25 Ağustos 2019 Pazar

Türk Boğazları’nın Hukukî Statüsü Sevr ve Lozan’dan Montrö’ye Geçiş


Sami Doğru - Türk Boğazları’nın Hukukî Statüsü Sevr ve Lozan’dan Montrö’ye Geçiş
Türk Boğazları’nın hukuki rejimi tarihten bu yana Türkiye’nin özenle oluşturmak zorunda olduğu en önemli dış politika sorunlarından birini oluşturmuştur.

Coğrafi bakımdan boğazlar, iki kara parçası arasında bulunan ve iki deniz alanını birleştiren doğal ve dar su yollarıdır. Boğazların bu özelliği, onları insan yapımı olan kanallardan ayırmaktadır.

Genellikle tek bir devletin kıyıdaşı bulunduğu (…) ve açık denizi bir iç denize veya kapalı denize bağlayan doğal ve dar su yolları ulusal boğazları oluşturmaktadır.

Ulusal boğazlar kıyıdaş devletlerin egemenliği altında bulunmakta ve aksine bir andlaşma yoksa geçiş rejimi de bu devletin ulusal hukukuna göre düzenlenmektedir.

Uluslararası boğaz olmanın koşullarında (…) “coğrafi durum” belirleyici öğe olmaktadır. Coğrafi durum ölçütüne göre de, en başta iki açık denizi birbirine bağlayan su yolları uluslararası boğaz niteliğini kazanmaktadır.

…bir boğaz, her bakımdan ulusal boğaz özelliği gösterse bile, eğer bir andlaşmanın konusunu oluşturuyorsa, uluslararası boğaz niteliği kazanmaktadır.

UAD’nin konuya ilişkin kararına göre; açık denizin iki bölümü arasında “uluslararası ulaştırmada kullanılan boğazlar”dan savaş gemilerinin barış zamanında “zararsız geçiş” hakları mevcuttur.

Hukuki statüleri uzun bir geçmişe sahip olan uluslararası bir sözleşme ile belirlenmiş boğazlardan geçiş kendi özel statülerine tâbidir.

İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan oluşan Türk Boğazları, (…) coğrafi konumu, fiziki yapısı ve sui generis özellikleriyle, deniz ulaştırması için kullanılan dünyadaki en uzun doğal ve dar su yollarından biridir.

Türk Boğazları” terimi, bu boğazlarla ilgili uluslararası düzenlemelerde, Çanakkale Boğazı’nı, Marmara Denizi’ni ve İstanbul Boğazı’nı kapsayan bir terim olarak kullanılır.
Karadeniz ile Ege Denizi’ni birbirine bağlayan İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı geçiş açısından her zaman bir bütün sayılmıştır.
İki açık denizi birbirine bağladığı içinde uluslararası bir su yolu mahiyetindedir. Bu niteliği nedeniyledir ki, Türk Boğazları’ndan geçiş ulusal değil, uluslararası düzenlemelere tâbidir.

Boğazlar’ın ekonomik ve ticari önemi: gerek Asya-Avrupa karayolu bağlantısının ve gerekse Karadeniz-Akdeniz deniz yolu bağlantısının ticari amaçlarla kullanılmasından ileri gelmektedir.

Napolyon Bonaparte: “O dar Boğazları Rusya’ya bırakmaktansa dünyanın yarısını bırakmayı yeğlerim.”
Çar I. Alexandre: “Coğrafya benim Boğazlara sahip olmamı emrediyor; eğer Boğazlar başkasının elinde ise kendi evimin sahibi olmam olanaksızdır.”

İstanbul’un fethinden bugüne kadar Karadeniz ve Türk Boğazları 21 adet ikili ve çok taraflı anlaşmaya konu olmuştur.

Birinci Dönem: Geçişin Osmanlı Devleti’nin tek taraflı tasarruflarıyla düzenlendiği ve 321 yıllık bir süreyi kapsar.
İkinci Dönem: Boğazlar’dan geçişin ikili andlaşmalarla düzenlendiği dönem 67 yıl devam etmiştir.
Üçüncü Dönem: Boğazlar’dan geçişin uluslararası bir nitelik kazandığı ve 165 yıldır devam eden dönem.

Fatih Sultan Mehmed, daha 1452 yılında Anadolu Hisarını tamir edip hemen karşısına Rumeli hisarını inşa etmesiyle Karadeniz’e geçen Venedik ve Ceneviz gemilerinden 300 akçe selamiyye vergisi almaya başlamıştır.
1774 tarihli Küçük Kaynarca Andlaşması’na kadar süren bu devrede uygulanan ve “İmparatorluğun kadim kaidesi” olarak telaffuz edilen genel rejim, Boğazlar’ın ve Karadeniz’in yabancı devletlerin ticaret ve savaş gemilerine kapalı olması ilkesiydi.

1736 yılında Azak Kalesi Ruslar’a terk edilerek Karadeniz’de ilk gedik verilir.
21 Temmuz 1774 tarihli Küçük Kaynarca Anlaşması ile Karadeniz Türk gölü olmaktan çıkar.

Boğazlar’ı bütün devletlerin ticaret gemisine açan 14 Eylül 1829 tarihli Edirne Andlaşması ile uluslararası bir mahiyet kazanmış ve “Boğazlar’ın kapalılığı” prensibi tarihe karışmıştır.

13 Temmuz 1841’de “Akdeniz ve Karadeniz Boğazları Hakkında Londra Sözleşmesi” ile Boğazlar’ın statüsü ilk defa çok taraflı uluslararası andlaşma ile düzenlenmiş…

İttifak Devletlerinin I. Dünya Savaşı’nı kaybetmesi üzerine (…) Çanakkale ve Karadeniz Boğazları’nın yabancı devlet gemilerine açılması ve Boğazlar’ın İtilaf Devletlerinin hâkimiyetine girmesi öngörülmüştür.

Lozan Barış Andlaşması’yla (…) Boğazlar’dan, barışta ve savaşta, denizden ve havadan geçiş ve ulaşım serbestliği ilkesi kabul edilmiştir. Böylece, Boğazlar’ın, 1841’den beri devam eden uluslararası statüsünü ve rejimini devam ettirmesi kararlaştırılmıştır.

Lozan Konferansı Türkler ile Batı medeniyeti arasında süregelen savaşın ve Şark Meselesi’nin en önemli ve kritik raundu gibidir.

Sevr Andlaşması’nın ilgili hükümleri ile karşılaştırılması:


Sevr
Lozan
Genel Prensip
Geçiş serbestliği
Geçiş serbestliği
Ticaret gemileri
Geçiş serbestliği
Geçiş serbestliği
Savaş gemileri
Geçiş serbestliği
(Tonaj sınırlaması olduğu halde) Geçiş serbestliği
Egemenlik
Müttefiklerin himayesi altında İstanbul’u Padişah’ın oturacağı başkent olarak Osmanlı’ya bırakmıştır. Boğazlar Bölgesi fiilen bir İngiliz, Fransız, İtalyan işgal bölgesi olmaktaydı.
Bölge yabancı askerlerden arındırılıyor. Geçiş rejimi Boğazlar Komisyonuna bırakılıyor.
Boğazlar Komisyonu
Türkiye üye değil. Türkiye MC’ne üye olduktan sonra bu Komisyona girebilecektir. Müttefik devletler temsilcilerinin her birinin ikişer oy hakkı olmasına rağmen Türkiye’nin bir
oy hakkı olacaktır. Komisyonun denetleme yetkisi Boğazlar’ın kıyı bölgesinde de geçerli. Komisyon üyelerinin diplomatik ayrıcalıkları ve dokunulmazlıkları var. Komisyonun, “özel bir bayrağı ve bütçesi var.
Komisyon Türk temsilcinin başkanlığında. Komisyonun görevi Boğazlar’ın suları üzerinde haber alma ve istatistikî bilgileri toplamak

Montrö Boğazlar Sözleşmesi Boğazlar bölgesinde Türkiye’nin egemenliğini kısıtlayan Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yerine geçmek üzere yapılmıştır.

Sözleşme’nin amacı, “Boğazlar’dan geçişi ve gemilerin ulaşımını, Lozan Barış Andlaşması’nın 23’üncü maddesiyle tespit edilen prensibi, Türkiye’nin ve Karadeniz’e kıyıdaş devletlerin güvenliği çerçevesinde koruyacak biçimde düzenlemek” olarak belirlenmiştir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar Komisyonu kaldırılmış ve Komisyonun yetkileri Türk Hükümeti’ne aktarılmıştır.
Sözleşme’ye ek Protokol’ün 1’inci maddesine göre Türkiye, Boğazlar bölgesini hemen yeniden askerleştirebilecektir.

Türk deniz kuvvetlerinin Boğazlar’dan geçişi konusunda, Sözleşme cins ve tonaj bakımından herhangi bir sınırlama getirmemiştir.

Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, 2013 (s. 123-169)

İtilaf Devletleri’nin Türk-Yunan Savaşı’nda Tarafsızlık İlanı (13 Mayıs 1921)


Abdurrahman Bozkurt - İtilaf Devletleri’nin Türk-Yunan Savaşı’nda Tarafsızlık İlanı (13 Mayıs 1921)
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın akabinde (…) Yunanlılar Osmanlı topraklarını işgal ederken Atina’da (…) Kral Alexander’in ölümünden sonra müttefikler tarafından desteklenen Venizelos hükümeti iktidardan düşmüş, Kral Konstantin tahtına dönmüştü. Bu gelişmelerin ardından İtilaf Devletleri Yunanistan’a verdikleri desteği kesmeye başlamışlardı.
Bundan sonra İngiltere’nin teklifi doğrultusunda İtilaf Devletleri, Türk-Yunan Savaşı’nda tarafsızlıklarını ilan etmişlerdi.

Sevr Antlaşması’nı yürürlüğe koymakta sıkıntı yaşayan İtilaf Devletleri, Yunanlıları harekete geçirerek Anadolu’da gelişen Milli Hareketi yok etmeyi hedeflemişlerdi.

Milli Mücadele sadece askeri bir direnişten ibaret değildi. Yürütülen mücadelenin milli vasfı, İtilaf Devletleri açısından başlıca endişe kaynağıydı. Milli Hareketin geniş bir yelpazede milli ve dini tezlerle desteklendiğini düşünen
İtilaf Devletleri’nin endişeleri daha da artmıştı.

I. Dünya Savaşı başladığında (…) Başbakan Venizelos İtilaf Devletleri saflarında savaşa girilmesini savunduğu halde Kral Konstantin ülkesinin savaşa girmesine taraftar değildi.

Venizelos, 29 Eylül 1916 tarihinde Selanik’e giderek burada Etnik-i Amina (Milli Savunma) adlı bir ihtilal hükümeti kurdu.
Yunanistan’da artık iki hükümet vardı.
İngiltere ve Fransa Venizelos’a destek olmak amacıyla Atina hükümetini denizden ablukaya almıştı.
Atina hükümeti sonunda görevden çekilmek zorunda kalmıştı. Konstantin de tahtından feragat ederek yerini oğlu Aleksadr’a bırakmış, Yunanistan’ı terk etmişti.
Venizelos hükümeti, 1 Temmuz 1917 tarihinde Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştı. Çalkantılı bir dönemden geçen Yunanistan, 1918 yılı Eylül ayında Makedonya Cephesi’ndeki çatışmalara fiilen katılabilmiş, kısa bir süre sonra da savaş sona ermişti.
Venizelos hükümetinin Türk topraklarını işgal etmek için yaptığı harcamalar mali sıkıntıları daha da arttırmıştı.
14 Kasım 1920 tarihinde yapılan seçimlerden Venizelos büyük bir hezimetle çıkmış, yapılan halkoylaması sonucunda Kral Konstantin tahtına dönmüştü.
İngiltere ve Fransa, Yunanistan’a verdikleri mali desteği kesmişlerdi…

Yunanlılar, işgal altındaki İstanbul’u askeri bir üs ve iaşe kaynağı olarak kullanıyorlardı. Patrikhane’nin ve İstanbul’un işgalinden sonra şehre gelen Yunan denizcilerinin çabalarıyla kurulan Yunan Milli Müdafaa teşkilatı başta İstanbul olmak üzere Anadolu’nun muhtelif bölgelerindeki Rum gençlerini Yunan ordusuna kazandırmak için çaba sarf ediyordu.

Yunanlıların Boğazlara doğru ilerleyen gemilere yönelik tutumları Müttefik Orduları Başkumandanı Harington’u tedirgin etmekteydi.
Harington, İstanbul’un Yunanlılar tarafından askeri bir üs olarak kullanılmasına karşıydı.

Harington ve Rumbold’un önerileri, İngiltere’nin izlediği politikalarda yaşanan değişimi hızlandırmıştı.

13 Mayıs 1921 tarihinde ilan edilmek üzere hazırlanan beyanname:
İngiltere, Fransa ve İtalya işgali altındaki bölgelerde tarafsızlık prensiplerinin uygulanacağı netleşmişti.
İşgal edilen bölgelerde savaşan taraflar, asker toplayamayacak ve ordu teşkil edemeyeceklerdi. Yunanistan uyruğu şahıslar Yunanistan’a, Türk uyruğunda bulunanlar işgal bölgesi dışındaki Türk topraklarına rahatça gidebileceklerdi.

Müttefik temsilcileri tarafından alınan tarafsızlık kararının, mezkûr bölgede Yunan askerlerinin bulunmasından dolayı hayata geçirilmesi zordu. Yunanlılar yaptıkları operasyonlarda Boğazlar bölgesini askeri üs olarak kullanmaya devam ediyorlardı.
Müttefiklerin tarafsızlık kararının ardından Boğazlar bölgesindeki Yunan birlikleri İngiliz kumandasına girmek istemişlerse de İngiliz hükümeti bu teklifi kabul etmemişti.

10 Ağustos 1921 tarihinde Paris’te toplanan Yüksek Konsey tarafsızlık kararına yeni bir boyut getirmişti. İngiliz Başbakanı L. George, müttefiklerin tarafsızlık meselesini “katı bir şekilde” yorumladıklarını belirterek özel şirketlerin savaşan taraflara ihraç yapmalarına izin verilmesini önermişti.

Yüksek Konsey son olarak Sevr Antlaşması ve Boğazların güvenliği meselelerini ele almıştı.
Boğazların serbestliğini garanti etmek üzere gerekli kuvvet meselesi ise hava, kara ve deniz temsilcileri ile müzakerede bulunacak şekilde Versay’daki askeri temsilcilere havale edilmişti.

…zehirli gazlar dışındaki savaş malzemeleri özel şirketler tarafından Yunanlılara ve “Kemalistlere” satılabilecekti.
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Yıl: 2010, Cilt: 26, Sayı: 76 (s. 27-53)


Dünya Barış Buhranında Boğazlar


Cemil Bilsel - Dünya Barış Buhranında Boğazlar
Türkiye’nin Boğazlara dair beynelmilel umumi taahhütleri bugün 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö mukavelesile tesbit edilmiştir.

Boğazlara dair Rus emelleri, Karadeniz’de yerleştikleri günden beri, vakit vakit değişmiş olmakla beraber, bir noktada sabit kalmıştır: Boğazlar, ticaret gemilerine mutlak olarak açık ve harp gemilerine, Rusya lehine, mutlak olarak kapalı olmalıdır.

1833 Hünkâr İskelesi mukavelesi ile temin edilen şekil budur.

Londra’da 13 Temmuz 1841 de aktedilen ilk Boğazlar mukavelesi ile devletin Boğazlarda kadim kaidesi olan kapalılık, devletlerce kabul olundu.

Bu kapalılık 1856 da Paris muahedesi ile teyid edildi.

1871 tarihli Londra konferansı Rusya’nın dilediğini kabul ederek Karadeniz’in bitaraflığını kaldırdı.

(Büyük Savaş) Boğazları kapama harbin gidişi üzerine müessir oldu ve bu sebeple bunları açma teşebbüsleri - bizzat Rusya’nın da İngiltere ve Fransa’ya müracaatı üzerine bu devletler donanmaları ve orduları ile yapıldı.

4 Mart 1916’da yapılan İngiliz - Fransız - Rus anlaşması ile bu iki devlet, İstanbul şehri ile Boğazları Ruslara vermeği kabul ettiler.

Çarlık yıkıldı.
Muvakkat hükümeti deviren Sovyet ihtilâli Rusya’nın mukadderatını ele alınca harbe devam etmek istemedi.

Mondros Mütarekesi
Bu mütarekenin ilk maddeleri Boğazlara aiddir.
1) Çanakkale’nin ve Karadeniz Boğazının açılması ve Karadeniz’e serbestçe geçiş. Çanakkale’nin ve İstanbul Boğazının müttefikler tarafından askerî işgali.
2) Türk sularındaki tekmil torpil tarlalarının, torpido tüplerinin vesair her nevi manilerin yerleri gösterilecek ve bunları toplamak ve kaldırmak için her türlü yardımda bulunulacak.

Boğazları kuvvetle açamamış olan İngiliz ve Fransız ordu ve donanmalarının mütareke ile Boğazlardan geçtiğini ve İstanbul’a geldiğini ve mütareke hilâfına İstanbul’a asker çıkardıklarını görüyoruz.
Boğazları mütareke ile açan devletler Sovyet idaresini yıkmak İçin yapılan General Denikin ve Vrangel ve Amiral Kolçak teşebbüslerine yardım etmek üzere Boğazlardan vapur vapur Yunan askerleri levazım ve mühimmat sevk ettiler.

16 Mart 1921 tarihli Moskova muahedesi
Madde 5 — Boğazların bilcümle akvamın münakalâtı tüccariyesine küşadını ve bu hususta serbestii müruru teminen tarafeyni mütkaideyn Karadeniz ve Boğazların tabi olacağı nizamnamenin ihzarı kat'isini düveli sahiliye murahhaslarından mürekkeb olarak bilâhara teşekkül edecek bir konferansa tevdie muvafakat ederler.
Şu kadar ki mezkûr konferanstan sadir olacak mukarreratın Türkiye’nin hâkimiyeti mutlakasına ve Türkiye ile payitahtı olan İstanbul şehrinin emniyetine bir güna halel iras etmemesi şarttır.

Bu sistemin esaslı kusuru (Lozan’da kabul edilen Boğazlar Sözleşmesi), Karadeniz’de kıyısı olmıyan devletlerce ayni zamanda bulundurabilecek kuvvetlerin âzami miktarının tesbit edilmemiş olmasıdır.
Türk Baş Murahhası bunu istedi. Devletler, hata ederek, kabul etmediler. Bu suretle Rusya Karadeniz’de her devletin Karadeniz’de bulundurabileceği donanmasına müsavi bir kuvvette bulunuyor.
Fakat bu kuvvetlerin bir araya gelmesi halinde, Karadeniz, kıyısı olmıyan devletlerin hükmü altına giriyor, Rus sahil ve donanmalarının emniyeti tehlikeye düşüyordu.

Montrö Mukavelesi Lozan’ın bütün eksiklerini tamamladı. Montrö mukavelesi de mahdud açıklık rejimini kabul etmiştir.

Çarlığın fütuhat ve istilâ siyasetini Lozan’da da Montrö’de de tenkid etmiş ve kendisinin tecavüz emellerinden beri olduğunu ilân eylemiş olan Sovyet Rusya, Lozan’da Boğazların kendi harp gemileri de dahil olduğu halde bütün devletlerin harp gemilerine kapalı tutulmasını iltizam ve şiddetle müdafaa etmiş Montrö’de ise Boğazlardan kendi harp gemileri için geçiş hakkı İstemiştir.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt: 5 (3-16), İstanbul, 1939

24 Ağustos 2019 Cumartesi

Lozan’daki Ekonomik Çekişmeler ve Celal Bayar’ın Bilgileri

Tuncer Baykara - Lozan’daki Ekonomik Çekişmeler ve Celal Bayar’ın Bilgileri
(Celal Bayar anlatıyor) İktisat müşaviri Cavit Bey liberaldi, Avrupalıları gücendirmek istemezdi. Hasan Saka hiçbir şeyi derinlemesine incelemezdi.

Cavit Bey’in tüm borçların tarafımızdan ödenmesi hususunda ısrarlı olmasını özellikle İsmet Paşa anlayamamaktadır.
“Bu eğer vatana ihanet değilse nedir”
…cevaptan sonra Cavit Bey’in ve dostu Hüseyin Cahit’in resmi heyet ile ilgisi kesilir.
…borcun kendisinin Osmanlı topraklarında 1850 sonrasında oluşan devletlere taksimi olmakla beraber, Cavit ve Hasan Saka böyle bir taksimin iktisat ilminin esaslarına aykırı olduğunu beyanla, Fransız tezini kabil etmişler. Fransızlar öteki küçük devletlerden çok Türklerin tüm borçları ödemesini tercih ettiklerinden Cavit bunu tavsiye etmiş. Türk menfaati ise hiç de böyle değildir. Çünkü esas olan “Harbi umumi neticesinde elimizden giden yerlerin hissesi belirlenip, Türkiye’nin borcu azaltılacak”tı… / (s. 1023-1027)
90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Lozan Sonrası Türk Adli Sistemine Yabancı Hukuk Müşavirlerinin Etkileri

Pakize Yönter Sağun - Lozan Sonrası Türk Adli Sistemine Yabancı Hukuk Müşavirlerinin Etkileri
Yeni Türkiye Devleti 5 yıl daha adli kapitülasyonlarının etkilerini hissedecek, Avrupalı hukukçuların gözetiminde kalacaktı. Bu Avrupalı hukukçulardan; İsviçreli Profesör Sauser-Hall, İsveçli Sterçel ve Hollandalı Burgezius gibi hukukçu yabancı gözlemciler, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni, adli bakımdan gözlemlediler ve denetlediler.

Kapitülasyonlar hakkında Müttefik devletlerin tezi: Türk kanunları eskidir, yeni ihtiyaçları karşılamamaktadır. Kaldı ki Osmanlı Medeni Kanunu dini esaslara dayanmaktadır; Kanunları uygulayan hâkimler tam bir olgunluğa sahip değildirler; Adli teşkilat noksandır. Bu nedenle kapitülasyonlar öyle bir kalemde kaldırılıp yeri boş bırakılamaz. Gereken ıslahat yapılıncaya kadar bir “intikal devresine” ihtiyaç vardır.

Bu müşavirler Türk hukuk devrimini yakından takip etme imkânı bulmuşlar ve buna dair oluşturulan bazı çalıştaylara da katılmışlardır.

Sauser-Hall, yeni Medeni hukukunun hazırlanıp kabul edilmesinin Türkiye’nin enerjik Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştiğini özellikle vurgulamaktaydı.
…anılarında özellikle Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey’den övgü dolu sözlerle bahsetmektedir. / (s. 997-1022)
90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Lozan Barış Antlaşması’nın Türkiye’deki Yansımaları

Yaşar Baytal - Lozan Barış Antlaşması’nın Türkiye’deki Yansımaları
Konferans öncesinde en önemli konulardan biri konferansın nerede ve ne zaman olacağı ile ilgiliydi.
Konferans öncesi ikinci sorun, 27 Ekim tarihli bir nota ile TBMM Hükümeti ve İstanbul Hükümetinin konferansa davet edilmiş olmasıydı.
Üçüncü sorun ise, Türkiye’yi Lozan’da temsil edecek olan heyetin seçimiyle ilgiliydi.

Lozan’da oturan Rumlar ve Ermeniler, konferans öncesi Lozan’ın havasını Türkler aleyhine çevirmişlerdir.

Konferansın açılış toplantısı, Lausanne’da Casino de Montbenon’da, 20 Kasım 1922 günü saat 15.30’da yapılmıştır.

Yunan temsilci Venizelos, görüşmelerin başlamasıyla yaptığı konuşmasında; “…Konferans, Sevres Andlaşması’nı yeniden düzenlemek için toplantıya çağrılmıştır; yoksa Müttefiklerce imzalanmış, onanmış ve uygulanmakta bulunan öteki diplomatik senetleri yeniden tartışma konusu yapmak için toplanmamıştır…” demiş…

Konferansın başlangıcından itibaren inisiyatifi elinde tutan İngiliz temsilci Curzon ve görüşmelere katılan murahhaslar, Venizelos’un belirttiği; “Sevr Antlaşması’nı yeniden düzenlemek” şeklinde ifade edilen bir düşünceye sahiptiler.

İleri gazetesi Boğazlar meselesi görüşülürken devletlerin tavırlarını şu şekilde sıralamaktaydı: “Çiçerin Boğazladan hiçbir devletin bir bahane ile donanmalarının geçmesini ve boğazların Türkler tarafından tahkimini istiyor. Buna muvafık olamayınca Çiçerin bari Boğazlardan geçecek harp gemilerinin küçük ve az tonlu olmaları fikrini ileri sürdü. Fakat Lord Kurzon buna da razı olmadı… Yugoslavyalılar hem İngilizleri hem de Fransızları tatmin etmek istediklerinden tabii olarak renksiz bulunuyorlar... İtalya’da Yugoslavya gibi hem Fransızları hem de İngilizleri tatmin etmek istediğinden hem rör meselesinde Paris lehinde bulunuyor hem de Türk meselesinde Londra lehtarlığı ediyor. Vakıa İtalyanlar rakipleri Yunanlardan kurtulmak için Türklere yardım etmek istiyorlar ise de İngilizleri de kırmak istemediklerinden Lozan’daki hat-ı hareketleri açık değildir. Hatta biraz da Türk aleyhtarıdır. Fransızlara gelince: Dostlarımız şüphesiz millet ve matbuat i’tibariyle Türk taraftarıdırlar. Fakat diplomasi nokta-i nazarından İngilizlerden bir türlü kurtulamıyorlar…” (Suphi Nuri, “Lozan’da Bu Gün”, İleri, 4 Şubat 1923, s. 1.). Bu yazı aslında Lozan Konferansı’nın da aynası niteliğindeydi. Çünkü görüşülen birçok konuda bu yapının devam ettiğini görmekteyiz.

Görüşmeler sırasında İtilaf devletlerinin zorlayıcı ve Lord Curzon’un Türkiye’yi küçümseyici tavırları karşısında gazetelerde bazı yorumlar da yapılmıştır. Örneğin, Tan gazetesinde “Ne Murad Ediliyor” başlıklı yazısında; “…İsteniyor ki, Avrupa kıtasındaki mevcudiyeti bir efsane mahiyetinde kalsın, İstanbul’un emniyeti, bir hayal-i İnkılab etsin mahkemelerde ecnebiler icray-ı hüküm etsin, Türkiye mali kaydlar, yükler altında daima müttefiklerin esiri, daima hayati kuvvetlerden mahrum bir aleti olsun. İstiyor ki Cem’iyyet-i Akvam himayesi maskesi altında akalliyetlerin her ferdi bir menba-ı fesad ve ihtilal mahiyeti iktisab eylesin, hudutlar bu suretle hükümlerle, budandıkça budansın, velhasıl Türkiye yaşamasın, ölüme mahkum olsun…” (“Ne Murad Ediliyor”, Tan, 1 Şubat 1923, s. 1.).

Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 29 Ocak 1923 tarihli “Büyük Halaskarın Büyük
Yemini” başlığıyla verdiği haberde:
“…Validemin medfeni önünde ve Allahın huzurunda ahd ve iman ediyorum: Bu kadar kan dökülerek milletin istihsal ve tesbit ettiği muhafaza ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Hâkimiyet-i Milliye uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun…” / Hamiyet-i Milliye, 29 Kânunusani 1339/1923, s. 1.

İngiliz istihbarat raporunun iddialarına göre; Lozan’daki Türk delegasyonu siyasi sorunlar konusunda iki farklı görüşe bölünmüştür. Dr. Reşat Nihat, Reşit Safvet ve Muhtar Bey’den oluşan bir grup konferanstaki diğer ülkeleri devre dışı bırakarak İngilizlerle anlaşmayı; Ferit ve Cavit Beylerin başkanlığındaki öteki grup ise, Türkiye’nin Fransa, İtalya ve Sovyetlerle olan ilişkilerini kesmesinin intihar olacağını savunuyorlar ve bu konuda İsmet Paşa’yı ikna etmeye çalışıyorlardı.”

Lozan görüşmelerinin gerginleştiği bir dönemde Türk Hükümeti, Amerika ile anlaşarak bu devletin desteğini almak istemiştir. Amerikalı Chester grubuna madenler, petrol kaynakları, demiryolları ve limanlarla ilgili verilecek imtiyazlar sayesinde emperyalistler arasında oluşabilecek çelişkilerden yararlanılmak istenmiştir. / (s. 963-995)
90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Lozan Barış Antlaşması’nın 90. Yıldönümünde, Lozan, Hukuki Kapitülasyonlar ve Uluslararası Tahkim Anlaşmaları

Ali Şahin - Lozan Barış Antlaşması’nın 90. Yıldönümünde, Lozan, Hukuki Kapitülasyonlar ve Uluslararası Tahkim Anlaşmaları
Lozan Barış Antlaşması siyasal bağımsızlığın yanında aynı zamanda bir iktisadi bağımsızlık belgesiydi.
Kapitülasyonların kaldırılması bunun birincil kanıtıdır.

Kapitülasyon yalnızca bir dönemi ifade eden tarihsel isim değil, tarihselliği içinde ülkelerin, emperyalist ülkelerle ekonomik ilişkilerini belirleyen bir sistemler bütünüdür.

Osmanlı İmparatorluğu, 1536 yılında Fransa ile imzaladığı Kapitülasyon Antlaşması ile (…) Osmanlı padişahı ile Hıristiyan kral eşit kabul edilmektedir.
19. yüzyılın sonları yabancı sermayenin kapitülasyonlar eliyle etkisini artırdığı ve Osmanlı Devleti üzerindeki yıkıcılığını gösterdiği bir dönemdir.

Bağdat Demiryolu imtiyazı sonucu ekonomide Avrupa’ya bağımlı bir süreç işlemeye başlamıştır. Demiryolu imtiyazı, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi emperyalist ülkelerin Osmanlı üzerindeki çıkar çatışmalarının yoğunlaşmasını hızlandırmıştır.

1902-1911 döneminde üretilen maden kömürünün %74’ü, maden kömürü dışındaki tüm madenlerin üretiminin de % 64’ü yabancı şirketler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kuşkusuz bu dönemde çıkarılan madenlerden elde edilen servet bu şirketlerin kasasına gitmişti.

Lozan görüşmelerinde M. Barrere:
“Kapitülasyonların ortadan kaldırılmasından söz edildiğine göre demek ki bu kapitülasyonlar bugün de vardır. Konferansın ödevi çağdaş gereklere daha uygun düşecek ve çağı geçmiş görüşlere dayanan kapitülasyonlar rejimi yerine geçebilecek, bir sistem araştırmaktır. Bununla birlikte, yeni rejimin, hukuk açısından, yabancıların isteklerini karşılayacak ve onlara gerekli güvenceleri verecek hükümleri kapsaması zorunlu olacaktır.” / (s. 771-802)

90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

“Şark Meselesi” ve Lozan Barış Andlaşması

M. Murat Hatipoğlu - “Şark Meselesi” ve Lozan Barış Andlaşması
“Şark Meselesi” / batı kaynaklı emperyalist davranışlar…
Şark Meselesi’ne konu olan olaylar dizisi:
1792-1814-15 / Viyana Kongresi
Yunanistan’ın bağımsızlığı 1821-1830
Mısır Meselesi 1832-1841/Boğazlar Meselesi
Kırım Harbi 1853-1856 / Islahat Fermanı ve Sonuçları
“93 Harbi” 1875-1878-Balkan Türklüğü’nün ilk büyük kaçış göçü
Ermeni Meselesinde ilk 35 yıl: 1880-1915
Birinci Dünya Savaşı 1914 - 1918
Barış süreçleri 1919-1920 / 1923

İlk küreselleşme dalgası
“yeni dünyanın keşfi’yle 1490’larda yaşanmaya başlanan ve Avrupalı ticaret burjuvazisinin ticarî faaliyetler-keşifler-icâdlar vb. yollarla palazlanıp güçlendiği dönem…

İkinci küresel dalga
1790’larda, Avrupa’da feodal-aristokrasinin egemen olduğu sınıflı toplum yapısını temelden sarsarak Avrupa sahnesinde yeni bir sosyo-politik statükonun -yani burjuva egemen siyasî yapının- ortaya çıkışı söz konusu olmuştur…

Üçüncü küreselleşme dalgası
Sanayi Devrimi’nin getirdiği sonuçların 1890’larda dünya çapında ulaştığı zirve (…) dolayısıyla sınaî kapitalist ilişkilerin yeni aktörü olan sanayi burjuvazisinin ön plana çıkmasıyla açıklanabilir (modernite).

Batının sınayî emperyalizmi (…) Hammadde ihtiyacı, üretim fazlası sınâî ürünlerine pazar bulmak (vs. ihtiyaçlarını gidermek için) Avrupa dışında kalan “Şark ülkeleri” başta olmak üzere, diğer coğrafyalarda (…) egemenlik kurmak, onları yönetmek ve elbette onların topraklarını sömürmek (için çeşitli bahaneler üretir; medeniyet götürmek gibi).

(Kapitalizmin medeniyet götürdüğü yerler: Amerika kıtasıyla başlayan bu sürece Afrika kıtasıyla devam edildi; köle ticareti ve kıtadaki hammadde kaynaklarının sömürülmesi için milyonlarca insan öldürüldü. Afrika’dan sonra Hindistan, Çin gibi uzak Asya ülkelerine uzandı batı medeniyeti. Bunların ardından nihai düşmanı olan Türklere yöneldi)

“Şark Meselesi”
Napolyon’un hezimetiyle sonlanan Rusya Seferi sonrasında toplanan 1814-15 Viyana Kongresi’nde dile getirilmiştir.
Meselenin tarihi: Şark ile Garb” ya da “İslam ile Hristiyanlık” veya “Türkler ile Avrupa” arasındaki ilişkiler süreci XI. yüzyıla kadar dayandırılabilmektedir.
…ilk aşamada Türk unsuru (…) sürekli ilerleyen ve kazanan taraf iken (…) XVIII. yüzyılla birlikte işler tersine dönmüş (…) net bir ifadeyle 1921 Sakarya Meydan Muharebesi’ne kadar böyle devam etmiştir.

Lozan’da (…) “Şark Meselesi”ni oluşturan hukukî, siyasî sorunlar ve uyuşmazlıklar ele alınıp çözümlenmiştir. / (s. 761-769)
90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Gerçeklik – Edebiyat İlişkisi Bağlamında Lozan Nüfus Mübadelesi’nin Örnek Romanlarda Karşılaştırmalı Analizi

Sibel Ercan - Gerçeklik – Edebiyat İlişkisi Bağlamında Lozan Nüfus Mübadelesi’nin Örnek Romanlarda Karşılaştırmalı Analizi
Kemal Yalçın’ın Emanet Çeyiz (1998)
Yaşar Kemal’in Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana (1998)
Sabâ Altınsay’ın Kritimu – Girit’im Benim (2004) adlı romanları üzerinden mübadele hakkında bir inceleme…

Kemal Yalçın, Emanet Çeyiz adlı anlatısı (…) mübadeleyle Denizli’nin Honaz nahiyesinden Yunanistan’a göç eden Yanni ve Stella Minoğlu’nun kızları Sofiya ve Eleni’nin çeyizlerinin sahiplerine ulaştırılma sürecini aktarır. Minoğlu ailesi gitmeden önce kızlarının çeyizini, dönerlerse kızlarına ve dönemezlerse bir fakire verilmek üzere Kemal Yalçın’ın dedesiyle babaannesine emanet eder.
Kitabın birinci bölümünü Yunanistan’a göç eden Rumlarla yapılan görüşmeler oluşturur.
İkinci bölümde, Kemal Yalçın Türkiye’ye döner ve Türkiye’deki mübadillerle aynı biçimde görüşmeler yapar.
Bu görüşmeler sayesinde Minoğlu’nun kızlarından Sofiya’nın torunu İrini’yi bulur ve “emanet çeyiz”i sahiplerine teslim eder.

Bu görüşmelerde hiçbir Rum, Yunanistan’a gönderilmekten mutlu olduğunu belirtmemiştir.
Anadolu’daki göçmenlerle yaptığı görüşmeler sırasında halkın tedirgin olması ve birçoğunun yazara güvenmemesi dikkat çekicidir.

Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana (Kemal, 2003), Bir Ada Hikâyesi dörtlemesinin ilk kitabıdır. Roman, Mübadele’nin hemen sonrasındaki dönemi kapsar ve hayali bir ada olan Karınca (Mirmingi) Adası’nda geçer. Mübadele’nin gerçekleşmesinin ardından adayı terk etmeyip saklanan Rum Vasili’yle, adaya yerleşen Türk Poyraz Musa’nın hikâyesi, çelişkileri ve zamanla gelişen iletişimi roman içerisinde geriye dönüşlerle ele alınır.
Yaşar Kemal, karakterlerini doğanın bir parçası olarak kurgulamıştır. Doğa ve Karınca Adası onları bir araya getirir.

Sabâ Altınsay’ın Kritimu – Girit’im Benim (2004) isimli romanı mübadele kararıyla Girit’ten Çanakkale’ye göç eden Müslüman bir aileyi ve bu ailenin mübadele öncesinde Giritli Rumlarla zamanla değişen ilişkileri anlatılır.
Kritimu’da Müslümanlarla Hıristiyanlar başta bir arada yaşarken zamanla uzaklaşırlar ve birbirlerine karşı nefret ile öfkeleri roman boyunca artar. / (s. 745-759)

90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Yüzyıllık Hesaplaşma Lozan’da Boğazlar Sorunu

Sadık Erdaş - Yüzyıllık Hesaplaşma Lozan’da Boğazlar Sorunu
Lozan Barış Konferansı, meselenin bütün taraflarını bir araya getiren ve üretilecek çözümünde o denli geniş kabul göreceği bir fırsat olması açısından önemli ve aynı zamanda yüz yıllık bir hesaplaşma platformudur.

Lozan’da, Boğazlar’la ilgili üç farklı görüş ortaya çıktı:
Boğazlar’ın hem ticaret hem de savaş gemilerine mutlak olarak açılması, bu açıklığın teminatı olarak Boğazın iki tarafının askersizleştirilmesi, uluslararası bir komisyonun bu işi idare ve kontrol etmesi esaslarına dayanan İngiliz önerisi, Boğazlarda Türk hakimiyetini ve sınırlı bir özgürlük sağlayan Türk önerisi ve Boğazları savaş gemilerine kapatan ve doğal olarak Karadeniz’i bir Sovyet “mare clousum”u haline getiren Sovyet önerisidir.

1841 sözleşmesinden bu yana Boğazlarla ilgili karar ve uygulamalarda soruna taraf olan ülkelerden en az biri geri plana itilmiş ve üretilen çözüm daha başlangıçta tartışmalı bir hal almıştır. Bu bakımdan Lozan, Boğazlar görüşmelerinde bir ilk olarak eşit taraflar arasında bir müzakere konusu olmuş ve bu durum alınacak kararların geçerliliği ve devamlılığı konusunda neredeyse yüz yıldır görülmeyen bir ümit ışığı yansıtmıştır.

İngiltere’nin Lozan’da Boğazlar meselesine yönelik en önemli hazırlık belgesi 15 Kasım 1922 tarihli ve Dışişleri Bakanlığı’nca H.G. Nicolson’a hazırlatılan Boğazların serbestliğine dair memorandumdur.
…konferansta yakın doğu sorununun hiçbir düzenlemeyle daimi olarak karara bağlanamayacağı ve bu nedenle Boğazlar konusunda savaştan öncekinden daha olumsuz bir duruma bırakmayarak Sevr anlaşması şartları hatırlatılmaktadır.

Lenin’e göre “barış ve savaş zamanlarında boğazlar tüm savaş gemilerine kapanmalı, boğazların deniz ticaretine tam bir serbestlikle açılması ve Türkiye’nin ulusal isteklerinin karşılanması” gerekmektedir. Bu bakış Sovyet temsilcileri tarafında konferans boyu tavizsiz bir şekilde dile getirilecektir.

İnönü’ye göre dünyada en güçlü donanmaya sahip bulunan İngilizler, Lozan’da Boğazlar Sorununu en önemli mesele olarak görüyorlardı.

1924 Verilerine Göre Türk Boğazlarını En Fazla Kullanan İlk Beş Devlet

Toplam Geçiş
Geçiş Yüzdesi
Toplam Tonaj
Tonaj Yüzdesi
İngiltere
972
%18.58
1.984.783
%25.95
İtalya
828
%15.83
1.518.052
%19.85
Yunanistan
712
%13.61
827.250
%10.81
Fransa
300
%5.73
570.412
%7.45
Romanya
318
%6.08
364.134
%4.76

Boğazların savaş gemilerine kapalı olması ilkesini 1914’e kadar hararetli biçimde savunan İngiltere bu konferansta serbest geçiş savunucusu durumuna gelmiştir.

İsmet Paşa, 8 Aralık 1922 günkü oturumda Boğazlara tatbik edilmesini istediği usulü üç esasta topluyordu:
1- İstanbul ve Marmara’nın güvenliği için denizden ve karadan gelecek baskınlara karşı koruyacak garantiler verilmesi.
2- Karadeniz’e geçecek deniz kuvvetlerinin Boğazlarda ve Karedeniz’de bir tehlike yaratmamaları için sınırlandırılması.
3- Savaş ve barış zamanlarında ticaret gemileri için geçiş serbestliği.

Boğazlar meselesinin son oturumu 1 Şubat 1923’te yapıldı. / (s. 327-348)

90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Ermenice Basında Lozan Barış Antlaşması’nın İptali Talepleri ve Yeni Ermeni İddiaları

Gaffar Çakmaklı Mehdiyev - Ermenice Basında Lozan Barış Antlaşması’nın İptali Talepleri ve Yeni Ermeni İddiaları
Ermeni basınında sürekli Sevr Antlaşması’nın 88. maddesi dile getiriliyor. Bu maddeye göre “Türkiye, öteki Müttefik Devletlerin yapmış oldukları gibi, Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanıdığını bildirir”.

Bu kabul edilemez bir durumdu ve Lozan Antlaşması ile bu Ermeni iddialarına son verilmişti. 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması’nı tanımadığını ilan etmiştir.
Ermeni siyasi parti ve STK’ları Lozan Antlaşması’nın iptal edilmesi için uluslararası düzeyde bir kampanya başlatmışlardır.

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurucusu Mehmet Emin Resulzade: “Menhus Sevr muahedesi yırtıldı, mesut Lozan muahedesi yazıldı! ... Birincisi, çöken imparatorluğun ölüm beratı idi; ikincisi ise yükselen cumhuriyetin doğum cüzdanı oldu.”

Ermeni gazeteci “Türkiye’de bayram, Ermenistan’da yas.”

Ermenistan ve yabancı ülke basınlarında Sevr ve Lozan konusunu sık sık gündeme taşıyanlardan biri de eski diplomat “Modus Vivendi” Merkezi Başkanı Ara Papyan’dır.
O diyor ki, Lozan Anlaşması’nın hiçbir belgesinde ABD’nin mührü yoktur. Demek ABD’nin üzerine gidip de bu antlaşmanın iptali için çalışmalarda bulunmanın faydası olabilir.
Onun fikrince “Ermeni soykırımı”nın tanınması Lozan’ın iptalinden geçer, Sevr Anlaşması’nın yürürlüğe girmesi için “Lozan’ın üzerine gitmek” germektedir.

Ermenistan Başsavcısı Ağvan Hovsepyan, 1923 yılında Lozan’da imzalanan 23 Temmuz tarihli Anlaşmayı Ermeni halkı kabul etmemiştir. Şimdi de kimse kabul etmiyor. / (s. 261-280)
90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Rus ve Azerbaycan Kaynaklarında Lozan

Roida Rzayeva Oktay  - Rus ve Azerbaycan Kaynaklarında Lozan
Genellikle ilgili kaynaklarda her iki tarihi vakıa – Sevr ve Lozan – ilintili olarak ele alınmaktadır.

Sovyet kaynaklarında Sovyetlerin Türkiye’ye yardımı konusunun altı çiziliyor, yorumlar Boğazlar tartışması üzerinden yapılıyor.

…tahlillerin çoğu, Sovyet ideolojisinin etkisi altında yapılmış…

Sovyetler sonrası literatür Lozan Konferansı’nda Türkiye’nin son derece büyük başarılar kazandığına vurgu yapılıyor ve Lozan Konferansı ile Doğu probleminin bittiği belirtiliyor.

Noviçev’in “Türkiye Kısa Tarih” adlı çalışmasında: Lozan Konferansı’nda emperyalistlerin savaşta uğradıkları yenilgiye rağmen Türkiye’deki konumlarını korumaya çalıştıklarını, fakat muvaffak olmadıkları belirtiliyor.

Boğazlarla ilgili sözleşme, Noviçev’e göre ilk önce Sovyetler Birliği’nin aleyhineydi (…) Türkiye’nin bu denli önemli bir konuda, Ulusal Kurtuluş Savaşı zamanı, önemli yardım yapmış Sovyetler’in çıkarlarını zedeleyen tavizkârlığı, politikasında Türk halkının çıkarlarının zararına emperyalistlerle anlaşma eğilimlerinin olduğu şeklinde yorumlanmaktadır.

“Türkiye’nin Problemleri” adlı kaynakta Lozan Konferansı’nda Türkiye’nin, onun egemenliğine ve politik bağımsızlığına, bilhassa kendi politik özgürlüğünü korumak için tehlike oluşturmayan konularda ödün vermesine dikkat çekiliyor.

“Türkiye Tarihinin Problemleri” adlı kitapta (…) Batı’nın Türkiye’ye karşı emperyalist politikasını İngiltere’nin cisimleştirdiğine değiniliyor.

K. Finkel’in “Osmanlı İmparatorluğunun Tarihi” adlı kitabında, Lozan Antlaşması’nın önemi olarak Türkiye’nin, eski komşuları ile aynı statüyü alması görülüyor. Kaynakta konferansın getirdiği konular arasında Ermenilerin kitlesel katliamından dolayı mahkeme bekleyen tutukluların kalanının tahliye edildiklerinin özellikle altı çiziliyor.

Rusça en önemli kaynaklardan biri olan “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”nin “Lozan Konferansı 1922-1923” ve “Lozan Barış Sözleşmesi 1923” adlı maddelerindeki yorumlar, bahsi geçen çalışmalardakilerden farklılık sergilemektedir. Türk burjuva milliyetçilerinin, uluslararası gericilikle bir an önce anlaşma yapmaya çalıştıkları ve bu konferansta Sovyet delegasyonunun barış ve güvenlik için kararlı ve tutarlı şekilde mücadele eden tek delegasyon olduğu, ayrıca Karadeniz boğazları ile ilgili sorunun Lozan Konferansı’nın kilit konusu olduğu belirtilmektedir.

…çalışmada Türk Hükümeti’nin emperyalistlere verdiği ödünler ve onun hem Lozan Konferansı hem de daha sonra kaynakta “halk düşmanı” olarak nitelendirilen politikası, Türkiye’nin 1919-1922 yıllarında kazandığı bağımsızlığının sonradan fiili kaybını koşullandırmış olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. / (s. 239-254)
90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Amiral Bristol’un Günlük ve Raporlarında Lozan Müzakereleri’nin I. Safhası

Hikmet Öksüz, İsmail Köse - Amiral Bristol’un Günlük ve Raporlarında Lozan Müzakereleri’nin I. Safhası
Amiral Mark Lambert Bristol, Paris Barış Konferansı başladıktan hemen sonra, 1919 yılı Ocak ayı sonunda İstanbul’da görevlendirildi ve kendisine aynı yılın Ağustos ayında Yüksek Komiser unvanı verildi. 1927 yılı başına kadar Türkiye’de görev yapan Amiral Bristol, ABD ile Türkiye arasındaki de facto (fiili) diplomasi döneminde ülkesinin en üst düzey temsilcisi olarak görev yaptı.

Bristol, Lozan sonrası anılarını yazarak yayınlamayan delegeler arasındadır.

Amerika’nın Ankara’daki temsilcisi Robert Imbrie 15 Şubat’ta Dışişleri Bakanlığına göndermiş olduğu raporda, Konferans müzakereleri tıkanmışken Türk ordusunun da askeri hazırlıklara başladığını bildirmiştir.

8 Kasım’da Amiral Bristol: Lozan’daki Konferans’ın ertelenmesi ile ilgili bilgisi olup olmadığını sorduğumda, bir şey bilmediğini ve Konferans’ın toplanacağı gün olarak belirlenen 13 Kasım’da Lozan’da olabilmek için yarın [9 Kasım’da] yola çıkacağını söyledi.
İsmet Paşa ufak tefek bir adamdır ve yüzündeki hatlar da ufak tefek bir adam izlenimi vermektedir. Ağır derecede sağırdır ve nazik bir kişiliğe sahiptir.

Amiral Bristol 27 Kasım Pazartesi günü Lozan’a ulaşmış ve aynı günün öğleden sonra oturumuna katılmıştır.

(Ermeni taleplerinin savunucusu olan Amerikalılar Lozan’da ilk dönem temaslarında sürekli olarak Türk topraklarında bir Ermeni yurdu kurulmasını istemişlerdir)

6 Aralık günü Bristol, Konferans’taki bütün karacı ve denizci askeri uzmanların yer aldığı Uşi Oteli’ndeki özel toplantıya katılmıştır. Türk tarafı Deniz Yarbayı Şevket Bey ile Yarbay Tevfik Bey tarafından temsil ediliyordu ve bu toplantıdaki görüşmede konuşulanlar Lozan Tutanaklarında yer almamaktadır.

Milletler Cemiyeti Mülteciler Komiseri Dr. Fridtjof Nansen, Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos ve İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon Türkiye’deki Rumlar ile Yunanistan’daki Müslümanların mübadele edilmesini önermişlerdi ve bu teklif Türk Heyeti tarafından kabul edilmişti.
Yunanistan Hükümeti, Mübadele sözleşmesinin imzalanacağı Ocak ayı başında Yunanistan’da yeterli barınma, beslenme imkânı kalmadığı ve bulaşıcı hastalık tehlikesi nedeniyle artık mübadil kabul edemeyeceğini Amerikan Hükümeti’ne bildirmiş ve yine yardım istemiştir.

Amerikan ticari çıkarları için “açık kapı” ilkesi mutlaka korunmalıydı. Amerikan Hükümeti Sevr’e karşı çıkıyordu fakat bunu adalet duygusu ile değil, ekonomik çıkarları zarar gördüğü için yapmaktaydı.

Başdelege Child (…) yeterli imtiyazları elde edebilirlerse İngiltere’deki Muhafazakârların Musul’u Türklere bırakabileceğini düşünüyordu.

Zaferde payı olduğu için ABD Hükümeti petrol avantajlarından eşit hak istiyordu…

Tüm bu gelişmeler olurken, Chester Projesi görüşmeleri Ankara’da TBMM’nin bilgisi dâhilinde Bayındırlık Bakanlığında devam ediyordu.

Demir yolu yapılması ve 40 km’lik alanda maden imtiyazı alınması düşünülen hatlar da belirlenmişti. Bunlar: (a) Yumurtalık-Diyarbakır, (b) Samsun-Sivas-Harput-Diyarbakır-Musul-Süleymaniye-İran Sınırı, (c) Van Gölü-Harput, (ç) Ankara-Sivas, (d) Sivas-Erzurum hatlarıydı.

Bristol günlüklerindeki kayda göre Bristol, 24 Aralık günü Paris’e giderek buradaki Amerikalı petrol yatırımcısı J. W. Finch ile görüşmüş ve ikili Abdülhamit’in mirasçılarının elinde bulunan petrol haklarını almak için girişimde bulunmaya karar vermiştir.

Paris’te bu görüşmenin yapılması, Lozan Konferansı’nın başlarında Amerikan Hükümeti’nin Musul konusunda Türk tarafını destekleme niyetini göstermesi açısından önemlidir.

(27 Kasım’da Müttefikler kendi aralarında kapitülasyonları görüşüyor) Başdelege Child, “İsmet Paşa’nın kapitülasyonların bazı değişikler (modifications) ile kabul edilebileceğini bildiren bir beyanat vermesinin iyi izlenim bırakacağını” söylemiştir.
Bristol, “İsmet Paşa’nın bunu Ankara’ya kabul ettiremeyeceğini ve şuanda asıl işin Ankara’daki Aşırılara (Extremists) karşı hükümet etme erkinin Mustafa Kemal liderliğindeki Ilımlıların (Moderates) elinde kalmasını sağlamak olduğunu” söylemiştir.
Bristol, 28 Kasım’da Curzon ile görüşmesinde “İsmet Paşa’nın pozisyonunun Bağlaşıklar tarafından güçlendirilmesinin ılımlılara yardımcı olacağını” söylemiştir.

İsmet Paşa, 27 Ocak’ta Musul’dan feragat edilerek barışın sağlanabileceği görüşünü telgraf ile Ankara’ya bildirmiştir.

Bağlaşık taslağı resmi olarak Türk Heyeti’ne teslim edilmeden bir gün önce, 30 Ocak’ta Washington Post’ta (…) taslak maddelerinin Türkler tarafından kabul edilemeyecek kadar ağır olduğu (haberi yer bulmuş).
Bağlaşık taslağı ile ilgili tartışmalar sürerken gerçekleşen önemli bir gelişme; 30 Ocak’ta, Türkiye ile Yunanistan arasında müzakere edilen mübadele sözleşmesinin imzalanmış olmasıdır.

Dönüş yolunun bir kısmında Amiral Bristol ile İsmet Paşa aynı trende seyahat etmiş ve ikili arasında Türk barış şartlarını ortaya koyan bir görüşme gerçekleşmiştir.

İsmet Paşa’nın “… Bağlaşıklar neden bize karşı bu şekilde bir tavır aldı…” sorusuna Bristol “… Bağlaşıkların Türk karakterinin son yıllarda değiştiğini anlayamadıklarını ve halen eski düşünce sistemine sahip Türklerle müzakere ettiklerini sandıklarını düşünüyorum…” cevabını vermiştir. / (s. 209-238)

90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Sevr Barış Antlaşması’ndan Lozan Barış Antlaşması’na İstanbul ve Çanakkale Boğazları Meselesine Analitik Bakış

Yüksel Kaştan - Sevr Barış Antlaşması’ndan Lozan Barış Antlaşması’na İstanbul ve Çanakkale Boğazları Meselesine Analitik Bakış
Milli Mücadele esnasında İstanbul Boğazı demek Osmanlı Devleti ve İslam Halifesi’nin merkezi demektir. Boğazlara sahip olmak Osmanlı Devleti’ne sahip olmak olarak düşünülmekteydi.

Çanakkale Boğazı girişinde boğazı kontrol eden adalar (…) Ege Denizi’nde yer alan adaların bazıları da Anadolu kıyılarına çok yakın olması nedeniyle stratejik öneme sahiptir.
İstanbul ve Çanakkale boğazları tarihte Galatlar, Venedikliler ve Cenevizlilerin ticaretinde çok önemli olmuştur.

(Fetih’ten önce) Bizans’a sahip olmak demek Boğazlara sahip olmak ve böylece Doğu ile Batı arasında siyasi, askeri, ekonomi ve ticaret bakımından önemli avantajlara sahip olmak anlamına gelir.

Çanakkale Boğazı’nın güvenliğinin sağlanması, Boğazlardan geliş geçişleri sağlaması, Anadolu kıyılarına yakınlıkları bakımından Ege Adaları stratejik öneme sahiptir.

İtalya 1912’de 12 Adaları ele geçirerek Ege Denizi’ne yerleşebilme imkânı bulur ve bu şekilde Doğu Akdeniz güçler dengesinde yeri ve etkisi olan bir devlet konumuna gelir.

1912’de Yunanistan, Ege Denizi’nde Çanakkale Boğazı’nı tutmak ve bu yolla Rumeli’de yapılacak bir savaşa yapılacak ikmali engellemek üzere, Boğazönü Adaları’nı işgal stratejisi uygulamaya karar verir.

Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı sonrasında düzenlenen konferansta, Ege Adaları’nın geleceğini de Avrupalı altı devletin (Almanya, İngiltere, Fransa, Avusturya-Macaristan, İtalya, Rusya) kararına bırakır.

Balkan devletleri ile Türkiye arasında 30 Mayıs 1914’te imzalanan Londra Antlaşması’na göre (…) Yunanistan’ın işgal ettiği İmroz ve Bozcaada dışındaki tüm Doğu Ege adalarının askerden arındırılması, silahsızlandırılması ve askeri amaçlarla kullanılmaması şartıyla, Yunanistan’a bırakır. Karar taraflara bildirilir. Meis, Bozcaada ve Gökçeada’nın Osmanlı Devleti egemenliğinde kalacağını öngören bu karar 13 Şubat 1914’te Osmanlı Devleti’ne bildirilir.


İtilaf Devletleri, büyük bir donanma gücü oluşturarak Aralık 1914 tarihlerinde Ege’ye gelirler. Şubat 1915 tarihinde yeterli hazırlıklar yapılır ve 18 Mart 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’nı geçmek isterler, fakat Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirler ve savaşta gösterdiği başarı nedeniyle hüsrana uğrayarak geri çekilirler. Böylece Boğazların Osmanlı Devleti’nin savunmasında ne kadar önemli olduğu görülür.

1913-1916 yılları arasında Amerika’nın İstanbul Büyükelçisi olan Henry Morgenthau: Boğazların stratejik durumu öne çıkartılarak buralara sahip olmanın dünya yönetiminde kolaylık ve avantaj sağlayacağı vurgulanır.

Wilson İlkeleri
1. ve 12. maddeleri, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından serbest geçiş ile ilgilidir. Böylece Wilson İlkeleri çerçevesinde Boğazların Osmanlı Devleti’nin denetimi altında olamayacağı görülür.

Sykes, 1 Nisan 1915 tarihinde Herbert’e gönderdiği mektupta şunları yazmaktadır: “Türkiye diye bir şey artık var olmamalı. İzmir Yunanların olacaktır. Adana İtalyan, Güney Toroslar ve Kuzey Suriye Fransız, Filistin ve Mezopotamya (Irak) İngiliz, geri kalan İstanbul’da dâhil Ruslara verilecektir. Ayasofya’da ve Ömer Camii’nde Latin ilahileri okuyacağım. Bunu bütün kahraman uluslar şerefine Galce, Lehçe, Keltçe ve Ermenice okuyacağız” demektedir. Sykes’in bu düşünceleri İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında I. Dünya Savaşı sırasında yapılan Sykes-Picot Antlaşması ile gerçekleşir. Sevr görüşmelerinde bu antlaşma temel alınır.

Lloyd George ve Fransız Başbakanı Clemencau 11 Aralık 1919’da bir araya gelirler. Fransız Dışişleri Bakanlık Genel Sekreteri Berthelot 25 maddelik bir taslak hazırlar.
Türkiye’nin yeni başkenti hakkında bile aralarında anlaşamazlar. Berthelot Konya’yı, Curzon ise Bursa’yı önerir.

Sevr Antlaşması’na eşzamanlı olarak yürürlüğe girmesi kabul edilen ek bir anlaşma imzalanır (Bonin-Venizelos Antlaşması) ve İtalya bu antlaşma ile Rodos ve Meis dışındaki tüm adaları Yunanistan’a verir. İtalya 8 Ekim 1922’de söz konusu antlaşmayı fesih ettiğini açıklar.

Merkezi İslam Cemiyeti, Türklerin hâkimiyetinin Boğazlara bağlı olduğu, bu sebeple Türk hâkimiyetinde kalması gerektiğini savunur.
Hint Müslümanları arasında meydana gelen bu hareketlenmeye karşılık 21 Şubat 1921 tarihinde Londra Konferansı toplanır.
İngiltere kendi sömürgesi olan bölgelerde olumsuz bir etkiyle karşılaşmamak için antlaşma metninde bazı değişiklikler yapar.
Lloyd George bir demecinde, “Biz ne Türk ırkının oturduğu bölgelerde Osmanlı Devleti’nin devamına ne de başkentinin İstanbul olmasına karşıyız; fakat Akdeniz’i Karadeniz’e birleştiren Boğazlarda uluslararası bir yönetim uygulanmalıdır.” açıklamasını yapmaktadır.

Lloyd George Osmanlı Devleti’nin Sevr’i imzalamaya karar verdiği zaman “Turkey is no more” yani “Türkiye artık yoktur” diyerek memnuniyetini göstermektedir.

(Lozan’da) Birinci dönemde Türk tarafı İngiltere ile Boğazlar, İtalya ile ise adalar konularda büyük bir çatışma içine girer.

Müttefiklerin görüşüne göre Boğazlar ticaret ve harp gemilerine mutlak açık olmalı; bu açıklığın teminatı olarak Boğazların iki tarafı askerden arındırılmalı, geçişler milletlerarası yapılanmadan oluşan bir Boğazlar Komisyonu’nun idare ve kontrolünde olmalıdır.

İsmet Paşa ile Rus tarafını temsil eden Çiçerin arasında geçen konuşmalar:
“Lozan’da Boğazlar meselesi konuşuluyor. Çiçerin gelmiş, ha bire beni sıkıştırıyor. Adama teminat vermeye çalışıyorum; bir türlü söz geçiremiyorum... Dedim ki: ‘Bana bak! Ben cepheden geldim. Bizim askerler daha ayakta. Ben buradan dönerim; askerlerin başına geçer, Boğazlar Meselesi yüzünden harbe yeniden başlarım. Ama sen benimle harp edebilecek misin? Eğer, şimdi benimle beraber içeri girince sen harp edebileceğini söylesen bile, senin taleplerini reddedeceğim.’ Çiçerin, ‘Canım, ben burada nasıl böyle şeyler söylerim. Merkeze yazarak, onların muvafakat almam lazım.’ dedi. ‘Öyleyse,’ dedim, ‘Üzerime varma. Sen bu işin sonunu göze alamıyorsun. Musul işinde: ‘İleri gitmeyin, harp çıkarsa biz yokuz’ demiştiniz. Bunda, bu noktaya kadar gelemeyeceksiniz. Biz sizinle dost devletiz. Kıyılar bizde olduktan sonra mesele yok. İçinden gemi geçireceklermiş; bırakmayız onları. Endişe etmeyin.’ Çiçerin razı oldu.” / Necdet Uğur, İsmet İnönü, 2. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1995, s. 49-52

Boğazlar, Türkiye için çok önemlidir. Boğazlar, Türkiye için menfaat değil varlık, egemenlik ve güvenlik meselesidir. Boğazlar, Türk toprakları içindedir ve ülke bunlarla bir birlik olur. / (s. 103-135)


90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Rus Tarih Yazıcılığında Osmanlı Devleti

oza Abdıkulova - Rus Tarih Yazıcılığında Osmanlı Devleti
Etatizm, sekülarizasyon ve emansipasyon ile ilgili faaliyetleri, Rusça kaynaklarda temel konu olmuştur.

Türkiye, Cumhuriyet döneminde nasıl değişti, Türk modeli neyi ile kendine çekiyor sorusunu araştırmacı E. İ. Urazova şöyle cevaplamaktadır: Türkiye’nin ekonomik yönden prensibi Batı ekonomi sistemine uymaktadır. Bu şunlarla gerçekleşmiştir: 1) Açık ekonomik pazar. 2) Dünyadaki ekonomik yönden yapılan entegrasyonlara aktif olarak katılmak. 3) Sosyal ve siyasi hayatta demokrasiyi temel yol olarak tutmak. Bunların yapılmasında ise en çok Atatürk’ün emeği büyüktür. / (s. 93-101)
90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

SSCB Halk Hariciye Komiseri G. Çiçerin’in Lozan Konferansı Sırasında Moskova’ya Yazdığı Gizli Mektuplarda Sovyet-Türk İlişkileri Meselesi

Musa Qasımlı - SSCB Halk Hariciye Komiseri G. Çiçerin’in Lozan Konferansı Sırasında Moskova’ya Yazdığı Gizli Mektuplarda Sovyet-Türk İlişkileri Meselesi
SSCB Halk Hariciye Komiseri Georgi Çiçerin fonunun bazı materyalleri üzerindeki yasaklar, SSCB parçalandıktan sonra kaldırılmıştır.

İsmet İnönü ile yaptığı sohbetleri yazıya aktardığı mektubunda Lozan Konferansı’nda Boğazlarla ilgili meselenin müzakeresi sürecinden Rusya’nın uzaklaştırıldığını, İsmet İnönü’nün anlaşma taslağını gizli şekilde kendisine verdiğini, gizli tutulmasını rica ettiğini vurgulayarak şöyle devam ediyor: “O, iyi bir askerdir ve genel durumu iyi derecede biliyor, ancak bir diplomat olarak daha çocuktur... Daha çok askerdir, diplomat değil. Aldatması kolayca hissediliyor, yalan söyleyemiyor, yalan söylediğinde kızarıyor”. Harp gemilerinin Boğazlardan geçmesinde kontrolün uluslararası komisyona devredilmesinin Türklerin gözüyle sebeplerini açıklıyor. İngiliz ve Fransız harp gemilerinin Boğazlardan geçmesinin Rusya açısından muhtemel sonuçlarını, İsmet İnönü’ye açıkladığı hakkında bilgi veriyor.

Boğazlardan harp gemilerinin bırakılmasının Rusya’ya karşı düşmanlık eylemi olduğunu hep söylediğini belirten Çiçerin, bu bilginin Ankara’ya Büyükelçi Aralov’a verilmediğini tahmin ediyordu.
Çiçerine göre, Mustafa Kemal Paşa bununla muhalefeti silahsızlaştırıyordu.

Çiçerin’e göre Boğazlara dair son proje, müttefiklerle Türklerin ortak işi gibi görünüyordu.

Boğazlardan gemilerin geçmesine dair uluslararası komisyonun kurulmasını öneren İsmet Paşa, bunun nedenlerini Çiçerin’e anlatmıştı.
İsmet Paşa, sadece askeri gemilerin geçmesini kontrol etmek için uluslararası komisyon kurulmasını öneriyor, komisyonun diğer yetkilerinin olmasını kabul etmiyorlardı.

İsmet Paşa Müttefiklerin Lozan Konferansı’nın çalışmasını durdurmak istemelerini reddederek, “Ya savaş, ya da barış”, “Belirsiz durumun devam etmesi Türkiye’yi yok edecektir” demişti. O, Ankara’da Musul’a dair İngiltere ile görüşmelerin yürütülmesine dair haberi inkâr etmiştir.

İsmet Paşa’nın sözlerine göre, Amerikalılar Ermeni ocağının kurulmasında ısrarlı olmamışlardı. Onlar bu talepte bulunurlarken, Türkler de Chester ile konsessiyalarla ilgili yapılan konuşmaları durdurmuşlardı.

Çiçerin, İsmet Paşa’ya Osmanlı vezirlerinden birinin şöyle bir fikrini söylemişti: Eğer bir gün yabancı gemiler Sultan sarayının önünden geçerse, o zaman Türkiye’nin sonu gelir.

İngiltere, demilitarizasyon kontrolünün olmaması, İstanbul’un ve boğazların toplu güvenliğine garanti verilmesi konusunda Türkiye’ye taviz vermiştir. Fakat bilmiyorum, İsmet Paşa bunu neden benden sakladı. İngiltere Lahey Uluslararası Tribunalını belirlemek talebinden de feragat etmiştir. Türkiye kendi isteğine göre Avrupa hukukçularını davet edebilir. Çiçerine göre, Paris’te İtilaf ülkeleri arasında görüş ayrılığı Türklerin yararına olmuştur; hem İngiltere hem de Fransa Türklere taraf koşuyor, onlara taviz veriyordu.

Çiçerin’e göre Kemalciler, Sovyetleri öncelikle izole halde, ikincisi, Türkiye ile dostluğa götüren ilkesel Doğu politikasına daima sadık kaldığını sanıyorlardı. Bu nedenle de Çiçerin’e göre, Türkler ne isterlerse yapabileceklerini düşünüyorlardı…

Çiçerin’e göre, Curzon’un tüm politikası taviz vermekle Türkiye’yi Rusya’dan ayırmaktı ve İngiltere’nin Boğazlar üzerinde kontrolden vazgeçmesi büyük bir ödündü. Bu, aslında demilitarizasyonu hiçe indiriyordu.

Çiçerin 14 Ocak tarihli mektubunda Litvinov’a, şimdi ben kesin eminim, Türkiye’nin Boğazlara dair pozisyonu konferansa birkaç ay kala belirlenmiştir diye yazmıştır.

Gazeteler Curzon’un İsmet Paşa’ya gönderdiği mektubu yayınlamışlardı. Mektuptan, İsmet Paşa’nın henüz konferans başlamadan önce Musul meselesine dair Curzon’a ayrılıkçı görüşmeler yapmak teklifinde bulunduğu belli oluyordu. Çiçerin, Biz düşünüyoruz ki İngilizler böyle ayrılıkçı görüşmeleri önermişlerdir, İsmet Paşa şu anda da Musul meselesinin Lozan’da çözümünde ve sözleşmeye dahil edilmesinde ısrar ediyor diye yazıyordu.

…kulislerde İngilizler ve Türkler, Musul meselesinin Milletler Cemiyeti mandasında Türk Hükümetine verilmesi konusunda anlaşmaya varmışlardı.

Sovyet Devleti’nin Müslüman dünyasında büyük yere sahip olmasına, Doğu politikasında Türkiye ile bir arada olduğunu göstermekle onu kullanmaya çalışmıştır. / (s. 55-73)


90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015

Lord Curzon Ültimatomunun Lozan Konferansı Sırasında Verilmesi Bir Rastlantı Mıydı?

Yegana Gezalova - Lord Curzon Ültimatomunun Lozan Konferansı Sırasında Verilmesi Bir Rastlantı Mıydı?
Lozan Barışı öncesinde İtilaf Devletleri hangi yolla olursa olsun Yakın ve Orta Doğu’da mevzilerini muhafaza etmek ve Karadeniz problemini kendi lehlerine çözmek istiyorlardı.
Lozan Konferansı’nda Sovyet Rusyasının da hedefleri vardı: 19 Aralık 1922 yılında Rusya “Boğazlarla ilgili kuralları” takdim etti. Bu kurallara göre boğazlar tüm ticari gemilerin geçişi için açık, Türkiye haricinde tüm devletlerin askeri gemileri için ise kapalı kalmaktaydı.
8 Mayıs 1923 yılında İngiltere’nin Moskova’daki temsilcisi Hodgson, Dışişleri Bakanı Litvinov’a “Curzon Ültimatomu” adlı memorandumu takdim etti. Ültimatomda İngiliz Hükümeti Rusya’yı Yakın ve Ortadoğu’da İngiliz karşıtı propaganda yapmakla suçluyor ve buna son vermeyi talep ediyordu.
24 Temmuz 1923 yılında Lozan Konferansı’nın son toplantısında Lord Curzon’un projesi temelinde boğazlarla ilgili sözleşme imzalandı.

Bu yıllarda Mustafa Kemal Paşa’nın liderliği ile Türk halkının hız kazanan Milli Kurtuluş Hareketi, büyük devletlerin planlarını bozmuş oldu ve aralarındaki çatışma daha da keskinleşti.
Sovyet Rusyası ile “Dostluk Antlaşması” imzalayan Türk Hükümeti, Fransa, İtalya ve ABD ile de yakınlaşmayı başardı. Söz konusu dönemde, yalnız İngiltere Türk-Yunan savaşında tarafsızlığını ilan etse de, Yunanistan’ı desteklemeye devam etti.

Türk halkının bağımsızlık savaşında kazandığı zaferler, Batılı devletleri Türkiye ile barış görüşmelerine başlamak zorunda bıraktı.

Boğazlar Sorunu’nu kendi projeleri temelinde çözmeye çalışan İngiltere ve Rusya, bu sırada zaten ağır olan uluslararası durumun gerginleşmesine neden oldular ve böylece söz konusu sorunun kesin çözümünü geciktirmiş oldular.

Mondros Mütarekesi’nden sonra İngilizler, Mezopotamya’da üstünlük sağlamışlardı.
Doğudaki konumunu güçlendirmek için İngiltere Yunanistan’a güveniyordu. Britanya Başbakanı Lloyd George’a göre, Ege Denizi’nin hem Avrupa, hem de Asya kıyıları Yunanlıların eline geçerse, İngilizlerin Akdeniz’den Hindistan’a giden yollarının güvenliği sağlanmış olurdu.
(İngiltere bu amaç için) “Büyük Yunanistan” kurmak arzusunda olan Venizelos’tan yararlanmayı yeğlemişti.

Müttefiklerince yalnız bırakılan Yunanistan, kesin bir yenilgiye uğradı. Tam bu dönemde İngiltere ile Türkiye arasında çatışmalar daha da keskinleşmiş oldu. 15 Eylül 1922 yılında Büyük Britanya dominyonlarına – Yunanistan, Yugoslavya ve
Romanya’ya başvurarak muhtemel “Türk tecavüzüne karşı” (!?) Boğazların savunulması için yardım istedi.

İngiltere hükümetinin söz konusu başvurusu ile ilgili Sovyet Rusya’sının verdiği notada şöyle denilmektedir: “Büyük Britanya ve müttefikleri tarafından Türklerin başkentini Türk halkına, milli ordusuna ve Türk hükümetine karşı savunmak, son derece şaşırtıcıdır.”

ABD, İtalya, Yugoslavya ve Romanya’nın da İngiltere’nin başvurusuna karşı tavırları benzer oldu. Böylece, Çanakkale krizi sırasında İngiltere müttefiklerinden hiçbir yardım alamadı.
Sonuçta 11 Ekim 1922 yılında Mudanya’da ateşkes imzalandı.

(Lozan’da) Lord Curzon’un asıl amacı – Türkiye ile Yunanistan arasında barışı tesis etmek, Ankara Hükümetini Rusya, İran ve Afganistan’dan uzaklaştırmaktı. Sovyet Rusyası ise kendi menfaati için Türkiye’nin çıkarlarının savunucusu gibi hareket etme taktiğini seçmişti.

İngiltere, Fransa ve İtalya, Barış Konferansı’na Rusya’yı davet etmemekte ısrarlıydılar.
Rusya’nın itirazı işe yaradı. 27 Ekim 1922 yılında konferansa davet edilen Sovyet Rusyası temsilcileri 22 Kasım’da Lozan’a geldiler.
Çiçerin 1 Aralık’ta geldi ve aynı gün İsmet Paşa ile gizlice görüştü.
Konferansta Rusya Vladimir Lenin tarafından hazırlanmış programı ileri sürdü. Program 3 maddeden oluşmaktaydı:
1. Türkiye’nin milli çıkarlarının temin edilmesi,
2. Hem barış hem de savaş ortamında boğazların tüm askeri gemilere kapalı olması,
3. Serbest ticaret gemiciliğinin temin edilmesi.

Sovyet Hükümetinin Lozan Konferansı’na katılması İngiltere’yi son derece rahatsız etmekteydi. Şöyle ki, Lord Curzon’un hazırladığı İngiliz projesi, ister barış, isterse de savaş durumunda boğazlarda askeri gemilerin bulundurulmasını talep etmekteydi. Ayrıca İngiltere boğazların kıyı şeridi boyunca demilitarizasyonunu talep etmekteydi.
Çiçerin’in beyanatına Curzon bizzat herhangi bir beyanat veya programla cevap vermedi.
Bunun karşılığında Balkan ülkelerinin temsilcileri fiili olarak İngiliz projesini dile getirdiler. Önce Romanya, daha sonra Bulgaristan ve Yunanistan boğazların askeri gemilere kapatılmasını ve denetimin bir devlete verilmesine karşı çıktılar.

Boğazlarla ilgili komisyonun sonraki toplantıları da Rusya ile İngiltere’nin karşılıklı suçlamalarına sahne oldu. Özellikle 8 Aralık’ta İsmet Paşa’nın kısmi değişikliklerle müttefiklerin tekliflerini kabul etmesi. Rus-İngiliz diplomatik çatışmasını güçlendirmekle birlikte Türkiye-Rusya ilişkilerinde de gerginliğe neden oldu.

18 Aralık 1922 yılında Boğazlar rejimi ile ilgili müttefiklerin hazırladığı projeye cevap olarak Rusya tarafı “Çanakkale, Marmara ve İstanbul Boğazları’ndan Gemilerin Geçiş Kuralları”nı takdim etti.
Bu kurallara göre boğazlardan tüm ticaret gemilerinin geçişine izin veriliyor, Türkiye dışında tüm devletlerin askeri gemileri için boğazlar kapalı kalmaktaydı.
Moskova’nın asıl amacı projenin 21. maddesine yansımıştı.
Burada Anlaşmayı imzalayan devletler, şimdiki düzenlemeden sonraki 3 ay müddetinde uluslararası bir anlaşma metni hazırlama ve imzalama konusunda anlaşmaya varmaktadırlar. Bu anlaşma metnine göre Karadeniz, kıyısı bulunan devletler için kapalı deniz gibi kalacaktır.
Rusya’nın (teklifi) sadece Bulgaristan, Romanya ve müttefik devletlerin değil aynı zamanda Türkiye’nin de itirazına neden oldu.

İngiltere Hükümeti, Sovyet Rusyasında başgösteren terör olayları ile ilgili birkaç itiraz notaları gönderdi.
Buna cevap olarak 31 Mart tarihinde Rusya Dışişleri Bakanlığı İngilizlerin notasını “dostluğa ters bir hareket olarak” değerlendiren notayı verdi.
İngiliz elçisi bu notayı kendi hükümetine sunmayı reddetti.
Sovyet Dışişleri (…) başka yollar arayacağını bildirdi. Rusların söylediği bu “başka bir yol” – İngiltere ile yürütülen diplomatik yazışmaların Sovyet basınında yayınlanması oldu.
8 Mayıs 1923 tarihinde Lord Curzon’un Sovyet Hükümetine gönderdiği memorandumu SSCB Dışişleri Bakanlığına sundu. Memorandum diplomatik çevrelerde “Curzon Ültimatomu” olarak ünlendi.
Ültimatom’da SSCB’nin İngiltere’nin bu taleplerini 10 gün içinde yerine yetirmediği takdirde bu ülke ile her türlü ilişkilerin kesileceği kaydedilmekteydi.
İngiltere bu ültimatomu dünyanın tüm öncü basın yayın kuruluşlarında yayınlatmayı başardı.
Sovyet karşıtı en büyük kampanya, ilginçtir ki Lozan’da yaşandı. İsviçre’de yayınlanan neredeyse tüm gazetelerde Sovyet temsilci grubunun ülkeden çıkarılması talep edildi.

Lozan Konferansı’nın ikinci aşamasında Sovyet temsilcisi V. Vorovski diplomatik ayrıcalıklarından ve temsilcilik hukukundan mahrum edildi. 10 Mayıs tarihinde ise Vorovski Lozan’da eski çar askeri Konradi tarafından bilinmeyen bir ortamda katledildi.

Memorandumun verildiği tarihten 15 gün sonra, 23 Mayıs tarihinde SSCB, İngiltere’nin taleplerini gözden geçirmeye hazır olduğunu bildirdi.
İngiltere son derece riskli diplomatik hamle ile SSCB’yi Lozan Konferansı’ndan uzaklaştırmayı başardı.

24 Temmuz 1923 yılında Lord Curzon Projesi temelinde Boğazlar Konvansiyonu imzalandı. 14 Ağustos 1923 yılında Roma’da Sovyet temsilcisi tarafından Lozan Konvansiyonu imzalandı. Fakat Rusya (…) onaylamayı reddetti.
Lozan’da belirlenen Boğazlar rejimi bu sularda ve Karadeniz’de en büyük deniz devletinin-İngiltere’nin hükümranlığı anlamına gelmekteydi. (s. 41-53)
90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Sempozyumu Bildirileri, 2 Cilt, Yayına Hazırlayanlar: Duygu Türker - Murat Saygın - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara-2015