Nazlı Murzioğlu - Lozan Konferansı sürecinde Türkiye-İngiltere ilişkilerinin
İngiliz basınına yansımaları - Özet
Lozan Konferansı (…) boyunca, İngiltere ile Türkiye’nin
büyük bir rekabet içinde oldukları görülmektedir.
Çalışmada İngiliz gazeteleri The Times, The Manchester
Guardian ve The Observer’da yer alan haberler detaylı biçimde incelenerek,
Türkiye’nin İngiltere ile olan rekabetinin, İngiltere gözünden kamuoyuna ne
şekilde yansıtıldığını tespit etmek amaçlanmıştır.
Türklerin İngilizlerle ilk teması
1097’de Kral William’ın oğlu Robert komutasında Anadolu’ya gelen İngiliz Haçlı
Kuvvetleri vasıtasıyla olmuştur. İlk Türk-İngiliz temasının nedeni, din
düşmanlığına dayanmaktadır.
1581 yılından itibaren Levant Şirketi İngiltere Osmanlı
ilişkilerini ele almıştır. Bir sonraki sene ise şirket görevlilerinden William
Har(e)bone İngiltere’nin ilk elçisi olarak İstanbul’a gitmiştir.
1757 yılında İngiltere Hindistan’ı ele geçirince, İngiltere
için artık Hindistan’a giden yolların güvence altına alınması hayati bir
zorunluluk haline gelerek, İngiltere’yi bölgenin en güçlü imparatorluğu olan
Osmanlı Devleti ile işbirliği içine sokmuştur.
1789 yılında Napolyon Bonapart’ın bir Osmanlı toprağı olan
Mısır’ı ele geçirmesi (…) Osmanlı Devletinin, 1798’de Rusya ve 1799’da İngiltere
ile Fransa’ya karşı ittifak antlaşması imzalaması sonucunu getirmiştir.
1809 yılına gelindiğinde ise Osmanlı Devleti ile İngiltere
arasında Boğazların savaş gemilerine kapalılığını belirten Çanakkale
Antlaşmasının imzalanmasıyla İngiltere, Osmanlı’dan Boğazların kullanımıyla
ilgili genel bir beyan alan ilk ülke olmuştur.
1821 senesinde Yunanlılar ayaklandıklarında Yunanlıları
Rusya’ya kaptırmamak ve kendi etki alanına alabilmek için Yunanlıları
desteklemeye başlamış 1825 yılında ise taraflar arasında ateşin kesilmesi için
Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom vermiştir.
1827 yılında ise bir İngiliz-Rus-Fransız ortak donanması
Navarin’de Mısır-Osmanlı donanmasına karşı harekâta girişerek, Osmanlı
donanmasını yakmaları Osmanlı’nın asilere karşı giriştiği savaşın hızını
kesmiştir.
1831 yılında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ayaklanması
üzerine Osmanlı Devleti, İngiltere’den yardım istemiş ancak İngiltere’nin
isteksiz davranması nedeniyle yardım çağrısını Rusya’ya yöneltmiştir.
Mehmet Ali Paşa’nın Fransa’nın desteğini elde etmesi
İngiltere’nin Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü koruma politikasını devreye
sokmasına neden olmuştur.
İngiltere, Mehmet Ali Paşa bunalımında Osmanlı’ya yaptığı
yardımların karşılığı olarak Osmanlı Devleti ile 19 Ağustos 1938’de bir ticaret
sözleşmesi imzalamıştır. Bunun sonucu olarak, Osmanlı gümrük duvarları
kaldırılmıştır. Böylelikle, Osmanlı Devleti’nin İngiltere için bir yarı sömürge
haline gelme süreci başlamıştır.
1853 yılına gelindiğinde Rusya, güçsüz Osmanlı Devleti’nin
toprak bütünlüğünü koruma politikasından vazgeçerek onu yıkma politikası
üzerine odaklanmıştır.
Bu savaş sırasında Osmanlı Devletine, İngiltere ve Fransa da
yardım ederek Rusya’yı yenilgiye uğratmışlardır.
Bu savaşın ardından imzalanan Paris Barış Antlaşmasıyla,
Osmanlı Devleti, Avrupalı Devletlerin arasına dâhil olmuş ve Avrupalı güçler
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruyacaklarına söz
vermişlerdir.
Almanya’nın siyasi birliğini tamamlayarak tarih sahnesine
çıkması İngiltere’yi Rusya ile yakınlaşmaya itti.
1876 yılından itibaren İngiltere Osmanlı Devleti’nin toprak
bütünlüğünü koruma fikrinden vazgeçerek, parçalanması kaçınılmaz olan
imparatorluktan kendine en iyi payı almanın yollarını aramaya başladı.
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan, taraf olduğu
İttifak Devletleri ile beraber yenik olarak çıktı.
Paris, Londra ve San Remo konferansları sonucunda Sevr
Antlaşması’nın taslağı ortaya çıkmıştı.
“İngiltere için Sevr Antlaşması, 19. Yüzyıl emperyalizmini
mükemmel şekilde izleyen emperyalist bir çözümdü (Helmreich, Sevr Entrikaları,
s. 243.).”
Türk Ordusu, 9 Eylül’de İzmir’e girerek, Eylül ortalarına
doğru tüm Yunanlıları Anadolu’dan çıkardı. Böylece, Misak-ı Milli, Yunanlıların
Megali İdeaları karşısında zafer kazanmış oldu.
Mustafa Kemal bu kez dikkatini Boğazlara çevirdi.
Çanakkale’de bulunan üç yüz kişiden oluşan küçük bir İngiliz birliği, altmış
beş bin kişinin oluşturduğu Türk ordusu tarafından çevrelendi.
Curzon, hem Londra’da bulunan Fransız görevlisinden hem de
Hardinge’den Mustafa Kemal’in ulusal paktını kabul ettiklerini ve Fransız
güçlerinin Çanakkale’deki tarafsız bölgeden askerlerini çekeceklerini bildiren
yazısını aldı (Briton Cooper Bush, Mudros to Lausanne: Britain’s Frontier in
West Asia 1918-1923, s. 347).
Çanakkale’deki askeri durum ise ümit verici değildi.
Türklere bir ültimatom göndermesi konusunda, İngiliz Hükümeti tarafından teşvik
edilen işgal gücü başkomutanı Sir Charles Harington, gerçekçi davranarak bunu
reddetti ve Türklerle Mudanya ateşkesinin yapılması konusunda mutabakat
sağlandı.
Mudanya Antlaşması ile üç büyük batı devleti generali, ilk
defa olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile işgal yerinde görüşüp
antlaşma imza ediyorlardı.
Çanakkale krizi, İngiltere’nin iç işlerinde de bir takım değişikler
yaşanmasına sebebiyet verdi. İngiliz milleti, kendisini kriz boyunca bu kadar
tehlikeye sokmuş olan başbakan Llyod George’yi affetmedi. Dışişleri bakanı olan
Lord Curzon başta olmak üzere Llyod George kabinesindeki muhafazakârlar istifa
ettiler. Llyod George hükümeti düştü ve Birinci Dünya Savaşı’nı İngiltere’ye
kazandırmış kişi olmasına rağmen bir daha iktidar sahibi olamadı.
Llyod George hükümetinin düşmesiyle İngiliz politikası Yunan
taraftarlığını bırakıp Ortadoğu merkezli bir hale geldi.
Türkiye, müttefiklerin özellikle de İngilizlerin
desteklediği Yunanlıları yenilgiye uğratarak büyük bir zafere imza atmış ve
olayların gidişatını tersine çevirmeyi başararak çok daha güçlü bir duruma
gelmişti. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan devletler arasında sadece
Türkiye böyle bir başarı elde etmişti.
Ankara hükümeti, konferansın İzmir’de yapılmasını
istemekteydi. Lord Curzon bu isteğe, konferans’ın İzmir’de yapılmasının Yunan
Devlet Başkanı Venizelos’un duygularını incitebileceği gerekçesiyle karşı çıktı.
İsmet Paşa’nın baş delege olarak konferansa katılması
İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’u hiç memnun etmedi. Çünkü O, İsmet Paşa’nın
konferansta ‘süngüleyici’ davranışlar sergileyeceğini düşünüyordu.
İsmet Paşa, İstanbul’a geldiğinde 13 Kasım’da başlaması
kararlaştırılan konferansın ertelendiğini öğrendi.
İsmet Paşa Lozan’a varır varmaz müttefiklere telgrafla bir
nota gönderdi. Bu notayla, konferansın açılış tarihinin 13 Kasım olmasına
rağmen orada bulunmayan müttefiklere, konferansın derhal toplanmasının barışa
büyük katkıda bulunacağını aksi halde beklenmedik durumların ortaya
çıkabileceğini bildirdi.
Poincare’in İsmet Paşa’yı Paris’e davet etmesi Lord
Curzon’un hiç hoşuna gitmedi.
Fransa’da ki görüşmeler üç gün sürdükten sonra Türk heyeti
tekrar Lozan’a döndü.
Müttefikler, 27 Ekim 1922’de, Ankara hükümeti ile birlikte
İstanbul hükümetine de Lozan Konferansı’na katılmaları için birer davet
yollamıştı. Bu davet, 28 Ekim 1922 tarihli The
Times gazetesinde “Invitations Received by Turks” başlıklı haber aracılığıyla
kamuoyuna duyuruldu.
31 Ekim 1922 tarihli ve
“Caliph and Temporal Power” başlıklı haberde, Trakya Valisi Refet Paşa’nın,
Padişah ile dört saat süren bir görüşme gerçekleştirdiği (…) idari ikiliğin
ortadan kalkmasının an meselesi olduğu (…) ifade edilmekteydi (The Times,
“Caliph and Temporal Power”, (31 Ekim 1922), s. 11.).
1 Kasım 1922 tarihli The
Manchester Guardian gazetesinin “Turks’ Peace Terms (Türklerin Barış Şartları)”
başlıklı haberinde Londra muhabirinin, Refet Paşa ile yaptığı röportaja yer
verilmiştir. Muhabir, Refet Paşa’ya İngiltere ile Türkiye arasında uzlaşmanın
mümkün olup olmadığını sormuştur. Refet Paşa’nın cevabı şöyledir: “Oldukça
muhtemeldir (…) bizim İngiltere’nin dostluğuna ihtiyacımız var. İngiltere’nin
çıkarları bizimkilerle çatışmıyor. Ben kendi açımdan İngiltere ile uzlaşmanın
mümkün olduğunu düşünüyorum.”
Muhabir kapitülasyonlar kaldırıldığı takdirde hala oturmakta
gönüllü olması için bir çeşit garanti verilip verilemeyeceğini sormuştur. Refet
Paşa’nın cevabı şöyledir: “Biz kapitülasyonları tamamıyla reddediyoruz. (…)
Yabancı sermayeye saygı duyuyoruz. İngiliz, Fransız ve Amerikan sermayedarlara,
danışman ve uzmanlara ihtiyacımız var.
Muhabirinin Milli Meclis’in Boğazlar
konusundaki tutumunun ne olduğunu sorması üzerine Refet Paşa’nın yanıtı şu
olmuştur: “Bizim tutumumuz İngiltere’ninki ile özdeştir. İngiltere Boğazların
tüm ticaret gemilerine açık olmasını istiyor. Aynı zamanda, İstanbul’un
herhangi bir yabancı güç tarafından saldırıya veya el koymaya maruz kalmamasını
istiyor. Biz de Boğazların ticaret gemilerine açık olmasını istiyoruz.
Muhabirin Musul ile ilgili düşüncelerini sorması üzerine
Refet Paşa, Musul’un Türk olduğunu ve onu geri istediklerini söylemiş, Bunu
İngiltere için bir fırsat olarak gördüğünü belirtmiştir (The Manchester
Guardian, “Turks’ Peace Terms”, ss. 9-10.).
1 Kasım 1922 tarihli ve
“Angora’s Reply to the Powers” başlıklı haberde (…) konferans davetinin
kabulüne ek olarak, Ankara hükümetinin İstanbul hükümetine de davet
gönderilmesi nedeniyle müttefiklere protesto gönderdiği, protesto notasında bu
davranışın Ankara hükümetini konferansa katılmaktan alıkoyabileceğine işaret
edildiği ve ayrıca bu davetin Mudanya Antlaşması ruhuna tamamen aykırı olduğu
belirtilmektedir (The Times, “Angora’s Reply To the Powers”, (1 Kasım 1922), s.
9.).
The Times gazetesine ait 2 Kasım
tarihli ve “Kemalist Leader’s Views” başlıklı haberde Mustafa Kemal’in
görüşlerine yer verilmektedir: Habere göre; Mustafa Kemal kapitülasyonların
devam etmesine karşı olduğunu ancak (…) yabancılar için kapının açık olacağını
belirtmektedir. (…) Boğazların bağımsızlığının ancak İstanbul ve Marmara
Denizi’nin güvenliği garantilenirse mümkün olabileceğini de ifade etmektedir.
6 Kasım 1922 tarihli The
Times gazetesi “The Crisis in Constantinople” başlıklı yazıda (…) hanedanlık
karşıtı devrimin İstanbul’da etkili olmaya başladığını duyurdu. Habere göre;
Padişah’ın hükümeti artık müttefiklerin koruması altında güvende olmadığından
istifaya mecbur bırakıldı.
Habere göre; İstanbul ve Üsküdar’ın üniversite
öğrencilerinden oluşan halkı “Kahrolsun Padişah”
sesleriyle isyana başladı.
(Habere göre) Müttefik otoritelerinin yeni rejimi bir
emrivaki ile tanımak gerçeği ile karşı karşıya oldukları bildirildi. Kemalistler,
kendi açılarından anlaşmanın şartlarını ihlâl etmektedirler (The Times, “The
Crisis in Constantinople”, (6 Kasım 1922), s. 15.).
The Times Gazetesi’nin 8 Kasım 1922
tarihli ve “Allies and Angora (Müttefikler ve Ankara)” başlıklı haberi Lozan
Konferansı öncesinde Türk tarafının hedeflerini göstermiştir: Türkiye’nin
komşularının Misak-ı Milli ile uyum içinde olması, Yunanistan’ın savaş
tazminatı ödemesi, kapitülasyonların kaldırılması, Irak sınırının düzenlenmesi
ve Türkiye’nin finansal, ekonomik ve siyasi olarak tam bağımsızlığının sağlanması…
/ The Times, “Allies and Angora”, (8 Kasım 1922), s. 12.
The Times gazetesinde 15 Kasım 1922
tarihli Haber (…)Lozan Konferansı’nın ertelenme olasılığını öğrenen İsmet
Paşa’nın tatmin olmadığı görüldü (The Times, “Dark Days of the Crisis” , (15
Kasım 1922), s. 11.).
The Times gazetesinin 16 Kasım 1922
tarihli ve “Memorandum To France” başlıklı haberinde (…) İsmet Paşa ile
görüşmemesi konusunda M. Franklin Bouillon’un uyarıldığı (…) ve Lozan
Konferansı ile ilgili hiçbir konunun görüşülmeyeceğinin anlaşıldığı ifade
edildi (The Times, “Memorandum To France”, (16 Kasım 1922), s. 14.).
İngiliz istihbarat Servisi’nin 22
Kasım 1922 tarihli gizli raporuna göre, Türkler 10 Kasım’da bir plan
hazırlamışlardı. Bu plana göre; müttefiklerle savaşmış olan Osmanlı Devleti’nin
varlığı sona ermiştir. Dolayısıyla, Osmanlı Devleti’nin diğer devletlerle
imzaladığı Sevr ve diğer tüm antlaşmalar geçersizdir. Osmanlı Devleti’nin
yerine kurulmuş olan Türkiye Devleti, müttefiklerle hiçbir zaman savaşa
girmemiştir. Türkiye yalnızca Yunanistan’la savaşmıştır. Bu nedenle, yalnızca
Yunanistan ile barış görüşmesi yapması gerekmektedir (Sonyel, Gizli Belgelerle
Lozan, s.46-47.).
Lozan Konferansı’nın Birinci Dönemi
Curzon’un görünürde tek bir amacı vardı. Bu da İngiltere’nin
diplomatik kredisini onarmaktı.
İngiltere ve Türkiye arasındaki temel konular olarak görülen
üç noktada kesin başarı sağlamalıydı. Birincisi, Boğazların serbestliği,
ikincisi Musul, üçüncüsü ise Ankara’nın Moskova ile ittifakının engellenmesiydi
(Harold Nicholson, Curzon: The Last Phase 1919-1925, London: Oxford University
Press, 1934, s.282.). Llyod George ve Churchill’i reddetmiş olan İngiliz
halkının hiçbir şartta Türk arzularına karşı olmayacaklardı.
Bu nedenle (Curzon) Lozan Konferansı öncesinde Fransa ve İtalya
ile görüşmeler yaparak konferansta Türkiye karşısında uygulayacakları ortak
politikayı belirleme konusunda çok uğraştı.
9 Kasım 1922 tarihli ve “Lord
Curzon On Near East” başlıklı The Times Gazetesi’nde yer alan konuşmasında:
“Dış Politikamızın temel şartı, ana prensibimiz olan barışın, sadece savaşta
zafer sağlayan başlıca müttefiklerimiz arasındaki ortak hareket ile
sağlanabileceğidir.”
Habere göre; İngiltere, müttefikler arasında izlenilecek
siyaset hakkında ön anlaşma yapılmadığı sürece İngiliz hükümetinin Lozan
Konferansı’na katılmasının imkânsız olacağının altını çizmektedir (The Times,
“Lord Curzon on Near East”, (09 Kasım 1922), s. 12.).
14 Kasım 1922’de Lord Curzon, Roma Büyükelçisi Sir R.
Graham’a ve aynı zamanda Fransız hükümetine bir muhtıra göndererek muhtırada
sözü edilen konularda müttefiklerinden kesin destek beklediğini ve bu desteği
almadan müzakerelere başlayamayacağını belirtti.
Lord Curzon’un muhtırası Misak-ı Milli ile taban tabana
zıttı.
Batı Trakya’daki durumda herhangi bir değişiklik
yapılmayacak ve Türklerin plebisit istekleri kabul edilmeyecektir.
Trakya sınırı 1915’de imzalanan Türk-Bulgar antlaşmasındaki
haliyle kalacaktır.
Boğazların serbestliği sağlanacak, İstanbul Boğazı ve
Marmara Denizi askersizleştirilerek teftişe açık olacaktır.
Kapitülasyonlar konusunda bazı değişiklikler yapılacak ancak
Mart kararları korunacaktır.
Ege Adalarını ve bu konudaki kararı Türkiye müttefiklere
bırakacaktır.
Suriye ve Irak sınırları mandater devletlerin onayladıkları
haliyle kalacaktır. Suriye, Irak ve Filistin manda topraklarının statülerinde
hiçbir değişiklik yapılmayacaktır.
Müttefiklerin mezarlıklarının olduğu yerlerin Türkiye’den
alınması konusunda müttefikler ısrarcı davranacaklardır.
Türkiye’den istenecek savaş tazminatını müttefikler
belirleyecek ve Türkiye’nin Yunanistan’dan tazminat isteği kabul
edilmeyecektir.
Mudanya Mütarekesi tamamen uygulanacak ve Türkiye’nin bunu
ihlâl etmesine karşı çıkılacaktır.
Türkiye ve müttefikler arasında yeni bir barış anlaşması
olmadan müttefikler askerlerini İstanbul’dan çekmeyeceklerdir.
Curzon, 18 Kasım’da Paris’e vardı ve M. Poincare ile uzun
süren bir görüşme yaptı. Beş saat süren tartışmanın ardından müşterek bir
politika temelinde anlaşıldı. Bunun üzerine bir bildiri yayınlanarak Paris
görüşmelerinde müttefiklerin tartışılan her konuda tam bir uyuma ulaştıkları
duyuruldu.
20 Kasım 1922 tarihli The
Manchester Guardian gazatesinde yer alan “Allied Front the Turks” başlıklı
haberde M. Poincare ve Lord Curzon görüşmesi kamuoyuna duyuruldu. Türklerin bu
şartları kabul etmekten başka çaresinin bulunmadığı yorumu yapıldı (The
Manchester Guardian, “Allied Front to Turks”, (20 Kasım 1922), s. 7.).
21 Kasım 1922 tarihli The Manchester Guardian gazetesi “Opening
Speeches at Lausanne / Ismet Pasha on Turkish Sufferings” başlıklı haber ile
Lozan’daki açılış konuşmalarını gazete satırlarına yansıtmıştır. Şimdiye dek
yapılan konferanslar savaşın galibi olan ülkelerin topraklarında
gerçeklemiştir. İlk kez bir konferans tarafsız bir ülkenin toprakları içinde
gerçekleşiyor (The Manchester Guardian, “Opening Speeches at Lausanne”, (21
Kasım 1922), s. 8.).
Yakın Doğu işleri hakkında Lozan Konferansı’nın iç tüzük
tasarısı görüşülürken Paşa konferansın adına itiraz ederek, Lozan Konferansı
olarak değiştirilmesini talep etti. Bu teklifin reddedildi.
21 Kasım’da gerçekleşen iç tüzük görüşmeleriyle ilgili
kararlar ve Türklerin bazı konulara yaptığı itirazlar 22
Kasım 1922 tarihli The Machester Guardian gazetesinin “Order of Work at
Lausanne” başlıklı haberinde yer almaktadır.
İsmet Paşa’nın duyma problemi olması sebebiyle ve Lord
Curzon ile Barrere tarafından açıklanan noktaları iyi anlaması gerektiği için
çok fazla zaman kaybının yaşandığı ve Türklerin başkanlık konusunda kendilerine
görev verilmemesini protesto ettikleri ifade edilmektedir (The Manchester
Guardian, “Order of Work at Lausanne”, 22 Kasım 1922, s. 6.).
Curzon’un konferansın iç tüzüğünün görüşüldüğü ilk
toplantıdan itibaren Türkler üzerinde psikolojik bir harekât yürütmeye başladı.
Böylelikle, Türkler galip durumda olmalarına rağmen mağlup bir devletin
karşılaşacağı bir muamele görüyordu.
Curzon Kendini tüm konferansın ve de en önemli komisyon olan
Arazi ve Askeri Sorunlar Komisyonu’nun başkanlığına getirdi. Böylelikle,
konferansın zaman tablosunu kontrol edebilecekti.
Böylece Türklerin zayıf pozisyonda olduğu konular ilk başta
ele alınacakken, Türklerin güçlü konumda oldukları ya da Rusya’nın desteğinin
olabileceği konuları sonraya bırakabilecekti.
Konferansın ilk on altı oturumu Curzon’un başkanlık ettiği
Arazi ve Askerlik Komisyonu’nda gerçekleşti.
Lord Curzon, başkanlığındaki Arazi ve Askerlik Komisyonu ilk
oturumunu 22 Kasım 1922’de Türkiye’nin Avrupa sınırlarının belirleneceği Trakya
sorunu ile açtı.
Manchester Guardian gazetesinin 23
Kasım 1922 tarihli sayısının “Turkish Demands for Pre-war Frontiers”
başlıklı haberinde (…) İsmet Paşa’nın, Ankara Meclisi’nin 1913 sınırının kabul
edilmesi ve Batı Trakya’da halkoylaması yapılmasını içeren aşırı taleplerini yineledikleri
belirtilmekte ve Türklerin çok hızlı gittikleri yorumu yapılmaktadır.
Türklerin bu tutumuna ilk tepki, tutumlarını 23 Eylül
tarihli Meriç Nehri’ni sınır kabul eden müttefik notasına dayandıran
Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya delegeleri arasında katı bir Balkan birliği
oluşturulmasıyla kendini göstermiştir. Bu nedenle Türkler, Bulgaristan’ın da
muhtemelen muhalif olarak ekleneceği altı devletle karşı karşıya kalmış
durumdadır.
Habere göre Lord Curzon, M. Poincare ve Mussolini arasındaki
ön görüşmelerin sonucunda Batı Trakya’nın konferansa dâhil edilmeyeceği ve onun
paylaşımının uygun bir şekilde Neuilly Antlaşması ile yapıldığı konusunda
müttefik anlaşmasına erişildiği bilinmekteydi (The Manchester Guardian,
“Turkish Demands for Pre-War Frontiers”, s. 9.).
Toplantıda İsmet Paşa’nın, Karaağaç’ın Türklere iade
edileceğine dair Mudanya Konferansı sırasında General Harington ve General
Monbelli’den teminat aldığını açıklaması büyük ses getirdi (Karacan, Lozan
Konferansı, s. 81.).
25 Kasım 1922’de Lord Curzon, Batı Trakya’da halk oylaması
yapılmasına ve Karaağaç’ın Türkiye’ye verilmesine şiddetle karşı çıkmayı
sürdürdü.
Boğazlar Meselesi
İngiltere, Hindistan yollarının güvenliği açısından, Rusya
ise sıcak denizlere ulaşma arzusundan dolayı tarih boyunca Boğazlara büyük önem
veren iki devlettir.
1841 Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Konferansı ile 1923 yılında
imza olunan Boğazlar Sözleşmesi’ne kadar varlığını korumuştur.
Rusların bütün istedikleri Karadeniz’de güvenliktir.
Türklerin temel gayesi Türk Savaş gemileri hariç bütün savaş gemilerini
Boğazların dışında tutmaktır.
Boğazlar meselesinin konuşulacağı ilk toplantı 4 Aralık
1922’de Birinci Komisyon altında gerçekleşti. Bu toplantının detayları 5 Aralık
tarihli The Manchester Guardian gazetesinin “A Sharp Dispute On Straits
Control” haberinde yer aldı.
Çiçerin Rusya’nın önerilerini sundu. İsmet Paşa, Rus
programının Türklerinkine en yakını olduğunu belirtti. Lord Curzon, Gürcistan
ve Ukrayna gibi onlarında Rusya’ya bağımlı olduğunu söyleyerek, Türklerle alay
etti (The Manchester Guardian, “Sharp Dispute on Straits Control”, (5 Aralık
1922), s. 9.).
Boğazlarla ilgili görüşmelerde müttefiklerin mutlak uyumu
basında dünya barışını korumak için her tür özenin gösterildiği şeklinde
manşetlerle ver buluyor.
20 Aralık 1922’de gerçekleşen Boğazlar meselesinin son
toplantısında Boğazlar sorunu nihai olarak çözümlenmişti.
Oldukça uysal ve dostane bir tonda konuşan İsmet Paşa,
müttefik prensiplerini kabul etti.
Müzakerelerin böyle sonlanması Curzon’un bir amacına daha
ulaştığı anlamına gelmekteydi.
Azınlıklar ile ilgili ilk tartışmalar, 12 Aralık’ta Lord
Curzon başkanlığındaki oturumda görüşülmeye başlandı.
Azınlıklar meselesinin konuşulduğu oturumlarda, İngilizlerin
Türklere baskı aracı olarak kamuoyunu kullandığı ve bu meselede tüm dünyanın
gözlerinin üzerlerinde olduğunu sık sık belirttiği görülmektedir (s. 67).
(Parayla ilgili konular görüşülürken) Lord Curzon,
tüm müttefikler adına konuştuğuna inandığını söyleyerek Mondros Ateşkesi’nin
geçerliliğinin sürdürdüğüne inandığını söyledi (The Manchester Guardian, “The
Bargaining Material”, (29 Kasım 1922), s. 10.).
Musul Meselesi
Musul, İngilizler açısından hem Irak sınırın savunulması hem
de Hindistan yolunun güvenliği bakımından stratejik olarak önemli bir bölgeydi.
Türkler için Musul, sınırların savunulması açısından
stratejik bir öneme sahipti.
…bu bölge nüfus bakımından Türklerin haricinde Kürtlere ve
Araplara da ev sahipliği yapmaktaydı.
Lozan Konferansı’nda Musul sorunu ilk kez 23 Kasım’da, İsmet
Paşa’nın Ülke ve Askerlik komisyonuna Musul’un Türkiye’ye geri verilmesi
istemini açıklaması ve Lord Curzon’un bu sorunu Milletler Cemiyeti’nin çözmesi
gerektiğini belirtmesi ve Bompard ve Garroni’nin de onu desteklemesiyle gündeme
geldi.
28 Kasım 1922 tarihli The Manchester Guardian gazetesine
göre, Lord Curzon’un taktiği Fransızlardan destek alıncaya kadar konuları
konferansa getirmemekti.
Lozan Konferansı’nın Ara Dönemi
31 Ocak günü Curzon’ın isteğiyle bir antlaşma taslağı
hazırlandı.
…tasarı bir nevi ültimatom şeklindeydi. Türk Heyeti’ne bu
tasarının dört gün içinde incelenip imzalanması söylendi. Tasarıda Türklerin
mali, adli ve ekonomik bağımsızlıklarına aykırı birçok nokta mevcuttu. İki
buçuk ay çalışmadan sonra müttefiklerin Türk delege heyetine verdikleri proje
Sevr anlaşmasının bir başka şekliydi.
İsmet Paşa antlaşma taslağında tam 26 maddeye itiraz
etmişti. En önemli itiraz noktası Musul ve adli usul bildirisi idi.
İsmet Paşa adli kapitülasyonları asla kabul edemeyeceklerini
bununla müttefiklerin, Türkiye’yi köle durumuna düşürmeye çalıştıklarını, bu
konuda Türkiye’nin bağımsızlık ve egemenliğine saygı gösterilmediğini ifade
ederek, antlaşmayı imzalamayı reddetti.
Lozan Konferansı İngiltere ile Türkiye arasındaki en temel
sorunlardan biri olan Musul nedeniyle kopmamış (…) daha çok iktisadi ve mali
meseleler ile kapitülasyonlara yönelik Türklerin yaptığı itirazlardan dolayı
kesintiye uğradı. İngiltere ile Türkiye arasındaki temel sorunlardan olan Musul
ve Boğazlar meselesi ise konferansın ilk döneminde halledilmiş oldu (s. 96).
Manchester Guardian gazetesinin 19
Şubat 1923 tarihli “Kemal And Economic Servitude” başlıklı haberinde
İzmir İktisat Kongresi’nin açılışında Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı konuşmaya
yer verilmiştir. Türk hükümeti geçmişte olduğu gibi yabancı sermaye için polis
görevi görmeyecektir. Türkiye, kendisini her şeyden önce ekonomik kölelikten
kurtaracaktır. (…) Onlar hâlâ Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe mâl olduğunu ve
yeni bir Türkiye Devleti’nin kurulduğunu anlayamıyorlar (The Manchester
Guardian, “Kemal And Economic Servitude”, (19 Şubat 1923), s. 8.).
Lozan Konferansı hakkında müzakereler, 21 Şubat’ta Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde başladı. Sert tartışmaların yaşandığı görüşmeler iki
hafta sürdü.
İsmet Paşa, tüm gücüyle elinden geleni yaptığını birçok
tavizde bulunduğunu ancak Fransa’nın ekonomik ve finansal konulardaki boyun
eğmez tavrının konferansın kopuşuna neden olduğunu açıkladı.
Meclis’te Misak-ı Milli kabul edilmiyorsa derhal savaşa
girilmelidir diyen birçok milletvekili vardı.
…tartışmalar, 6 Mart’ta saat yedi itibariyle sona erdi.
…toplantıların sonunda meclis üç maddeden oluşan bir bildiri
sundu. Bu bildiri 8 Mart tarihli The Manchester Guardian Gazetesi’nde “Turkish
Conditions Of Settlement” başlıklı haberde (…) …Hükümetimiz, Musul’un kısa bir
sürede çözüme kavuşturulması, Türkiye’nin mali, iktisadi ve idari konularda tüm
bağımsızlık haklarının güvence altına alınması, işgal altındaki topraklarımızın
barış sağlandıktan hemen sonra hızla tahliye edilmesi temelinde müzakereleri
sürdürmekle görevlendirildi (The Manchester Guardian, “Turkish Conditions Of
Settlement”, (8 Mart 1923), s. 9.).
Müttefik temsilcileri 21 Mart’ta Türk karşı önerileri
tartışmak amacıyla Londra’da toplanmışlardır.
28 Mart tarihli The
Manchester Guardian gazetesi 27 Mart günü sona eren Londra toplantısı ile
ilgili haberinde toplantının sonunda yapılan resmi açıklamayı bildirdi. Lord
Curzon başkanlığında toplanan müttefik temsilcileri tam bir görüş birliğine
vardıkları, raporların onaylanıp, İsmet Paşa’nın 8 Mart tarihli notasına cevap
taslağının ilgili hükümetlere gönderildiği belirtildi. Bu basın açıklamasıyla
Türkiye karşısında bir birleşik cephe olduğu mesajı yinelenmiş oldu (The
Manchester Guardian, Allied Reply To Turks, (28 Mart 1923), s. 9.).
1 Nisan 1923’te alınan kararla Türk hükümeti iki ay
içerisinde genel seçimlerin yapılmasına karar verdi. İstanbul’daki İngiliz
yüksek komiseri bu kararı Büyük Millet Meclisi’ni uysallaştırmak ve Mustafa
Kemal Paşa’nın etkisini güçlendirerek, İsmet Paşa’ya Lozan’da daha rahat
hareket etme serbestîsi vermek amacıyla alınan bir karar olarak değerlendirdi.
15 Nisan’da yapılan son toplantıda Hıyanet-i Vataniye
kanunun birinci maddesi olan “1922 tarihine kadar tekâmül etmiş olan devlet
şekline her ne suretle olursa olsun karşı gelenlerin vatan haini sayılmaları”
şeklinde değiştirildi. İlk etapta ikinci gurupta öfkeye neden olan bu madde son
toplantı kapanırken kabul edildi.
Chester İmtiyazı olarak anılan imtiyazın Amerikalılara
verilmesi: …bölgede demir yolu yapma ve bölge alanında yirmi kilometre
genişliğindeki yol boyunca tüm maden kaynaklarını işletilmesi ve liman inşa
edilmesiyle, tarım ve orman kaynaklarını kullanmasına fırsat veren ayrıcalığı 9
Nisan’da onayladı.
Bu imtiyazı Amerikalılara vererek Musul konusunda
Amerika’nın desteğini alma amacını da gütmekteydi.
Lozan Konferansı’nın İkinci Dönemi
Konferansın ikinci döneminde, İngiltere’nin iki rolü vardı.
Bir yandan müttefik cephesine liderlik edecekken diğer yandan da kendi
çıkarlarını doğrudan alakadar etmeyen konularda müttefikleri ile Türkiye
arasında arabuluculuk yapacaktı (Demirci, Belgelerle Lozan, s. 161.).
28 Mayıs’ta Ege Denizi’nde ki Tavşan Adalarının Türkiye’ye
bırakılmasına karşılık Adakale ve Meis Adası üzerindeki iddialarından
vazgeçtiler.
İngilizlerin de etkisiyle Fransızlar ve İtalyanlar
Türkiye’den tazminat istemekten vazgeçtiklerini açıkladılar. İsmet Paşa da
Yunan teklifini kabul ederek Karaağaç karşılığında tazminat taleplerinden
vazgeçmişti.
Adli Kapitülasyonlar Meselesi
Lozan Konferansı’nın ilk yarısında adli kapitülasyonlar
kaldırıldığı için yerine geçecek bir düzenleme düşünülmekteydi.
‘yabancıların tutuklanması ve evlerinin aranmasından önce
adliyede görevli yabancı müşavirlere haber verilmesi’ Türk delegeleri özellikle
bu noktaya itiraz etmekteydi. …bu kez müttefikler Montagna Formülü’nden pek
farklı olmayan bir formül üzerinde anlaştılar. Buna göre, Montagna Formülü’nde
olduğu gibi müşavirlerin tutuklama ve ev arama muameleleri uygulama
gerçekleştikten sonra mümkün olacak şekli ile İsmet Paşa tarafından kabul
edildi.
The Manchester Guardian gazetesi 24
Temmuz 1923 tarihli ve “Peace with Turkey” başlığı altında Lozan’da
müttefikler ile Türkiye arasında imzalanacak olan barış antlaşmasını yazmıştır.
Haberde Sevr ve 31 Ocak tarihli antlaşma taslağını reddeden Türklerin bu
antlaşmayla zafer kazandığına işaret ediliyor.
…sonuç olarak Türkiye bağımsızlığına hiçbir kısıtlama
olmaksızın sonunda Avrupa’da sağlam bir adımla dünya savaşından çıktı. Buna
karşılık Arap İmparatorluğu’nu kaybetti (The Manchester Guardian, “Peace With
Turkey”, (24 Temmuz 1923), s. 6.).
26 Temmuz tarihli The Manchester Guardian Gazetesi “How
Turkey Won The War” başlıklı yazıda barış antlaşması ile ilgili dış basında
yapılan yorumlara yer verdi.
New York Times, barışın savaştan daha iyi olduğu
prensibinden bakıldığında Lozan müzakerelerinin sona ermiş olmasından dolayı
memnuniyet duyulabileceğini ve bunun da sevinmek için tek sebep olduğunu
yazmaktaydı.
Morning World, müttefiklere karşı 1914 yılında başladığı
savaşı Türkiye’nin 1923’te kazandığını bildirdi.
Figaro gazetesi, “Savaş Türkleri Avrupa’dan atmak için
yapılmıştı buna rağmen, Türkiye ilk kez bir batılı güç olarak müzakere etti.”
…
Yüksek Lisans Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder