2 Ağustos 2019 Cuma

Kuruluş Döneminde İstanbul’un İktidar Savaşı Ve “Tanin” Örneği (1923–1925)


Kuruluş Döneminde İstanbul’un İktidar Savaşı Ve “Tanin” Örneği (1923–1925)

Memleket, Siyaset ve Yönetim, Cilt: 1, Sayı: 2, Eylül 2006
Tevfik Çavdar

Ankara’nın başkent olması İstanbul çevrelerince benimsenmemiş, İstanbul Matbuatı bu muhalifliği sert biçimde yansıtan yazılara yer vermiştir.
Bu muhalifliğin dozajı Takrir-i Sükûn yasasına kadar artmış, yasanın çıkması ile İstanbul Ankara’nın egemenliğini kabul etmiş gözükmüş ve muhalefet gerilemiştir.

Milli Mücadele boyunca ortak düşmana karşı “Ulusal Cephe”de buluşan çeşitli gruplar ve yaklaşımlar Mudanya Mütarekesinden sonra ayrışmaya başladı.

İstanbul bir ayrıcalıklar kentidir.
Öncelikli olanlar ekonomik imtiyazlardır. Galata’daki Ceneviz kolonisi bunun ilk örneğidir. Osmanlı döneminde ise bu ayrıcalıklı konum Rumları, Ermenileri, Musevi Cemaatini, bunların da ötesinde Avrupalı ticaret erbabını da içermiştir.

1918’in Kasım ayında İtilaf Donanması Boğaza demirlediği zaman İstanbul halkı bunu bir acı kader gibi algıladı. Kemal Tahir’in iki yapıtı “Esir Şehrin İnsanları” ve “Esir Şehrin Mahpusu” ile Yakup Kadri’nin “Sodome ve Gomore” eseri o işgal günlerini çok çarpıcı biçimde anlatır.
İstanbul’un Pera kesimi ise işgalden şikâyetçi değildi. Kentin Rum ve Ermeni azınlığı tam anlamıyla itilaf ordularının yanında yer almıştı.
…hanedan ve ona bağlı beyzadeler işgal ordularıyla işbirliği yapmaktan çekinmiyorlardı.
Osmanlı Meclisi Mebusan’ı ve onun ilk hedefler bildirgesi niteliğinde kabul ettiği “Milli Misak” bu saldırılardan nasibini aldı. 16 Mart 1920’de İngilizlerin Meclisi dağıtması ve önderlerini Malta’ya sürmesi adeta alkışlandı.

İstanbul tüccar ve sanayicisi varlıklarının temel ilkesi olan liberal ekonomi politikalarını yeni kurulan düzene kabul ettirme fırsatını İzmir İktisat Kongresi’nde buldu.
Gazi Paşa Türkiye için ekonominin önemini vurgularken ecnebi sermayesine karşı olmadığını ısrarla belirtmiştir. İktisat vekili Mahmut Esat Bey (…) karma ekonomi modeli uygulanacağını işaret etmiştir.
(İstanbul sermayesi) 1950’den sonra Cumhuriyet’te iktidarını sağladı. Ankara’yı ikinci plana itti. Yeni bir devleti yaratmaya çalışan kuşak ise ekonomiyi tam kavrayamamanın neticesini tam teslimiyete uzanan bir yenilgiyle 1980’lerde görmüşlerdir. Bağımsızlık savaşının askeri utkusu böylece tarumar olmuştur.

Lozan barış görüşmelerine gönderilecek heyetin başkanlığına İsmet Paşa’nın getirilmesi İstanbul çevrelerince şaşkınlıkla karşılandı.
Musul meselesinin çözümlenmesinin ertelenmesi, Yunanlılardan savaş tazminatının alınmaması onun yerine Karaağaç İstasyon bölgesinin verilmesi ile iktifa edilmesi, borçlar vb. gibi ekonomik sorunların bir bölümünün ileriye bırakılması gibi noktalar sürekli itiraz konularını oluşturuyorlardı.

Ankara’da meclis içi muhalefetin “Hürriyet-i Şahsiyenin Masuniyeti”ne ilişkin yasayı kabul ettirmesi, Hükümet ve Gazi tarafından kuşkuyla karşılandı. Bunun üzerine Meclis’in görevini tamamlaması nedeniyle yenilenmesine karar verildi.
13 Ekim 1923’te Ankara yeni devletin Başkenti oldu.
4 Mart’ta Meclis’in devrim niteliğindeki kararı geldi. Halifelik kaldırıldı.

Ankara yönetimine karşı sert yayınlarda bulunmuş (…) gazeteler arasında “Tanin”, Tevhid-i Efkar”, “İkdam”, “Vatan” ve “Son Telgraf” başı çekmektedir.

(Hüseyin Cahit’in Tanin’deki yazılarından)
2 Aralık 1922- Başyazı (H. Cahit): “Boğazlar Meselesi…
Devletler Türkiye ile olan münasebetlerinde Levanten zihniyetini bırakarak uzakları görür, geniş bir zihniyetle, kibarhane hareket ettikleri gün şarkta sulh ve sükûn temin edilmiş demektir. İşte boğazlar meselesinin hallini bu sulh ve sükûn devresinin bir mübeşşiri gibi addettiğimiz içindir ki memnuniyetle karşılıyoruz”.

31 Mart 1923- Başyazı (H. Cahit): “(Ali Şükrü Bey’in kaybolması üzerine) İlk Tecrübe… Tam sulh meselesinin ciddiyet ve nezaket kespettiği bir sırada hariçte kim bilir ne suretle tefsir ve izam edilecek bu vukuatın bize pek çok zarar vermesinden, ahlaki dâhiliyemizi tereddüt içinde göstererek düşmanlarımızı teşci etmesinden pek korkarız. Vazifesini bila tereddüt ve hakkıyla ifa edeceğini Rauf Bey efendinin ağzından vaad eden hükumetimizin bu vazifesinde bir an evvel muvaffak olmasını menfaat ve selameti memleket namına temenni eyleriz.”

1 Temmuz 1923- Başyazı (H. Cahit): “Boğazlar… Hâlbuki boğazlar meselesi ele alınınca Rusya’nın lakayt ve seyirci kalabilmesine biz hiç ihtimal vermiyoruz. Boğazlarda bekçilik etmeğe koşacak Romanyalıların kendi hudutlarını muhafaza için geri dönmek lüzumunu hissetmeleri pek akla yakındır. Binaenaleyh boğazlar meselesini karıştırmak isteyenlere halisane diyoruz ki, ateş ile oynamayı bırakalım ve artık pek uzayan Lozan sohbetlerine bir nihayet verelim.”

25 Temmuz 1923- “İmzadan sonra… Lozan’da imzaladığımız sulh muahedenamesi Türkiye ile Avrupa devletleri arasında muallâkta bulunan bütün meseleleri hal ve tasfiye etmiş değildir. Mamafih bunun, imzaladığımız sulhun ahval-i milliyemizi tatmin etmediğini, bizim için muzır olduğuna dair bir mana çıkarmak büyük bir hata olur. Her şeyde akıl ve hikmet, insafı kendisinde gören Avrupa için bu noktadan bir vazife vardır: O da ilk adımı kendisi atmaktan ve dünkü imzadan sonra başlayan yeni münasebette bize dostluk ve hayırkâh ahlaki asri göstererek bizi tevcih ve teşvik etmekten ibarettir. Yeni münasebet böyle mütekabil emniyet hissi üzerine istinat ettiği gün bütün mesail-i muamelaka pek kolaylıkla kabili tevsiye bir şekle girmiş demektir.”

6 Mart 1924- Başyazı (H. Cahit): “Latin Harfleri… Bu husus dediğimiz gibi Latin harflerinin kabulü o asarlardan istifadeye bir mâniada teşkil etmeyecektir. Gözümüzün önünde milyonlarca halk, onun hayati ve istikbali var. Bu memleketi yaratabilmek için bu halk en kolay en seri ve en emin surette okumak ve ona yirminci asır irfanını, zihniyetini vermek, onu asri hayata tatbik ettirmek lüzumu var. Bunu da ancak Latin harflerinin kabulüyle temin edebileceğimizi görüyoruz. Çünkü bu sayede herkes çabuk ve kolay öğrenebilecektir.”

22 Kasım 1924- Başyazı (H. Cahit): “Türk Kimdir? Haçik Bey müsterih olabilir. Çünkü Falih Rıfkı Bey Türklüğü bana bile çok görüyor. Cumhuriyetçiliğimden lütfen şüphe etmiyor. Fakat Türk değil Osmanlı imişim! Osman hanedanı taraftarı manasına değil, Cumhuriyet Halk Fırkasının korumak istediği inhisar heyetine girmeğe layık olmamak manasında. Çünkü bütün mesele dönüp, dolaşıp bazı efendileri yerlerinde tutmak neticesine varıyor. Pek açıkça söyleriz: böyle hafifliklerle devlet idare edilmez.”

İsmet Paşa’nın yerine Başvekâlete atanan Fethi Bey’in ılımlı tavrı, o günlerde İstanbul basınınca müfrit diye nitelenen Gazi’nin yandaşı kadroları adeta kışkırtmıştır.

Hüseyin Cahit’in yazılarında gündeme getirdiği İstanbul’un ayrıcalığı kavramı, yeni kurulmakta olan üniter yapıyı tehdit olarak algılanmıştır. İstanbul “Takrir-i Sükûn” yasasının kabulü ile sinmiş, Ankara’ya zımnen biat etmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder