22 Ağustos 2019 Perşembe

Lozan, Bir Antiemperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı? - Özet


Tolga Ersoy - Lozan, Bir Antiemperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı?

"Lozan; Bir Antiemperyalizm Masalı Nasıl Yazıldı?" başlığını taşıyan bu kitap çalışmasında, resmi tarih tarafından ulusal bağımsızlığın önemli bir aşaması olarak değerlendirilen Lozan Anlaşması'nın, öncesi ve sonrasıyla tarihsel süreci incelenmiş ve resmi tarih tezlerinin aksine, Lozan Anlaşması'nın, yeni konjonktürel durumda, "yeni" devletin emperyalist ilişkilerdeki konumunun belirginleştirildiği ve yeni bağımlılık biçimlerinin geliştirildiği, dolayısıyla savunulanın aksine emperyalist bir nitelik taşıdığı, tarihteki olaylar ve gelişmeler değerlendirilerek kanıtlanmaya çalışılmıştır.

Giriş
"Lozan Barış Anlaşması" (…) çağdaş bir hurafe yaratma girişimi olarak değerlendirilebilir.

Cemil Bilsel yaklaşık bin sayfalık çalışmasında, karanlığı, hastalığı ya da zıtları ortaya sermek yerine, onları yok saymayı temel inceleme yöntemi olarak geliştirir.
(Bilsel’in kitabının) önemi Lozan'ın nasıl anlatılacağının sınırlarını çizmesinde ve bu şekliyle de ideolojik bir müdahalede bulunmasında yatar.

Nutuk'ta diğer birçok konuya göre çok daha az yer ayrılmakla birlikte öneminin arttırılarak yüceltilmesi için gerekli komut şu sözlerle verilmektedir:
"Sayın Baylar, Lozan Barış Anlaşmasındaki hükümleri, öbür barış önerileriyle karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim. Bu anlaşma (…) Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku yapıtıdır."

Lozan kendi başına ve olası sonuçlarıyla değerlendirilmek yerine, yarı-sömürge ve çöküntü halindeki Osmanlı yönetiminin yaptığı ya da yapmak zorunda kaldığı anlaşmalarla karşılaştırılmaktadır (s. 13).

Lozan, (…) "eskiden" kalan sorunların düzeltilerek ya da onarılarak, devletin yeni dünya düzeninde yerini almasını tanımlamaktadır.

Resmi tarih yazımı, Lozan'ı, "yeni devletin" ya da TBMM'nin, (…) "Batı" tarafından tanınması vurgusunu ısrarla yapmaktadır.

Antiemperyalist olduğu söylenen bir savaşın ardından emperyalistlerce tanınma isteği nasıl bir mentalitenin ürünüdür?

Misak-ı Milli'de anılan sınırlar sadece Yunanistan'la korunmakta, Suriye'de Fransa, Irak’ta ve dolayısıyla Musul petrolleri üzerinde İngiltere sömürgesine onay verilmektedir.

1923 'le birlikte uluslararası sermayenin Türkiye Cumhuriyeti'ne ilgisi hangi dinamiklere bağlı olarak gelişti…
Kuşkusuz, Türkiye ve benzeri ülkelere kolaylaştırılmış yatırımlar yapan ya da değerinin birkaç katına "devletleştirilen" yabancı sermaye ve bu sermaye ile ilişki içindeki yerli sermayenin söz konusu "krizi" daha az hasarla atlatması rastlantı olarak değerlendirilemez (s. 15-16).

…bu çalışma için yola çıkışta temel tezimizi; "Lozan Konferansı ve Anlaşması ile 1.İzmir İktisat Kongresinin, emperyalizmle uyuşma ve kapitalizmle entegrasyon programı olarak, devletin yeni kurgusuyla devamını sağlayan politikalar için bir süreci ve bir dönüm noktasını oluşturduğu" şeklinde belirtebiliriz (s. 16).

Mondros'tan Lozan'a
1913 'de kendileri tarafından atanan bir başbakana, Mahmut Şevket Paşa 'ya düzenledikleri bir komplo-darbenin ardından iktidara gelen İttihat ve Terakki yalnızca, neredeyse yüzyıl sürecek olan "tek parti geleneğini" başlatmadı...
(Bu geleneğin önemli bir parçası) bir dış destekle korunması oluşturmaktadır.
(İttihat ve Terakki’nin Mondros’a kadar ki destekçisi Almanya idi)
(Savaşın sonunda) Bağdat Demiryolu ile "doğu"ya açılmayı düşleyen "Alman emperyalizmi kaybetti (bunun yerine) İngiltere ve Fransa'nın Anadolu'nun yağmalanması projesi devreye girdi.
10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevres Anlaşması ile de, paylaşımın niceliği belirlenmeye çalışılıyordu.
Yunanistan dışında diğer "batılı" devletleri de fazla memnun etmeyen anlaşma, doğal olarak, hukuki bir geçerlilik kazanamadı.
…herkesin ölü/sakat doğduğunu kabul ettiği Sevres, Türkiye'de "yeni kurulan devlette", sonraki yıllarda, hatta günümüzde politik belirleyiciliğini ya da ideolojik bir argüman olma özelliğini koruyabilmiştir.

Mondros Mütarekesi'nin hemen ardından İngiltere Musul'u işgal etmeye başlar. İşgalin sürdüğü günlerde, 17 Kasım 1918 tarihli bir röportajda Mustafa Kemal Minber Gazetesi'ne verdiği demeçte "bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırhah bir dost olamayacağı kanaat ile mütehassıs olmaları pek tabiidir" der.
…emperyalist bir müttefik arayışı… / s. 19

Sivas Kongresi'nde manda tartışmaları sonucunda, Amerikalı gözlemci general Harbord' a mandanın kabul edildiğini belirten bir memorandum verilir…

Sivas Kongresi'nin ve Erzurum Kongresi'nin yedinci maddeleri (…) özetle işgal olmaksızın güçlü bir devletin geniş kapsamlı (sağlıktan ekonomiye) himaye ve yardımını istemekte ve böylesine bir durumu onaylar görünmektedir (s. 20).

Bu aşamada bir soruyu tekrarlamak gerekiyor; emperyalizme karşı gerçekten bir savaş var mıdır?
Misak-ı Milli olarak adlandırılan (ve kimi zamanlarda feda edilebilen) sınırların ana hatlarının savaşsız çizilmesi önemlidir (s. 21).

…bir çakıl taşını bile kimseye vermeyiz diyenler… (…) Hatay ya da Musul devletin bekası için zorunlu fedakarlıklar olarak sunulabilmektedir.

1914'de Almanya ile emperyalist bir pazarlık yapılmış, bu pazarlık 1918'de karşıt emperyalist güçlerce boşa çıkarılmış ve bu durum da Mondros'ta tescil edilmiştir. İzleyen yıllar toplu pazarlığın bölgesel pazarlıklara evrilerek savaşın devam ettirildiği yıllardır. 1920'den 1923'e ya da Lozan'a ulaşana dek geçen süreyi bu bağlamda değerlendirmek olanaklıdır.

1921'den 1926'ya dek, beş yıl gibi tarih için oldukça kısa olan bir sürede bu "demokrasi meclisinde" hiçbir muhalife yer kalmamıştır. Böylece, İttihat Terakki'den devralınan ve günümüze dek ulaşan "merkezi umumi," kontrolü dışı muhalefete tahammülsüzlük geleneğinde önemli bir aşama kaydedilmiş olmaktadır.
…ulusallık hedefi, emperyalizmle uyuşma ve kapitalizmle entegrasyon programının bir parçası olarak gelişmektedir.
Fransa ve İtalya ile savaşılmaksızın uzlaşı sağlanmıştır.

Lozan 'Barış Konferansı' fiili paylaşıma nihai noktayı koyup onaylatmak, yenik Osmanlı'ya hesap sormak üzere toplanmıştı. Oysa, Lozan Anlaşması yedi düvele karşı sonunda kazanılmış bir diplomatik zafer olarak sunula gelmiştir.

Tartışmalar ve Anılarda Lozan Süreci
Lozan'a "ne" ile ve "kim" ile gidilecektir.
…Lozan 'a gidiş, bu bağlamda yedi düvele karşı kazanılmış savaştan çok, kapitalist batı dünyasında niteliği tartışmalı bir oyuncu olma isteğini açığa çıkarıyor.

Lozan'a kimin gideceği konusundaki mücadele, Bakanlar Kurulu Başkanı (Başbakan?) Rauf Bey ile Mustafa Kemal arasında şekillenir.
Mustafa Kemal'e göre, saltanat yanlısı olan, Mondros Anlaşması'nda imzası bulunan Rauf Bey böylesine bir görüşme süreci için yeterli değildir.

Mustafa Kemal tarafından önerilen katılımcılar listesi, birkaç günlük tartışmalar sonucunda onanacaktır. Meclisteki tartışmalar daha çok dayatmaya yöneliktir.

Rıza Nur'un "kalem" görevindeki Nihat Reşat, verilen görevleri yerine getirmeyen, çoğu kez "zamanını kadın peşinde koşarak" harcayan ve yabancı tüccarlara imtiyaz sağlanması için aracılık yapan ve bu yolla para kazanmayı düşünen bir adam olarak tanımlanırken, diğer "kalem" Ruşen Eşref de sürekli içki içen ve iş yapmak yerine gezmeyi tercih eden bir adamdır…
…birçok spekülatör de bu ekipte yer almakta ve görüşmelerin seyri üzerinden bilgi sızdırarak borsalardan para kazanmayı ummaktadırlar (s. 38).

"Yakındoğu anlaşmazlıklarına son verecek bir barış konferansı" sunusu ile başlayan Lozan Konferansı'nın İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya'nın çağrısı ile başlandığı ve Türkiye'nin bu konferansa "görüşmeci" sıfatı ile çağrıldığı unutulmamalıdır (s. 40).

Lozan görüşmelerinin birinci bölümünün değerlendirildiği meclis oturumları, 21 Şubat -7 Mart 1923 tarihleri arasında gizli olarak yapılır.
…en sert söylem, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey'den geliyordu. Ali Şükrü Bey'in eleştirileri yine onun sözleriyle "Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılan muazzam zafer Lozan' da heba edilmiştir" şeklinde özetlenebilir (s. 46).

Ali Şükrü Bey "bir gün ansızın ortadan kaybolur."

Meclis kapatılarak yeni bir meclis oluşturma kararı alınır.
Daha sonraki yıllarda da sıkça görüleceği gibi "seçim" göstermeliktir.

2 Ağustos 1923 'te yani Lozan Anlaşması'nın imzalandığı günden sonra açılan yeni mecliste, birinci meclisin muhalefet grubundan kimsenin seçilememiş olması anlamlıdır.
Yeni meclisin ilk görevi de, herhangi bir tartışmaya girişmeksizin, Lozan'ın kabulü olacaktır.

4300 Kere 40 Kilometre Hariç Antiemperyalizm: Chester!
Amerikalı Amiral Colby M. Chester'ın adıyla anılan ve Anadolu'da demiryolu ve çevresindeki madenleri işletme imtiyazını içeren bir projenin adıdır Chester. Amerikan emperyalizminin Anadolu ile ilgilenmeye başladığı yıllarda, 1911'de gündeme getirilen proje, Doğu Anadolu' da Sivas 'tan Van' a uzanan ve yan hatlarla da Musul-Kerkük'e ve Adana-Yumurtalık'a bağlanan bölgede demiryolu yapımını öneriyor, karşılığında da demiryolu çevresindeki alanlarda petrol dahil tüm madenleri işletme ayrıcalığını almayı talep ediyordu.

Nisan 1923'de ikinci tur Lozan görüşmelerinin başlamasından birkaç gün önce TBMM' de kabul edilen oğul Chester'ın benzer yeni projesi (…) Doğu Anadolu'da yaklaşık olarak uzunluğu 4300 kilometre olan demiryolu hattı döşenecek ve bu hat elde edilemeyeceği o günlerde net bir şekilde anlaşılan Musul'u da içine alacaktı.
Chester şirketi demiryollarının iki yanında toplam kırk kilometrelik alandaki tüm madenlerin işletme haklarına sahip oluyor ve egemenliği böylesine zedeleyecek bu hakla birlikte, gerekli görüldüğü taktirde gündeme getirilecek olan yeni demiryollarını yapma ve işletme hakkını da elde ediyordu. Bu hak 99 seneliğine Chester şirketine veriliyordu.

İngiltere'nin Musul'u elde etmesiyle (…) önemsizleşen ve hükümet tarafından 25
Kasım 1923 'ten sonra geçersiz sayıldı…/ s. 51-52

Dönemin Maliye Bakanı Mahmut Esat Bey: Chester projesi, Türkiye'nin ecnebi sermayesine, ne kadar müsaade göstermiş olduğunu ifade edebilecek bir şahittir (s. 57).

…bu imtiyazın diplomatik sonucu öbür müttefiklerinde Lozan'da buna karşılık pay isteminde ve daha çok istekte bulunmaları oldu (s. 59).

Bir yandan batı işgalini reddedip, diğer yandan batıya açılma adına onun sermayesinin imtiyazlar karşılığında ülkeye girmesinin yolunu açmak, yeni devleti eskisinden farklı kılacak bir yaklaşım değildir.

Chester Projesinin Lozan'da Türk tarafı tarafından kullanılan bir koz olduğu söylenerek, imtiyazların çok ötesinde yönetimin emperyalist ilişkilere yaklaşımı gizlenmeye çalışılabilir (s. 62).

(az gelişmişlik çok gelişmişliğin nedeni ve az gelişmişliğin sürekliliği de bu bağlamda çok gelişmişliğin garantisidir)

İzmir İktisat Kongresi; İmtiyazlı, Sınıflı...
Kapitalizmin baskısı onların özel bilincine galebe çalacak ve istemeye istemeye de olsa, kadim yöntemlerden azar azar uzaklaşacaklardı. Artık eski yaklaşımların, eski yöntem ve araçların işe yaramadığı düşüncesi, zamanla Osmanlı egemen sınıfının adamlarının bilincine kazınacaktı…
Kapitülasyon dönemecinin ardından gelişen süreçte, 19. yüzyıldan itibaren bağımlılığın tüm argümanları peş peşe ortaya çıkacaktır. Bunlar aynı zamanda azgelişmişliğin sürekliliğinin de göstergeleridir.
…unutulmaması gereken nokta, kapitülasyon programının 19. yüzyıldan itibaren anlamını, gelişen kapitalizm için kaybetmeye başladığı ve "yeni programlarla" sömürgeleşmenin desteklendiğidir (s. 66).

