medenî yaşayış, ancak âdil düzende mümkündür.

Türklük bir ülkünün tarihidir.

Osmanlı millet tecanüsünün dayandığı beş sütûn: ordu, önder, Müslümanlık, Hz. Peygamber ile ehlibeyt aşkı, muhafazakâr yazı Türkcesi.

Dârülİslâm, Osmanlının maşerî şuurunda bir bütünlüktür.

Ülkü devletinin milletine ümmet diyoruz.

İngiliz-Yahudi medeniyetinin (…) uyguladığı eğitim (…) tek cinsiyetli nesillere zemin hazırlamaktadır.
Beşerin dünyası, nitekim, bir maşerî domuz çiftliğine dönüştürülmektedir.

Milli Mücadeleden tükenmiş halde çıktık.
İngiliz-Yahudi imperyalismi Sevres’de bedenimize el koydu. Milli Mücadele zaferimizle bize Lausanne’da takas teklife edildi: “bedeninizi geri vereceğiz, buna karşılık ruhunuzu bize teslim edeceksiniz!”

Sonuçta ruhun teslim edilmesi teklifinin gerektirdiği bütün öldürücü ameliyeler eksiksizce yerine getirildi: Halifeliğin ilgâsı, yazı ile dil devrimi ve nihayet köklü bir İslâmsızlaştırma hareketi gibi. (s. 345)

…çağımızın sermayecilik merkezli küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyetine karşı biricik anlamlı seçeneği İslâm medeniyeti teşkil edebilir. (s. 347)

Mete ile Bilge kağanlardan yahut Tonyukuk’tan Mustafa Kemal Paşaya değin Türk devlet refleksinin değişmez özelliği, vatan toprağının elden çıkarılmasına katî tahammülsüzlüktür.

İmparatorluk hukuk devletidir.
Hukuk ise (…) adaletin toplum düzlemindeki uygulanışıdır.

İmperyalist devlet nizamı, ilhamını adaletten almayan hukuka, demekki örfe dayanır.

Felsefe, şiir gibi, sorun yüklü, bunalımlı ortamlarda kendini gösterir.

İnsan, pek nankördür.
Beklenen nedir?
İyiliği teşekkürle karşılayıp unutmamak.

Geçmişini unutan birey ile tarihinden kopan toplum, beşer olarak yaşasa bile, insanlık bağlamında artık ölüdür.

Sorun nedir?
Sorun İnsandır.

İlimin taşıyıcısı âlimdir.
Sorumluluğunun idrakinde olmak (…) ilmin, âlem kaynaklı olduğunu unutmamaktır.

Bunu unutmamaksa ilkönce ahde sadık kalmaktır.

---

Dergâh Yayınları
Mart 2006


1 yorum: