Lozan Barış Antlaşması ve Türk Kamuoyu
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi Cilt: XXII, Sayı: 65,
s. 215-243
Yard. Doç. Dr. Tahir Kodal
İstanbul Hükûmeti’nin Lozan Konferansı’na davet edilmesi
Türk basınında ve kamuoyunda sert tepkilerle karşılanmıştır (Anadolu’da Yeni
Gün, 2 Ekim 1922, s. 1; 22 Şubat 1922, s. 1.; 1 Mayıs 1922, s. 1; 5 Mart 1923,).
İsmet (İnönü), 2 Kasım 1922’de Lozan Temsilciler Heyeti
Başkanı seçilmiştir ve meclis kürsüsünden milletvekillerine bir teşekkür
konuşması yaparak, Lozan Konferansı’nda hareket noktalarının Misâk-ı Millî
olduğunu açıkça ifade etmiştir (T. B. M. M. Zabıt. Ceridesi., Devre: I, İctima
Senesi: 3, Ankara, 1960, Cilt: 24, s. 340.).
…konferansta görüşülecek olan bütün meselelerin incelenmesi
üç ana komisyona bırakılmıştır. Bu komisyonlar; 1- Arazi ve Askerlik Komisyonu,
2- Yabancılar ve Azınlıklar Komisyonu, 3- Maliye ve İktisat Komisyonu şeklinde
belirlenmiştir. Komisyon başkanlıklarına da davet eden ülkelerin temsilcileri
getirilmiştir. Türkiye bu komisyonlardan en az birine başkanlık etmek istediyse
de, Lord Curzon’un engellemesiyle bunda başarılı olamamıştır.
31 Ocak 1923’te müttefikler tarafından Türk delegelerine
sunulan anlaşma tasarısı, Türkiye’nin adlî, malî ve ekonomik bağımsızlığına
aykırı olduğu için kesinlikle reddedilmiştir.
Lord Curzon, Londra’ya vardıktan sonra konferansın başarısızlığa
uğramasının sebebi olarak, kendi uzlaşmaz tavrını ve Musul meselesini değil de,
Türkiye’yi ve “yalnız Fransızlarla İtalyanların alâkadar göründükleri
meselelerde ihtilaf kalmıştır.( Tevhid-i Efkâr, 7 Şubat 1923, s. 1.)” diyerek,
“Kapitülasyonlar” meselesini göstermiştir (Vakit, 3 Ocak 1923, s. 2.). Bu
nedenle, Türk basınında Fransa aleyhine sert yazılar kaleme alınmış, hatta
Fransa “kan emici” olarak nitelendirilmiştir (Akşâm, 2 Şubat 1923, s. 1.).
İngiltere’yi, Lord Curzon’un yerine, Türkiye Büyükelçisi Sir
Horace Rumbold temsil etmişlerdir.
Bu değişiklikte, Lord Curzon’un konferansta kendi çıkarları
doğrultusunda hareket ettiği, İngiltere’yi savaşa sürüklemeye çalıştığı ve Orta
Doğu konusunda uzman olmadığı! şeklinde, İngiliz basınında çıkan yazıların da
etkisi olmuştur (Hâkimiyet-i Milliye, 8 Mart 1923, s. 2.).
Türk basını 1920’nin Temmuz’u ile 1923’ün Temmuz’unu
karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırma sonrasında “…Kapitülasyonlardan kurtulduk.
İktisâdî inkişafımıza asırlardan beri mâni olan engellerden sıyrıldık. 1920
Temmuz’unda
Sevr Mu’ahedesini bilâ kayd u şart imza etmemizi söyleyen
devletler, şimdi bizi karşılarına alarak müsavi, şerâit ile müzakerede
bulunmaktadırlar.” denilerek, Millî Mücadele sonrasında emperyalist devletlerin
politikasındaki temel dönüşüm ve onların bunu yapmak zorunda kalışları Türk
kamuoyunun takdirine sunulmuştur (İleri, 12 Temmuz 1923, s. 1.).
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanacak olması üzerine, Türk
basını 24 Temmuz 1923’ü Sulh (Barış) Bayramı olarak ilan etmiştir.
23 Temmuz 1923’te İsmet Paşa “Türkiye müttefikler ile daima
müsavât dairesinde mütekâbil bir mu’amele görecektir.” diyerek, hem ekonomik,
hem de siyasî tam bağımsızlığa vurgu yapmış, bundan sonra I. Dünya Savaşı’nın
galipleri ile Türkiye’nin eşit olacağını, müttefiklerin de bu anlayışla
Türkiye’ye muamele edeceklerini ifade etmiştir (Vakit, 23 Temmuz 1923, s.3.).
Millî Mücadele’nin önde gelen isimlerinden olan ve o anda
TBMM 2. Başkanı olan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Kâzım Karabekir Paşa, Dahiliye
(İçişleri) Bakanı Fethi (Okyar) Bey gibi kimseler 23 Temmuz 1923’te yapmış
oldukları açıklama sonrasında görüşlerini kamuoyu ile paylaşmışlardır.
Onların ortak görüşü “sulh her şey demek değildir. Onun tam
bir sâ’det olabilmesi içün halk inkılâbımızın esaslarına tamamen ri’ayet
etmemiz lâzımdır. Aksi hâlde sulh bir zümrenin istifadesine arz olunan bir
ganimet olur (Vakit, 24 Temmuz 1923, s.2.)” şeklindedir.
Haham Başı Becerânu barış hakkında yapmış olduğu açıklamada;
“Nasıl şems ortaya çıktığı vakit etrafına parlak ziyâlar serperse, sulh da
şualarını etrafa dağıddıkça ve tabiki güneş gibi sıhhat, ‘afiyet, sa’adet
saçacaktır (Vakit, 24 Temmuz 1923, s. 3.).” dedikten sonra, barışı istemeyen
hiç kimsenin olmadığını, bundan sonra herkesin memlekette kardeşçe yaşaması ve
çalışması gerektiğini söyler…
Sensinod Meclisi’nce Patrik vekilliğine getirilmiş olan
Nikolaus yapmıştır. Nikolaus yapmış olduğu açıklamada; uzun zamandan beri süren
savaş sonrasında bir antlaşmanın imzalanmasının hükümetin bir başarısı
olduğunu, Rum Patrikhanesi’nin de böyle bir durumdan mutluluk duyduğunu dile
getirmiştir (Vakit, 24 Temmuz 1923, s. 3.).
Ermeniler adına da Katolik Ermeni Patrikhanesi ruhanî lideri
ve Kapu Çuhadarı Asadoryan barıştan dolayı Hükûmete müteşekkir olduklarını
beyan ederek, barıştan sonra memlekette birlik ve beraberlik sağlanırsa daha
verimli sonuçların alınabileceğini belirterek, “mazinin elim hatıraları
silinmelidir. Şimdiye kadar ceryan etmiş olan ahvâl-i mü’essif bertaraf
edilerek ba’dema sulhdan te’min-i istifade edilmelidir (Vakit, 24 Temmuz 1923,
s. 3.).” demişlerdir.
Süryani Kadim Patriği Elyas “Mübarek vatanımız ve necip
milletimiz haris düşmanlarımızın amâl-ı istilâ coyânesi karşısında eğilirken
zât-ı samilerinin rehberliğiyle cihâdın semerei mes’udesi olarak temin edilen
bu şanlı sulh dolayısıyla başta da’yîleri olmak üzere umum Süryani-i Kadim
Cema’ati efrâdının kalb ü vicdanından kopan tebrigâtı arz ve bir azim ve
metanetle müşebbu’mesai-i hüdâpüsnedanelerini kemâl-i taziyeyle selamlıyoruz…”
denilerek, Kadim Süryaniler ya da Nasturiler olarak, Lozan Barış Antlaşması’nın
imzalanacak olmasından duyulan mutluluk dile getirilmiş, Türkiye’nin daha güzel
günlere ulaşmasını için isteyenlerin kiliselerde dua edebileceği ifade
edilmiştir (Hakimiyet-i Milliye, 29 Temmuz 1923, s. 2.).
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması haberi İstanbul’a
saat 17:40’da ulaşmıştır. Haber önce İstanbul’daki Ayrandük zırhlısına, oradan
da İstanbul’daki Deniz Kuvvetleri’ne tebliğ edilmiştir. Bunun üzerine toplar
ateşlenmiş ve antlaşmanın imzalandığı İstanbul halkına duyurulmuştur.
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması üzerine Mustafa
Kemal; Türk milletinin silahının ve siyasetinin gücü ile Türk İnkılabı’nın ilk
dönemini başarıyla tamamladığını, bunda sonra yapılacak olan asıl işin ise,
Türk milletinin medenî milletlerin seviyesine çıkartılması için çalışılması
olduğunu söylemiştir (Vakit, 25 Temmuz 1923, s.1.).
Trakya gençlerini temsilen Haşim Bey (…) Konuşmasında yarım
saat ötedeki Batı Trakya’nın da Türk bayrağının altına girmesi için çok
beklemeyeceklerini sözlerine eklemiştir (Hakimiyet-i Milliye, 29 Temmuz 1923,
s. 2.).
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ülkenin her tarafında
sevinçle karşılanmıştır.
Ahmed Refik’in yazısında; Lozan Barış Antlaşması’na “Şark
Meselesi” bağlamında yaklaşılmış olduğu için, aslında bu yaklaşım çok
gerçekçidir, ilk olarak Türklerin asırlardan beri yaşamış olduğu doğu-batı
çatışmasından söz edilmiştir. Bu düşüncenin daha sağlam bir zemine oturması
için, Albert Sorel’in kitabının önsözündeki “Türk ne zaman Avrupa’ya ayakbastı,
Şark meselesi o zaman başladı” ifadesine yer verilmiştir (“Sulh”, İkdam, 4
Ağustos 1923, s.2.).
Mecliste yapılan uzun süren görüşmede, Özellikle sınır
bölgelerinden gelen milletvekilleri çeşitli itirazlarda bulunmuşlardır. Musul,
Batı Trakya ve Karaağaç’ın sınırların dışında kalmasını şiddetle
eleştirmişlerdir. Ancak, milletvekillerinin Misâk-ı Milli’ye tam olarak
uyulmadığı yolundaki itirazlarına rağmen, Lozan Barış Antlaşması 14 olumsuz 213
olumlu oy ile 23 Ağustos 1923’te kabul edilmiştir.
Mustafa Kemal Nutuk’ta “Bu antlaşma Türk milletine karşı,
yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş
büyük bir suikastın, sonunda neticesiz bırakıldığını ifade eder bir vesikadır.”
diyerek, değerlendirmesini Şark meselesi çerçevesinde yapmıştır (Mustafa Kemal
Atatürk, Nutuk, s. 510.).
Türk kamuoyu, on üç yıldan bu yana yapmış olduğu savaşlardan
sonra gerçekleşen Lozan Barış Antlaşması’nı büyük bir sevinç ile karşılamış,
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı 24 Temmuz 1923’ün o yılki Kurban Bayramı
ile aynı tarihe denk gelmesi nedeniyle, Türk basınının ifadesiyle “bayram
içerisinde bayram yaşamıştır.”
Lozan Barış Antlaşması hakkındaki değerlendirmelere
bakıldığında, üzerinde durulan ve vurgu yapılan en önemli konunun “Türkiye’nin
bağımsızlığı” olduğu görülmektedir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder