6 Aralık 2021 Pazartesi

Emil Michel Cioran - Çürümenin Kitabı

Emil Michel Cioran - Çürümenin Kitabı 

Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır…

 

İçgüdüsel olarak putlara taptığımızdan, düşlerimizin ve çıkarlarımızın nesnelerini kayıtsız şartsız şeyler haline getiririz.

 

Bütün cinayetlerinin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir tanrıyı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar,

 

Hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa vurmasın.

 

Bir inanç için acı çekmiş olandan daha tehlikeli varlık yoktur

 

Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar...

 

İdeal bir şekilde zihni açık, yani ideal bir şekilde normal insan, içindeki hiçlik'ten başka hiçbir şeye tutunmamalıdır...

 

Bizi çevreleyen şeylere, onlara isim verdiğimiz -ve ötelerine geçtiğimiz- ölçüde tahammül ederiz.

 

Her samimi felsefe, sırlarımızı eleyen ve istenen etkilere dönüştürme işlevi gören uygarlığın unvanlarını inkâr eder.

 

Farklı özüne itina gösteren ruh, kaçındığı şeyler tarafından her adımda tehdit edilir. Dikkati -en büyük ayrıcalığı- onu sık sık terk ettiği için, kaçmak istediği eğilimlere boyun eğer, ya da murdar sırlara yem olur...

 

Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile bulunmadığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla kesindir…

 

…hayat ölümden fazla ürküntü verir: Büyük Meçhul odur.

Hayat belirgin, tartışılmaz açıklıkta tek bir gerekçeye sahip olsaydı kendini yok ederdi…

Hayata sarih bir anlam verin: Hemen o an cazibesini yitirir. Hedeflerindeki belirsizlik onu ölümden üstün kılar

 

Doyasıya yaşanan her saplantı kendi aşırılıklarıyla kendini ortadan kaldırır.

 

Kendini bunaltının zevklerine kaptırmamış; düşüncelerinde, sönüp gitme tehlikesinin lezzetine bakmamış, zalim ve yumuşak yok oluşların tadını almamış kişideki ölüm saplantısı hiç iyileşmeyecektir: Bunun ıstırabını çekecektir, çünkü buna direnmiş olacaktır; oysa bir dehşet disiplininde ustalaşmış kişi, kendi kokuşmuşluğu üzerine düşünerek kendini kararlılıkla kül haline getirmiş kişi, ölümün geçmişi'ne doğru bakacaktır - kendisi de artık yaşayamayan bir dirilmiş'ten başka bir şey olmayacaktır. "Yöntem"i onu hem hayattan hem ölümden kurtarmış olacaktır (s. 16). 

Bir felsefenin ya da bir imparatorluğun yıkılmasında etken olmak: Bundan daha hazin ve daha görkemli bir kibir tahayyül edilebilir mi? Bir yanda hakikati, öte yanda da azameti öldürmek…

 

Varlıkların zikrettikleri sebepleri benimsemek güç olduğundan, her birinden her ayrılışımızda, akla gelen soru değişmez şekilde aynıdır: Nasıl oluyor da kendini öldürmüyor?

Çünkü, her ne kadar akıl yaşama iştahını yok saysa da, fiiliyatın sürmesine neden olan hiçlik bütün mutlaklardan üstün bir kuvvettedir; ölümlülerin ölüme karşı sessiz ortaklıklarını izah eder; yalnızca varoluşun simgesi değil, varoluşun ta kendisidir bu hiçlik…

 

Mutsuzluk, soluk alan her şeyin dokusunu oluşturur; ama çeşitleri evrim geçirmiştir

Tek olmaktan duyduğu gurur, insanı, kendi derdine âşık olmaya ve tahammül etmeye teşvik eder.

 

İnsan kendini Şeytan'da çok fazla bulduğu için O'na tapamaz; ondan bilerek nefret eder

 

Pazar öğleden sonraları ayları:: a uzasaydı, ter dökmekten kurtulmuş, ilk lanetin ağırlığından sıyrılıp hafiflemiş olan insanlık nereye varırdı?

Zamanın sınırsızlığı duygusu, her saniyeyi dayanılmaz bir azaba, darağacına çevirirdi.

 

Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına -ve sonsuza dek- yaralayan ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonralarına dayanmamıza yardım etmesidir.

 

Kendinden çıkmak günah işlemektir.

 

Adem'den beri insanın bütün çabası, insan'da değişiklik yapmak olmuştur.

 

Tabiatta bütün varlıkların kendi yerleri varken, insan, metafizik olarak başıboş dolaşan, Hayat'ın içinde kaybolmuş, Yaratılış içinde tuhaf kaçan bir yaratık olmayı sürdürmektedir. Tarihe muteber bir hedef bulan hiç kimse çıkmamıştır; ama herkes bir öneride bulunmuştur…

 

Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayıflıklarıyla mümkündür.

Kuvvetimizi, unuttuklarımızdan ve aynı andaki kaderlerin çokluğunu tasavvur etme yetersizliğimizden alırız. Evrensel acıyı o lahzada anlayan ve hayatta kalabilen kimse olamazdı… / s. 30

 

Şair, selamete ermeye özendiğinde kendine ihanet etmiş olur: Selamet, şarkının ölümüdür, sanatın ve ruhun yadsınmasıdır...

Lanetlenme karşısında uysal olan bizler, acı çektiğimiz ölçüde var oluruz - Bir ruh, sadece üzerine aldığı tahammül edilmez şeyler'in miktarıyla büyür ve telef olur.

 

MUTSUZLUGUN BİLİNCİ

Her şey, unsurlar ve fiiller, seni yaralamada elbirliği ederler. Burun kıvırmanın zırhına mı bürünmelisin? Kendini bir tiksinti kalesinde tecrit mi etmelisin? İnsanüstü kayıtsızlıklar mı düşlemelisin? Zamanın yankılan seni son yokluklarının içinde de mağdur edeceklerdir...

Bütün varlıklar mutsuzdur; ama ne kadarı bunu bilir!

Hangi günahı işledin de doğdun? Hangi suçu işledin de varsın? / s. 32

 

Uzaktakinin özlenmesi'ne bir formül bulmak için yırtınan kişi, kötü inşa edilmiş bir mimarinin kurbanı olacaktır.

 

Hayat ancak zamanın ihlal edilmesiyle bir içeriğe kavuşur. Başka yer saplantısı, anın imkansız olmasıdır; bu imkansızlık da nostaljinin ta kendisidir.

 

Bu dünya elimizden her şeyi alabilir, bize her şeyi yasaklayabilir, ama kendimizi yok etmemizi engellemeye kimsenin gücü yetmez. Bütün aletler buna yardımcı olurlar, bütün uçurumlarımız buna davet ederler bizi; ama bütün içgüdülerimiz de karşı çıkar. Bu karşıtlık ruhumuzda çıkışsız bir çatışma geliştirir (s. 39).

 

Hiçlik de ebediyetle eşdeğer değil midir?

 

Ümitsizliğe talim eden ve kendini kabullenen cesetleriz; kendimize rağmen hayatta kalırız ve yalnızca yararsız bir formaliteyi yerine getirmek için ölürüz: Sanki hayatımız, sadece ondan kurtulabileceğimiz atlı ileri atmamıza bağlıymış gibi...

 

Kader - mağluplar terminolojisinin gözde sözcüğü... Devasızlığa bir isim kadrosu bulmaya meraklıyızdır ve isimler icat ederek, felaketlerimizin üzerinde asılı aydınlıklarda bir hafifleme ararız. Kelimeler merhametlidirler: Narin gerçeklikleri bizi kandırır ve teselli eder... / s. 41

 

Hayat yasalarının başında çürüme gelir…

 

Her insan bir kıyamet imkânını barındırır,

 

Eğer her kederlendiğimizde ağlayarak kurtulma imkanımız olsaydı, teşhissiz hastalıklar ve şiir ortadan kalkardı.

 

Bütün hakikatler bize karşıdır. Ama yaşamaya devam ederiz çünkü onları oldukları gibi kabulleniriz, çünkü onlardan sonuç çıkarmayı reddederiz.

 

Bir Hindu prensinin bir sakat, bir yaşlı ve bir ölü görmesi, her şeyi anlamasına yetmiştir; bunları gören bizler ise hiçbir şey anlamayız, zira hayatımızda hiçbir şey değişmez.

 

İnsanlık, onu yadsıyan olayların içinde aşıkane yaşar...

 

Bütün sevinçlerinin bedelini ödeyen, bütün zevklerinin kefaretini çeken, bütün unuttuklarının hesabını vermek zorunda olan kimseler vardır: Tek bir mutluluk anı için bile borçlu kalmayacaklardır (s. 48).

 

Varlık dilsizdir ve zihin gevezedir. Bunun adına bilmek denir.

 

Filozofların özgünlüğü terimler icat etmekten ibarettir.

 

Vardım, varım, ya da olacağım; dilbilgisinin sorunudur bu, varoluşun değil.

 

Cani, özgürlüğünü sınırsız bir şekilde kullanır ve gücünün fikrine karşı koyamaz. Başkalarının hayatına son verme konusunda, o da her birimizle aynı düzeydedir. Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız.

 

Mutlak bir mahkeme önünde, bir tek melekler beraat ederdi. Zira başka bir varlığın ölümünü en azından bilinçsizce-dilememiş bir varlık hiç olmamıştır.

 

Kendine tapmayan kişi daha doğmamıştır. Yaşayan her şey kendisini çok sever

Eğer bir insan bir fikir için ölürse, bunun nedeni fikrin onun fikri olmasından, onun hayatı olmasındandır.

Hiçbir aklın hiçbir eleştirisi insanı "dogmatik uykusu"ndan uyandırmayacaktır (s. 61).

 

Varoluşa rıza göstermede bir nevi alçaklık vardır

 

Bir zenginin evine kabul edildikten sonra, yeryüzündeki tüm varlıklıların üzerine boşaltacak bir tükürük: okyanusuna sahip olmadığı için kim pişmanlık duymamıştır?

 

Korkmak, devamlı olarak kendini düşünmek ve şeyleri nesnel bir akış içinde tahayyül edememektir.

 

Yeni bir iman öneren kişi zulme uğrar, kendi de zalimleşinceye kadar: Doğrular, polisle çelişkiye düşülerek başlar ve polise dayanılarak biter; zira adına acı çekilmiş her saçmalık, yasallığa dönüşerek yozlaşır…

 

Hakiki kahraman kendi alın yazısı adına çarpışır ve ölür, bir inanç adına değil.

 

Yaşamak şu anlama gelir: inanmak ve ümit etmek - yalan söylemek ve kendine yalan söylemek.

 

Hayaletlere gönül vermiş bir toz zerresi - insan budur işte

 

…gözlerin işlevi görmek değil ağlamaktır; gerçekten görmek için de gözlerimizi kapatmamız gerekir

 

Bilinç, varoluşun ruh yoluyla uğradığı erozyonun hemen ardından gelen boşluğu işgal eder. En ufak bir şüphe, bir olmayabilirlik kuşkusu ya da bir bunaltı sıçrayışı -hepsi bilincin önbelirtisi olan ve geliştiklerinde bilinci doğuran, tanımlayan ve azdıran ön kavramlar-o görülür görülmez dağılan "gerçeklik"le bütünleşmek için, bir müminin veya bir budalanın bulanıklığı gerekir. Bu bilincin, bu devasız mevcudiyetin etkisi altında, insan en büyük ayrıcalığını elde eder: Mahvolma ayrıcalığını (s. 92).

 

Her zaman hüzünlü değilimdir, dolayısıyla her zaman düşünmem.

Duygusal ilgisizlikte fikirler belirir; bununla birlikte, hiçbiri biçim alamaz: Onların açılacakları iklimi sunmak hüznün işidir.

 

Ne kadar tabii olunursa o kadar az sanatçı olunur.

 

Bir şairin yaşamı bir yere varamaz. Gücünü, girişmediği her şeyden, ulaşılmazlıkla beslenen tüm anlardan almaktadır.

 

Şiir, ele geçirilemeyenin özünü ifade eder; nihai anlamı her tür "güncelliğin" imkânsızlığıdır.

 

Şiir ve ümitlenme arasında tam bir bağdaşmazlık vardır; şair de yaman bir çürümenin kurbanıdır.

Ölüm aracılığıyla canlı olan biri, kendine hayatı nasıl hissettiğini sormaya cesaret edebilir mi?

 

Fazla kullanılan duygular aşınır ve değersizleşirler, en başta da hayranlık duygusu...

 

Her nesil kendinden önceki neslin cellatlarına anıtlar diker.

İnsanlık sadece kendini telef edenlere tapmıştır.

Dürüstlüğün ne yaşamöyküsü yazan ne de cazibesi vardır; bunun içindir ki İlyada'dan vodvile kadar sadece ayıp eğlendirmiş ve merak uyandırmıştır.

 

Dünya tarihi: Kötülük tarihi.

Bir felakete katkıda bulunmadıysanız iz bırakmadan yok olacaksınızdır.

Çevremize saçtığımız mutsuzlukla ilgilendiririz ötekileri.

 

Hepimiz sahtekar olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz. Yalan söylemeyi kabul etmeyen birisi ayağının altındaki toprağın kaydığını görürdü

 

Melankoli egoizmin düş halidir

 

Özgür olmayı deneyin: Açlıktan ölürsünüz. Kah hizmetkar kah despotik alınanız ölçüsünde toplum size müsamaha gösterir

 

Hayat bir uygarlığın yegâne saplantısı haline geldiğinde, o uygarlık düşüşe geçer.

 

"Duygu"nun güç kaynakları olmadan hiçbir şey yaratılamaz

 

Bir ulus sürekli olarak yaratamaz. Kendini meydana getiren ruhla birlikte tükenen bir değerler toplamına ifade ve anlam vermesi gerekmektedir.

 

Mitoslar yeniden kavramlar haline gelir: Gerilemedir bu (s. 106).

 

Hayat'ın keşfi, hayatı yok eder.

 

Bir halk başka tanrılar, başka mitoslar, başka saçmalıklar icat etme gücü olmadığı zaman ölür; ilahları solgunlaşır ve ortadan yok olur.

 

Doğu halkları kalıcılıklarını kendi kendilerine sadık kalmalarına borçludurlar: Pek evrim geçirmemiş olduklarından, kendilerine ihanet etmemişlerdir (s. 111)…

 

Soluk almaktan yüzü kızarmamak edepsizliktir.

 

İştahını köreltmiş olan ve kayıtsızlığın sınır biçimine yaklaşan kişi artık kendini sürdürmek istemez; üstelik aktaracak hiçbir şeyinin de olmayacağı bir başkasında yaşamaktan tiksinir.

İnsan ancak genel yazgıya sadık kalarak döl tutar. İblisin ya da meleğin özüne yaklaşırsa, ya kısırlaşır ya da eciş bücüş evlatları olur.

…her şeyden feragat etme kararının altında, o ölçüsüz tevazu marifetinin altında, iblisane bir köpürme yatmaktadır

 

…şu dünyadan daha acınası bir şey var mıdır?

 

Oluş, mutlak bir tamama ermeyi, bir hedefi dışlar: Zaman macerası, kendi dışında bir maksadı olmadan akar ve yol alma imkânları tükendiğinde bitecektir,

 

Aynı anda hem doğru hem saçma olmayan hiçbir görüş, sistem ve inanç yoktur; bu durum, o görüşe katılmamıza ya da ondan kopmamıza bağlıdır...

 

Felsefede şiirdekinden daha fazla kesinlik bulunmaz, zihinde de kalptekinden fazla; kesinlik ancak, yanaşılan ya da maruz kalınan ilke ya da şeyle özdeşleşildiği ölçüde var olur; dışarıdan her şey keyfidir (s. 136)…

 

Hakiki bilgi, karanlıklar içinde uykusuz beklemekten ibarettir…

 

Oluyor gibi görünen şey, olmayanın denetiminden hangi hünerle kurtulmuştur? Hiçliğin bağrında bir anlık dikkatsizlik, bir anlık kusur: Kurtçuklar bundan faydalanmışlardır. Uyanıklığında bir boşluk: Ve işte biz.

 

Bütün bilgelerden üstün olan Buda bile, ilahi ölçekte bir kendini beğenmişten başka bir şey olmamıştır. Ölümü, kendi ölümünü keşfetmiş ve bundan yara alarak her şeyden el çekmiştir ve kendi imtinasını diğer insanlara dayatmıştır. - Yokluğa karşı koymak için, öç alma duygusuyla Yokluğu Yasa'ya dönüştüren o incinmiş gururdan, böylelikle en korkunç ve en nafile ıstıraplar doğar (s. 140).

 

Müzik sadece Beethoven'dan beri insanlara hitap etmektedir: Ondan önce sadece Tanrı'yla konuşmuştur.

 

Her azizin içinde bir noter vardır, her kahramanda bir bakkal, her şehitte de bir kapıcı... İç çekişlerin dibinde bir yapmacık gizlenmektedir

 

Bireyin yetersizlikleri bir uygarlığın esneklik ve incelik derecesini belirler. Nadir duygular zihne yöneltir ve onu harlandırır: Yolunu yitirmiş içgüdü barbarlığın karşı ucunda yer alır.

 

Zaaf bir ıstırap olduğundan ve zahmete değen tek şöhret biçimi olduğundan, zaaf düşkünü kişi zorunlu olarak sıradan insanlardan daha derin "olmalıdır", çünkü sözle anlatılmayacak kadar ayrılmıştır hepsinden; ötekilerin bittiği yerden başlar o...

 

Evreni hüzünle tıka basa doldurduğumuz zaman, zihni alevlendirmek için tek bir neşe kalır bize; imkânsız olan ve nadir görülen o başdöndürücü neşe... Ümidin büyüsüne de artık ümit etmediğimiz zaman maruz kalırız… / s. 149

 

Bir hiçleşme fiiline götürmeyen hiçbir dikkat yoktur: Klasik ahlakçıdan Proust'a kadar, gözlemciye getirdiği bütün sakıncalarla birlikte, gözlemin mukadderatıdır bu.

 

Seven kişi aşkı incelemez, harekete geçen kişi eylem üzerine hiç düşünmez / s. 150

 

İnsan, intiharı ertelenmiş birisidir

 

Bütün aşağılanmalarımız açlıktan ölmeye karar veremememizden gelir.

Toplum bir dert değil bir felakettir.

 

Bir kurum ne kadar güçlenirse, insanilikten de o kadar uzaklaşır.

 

Bir fikrin baskın çıktığı yerde kafalar kesilir.

 

Bir din, kendini dışlayan doğruları hoşgördüğü zaman tükenir

 

…bir zihin ancak istedikleri hakkında, sevdiği ya da nefret ettikleri hakkında yanıldığı ölçüde önemli olur…

 

Türkçeleştiren: Haldun Bayrı

Metis Yayınları

4. Basım, 2013

Thomas Bernhard - Nefes - Bir Karar

Thomas Bernhard - Nefes - Bir Karar


 

Büyükbabamın aniden hastalanıp evimizin birkaç yüz metre ilerisindeki hastaneye yatırılmasının üzerine benim de hastalanmam kaçınılmazdı.

…olaylar sırasında daha on yedi yaşındaydım, benim için kolay zamanlar değildi.

 

Herkes farklıdır, herkesin kendine has bir yaşayışı ve ölüşü vardır.

 

Gerçek şu ki, sonbahar ve kışın ortasına kadar hafif bir akciğer iltihaplanması olan hastalığımı, yatağa düşmemek için bastırmış ve görmezden gelmiştim.

Gelişimimi derinden etkileyen üç önemli noktayı; çıraklık hayatımı, müzik eğitimimi ve büyükbabamla ailemi birbirine bağlayan mükemmel bir üçgen inşa etmiştim. Hiçbir şeye, en ufak bir rahatsızlığa bile izin veremezdim. Ama hesabım tutmamıştı; zaten şimdi düşünüyorum da, bu hesaplar hiçbir zaman tutmaz.

 

Köşedeki yatağımda yatarken kulağımda Mozart'ı, Schubert'i duyuyordum. Müziğin her bir notasını hayal edebiliyordum. Bu hayali müzik de yatağımda sahip olduğum en önemli şeydi, iyileşme sürecimin de en önemli parçasıydı.

 

Büyükbabamın ölümü beni ne kadar derinden etkilese, benim için ne kadar büyük bir darbe olsa da, bir anlamda kurtuluşum olmuştu. Hayatımda ilk kez yalnız kalmıştım ve bu birden karşıma çıkan özgürlüğü hayatımı kurtarmak için kullanmıştım, bunu şimdi anlıyorum.

 

Odasını olabildiğince uzun süre havalandırmayacakmış ki büyükbabamın kokusu dışarıya uçup gitmesin. Annem babasına çok bağlıydı…

 

Sağlığıma kavuştuğumda bana ne olacağı, onların değil, benim sorunumdu, yani ileride ne olacağım, onları değil sadece beni ilgilendirirdi. Hiçbir şey olmak istemiyordum, dolayısıyla kendimi herhangi bir uzmanlığa yönlendirmek amacında değildim. Benim tek istediğim kendim olabilmekti. Ama bu hakikat, onların anlayamayacağı kadar basit ve sertti.

 

Türkçeleştiren: Sezer Duru

Sel Yayınları, 2016

 


Sun Tzu - Savaş Sanatı

Sun Tzu - Savaş Sanatı

 

SAVAŞ SANATI ve TAOİZM

Düşman ordularını savaşmadan yenmek en büyük ustalıktır.

 

En usta komutan, düşman tuzaklarını boşa çıkartır, ondan daha az deneyimlisi, düşmanın destekçilerini yok eder; daha sonra geleni, düşmanın askeri güçlerine saldırır; en kötü komutan ise surlarla çevrili kentleri kuşatmaya kalkar.

 

Gerçekten de olayları oluşmadan önleyebilmek, hissedebilmek ve görebilmek birbirlerine bağlı olarak gelişen yeteneklerdir.

 

…büyük savaşları bereketsiz yıllar takip eder.

Silahlar uğursuz aletlerdir.

 

Orduda ikiyüzlülük çıktığında komutan eski bilge kralların tüm aklına bile sahip olsa, basit bir köylü sürüsünü bile yenebilmek olanaksız olur.

 

…iyi yöneticiler silahlanmadılar, iyi silahlananlar savaş hatları kurmadılar, iyi savaş hatları kuranlar savaşmadılar, iyi savaşanlar kaybetmediler, iyi kaybedenler ölmediler.

 

Başarılı saldırı, düşmanın kendisini nasıl savunacağını bilemediği saldırıdır. Başarılı savunma, düşmanın nasıl saldıracağını bilemediği savunmadır. Bu nedenle savunmada başarı yüksek duvarlara bağlanamaz.

 

Düşman bir arada kalmayı tercih etmişse hazır olmadığı yerden saldır: düşman saldırı hattı kuruyorsa, seni hiç beklemediği yerde karşısına çık.

 

Elimde tuttuğum ve ödüllendirdiğim üç hazinem var. Birisi şefkat, ikincisi tutumluluk, üçüncüsü ise başkaları üzerinde öncelik iddia etmemek. Şefkatten cesaret doğar, tutumluluk bize görüş sahası sağlar, başkaları üzerinde öncelik iddiasından kaçınma da yaşam güvenliği getirir. Şefkati, cesareti ve tutumluluğu bırakan, alçakgönüllülüğü terk ederek saldırganlığı tercih eden kısa zamanda yok olur. Savaşta şefkat zafere ulaştırır, savunmada şefkat ise güvenliği sağlar.

 

SAVAŞ SANATININ YAPISI ve İÇERİĞİ

Savaş Sanatı'nın birinci bölümü Planlama'nın önemini vurgulamaya ayrılmıştır.

Savaş Sanatı'nın ikinci bölümü genel olarak savaşın ülke ve halk üzerindeki etkilerine ayrılmıştır.

Üçüncü bölümde, konu savaşta strateji'dir.

Savaş Sanatı'nın dördüncü bölümü savaş stratejisinin en önemli unsurlarından biri olan taktik konusuna ayrılmıştır.

Savaş Sanatı'nın beşinci bölümünün konusu Enerji'dir.

Kitabın altıncı bölümü, "Boşluk ve Doluluk" kavramlarını öne çıkaran Gücün Kullanımı konusuna ayrılmıştır.

Savaş Sanatı'nın yedinci bölümü silahlı çatışma ile ilgili olup ordunun savaş alanındaki düzeni ile savaş manevraları hakkında Sun Tzu'nun görüşlerini özetler.

Savaş Sanatı'nın sekizinci bölümü savaş ustalığının köşe taşlarından biri olan Taktik Değiştirme ya da Uyumluluk konusuna ayrılmıştır.

Dokuzuncu bölüm orduların ilerlemesi üzerine yazılmıştır.

Onuncu Bölüm arazi konusuna eğilir.

Onbirinci bölüm, Arazide Dokuz Konum olarak adlandırılmıştır.

Savaş Sanatı'nın on ikinci bölümünde incelenen konu saldırıda ateşin kullanımı üzerinedir.

Sun Tzu, Savaş Sanatı'nın on üçüncü ve son bölümünü casusluğa ayırarak kitabın birinci bölümünde altı çizilen strateji konusu ve strateji için en büyük gereksinim olan haber almaya geri dönmüş bu dönüşüyle de kitabı bütünleştirmiştir.

 

Savaş manevraları konusunda Savaş Sanatı her harekattan önce mutlaka göz önüne alınılması gereken beş faktörden önemle bahseder: Uyum, hava, arazi, askeri liderlik ve disiplin faktörleri.

 

Askeri harekat aldatmacayı içerir.

Gücünüz varken kendinizi güçsüz gösterin. Etkiliyken etkisiz durun.

 

Sun Tzu: "Kendinizi ve karşınızdakini iyi tanıyorsanız sizin için tehlike yoktur, kendinizi iyi bilmenize rağmen karşınızdakini yeterince tanımıyorsanız yine de kazanma şansınız vardır, ancak ne kendinizi ne de karşınızdaki bilmiyorsanız o zaman her savaşta tehlike ile karşı karşıyasınız demektir." der.

 

TARİHİ ÇERÇEVE

Savaş Sanatı'nın eski Çin'de M.Ö. beşinci ve üçüncü yüzyıllar arasındaki "Savaşan Eyaletler" döneminde yazıldığı bilinmektedir.

 

Taoist felsefede ikilem hemen her zaman standart bir öğreti aracı olarak kullanılmıştır. Savaş Sanatı'nın da ikilemi kitabın özünde savaş aleyhtarı olmasındadır. Savaş Sanatı savaşa karşı savaşını kendi prensipleri çerçevesinde gerçekleştirir.

 

SAVAŞ SANATI

Bölüm I

PLANLAMA

 

Savaş Sanatı, savaş koşullarının değerlendirilmesinde mutlaka göz önüne alınması zorunlu beş önemli faktörün etkisi altındadır.

(a) Uyum ( Ahlak ) Faktörü,

(b) Hava Faktörü,

(c) Arazi Faktörü,

(d) Liderlik Faktörü,

(e) Disiplin Faktörü

 

Bu sayılan beş faktörü bilerek kullanan her komutan başarılı olacak, asla kaybetmeyecektir. Bilmeyense zafere ulaşamayacaktır.

 

"ŞAŞIRTMA" ve "ALDATMACALAR"

Tüm savaşlar aldatmacalara ve şaşırtmaya dayanır.

 

Düşman sinirli yapıda ise daha çok sinirlendirmeye çalışın. Kendinizi zayıf gösterip düşmanın sizi küçük görmesini sağlayın.

 

Bölüm II

SAVAŞIN MALİYETİ

Savaş başladığında, zafer gecikecek olursa, savaşçılarınızın silahları körleşmeye, savaşma şevkleri kırılmaya başlar.

 

Uzaktan yardımla yaşamak zorunda kalan ordunun halkı fakirleşir.

 

Bölüm III

SAVAŞTA STRATEJİ

Komutanlığın en üstün meziyeti düşman planını çözüp, kırmaktır.

 

Savaşta ana kurallardan biri, mümkün olabildiğince surlarla korunan kentlerin kuşatılmasından kaçınmaktır.

 

Öfkesini kontrol etmesini bilmeyen komutan ordusunu düşman üstüne karınca sürüsü gibi yollayandır.

 

Elindeki ordunun gücü düşmandan on misli büyük ise düşmanı kuşat; beş misli büyük ise saldır; iki misli büyük ise ordunu ikiye böl.

 

Savaşı, düşmanın en hazır olmadığı zamanı beklemesini bilen kazanır.

 

Bölüm IV

TAKTİK

Savunmada kalmak, güç yetersizliğini gösterir, saldırı ise aşırı güç göstergesidir.

 

Bölüm V

ENERJİ

Kumandanız altında bulunacak büyük bir ordu ile küçük bir birlik arasında büyük bir fark yoktur. Sadece işaretleme kullanımı değişir.

 

Enerji gerilmiş yay, kararsa okun atılmasıdır.

 

…düşmanı harekete zorlama ustalığına sahip komutan, düşmanı yanıltıcı manevraları ustalıkla kullanır; düşmana bazı önemsiz yemler verip düşmanı yeme saldırtır.

 

Bölüm VI

GÜCÜN KULLANIMI

Saldırıda başarılı komutan neyi savunduğunu bilemeyen düşmana saldırır; savunmada başarılı olan komutan ise neye saldırdığını bilmeyen düşmana karşı mevzilerini savunandır.

 

…zafer sizin ne yaptığınızı anlayamayan düşmanın hatalı taktikleri sayesinde gelecektir.

Size zafer kazandıran bir taktiği bir daha tekrarlamayın. Ancak metotlarınızı koşullara göre gerekli değişiklikleri yaparak sürdürebilirsiniz.

 

…savaşta uygulanacak etkili yol güçlüden uzakta durup, zayıfa saldırmaktır.

 

Bölüm VII

SAVAŞTA MANEVRA

Savaşın en önemli sanatlarından biri olan ALDATMACA, taktik manevra yeteneği ile doğru orantılıdır. Düşman sizi karşısında beklerken, uzun dolambaçlı yolları takip ederek düşmanın arkasına geçip, düşmanı beklemediği anda vurarak amaca ulaşmak taktik manevralardan başka bir silahla yapılamaz.

 

Savaşta duygularını, hareketlerini, amacını düşmandan gizle. Kazanırsın.

 

Planlarınız gecenin karanlığı gibi görülmez olsun, saldırınız ise gök gürültüsü gibi insin.

 

Aldatmaca sanatını en iyi bilen zafere ulaşacaktır. Bu da manevra sanatıdır.

 

Düşman ordusunu kuşattığında bir açık nokta bırak. Bunalmış düşmanı çok zorlama.

Buna Savaş Sanatı denir.

 

Bölüm VIII

TAKTİK DEĞİŞTİRME

Zor koşullar altındaki yerlerde kamp yapma. Yüksek yolların birleştiği yollarda müttefiklerinle işbirliği yap. Tehlikeli pozisyonlar olan ücra yerlerde oyalanma. Kuşatma altında strateji değiştir. Ümitsiz koşullarda savaş.

 

Bir komutanın yapacağı beş hata felaket getirebilir.

(a) Dikkatsiz cesaret, yok olmaya götürür.

(b) Korkaklık, düşmana esir düşmeye götürür.

(c) Acelecilik, hakaretlerle kışkırtılabilir.

(d) Şeref Düşkünlüğü, utanmaya götürür.

(e) Adamlarına aşırı düşkünlük, endişe ve tereddüde götürür.

 

Bölüm IX

ORDUNUN İLERLEMESİ

…askerin komutanına inanmasını sağlamak için ayırım göstermeden bir yandan adil davranıp, diğer yandan çelik gibi disiplin altında tutmalıyız. Bu zafere giden en kesin yoldur.

 

Bölüm X

ARAZİ FAKTÖRÜ

Altı çeşit arazi vardır.

(a) Düzgün arazi.

(b) Karışık arazi.

(c) İhmal edilecek arazi.

(d) Dar geçitler.

(e) Uçurumlu tepeler.

(f) Düşmandan uzak pozisyonlar.

 

Düşmanın savaşa hazırlıklı olduğunu, kendi askerimizin savaşa hazır olduğunu bilmemize rağmen, üzerinde bulduğumuz doğal koşulların savaşmaya uygun olmadığını göremiyorsak zafere giden yolun yine yarısındayız demektir.

 

Bölüm XI

ARAZİDE DOKUZ KONUM

Savaş Sanatı dokuz tip arazi tanımlar.

(a) Karışık Arazi

(b) Yakın Arazi

(c) İhtilaflı Arazi

(d) Açık Arazi

(e) Anahtar Arazi

(f) Ciddi Arazi

(g) Zor Arazi

(h) Kuşatılmış Arazi

(i) Ümitsiz Arazi

 

Çıkış yolları kapalı, kaçma olanağı kalmayan askerler korku duygusunu yitirirler. Direnme güçleri sonsuzlaşır. Hele, bir de yabancı topraklardaysa, inatçı bir cephe oluştururlar. Yardım gelmesi de zor gözüküyorsa, sıkı bir mücadele verirler.

 

Bölüm XII

ATEŞLE SALDIRI

Ancak, yok edilen bir krallık asla yeniden kurulamaz; ölüler canlanamaz.

Bu nedenle, bilge hükümdar dikkatli, iyi komutan tedbirli olmalıdır. Bir ülkeyi barış içinde yönetmenin, orduyu güçlü tutmanın yolu budur.

 

Bölüm XIII

CASUSLUK ve İSTİHBARAT

Beş tür casus kullanılır.

(a) Yöresel casuslar.

(b) İç casuslar.

(c) Devşirme casuslar.

(d) Hükümlü casuslar.

(e) Hayatta kalan casuslar.

Bu beş tür casusun hepsi bir arada kullanıldığında gizli istihbarat sistemini kimse ele geçiremez. Buna, "İplerin Kutsal Kullanımı" denilir. Bu güç her hükümdarın en kıymetli kaynağıdır.

 

"İç Casus" düşman subaylarının kullanımıdır.

"Devşirme Casuslar", ele geçirilip, düşman aleyhine kullanılan düşman casuslarıdır.

"Hükümlü" ya da "Ölü Casus"lar düşmanı yanıltmak amacıyla çeşitli davranışlara yönlendirilip sonra da bizim casuslarımızca düşmana bilinçli olarak belirtilen casuslardır.

 

Doğal üstün zekâya sahip olmayan hiç kimse casus olamaz.

 

"SAVAŞ SANATI" YORUMCULARI

 

Türkçeleştire: Adil Demir

Kastaş Yayınları, Üçüncü Basım, 2008