20. yüzyıl Türkiye tarihi "Bağımlık tarihi," tekrarları değil sürekliliği anlatıyor.

Mustafa Kemal Paşa: Yurdumuzda büyük kapitalistler yoktur, bunun için biz onların düşmanı değiliz. Hatta biz yurdumuzda milyonerlerin, hatta milyarderlerin türemesine çaba göstereceğiz…

İsmet Paşa, dışsal baskıyı tanımlıyor ve batı kapitalizmin arazi, mali, iktisadi ve idari sorunlarla ilgili dayatmalarını yerine getirmenin "bağımsızlığı kurtarabilmek için" tek koşul olduğuna dikkat çekiyordu.

Lozan görüşmelerinin tıkanmaya doğru gidişi ile kapitalistlerin Türkiye'nin yeni yönetimi hakkındaki kuşkuları birleşince, bu kuşkuların giderilmesi gereği ortaya çıkar (s. 75).

Lozan görüşmelerinin 4 Şubatta kesilmesinden on beş gün sonra İzmir'de yeni yönetimin iktisadi tavrının belirleneceği bir kongrenin düzenleniyor olması çok önemlidir.

TBMM'nin bile haberi olmadan, neredeyse birkaç kişinin düşüncesinin eseri olarak alelacele toplanmasına karar verilen kongreye Misak-ı Milli hudutları içinde kalan 375 ilçeden (kazadan) seçilmiş meslek temsilcilerinden katılımı öngörülmekte ve yaklaşık 3500 kişilik bir katılım beklenmekteydi.
…katılım sayısı beklentinin ancak 1/3'ine ulaşarak 1135'de kalmış ve katılım daha çok Batı Anadolu ve İstanbul çevresinden gerçekleşmiştir
Ankara'nın doğusundan ise katılım, neredeyse yoktur…

İzmir iktisat Kongresi, ...yeniden inşa sürecinin nasıl olması gerektiğini saptamayı amaçlamaktadır.
…yeni bir uyum programı (…) bu fikir, kongreden önce çeşitli şekillerde dile getirilmiş ve benzer görüşler kongrede ısrarla tekrarlanmıştır. Israrın iki ana nedeni vardır: birincisi; yabancı sermayeyi olumlamak, ona düşman değil, mecbur olunduğunun altını çizmek, ikincisi ise, birincisinden ayrı düşünülmeyecek bir biçimde, yaratılmaya çalışılan sınıfa-burjuvaziye güvence vermek (s. 78).

İkdam gazetesi, kongre ile düşmanların "yabancı sermaye düşmanlığı ile ilgili" olumsuz propagandalarına yanıt verileceğini yazarken; Akşam gazetesi 7 Şubat 1923 sayısında Chester'ı örnek vererek, yabancı sermayeye düşman olunmadığını vurgulama çabası içindedir.

Ticaretin millileştirilmesi amacıyla kurulan Milli Türk Ticaret Birliği (…) kongreye sunduğu raporda, yabancı sermayeye karşı olmadığını ancak tekelleşmenin önlenmesi gerektiğini dile getirir.

Mustafa Kemal 16 Ocak 1923'te İzmit'te yaptığı konuşmada: Memleketimizi az bir zamanda mamur etmek için milletimizin yetersiz kaldığı işlerde yabancı sermayesinden, vesaitinden, ihtisasından istifade etmek, hakiki menfaatımız iktizasındandır…

İktisat Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey: …memleketimizde meşru bir surette kazanmak ve yaşamak isteyen yabancı sermayesine, kanun ve nizamlarımıza tabii olmak üzere, Türkiyelilerden fazla bir imtiyaz, bir hile ardında koşmamak şartı ile memleketimizde her türlü teshilatı (kolaylığı), hatta diğer milletlerin gösterdiği teshilattan fazla kolaylıkları irae etmeye (göstermeye) her zaman hazırız. Yalnız yabancıların bizi asri ve medeni bir millet olarak tanımaları ve ona göre bize karşı vaz' -ı hakikatlerini (gerçek vaziyetlerini) almaları lazımdır.

…kongre, açılışından on altı gün sonra, 4 Mart 1923 'de "Misak-ı İktisadi"nin açıklanmasıyla sona erer.

Misak-ı İktisadi'nin ilk iki maddesi bağımsızlığı tanımlar, üçüncü madde ise, iktisaden yükselmek gereğini ifade eder. Dördüncü madde Türk halkının çalışkanlığını överken, bir sonraki maddede yurdun zenginliği anlatılmaktadır. İzleyen maddeler "Türkiye halkının" hırsızlıktan dürüstlüğe, dine-milliyete bağlılıktan çalışkanlığa birçok konuda olumlu özelliklerinin övülmesine ayrılmıştır. Bu söylemler arasına ise, 9.maddede “ecnebi sermayesine aleyhtar olunmadığı”nın adeta sıkıştırılması ise, ilginç ve bir o kadar da açıklayıcıdır. Son maddede ise, çocuklarımızın bu esaslara göre yetiştirilmesinden bahsedilmektedir (s. 83).

İçinde ülkenin izleyeceği ekonomik politikalara ilişkin elle tutulabilir herhangi bir şey yoktur.

…sosyal ve ekonomik uyum içinde devlet eliyle özel girişimci yaratılması Kemalist düzen için ekonomik bir kural oluyordu (s. 178).

…işçilerin sendika kurma ve grev hakları da yasaklanmaktadır. Kapitalizmin istediği "siyasal istikrar" için böylece önemli bir adım atılmış olmaktadır!

Kongre kapitalizmle uyum programının gereğince sömüren sömürülen ya da ezen ezilen ilişkisinin, popülist olmayan söylemle dile getirirsek, sınıflar arası ilişkinin korunması için gerekli açılımların yapılmasını sağlamıştır (s. 89).

Kongre'de, Türkiye'nin emperyalist sistem içinde kalmaya devam edeceği açıkça ilan edilmektedir.

Bütün her şey, Türk halkını ve Türk ulusunu batı uygarlık düzeyine yükseltme teranesi içinde yerini alacaktı.

Türk bağımsızlık savaşının zorunlu olarak sömürgeciliğe karşı verilmiş olması Kemalistlerin yabancı sermayeye karşı bir tavra kaymalarını gerektirmedi.

Kongre bu bağlamda yıllar sonra, belki de ancak 2000'li yıllarda tamamlanacak olan "Türk burjuva devrimi" içinde bir dönemeci oluşturuyordu (s. 94).

Lozan'da Ne İmzalandı?
Lozan Anlaşması'nın imzalanmasından sonra New Conventional adlı bir İngiliz gazetesinin yorumu:
Gerçekten Türkiye, teorik bakımdan bağımsız bir hükümet oldu. Lakin bu, ticaret ve sanatta kabiliyetsiz ve sermayeden yoksun ahaliyi bilenlerce malumdur ki, bu bağımsızlığın ömrü pek kısa olacak ve eski durumu bir başkası üzerine alacaktır.

Türkiye yöneticileri, Lozan'da açıkça kapitalist sistem içinde kalacaklarını ilan etmişler…

Kapitülasyonlar: ismen kaldırılmış, ancak gerekli hukuki düzenlemeler için belirli bir süre emperyalist ülkelerden danışmanlık hizmeti alınması karara bağlanmıştır!

Boğazlar: Barış zamanı serbest geçiş zorunluluğu getirilmiş, boğazların askerden arındırılması ve boğazlardan geçişi düzenleyen uluslararası bir kurulun oluşturulması gündeme getirilmiştir. Savaş zamanı geçişlerde ise, Türkiye'nin egemenlik alanını alabildiğine daraltan "Türkiye tarafsızsa serbest geçiş" gibi maddeler anlaşmada yer alabilmiştir (s. 99).

Kapitülasyonlar, Osmanlının bir dünya imparatorluğu olduğu çağlarda, Fransa'dan başlamak üzere Avrupalı devletlere lütfettiği ayrıcalıklar olarak tanımlanır. (bu şekilde tanımlanmasının nedeni) çöküşün nedenlerinin, zorunlulukların ve bağımlılığın gizlenmesi için gösterilen primitif bir ideolojik çabadan başka bir şey olmadığı söylenebilir.

…kapitülasyonlar bir tür, maliyeyi -padişah bütçesini ya da sarayın maddi gücünü- koruma refleksi olarak da değerlendirilebilir (s. 100-101).
Kapitülasyon alanının genişlemesi kapitalizmin genişlemesine ve gelişmesine paralel bir seyir izlemiş ve ayrıcalıklar alanına 18. yüzyılda Rusya da dahil olmuştur.

1914'te Türkiye'nin bütün iktisadi faaliyetinin yayı, ecnebiler elinde idi (…) Kapitülasyonlar, hakikaten imparatorluğu sırf ecnebi hesabına çalışan, bütün karını ecnebi ellerine ve keselerine boşaltan bir müstemleke haline koymuştu.
Yeni olduğu iddiasındaki bir yönetim için (…) kapitülasyon tanımlamasından (…) kurtulmak, önemlidir. Şimdi sorun, bu ilişkilerin hangi adla ve nasıl sürdürüleceği ve geliştirileceğidir (s. 102-103).

Lozan'ın ilk devresinde kapitülasyonlarla ilgili her görüşmenin oldukça sıkıntılı geçtiği ve batılı devletlerin kuşkularının yatıştırılmasının mümkün olmadığı da anılardan anlaşılmaktadır. (…) Tartışmalar daha çok, batılı tüccarların ya da sermayenin yeni devletteki hukuki sorunları üzerine yoğunlaşmaktadır. (…) Özetle, sermaye rahat dolaşabileceği bir alan aramaktadır (s. 103).

(İsmet Paşa’nın ısrarla üzerinde durduğu konu) "kapitülasyonların ilgası" ibaresini anlaşmaya koydurmaktır.

“Müttefik" devletlerinin istedikleri teminatları aldıktan sonra (…) bütün tarafların kabulü ile kapitülasyonlar kaldırılmış olmaktadır.

Güvencelerin en büyüğü Türkiye'nin kapitalist sistem içinde kalacağına dair geliştirmeye çalıştığı ilkel söylem ve bu söylemine uygun eylemliliğidir.

Yabancı sermayeyi bu bağlamda rahatlatan ise, resmi tarihin bize sunduğu gibi salt 28. madde değil, bu maddeyi biçimlendirecek olan Lozan Ticaret Sözleşmesi idi.
Bu sözleşmeye göre, Türkiye Cumhuriyeti beş yıl süre ile yapacağı ithalatta 1916 yılında belirlenmiş -ya da eski devlet tarafından belirlenmiş- vergi tarifesine bağımlı kalmaktaydı. Diğer taraftan yerli sanayii, yabancı sermayeye karşı korunmayacaktı (s. 106).

Sonuç olarak kapitülasyon kelimesinden kurtulunsa bile kapitülasyonlar çeşitli isim ve uygulamalarla kendisini sürdürme yolunu bulmuş olmaktadır. 1929'a kadar gümrük tarifesi ile desteklenen yabancı sermayeye, 30'lu yılların faşizminde, "devletleştirme" adıyla sermaye aktarımında bulunulmuş ve savaşın ardından 50'li yıllardan itibaren ülke emperyalist pazarlara kayıtsız şartsız açılmış, son olarak da kapitülasyonlardan hiç de farklı olmayan tahkim yasası ile yabancı sermayeye verilen hukuki güvence tazelenmiştir.

Nasıl ki kapitülasyonların ismen kaldırılması, uzun vadedeki sonuçlarıyla incelendiğinde bir şey ifade etmiyorsa, aynı şekilde Düyun-ı Umumiye'nin ismen kaldırılmasının da, anlaşmanın diğer maddeleri ve ek sözleşmeler göz önüne alındığında bir şey ifade etmediği görülecektir (s. 107-108).

…anlaşma, tüm maddeleriyle ve tarihsel süreçteki sonuçlarıyla birlikte ele alındığında, batının ya da emperyalist dünyanın "azami Türkiye Cumhuriyeti kurgusu" ortaya çıkmaktadır ve yöneticiler de, kurulan yeni dünya düzeninde ancak bu kurgu ile var olabileceklerini kanıksamış gözükmektedirler.

…"borçlar" sorunu, yeni olduğunu iddia eden Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu borçların çok önemli bir kısmını on yıllar boyu ödemeyi kabul etmesiyle ancak çözümlenecektir.
…yeni olduğunu iddia eden ve eskiyi neredeyse tümüyle reddeden bir yönetimin, eskiye ait bağıtlan kabullenmesi, yeninin yeni, eskinin de eski olmadığının bir göstergesi değil midir?

…borçlar sorununun, görüşmelerin önemli bir bölümünü kapladığı açıktır.
Türk Hükümeti altın ya da İngiliz lirası üzerinden ödemeye yanaşmazken emperyalist başkentlerde ödemenin İngiliz parası ile yapılması dayatılmaktadır. Tekrarlarsak, sorun, borçların ödenmemesi değil, nasıl ödeneceği noktasında yoğunlaşmaktadır (s. 110).

Kâğıt üzerinde İstanbul Hükümetini ve onun Düyun-ı Umumiye gibi bağlaşıklılıklarını tanımayan T.B.M.M Hükümeti, onun sorumluluklarının üstlenilmesini bir başarı olarak sunabiliyor… / s. 114

Böylece Türkiye, ilerleyen yıllarda yıllık taksidi 5.809.3 12 TL olan (bu miktar bütçe harcamalarının %13-18'ini kapsamaktadır) borcu nedeniyle kamusal yatırımlan yapamamakta ve bu durum sınıfsal tercihlerle birleşince, günden güne katlanarak artan yoksulluk ve sefalet ortaya çıkmaktadır (s. 115).

Mustafa Kemal: "Misak-ı Milli şu hat, bu hat diye hiçbir vakitte hudut çizmemiştir. O hududu çizen şey milletin menfaati ve Heyet-i Celile'nin isabet-i hazarıdır. Yoksa haritası mevcut bir hudut yoktur."

"Misak-ı Milli", Lozan konferansındaki Türk tarafı için bağlayıcı bir unsur oluşturmamıştır.

(Lozan’da) Osmanlı'nın küçülmesiyle boşalan yerler doğal ve zorunlu olarak emperyalist güçlere bırakılıyordu.

Lozan'ın niteliğini, hiçbir örnek, Musul Sorunu kadar net bir biçimde deşifre edemez. (…) Misak-ı Milli söylemine de ters düşen bir şekilde, bölge, Fransa ve İngiltere emperyalizminin çıkarlarına terk edilmiştir (s. 119).

Musul'un, emperyalizmin Ortadoğu'ya hakim olması için önemli bir simge olma özelliği vardır.
Musul'u bu yüzden salt petrolle özdeşleştirmek, "emperyalizmin Ortadoğu'yu kontrolü sorunu"na ilişkin ayrıntıların gözden kaçmasına neden olabilir.

Kafkaslarda Sovyet düzeninin kurulmasından sonra Batı emperyalizmi için set sorunu Kafkasya'dan Türkiye'ye kayar. Türkiye seddinin ise iki hassas noktası vardır: Boğazlar ve Musul petrolleri (s. 122).

Bölgedeki denetim, kuşkusuz, petrol tekellerinin güvenliği için düşünülmektedir.

Boğazlar
Lozan'da Boğazlar konusunun üzerinde önemle durulmasının nedeni emperyalistlerin Sosyalist Sistemi abluka altında tutmak istemesi oluşturur.
…görüşmeler sürecindeki açık politika anlayışı ve bu anlayışın bölge üzerindeki emperyalist oyunları açığa çıkarması nedeniyle Sovyet temsilcisinin ölümünü de içeren birtakım gelişmeler sonucunda "sorun" kısmen çözüme kavuşmuştur!

…anlaşma bir taraftan Türkiye'nin Boğazlar üzerinde ki inisiyatifini kısıtlarken, diğer taraftan da Rusya'yı Karadeniz'e hapsedecek kısıtlamaları içermektedir. Çözümsüz ve tartışmalı birçok yanı olan "Boğazlar" konusunun çözümü de, böylece, diğer birçok "sorunda" olduğu gibi, ilerleyen yıllara bırakılmış olmaktadır.

Bonapartizm Evrilirken!
Lozan'ın "sokaktaki vatandaş" ya da adına parti kurulan halk için anlamı nedir?
…yeni devlet yönetiminin ne kadar halkçı olduğunun bir göstergesi olarak sunulan aşarın kaldırılması ile oluşan zarar, niteliği ve niceliği ne olursa olsun, kapitalizmi benimsemiş tüm ülkelerde olduğu gibi, halkın sırtına yükleniyor ve diğer vergilerdeki oranlar arttırılarak sermaye aktarımının aksamamasına ya da yoksullaşmanın giderilmemesine özen gösteriliyordu.
…aşarın boşluğunu doldurmak amacıyla kullanılan şeker, gazyağı gibi tüketici vergileriyle yoksullaşma daha geniş alanlara yayılıyordu.
Tarım lehine yapılan düzenlemeler ise, yoksul köylüyü değil, "ağalan" ilgilendirmekteydi. Bu düzenlemelerin, ağaların, Mübadele Anlaşmasıyla ülkeyi terk eden Rumlardan geriye kalan sahipsiz topraklara el koymalarını sağlayarak varsıllıklarını arttırmalarını ve kendilerine "halkçı" parti içinde yer vererek siyasal güvenceye kavuşturulmalarını amaçladığını görmekteyiz (s. 135-136).

…daha Lozan görüşmeleri sürerken, Sovyet devriminin ardından Rusya'da devletleştirilen batılı kapitalist şirketler, Türkiyeli ortaklar aramaya başlıyordu. Kurucularının önemli bir kısmı milletvekili ve tüccar olan İthalat ve İhracat Anonim Şirketi, İngiliz şirketleriyle kapitülasyonları aratmayan bir ortaklık sözleşmesine gidiyor, ancak zaman içinde bu girişim başarısızlığa uğruyordu.
Sınıf yaratma yolunda kapitülasyonları göze alan bu girişimin başını Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Salih Bozok gibi yönetime yakın -eski ve ancak Mustafa Kemal'e biat etmiş İttihatçı- isimlerin çekmesi ise, hedefe ulaşma yolundaki etik kaygıların (!) görülmesi açısından oldukça önemli.
1924 tarihinde kurulan Elektrik Tesisat Şirketinde 1929 yılına gelindiğinde hisselerin 23/24 'ü yabancılara ait olmakla birlikte, yerli hisseler Halit Ziya Uşaklıgil, İzzet Melih Devrim gibi yeniye yakın "eski" İstanbul aristokratları arasında paylaşılıyordu (s. 138-139).

Türkiye Kibrit İnhisarı'nda ise (…) yabancı ortakların Türkiye temsilciliğini yapma görevinin Celal Bayar, Yunus Nadi gibi isimler tarafından üstlenilmiş olması önemlidir.

1929 yılı itibariyle Türkiye'de önemli bir kısmı ortaklık olmak kaydıyla 200'e yakın yabancı şirket bulunmaktadır.
…sanayinin gelişmesi bahanesiyle 1924 yılında, sanayicinin kullanacağı hammaddeye gümrük bağışıklığı tanınması, bu şirketlere verilen imtiyazlara bir örnek olarak ele alınabilir.

Yabancı sermayenin monopol yaratmasından korkulmadı. Örneğin, tuz, petrol ve benzin monopolü Amerikan firmasına, kibrit ve çakmak monopolü Türk-Amerikan firmasına, alkol ve içki monopolü bir Polonya firmasına verildi.
…bu dönemde (1929-1930) yabancı şirketlerden zarar edenleri, yüksek fiyatlar ödenerek 'millileştirildi'. Böylece yabancılar kriz koşullarında iflastan kurtulmanın yolunu bulmuş oldular (s. 142).

…anılan dönemde, bu yaklaşımla yabancı sermayeye aktarılan değerin dökümü; 236.558.400 İsviçre Frankı, 204.576.000 Fransız Frankı, 4.862.100 Sterlin ve 4.862.100 Türk Lirası şeklindedir (s. 145).

Lozan; İdeolojinin Neresinde?
Lozan Anlaşması'nı Türkiye açısından önemli kılan unsur, onun ideoloji oluşturmadaki yadsınmaz etkisidir.

Eski, yeni düzene uygun hale getirilmiş yenilenmiştir ve yenilenme süreci, doğal olarak işe yaramayan parçaların-kurumların ortadan kaldırılmasını ve yerine konanların her anlamda korunması ve sorgulanmaksızın desteklenmesini içermektedir (s. 148).

Ulusal bağımsızlıkla ekonomik bağımsızlığın bir birinden ayrı şeylermiş gibi göstermenin ilk adımının Lozan'da atıldığını ve bu yaklaşımın günümüze değin korunması için yoğun bir çaba gösterildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Sonuç
Cumhuriyet'in kapitalist kalkınma modelini benimsemesinin (…) Lozan'a ve Lozan sürecine dayandığını kabul etmek zorundayız.
Bu haliyle Lozan Anlaşması, uluslararası emperyalist sisteme bağımlılığın yeniden gözden geçirildiği, bağımlılık isteminin "yeni" konjonktürde onandığı emperyalist bir metin olarak da değerlendirilebilir (s. 152).

(Lozan’la birlikte) Pazar olmaya ve bağımlılık ilişkisi geliştirmeye hevesli Türkiye, "hasta" ve sorunlu sömürgenin yerini almış ve bu göreceli değişiklik ilişkilerin yeniden tanımlanmasını sağlamıştır (s. 153).

Tartışma
"Bilim" ya da "bilimsellik" yaftasını tekelinde tutan akademiler, üniversiteler adlarının altında ne varsa hepsini boşaltacak şekilde organize olmuş soysuzlaştırmayı, indirgemeciliği ve kısırlaştırmayı barındırmakta.

Bu binaları mesken edinen "bilim adamlarının" başlıca görevi ideolojinin kendisini yeniden üretmesine yardım edecek, egemenliği-eşitsizliği haklılaştıracak düşünsel faaliyetlerde bulunmaktan ibarettir.
Neyin karşısında tarafsızdır bilim adamı? İşte her türden eşitsizliğin ve egemenlik ilişkisinin karşısında doğrudan taraflılıklarını "bilimsel tarafsızlık" soytarılığı ile gizlemeye çalışırlar.

…tezim başvurumun ardından geçen 13 aylık bir süre sonucunda reddedilmiştir (Ömer Bozkurt ve Birgül Ayman-Güler'in red oylarıyla).

(red gerekçeleri)
…inceleme Lozan Anlaşması üzerine bir tarih çalışması değildir; birincil tarihsel kaynaklar kullanmamıştır. (…) Böyle bir yöntemin alana ilişkin "bilgi"ye katkıda bulunması söz konusu edilemez.

…yapılan okuma, "Lozan'ın emperyalizmle uyuşma ve kapitalizmle entegrasyon programı olduğu" savı üzerinden yapılmıştır.
Kuruluş bir "antiemperyalist mücadele sonunda değil, emperyalist pazarlıklar" sonucunda gerçekleşmiştir.

Tez, 1922 yılı gibi (…) bir dönemi, dönemin analizi içinde değil, 2000 yılından bakarak değerlendirmeye çalışmaktadır. Lozan'ın yer aldığı dönem, çalışmada karakterize edilmemiş; açıklanmamıştır.
Aday, tezin temel kavramı olan "antiemperyalizm" kavramını tanımsız bırakmıştır.

Aday tezini, belgelere dayanarak kanıtlamaya çalışmak yerine, belli ölçütlere göre seçildiği izlenimi veren yorumlara başvurmaktadır.
Yanıt
Emperyalistlerle imzalanan "barış" yeni emperyalist açılımları doğrudan ya da potansiyel olarak içeriyorsa ya da sonuçlarıyla emperyalizmin -şu ya da bu şeklinin- bölgede yeni hareket alanları kazanmasına doğrudan olanaklar sağlıyorsa bu emperyalizme biat anlamına gelir. Bu bağlamda "biat"ın tercümesi "emperyalist rol ve kazanımlara hazırım" şeklindedir.

Her iki tez kurulu üyesi de daha ilk paragrafta dile getirdiğim ve alıntıladığım tarih yöntemini ve göndermemi görmezlikten gelmeyi tercih ediyor; bu Bernal'in "Kara Atena"yı yazarken geliştirdiği bir yöntemdir.

Üniversitelerin-akademilerin ilkokul mentalitesinden kurtulması gerekiyor.

Bilimsel nesnelliğin kendisi taraftır. Bu bağlamda "tarafsızlık", egemenlerin yasakladığını bırakın savunmayı tartışmayı dahi düşünmemenin-düşünememenin-düşündürmemenin ''bilimsellik'' yaftası altında bir baskı aracı olmasının ötesinde ne gibi bir anlam taşır?

Halkın yüzde kırkı Lozan imzalandığı gün ya da Lozan'ın onuncu yıldönümünde geceyi aç geçiriyordu. Bugün de bu oranın aynı olması size neyi ifade ediyor.
Alanımdan; sağlıktan örnekleyim; sağlıkta yirmi-otuz yıl önce bağımsızlıklarına kavuşmuş birçok ülkeden kat be kat gerideyiz.
O halde Lozan ne tür bir bağımsızlığı ne tür bir egemenliği tanımlamakta.

Lozan nasıl ki, kapitalizmle bir entegrasyon programı ve emperyalizmin düzeninde yer sahibi olabilmenin küçük bir ifadesi ise bugünkü IMF-AB-ABD anlaşmaları da aynısıdır.

…bu kadar uzun bir yanıtla ilk defa ve hatta bir yanıtla ilk defa karşılaştığınızı düşünüyorum. Ve hatta ilk defa bir tezle karşılaştığınızı düşünüyorum.

Sekseninci Yılında Lozan
Lozan; Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı - Dünya Savaşı? - sonucunda kurulmaya çalışılan 'yeni dünya düzeninde' Ortadoğu'nun 'ne olacağı' sorusuna verilen yanıtlardan birisidir…

Lozan, Türkiye için nedir? Lozan; kurulmaya çalışılan 'yeni dünya düzeninde' Türkiye'nin de rol kapma isteğinden başka bir şey değildir, Türkiye'nin kapitalist-emperyalist dünyada var olma isteğinin, bu 'dünyaya' sözleşmeler yoluyla biat etmesinin onanmasından başka bir şey değildir…

Türkiye Üzerinde Emperyalist Pazarlık
22 Kasım 1922
Internationale Presse-Korrespondenz
14 Kasım 1922, Sayı 218, s.1554-1555 / Komintern Belgelerinde Türkiye Kurtuluş Savaşı, Kaynak Yayınları

1903 yılına kadar Türkiye yalnızca İngiltere ve Fransa'nın himayesi altındaydı.
Alman sermayesinin Bağdat yoluyla çomak sokmasından sonra mali sermayenin rekabeti alevlendi.
Türkiye'nin 1903-1914 yılları arasında yaptığı 12 dış borçlanmadan en büyüğü Almanya iledir.
Alman sermayesi on bir yıl içinde bankalar ve demiryolları gibi bazı önemli 'kumanda mevkilerini' ele geçirmesini bildi.

Türk hükümeti emperyalist savaş döneminde Alman sermayesi dışında kalan tüm yabancı sermayeye el koydu. Alman sermayesi, tüm Osmanlı İmparatorluğu'nu tekeli altına aldı, tek hakim haline geldi.

Amerikan sermayesi daha savaş sırasında Türkiye'de mali şebeke ağını örmeye başlamıştı.
1919-1921 yılları arasında Amerikan petrolü Anadolu pazarında tek satıcılık hakkına sahip olarak egemen oldu.

Fransa Türkiye'ye aşağı yukarı 3 milyar Frank yatırdı. Bu Türkiye'ye yatırılan tüm yabancı sermayenin yüzde 60.31'ini oluşturmaktadır

Fransa'nın bu yüzde 60.31 'inin zaferi Kemal' in birliklerini İstanbul'a sevk etti.

T.B.M.M Zabıtlarında Lozan Tartışmalarından ve Eleştirilerden Örnekler
SALAHATIİN BEY: Efendim gönderilecek murahhaslar kimin murahhaslarıdır? Kimin namına gidiyor ve kim gönderiyor?
Bunu soruyorum...
HÜSEYİN RAUF BEY: Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve onun Heyeti Vekilesinin... Yani hükümet olarak gerek harice ve gerekse dahile karşı malum olan Büyük Millet Meclisinin emniyet ve itimadını haiz Hükümetimiz namına gidiyor.
SALAHATTİN BEY: Meclisi Ali Hükümete ait muamelatı vekilleri vasıtasiyle temşiyet eder. Harb, sulh, muahede akdi gibi mesaili azime için Meclisi Ali izin verir ve o veche dairesinde murahhasları intihap ederek gönderir. Bugün memleketin mukadderatı atiyesini tayin edecek sulh murahhaslarıdır. Bu kadar azim mesuliyeti olan bir vazifeye Meclisi Alinin itimadına mahzar olmaksızın Hükümet nasıl murahhas tayin eder ve nasıl mesuliyeti üzerine alır.
HÜSEYİN RAUF BEY: Heyeti Vekile o kuvveti ancak Meclisi Alinizden almıştır.
SALAHATTİN BEY: Biz onu vermedik.
ZİYA HURŞİT BEY: Kabul ettiğimiz kararname, Teşkilatı Esasiye, hepsi bunµ toptan hakkı müdafaa edecek olan zatı Meclisi ali tayin eder ve Meclisi Ali intihap eder ve bunlarda milletin itimadını haiz olduklarını göstererek gider ve milletin haklarını müdafaa ederler. Başka türlü bunların tayin ve tasdik suretiyle bunların, milletin haklarını müdafaa edebilmeleri imkânı yoktur. Meclisi Alinin arasının tecellisi lazımdır.

ALİ ŞÜKRÜ BEY: Beyefendiler; esas bozuk olunca onun üzerine kurulacak bina çürük olur. Binaenaleyh müzakeratın esası çürüktür. Çürük olduğu için bu müzakerat bir şey intaç etmez. Sebebi: Efendiler, bütün illet bir noktadadır. O da Meclisimiz icrai ve teşrii salahiyeti haiz bir meclistir. Fakat hükümetimiz adeta kabine usulü vechile siyaset tedvir etmek istiyor. Yani yaptığı projeyi bizden saklıyor. Bu da bir siyasettir. Fakat maalesef Meclisimizin bugünkü vaziyetiyle kabili telif değildir. Ben ircaı salahiyete haiz olduğum halde böyle gizli olarak hükümetin değil, hükümetin etrafında toplanacak büyük bir zümrenin dahi yapacak olduğu işten mes'uliyet kabul edemem...
Maalesef o süngünün temin ettiği zaferi yeşil masa başında daima kayıp eder. Buyurdular ki filhakika tarih tekerrürden ibarettir...
Şimdi, bendeniz korkarım ki, şuraya konan ve ehemmiyetsiz görünen bu mevad ileride ecdat ve ahfadımız için yeni bir kapitülasyon teşkil edecektir...
Efendiler bu memleketin muhtacı hal ve ıslah olduğuna bugünkü hali perişanımız şahittir. Bunu görmeyen kimse yoktur. Fakat efendiler bütün dünya muvacehesinde şu postu evvela kurtarmak lazımdır. Bu işi yapmak ve bunu temizlemekten evvel kalkar, gönlü bir takım ıslahat yapmak için şunu yapacağım bunu yapacağım demek İngiltere'nin eline müthiş bir silah vermek demektir. Buna binaen heyeti murahhasamız muvaffak olamamıştır.

Rosa Luxemburg ve Berlin-Bağdat Demiryolları
Osmanlı Devleti (…) demiryollarının gayri safi kazançları için de teminat vermek zorunda olacak…
…sömürülen, köylülerin eline devlete verilen miktarlardan sonra, kendi geçimleri için yalnızca birkaç ekin sapı bırakan bir köy ekonomisinin kurak topraklarından, demiryolları için gerekli olan ulaşım ve kar düzeyini sağlamak doğal olarak mümkün değil…
Beklenen kapitalist karın oluşması için kapanması gereken açık, Osmanlı Hükümeti tarafından 'kilometre teminatı' adı altında, demiryolu şirketine her yıl düzenli olarak ödeniyordu.
İşte, Avrupa sermayesinin yürüttüğü kültürel çalışma kanalıyla, Türkiye'nin iktisaden kalkındırılmasının iç mekanizması...

Lozan'a Chester Telgrafları
13 Temmuz 1923/ Başbakan H. Rauf Bey' den İsmet Paşa'ya
Chester imtiyazı meclisten geçmiştir.
Regie General'in Samsun-Sivas imtiyazı meclis kararıyla Amerikalılara verilmiş ve feshedilmiştir. Bundan dolayı tazminat veya yeni imtiyaz vermeye hazırız. Karadeniz bölgesinde beş yıllık rüçhan hakkı da verebiliriz.
Armstrong Vikers şirketine de benzer haklar tanıyabiliriz.

Milli Türk Ticaret Birliği'nin Yabancı Sermaye Önerileri
Ecnebi sermayesinin iştirakiyle yapılabilecek işlerin tayini. Bu işlere ecnebi sermayesinin iştiraki derecesi ve bunların tabi olacağı ahkam:
a) Seyrisefain, merakib-havaiye, hususat-ı sınaiye ve imtiyazlı bankacılığa mütedair işlerde umum tediye edilmiş sermayesinin % 75'i,
b) Orman işleri, sermayesi 1000000 lirayı tecavüz eden hususatı sınaiyeye dair şirketlerde umum tediye edilmiş sermayesinin % 51'i
c) Maden, şimendifer vesair şirketlerde, umum tediye edilmiş sermayesi 5.000.000 lirayı geçen teşebbüsatta tediye edilmiş sermayenin % 41'i
d) Sermaye-i umumisi 100.000.000 lirayı geçen şirketlerde umum tediye edilmiş sermayenin % 31'i

1929'da Türkiye'de Yerli ve Yabancı Şirketlerin Durumu

Ödenmiş Sermaye
1929 Kârı
Türk Şirketleri
78.239.000
11.673.000
Yabancı Şirketler
77.913.000
11.025.000

Mecliste "Borçlar Sorunu"Üzerine Yapılan Tartışmalardan
HAKKI HAMİ BEY: Tecili düyun dediğimiz zaman mukabil borcumuzun da tecili teklif vaki olmuş da ret mi edilmiştir? Yoksa kabul etmeyecekler de bir sene de tesviyemi ettirecekler? Ve yahut hiç mi teklif edilmemiştir?
HASAN BEY: Kabul etmeyeceklerini bildiğimiz için bunu şifahi konuştuk. Hususi konuştuk. Delegelerle aramızda... Kabulüne imkân görmediğim için resmen teklif etmedim.
SALAHATTİN BEY: Memleketin bu parayı vereceğine tediye edeceğine nereden inandınız? Yani memlekette inkişafı iktisadi olmadan, memleket tamir edilmeden, yanan evler, yıkılan yerler düzelmeden memleketin eski iradı verebileceğini nereden biliyorsunuz?
HASAN BEY: Düyunu Umumiyeye mahsus olan varidatı kendilerine verince onlar, sizden başka bir şey istemiyorlar.

Misak-ı Milli ve Lozan
1)Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Arap çoğunluğun oturduğu ve işgal altında bulunan toprakların geleceği halk oyu ile saptanmalıdır. Osmanlı-İslam çoğunluğunun bulunduğu toprakların bütünü ayrıma tabi olamaz.

Lozan'da bu "ilke" neredeyse tümüyle ihlal edilmiştir. Birçok Arap toprağı üzerindeki sömürgeler gerek Lozan Anlaşması ile gerekse daha önce yapılan Ankara Anlaşması gibi ikili anlaşmalarla tanınmış ve Arap toprakları üzerindeki emperyalist egemenlik onanmıştır.

2) Oylama ile anavatana katılan iller için serbest oy tekrarı korunacaktır.

Birinci "ilkenin" ihlali bu ilkenin de doğrudan ihlali anlamına gelmektedir.

3) Batı Trakya'nın hukuki durumu bölge halkının bağımsız bir şekilde kullanacakları oylara bağlı olmalıdır.

Lozan'da Batı Trakya Yunanistan egemenliğine bırakılmıştır. Sözü edilen oylama ya da referandum gibi olgular o tarihten sonra ciddi olarak gündeme getirilememiştir.

4) İstanbul ve Marmara'nın güvenliğinin sağlanması için boğazların ticaret ve ulaşıma açık tutulması hakkındaki kararlara Osmanlı Devleti katılmalıdır.

Boğazlar konusu Lozan'dan sonra Montrö anlaşması ile emperyalist devletlerin isteklerine uygun bir şekilde çözülmüştür.

5) Diğer devletlerin katılmasıyla kabul edilen "azınlıklar hukuku" ilkelerine uyulmalıdır.

Lozan'da azınlıklar sorununa getirilen çözüm dayatmacıdır.

6) Modern bir Osmanlı devletinin idamesi için her alanda tam bağımsızlık esastır. Herhangi bir alanda· bunu olumsuzlayacak hiçbir baskı kabul edilemez. Borçların ödenmesinde de bu ilke esas alınmalıdır.

Tam bağımsızlık ideolojik bir argümandan retorik olgusuna indirgenmiş ve Osmanlı üzerindeki birçok dayatma kabul edilerek yeni dünya düzeninde emperyalizmle ittifak kurulmasına gidilmiştir (s. 199-200).

Komintern'in Lozan Değerlendirmesi
İngiltere'nin ve Fransa'nın Yakın Doğu siyasetleri ana hatları: İngiltere başlıca düşmanları olan emperyalist Almanya ile Rusya'nın uğradığı yenilgiden de yararlanarak Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmeyi, böylece Türkiye'yi parçalayarak onu Balkanlar'da ve Anadolu'da kendi egemenliğine sokmayı amaçlıyor; bunun yanı sıra Asya'daki sömürgeleri üzerindeki etkisini de güvence altına almayı amaçlıyor. Fransa, Türkiye'nin bölünmesini istemiyor. Çünkü alacaklarını ve Türkiye'ye yaptığı yatırımları korumayı düşünüyor; Türkiye'yi iktisadi ve mali açıdan ele geçirerek onu sömürgeleştirmek istiyor.

Türkiye tam bağımsız bir devlet olma isteğini dile getirir getirmez (…) İngiltere ile Fransa arasındaki bu düşmanlık da derhal geri plana düştü.
İngiltere, Almanya'nın Fransa tarafından sömürülmesi konusunda ödün veriyor, buna karşılık Fransa İngiltere'nin Boğazlar ve İstanbul'u işgal etmesini kabul ediyor (s. 201).

Millileştirme ve Yabancı Sermaye
1929 yılı itibariyle Türkiye' de çalışan yabancı şirketlerin sayısı 103 olarak bildirilmektedir.

Türkiye'de millileştirilen yabancı şirketlere örnekler (s. 203)
Tarih
İsim
Sahibi
Satın alma bedeli
1928
Mersin-Adana Demiryolu
Britanya
204 milyon İsviçre Frangı
1931
Mudanya-Bursa Demiryolu
Britanya
50 bin Türk lirası
1932
İzmir Rıhtım Şirketi
Fransa
7 .827 .690 Fransız Frangı
1933
İstanbul Türk Anonim Su Şirketi
Britanya
1.3300.183 Fransız Frangı
1935
İzmir-Aydın Demiryolu
Britanya
1.825.840 sterlin

Kim Kimdir?
Ali Şükrü Bey: …meclisin üstünlüğü, kişi tahakkümü gibi konularda etkin muhalefet yürüttü. Lozan sürecinde Mustafa Kemal'le sert tartışmalara girdi. Mustafa Kemal'in muhafız komutanı Topal Osman tarafından öldürüldü.

Yusuf Hikmet Bayur: Osmanlı sadrazamlarından Kamil Paşa'nın torunu. Lozan konferansında Türk heyetine danışmanlık yaptı.

Cemil Bilsel: 1933'de Lozan'ı anlatan kitabı yazdı ve hemen ardından 1934'de İstanbul Üniversitesi Rektörü olarak atandı.

Mahmut Esat Bozkurt: Lozan'da hukuk eğitimi yaptı. 1922-23 yıllarında İktisat Vekilliği yaptı. İzmir İktisat Kongresi'ni düzenledi.

George Nathaniel Curzon: Hindistan Genel Valiliği ve 1919-24 yıllan arasında Dış İşleri Bakanı olarak görev yaptı. 1925’te öldü.

Şükrü Kaya: Lozan görüşmelerinin başında danışman olarak sürece katıldı.

Rıza Nur: İtilafçı kanattan mebus seçildi. Ahrar Fırkasını kurdu. 1925 tarihinden sonra Atatürk 'le olan çatışması sonucu aktif siyasetten uzaklaştırıldı.

Rauf Orbay: Balkan Savaşı'ndaki başarılarından ötürü "Hamidiye Kahramanı" olarak anıldı. 1923'den sonra TCF'nın kuruluşuna katıldı. Baskıların artması üzerine yurt dışına giden Rauf Orbay bu dönemde İzmir Suikastı nedeniyle gıyaben yargılandı. On yıl sürgün cezası aldı.

Raymond Poincaire: 1913'de cumhurbaşkanı oldu. 1920'den sonra Başbakan ve Dış İşleri Bakanı olarak görev yaptı ve Lozan sürecine katıldı.

Yusuf Kemal Tengirşenk: Lozan’dan önce SSCB ile Moskova Anlaşması'nın, Fransa ile Ankara Anlaşması'nın imzalanmasında Heyet Başkanlığı yaptı. Ancak Lozan görüşmelerine katılması engellendi.

Özet
"yeni" Türkiye Cumhuriyeti (…) bağımlılık ilişkilerinin yeniden ve yeni adlarla düzenlenmesi şeklinde oluşturulmuştur.
…en başat örnek, Düyun-ı Umumiye sorumluluğunun yeni devlet tarafından üstlenilmesidir.

Lozan Anlaşması sonucunda eskimiş ve artık batılı kapitalist devletler için önemi kalmamış bazı "sorunlar" halledilmiş ancak; yabancı sermaye ilişkileri, Ortadoğu'nun sömürülmesi, Boğazlar, borçlar gibi, Birinci Dünya Savaşı sonrasında emperyalist ülkeler tarafından kurulmaya çalışılan "yeni dünya düzeni" kurgusu için önemli sorunlar emperyalistlerin neredeyse birebir olmak üzere istediği biçimde çözümlenmiş ve Türkiye Cumhuriyeti de böylece yeni dünya düzenin de yerini almıştır (s. 210).

Sorun Yayınları, 2. Baskı, 2004


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder