1917-1923 Yılları Arasında İngiliz Boğazlar Politikası
Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı, Sayı: 4, 1992,
s.17-49
Esin Yurdusev
Türk Boğazlan ve onlarla ilgili diplomasi söz konusu
olduğunda, ilgili aktörler arasında İngiltere’yi en birinci sırada saymak
gerekir.
Ruslarla yapılan ve savaş sonunda, İstanbul ve Boğazların
yönetiminde Rusya lehinde değişikliklere gidileceğini vaad eden anlaşma 1917
yılında Rusya’da yönetime gelen Bolşeviklerin, savaş öncesinde yapılan bütün
gizli anlaşmalarla birlikte, Mart 1915 anlaşmasını da reddetmesi ile birlikte
tamamıyla değişmiştir.
1917-1919 arasındaki dönemde, geleneksel İngiliz Boğazlar
politikasını oluşturan temel prensiplerde, iki önemli değişiklik gündeme
gelmiştir. Birinci olarak (…) Boğazların bütün ülkelerin ticaret ve savaş
gemilerine açık olması prensibini yerleştirmeyi ve uygulanabilir kılmayı
hedeflemiş; ikinci olarak ise (…) Boğazlar bölgesindeki Türk varlığım ve
kontrolünü tamamıyla ortadan kaldırmayı istemiş ve buna göre politikalar
belirlemiştir.
…bu temel politika değişikliğinin ana sebeplerini, savaş
sırasında yaşanan büyük zorluklarda aramak gerekir.
(Çanakkale’de yaşadıkları hezimet) …bu tecrübeden hareketle
ve ileride benzeri sorunların tekerrür etmesine imkân vermemek için, İngiliz
Başbakanı Lloyd George, Boğazların statüsünde yukarıda sözü edilen
değişikliklerin yapılmasını en çok isteyen ve uzun süre de savunan kişi
olmuştur.
Savaş sonunda, devletler arasında Wilson’un prensipleri ile
de beslenen yeni bir dünya düzeni kurulmaya çalışılırken, hedefleri içinde
cezalandırmaya yönelik bir amaç olan bir politikanın uygulanabilmesi kolay
görünmemektedir.
1916 boyunca ve 1917’nin başına kadar gelişen İngiliz savaş
hedefleri, 1915’de Rusya ile yapılan anlaşmanın maddeleri ile paralellik
arzeder bir şekilde, Türklerin İstanbul ve Avrupa’dan çıkarılmasını amaçlar.
1917’nin başlarında David Lloyd George başbakanlığa gelir.
Yayınlanan ortak deklarasyonda, “Batı medeniyetine bütünüyle
yabancı olan Osmanlı imparatorluğunun, Avrupa’dan tamamıyla kovulması” (V.H.
Rothwell, British War Aims and Peace Diplomacy, 1914-1918 (Oxford: Clarendon
Press, 1971), s. 65.) gerektiği hararetle savunulmuş ve (…) “Türklerin kötü
yönetimi altındaki halkların özgürlüğü” (J. P. Taylor, English History 1914-1945
(London: Dook Club Associates, 1977), s,451.) istenmiştir.
…bütün planlan altüst eden en büyük gelişme, 1917 yılında
Rusya’da ortaya çıkan büyük değişimdir.
Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler, Müttefiklere karşı olan
bütün yükümlülüklerin ve gizli anlaşmaların reddedildiğini ilan ederek açıklar.
Bu dönemde Boğazlar ve İstanbul ile ilgili konularda
İngiltere ve Amerika (…) İstanbul’un ve dolayısıyla Boğazların milletler arası
bir kontrole sokulması (intemationalized) konusunda görüş birliğine varırlar.
1917 Aralığından 1918’in ortalarına kadar olan çabalar bu
yöndedir.
Bu yeni yaklaşımda, Türkiye'ye savaşı hemen durdurması
karşılığında, Trakya ve İstanbul'u da içine alan ağırlıklı olarak Türk olan
topraklar üzerinde, bağımsız bir devlet olarak tanınacağı vaadinde bulunulur
(R. B. Mowar, History of European Diplomacy, 1914-25 (New York: Longmans, Green
and Company, 1927), s 287).
Müttefiklerin 1918’in ortalarına kadar- sarkan barış çabalan
sonuçsuz kalır ve Türkiye savaştan çekilmez.
14 Ekim 1918’de, Osmanlı Hükümeti, Başkan Wilson’un ortaya
koyduğu prensipler çerçevesinde barış yapmaya hazır olduğunu bildirir.
30 Ekim 1918’de, Mondros limanında 25 maddelik Ateşkes
imzalanır.
1919’un başlarından itibaren ve Kasım ayı sonuna kadar
gelişen İngiliz politikalarının iki temel hedefi olmuştur. Boğazların statüleri
ve Türklerin Avrupa'dan sürülüp sürülmemesi…
Paris Konferansı ile başlayan barış görüşmeleri,
İngilizlerin üzerinde durduğu bu iki meselenin çözümlenmesi yolunda uygun bir
zemin oluşturmuştur.
İngilizlerin İstanbul ve Boğazlarla ilgili olarak
geliştirdikleri uluslararası yönetim biçiminin açık ifadesi, tamamıyla Amerikan
idaresi altında bir Boğazlar rejimi oluşturmaktı.
Wilson prensipleri ile savaş sırasında Müttefikler arasında
yapılan gizli anlaşmalarda yer alan paylaşımlar da birbirlerine oldukça zıt bir
yapı arzediyordu.
Ara yol, toplantıların en başında kurulan Milletler Cemiyeti
bünyesinde oluşturulacak bir manda sistemi olarak formüle edilmiştir.
Türklerin Avrupa’dan silinip silinmemesi meselesi: hem Lloyd
George hem de Wilson bu konuda ortak bir tavır benimserler; Türklerin
Avrupa’dan çıkarılmasından yana kesin bir tavır alırlar (Harry N. Howard, The
Partition Of Turkey A Diplomatic History 1913-1923, s. 70).
Lloyd George, Clemenceau ve Wilson’un tasarrufu ile, Mayıs
ayında, Yunanlıların İzmir’e asker çıkarmasına izin verilir.
Yunanistan ve İtalya
İki devletin ilgi alanları ve çıkarları İzmir’de
çatışmıştır.
İtalya Mondros Ateşkes Anlaşmasının 7. Maddesine dayanarak,
Antalya’ya asker çıkarır.
Paris Barış görüşmeleri sırasında ortaya çıkan bu gelişme
üzerine (alelacele) Yunanlıların İzmir’e asker çıkarması kararı alınır.
İzmir’de başlayan Yunan askeri harekâtı en başından
itibaren, normal bir işgal ve düzenli bir ordunun davranışı olmaktan çıkarak,
durdurulamaz bir katliam şeklini almıştır.
Nasıl ki 1915 Çanakkale Harekâtı, Müttefikler açısından,
savaşın gidişini olumsuz etkileyen tarihi bir hatadır; Yunanlıların İzmir’e
asker çıkarmasına izin verilmesi karan da, savaş sonrası dönemin benzer bir
tarihi yanılgısıdır.
Birleşik Devletlerim Versailles Antlaşması’nı red etmesi,
İngilizlerin savaş sonrası dönemdeki Boğazlar politikasında, gerçekten temel
bir değişikliğe yol açacak ilk gelişmedir. Versailles Anlaşması’nın reddi,
aslında, Boğazlardaki manda rejiminin de reddi anlamına gelmiştir. Bunun hemen
akabinde Amerika, Avrupa meselelerinden de çekileceğini ilan etmiştir.
…yıl sonuna doğru, İngiliz Dış İşlerinde bir değişiklik
olmuş ve Balfour’un yerine görevi, Türkiye ile ilgili meseleler söz konusu
olduğunda adı hep gündemde olan, Lord Curzon devralmıştır.
Curzon’un Planı Türklerin Avrupa’dan çıkarılmasını,
İstanbul’un ve Boğazların uluslararası bir organizasyonun yönetimine
bırakılmasını, Anadolu topraklarındaki Türk hükümranlığının ise, yabancı
danışmanlar ve etki alanlarına tabi olarak devamını öngörür.
Türklerin İstanbul’daki varlığını, Avrupa’nın içindeki bir
ülsere benzeten Curzon bunun tedavisi için ‘kesin ve kararlı bir operasyonla’
Türklerin Avrupa’daki topraklardan sökülüp atılmasını; İstanbul ve Boğazların
ise başka ellerin güvenliğine bırakılmasını savunur.
Sonu, itibari ile Ocak 1920’de toplanan İngiliz kabinesi.
Başbakan ve Dış işleri Bakanının politikalarını adeta çiğneyerek, Türkleri
Avrupa'dan silme çabalarına bir son verme ve onların İstanbul’daki hükümranlık
haklarını sürdürmelerine izin verme kararı alır.
İstanbul Meselesinin bu şekilde bir sonuca bağlanmasının en
belirleyici faktörlerinden birisi, Hindistan tartışmasıdır.
Churchill’in naklettiği kadarıyla, Kabine’ye yöneltilen,
“askerleriniz olmadan, Türkleri İstanbul’dan nasıl süreceksiniz?” sorusuna
tatmin edici bir cevap alınamamıştı.
(Türkiye meselesi) Bu amaca yönelik ilk Müttefik konferansı,
Londra’da 12 Şubat-10 Mart tarihleri arasında yapılır.
Konferansa katılan bütün liderler, artık Türkleri buradan
çıkarmanın çok kolay olmadığı noktasında görüş birliği içindedirler.
İngiltere’nin planı, askeri yönden Boğazlan, üç Müttefik
devletin kontrol edeceği; geçiş düzenlemelerini ise, Boğazlar komisyonunun
yapacağı bir sistemi kurmaktır.
İstanbul’un 16 Mart’ta Müttefiklerce resmi olarak işgal
edilmesi kararı, Lloyd George’un çabaları sonucunda alınır. Bu görünüşte
Müttefik işgalidir, fakat gerçekte, barış antlaşmasının maddelerini Türk
Hükümetine kabul ettirmek için başlatılan, geçici (ad hoc) nitelikli bir
İngiliz işgalidir.
Müttefik devletlerin Sevres’e son şeklini verdikleri San
Remo toplantısı ve burada imzalanan anlaşmadan (24 Nisan 1920) bir kaç hafta
sonra, 11 Mayıs 1920’de Müttefiklerin Sevres tasarısı, Osmanlı hükümetine iletilir.
Osmanlı Hâriciyesi ise, 25 Haziran I920'de buna çok kapsamlı ve neden
uygulanamayacağı konusu iyi temellendirilmiş bir yanıt belgesi ile cevap verir.
Osmanlı Hâriciyesinin mektubuna 16 Temmuz 1920’de verilen
cevap çok sert ve tehditkârdır.
Osmanlı Hükümeti, Antlaşmayı imzadan kaçınırsa (…) Müttefikler
Türkleri Avrupa’dan ‘bu defa sonsuza kadar’ kovmak zorunda kalacaktır (Howard,
The Partition Of Turkey A Diplomatic History 1913-1923, s. 98).
Osmanlı Hükümeti bu baskı karşısında Sevres Antlaşmasını 10
Ağustos’ta imzalamak zorunda kalır. Osmanlı Meclisi bunu hiçbir zaman
onaylamaz.
Görünen odur ki, bu antlaşma maddelerini ulusal hareketi
yürütenlere kabul ettirebilmek için, hiç istenilmeyen yeni bir savaşa girmek
gerekir. Halbuki Mart’tan bu yana hazırlanan askeri raporların da açıkça ortaya
koyduğu gibi, elde, bunu
gerçekleştirebilecek yeterli güç mevcut değildir.
Serves Antlaşmasının Olabilirliği sadece bir tek şeye
kalmıştır: Yunan ordusu (Churchill, The World Crisis The Aftermath, s. 376).
Fransa ve İtalya Anadolu’da ulusal hareketi yürütenlerle bir
an önce anlaşmanın, bir yolunun bulunması yönünde telkinde bulunurlar.
Kral Constantine, yayılmacı ihtirasları fazla olan biridir
ve Ocak ayı içinde ordularını, Ankara’yı ele geçirmek hedefine yönelik olarak
harekete geçirir.
1921’in ilk aylarından itibaren Lausanne’a doğru uzanan
konferanslar dönemi başlar. İlki Şubat-Mart 1921 arasında yapılan Londra
Konferansıdır.
Buna göre Türkiye, “Boğazlardan serbest geçişi, bütün
devletlerin bayraklarına, tam bir eşitlik içinde uygulanmasını güvenceye alan,
her karara mutabık kalacaktır;” ama belli şartlarla: 1. İstanbul’u tehlikeye
atmadığı, 2. Türkiye'nin bütün egemenlik haklatma saygı duyduğu taktirde.
Türkler kendi istekleri karşılanmadığı için, Yunanlılar ise,
Türklerle yürüteceği savaşta daha fazlasını kazanacağını düşündüğü için kabul
etmez.
1922 Martına kadar iyice belli olur ki, Müttefik kuvvetler
artık fiziki olarak Boğazların kontrolünde yer almakta hevesli değildirler.
Bu nedenle de Lord Curzon, Boğazların kontrolü için
Milletler Cemiyeti’nin sorumluluk almasını önerir.
İngiltere, 1922 Eylül’üne kadar Türkiye ile barış masasına
oturmaya hazır olmadı. İngiliz askeri kuvvetlerinin Çanakkale’de yaşadıkları,
İngiliz Boğazlar politikasının son dayanağını da yıkar. İşin sonunda, barış
masasına Türklerin elinde, yenilgiye uğrayan taraf olarak da oturmak vardır. Bundan
sonra barış görüşmeleri için hazırlıklar başlar.
…savaş sonu dönemde ilk defa olarak, İngiltere’nin bir planı
yoktu, Müttefik önerilerinin mimarı bu sefer Fransa idi.
Curzon, Müttefiklerin planını hazırlayan değil, ama sunan ve
iyi bir orkestra şefi gibi yöneten rolünü üstlendi.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder