Teoman Duralı - Sorun Nedir?
Felsefe-Bilim Düşünme Biçimi
“Başkasında görüp de nefret ettiğin şey,
sana edeb olarak yeter”
Hz. Alî
Sözbaşı
Aristoteles, felsefe-bilimi “yarar”
dolayısıyla uygulanabilirlik gâyesine kapalı tutmuştur. Yalnızca bilmek uğruna
bilgi edinmeği istemek…
Bilim, aklî olmanın yanısıra, fizik dünyayı
dahî göz önünde tutmak zorundadır. Bu husus da, nihayet bize bilimin positiv
yönünü gösterir.
Duyu verilerini derleyip toparlayarak
değerlendiren (…) akla bağlı çalışan zihindir. Akl’ın
(…) tecrübelere tekrar eğilip onların arasında (…) bağlantılar kurarak
yaşantıyı şekillendiren yönü aklıselimdir.
Bu kâbil kimselere bilge diyoruz.
Bilgeliğin şu durumda, kendisinden çıktığı,
fışkırdığı pınar, aklıselimdir.
Aristoteles’in elinden bilimi doğurmasıyla
felsefe, annesi bilgelikten, dolayısıyla aklıselimden uzaklaşmağa koyulup
akl’ın biçimselleştirici etkisini benimser olmuştur.
Salt akıl (…) duygulardan tecrid olunmuş
düşünceler demek olan fikirlerin müellifidir.
Salt akıl, zaman ile mekâna aşkın olup
insanlığın ortak paydasıdır. (s. 14)
Evrensel genelgeçerlilik kazandığı ölçüde
örf, ahlak durumuna gelir.
Ahlakın (…) felsefede akıl işlemine tâbî
tutulması (…) bu durumda da ortaya hukuk yahut fıkıh çıkar.
…biçimselleştirilmemiş ahlak esaslı mistik
bilgelikler (…) bunlara haddizatında hikmet denilir.
Salt aklın biçimselleştirici sürecine tâbî
felsefeden bilim doğmuştur.
Aklın ve gönlün, bu hikmet ateşiyle yanıp
tutuşması filo-sofiyadır. (s. 15)
İngiliz-Yahudi medeniyetleri çerçevesinde
felsefe, filo-sofiya kökü kökeninden koparılmış, tam anlamıyla
biçimselleştirilmiş işlem dizileri durumuna sokulmuştur.
…biz de burada kadîm felsefe yapma usûlu
ile üslûbuna geri dönüyor, felsefemize filo-sofiyayı esas alıyoruz.
İslam dini ile klasik medeniyeti
felsefemizin de neşvünema bulduğu topraktır, zemindir.
Din, hayattır…
Hayat, dirim faaliyetleri demek olan
yaşamayı aşar.
Herakleitos’un logos’u manasında idrâk
ettiğimiz akıl ile gönülden sudur bulan filo-sofiya esaslı, hikmet çıkışlı felsefe,
insanı yalnızca yalınkat yaşayan değil, ama ondan çok daha fazla,
ölümü-aşmaya-yönelik-hayatla-donanmış-varlık şeklinde algılayıp belirlemiştir. (s.
16)
Hayat, nasıl dirimsel yaşamayı aşmaktaysa,
din de hayatın ötesine işaret etmektedir.
Dinin aslî görevi, kişiyi ölümle birlikte
vücudunu terkedecek olan ruhuna, böylelikle de salt ruh hayatına alıştırmaktır.
Dünya hayatı bedenle el ele, kol kola
yürüyen nefsin işidir.
Felsefe, en çapraşık metafizik işlemleri
sırasında bile, dinle arasındaki sınırı şaşırmadıkça meşrû zeminlerde hareket
etmiş sayılır. Karşılıklı hudut ihlallerinin sonucundaysa, ya din felsefîleşmiş
–Ortaçağ Hıristiyanlığında gördüğümüz gibi- ya da felsefe dinîleşmiştir –İslam
medeniyetinde karşılaştığımız durum.
Felsefe-bilim, açıklayıcı ve
bilgilendirmecidir. Dine gelince; o, kural-koyucudur. Din, akıl yürüterek,
demek ki gerekçe göstererek, kanıtlayarak açıklayıcılığa kaydığı ölçüde
felsefîleşir. Ötekisi de kural-koyuculuğa yöneldiği oranda dinîleşir.
Bilgi, bir yahut birkaç olayın aid olduğu
olaylar kümesindeki yerinin tesbiti ile tefrikidir. İlim ise, bütünlüğü görme
kabiliyeti ile sanatıdır.
Aklıselimi besleyen gürpınar, sezgidir.
Her halis felsefe çalışması, haddizatında
bir ahlak irdelemesidir.
Bir felsefe çalışması soru tarafından
başlatılıp yönlendirilir.
Sorunluluk demek olan felsefe araştırması,
kişiye huzur vermez…
Akıl, zihne hükmeder. Aklın işleyişini (…)
metafizik, tayin ve tesbit eder.
Bu (…) bir transsendental araştırmadır.
İnanç düşünceden öncedir.
İman, inanmanın (…) düşünmenin kılavuzudur.
Kitapta izlenen yöntem, genelde
Descartes’ın önerdiğinin doğrultusundadır.
Felsefe tarihi (…) insanlık tarihinin
bilincidir.
Arzulanan (…) bilginin öğrenilmesi iradesi
meraktır.
Bunun dile getirilme biçimi sorudur.
Şu durumda sorunun annesi merak, yavrusuysa
bilgidir.
Sorun Nedir? / Soru’nun geniş çaplı
araştırılmasıdır.
İcrâsı en kolaymış gibi görünen iş, aslında en
zor olanıdır.
Birinci Kitap
Soru – Sorun – Mesele ve bunların mukâbili:
Cevap – Çâre – Çözüm Sorunları
“…soru, bilginin yarısıdır…”
Mevlânâ
Yaş git gide kemâle erdikçe de “bu nedir”in
yerini “bu ne demektir?” sorusu almağa başlar.
…kavrama ilişkin sorduklarımız, anlam
sorusudurlar.
Anlama ilişkin sorular ise, meseledirler.
…kavramın anlamı sorulduğunda, gidilecek
olan (…) cevap değil çaredir, çözümdür.
…meseleler cevaplandırılamaz, onlara
çareler getirilir.
Felsefenin özgül işi, aşırı soyut sayılan
kavramların anlamı nedir sorusuna cevap bulmak, yani bunları çözüme
kavuşturmaktır.
…kavramların anlamlarını karşıt eşleriyle
kavrayıp çözümlemek suretiyle çözmek mümkündür.
Buysa (…) diyalektiktir, cedeldir.
İkinci Kitap
Dirim Gerçekliği Sorunu
1
Canlılık
Sorunu
Canlılık
Kimin Malıdır: Fiziğinmi yoksa Metafiziğinmi?
…insan, bir yanıyla canlıdır. Canlı olan
tarafına da beşer diyoruz.
Beşeri canlılar bilimi inceler
İnsanı da metafizik (ilahiyat / theologie)
ele alır.
Can sözü sorunludur. Ruhun yahut nefsin
Farscasıdır. Şu durumda canlı, ruhlu yahut nefsi olan demektir.
Can, ruh yahut nefs, zaman – mekân
boyutlarında yer almaz, dolayısıyla bizzat duyumlanmaz.
Canlı iki cepheli bir varolandır. Bunlardan
biri iç, ötekiyse dıştır. İnsan açısından duyulara açık olan yüzeye dış,
olmayanaysa iç diyoruz.
Varlıkça her üst seviye alttakine dayanır.
Ama canlı-olmayandan farklı olarak alttakine indirgenemez. Zirâ Aristoteles’in
tesbit ettiği üzre, canlı gâyeli bir varolandır.
Onun gâyesi tohumuna gömülüdür.
Tohumuna-gömülü-duran-gâyeliliğe kuvve diyoruz.
Tohumun yani kuvvenin gizlilikten görünüme,
gâyeye yürümesi fiildir.
Canlı, yaşanandan-önceki-zamana bağlıdır.
Böyle olan varlığa tarihli diyoruz. Her canlının
iki çeşit tarihliliği vardır. Bunlardan biri doğum dediğimiz, kuvvenin fiile
dönüşmesi evresiyle başlayan süreçtir. Bahsedilen sürece bireyoluş denir. Bireyoluşa zemin hazırlayan kuvvenin
fizik-kimya özellikleri canlı bireyin dirimsel seleflerinden gelir. Dirimsel
seleften halefe intikal eden fizik-fizyolojik-morfolojik malzemeye kalıtım denir.
Genetik, canlının bireyoluş denilen kısa
ile soyoluş diye nitelenen uzun vadeli geçmişlerinin ortak verisidir. Canlının
bireyoluşunu inceleyen embriyolojiyken,
soyoluşunu araştıran evrimdir.
Evren, Platon’un bildirdiği üzre,
karanlıktan ışıl ışıl yayılarak serpilen bütünlüktür.
Bu bütünlüğe düzgünlük
demiştir.
Düzgünlüğün bilinebilirliği (imkân-kuvve)
ile bilinişi (fiil) Âlemdir.
Hareketleri ile yapıp ettiklerinin, nasılı
ile niçinini bilen bilinçlidir.
Bilincin saklandığı muhafazaysa nefstir. (s. 45)
…çift görünümlü evrimin, maddî cephesi
fiziğin, yani doğa biliminin nesnesiyken, nefs – bilinç yakasını temsil eden
maneviyat da metafiziğin konusudur.
Beşer bireyi ile kendini çevreleyen dünya
arasında kurulan köprüye kültür diyoruz.
Arapcanın nefsi
– Türkçeye nefes şeklinde geçmiştir – veya ruhu
gibi, Latince de anima da yel ve soluk demektir. Anima, Yunancada aynı anlamı taşıyan anemostan gelir. Bu kelime, Sanskritçenin atmanı ve Germence-Almancanın Atemiyle
kökdeştir.
Canlı, canlı-olmayan öğelerin birleşiminden
oluşur.
Canlıya vücut veren canlı-olmayan öğelerin
başında karbon, oksijen, nitrojen (yahut azot) ile hidrojen atomları gelir.
Bu atomlar, canlıda (…) organik bileşikler
halinde bulunurlar.
Söz konusu organik bileşikler başlıca dört
büyük öbek şeklinde sınıflanırlar:
1)
Karbonhidratlar
2)
Yağlar
3)
Proteinler
4)
Çekirdek asidi (nükleik)
Karbonhidratlar da dörde ayrılırlar:
1)
Monosakaritler (basit
şeker / glukos)
2)
Disakaritler (sakros ile
laktos)
3)
Trisakaritler (raffinos,
4)
Polisakaritler (nişasta,
selulos)
Proteinler, karbon bileşiklerinin üçüncü
çeşididirler. Yapıyı oluşturan temel birimler amino asitlerdir.
Karbon bileşiklerinin dördüncüsü çekirdek
asitleridir.
Çekirdek asitleri (…) kalıtımın taşıyıcısı
deoksiribonükleik ile ribonükleik asitleri teşkil ederler.
DNA, canlının beslenme durumuna göre
miktarca değişmez.
RNA ise, değişir.
DNA molekülünü oluşturan iki sarmal
zincirinin her biri münâvebeli şekilde şeker ile fosfat öbeklerinden meydana
gelir.
İki zincir arasındaki ilintiyi kuran
hidrojen bağlarıdır.
İki zincirin bir yakasında adenin,
öbüründeyse timin öbekleri oluşturur.
Yakaların birinde guarin öbeği yer
aldığında, onun karşısına sitosin düşer.
Adenin – timin; guanin – sitosin.
Çeşitlemeler hep zikrolunan çiftler
arasında vukuu bulurlar. Yerler değişir, fakat çiftler aynı kalırlar.
Eskiçağ felsefesinde düzgünlükten varlığın
tümlüğü anlaşılmıştır.
İslam düşüncesinde (…) Âlemle kasdolunan,
varlığın düzgün tümlüğünün bilinirliğidir. (s. 53)
2
Evrim
ile Tarih Sorunları
Her canlı birey, biçim ile yapıca kendine
has olmakla birlikte, bunların dışında ana hatlarını kendisinden ortaya çıktığı
ebeveyninden kalıtım yoluyla alır.
…her birimiz, birey olarak, dil ile din
başta olmak üzre, genel ve daha ziyâde zahirî özelliklerimizi toplumumuz ile
kültürümüzden alırız. (s. 54)
Hatırlayarak düşünmelerimiz, hep geçmişte
başımızdan geçenler üstünedir.
Kendi ‘ben’imizi aydınlatan, kendimize açan
düşünceler, bilincimizi oluştururken; çevremize ilişkin olanlar,
‘bilgi’lerimizi meydana getirirler. (s. 57)
Dini, felsefe-bilimle karıştırmak metodolojik
ve epistemolojik yanlışlığa yol açar. Hatada ısrar ise, kişiyi taassuba
sevkeder.
…ahlak’ın hiçbir unsur ile veçhesini kişi,
kendi dışındaki ‘doğal dünya’da bulmaz, bulamaz.
3
Beşerden
İnsana Sorunu
Hayatımızın dayandığı maddî unsurların
tamamını Karl Heinrich Marx, ‘altyapı’ diye
adlandırmıştır.
…insanın ‘dirim-beşer’ yanı, onun
‘altyapı’sını oluştururken, ‘insan-kültür’ ciheti de ‘üstyapı’sını
teşkil eder.
Biri olmaksızın öbürü de olamaz.
…dirim-beşer’ yanımız, ‘maddî’; öteki
tarafımızsa, ‘ruhî-manevî’ cihetimizdir.
‘Beşerleşmek’, dirimbilimsel/biyolojik bir
vakıadır. ‘İnsanlaşmak’ ise, dirimbilimötesi olaydır.
Varlık bütünlüğü, İslâm düşüncesi uyarınca,
anlamlı düzenlenmişliktir (Âlem).
(‘Âlem’) onu bilip anlamlandırma şevkiyle
yanıp tutuşan, hayatını bu davaya adamış kişi de âlimdir.
(s. 65)
İnsan ızdırabının baş sebebi hürlüktür.
Zirâ insan, dünya hayatı süresince her ân
seçim yapmak, tercihte bulunmak mecburiyetindedir.
İnsan, meydana getirdiği ‘kültür’ ortamında
barınıp varolabilir ancak. İşte insanla vücut bulup biricik varolabilirlik
ortamını teşkil eden kültürün başında ve temelinde ‘Vahiy’ yer alır.
İlkaslî öğretici (…) Âdeme adları öğretmiş
olan Rabbidir. Onun öğretme, doğru yolu gösterme etkinliği, her bireyin
‘vicdan’ denilen bir hat üzerinden kendi hayatı boyunca sürer. Söz konusu bağı
her dem işler halde tutmanın şartıysa bireyin, kulun Rabbiyle irtibatını açık
tutmasıdır. Kulun, Rabbiyle irtibatını açık tutması da ibadet vasıtasıyla olur.
(s. 67)
Beşer bireyler, arasındaki DNA parçaları
aynıdır.
Beşerler arasındaki tek değişkenlik % 0,1
oranındadır.
Beşer ile şempanze arasındaki genetik fark
% 1,5; şempanzelerin kendi aralarındakiyse % 1,3 – 1,5 civarındadır.
Her dil, kültürünün aynası olup kullanan
toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak kıvamdadır.
4
İnsan-Oluş
Sorunu
…değişme, kesintisiz bir süreçtir.
Zihin, süreci süreçliliğinde anlayıp
anlamlandıramaz.
…zorunlulukların boyunduruğundan
kurtulmamış beşer, hür varlık olan insanın halini anlayamaz.
Hürlük, ilke olarak ‘iyilik’ ile ‘kötülük’
arasında tercihte bulunmaktır.
Aklın kişiye içindeki seslenişi vicdandır.
Kişinin
genetik-fizyolojik-morfolojik-olmayan, demek ki manevî-ruhî içine gönül denir.
Aklın, gönüldeki hitabı demek olan vicdanın
kendini dışlaştırma gücüyse iradedir.
Akıl-vicdan-âr-hayâ-edep-bilinç-beden
varlığı insan, mühendislik bir yana, bilime bile konu kılınamaz.
Bilim, olayı süreçlilikten keserek
durdurur, dondurur; genelleyip soyutlar. Hâlbuki insan, tektir, biriciktir,
yaşar, yaşadığı ân bir defalıktır; bundan dolayı geri döndürülemez,
genellenemez, soyutlanamaz. (s. 74)
Nefs, beden faaliyetlerinde kendini
gösterir.
Nefs ile beden yaratıktırlar. Ruh, oysa,
Allah’ın beşere kendinden ihsanıdır.
Beşer (…) maddesi beden, biçimiyse nefstir.
(s. 75)
Latince nascordan
(doğmak) türetilmiş natura (doğum, doğma ve
nihayet doğa) taklid edilerek doğmaktan doğa meydana getirilmiştir. Bununla da
dilimizde yerleşik tabiat sözü safdışı kılınmak
istenmiştir. Tabiat, taba’a
( طبع ) ‘mühür bastı’, bastı, damgaladı demektir. Buna göre tabiat,
Yaradanın kalıpladığı, kalıbını çıkardığı, yaratılışın izini taşıyan
anlamlarına gelir.
Üçüncü Kitap
Aşkın Hakîkat Sorunu
1
Metafizik
Sorunu
Duyularımıza açık, duyulabilir varolanlar
Aristoteles’e bakılırsa, doğadadırlar (Fusei),
doğaldırlar (Fusikos yahut autofües).
…bunların nasıl ve neden sorularını
cevaplandıran sistemli ele alınışları, doğa araştırmalarının (füsike) işidir.
Duyulara açık yahut yakın durmayanlar,
doğa-araştırmaları-alanı-dışıdır.
İşte bu doğa-araştırmaları-alanı-dışında
kalan bir başka araştırma alanı daha vardır. Bu son anılana Aristoteles, ilk
felsefe adını takmıştır.
Doğa araştırmalarından elde edilmiş
sonuçların değerlendirildikleri (…) ikini felsefenin konusu olan varolanları (pragma) düşüncede (dianoia)
kendisinden türettiğimiz varlığı varlık olarak (to on
he on) inceleyen ilk felsefedir.
Varlığın dışında veya ötesinde bir şeyi
düşünemeyiz. Olan yalnızca varlıktır.
Eflatun’da varlık tek olmayıp ikidir:
Tanrı’nın varlığı ile Âlemin varlığı.
İkincinin zâtı birincidedir.
Yaradan (Demiurgos)
O, iyidir. İyi (Agathos)
Mutlak akıl, Mutlak Varlık’tadır.
Varlıklar kavramlar; varolanlar ise,
olaylar yahut süreçler biçiminde tezahür ederler.
Tanrının zâtı iyiliktir. İyiliği keşfetme
çabaları (…) Tanrıyla buluşma gayretinden gayrı bir iş değildir.
Sezgisel yakalamanın dışında, insan
aklının, genellikle, çalışma imkânı yoktur.
Felsefenin hikmeti sebebi ahlaktır.
Üslup ile davranışlar, düşüncelerimizden
kaynaklanır.
Düşüncelerin (…) tasavvur içeriği azalıp
zayıfladığı ölçüde düşünce, kavramlaşır.
Tasavvur içeriği bulunmayan düşünceye fikir
(idee) diyoruz.
İyilik ile güzellik
Salt kavram, demek ki fikirdirler.
İyilik ile güzelliği bize esinleyebilecek
bir dış dünya kaynağı yoktur.
İyilik ve güzelliği dünyaya insan yansıtır.
Akıllı, her şeyi layık olduğu yere
koyandır.
Akıl, varolan nesnelerin düzen ve
tertibinin kavranmasına yarar.
Felsefede akıl, düşünmeyi duygulanmalardan
tecrid ederek iş görür.
Felsefî akıl, nus
anlamındadır.
(Nus:
anlama, anlamagücü, kavrama, akıl)
Nusa
Latincede ratio, Arapçada akl, Ortaçağ Latincesinde intellectus,
Fransızcada raison, Almancada vernunft demişlerdir.
Akıl, buyurucudur,
Öngörüp çizdiği yola ise yöntem denir.
Bu yolu geliş-gidişli bir caddeye
benzetebiliriz. Gidiş yönüne tümevarış, gelişeyse tümdengeliş diyoruz.
Gerek tümevarışta gerekse tümdengelişte iki
önemli tâlî yol vardır: Çözümleme/analiz ile birleştirim/sentez.
Kavramlar, gerçeklik düzlemindeki bir şeyi
yahut şeyleri gösterirler.
Gerçeklik düzlemindeki bir şeye yahut
şeylere işaret etmek, kavramın görünen cephesidir.
Görünmeyen cephesiyse, onun aslî
veçhesidir. Bu aslî veçhe, asıl-olana, kavramın haddizatında dile getirmekle
yükümlü olduğu belirli varlığa salt akıl düzleminde delalet eder.
Salt akıl, gerçekliği kuşatan, hakikat
âlemindedir.
İdealar âlemi, transsendenttir, mutlak
aşkınlıktır.
Trenssendent âlemde, olsa olsa, Allah dostu
manasına gelen gönül adamı, müşahit, veli-mutasavvıf gezintiye çıkabilir.
Söze dökülen kavram düşüncedir.
Varlığın bu salt hakikat haline Eflatun,
idea demiştir.
İnsanın akıl-zihin işleyişiyle, demekki
dimağıyla erişebileceği sahanın dışı hayut ötesi gayptır.
Kuvve, henüz yürürlüğe girmemiş, salt güç
durumudur.
Hiçbir veçhile duyumlanamaz, hissedilemez,
olsa ola düşünülebilir.
Akıldaki varlık kuvvesi kavramdır.
Kavram, hakikat âleminin trenssendent ile
trenssendental kesimleri arasında bağdır, bağlantıdır.
Diyalektik
…konu birliği oluşturacak tarzda anlamca
akraba iddiaların birbirleriyle ilintilenmelerinden sav meydana gelir.
Ulaşılan vargı (…) çoğunlukla, yeni bir
çıkarıma önayak olacak öncüle gebedir.
Buna şüpheyle yaklaşıp onu kendine soru
sorgu konusu kılan ise, karşısavdır.
Birden fazla insanın, belli bir
anlamlandırma durumunu paylaşması bilgiyi meydana getirir. Şu halde
anlamlandırma, bireysel düzlemde olurken, bilgi, öznelerarası anlam
uyuşmasıdır.
Teemmül, gerek bir olayın sebeplerini daha
ziyade çözümlemek ve daha doğru anlamak gerekse bir hareket tarzının
sonuçlarını, özellikle de yarar ile sakıncalarını irdelemek maksadıyla,
oluşturulmuş yargının, eleştirilmek üzre askıya alınmasıdır.
Teemmüllü düşünme sevgisi idraktır.
Üç ana düşünme seviyesinden söz edilebilir:
Düzayak düşünme,
teemmül,
tefekkür.
Malumat, düzayak düşünme süreçlerinin semeresidir.
Teemmüllü düşünmeden doğan bilgi çeşidiyse
ilimdir.
En geniş, en kapsayıcı düşünce yapısınıysa,
felsefenin ürünü sistem oluşturur.
Tefekkür,
Metafiziği, dolayısıyla felsefe sisteminin
sınırlarını aşan mistikliğe dek uzanır.
Mistiklikte tefekkürden doğan bilgiye irfan denilir.
İdeanınkisi gibi, kavramın da manası
bilkuvvedir.
Bilkuvve olan, bilinmez.
Fikir ile düşünceye yansıdığı, yani
fiilleştiği oranda kavramın manası bilinirlik kazanır.
A priori analitikten anladığımız verilmiş
yahut eldeki bir fikrin tarifidir.
Yargılar (…) analitik olamazlar. (s. 112)
Nesnesini belli bir tecrübe çerçevesinde
edindiğinden düşünce, a posterioridir.
A posteriori olan düşünce, dayandığı
izlenimlerin soyut sentetik birliğidir.
Buna karşılık, doğrudan belirli bir tecrübe
bağlamında izlenimlerin sentetik birliğine dayanmayan fikir, a prioridir.
…diyalektik yönteme başvurmadan felsefe
kanıtlaması olamaz.
Varlık, olmadır, bulunmadır.
Olmanın olduğunu düşünmek olumluluk;
olmanın olmadığını tasarlamak ise, olumsuzluktur.
Felsefe, özellikle de felsefe tarihi,
metnin; bilim, deney verisinin; sanat ise yalınkat insan-toplum ile doğa
olaylarının yorumudur.
İdea, görmek demek olan idein masdarından gelir.
Aristoteles’te
Kategoriler
1-
Cevher yahut öz nedir?
2-
Nicelik: nice, ne kadar?
3-
Nitelik: nasıl?
4-
Görelilik yahut ilgi:
hangi, neye göre?
5-
Yer yahut mekân:
nere/de?
6-
Zaman: ne vakit?
7-
Durum: ne durumda?
8-
Malik olma: nesi var?
9-
Etkinlik: ne ediyor?
10- Edilginlik: ne ediliyor?
Farabî’de
Kategoriler
1-
Cevher: Ali
2-
Görelilik: Hasan’ın oğlu
3-
Nicelik: Kısa
4-
Nitelik: Sarışın
5-
Zaman: Bugün
6-
Yer: Çarşıda
7-
Durum yahut konum:
Ayakta duruyor
8-
Malik olma: Ahmed’in
kalemi
9-
Etkinlik: Büküyor
10- Edilginlik: Bükülüyor
Kant’ın
Kategorileri
- Kavramların
İşlerlik Kazanması
I - Niceliğe İlişkin
Birlik
Çokluk
Bütünlük
II – Niteliğe İlişkin
Nesnellik
İnkâr
Sınırlayıcılık
III – Bağıntıya İlişkin
Özerklik ile aid olma
(Özlülük ile ilgililik)
-Nedenlilik ile bağımlılık (neden – etki)
-Ortaklık (etkiyen ile etkilenen arasındaki
etkileşim)
IV – Geçerliliğe (Kipe) İlişkin
Olabilirlik (imkân) – Olamazlık
(imkânsızlık)
Varolma-Varolmama
Zorunluluk-Rastlantı
- Kavramlardan
Yargıların Oluşması
I – Yargıların Niceliği
Genel yargılar
Özel yargılar
Cüzî (tek tek) yargılar
II – Yargıların Niteliği
Onaylayıcı yargılar
Olumsuzlayıcı yargılar
Sonsuz yargılar
III – Bağıntı Yargıları
Şartsız yargılar
Şartlı yargılar
Ayırıcı yargılar
IV – Yargıların Geçerliliği (Kipi)
Sorgulayıcı Yargılar
İddiacı yargılar
Yanılmaz yargılar
- Kategoriler ve
Onlara Tekabül Eden Yargı Biçimleri
Tümel
|
Cüzî
|
Tekil
|
|
Nicelik
|
Bütün S’ler, P’dir
|
Bazı S’ler, P’dir
|
Bir S, P’dir
|
Birlik
|
Çokluk
|
Tümlük
|
|
Onaylayıcı
|
Olumsuzlama
|
||
Nitelik
|
S, P’dir
|
S, P değildir
|
Kimi S, P değildir
|
Gerçeklik
|
İnkâr
|
Sınırlama
|
|
Şartsız
|
Şartlı
|
Ayırıcı
|
|
Bağıntı
|
S, P’dir
|
İse, (…) öyleyse
|
Ya (…) ya da
|
Aid olma, özerklik
|
Nedensellik, istinât
|
Ortaklık
|
|
Sorgulayıcı/sorunlu
|
İddiacı
|
Yanılmaz
|
|
Kiplik
|
Ola ki yahut muhtemelen
|
Gerçekten de
|
Zorunlulukla
|
Olabilirlik-olamazlık
|
Varolma-varolmama
|
Zorunluluk-rastlantı
|
- Çokçeşitliliğin
İdrakteki Sentetik Birliği
- Salt Aklın Mimarîsi
(s. 156)
2
Kimlik:
İnsan-Olmanın Esası Sorunu
Hakkında, üstünde konuştuğumuz ne varsa,
şeydir.
Şeridin birinci kesimi koptumu, devamı
yanar, yokolur.
Geçmişi unutmak, hayat körlüğüne, bunamaya
götürür.
Bunamışın şimdisi, dolayısıyla da geleceği
yoktur.
Bir varolanın varlıklığına onun neliği
diyoruz. Kısaca, nelik, bu, şu yahut “o nedir?” sorusuna verilen cevapta
kendini izhâr eder. Neliğin kendini şaşmazcasına belirgin kılan varlık
tabakası, canlınınkisidir. (s. 161)
Kimliğime ilişkin bilincim, öze ilişkin
bilinçtir, yani özbilinçtir. Özbilinci bulunan kişi, kimlik sahibidir.
Kimlik, bir manevî yapıdır. Düşünmeğe,
dolayısıyla da bilmeğe dayanır.
Nefs (Atman), âlemşumûl Ruh’un (Brahma) (…)
insana (…) düşen payıdır.
Kimliğin ana payandası (…) hafızadır. Onun
tümüyle dumûra uğramasıyla bilinç kaybı baş gösterir.
Artık bu varolanın sadece dirimlik
faaliyetleri, demekki beşerî ciheti yürürlüktedir.
Kimliğini oluşturan manevî ile maddî
özelliklerini, demekki hâfızasını yitirdiği ölçüde o belirli toplum, millet
vasfından yoksun kalır.
Yurd ile bayrağın artık değer taşımadığı
ortamlardaysa savaş dahî yoktur; uğrunda mücadele edilecek bir şey kalmamıştır.
Olayların mekanik türden olanlarına vakıa
denilir.
Kendini türdeşlerinden farklı biçimde
sergileme gücünü kendinde bulmağa özerklik diyoruz.
3
Bireylilik-Kimlik-Kişilik
Sorunları
İnsan, kimlik kazanıp kişileştiği ölçüde
insanlaşmış olur. İşte böylesine, kişilikli insan diyoruz.
Düşünceler yoluyla biçimlendirilen
hareketlere eylem diyoruz.
Bir kimsenin (…) hal ile hareketlerini,
tavır ile tutumlarını belirleyen ahlakıdır.
4
Ödev
esaslı Ahlak: İnsanın Başkaldırması Sorunu
Felsefenin gövdesi (…) üç parçadan müteşekkildir.
Metafizik
Bilgi öğretisi
Ahlak
Nefs ile canın Yunancası psühedir.
Yaşamanın Yunacasıysa zoedir.
Yaşayan zoondur.
Ruh, nefsin üstünde vargörülmektedir. Ruhun
görevi, nefsi denetlemek, dizginleyip zapturapt altında tutmaktır.
Nefs, evrendeki bütün öteki varolanlar,
süreçler ile olaylar gibi, Allah’ın yaratma fiiline bağlı bulunmasına karşılık,
ruh, Onun zâtından neşet etmektedir.
Ödevini yerine getirmek, işin hakkını
vermek demektir.
Aklım, Allah ruhunun benime düşen payıdır,
o halde aklımın, ben’e seslenişi, ben’i uyarışı şeklinde tarif ettiğimiz
vicdan, haddizatında Rabbın dur durak bilmez seslenişinden gayrı bir şey
değildir.
Logos / Allah kelâmı / KelâmAllah
Ölüm, dünya bilgisinin kesinlikle
sonlandığı ufuk çizgisidir. O kapıyı bize açan tek anahtar, imandır.
Din, kutsallığın, ona bağlı olarak da
saygının ve nihayet, ahlakın fışkırdığı pınardır.
Nefsî-ben-beşer evresini aşıp
ruhî-benim-insan aşamasına yükselmeği ret yahut ihmal eden, kalbi mühürlü bir
kimsedir.
Ödev, kişinin yerine getirmek zorunda
olduğu işdir. Kişiye (…) cebir yoluyla iş gördürüyorsa, onun zorunda olmaklığı
keyfiyeti ortadan kalkar; yapılan iş de, ödev vasfını yitirir. Şu halde ödevin
kaçınılmaz şartı, hikmetisebebi hürlüktür.
Hür olmayanın ödevi bulunmaz.
Ödev gerçekliğinin ortaya çıkarılması, bir
değerlendirme işidir. Demekki ödev, değerdir.
Marifet, sezgi verisi, dolaysız ve aracısız
elde edilen kesinkes bilgidir.
Ödevin aslı esası, kişinin kendi ben’i ile
benim’ine e dışarı’sına âdil olmasıdır.
En yüce savaş, zalim buyrukçuya doğruyu
söylemektir.
Allah rızası için muvâhacehesinde iş görüp
davranan kimse, karşılık beklemeksizin yaşayan, çalışan kişidir. Bu da ödevin
ifasıdır. (s. 231)
Friedrich Nietzsche; Tanrı öldü…
Francis Fukuyama; tarihin sonu…
Vurguladıkları gerçeklik transsendental
benin insanın gündeminden düşmesidir.
Tanrının ölümüyle kasdolunan insanlığın,
sırâtımüstakîmi terketmesidir.
El-i’lm: En genel anlamda bilme
Ta’allim: Öğrenme, bilme
Ma’alûm: Bilinen
Ma’alûmât: Bilinenler
Â’lim: Bilgilenmiş
A’lîm: Ezelden ebede tümü bilen.
A’lem: Bilgi sağlayan, bilgilendiren,
bildiren, bayrak, nişan
Â’lem: Yaratılmışlık, yaratıkların tümü
Dördüncü Kitap
Tarih Gerçekliği Sorunu
1
Çağımızın
Değerler Dizisi (Paradigma) Sorunu
Hıristiyanlığın iki ana mezhebinden
Ortodoksluk
Başta Türkler olmak üzre, Müslüman
devletlerinin hâkimiyet sahasında yaşamanın sonucunda, Hıristiyan âleminde
başat bir oruna oturamamıştır. Meydan Katolikliğe kalmıştır. (s. 251)
Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyetinin
dünyası, Maddeci-Mekanikci bir dünya tasavvuruna dayanır.
Batı Romanın, bir Germen beği olan Odovaker
tarafından 476’da tamamen ortadan kaldırılmasından sonra, Avrupa topyekûn bir
kargaşa ortamından kalmıştır.
Büyük kargaşanın içerisinden Avrupa
sahnesine ilk çıkan merkezî devlet Fransa olmuştur.
Dinden kopuş beraberinde doğallıktan
uzaklaşmayı da getirmiştir. Din ile doğaya ve doğallığa yabancılaşan insan,
maddiyatcı-iktisadiyatcı beşer tipine bürünmüştür.
İngiliz-Yahudi medeniyeti = sivil disiplin
Prusya Almanlığı = Askerci disiplin,
militarist
İngiliz, disiplin anlayışında dış kaynaklı
emir-komuta zincirinin yeri yoktur. Disiplinin kaynağı içeridedir.
Kuzey ile Orta Almanya mahreçli Angıllar
ile Saksonlardan türeyen İngilizler’in kurucu unsurları hep Germen asıllı
olmuştur.
Müslümanlar, Akra’ya sıkışıp kalmış son
Hıristiyan devletini 1291’de ortadan kaldırdıktan sonra, İslam illerinde
döğüşen (…) savaşçılar (…) geldikleri yerlere yörelere çekilmişlerdir.
İslam coğrafyasında uzun süre yaşamış,
böylelikle de Müslümanlığı yakından tanıma fırsatını yakalamış olan ve sonunda
oralardan anayurtlarına çekilmek zorunda kalmış rahip savaşçılar, öz dinlerine
bir başka bakar olmuşlardır.
İslâm’ı meşru kabul etmemekle, hatta ona
husumet beslemekle birlikte, ondan doğrudan yahut dolaylı gelen etkiler, bu ve
başka birçok din adamını Roma Katolik Hıristiyanlığının yanılgıları ile
yanıltıcılıklarından uyandırmışlardır.
Bugün dünyaca içerisinde yaşadığımız,
Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyetinin “klasik” devridir. Yoksa
anlamca içerikten yoksun mu yoksun “Postmodern” devir filan değildir.
Çağdaşlığın sona erip çağdaşlık sonrasına
geçiş şöyle dursun, adı anılan çağın “klasik” devrinin bitimi bile henüz
görünürlerde yoktur. Geç devrin baş göstermesi, ancak farklı seçenek bir
medeniyetin ufukta belirmesiyle söz konusu olabilir.
Fuhuş ile zinâ, bireyin günümüzde son
toplumsal dayanağı ile sığınağı olan aile kurumunu yıpratıp aşındırmakta;
sonunda da çökertmektedir. Böylelikle birey, tümüyle dayanaksız ve korumasız
kalmakta, sonuçta küresel sömürü karşısında dirençsiz bırakılmaktadır. (s. 286)
Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin ana
ideolojisi olan Mali Sermayecilik, adaleti ayaklar altına alan bir
fikri-siyasi-iktisadi işleyiştir.
Çağdaş küreselleştirilen İngiliz-Yahudi
medeniyeti (…) tarihte ilk defa seçeneksiz bir medeniyet olması itibariyle adı
anılanın çürüyüp çökmesi, batmasıyla insan varoluşunun noktalanması mantık
gereğidir. (s. 287)
2
Biz
Kimiz Sorunu
Omurgasızlaştırılmış
Türklük
Anadolu’da savaşan Müslüman Türk ordusunun
(…) istilacıyı denize döktüğü haberi geldi. Yüzyılların istilacısı, sömürücüsü,
sömürgecisi, zorbası, demekki yenilebiliyordu. Şimdi orası kurtuldu, eh sıra
bundan böyle bize de gelebilirdi.
Peki sonra ne oldu?
Türklük (…) Müslüman âleme niye sırtını
döndü?
Çin kaynaklarında Türkce adındaki bir dilin
bahsi ilk defa M.Ö. 1766’da geçer.
Altay dağları ile eteklerinde geniş
ormanlık ile bozkır şartlarında kaynaşarak yaşamış “Türküt” yani Türkler,
altıncı yüzyılda devletleşme becerilerini tarih sahnesine çıkarmışlardır.
Türklüğün bir ucunda Göktürk, öbüründeyse
Osmanlı durur.
Bu iki tarihi durağı birbirine bağlayan hat
Oğuzdur.
Aslında okun çoğulu, yani günümüz
Türkcesinde oklar demek olan Oğuz, bir boylar birliğidir.
Tarihe adını kazımış milletler, güçlü bir
ülkünün ısrarlı takipçisi olmuşlardır.
Müslümanlaştıktan sonra Türklük, cihat
tarihini yaşamağa koyulmuştur.
Talas vuruşmasının ardından Türk boyları
Orta Asyanın doğusundan batısına dalgalar halinde hicret edip Müslümanlaşmış,
akabinde Dârülislâm’da, çoğunlukla, yerleşik düzene geçmişlerdir.
Türklüğün öteden beri başat özelliği olan
askerî savaşçılığı, herkes için geçerli kılınması (…) Osmanlı devlet ile toplum
yapısının esasını teşkil etmiştir. Aynı durum, din yakası için de söz
konusudur.
Askeri, mülki ile ruhban-ruhban olmayan
ayrımının, Tanzimat sonrası dönem değin Müslüman Türk, özellikle de Osmanlı
tarihinde yeri olmamıştır.
Ruhban-ruhban olmayan ayrımının olmaması,
Müslümanlığın temel özelliğidir. Allah, kendi adına tasarrufta bulunma
yetkisini hiç kimseye tanımaz. (s. 334)
İki onulmaz yanlıştan söz edilebilir: Biri
dini siyaset ile iktisada alet etmek, öbürü de müstehcenliktir.
Birincisi manevî, ikincisiyse, maddî
mahrecimizi ayağa düşürür.
Kişinin birinci –yani dünya ile ahiret-
dayanağı Rabbıdır.
İkincisi de mürebbiyesidir (annesidir).
Bunlardan başta birincisi olmak üzre,
ikisini de yitirirsek, varoluşumuz çürüyüp çözülür. (s. 335)
İngiliz-Yahudi medeniyetinin (…) dünya
çapında (…) hâkimiyet tasarılarının önünde göze batacak kadar belirgin pürüz,
çözülmekte olan İslâm medeniyetinin yeniden dirilme ihtimaline ilişkin
emarelerdir.
Türklüğün toptan imhası, soykırım yoluyla
(…) Balkanlarda 1800’lerin başlarından 1950’lilerin sonuna değin (…) bir
benzerinin Kafkaslarda sahnelenmesi yukarıda bildirilenin açık bir örneğidir.
Medenî yaşayış, ancak âdil düzende
mümkündür.
Türklük bir ülkünün tarihidir.
Osmanlı millet tecanüsünün dayandığı beş
sütûn: ordu, önder, Müslümanlık, Hz. Peygamber ile ehlibeyt aşkı, muhafazakâr
yazı Türkcesi.
Dârülİslâm, Osmanlının maşerî şuurunda bir
bütünlüktür.
Ülkü devletinin milletine ümmet diyoruz.
İngiliz-Yahudi medeniyetinin (…) uyguladığı
eğitim (…) tek cinsiyetli nesillere zemin hazırlamaktadır.
Beşerin dünyası, nitekim, bir maşerî domuz
çiftliğine dönüştürülmektedir.
Milli Mücadeleden tükenmiş halde çıktık.
İngiliz-Yahudi imperyalismi Sevres’de
bedenimize el koydu. Milli Mücadele zaferimizle bize Lausanne’da takas teklife
edildi: “bedeninizi geri vereceğiz, buna karşılık ruhunuzu bize teslim
edeceksiniz!”
Sonuçta ruhun teslim edilmesi teklifinin
gerektirdiği bütün öldürücü ameliyeler eksiksizce yerine getirildi: Halifeliğin
ilgâsı, yazı ile dil devrimi ve nihayet köklü bir İslâmsızlaştırma hareketi
gibi. (s. 345)
…çağımızın sermayecilik merkezli
küreselleştirilen İngiliz-Yahudi medeniyetine karşı biricik anlamlı seçeneği
İslâm medeniyeti teşkil edebilir. (s. 347)
Mete ile Bilge kağanlardan yahut
Tonyukuk’tan Mustafa Kemal Paşaya değin Türk devlet refleksinin değişmez
özelliği, vatan toprağının elden çıkarılmasına katî tahammülsüzlüktür.
İmparatorluk hukuk devletidir.
Hukuk ise (…) adaletin toplum düzlemindeki
uygulanışıdır.
İmperyalist devlet nizamı, ilhamını
adaletten almayan hukuka, demekki örfe dayanır.
Felsefe, şiir gibi, sorun yüklü, bunalımlı
ortamlarda kendini gösterir.
İnsan, pek nankördür.
Beklenen nedir?
İyiliği teşekkürle karşılayıp unutmamak.
Geçmişini unutan birey ile tarihinden kopan
toplum, beşer olarak yaşasa bile, insanlık bağlamında artık ölüdür.
Sorun nedir?
Sorun İnsandır.
İlimin taşıyıcısı âlimdir.
Sorumluluğunun idrakinde olmak (…) ilmin,
âlem kaynaklı olduğunu unutmamaktır.
---
Dergâh Yayınları
Mart 2006
Teşekkür ederiz.
YanıtlaSil