30 Aralık 2011 Cuma

Moritz Winternitz – Hint Destanları

Moritz Winternitz – Hint Destanları
Ramayana – Mahabharata- Harivamsa

Destanların çekirdek konularına bakıldığında, Mahabharata Ramayana’dan daha eski gözükmektedir. Ancak Ramayana’nın yazıya geçirilip, bitirilişi (yaklaşık MÖ. 2. Yüzyıl) Mahabharata’dan daha önce olduğu için, daha eski bir destan olarak kabul edilir.

Ramayana, öncelikle Buddhist inançtan etkilenmiştir ve halk arasında yaşayan baladlar, destan bitirilmeden önce zaman içinde, sık sık destan anlatımlarında kullanılmıştır. Destan, daha sonra Hinduizm’in Vishnu mezhebinin etkisi altına girerek, tamamen Hindulaştırılmıştır.

Ramayana, 24.000 beyit be 7 bölümdür. Mahabharata ise 100.000 beyit ve 18 bölümden oluşur. Destandan çok bir Purana (efsanevi öykü biçimi) karakteri gösteren Harivamsa ise 35.000 beyit ve 3 bölümdür.

Rama, bir savaşçı çocuğu olmakla birlikte, sürgüne gidişi sırasında bir Buddhist gibi uysal ve yumuşaktır. Sugriva için Valin’i öldürmesi, aslında kalleşçe bir davranıştır. Bunun dışında genelde iyi bir insan portresi çizer. Daşaratha sözünde duran kral; Kaikeyi ise oğlu için kötülüğü bile göze alan iyi bir anne, fakat kötü bir kişidir. Lakshmana, kardeş bağlılığına, Sita ise eş bağlılığına iyi birer örnektir. Bharata ise, ağabeyi Rama’ya bağlılığını göstermeyi ihmal etmez. Rovana’da, destandaki en kötü ve zalim karakterdir.

Mahabharata destanında ilk önce görülenler, Vishnu inancının egemen olmadığı zamanların baş tanrıları Vedik tanrılar, İndra, Agni, Soma vs’dir. Destan, daha sonra, Vishnu mezhebine bağlı din adamlarının egemenliği altında yeniden biçimlendirilmiştir. Ancak destanda, erdem ve adalet tanrısı Dharma’nın ve Dharma anlayışının da büyük bir önemi olduğu görülmektedir.

Mahabharata’nın konusundan esinlenerek eser yaratmış birçok sanatçı vardır. Kalidasa’nın(MÖ. 3-4. Yüzyıl), destan içindeki bir öyküden yola çıkarak yarattığı Şakuntala adlı eseri çok ünlüdür.

700 beyitten oluşan Bagavatgita’nın yazarı belli değildir ve büyük bir olasılıkla destana sonradan eklenmiştir. Krisha, tıpkı Rama gibi, tanrı Vishnu’nun insan olarak bedenlenmiş halidir.
…bu kitap için Hint düşüncesinin aynasıdır diyebiliriz.

Harivamşa destanı, Mahabharata’nın eki olarak kabul edilir. Tanrı Vishnu’nun bedenlenmiş hali olan Krishna’nın aşkları, maceraları ve kahramanlıklarını anlatır.

Hintliler atalarına Bharata derler.
Mahabharata, Büyük Bharata savaşını anlatır.
Ariler savaşçı bir ırktı, Hindistan’a kuzeyden geldikleri zaman tarih MÖ. 1500 veya 1250 yıllarını gösteriyordu.
Rama ise bir büyük raca olarak, Ari kurum ve düşüncelerini Hindistan’ın güneyindeki en uç noktasına kadar yayan kişi olarak düşünülür.
Dünya zalim cin (rakshasa) Ravana’nın kötülüğü altında inim inim inlemektedir. Vishnu cennetten yere iner ve Rama kılığına bürünerek bu dünyayı kurtarır. Ona, kardeşi Lakshmana ve maymun dostu Hanuman yardım ederler. Karısı Sita ise onun en büyük dayanağı, eşi, sevgilisi, her şeyidir.
Mahabarata Destanı
Pandu bir çileci hayatını benimser.
Bunun üzerine Kunti, soyunun devamı için tanrılara yalvarır.
Gezginin dostu kervandır. Evde kalanın dostu karısıdır. Hastanın dostu doktor…
Yenilmesi zor olan düşman öfkedir. Hiç bitmeyen hastalık aç gözlülüktür.
Kuru savaş alanındaki büyük savaştan otuz yıl sonra Pandavalar,  Gondhari’nin Krishna ve soyunun yok oluşu ile ilgili lanetinin gerçekleşmekte olduğuna dair işaretler alırlar. Krishna kardeşi Baladeva’yı arar ve onu tam ölmek üzereyken bulur. Baladeva’nın ağzından beyaz bir yılan çıkar ve süratle kendisini bekleyen çok ünlü yılan şeytanlarının bulunduğu okyanusa gider. Krishna ıssız bir ormanda yere uzanır ve derin düşüncelere dalar. Orada dolaşmakta olan Cara (yaşlılık) adındaki bir avcı onu geyik zannederek okunu fırlatır. Ve onu vücudundaki tek öldürebileceği/öldürülebileceği nokta olan topuğundan vurarak öldürür.

Harivamşa Destanı
Üç ana kitaptan oluşur;
1)      Harivamşaparvan
Hari, tanrı Vishnu’nun sayısız isimlerinden biridir. Harivamşa ise Hari’nin soyu anlamına gelir. Yaratılış konusunda ve çok çeşitli mitolojik olaylardan bahsedilir. İnsan tanrı Krishna’nın doğuşundan sonra birçok olay anlatılır.
2)      Vishnuparvan
Bir ölümlü haline gelen tanrı Vishnu’nun Krishna adıyla doğumundan ölümüne kadar geçen olayları kapsar.
3)      Bhavisyaparvan
Purana metinlerinin toplanmış bir nüshasıdır.

Ramayana Destanı
Bir avcının vurduğu çulluğu gören Valmiki çok kederlenir ve avcıya beddua eder. Sonra Tanrı Brahma ortaya çıkar, Rama’nın yaptıklarını anlatır.
  1. Kitap: Bala-kanda (Rama’nın gençliği)
  2. Kitap: Ayodhya-kanda (Ayodhya’da)
  3. Kitap: Aranya-kanda (Orman Hayatı)
  4. Kitap: Kishkindha-kanda (Kishkindha’da)
  5. Kitap: Sundara-kanda (güzel bölüm)
  6. Kitap: Yuddha-kanda (Savaş bölümü)
  7. Kitap: Uttara-kanda (Bitiriş bölümü)

Çeviren: Korhan Kaya
İmge Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, 2002, Ankara 

Kürşat Demirci – Hinduizmin Kutsal Metinleri Vedalar

Kürşat Demirci – Hinduizmin Kutsal Metinleri Vedalar

Vedaların sanskrit dilindeki yazılı metinleri MS. 14. Yüzyılda ortaya çıkar. Sadece birkaç fragmanın tarihi MS. 2. Yüzyıla kadar çıkmaktadır. Bu tarih, Vedaların meydana getirildiği tarih olan MÖ. 1200 civarı gözönüne alındığında oldukça geç bir tarihtir.
Vedalar başlangıçta şifai olarak söylenmş ve çok sonraları yazıya geçirilmiştir.
Özellikle sır cemaatlerinde görülen bu kaygı şifai geleneği kutsal bir yapıya büründürmüştür.

Vedalarla ilgili ana kaynak mahiyetindeki eserlerin başında şüphesiz Vedalardan sonraki kutsal metinler olan Brahmanlar, Upanişadlar, Puranalar ve Mahabharatha gelir. Vedantik literatür adı altında incelenen bu kitaplar, Hindu geleneğine göre Vedaların tefsiri mahiyetindedir.

Özellikle Upanişadların ortaya çıkışından (MÖ. 800) sonra Hinduizm zengin bir felsefi boyut kazanmıştır.

Hinduizm ve Hindu sözcükleri Sanskrit dilinde nehir anlamına gelen Sindhu kelimesinden türerilmiştir.


Veda (=Vid) kelimesi -> bilgi, yani kutsal bilgi anlamına gelir. Grekçe’deki Poida, Got’çadaki Wait, Almanca’daki Weiss, Eski İngilizce’deki Wit ve Latince’deki Video, bilmek mânâsına geliyor olup bu Sanskrit kelimeden türmişlerdir.

Bu bilgi, yani Veda, Hindu inancına göre ruh dünyasından, Tanrı Krişna’dan gelir.
Veda kavramına eş olarak benzer şekilde kullanılan bir terim de Sriti’dir. Literatürde kimi zaman bu iki terimin birbiri yerine kullanıldığı görülür. Sriti, işitmek/duymak, yani şifai olarak gelen kutsal bilgiyi işitmek anlamına gelir.

Bilgi’de (Veda kitabında) ilk öğretilen, Brahmandır (Tanrı). Hindu geleneğine göre Brahman bilgiyi almış, aziz Naranda’ya ve diğer şakirtlere dağıtmıştır.
Bhagavat Gita adlı eserde Veda bu şekilde açıklanır.
Bhagavat Gita’ya göre bilginin amacı Krişna’yı yani Brahman’ı bulmaktır.


5000 yıl önce Vyasedeva, Veda’yı kendi çağındaki halkın okuması için yazılı hale getirdi. Veda’yı dörde böldü (Rig, Sama, Yacurve Atharva), sonra bu Vedaların sorumluluğunu şakirtlere verdi. Yüksek bir aileden doğmuş olmakla birlikte bilgi niteliği bakımından yeterli olmayan kişilere (dvija ve bandhu’lara) Mahabharatha’yı verdi. Sonra Vyasedeva Vedaları alimler ve filozoflar için Vedanta Sutra denilen bir külliyatta topladı.

Vedaların ortaya çıkışı ile Hindistan’ı işgal eden Aryanların ya da Hind-Avrupalıların çok yakın ilişkisi vardır (sadece tez).

Yaklaşık MÖ. 1500-1200 civarında dalgalar halinde ve uzun süreli savaşçı akınlarla Hindistan içlerine giren Hind-Avrupalılara ait oldukça kısıtlı bilginin büyük bir kısmı dört Veda’dan ve özellikle Rig Veda’dan gelir.

Vedaların dilinden de anlaşılacağı üzere bu ilk akıncı Aryanlar bugünkü Sanskrit dilini de içine alan Hind dillerinin arkaik bir formunu konuşuyorlardı. Bu dil, Hititçe, Toharca, Slavca ve Farsça ile yakoından akrabaydı.

Bugün hâlâ kullanılan İran kelimesi de Ari kelimesinin genetif plural hali olup ürün yetiştirmek fiiliyle ilişkilidir.

Bu konuyla ilişkili önemli problemlerden biri de Aryanların ana vatanları ve buradaki kültürleridir.
…ana Arya ırk gurubu MÖ. 2000’den daha önce Ren ve Don veya Ren ve Batı Türkmenistan arasındaki geniş otlak arazilerde göçebe olarak yaşayan münferid kabileler halinde bulunuyorlardı. Dinyeper ve Danube arasındaki ovalarda yoğunlaşan batı kabile birliklerinde nilk olarak Grekler, İtalikler, Keltler ve Germenler meydana geldi. Muhtemelen Aral civarında gerçekleşen doğu bölünmesinden çeşitli Balto-Slavik kabileler ve ilk İranlılar ile Hindistan ve Pakistan’ı işgal edecek olan ilk Ari kabileleri ortaya çıkmıştır.

MÖ. 1200 civarına doğru bu ana guruptan kopan Ariler, Afganistan’ı geçerek önce Pakistan’a sonra da Hindistan içlerine sızmışlardır. Bu ana guruptan kopup batıya gelen guruplar da Hititleri ve Mitannileri meydana getirmişlerdir.

Rig Veda
Vedaların içerisinde en erken döneme tarihlenen Rig Veda gerek bu nedenle, gerekse asli Vedik düşünceyi yansıtması açısından diğer üç Vedadan daha büyük bir öneme sahiptir.
Rig Veda 1017 ilahiyi kapsar. Her bir ilahi 10 kadar verse (ayet) den müteşekkildir.
Bu 1017 ilahi, kainatın ve hayatın esrarengiz yapısı ile şaşkına dönen şiirsel düşüncenin tezahürü olarak, rahiplerin ağzı ile söylenen, yoğun emirlerden ziyade şükür ve istek türünde duaları içine alan ve din duygusunun ulaştığı en yüksek bir düşünce sistemini kapsayan ayetler halinde 10 ayrı kitap içine bölünmüştür.

Sama Veda
(Samani = Melodi) Önemli yanı Rig Veda’daki ilahilerin söylenişine eşlik edecek melodilere yaptığı referanslardan gelir.

Sema Veda’daki ilahilerin ithaf edildiği Tanrı genellikle İndra’dır.

Yacur Veda
Kurbanın veya takdimenin sunuluşu ile ilgili merasimleri içine alan Yacur Veda iki temel kısma ayrılır. Krişna (veya Kara) Yacur Veda ve Sukla (veya Beyaz) Yacur Veda. Kara Yacur Veda tarih olarak daha eskidir.
İçindeki talim bütünüyle rahiplere yöneliktir. Dili ağdalıdır. Ayetlerin bir kısmı olduğu gibi Rig Veda’dan alınmadır.

Athara Veda / Atharva Veda
Atharva Veda bugünkü şekliyle en son Veda’dır.
Hindu geleneği Atharva Veda’nın kronikliği konusunda iki ayrı görüşe sahiptir. Atharva Veda’yı Veda külliyatına dahil etmezler.
Bunun nedeni Atharva Veda’daki muhtevanın avami büyü formülleriyle dolu olmasıdır.
Atharva Veda’nın iki adı daha vardır; Bhhrgvanirasah (Bhrigu ve Angiura), diğeri Brahma Veda.
AtharvaVeda 730 ilahilik bir koleksiyondur.
Hindu geleneğine göre Vedalar ve Brahmanalar sriti yani vahy (vahiy) ürünüdür. Bunun dışında kalan literatür smrıti veya gelenektir.
Upanişadlar’ı birinci guruba sokmak daha uygundur.
Vedalarda çok tanrılığın yanında göze batan olaylardan biri de ayetlerin sembolik anlatımıdır. Aşırı sembolik anlatım Vedik teolojinin içine tam olarak girmemizi engellemektedir.

Vedalarda ilk bakışta neredeyse her gücün ilahlaştırıldığı görülmektedir. Tanrıların sayısını hesaplamak imkansızdır.
Önemli tanrılar otuz üç tanedir.
Bununla birlikte cinler, diğer küçük tanrılar ve kahramanlarla birlikte bu sayı binlere ulaşır.

Görünüşte Vedalar’daki bütün ilahlar antromorfik karakter taşırlar. Vedalar’daki tanrıların en göze çarpan özelliği kuşkusuz onların kurbana ve takdimeye olan tutkularıdır.

Agni
Agni, ateşle ilgili bir tanrıdır.
O hem korkulması gereken bir Tanrı (ugra) hem de müşfik ve insanlara yardım eden bir Tanrıdır.
Agni gök tanrısı Dyaus’un (Greklerde Zeus) oğludur. O gökte doğmuştur fakat aynı zamanda herşeyin içinde bulunur. Bazen güneşle aynileştirilir.

İndra
İndra sık sık deva türünde bir Tanrı olarak zikrediliyorsa da o gerçekte asuralar sınıfına girer. O hem iyi(midhvas) hem de kötü(ugra-ghora) bir Tanrıdır.
İndra’nın en büyük fonksiyonu cin Vrita ile yaptığı savaş ve böylece insanlığın kurtuluşudur.
İndra, suların akmasını önleyen Vrita ile bir mücadeleye girer. Vrita’yı yener. Bu sayede insanlar suya kavuşur. Bu mitolojik anlatımın gerisinde Kaos’tan yaratılışa geçiş olayı vardır.
Mısır’da Re (Ra) ve Apophis; Sümer’de Ninutra ve Asag; Babil’de Marduk ve Tiamat; Hititler’de Fırtına Tanrısı ve yılan İlliyanka; Grekler’de Zeus ve Typhon; İran’da Thraetaona ve üç başlı canavar Azhi Dahaka, bu mitosa klasik örneklerdir.

Mitra
Hind-Avrupalılar’ın en eski tanrılarındandır. Daha sonraları Hindistan’da, İran’da önem kazanacak ve hatta bir tanrı olarak Roma’ya kadar gidecek olan bu ilah, Vedalar’da tali bir öneme sahip görünür. Sadece bir ilahi ona adanmıştır.
Tanrılarla insanların arasını bulur. Güneş onun gözüdür (Horus’un gözü) hiçbir şey onun gözünden kaçmaz.

Vişnu Hinduizm’de Brahma ve Şiva ila birlikte ana üçlü tanrılar gurubunu meydana getirecektir.
Bu kontekste Vişnu, avatar yani hulûl eden tanrı olacaktır. Bu üç tanrı ilginç bir şekilde Hıristiyanlığın teslis akidesini andırmaktadır.
Brahma -> Baba
Vişnu -> Oğul
Şiva -> Kutsal Ruh
Avatar olan Vişnu, Brahma’nın tarihileşmiş ya da kişileşmiş halidir.

Vedalar’da tanrı kelimesinin monoteist dinlerdeki anlamından uzak olarak ilk prensip şeklinde düşünülmesi gerekmektedir.

Yaratılış olayının nasıl, ne zaman ve kim tarafından başlatıldığı konusunda bir açıklık yoktur.

(Eskatoloji)
Asu’nun (ruh) ölümden sonra yaşadığına inanılırdı. Hinduizm’de daha sonra ortaya çıkacak olan tenasüh inancına Vedalar’da rastlanmaz.
Bu inanç ilk kez Brahmanlar’da ortaya çıkar.
Vedalar’da ölülerin ruhlarının, daha önce ölen atalarının ruhlarının yanına gittiğine inanılırdı. Burası Yama’nın mekânıydı. Burası bir nevi cennettir. Hastalık ve dert yoktur.

Atharva Veda’da cehenneme dair bir referans vardır. Cehennem karanlık ve çukur bir yerdi (naraka loka).

Upanişadlar’ı izleyecek olursak Vedalar bir vahy ürünüdür. Vedalar’da görülen çok tanrıcı karakter Upanişadlar’daki tek tanrı inancı ile telafi edilmiştir.
Bu durum/bu tutarsızlık, iki farklı dönemde ortaya çıkan metinler üzerinde tereddüte neden olmaktadır (Tanrı yanılmaz öyle değil mi?).

Vedalar’daki tanrıların durumuyla ilgili olarak söylenebilecek kesin şey, onların gerçekte tabiat güçlerinin sembolizasyonu olduğudur.

Vedalar’daki sembollerin tümelleri temsil ettiğini söyleyebiliriz.

Vedalar’daki teoloji bütün boyutlarıyla panteizme çok elverişli bir yapı sergiler.

Brahmanlar’daki temel konu kurbandır. Kurban bir canın karşılığında bir can kazanmadır.
Bu inancın adı, Hindu literatüründe Karma adını alır.
Karma, insanın yaptığı herşeyin karşılığını bu dünyada mutlaka almasını sağlayan bir yasadır ki, bu yasadan samsara yani ruh göçü kavramı neşet etmiştir.
Eliade’ya bakılırsa Hinduizm’in karması, Yahudiliğin Adem ve Havva’nın bilgi ağacına yaklaşarak yeryüzüne düşmesi inancına tekabül eder. Bu sebepten dolayı Yahudilik’teki cennet kavramının bu dünyada olmuş olmasına şaşmamak gerekiyor.

Rig Veda
Agni, tanrıların rabbi. Herşeyin maliki büyük bilge. Adakların taşıyıcısı.

Athara Veda
Yeryüzü bizim için geniş bir faydalanma alanı. O bizi bereketlendirecek, bize kendisini uygun kılacak. O ki, Agni Vaisnavara’yı (ateş) yaratır ve boğayı İndra ile çiftleştirir, bizi servet ile donatacaktır.
Brahmin’den önce Brahmaçarin doğdu; sıcaklık içinde kendinin yükselttiği ateş ile. Ondan Brahmanam (Brahmani hayat) ve en yüksek Brahmin ve ölümsüzlükleri ile bütün tanrılar neşet etti.
İsimler ve şekiller Ukkhista’da (kurban artıkları) depo edilmiştir.
Dünyanın yaratıkları Ukkhista’da inşa edilmiştir.
Zaman bir küheylan, yedi ışını ile hızla koşar; zaman bin başlı, çağların üstünde, tohumu bereketli. Kutsalca düşünceleri ile düşünen kahinler onu incelerler, bütün varlıklar onun tekerleğidir.
Yedi tekerleği ile zaman (atını) koşar, onun yedi dingili vardır, ölümsüzlük onun baltasıdır, bütün varlıkları taşır. ;lk tanrı olan zaman, şimdi ileri doğru hızlanıyor.
Büyük bir fanus zamanın üzerine yerleştirilmiştir; onu biz gerçekte çeşitli şekiller halinde görürüz.
Gerçekte ondan (zaman) daha yüksek bir güç yoktur.
Bütün varlıklar zamandadır, zamanda bütün gözler görür.
Zaman düşünceyi sınırlar, zaman soluğu sınırlar, zaman adı sınırlar…
Zaman yaratıcı ateşi sınırlare, zaman en yüksek ateşi sınırlar, zaman Brahma’yı sınırlar; zaman herşeyin Rabb’ıdır. O Pracapati’nin babasıydı.
Gerçekte Brahma’ya sahip olan zaman Parameshthin’i (en yüce tanrı) de destekler.
Yaratıkları (pragah) zaman yarattı ve zaman başlangıçta yaratıkların rabbını yarattı; kendi kendine var olan Kasyapa ve Tapas Zaman’dan doğdu.



İşaret Yayınları
Ağustos 1991

Korhan Kaya – Buddhistlerin Kutsal Kitapları

Korhan Kaya – Buddhistlerin Kutsal Kitapları

Vinayapitaka

Gerçeği öğrenen, gerçeği gören kişinin yalnızlığı ne güzel.

Gelin efendiler Dhamma olmayan şeyler yayılıp gerçek Dhamma unutulmadan, Vinaya olmayan şeyler yayılıp gerçek Vinaya unutulmadan, biz gerçek Dhamma’yı ve gerçek Vinaya’yı söyleyip yayalım.

Suttapitaka

Efendim, kadınlara nasıl davranmamız gerekir?
Onları görmeyin Ananda
Ama eğer görmek kaçınılmazsa ne yapalım?
Konuşmaktan kaçının Ananda
Ama eğer onlar bizimle konuşursa ne yapalım?
Gözünüzü dört açın Ananda

Yükten kurtulmak nedir?
Bu tukulardan tamamen yok edilmesidir. İsteğin kesilip atılması, istekten vazgeçilmesi, ona uyulmamasıdır. İşte keşişler, buna da yükten kurtulma denir.

Cehalet Karma’dan doğar,
Karma bilinçten doğar,
Bilinç ad/isim ve biçimden doğar,
Ad/isim ve biçim altı duyu organından doğar,
Temas histen doğar,
His istekten doğar,
Bağlılık varlıktan doğar,
Varlık doğuştan doğar,
Doğuş; yaşlılık, ölüm, keder, ağlama, acı ve üzüntüden doğar. Böylece bütün acılar ortaya çıkmış olur.

Öte yandan cehaletin bütünüyle yok olmasıyla Karma kaybolur.

Kadınlar gizlice davranır, açık davranmaz.
Brahmanların sihirleri gizlidir, açık değildir.
Yanlış öğretiler gizlidir açık değildir.

Ay, açıkça parlar.
Güneş, açıkça parlar.
Buddha’nın dini ve öğretisi açıkça parlar, gizli değildir.

Suttanipata

Öfkesini yenen kişi, tıpkı yılan zehirinden kurtulan kişi gibidir.
Tüm dünyalardan vazgeçen keşiş, tıpkı eskiyen derisini yenileyen yılan gibidir.
Böyle kişi o beş engelden (tutku, kin, tembellik, endişe, akılsızlık) vazgeçmiştir.

Başkalarıyla temastan sevgi doğar, sevgiyi acı izler.

…dört keşiş vardır;
Yolu kazanan, Yolu gösteren, Yolda yaşayan ve Yolda yürüyen.

Şüphelerini yenmiş, acıda kurtulmuş, Nibbana’da haz bulan, aç gözlülüğü bırakmış, insanlara ve tanrılara yol gösteren kişiyi Buddhalar, Yolu kazanmış kişi olarak tanımlar.

Bu dünyada Nibbana’yı en soylu şey olarak bilen ve Dhamma’yı açıklayıp etrafı aydınlatan, şüpheleri yenmiş ve şehveti kovmuş ermişe bu ikinci tip Bhikkhu’ya, Yolu gösteren denilir.

Duyularını kontrol eden, Dhamma’nın doğru yorumlanmış sözlerine göre Yol’da yaşayan, düşünceli ve doğru öğretiyi uygulayan üçüncü tip Bhikkhu’ya Yolda yaşayan denilir.

İyi davrananlar gibi giyinen, kazanç fırsatlarını kollayan, toplulukları rezil eden, dünyayı umursamayan, aldatıcı, denetimsiz, geveze kişi, sanki gerçek bir keşişmiş gibi Yolda yürür.

Yanlış görüşlere sarılmayan, erdemli ve anlayışlı, duyu zevklerine aldırış etmeyen kişi bir daha asla ana rahmine düşmez.

Abhidhammapitaka

Yüksek din anlamına gelir.

Abhidhammapitaka’nın güvenilirliğinden bir parça kuşku duyulmaktadır.

Milindapanha

Milinda’nın soruları anlamına gelir. Milinda, MÖ. 1. Yüzyılda Kuzey Hindistan’daki Greko-Baktriyan İmparatorluğu’nun yöneticisi Menandros’tur.
Bu Yunanlu büyük kral, çok önemli bir Buddhist hoca ile karşılaşır ve ona çeşitli sorular sorar, ondan Budhist bakış açısıyla cevaplar alır.

Sanskrit Buddhist Metinler

En önemlileri; Mahavastu, Lalitavistara, Divyavadana, Buddhaçarita, Saddharmapundarika gibi eserlerdir.

İmge Kitabevi
Aralık 1999, Ankara

27 Aralık 2011 Salı

Bhagavad-Gita

Bhagavad-Gita
Hinduların Kutsal Kitabı
(Kutlu Ezgi – Tanrı’nın Şarkısı)

  1. Bölüm
Arcuna’nın Bunalımı
Soyun yok olmasıyla ölümsüz aile gelenekleri kaybolur; adalet sağlayan gelenekler kaybolduğunda ise adaletsizlik bütün soya egemen olur.

Varshneya, adaletsizliğin yüzünden egemenliği yüzünden soyun kadınları ahlak çöküntüsüne uğrarlar. Ey Krishna, kadınlar bozulduğunda da sınıf karışımı olur.

Sınıf karışımı soyu yıkanları ve soyun kendisini cehenneme yollar.

Ey Canardana biz, aile geleneklerini kaybetmiş insanlar cehennemde sınırsız/sonsuz süre kalacaklar diye işittik.

  1. Bölüm
Bilmek ve Olmak (Aydınlanmış İnsan)
Kederlenmeyecek kişiler için kederlenme!
Akıllı kişi ne yaşayanlar için ne de ölüler için kederlenir.

Aslında benim olmadığım, senin ve bu kralların olmadığı bir zaman hiç olmadı; bundan sonra da hepimiz bütün zamanlarda olacağız.

Ey Kaunteya, duyular dünyasından sıcaklık ve soğukluk, zevk ve acı gibi şeyler gelir. Bunlar gelip geçicidir, bunlara değer verme Arcuna!

Ey büyük insan, bilge kişi için zevk de acı da birdir; ikisi de onu etkileyemez; o kişi ölümsüzlüğe layıktır.

Şunu bil ki herkesin içinde bulunan öz ölümsüzdür; hiçkimse ona bir son veremez.

O doğmamıştır, ölmez; bir şeyden olmamıştır ve hiçbir şeye dönüşmez. O doğmamıştır, daimidir, ölümsüzdür, ilktir; o, beden ölse bile öldürülemez.

Bir insanın eski elbiselerini bırakıp yenilerini giymesi gibi, ruh da ölümlü bedeni bırakır ve yeni bir bedene girer.

Bütün canlıların ondan türediği ve herşeyin içinde bulunan bu ruha hiçbir zaman zarar verilemez, lütfen kederlenme.

Vedalar doğanın üç Guna’sından sözeder, bu üç Guna’yı aş Arcuna! Karşıtlıkları bırak, hep hakikate bağlı kal, mal edinme, kendin ol!

Heryerde su varken bir su kuyusunun yararı neyse, aydınlanmış bir Brahman için Vedaların yararı odur.

Kendini sadece çalışmaya ver, asla meyvesini isteme…
Kurtuluşu akılda ara, ödül için çalışanlar ne kadar da zavallıdır.

Yoga, işlerdeki akıllılıktır.

Partha, bir kimse aklın tüm tutkularından vazgeçer, kendi kendine yeterse, o kimsenin ölümsüz bir aklı var demektir.

Bir kaplumbağanın organlarını içeri çekmesi gibi o kişi de bütün duyu organlarını zevk nesnelerinden çeker, onun sarsılmaz bir aklı vardır.

Kaunteya, duyuların dinmek bilmez şiddeti, kendini disipline eden bilge kişinin bile aklını uzaklara sürükler.

Kişi duyu nesneleri içinde yaşarsa onlara bağlılık geliştirir; bu bağlılıktan istek, istekten de öfke doğar.

Öfkeden akıl karışıklığı, ondan hatırlama kaybı, ondan ise mantık yitimi doğar; mantığı kaybolan kişi tam bir yıkıma uğrar.

  1. Bölüm
İş Yapma Yolu (Eylem Yolu)
Kimse bir an için bile hareketsiz kalamaz.

Yaratıcı Procapati, insanı ve kurbanı yarattığında şöyle dedi; Kurban verme yoluyla çoğalacak ve bütün isteklerinize kavuşacaksınız.

Canaka ve diğerleri mükemmelliğe hareket yoluyla ulaştılar.

Herşeyi gören akıllı kişi, herşeyi göremeyen akılsız kişinin aklını karıştırmasın.

Kendi işinde ölmek yaşamaktır, başkasının işinde yaşamak ise ölümdür.

Tutkudan aç gözlülük ve öfke. Bütün kötülüklerin anası, ruhun düşmanı, yıkıma götüren şey budur.

  1. Bölüm
Bilgi Yolu (Bilgelik Yolu)
İnsanların bilge olanları eylemde eylemsizliği, eylemsizlikte eylemi görürler. Her türlü işle uğraştığı halde aşkın durumdadır.

Ey Partha, bilginin kurbanı ise her türlü maddi şeyin kurbanından daha değerlidir. Çünkü bilgelik istisnasız bütün eylemlerin son bulduğu yerdir.

Arcuna, nasıl yanmakta olan ateş yakıtını küle çevirirse, bilgeliğin ateşi de bütün eylemleri kül haline getirir.

Ey Dhanancaya, eylemlerini Yoga yoluyla dışlayan, şüphelerini bilgiyle yok eden ve kendi özünü kavrayan kişiyi hiçbir eylem bağlayamaz.
O halde, bilgi kılıcıyla cehaletten doğan ve yüreğe kök salan bu şüpheni kesip atarak Yoga’ya sığın. Ayağa kalk, Ey Bharata!

  1. Bölüm
Oluruna Bırakma (El Çekme)
Hem özverili eylem, hem de dünyadan el çekme En Yüce Olan’a gider. Ama el çekmeden daha güçlü olan, bencil olmayan eylem Yogasıdır.

Budala kişi Samkhya ve Yoga’nın farklı yollar olduğunu söyler, bilge kişi bunu söylemez; ikisinden birini izleyen kişi sonuçta ikisinin de meyvasını alır.

Hiçbir eylem, saf uyum içinde, kendi kendisini disipline etmiş ve ruhu herşeyin ruhu ile bir olmuş kişiyi lekeleyemez.

Bütün işlerini Brahma’ya ada, bencil bağları atarak çalış. Nasıl sular nilüfer çiçeğinin yaprağını lekeleyemezse, hiçbir günah da seni lekeleyemez.

Bilge kişi, bilgili ve kültürlü bir Brahman’a da bir ineğe de, bir file veya bir köpeğe de, hatta köpek yiyen bir kişiye de aynı gözle bakar.

Akılları böyle bir eşitliği kabul edenler, bu dünya üzerindeki hayat zaferini de kazanırlar. Brahma kusursuz ve tarafsızdır, o yüzden bu kişiler Brahma ile bir olurlar.

Onun mantığı sağlamdır ve şüpheden kurtulmuştur. O, zevk karşısında sevinmez, acı karşısında da üzülmez. Brahma’yı bilen kişi onunla özdeş olur.

Duyu temasından doğan zevkler acının da kaynağıdırlar; bunların başı vardır ve sonu vardır Kaunteya. Bu nedenle bilge kişi bunlara kendini kaptırmaz.

Günahları kaybolmuş, şüpheleri bitmiş derin düşünceyle/tefekkürle özlerini uyum içinde tutup tüm canlıların iyiliğine çalışan ermişler Brahma-Nirvana’yı kazanırlar.

Öfke ve tutkudan kurtulmuş, akıllarını disipline etmiş ve özlerini kavramış bu bilge kişiler Brahma-Nirvana’ya çok yakındırlar.

  1. Bölüm
Meditasyon Uygulaması (İçe Dalış)
Kendisine galip gelen insanın benliği onun dostudur, ama eğer bunu başaramamışsa benliği ona düşmandır.

Aklı en yüce huzuru yakalamış, tutkuları sönmüş lekesiz Yogi, lekesiz Brahma ile bir hale gelir.

  1. Bölüm
Bilgi ve Sezgi (Kavramadan Kaynaklanan Bilgi)
Kunti’nin oğlu, ben suların tadıyım, ben güneş ve aydaki parlaklığım, bütün Vedalardaki OM hecesiyim, havadaki sesim, kahramanların kahramanlığıyım.

Bir inanan başka bir göksel biçime tapınmak isterse, ona o sarsılmaz inancı o formla Ben veririm.

Bu inanç ile o tanrıya tapınır ve istediği şeyleri elde eder ama aslında ona onları Ben vermişimdir.

Kendimi Yogamaya gücümle gizlediğim için herkese görünmem; cahil kişi Benim hiç doğmamış ve asla değişmeyen olduğumu kavrayamaz.

Ey Arcuna, ben geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki tüm canlıları biliyorum ama hiçkimse beni bilmiyor.

Ey Bharata, dünyadaki tüm canlılar, tutku ve nefretten doğan hayal perdesinin yarattığı cehaletle doludur, ey düşmanlarını yenen kişi.

Fakat zıtlıkların yol açtığı cehaletten kurtulmuş, günahları sona ermiş erdemli kişi, kararlılıkla Bana tapar.

  1. Bölüm
Sonsuzluk (Sonsuz Ruh)
Değişmez en yüce element Brahma’dır. Her canlının özü Adhyatma’dır; tüm canlıları doğurtan yaratıcı güce de Karma denir.

Ancak bu Görünmeyen’in ötesinde başka ve ölümsüz bir Görünmeyen vardır. Tüm canlılar yok olsa da O asla yok olmaz.

Bu görülmeyen Aksharadır (ölümsüz), o en yüce hedef olarak kabul edilir; Ona ulaşıldığında artık dönüş yoktur. Bu benim en yüce mekanımdır.

Duman, gece, karanlık, on beş günlük ay, güneşin güney yönündeki altı ayı; bu sırada ölen Yogiler parlak aya ulaşıp geri gelirler.

  1. Bölüm
Gizli Bilgi (Soylu Yol)
Kinci olmadığın için sana en büyük sırrı söyleyeceğim. Bu bilgiyi Tanrı’nın gerçek doğasını bilerek, dünyalık bilgilere bağlı kötülükten kurtulacaksın.

Ben bu evrenin babası, anası, büyükbabası, destekleyicisiyim. Bilinen herşey Benim, Ben saflığım, Om hecesiyim, Rig, Sama ve Yacur Veda’yım.

O geniş cennetin tadını aldıktan sonra, işlerin ödülü bir sona erer ve ölüm, dünyasına girerler. Böylece Veda’nın belirlediği görevi izleyerek, tutkularının emirlerini izleyen gidip-gelme yolunu elde ederler.

  1. Bölüm
Görünüm (Tanrısal Görkem)
Çok eski zamanların yedi ermişi ve insan ırkının dört atası olan Manular da aynı şekilde. Benşm aklımın ürünüdürler; bu insanların dünyası da onlardan meydana geldi.

Bana her zaman derin düşünceyle/tefekkürle bağlı olup, sevgiyle tapanlara, bana ulaşabilecekleri Yoga (meditasyon, tefekkür, zikir) bilgeliğini bahşederim.

  1. Bölüm
Gösterim (Kozmik Görüntü)
Ancak bu ölümlü gözlerinle Beni asla göremezsin. Sana doğaüstü bir görüş kazandıracağım. Benim tanrısal Yoga’ma bak.

Ben bütün dünyaları yok eden alevli Zaman’ım (Kâla)

  1. Bölüm
Sevgi (Sevgi Yolu)
Şüphesiz düşüncelerini Görünmeyen’e bağlayanların yolu zordur, çünkü O, bu fiziksel bedenle çok zor görülür.

En iyisi sarsılmaz bir inançla kalbi bana bağlamaktır.

Bu yüzden aklını Bende tut, bırak şuurun Bende kalsın. Bundan sonra Bende yaşayacaksın, bundan hiç kuşku yok.

Fakat eğer aklını Bende tutamıyorsan, o zaman bunu sağlamak için Yoga pratiği (meditasyon) yolunu kullan, ey Dhanancaya.

Eğer bunu da yapamıyorsan bütün işlerini Bana ada. Bütün işlerini Bana adadığında mükemmelliğe  (Dhamma-pada/kemalat-kemal olma) ulaşacaksın.

Bilgi, şuursuz bir ibadetten daha iyidir; meditasyon ise bilgiden.

Sevgi ve inançla Yüce Amaç olarak beni gören ve sözlerimi işitip sonsuz Hayat sularına gelenler benim en sevdiklerimdir.

  1. Bölüm
Doğa ve Can (Alanı Bilmek)
Beş gizli element, benlik, akıl, ilksel madde (arkhe), on organ, düşünce gücü, beş duyunun beş organı…

…arzu, nefret, zevk, acı, beden, şuur, sebat; buna kısaca, birleşik alan ve onun değişimleri denir.

Kendini bilmede ısrarcılık, Hakikat bilgisini görme; bütün bunlara bilgi, bunların dışındakilere ise cehalet denir.

Bölünmeyen olduğu halde (Tek) kendisini tüm canlılara bölmüştür (ayrım). O, canlıları geçindiren (doyuran), yok eden ve tekrar yaratan olarak bilinmelidir.

Yoğun düşünce ile bazıları, kendilerindeki Atman’ı görürler; bazıları Samkhya Yoga ile, bazıları ise Karmayoga ile görürler.

  1. Bölüm
Üç Nitelik (Evrim Güçleri)
Ey Mahabahu, Prakriti’den doğan Sattva(iyilik), Racas(tutku) ve Tamas(karanlık), bedende yaşayan ölümsüz varlığa bağlıdır.
Doğa üç Guna olan Sattva (denge), Racas (aşırı hareketlilik) ve Tamas (uyuşukluk) ile ölümsüz ruhu bedene bağlar.

Racas’ı tutku niteliğiyle bil Kautenya, istek ve bağlılık ondan doğar; tüm eylemleri bedene bağlayan odur.

Ancak Tamas’ın cehalettem doğduğunu bil. O tüm canlıları aldatır, onları ihmale sevkedip uyuşukluk ve tembellikle bağlar ey Bharata.

Sattva kişiyi mutluluğa, Racas eyleme bağlar Bharata. Gölgeleyici bilgiyle dolu Tamas ise kişiyi hataya sürükler.

Bedenin tüm kapılarından bilginin ışığı parladığında, Sattva üstün demektir.

  1. Bölüm
Yüce Kişi (Yüce Öz)
Ölümsüz Aşvattha ağacının köklerinin yukarıda, dallarının ise aşağıda olduğunu söylerler. Yaprakları ilahilerdir, bunları bilen kişi Vedaları bilir.

Gunaların fışkıran dalları aşağı ve yukarı yayılır, sürgünleri duyu nesneleridir. Eyleme bağlı kökleri ise, insanların dünyasına kadar uzanır.

Benim temel varlığım’dan bir parça, bu dünyaya ruh olarak gelir ve doğada yatan aklı ve beş duyuyu kendine çeker.

Çabalayan Yogiler, kendi içlerindeki O’nu görürler ancak, ruhları gelişmemiş olanlar, çabalasalar da O’nu göremezler.

Ben herkesin kalbindeyimdir; hafıza, bilgi ve tartışma Ben’den gelir. Bütün Vedalar’ın bildirdiği sadece Benim ve Vedaları bilen de yazan da Benim.

Bu dünyada iki purusha vardır; Kshara ve akshana. Kshara bütün varlıklardadır, aksharanın ise en yüksek noktada olduğu söylenir.

Ancak bunların dışında bir En yüce Ruh vardır, ona En yüce Öz denir. O ölümsüz Tanrı, üç dünyaya girerek, onları destekler.

Ben bu ölümlülüğün ötesinde olduğum ve ölümsüzlükten de daha yüce olduğum için, dünya’da ve Veda’da, En yüce Ruh diye bilinirim.

Ey kusursuz kişi, sana en gizli bilgiyi açıkladım. Bu bilgi insanı bilgeliğe götürür, bununla tüm isteklerin yerine gelir, ey Bharata.

  1. Bölüm
İyilerle Kötüler (Tanrısal İnsan, Şeytani İnsan)
Bu cehennemin kapısı üçtür; tutku, öfke ve zçgözlülük. Bunlar ruhu yok eder. Bu yüzden bunlardan sakınmak gerekir.

  1. Bölüm
İnancın Üç Türü (İnancın Gücü)
Bharata, her insan inancını asıl doğasından alır. Kişi inançtan yapılmıştır; o nedenle inancı neyse kişi de odur.

Om Tat Sat: Bunlar Brahma’nın üçlü açıklamasıdır. Kadim zamanlarda Brahmanlar, Vedalar ve kurbanlar böyle ortaya çıktı.

Bu yüzden Brahma’yı alatanlar, her zaman, kutsal yazıların onayladığı kurban, sadaka ve çileyi uygularken, Om hecesini tekrarlar.

Hiçbir karşılık beklemeden, Tat hecesini söyleyerek, kurban, çile ve çeşitli sadaka yolları deneyenler, kurtuluşu bu yolla ararlar.

Sat sözcüğü ise, gerçeklik ve iyilik anlamında kullanılır; hatta bu sözcük övgüye layık işleri de belirtir, ey Partha.

  1. Bölüm
Kurtuluş (Vazgeçme ve Özgürlük)
Bilge kişiler, isteğin yarattığı eylemleri terk etmeye Sanyasa derler; yine bilgeler, tüm eylemlerin meyvelerinden vazgeçmeye Tyaga derler.

Kurban sadaka ve çile bilge kişiyi saflarştırır.

Ancak bunlar yapılırken, bunların karşılıkları beklenmemelidir.

Bir eylem, bağlılıktan uzak, tutku ve nefretten arınmış, ödül düşünülmeden yapılmışsa, buna Sattvika işi denir.


Notlar

Bhagavatgita, yediyüz beyittir. MÖ. 300-100 tarihleri arasında yazıldığına inanılır. Ünlü Hint destanı Mahabharata’nın içinde yer alan bir bölümdür.

Uphanishadlar (MÖ. 6. Yüzyıl), Bhagavatgita yazılmadan çok önce vardı. Buradaki genel felsefe, herşeyin vrensel ruhun parçalara ayrılmasıyla oluştuğu düşüncesiydi. Brahma ile canlılardaki Atman aynı şeydi. Hepimiz Tanrı’dan bir parça idik. Bhagavatgita bu felsefeye sahip çıkmakla kalmayıp, bazı cümleleri hemen hemen Upanishadlar’daki ile aynı biçimde vermeye de çalışmıştır. Bhagavatgita, Upanishadların Mutlak Tanrı inancını ve gizemci görüşlerini sürdürmek iddiasındadır.

Üçüncü unsur, çoban toplumun kahramanı olan, Hint Herkül’i (Herakles) Krishna’dır. Hayatı hakkında üç önemli kaynaktan yararlanılır. 1) Mahabharata, 2) Harivamşa, 3) Puranalar.

Upanishadlar’dan eksik biçimde, alıntılar aktarılmaya çalışılmıştır. Bunlar eski bilgilere sahip olma çabalarını gösteriyor.




Çeviren: Korhan Kaya
Dost Kitabevi Yayınları, 2. Baskı, Nisan 2004, Ankara

Ramayana

Ramayana

Vid -> Bilgi, Veda -> Bilgi/gerçek/hakikat/kutsal bilgi demektir.
Rigveda: Vedalar’ın en eskisi ve önemlisidir. 1028 İlahiden oluşur. İlahilerde doğal görüngülerin bizzat kendilerine tapınılır.

Vedik dönemin ikinci önemli koleksiyonu Brahmanalardır.
Brahmana -> ‘Din adamı açıklamaları’
Kurban törenleri ve kurbanla ilgili diğer detaylara geniş yer verilen bu kitapta din adamları çok yüksek itibar görüyor oluşu dikkat çekicidir.


Brahmanalardan sonra orman metinleri de denilen Aranyakalar gelir. Konuları; kurban simgeciliği, mistisizm ve Brahman felsefesidir.

Vedik dönemin son kısmını Upanişadlar oluşturur.
Upatnitsad sözcüğünden türemiş olan kelimenin/sözcüğün anlamı ‘birinin dizinin dibinde oturmak’tır; Guru’nun öğrencisine verdiği derslere göndermede bulunur.
Bilinen Upanişad sayısı 13’tür. Ortak temaları Atman ve Brahman’ın aynı olduklarıdır.

Epik dönemde varlığını sürdüren destanlar ve Puranalar karmaşık olan Hint mitolojisi için çok önemlidir. Ramayana, Mahabharata ve Harivamşa adlı destanlar halk tarafından sevilen kahramanlara aittir.

Ramayana -> İlk şiir -> adi kavya
Ramayana’nın yazarı, Valmiki -> İlk şair -> kavi

Mahabharata:
Amca çocukları Pandular ve Kurular arasındaki büyük savaşı konu alır.

Efsane ve öykülerin anlatıldığı Puranalar’da beş özellik vardır: Sarga (yaratılış), Pratisarga (Yeniden yaratılış), Vamşa (Tanrıların ve Rişilerin soy kütükleri), Manvantarani (Manu devirleri), Vamşanuçarita (Hanedanın Tarihleri).

Kadere inanmak korkakların işidir. Hayat sadece kendine güvenenleri başarılı kılar.

Sebatla yapılan işler mutlaka tamamına erer, kederle yapılan işlerse yolunda gitmez.

Uçan araba -> Vimana
Saban izi -> Sita

(Ramayana) İlyada destanında olduğu gibi güzel Sita kaçırılır. Rama, Sita’yı geri almak için dev boyutlu maymunlarla ittifak yapar ve Sita kurtulur. Kuşatılan şehir, yakılıp yıkılır. Savaşın sonunda ne Sita ne de Ramayana mutlu olurlar.

Çeviri ve derleme: Asuman Belen Özcan & Hatice Derya Can
Dost Kitabevi Yayınları
Temmuz 2002, Ankara

Shankara – Tefrik Etme Hazinesi

Shankara – Tefrik Etme Hazinesi - Viveka Chudamini


Yaşayan herhangi biri yaratık için, bir insan şeklinde doğmayı başarmak oldukça zordur. Bedenin ve iradenin kuvvetini elde etmek daha da zordur; safiyet daha da zordur; ruhani bir hayat yaşamak bunlardan da zordur; hepsinden de zor olan mukaddes yazıları anlamaktır. Atman ve Atman olmayan şeyler arasındaki farkı tefrik, Atman’ın kendisini doğrudan doğruya anlama, Brahman ile devamlı birlik ve son kurtuluş bunlar, bin milyar kere iyi hayatlı tecessümler liyakatından geçmedikçe, elde edilemez.

Ancak Tanrı’nın lütfuyla, biz şu üç nadir avantajı elde edebiliriz; insani doğuş, kurtuluş arzusu ve aydınlanmış bir öğreticiye mürid olmak.

Sükûneti artmış olan ve Atman’ı tefekküre çalışan kişi, bütün dünyevi faaliyetleri terketsin ve bu dünyevilik bağlarını koparmak için mücadele etsin.

(Brahman’a ulaşmak için dört vasıf)
Birincisi; bahşedilmiş olan, ebedi ve ebedi olmauan şeyler arasındaki farkı tefrik etmektir.
İkincisi; bu dünyanın ve öteki dünyanın zevklerinden feragat etmedir.
Üçüncü olarak sükûnet ile başlayan altı tane iyi huy hazinesi gelir.
Dördüncüsü ise katiyetle kurtuluş arzusudur.

Brahman gerçektir; kainat gerçek olmayandır. Bunun böyle olduğuna sabit inanca; ebedi ve ebedi olmayanı tefrik etme adı verilmiştir.

Kurtuluşu istemek; ego duygusuyla başlayan ve fiziki bedenin kendisine kadar devam eden, cehaletle işlenmiş engellerden, bir şahsın kendi gerçek tabiatını idraki yoluyla kurtulmuş olmayı istemesidir. Hatta bu kurtuluş arzusu az bir derecede mevcut olsa dahi, öğreticinin lütfu ile ve feragat etme ve sükûn gibi iyi huyların pratiği ile kurtuluş arzusu şiddetlenecektir.

Feragat etme ve kurtuluş arzusu zayıf derecede ise, sükûn ve diğer iyi huylar çöldeki bir serap gibi, sadece bir görünüştür.

İbadet bir kimsenin kendi Atman’ının hakikatini araştırması olarak tarif edilebilir.
(Kendini bilmek -> Atman -> Rabbini bilmek -> Brahman)

Vedanta’da öğretildiği gibi, hakikatin mânâsı üzerine tefekkür en yüksek aydınlanmaya ulaştırır.

Ne Yoga veya Sankhya felsefesinin pratiğiyle, ne iyi işlerle, ne de öğrenmeyle kurtuluş hasıl olmaz; ancak Atman’ın ve Brahman’ın bir olduğunu, aynı olduğunu idrak etme yoluyla hasıl olur, başka bir yolla değil.

Mukaddes yazıların (Vedalar) tetkiği, Brahman tecrübe edilmedikçe, semeresizdir. Brahman tecrübe edildiği zaman, mukaddes yazıları okumak faydasızdır.

Kurtuluş sadece Brahman kelimesini söylemekle elde edilemez. Brahman’ı hakikaten tecrübe etmek lazımdır.

İnsanların kaba beden adını verdikleri bu görünen beden şu cevherlerden meydana gelmiştir; ilik, kemik, yağ, kan, deri ve epidermis.
Gerçekten kurtuluşu arzu ediyorsan, duygu zevki veren nesneleri, zehir gibi uzakta tut; ve abı hayat imişler gibi, memnuniyet, şefkat, affetme, doğruluk, sükûnet ve kendini kontrol gibi vasıfları lezzetle içmeye devam et.

Vücut sadece, insan ruhu için bir tecrübe vasıtasıdır.

Deri, et, kan, damarlar, yağ, ilik ve kemikten teşekkül etmiş olan bu beden, boş madde (boşluk) ve pislikle (bok) doludur.

Objektif (nesnel) kainatın anlaşıldığı duruma, uyanık şuurluluk durumu adı verilir.

O (beden), sonsuz hikmet sahibi olan Atman’ın bütün faaliyetlerinin bir aracıdır. Bu sebepten Atman’ın kendisi herhangi bir kusurdan münezzehtir.

(Şuurun üç hali)
Uyanma, rüya görme ve rüyasız uyku

Maya, Tanrı’nın potansiyel yönündeki ilahi kudretidir. Onun başlangıcı yoktur. Üç Guna’dan yoğunlaşarak olmuştur, latiftir ve idrakin ötesindedir. Varlığı hasıl ettiği neticelerle anlaşılır. Bütün kainatın doğuşuna O sebep olmuştur.

Atman, ilk sebep Maya’dan ve O’nun neticesi olan kainattan ayrıdır. Atman’ın tabiatı saf şuurluluktur.

Atman’ı gerçek ben olarak tanı. Böylece, dalgaları doğum ve ölüm olan, kıyısız dünyevilik okyanusunu geçersin. Daima Brahman’la ayniyet bilgisi içinde yaşa ve inayet edilmiş ol.

İnsan, Atman olmayan şeyin, gerçek benliği olduğu yanlışlığını yaptığından dolayı, bağ içindedir. Buna cehalet sebep olmuştur.

Atman ebedidir, bölünmezdir, bir ikincisi olmayan birdir. O, ebedi olarak, kendi bilgisinin kudretiyle tezahür etmiştir. O’nun şaşası sonsuzdur. Tamalar’ın örtüsü, tıpkı bir güneş tutulmasının güneşi gizlemesi gibi, Atman’ın gerçek doğasını gizler/örter.

Atman tarafından meydana getirilmiş olan ego, Atman’ın gerçek doğasını gizler. Böylece sadece ego mevcutmuş gibi görünür.

Kalbi saflaşmış/arınmış bir insan, ilahi Atman’ı idrak eder. Bu suretle, dünyaya, köke ve her şeye olan bağını imha eder.

Ahmak insan, bedenim diye düşünür. Zeki insan, ben, bedenle birleşmiş ferdi bir ruhum diye düşünür. Fakat akıllı insan, bilgisinin ve ruhi tefrik etme kabiliyetinin büyüklüğüyle gerçek olarak Atman’ı görür ve Ben Brahman’ım diye düşünür.

Akıllı insan, Vedanta ve ahlaki kanunlar konusunda bilgili olabilir. Lakin o kişi, kendisini bedenle ve duygu organları ile hüviyetlendirme hatasından kurtulmadıkça, kurtuluşu için en küçük bir ümit yoktur.

Atman kendisinin şuurunda olduğundan dolayı, kendi kendisinin müşahitidir. Atman, Brahman’dan başka bir şey değildir.

Brahman’ı idrak et ve bir daha bütün üzüntülerin evi olan bu dünyaya dönüş olmayacak. Atman’ın Brahman olduğunu mutlak idrak etmelisin.

O zaman, Brahman’i ebediyyen kazanacaksın. O hakikattir. O varlıktır ve bilgidir. O mutlaktır. O saftır ve kendi kendine mevcuttur. O ebedi’dir, ebedi zevktir. O Atman’dan başka bir şey değildir.

Atman Brahman’la birdir; bu en yüksek hakikattir. Yalnız Brahman gerçektir. Ondan başka hiçbir şey yoktur. O en yüksek hakikat olarak bilindiği zaman, Brahman’dan başka mevcudiyet yoktur.

Brahman hakikattir; insani düşünce veya fikirden katiyetle kurtulmuş (uzak) bir mevcudiyettir.

Brahman, kainatın yaratıcısı ve Maya’nın yöneticisi Tanrı’yı ifade eder. Atman, Maya’nın neticeleri olan beş örtü ile birleşmiş olan ferdi ruhu ifade eder.
Öyleyse Brahman ve Atman’ın ayniyeti üzerinde tefekkür etsin ve böylece hakikati idrak etsin.

Gerçek tefrik etme melekesine sahip akıllı insanlar, Brahman ve Atman’ın özünün saf şuurluluk olduğunu anlarlar. Ve böylece onların mutlak ayniyetlerini idrak ederler. Brahman’ın ve Atman’ın ayniyeti, mukaddes metinlerde (Vedalar) yüzlerce kez beyan edilmiştir.

Saf ve sonsuz şuurluluk olan kendi Atman’ını idrak et.

Yajur Veda, bir insanın kendisi ile Brahman arasında en ufak bir fark gördüğü müddetçe, korkuya hedef kalacağını beyan eder.

Aydınlanmış kalp, bağdan kurtulmuştur. Ebedi sevinci ancak kurtulmuş olan insan tecrübe edebilir.

Brahman -> İkincisi olmayan Bir


Notlar
Shankara, 686 yılı civarında güney Hindistan’daki Malabar kasabasının  Kaladi köyünde doğdu.
Hayatın en son gayesi, Brahman’ı tanımaktır. Shankara’nın felsefesi, tefrik etme, hayatımızın her anında, kendimize ve her tecrübe durumumuza ve nesnemize tatbik edilecek bir tefrik etme çalışması üzerine temel kurmuştur.
  
Çeviren: Mehmet Ali Işım
Dergâh Yayınları, Şubat 1976

23 Aralık 2011 Cuma

Şiir Kaymak Bağlarsa

Şiir Kaymak Bağlarsa
İsmet Özel’in Şiir Kaymak Bağlarsa başlığı altındaki konferanslarının 3. ve sonuncusuna ait notlar (22.12.2011)

Konuşmasına önceki iki konferansı kısaca tekrarlayarak/özetleyerek başlıyor.
Şiir kaymak bağlamaz, bağlarsa şiir olmaz.
Şiir taze, diri, canlı olmalı, hareketli olmalı ve öyle kalmalı, enerjisini yitirmemeli
Şiir latif olmalı -> Şiir ~ İnsan
Halbuki kesif olandır kaymak bağlayan

Oluş, süreklidir, devam eder -> Böyle iken şiirin de sürekli olması zorunlu oluyor, aksi halde bahse konu olana şiir diyemiyoruz.

Oluşun sürekliliğinin bir yansıması,
Olan için, olanın karşısındaki durağanlığı aşmak için (yol göstermek değil) insanlar şiire müracat eder.
Kuvve ile fiil arasında bir mesafe söz konusu olursa, şiir bu noktada mesafeyi ortadan kaldırmakla yükümlü/sorumlu olur.

Şiir ~ Asıl
Şiir: İnsanlara -> ulaştıran, götüren, döndüren

Faruk Nafiz Çamlıbel’in Firari adlı şiiriyle devam ediyor:

FİRARİ

Sana çirkin dediler,düşmanı oldum güzelin;

Sana kafir dediler, diş biledim hakka bile

Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,

Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile



Sana çirkin demedim ben sana kafir demedim

Bence, dinin gibi küfrün de mukaddesti senin

Yaşadın beş sene kalbimde ,misafir demedim

Bu firar aklına nerden ne zaman esti senin



Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine

Takılan gönlüm asırlarca peşinde gidecek

Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine

Aşkım seni canavarlar gibi takip edecek



Bu şiiri okumaya layık mıyız?

Şairin ne söylediği üzerine düşünürken, söylenen üzerinden şairi günah keçisi ilan etmek. Günümüzden örneklerle (siyasi mecradan örneklerle) şiiri duymamak, şairi anlamamak ve söylenene kulak tıkamak.

Yetersiz olanın tesellisi (-> Günah keçisi)

Şiir (ağızda sakız)

Şairler kadar cesur değilim

Şairin cesareti / aptalın yahut cahilin cesareti karşısında şair.

Şairin perspektifi -> Dünyanın dışına çıkmak. Görebilmek için dışarıya çıkmak gerekiyor.
Yakından bakmak değil, geri çekilmek, dışarıya çıkmak gerekiyor.

Dışarıda, zamandan bağımsız düşünmek -> bu yolla zaman içinde / hareket içinde aşınan, bozulan anlamı yeniden tesis etmek mümkün olabiliyor.

Cesaret -> Karar vermek, bunu yaparken tesirlerden etkilenmemek -> Dışarıda olduğu için etkilenmemek mümkün.

Şiiri okumak -> Bir heykele bakmak.

Cahit Sıtkı Tarancı’nın Ölümden Sonra adlı şiiriyle devam ediyor.

ÖLÜMDEN SONRA

Öldük, ölümden bir şeyler umarak.

Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.

Nasıl hatırlamazsın o türküyü,

Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,

Alıştığımız bir şeydi yaşamak...


Şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;

Yok bize arayan, soran kimsemiz.

Öylesine karanlık ki gecemiz,

Ha olmuş ha olmamış penceremiz;

Akarsuda aksimizden eser yok.


   
Alıştığımız bir şeydi yaşamak…
Öteki insanlar, arayanı soranı olmak -> böylece yaşadığının farkında olmak.

Cahit Sıtkı’nın şiirinde din düşüncesinin varlığı hakkında -> Şair bunu reddetmiyor ama buna bağlı değil, kendisi bu yolda değil ama bir yol varsa (ölümden sonrası varsa) bunun ancak İslam’ın söylediği olduğundan şüphesi yok.
İkinci Yeni’ye kadar ki şairlerimizin bu çizgide olduğunu söylüyor(Nazım Hikmet'de öyledir, bilindiği gibi Memleketimden İnsan Manzaraları adlı kitapta, Mehmet Akif'e dair olan dizeleri sansürlenmiştir).

Ayna -> Aynı -> şiiri okuyan

Tanzimat -> Uyum süreci
Din düşüncesinin hiç olmadığı bir dönem, din belki bir araç… öyle ki sadece vatan derdine düşmüşüz, yaşayabilmemiz için bir vatan yeterlidir diye düşünmüşüz ve bundan dolayıdır ki Namık Kemal’i vatan şairi ilan etmişiz.
Ancak milli Mücadele yıllarında fark edebilmişiz ki varolabilmemiz için gerekli olan dindir.
İlk anayasada da bunun altını çizmişiz ne var ki Milli Mücadele ile elde edilenlerin tamamını 27 Mayıs 1960 darbesiyle tamamen yitirmişiz.

Kilişelere rağmen şair, sözcükleri diri tutabilmeli, ad koyabilmeli, ad koyamıyorsa ona şair diyemeyiz.

Şiiri besleyen şiirin kendi çıkmazıdır (burada Turgut Uyar’ın 1964 tarihli makalesine göndermeler var).

Son söz

Orhan Veli
Vatan İçin

Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik.



21 Aralık 2011 Çarşamba

Friedrich Nietzsche – Güç İstenci

Friedrich Nietzsche – Güç İstenci

Bütün Değerleri Değiştiriş Denemesi



Benim burada anlatacaklarım, önümüzdeki iki yüzyılın tarihidir. (Nihilizmin yükselişi) (s. 19)

Kudrete yönelik irade
Bizim herhangi zamanda yeni değerlere gereksinimimiz vardır. (s. 20)

(Ahlak) Hıristiyanların tanrısına karşı çıkmaktadır. (s. 21)

İnsan varlığının şimdiye kadarki değer yorumunun sonucu olarak nihilizm.

Nihilizmin anlamı nedir? En üst değerlerin değersizleşmesi. Hedef yok: “Niçin”e bir yanıt verilebilmiş değil.

(Hıristiyanlık) O kişinin idamesinin bir aracı olmuştur.
(Ahlak nihilizme nedendir)(s. 23)

Biz ahlaka inandığımızda insan varlığımızı mahkûm ederiz. (s. 24)

Ahlak, insan varlığına yönelik iradeden yüz çevirmedir. (s. 25)

Nihilizm … gücün uzun süre boşa harcanmasının bilincidir. (s. 26)

Usun kategorilerine inanç nihilizmin sebebidir.

İnsanın abartılı naifliği daima şudur: Kendini bizzat nesnelerin değer ölçütü ve anlamı olarak görmek. (s. 28)

(Nihilizm) O güçlü ruhların ve iradelerin ruh durumudur. Ve böyleleri için yargının hayır’ında duraklama mümkün değildir. Eylemin hayır’ı (reddedilişi) onun tabiatından gelir… Yargı ile hiçleme elle mahvetmeye teşvik eder.

Bir hedefimizin olması … büyük bir tutkudur denebilir.

Aşağı türden insan … ihtiyaçlarını kozmik ve metafizik değerler olarak görür ve şişirir. Bu yüzden bütün insan varlığı vulgarize edilir. (s. 32)

Hayat, kendi üzerine bir kargışa sahiptir. (s. 35)

Ve acının bir ağırlık merkezi mümkündür ve buna rağmen kudretli bir irade hayata evet demektir, onu onaylamaktır; bu ağırlık merkezine ihtiyacı olmaktır. (s. 36)

İnançta şifalandırıcı ilaçları seçmek tercih edilir ki, bu bitkinliği hızlandırır.
Tenbihlere karşı direnme gücü yitirilir.
İnsan içinde artık acı çekmeyeceği bir ruh durumuna özlem duyar. Hayat, filhakika hastalıkların sebebi olarak görülür, bilinçsiz, duygusuz durumlar (uyku, baygınlık) bilinçli durumlarla karşılaştırılamaz derecede daha değerli bulunur, öyle tespit edilir; bundan yöntem bilimi ortaya çıkarılır.
Zaaf içinde yapılan her şey kötü sonuç verir. Ahlak; hiçbir şey yapmamaktır. (s. 40)

Zayıf kimse kendi kendisine zarar verir.
(Hasta olan ötekine zarar verir) (s. 41)

Güçlülüğün dinginliği ki o aslında tepkiden kaçınmaktır. (s. 42)

Tapınılan her yerde zenginliğini başkalarına verebilecek olan biri aranmıştır. (s. 44)

Hayat, savaşın bir sonucudur, toplum ise savaşın bir aracıdır. (s. 46)

Zayıflandıran, zaaf öğreten, zaafı sirayet ettiren şeyi Tanrı diye adlandırdılar.
Fizyolojik olarak birbirine karıştırmalar bütün kötülüklerin sebebidir. (s. 47)

Hiçin içine bir sonuca varmadan tekrarlanan ebedi dönüş…
Bu nihilizmin aşırı biçimidir; hiçlik, ebedidir. (s. 48)

Ahlak … en derinden kin beslemeyi ve hakir görmeyi öğretti ki bu egemen olanların ana karakter niteliğidir. (s. 49)

Bizim zenginlerimiz en zavallılarımızdır. Bütün zenginliğin asıl amacı unutulmuştur.
Modern insanın eleştirisi “iyi insan” sadece bozulmuştur ve kötü kurumlar tarafından ayartılmıştır. Akıl otorite olarak görülür, tarih yanılgıların yenilmesi diye düşünülür. Gelecek ilerleme olarak görülür… (s. 54)

Aşırı çalışma, merak ve merhamet! Bizim modern kusurlarımızdır.
Modernitenin karakteristiği üzerine. Ara oluşumların aşırı gelişimi; tiplerin dumura uğraması; geleneklerin, okulların geçmişten kopması; içgüdülerin aşırı egemenliği (felsefi olarak hazırlanır; bilinçsiz olan daha da değerlidir). İrade gücünün zayıflatılması, amaç ve araç istemenin ortaya çıkan zaafı. (s. 58)

Bir ayakkabıcı ya da öğretmen aslında daha iyi bir şey için doğduğunu acındıracak bir tavırla gösterecek olursa zavalı bir görünümdedir. “İyi”den daha iyi olan bir şey yoktur! (s. 58/59)

Bugün devletin anlamsız kalın, şişkin bir göbeği olduğu çağda bütün alanlarda ve uzmanlıklarda asıl işçilerin dışında, “onların mümessilleri” mevcuttur. Örneğin bilginlerin dışında edebiyatçılar, acı çeken halk tabakalarının dışında gevezelik eden, böbürlenen o acı çekmeyi “temsil eden” aylaklar, iyi durumda olan ve zaruret hallerini bir parlamento karşısında güçlü ciğerleriyle “temsil eden” profesyonel politikacılar şöyle dursun. Modern hayatımız aracı insanların kalabalığı yüzünden çok pahalıya mâl olur; buna karşı bir antik kentte ve buna öykünen İspanya’nın ve İtalya’nın bazı kentlerinde kişi bizzat kendisi ortaya çıkar ve böyle bir modern temsilciye ve aracıya hiçbir değer vermez, sadece bir tekme atar. (s. 59)

Aktöresel kötümserlik: Ben kendim. (s. 61)

Tanrısız ve ahlak olmaksızın tek başıma yaşamak için kendime bunun bir karşıtını icat etmeye mecbur kaldım.
İnsan, sadece o denli acı çeker ki, o gülmeyi icat etmeye mecbur kalır. (s. 64)

“Göbek” özgür protestanlığın tanrısı olmuştur, bütün intikam ve kıskançlık zevkleri, hırsları doymak bilmeyen bir kudurmuş öfkenin tatmin yolunu tutmuşlardır. (s. 65)

Hıristiyanlığın Fransız İhtilali sayesinde sürdürülüşü, bunun ayartıcısı Rousseau’dur. (s. 66)

Rousseau: Kuralı duyguya dayandırır; tabiat adaletin kaynağı olarak; insan tabiata yaklaştığı ölçüde yetkinleşir (Voltaire’e göre tabiattan uzaklaştığı ölçüde yetkinleşir insan). (s. 70)

Değer duygusu olarak “his” çağın seviyesinde değildir.
Değer duygusu daima gericidir.
O kuşkuyu yeniye karşı uyandırır. (s. 76)

“İyi” toplum, esasında burjuva toplumunda yasaklanmış olan ve kötü bir nam uyandıran hiçbir şeyin ilgi uyandırmadığı bir toplumdur.

Hiçbir zaman bir doğal insanlık varolmamıştır.
İnsan tabiata uzun mücadeleden sonra ulaşır. O asla geri dönmez. Tabiat, ahlak dışı olmaya cesaret eder. (s. 79)

Bir şey olabilmek için bir şeye malik olunmalıdır.
…daha çoğunu istemek, tek kelime ile büyüme- bu hayatın kendisidir. (s. 82)

…hayran olduğu yarattığı şey idi… (s. 87)

Dinin kökeni yabancı olarak insanı sürprize uğratan kudretin aşırı duygularından kaynaklanır.
Bir tür kişinin kendi kendisinin karşısında bir tür korku ve dehşet duygusuna kapılmasıdır.
Hastalar arasında Tanrı’ya, Tanrı’nın yakınlığına inanması için sağlık hissi yeterlidir. (s. 88)

İslam erkekler için bir din olarak, duygusallığa ve Hıristiyanlığın yalancılığına karşı derin bir horgörüşü içerir… Hıristiyanlık bir kadın dinidir. İslam onu öyle hisseder. (s. 94)

Tarihte büyük yalan: Hıristiyanlığa yolu açan sanki putperestliğin bozulması diye gösterilir. Ama bunun sebebi antik insanın zayıflaması ve ahlaklaştırılmasıdır. Tabiat güdülerinin erdemsizlik olarak yarumlanması daha önce olup bitmişti. (s. 95)

Bir şeyin doğru olup olmadığı değil, tersine onun nasıl etkilediği sözkonusu olduğundan; entelektüel dürüstlükte mutlak eksiklik vardır. (s. 103)

İnsan, itaatten ve erdemden olduğundan daha çoğunu sevgiden yapar. (s. 107)

Ben Hıristiyanlığı ayartının şimdiye kadar mevcut olmuş bulunan en feci büyük yalan olarak mülahaza ediyorum. (s. 116)

Küçük insanların düşlerini her şeyin ölçütü olarak almak; bu en iğrenç bir yozlaşmadır ki kültürün şimdiye kadar arzettiği onun yanında hiç kalır. Ve bu tür ideali “Tanrı” olarak insanlığın üstüne asmak ne büyük bir iğrençliktir. (s. 117)

Bütün idealler tehlikelidir; çünkü olgusal olanı itibardan düşürürler ve damgalarlar. (s. 128)

Vicdan azabı, kişinin karakterinin eyleme müsait olmadığının bir işaretidir. İyi eserlerden sonra da vicdan azapları vardır.

Beklenilmeyen bir rezalet ve musibet altında insan kendi kendisini terk etmemelidir.

Suçu iptal eden bir kudrete inanmak için Tanrıbilimci olunmalıdır. Biz immortalistler suça inanmamayı tercih ederiz. (s. 134)

Bir sanatçıyı asla sanatının ölçütüne göre ölçmemelidir. (s. 135)

İnsan cinsi sadece insanların kurban edilmesiyle varlığını sürdürür. Tanrı karşısında bütün ruhlar eşit olmuştur. Ama bu düpedüz bütün olası değerlendirmelerin en tehlikelisidir. Eğer tek tek kişileri eşit sayarsak, bu takdirde insanın cinsi kuşkulu kılınır. (s. 140)

Benim ana ilkem: Ahlaki fenomenler yoktur, bu fenomenlerin tersine yalnızca bir ahlaki yorumu mevcuttur. (s. 147)

Sahte değerlerin zorunluluğu: Bir yargıyı onun göreceliği ispatlanırsa çürütebiliriz. (s. 149)

Güvensizlik istisnalar için geçerlidir, istisna olmak demek suçlu olmak demektir. (s. 156)

Doğallık kötüdür. (s. 158)

Sürünün ruhu sürünün içinde egemen olmalıdır ama onu aşmamalıdır. (s. 159)

Ahlak düpedüz ahlaksızdır, yeryüzündeki diğer her türlü şey gibi. Ahlaklılığın kendisi ahlaksızlığın bir biçimidir. (s. 168)

Irkların ve sınıfların … erdemli olmaları istenir. (s. 169)

Bu demektir ki … mahvolmalıdırlar. (s. 170)

Aynı sınıflar kendilerine faydalı olduğunda ahlaksızlığa sarılırlar. (s. 171)

…bütün çağların, zayıfların ve ortalama kişilerin ana tandansı daha güçlü olanları daha zayıf yapmak ve aşağıya çekmektir. Bunun ana aracı ahlaksal yargılardır. (s. 184)

Bir şeyi eline geçirmek isteyen kişi kendisi üzerine düşünülmesini istediği şeyleri söyler, ama düşündüğünü söylemez. Kudretli olan daima yalan söyler. (s. 197)

Şimdiye kadar en üst değerler güce yönelik istencin bir özel halidir; ahlak, ahlaksızlığın bir özel halidir. (s. 209)

Çarmıha gerilene karşı Dionysos. (s. 210)

Platon’dan beri felsefe ahlakın egemenliği altında olmuştur. (s. 215)

İnsan hiçbir yerde yurdunda değildir. Herhangi bir şekilde yurda ilişkin olabilen herşeye özlem duyar, çünkü orada insan kendini varanındaymış gibi hisseder. Ve bu Greklerin dünyasıdır. Ama düpedüz oraya götüren köprülerin hepsi atılmıştır. Kavramların gökkuşakları müstesna. Bu kavramlar her yerde oraya götürürler. (s. 217)

Eğer bir gereç (instruman) kendi kendisini tanımaya çalışırsa bu hemen hemen yozlaşmanın bir işaretidir. Biz tanımanın enstrümanlarıyız. (s. 222)

Sokrates’ten itibaren Grek filozoflarının ortaya çıkması bir yozlaşmanın belirtisidir. Yunanistan’a muhalif içgüdüler yukarıya çıktılar… Sophist (safsatacı) daha tamamen Yunanlıdır. Anaxagoras, Demokritos, büyük İyonyalı filozoflar dahil. Ama geçiş şekli olarak… Site devletleri kültürlerinin biricikliğine olan inançlarını yitirdiler.
Farklı kökenli iyi ve kötü birbirine karışır, iyi ve kötü arasındaki sınır silinir. Bu Sophist’dir (safsatacı). Buna karşı filozof, tepkidir. O eski erdemi ister. (s. 223)

Bizim artık daha ilerisini göremediğimiz bilisizliğimizin başlayacağı bir sözcük söyleriz; “ben” sözcüğü, “eylemde bulunmak” sözcüğü, “acı çekmek” sözcüğü belki de bunlar bilgilerimizin ufuk çizgileridir, ama gerçekler değildirler. (s. 251/252)

Eğer maddi bir şey yoksa, gayri maddi olan bir şey de yoktur. Bu takdirde kavram hiçbir şeyi içermez. (s. 254)

Biz ancak bizzat oluşturduğumuz dünyayı kavrayabiliriz. (s. 256)

Aykırı bir şey yapmamak, bir yeteneksizliği ispatlar bir gerçeği değil. (s. 261)

Parmenides “var olmayan bir şeyi insan düşünemez” biz bunun karşı ucundayız ve deriz ki, “düşünülebilen bir şey muhakkak bir fiksiyon (sadece zihinde mevcut) olmalıdır. (s. 273)

Kendinde şeyler diye bier şey yoktur. Varsayalım ki bir kendinde zati bir şey mevcut olsun, bir kayıtsız şartsız olan şey, o bunun için düpedüz tanınamayacaktır. Kayıtsız şartsız olan bir şey tanınamaz! Eğer tanınabilir olsaydı bu takdirde mutlak olmazdı. (s. 281/282)

Bir nesnenin nitelikleri diğer nesneler üzerindeki etkileridir. Eğer diğer nesneleri zihnimizden yok edersek, bu takdirde bir nesnenin hiçbir niteliği varolamaz. (s. 283)

İnsanın kibri; anlamı göremediği yerde onu yadsımadır! (s. 304)

Keder ve sevinç, hükümlerin akla gelebilen yargıların en budalaca ifade araçlarıdır.
Sevinç ve keder daima son fenomenlerdir, 1sebepler” değildirler. (s. 328)

Duygusal heyecanlara inanış, duygusal heyecanlar aklın bir konstrüksiyonudur, var olmayan sebeplerin zihnen uydurulmasıdır. (s. 329)

İnsanlık sadece … bir enkaz alanıdır. (s. 352)

Erişilen yükseklikte, mahvolmanın olasılığı da o derece artar.

Eğer insan kendine katlanırsa ona belki de en makul şekilde erişmek mümkün olur. (s. 362)

Sürü araçtır, bundan çoğu değil. Ama şimdi sürüyü birey olarak anlamaya çalışılmaktadır ve ona bireye olduğundan daha büyük bir değer izafe edilmektedir. En derin yanlış anlamadır bu. (s. 373)

İnsan severse iyi yalan söyler. (s. 396)

Gerçek çirkindir.
Biz gerçek yüzünde mahvolmamak için sanata malikiz. (s. 405)

Sadece bir dünya vardır ve o sahte, gaddar, çelişik, ayartıcı ve anlamsızdır… Böyle yaratılmış olan dünya gerçek dünyadır, bu realitenin, gerçeğin üzerine zafer kazanmamız için yalana ihtiyacımız vardır. Yani yaşamak için… (s. 420)

Sıradan niteliklerin ağır bastığı yerlerde, bir tipin varlığını sürdürmesi sözkonusu olursa, şahıs olmak bir israf, bir lüks olacağından, bir “şahsı” talep etmenin hiçbir anlamı olmayacaktı. (s. 434)

Bizi mahvedemeyen bir şey bizi daha güçlü kılar. (s. 451)

Mecbursun  İstiyorum  Varım…

İnsanları daha iyi yapmamalı… (s. 469)

İnsanlık değil, tersine “üstün insan” hedefimizdir. (s. 473)

Bütün çağlar tarafından horgörülmüş olan ve bir yana bırakılmış bulunan aşağı şeyleri önemli görüyoruz, buna karşı “güzel hisleri” ucuza veriyoruz… (s. 478)

Kudret hissinin bulunduğu yerde sevinç ortaya çıkar.
Mutluluk, zaferin egemen olduğu bilincin içinde bulunur. (s. 483)

Bir ruh ne kadar çok gerçeğe katlanır, ne kadar gerçeği söylemeye cesaret eder? Bu benim için asıl değer ölçücü oldu. Yanılgı bir ödlekliktir. (s. 488)

Çarmıhtaki Tanrı hayata karşı bir lanettir,kendini ondan çözüp kurtulmak için bir işarettir. Paramparça edilen Dionysos hayatın bir vaadidir. O ebediyen tekrar doğacaktır ve tahripten geri dönecektir. (s. 494)

Bu dünya … hiçlikle çevrilmiştir. (s. 500)

Bu dünya kudrete yönelik iradedir ve bunun dışında bir şey değildir. Sizin kendiniz de kudrete yönelik bu iradesiniz ve bunun dışında hiçbir şey değilsiniz! (s. 501)


Çeviren: Sedat Umran
Birey Yayıncılık, Ağustos 2002