Kuruluş Döneminde İstanbul’un İktidar Savaşı Ve “Tanin” Örneği (1923–1925)
Memleket, Siyaset ve Yönetim, Cilt: 1, Sayı: 2, Eylül
2006
Tevfik Çavdar
Ankara’nın başkent olması İstanbul çevrelerince
benimsenmemiş, İstanbul Matbuatı bu muhalifliği sert biçimde yansıtan yazılara
yer vermiştir.
Bu muhalifliğin dozajı Takrir-i Sükûn yasasına kadar artmış,
yasanın çıkması ile İstanbul Ankara’nın egemenliğini kabul etmiş gözükmüş ve
muhalefet gerilemiştir.
Milli Mücadele boyunca ortak düşmana karşı “Ulusal Cephe”de
buluşan çeşitli gruplar ve yaklaşımlar Mudanya Mütarekesinden sonra ayrışmaya
başladı.
İstanbul bir ayrıcalıklar kentidir.
Öncelikli olanlar ekonomik imtiyazlardır. Galata’daki
Ceneviz kolonisi bunun ilk örneğidir. Osmanlı döneminde ise bu ayrıcalıklı
konum Rumları, Ermenileri, Musevi Cemaatini, bunların da ötesinde Avrupalı
ticaret erbabını da içermiştir.
1918’in Kasım ayında İtilaf Donanması Boğaza demirlediği
zaman İstanbul halkı bunu bir acı kader gibi algıladı. Kemal Tahir’in iki
yapıtı “Esir Şehrin İnsanları” ve “Esir Şehrin Mahpusu” ile Yakup Kadri’nin
“Sodome ve Gomore” eseri o işgal günlerini çok çarpıcı biçimde anlatır.
İstanbul’un Pera kesimi ise işgalden şikâyetçi değildi.
Kentin Rum ve Ermeni azınlığı tam anlamıyla itilaf ordularının yanında yer
almıştı.
…hanedan ve ona bağlı beyzadeler işgal ordularıyla işbirliği
yapmaktan çekinmiyorlardı.
Osmanlı Meclisi Mebusan’ı ve onun ilk hedefler bildirgesi
niteliğinde kabul ettiği “Milli Misak” bu saldırılardan nasibini aldı. 16 Mart
1920’de İngilizlerin Meclisi dağıtması ve önderlerini Malta’ya sürmesi adeta
alkışlandı.
İstanbul tüccar ve sanayicisi varlıklarının temel ilkesi
olan liberal ekonomi politikalarını yeni kurulan düzene kabul ettirme fırsatını
İzmir İktisat Kongresi’nde buldu.
Gazi Paşa Türkiye için ekonominin önemini vurgularken ecnebi
sermayesine karşı olmadığını ısrarla belirtmiştir. İktisat vekili Mahmut Esat
Bey (…) karma ekonomi modeli uygulanacağını işaret etmiştir.
(İstanbul sermayesi) 1950’den sonra Cumhuriyet’te iktidarını
sağladı. Ankara’yı ikinci plana itti. Yeni bir devleti yaratmaya çalışan kuşak
ise ekonomiyi tam kavrayamamanın neticesini tam teslimiyete uzanan bir
yenilgiyle 1980’lerde görmüşlerdir. Bağımsızlık savaşının askeri utkusu böylece
tarumar olmuştur.
Lozan barış görüşmelerine gönderilecek heyetin başkanlığına
İsmet Paşa’nın getirilmesi İstanbul çevrelerince şaşkınlıkla karşılandı.
Musul meselesinin çözümlenmesinin ertelenmesi, Yunanlılardan
savaş tazminatının alınmaması onun yerine Karaağaç İstasyon bölgesinin
verilmesi ile iktifa edilmesi, borçlar vb. gibi ekonomik sorunların bir
bölümünün ileriye bırakılması gibi noktalar sürekli itiraz konularını
oluşturuyorlardı.
Ankara’da meclis içi muhalefetin “Hürriyet-i
Şahsiyenin Masuniyeti”ne ilişkin yasayı kabul ettirmesi, Hükümet ve Gazi
tarafından kuşkuyla karşılandı. Bunun üzerine Meclis’in görevini tamamlaması
nedeniyle yenilenmesine karar verildi.
13 Ekim 1923’te Ankara yeni devletin Başkenti oldu.
4 Mart’ta Meclis’in devrim niteliğindeki kararı geldi.
Halifelik kaldırıldı.
Ankara yönetimine karşı sert yayınlarda bulunmuş (…)
gazeteler arasında “Tanin”, Tevhid-i Efkar”, “İkdam”, “Vatan” ve “Son Telgraf”
başı çekmektedir.
(Hüseyin Cahit’in Tanin’deki yazılarından)
2 Aralık 1922- Başyazı (H. Cahit): “Boğazlar Meselesi…
Devletler Türkiye ile olan münasebetlerinde Levanten
zihniyetini bırakarak uzakları görür, geniş bir zihniyetle, kibarhane hareket
ettikleri gün şarkta sulh ve sükûn temin edilmiş demektir. İşte boğazlar
meselesinin hallini bu sulh ve sükûn devresinin bir mübeşşiri gibi addettiğimiz
içindir ki memnuniyetle karşılıyoruz”.
31 Mart 1923- Başyazı (H. Cahit): “(Ali Şükrü Bey’in
kaybolması üzerine) İlk Tecrübe… Tam sulh meselesinin ciddiyet ve nezaket
kespettiği bir sırada hariçte kim bilir ne suretle tefsir ve izam edilecek bu
vukuatın bize pek çok zarar vermesinden, ahlaki dâhiliyemizi tereddüt içinde
göstererek düşmanlarımızı teşci etmesinden pek korkarız. Vazifesini bila
tereddüt ve hakkıyla ifa edeceğini Rauf Bey efendinin ağzından vaad eden
hükumetimizin bu vazifesinde bir an evvel muvaffak olmasını menfaat ve selameti
memleket namına temenni eyleriz.”
1 Temmuz 1923- Başyazı (H. Cahit): “Boğazlar… Hâlbuki
boğazlar meselesi ele alınınca Rusya’nın lakayt ve seyirci kalabilmesine biz
hiç ihtimal vermiyoruz. Boğazlarda bekçilik etmeğe koşacak Romanyalıların kendi
hudutlarını muhafaza için geri dönmek lüzumunu hissetmeleri pek akla yakındır.
Binaenaleyh boğazlar meselesini karıştırmak isteyenlere halisane diyoruz ki,
ateş ile oynamayı bırakalım ve artık pek uzayan Lozan sohbetlerine bir nihayet
verelim.”
25 Temmuz 1923- “İmzadan sonra… Lozan’da imzaladığımız sulh
muahedenamesi Türkiye ile Avrupa devletleri arasında muallâkta bulunan bütün
meseleleri hal ve tasfiye etmiş değildir. Mamafih bunun, imzaladığımız sulhun
ahval-i milliyemizi tatmin etmediğini, bizim için muzır olduğuna dair bir mana
çıkarmak büyük bir hata olur. Her şeyde akıl ve hikmet, insafı kendisinde gören
Avrupa için bu noktadan bir vazife vardır: O da ilk adımı kendisi atmaktan ve
dünkü imzadan sonra başlayan yeni münasebette bize dostluk ve hayırkâh ahlaki
asri göstererek bizi tevcih ve teşvik etmekten ibarettir. Yeni münasebet böyle
mütekabil emniyet hissi üzerine istinat ettiği gün bütün mesail-i muamelaka pek
kolaylıkla kabili tevsiye bir şekle girmiş demektir.”
6 Mart 1924- Başyazı (H. Cahit): “Latin Harfleri… Bu husus
dediğimiz gibi Latin harflerinin kabulü o asarlardan istifadeye bir mâniada
teşkil etmeyecektir. Gözümüzün önünde milyonlarca halk, onun hayati ve
istikbali var. Bu memleketi yaratabilmek için bu halk en kolay en seri ve en
emin surette okumak ve ona yirminci asır irfanını, zihniyetini vermek, onu asri
hayata tatbik ettirmek lüzumu var. Bunu da ancak Latin harflerinin kabulüyle
temin edebileceğimizi görüyoruz. Çünkü bu sayede herkes çabuk ve kolay öğrenebilecektir.”
22 Kasım 1924- Başyazı (H. Cahit): “Türk Kimdir? Haçik Bey
müsterih olabilir. Çünkü Falih Rıfkı Bey Türklüğü bana bile çok görüyor.
Cumhuriyetçiliğimden lütfen şüphe etmiyor. Fakat Türk değil Osmanlı imişim!
Osman hanedanı taraftarı manasına değil, Cumhuriyet Halk Fırkasının korumak
istediği inhisar heyetine girmeğe layık olmamak manasında. Çünkü bütün mesele
dönüp, dolaşıp bazı efendileri yerlerinde tutmak neticesine varıyor. Pek açıkça
söyleriz: böyle hafifliklerle devlet idare edilmez.”
İsmet Paşa’nın yerine Başvekâlete atanan Fethi Bey’in ılımlı
tavrı, o günlerde İstanbul basınınca müfrit diye nitelenen Gazi’nin yandaşı
kadroları adeta kışkırtmıştır.
Hüseyin Cahit’in yazılarında gündeme getirdiği İstanbul’un
ayrıcalığı kavramı, yeni kurulmakta olan üniter yapıyı tehdit olarak
algılanmıştır. İstanbul “Takrir-i Sükûn” yasasının kabulü ile sinmiş, Ankara’ya
zımnen biat etmiştir.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder