12 Ağustos 2019 Pazartesi

Emel Oruç Olgun - Ali Şükrü Bey Olayı


Emel Oruç Olgun - Ali Şükrü Bey Olayı

Mondros Mütarekesinden hemen sonra İstanbul’da düşmana karşı silahlı mücadele hareketini teşkilatlandırmak için kurulan ilk cemiyet Karakol Teşkilatı idi.
İstanbul’un işgalinden sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin İstanbul kolunu oluşturdu.
İngilizlerin kontrolü altındaki pek çok ambar ve depodan geceleri silah kaçırıp Anadolu’ya gönderilmesini sağladı.

Bir diğer cemiyet ise Milli Kongre idi.
...şubeler açarak kültürel ve siyasal yayın çalışmaları yaptı.

Felah Grubu Kurmay Binbaşı Ekrem Bey tarafından kuruldu. Bu cemiyet de Karakol Cemiyeti gibi Anadolu’ya adam kaçırma, mühimmat nakliyesi konularında çalıştı.

30 Ekim 1918’den 1920 senesi başlangıcına kadar Türkiye’de otuz üç siyasi parti ve dernek kuruldu.
…tüm bu gruplar 1919 seçimleri ile ilgileniyorlardı.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası, seçime katılıp katılmama konusunda tereddütteydi. Fakat Anadolu’da Müdafaa-i Hukuk Derneklerinin yoğunluğu ve ağırlığı anlaşılınca seçimlere girmekten vazgeçti.
…gayri siyasi cemiyetler de seçimlere de etkili olmaya çalışacaklardı.
Milli Kongre (bunlardan biri) idi.
Milli Kongre seçimlerin tarafsız bir biçimde yapılması ve ehliyetli kişilerin mebus seçilmesi konusunda Heyet-i Temsiliye’ye başvurdu. Mustafa Kemal Paşa da 8 Kasım 1919’da Milli Kongreye cevaben (…) bir telgraf çekti.
Hazırlayanların arasında Ali Şükrü Bey’in de bulunduğu Milli Kongre, 11 Kasım 1919’da Heyet-i Temsiliye’ye cevaben bir beyanname yayınladı.

Mustafa Kemal 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geçti. Burada Heyet-i Temsiliye ile Misak-ı Milli’nin ilk müsveddesini hazırladı.

7 Ekim 1919’da seçimler resmen başlatılan seçimler, 15 vilayet, 35 mülhak liva ve 16 müstakil livada yapıldı. Ali Şükrü Bey ise 234 oy ile Trabzon mebusu olarak seçimi kazandı.

Ali Şükrü Beyin Yaşamı
Ali Şükrü Bey, 1884 yılında Trabzon’un Vakfıkebir ilçesinin Şarlı nahiyesinde (şimdiki Beşikdüzü ilçesi) doğdu. Babası emekli kıdemli yüzbaşı Reis zade Hafız Ahmet Efendidir.
1898’de Heybeliada Bahriye mektebine girdi.
1904 tarihinde de Mekteb-i Fünun-ı Bahriye’nin güverte bölümünden Bahriye Erkan-ı Harbiye Mülazımı (Bahriye Kurmay Teğmeni) olarak sınıf üçüncülüğü ile mezun oldu.
3 Eylül 1907’de Mesudiye zırhlısı seyir subayı yardımcılığına atandı.
Hareket Ordusu İstanbul kapılarına dayandığında donanmanın orduya yardımı hayati bir önem taşıyordu. Bu yardımı örgütleyenlerin başında birkaç Bahriyeli arkadaşı ile grup oluşturan Ali Şükrü Bey de vardı.

19 Temmuz 1909’da ‘Donanma-yı Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti’nin kuruldu.
Ali Şükrü Bey 28 kişilik cemiyetin idare heyetinin içinde yer aldı.
Cemiyetin, 1910 yılında sadece İstanbul’da 98 şubesi vardı.

Cemiyet, açık artırmalardan ve mahsulden elde edilen gelirleri kullanarak ayrıca yardım ve kurban derilerini toplayarak elde ettiği para ile bir donanma oluşturmaya çalıştı. Almanya’dan dört adet torpido, iki adet zırhlı; İngiltere’den de beş adet nakliye gemisi satın alındı.

…ordunun İttihatçıların eline geçtiği düşüncesiyle askerlikten 13 Haziran 1914 tarihinde istifa etti.
Damat Ferit Paşa Hükümetinin 1 Şubat 1919 tarihli Meclis- i Vükela toplantısında Donanma Cemiyetinin kapatılması kararı alındı.
Ali Şükrü Bey, Milli Kongreye katılarak bu grubun en aktif üyelerinden biri oldu.
İstanbul’dan Anadolu’ya yoğun şekilde silah ve cephane sevkiyatı faaliyetlerinin içinde yer aldı.
İlyas Sami Bey ve Binbaşı Osman Bey ile birlikte Trabzon’a gitti ve buradaki örgütlenme faaliyetlerine katıldı. Son Osmanlı Mebusan Meclisine Trabzon mebusu olarak girdi.

Parlamento tarihinin en kısa ömürlü meclisi olan Son Osmanlı Mebusan Meclisi, ilk toplantısını 12 Ocak 1919’da Fındıklı Sarayında yaptı.12 Ocak 1920 Pazartesi günü açıldı ve 16 Mart 1920 Salı günü kapanarak sadece 64 gün açık kalabildi.

“Bugün ortada bir Misak-ı Milli meselesi vardır. Bendeniz Osmanlı Mebusan Meclisinde vaziyetin ıztırarı karşısında kabul mecburiyetinde kaldığım bir vesikadır. Yoksa ben bu milli vesikayı kabul taraftarı değilim. Bu benim kabul edebileceğim asgari metalibtir. Fakat ne yapalım ki vaziyet-i umumiye-i cihan arzumun hilafına o vesikayı kabule mecbur etti.” / TBMM Zabıt Ceridesi, C.2 Devre I. İçtima I, TBMM Matbaası., Ankara, 1959. s.351

Mebusan Meclisine seçilen İttihatçı mebuslardan ve Misak-ı Millinin kabulünden rahatsız olan İngilizlerin İstanbul’u işgal etmesiyle Meclisin havası değişti.
İngiliz polisinin Meclise gelerek Rauf Bey ve Kara Vasıf Beyi istemesi üzerine Meclis hemen toplandı.
“Trabzon Mebusu Şükrü Bey kürsüye çıkmış asabiyet ve teessüründen sarsıla sarsıla bir nutuk söyleyerek sonunda:
‘Burada tek bir şahıs kalmayıncaya kadar ölmeyi göze almalıyız Bir tek arkadaşımızı feda etmeyiz’ demişti. Köşelerin birinden cılız bir ses yükselmişti:
Fakat İngiliz Donanması karşımızda duruyor’
Titrek bir ses bu sözleri takip etmişti:
‘Memleket altüst olur.’
Ali Şükrü Bey her kafadan bir ses çıkan bu karmakarışık münakaşayı bastıracak gür bir sesle şöyle bağırmıştı:
Korkuyordunuz da niye buraya geldiniz?” / Osman Ergun, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun, İstanbul, 1942, s.114

Son Osmanlı Mebusan Meclisinin kapatılması üzerine Heyet-i Temsiliye, 19 Mart 1920 tarihinde “İntihab Hakkındaki Tebliğ”ini yayınladı. “Kolordu Kumandanlarına, Vilayetlere ve Müstakil Livalara” hitap eden bu vesika, Ankara’da “salahiyet-i fevkaladeyi haiz bir Meclis”in toplanacağını ilan ediyor, yeni bir genel seçim yapılmasını istiyor ve İstanbul’daki Mebusan üyelerini bu Mecliste yer almaya çağırıyordu (s. 28).

16 Mart 1920’den sonra bu Meclise katılabilecek milletvekillerinden bir kısmı tutuklanarak Malta’ya gönderilmiş, bir kısmı Anadolu’ya geçerek TBMM’ye katılmış bir kısmı da olayların gelişimini beklemeyi tercih etmişti.
Ankara’ya ulaşmış olan milletvekilleriyle yetinerek 23 Nisan 1920 Cuma günü Büyük Millet Meclisi açıldı (s. 30).

Ali Şükrü Bey 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışında hazır bulunmuş…

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Birinci Meclis’te bizzat bulunarak katiplik yapmış…

Milletvekillerinin konaklamaları için Darülmuallimin Mektebi ayrılmıştı.
100 Lira maaş alıyorlar…

Birinci Meclis, köy köy, kasaba kasaba dolaşarak Meclisin amaçlarını halka anlatmış…
Birinci Meclis kendisinden önceki ve sonraki Meclislerde görülemeyecek kadar demokrat bir görünüm sergilemişti.

13 Eylül 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın imzasıyla Meclis başkanlığına sunulan halkçılık programının “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” olarak benimsenmesinden sonra düşünce ayrılığının boyutları daha da büyümüştü.
…bu hükümet programı niteliğindeki beyannamede, bazı muhafazakâr mebuslar
Bolşeviklik eğilimi seziyor… / s. 34

Müdafaa-i Hukuk Grubunun kurulmasıyla Meclis bir yanda liberaller, öte yanda muhafazakârlar olmak üzere ikiye ayrıldı.

İkinci Grup bir muhalefet grubu olarak ortaya çıktığı için yelpazeyi geniş tutarak farklı amaç ve düşüncedeki milletvekillerini bir araya getirdi.

Tek ortak programları Misak-ı Milli idi.

“Taassubu hocalardan geri değildi. Öyle ki, kadının serbestisi şöyle dursun, yüzlerinin açılmasına dahi tahammülü yoktu.” / Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, Tan Matbaası, İstanbul, 1961,s.271-272

Falih Rıfkı Atay, Ali Şükrü Bey’in Meclisteki muhafazakar grup içinde “en azılı” olanlardan biri olduğunu söyler.

Samet Ağaoğlu: Atatürk’ün Meclisin ilk açıldığı günlerdeki konuşmalarından devletin gelecekteki halini sezerek ‘Fakat bu cumhuriyettir diye bağırdığını zaferden sonra Mudanya Mütarekesini tenkit ettiği sırada Atatürk’ün yakasından tutarak sarsması üzerine ‘Ne yapayım, ne yapayım ki karşımda bir kahraman var!’ diyerek geri çekildiğini belirtir. / Samet Ağaoğlu, Kuvay-ı Milliye Ruhu, İstanbul, 1964, s.221

“Tabb’en itiraza, muhalefete ve haksızlığa karşı cidale meyal etti. Hatta bu mizacından dolayı idi ki, vaktiyle İttihat ve Terakkiye mensup olmasına rağmen harb-i umuminin son senelerinde İttihat ve Terakkinin su-i idaresine karşı çok şiddetli itirazatta bulunurdu.” / Velid Ebuziyya, Tevhid-i Efkar, 30 Mart 1923

İkinci Grubun en aktif mebuslarından olan Ali Şükrü Bey, Mecliste 146 konuşma yapmış, 4 kanun teklifi ve 9 takrir vermiştir.

Meclisin açılışından iki gün sonra verdiği takrir ile mebusların birbirini yeteri kadar tanımaması sebebiyle seçilecek İcra Vekillerinin geçici olmasını istiyordu. Ali Şükrü Bey’in bu teklifi oy çoğunluğu ile kabul edildi.

Meclisin güvenliğini sağlamanın en doğru yolunun özel bir birlik oluşturmak olduğunu düşünen Ali Şükrü Bey, bu konuyu 29 Nisan 1920’de Meclis gündemine bir takrir vererek getirdi. Bu öneri Mecliste ittifakla kabul edildi.

Ali Şükrü Bey, 5 Şubat1923 tarihli Meclis oturumunda İzmir’de toplanacak İktisat Kongresi hakkında bir soru önergesi vererek İktisat Vekili Mahmut Esat Bey’den cevap istedi.
“Bugün İktisat Vekaletinin elinde en mühim menabii servetimiz vardır. Bunların en birincisi en basit vesaitle, asgari tedabirle memlekete menfaat temin edecek olan ormanlardır. Fakat hayrettir Efendiler! Evler yıkılmıştır, ormanlardan kereste çıkaramıyoruz, maden ocakları için Romanya’dan direk getirtiyoruz. İktisat Vekili Bey, şu vekalette bulunduğu beş altı ay zarfında yalnız Romanya’dan direk almaktan bizi kurtarsalardı namına bir heykel dikilmesine razı olurdum. Efendiler, bu acil ihtiyaçlar, bu vazifeler düşünülmemiş, siyaset-i iktisadiye diye birtakım lüks mesail peşinde koşulmuştur. Ben bunu tayibetmiyorum. Fakat bugün evvela elimizde mevcut olan işe bakalım ve bunlardan sonra diğer muazzam mesaili iktisadiye geçelim.” / TBMM Zabıt Ceridesi, c 27,s.172,05.02.1923

12 Şubat 1919’da Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin kurucuları, Trabzon’un güçlü İttihatçı eşrafıydı.
Trabzon’da olaylar devam ederken Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın Trabzon’a gelmesi ve kendisinin Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından ağırlanması rahatsızlık yarattı.
Trabzon’daki olayların iyice büyümesi üzerine İçişleri Bakanı Trabzon’a gelerek incelemelerde bulundu ve bir rapor hazırladı. Rapora göre, cemiyet başkanı Barutçuzade Ahmet Efendinin 800 ve Heyet-i merkeziye Danışma üyesi Yahya Kahyanın da 26000 lira zimmetleri vardı.
“Bugün suçlanmak istenen bu insanlar, Aralık 1918’de İzmir’in işgalinden daha aylarca önce, Trabzon Kongresini yapmıştır. Paris Konferansında İtilaf Devletlerinin delegeleri, Trabzon’u Pontusçulara ya da Ermenilere vermek isterken ‘canımızla, kanımızla koruruz da vermeyiz’ diye ortaya atılanlar bunlardı. Milli Mücadelede bu derece öncelikleri olan bu insanlar, varlıklarını, servetlerini hiçbir şeyi önemsemeden sadece vatan duygusu, memleket aşkı ile harcayarak tedbirler almışlardır. Bugün, resmi raporlara göre hırsız ve namussuz denenler, işte bu vatanperverlerdir.” / TBMM Zabıt Ceridesi, c.20, s.261-288

3 Temmuz 1922’de Yahya Kahya, arkadaşlarıyla beraber kendi otomobilinde giderken, birkaç kişinin saldırısına uğradı ve öldürüldü.

Rauf Bey, Trabzon meselesi için bir Meclis soruşturma kurulu oluşturdu.
Kurul, kahyanın öldürülmesi olayı ile ilgilenen memurların işini iyi yapmadığı, katiller hakkında yeterli soruşturma yapılmadığından bulunmalarının imkansız hale geldiğine dair bir rapor yayınladı (s. 57).

Meclisin açılışını beşinci gününde 28 Nisan 1920’deki Meclis oturumunda Ali Şükrü Bey, içkinin yasaklanmasına dair bir kanun teklifi sunmuştu.
Men’i Müskirat Kanun Teklifi
14 Eylül 1920’de 145 milletvekilinin katıldığı oylamada 71 kabul, 71 red, 3 çekimser oy vardı. Konya Milletvekili Vehbi Efendinin başkan olmasına rağmen oyu kabul edilerek kanun teklifi kabul edildi. / TBMM Zabıt Ceridesi, c.4,s.100-117

Rıza Nur ve arkadaşlarının hazırladığı bir takrirle saltanatın kaldırılması teklifi Meclise sunuldu ve 1 Kasım 1922’de kanun teklifi Meclisteki oy çokluğu ile kabul edildi.
25 Kasım 1922’de Mecliste yaptığı bir konuşmada ‘Din kuvveti ve İslamiyet’e dayanan teşkilat-ı esasiyemiz tek sarsılmaz gücümüzdür. Müslüman’ız, halifeye her surette bağlıyız, merbutuz’ diyerek saltanatın kaldırılmış olmasına rağmen bir kere daha düşüncelerini Mecliste açıkladı.

23 Nisan’ın bayram ilan edilmesi ile ilgili bir Meclis tartışmasında da Meclisin bu konularla ilgilenmesinin vakit kaybı olduğunu zafer kazanıldıktan sonra bu işlerle ilgilenilmesini gerektiğini söyledi. / TBMM Zabıt Ceridesi, c.10, s.72

26 Kasım 1922’de Yenigün gazetesinde Yunus Nadi Bey bir yazı yazarak saltanat ve hilafet makamına ağır tenkitlerde bulunmuştu (Yunus Nadi, ‘Yeni Bir Cidal Devri’, Yenigün Gazetesi, 26 Kasım 1922).
Ali Şükrü Bey Barış Konferansına çağrıldığımız bir dönemde kan dökülecek memleket kana boğulacak, yeni bir cidal devri açılacak tarzında üstelik Meclisi tehdit edecek şekilde yazı yazmanın barışa ulaşmayı önleyecek kasıtlı bir davranış olarak görülebileceğini ileri sürdü.

28 Ocak tarihli ’Fazilete Doğru’ başlıklı yazısında Falih Rıfkı Atay’ın İkinci Gruba yönelik olarak irtica tehlikesinden bahsettiği yazısına cevaben isim vermeden Falih Rıfkı Atay’ı eleştiriyordu. Abdülhamit Devrinde padişaha dualar okuyan bir zümrenin 10 Temmuz’dan sonra istibdada küfürler etmeye başladığını ve inkılapçılara sadakat gösterdiğini söylüyor ve ’şayan-ı ibrettir ki bu adamlar büyük bir cüret ve hareket göstererek hassas bir ibre-i mıknatısi gibi mevki-i iktidarın temayüllerine ayaklarını ve dimağlarını uydurarak her gün bir şekil ve surette fikir meydanında raks etmeye muktedir olmuşlardır’ diyerek Falih Rıfkı Atay’ ı eleştiriyordu (s. 71).

Ali Şükrü Bey’in dış politika konusunda hükümete yönelik en ağır eleştirisi Lozan Konferansı konusunda oldu.
Hükümetin Lozan Görüşmelerinde gizli işler çevirdiğini düşünüyor, (…) Hükümetin, Meclisi ya harp ya sulh ikilemine getirmesinin Türk Delegasyonunun beceriksizliği olduğunu, inisiyatifin Lord Curzon’a bırakıldığını ve yeni bir delegasyonla işe tekrar başlanması gerektiğini belirtiyordu.

Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam zaferin, Lozan’da heba edildiğini belirterek şöyle diyordu:
“Efendiler, Meclisimiz icrai ve teşrii salahiyeti haiz bir meclistir. Fakat hükümetimiz adeta kabine usulü veçhile siyaset tedvir etmek istiyor, yani yaptığı projeyi bizden saklıyor. Bu da bir siyasettir. (…) Hükümet bizi nasıl tehdit eder efendiler? Ya harp, ya sulh. (…) Efendiler, soruyorum, düşmanların altı ay sonra iade etmiş olduğu bir toprak var mıdır? Yoktur efendiler. Hangi toprak bir daha iade edilmiştir? Musul’u bir sene sonraya bırakmak, bir Mısır yapmak demektir; neticede kaybetmek demektir. (…) Balkanlarla yaptığımız Londra muahedesi mucibince bize bırakılan Meyis Adası bile bize bırakıldığı halde bunlar bile bilmeyerekten düşünmeyerekten gaflet ile terk edilmiştir. İşte Heyet-i Murahhasa’nın ne kadar kati bir şekilde işe sarıldığının alameti işte budur. (…) Görülüyor ki efendiler memlekette hükümdarı Cemiyet-i akvam olan diğer bir hükümet teşekkül etmektedir.” / TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.4, s.36-137

“Yapılacak mesele efendiler (…) Heyet-i Murahhasımız hariç olmak şartıyla yeni bir Heyet-i murahhasa ile bu işi asgari fedakârlıkla bitirmektir. (…) Bu işi temizlemekten evvel, gönlü bir takım ıslahat yapmak için şunu yapacağım bunu yapacağım demek İngiltere’nin eline müthiş bir silah vermek demektir.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa: “…heyet-i alinize derim ki heyet-i murahhasımız kendisine tevdi edilen vazifeyi tamamen ve pek mükemmel bir surette ifa etmiştir.” / TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.4, s.139-176

Bu tartışma ile Meclis bir anda birbirine girmiş, Mustafa Kemal Paşa Ali Şükrü Bey’in üzerine yürümüştü.

Ali Şükrü Bey, düzenli orduya karşı milis-çete teşkilatını savunanların içinde yer alıyordu. Askerin elindeki silahları iyi kullanamadığını, askerin olmadığı yerde komutanın olmasının bir anlamı olmayacağını söylüyordu (TBMM Zabıt Ceridesi, c.2, s.269).

Ali Şükrü Bey, bununla kalmayıp Başkomutanlığa da karşı çıkmıştı (TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.3, s.311).

“Avrupa’dan kullanılmış giyilmiş olan elbiseleri alıyorsunuz (…) Koçhisar’da (…) halk işe başlamış ve bugün 1500 metre kumaş verecek durumdadır. Fakat maatteessüf yapılan kumaşların bir kısmı Müdafaa-i Milliye Vekaleti tarafından alınmamış. Amele dağılmaya mecbur olmuş. (…) Onu almayan Müdafaa-i Milliye Vekaleti bu defa eskimiş elbiseleri alıyor. Böyle lafla kanun olmaz.” /  TBMM Zabıt Ceridesi, c.10, 1921, s.433-434

Meclisteki Lozan görüşmelerinden üç hafta sonra 27 Mart 1923 Salı gecesi Ali Şükrü Bey, ortadan kayboldu. Kardeşi Şevket Doruker, olaydan iki gün sonra Rauf Bey’e gelerek abisinin ortadan kaybolduğunu haber verdi. En son Karaoğlan Çarşısında kahvede otururken görüldüğünü, daha sonra Giresunlu Osman Ağanın Muhafız Bölüğü kumandanı Mustafa Kaptan ile beraber kalkıp gittiklerini ve ondan sonra da gören olmadığını anlattı (s. 98).

Ali Şükrü Bey’in cesedi bulundu. Üzerine beyaz keten bir torba geçirilmiş olan cesedin, sol eli kırılmıştı. Elinde hasır ip parçaları ve kırık bir sandalye ayağı vardı.
Topal Osman’ın evinde yapılan incelemede evde bulunan kırık sandalye ayağının Ali Şükrü Bey’in elinde bulunan kırık parça ile uyum sağlaması üzerine Osman Ağa’yı yakalamak üzere takibat başlatıldı.

İsmail Hakkı Tekçe Topal Osman’ın yakalanması için Mustafa Kemal tarafından görevlendirildi.

Ali Şükrü Bey’in cenazesinin Ankara’dan Trabzon’a nakledilip orada defnedilmesi için Meclisi temsilen Trabzon Milletvekili Nemlizade Hamdi Bey ile Ziya Hurşit Bey görevlendirildi.
Belediye önünde cenaze namazı kılındı ardından Faik Ahmet Barutçu ve Lazistan Mebusu Abidin Bey birer konuşma yaptılar ve ardından naaşı toprağa verdiler.

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, anılarında, Hüseyin Avni Ulaş Bey’in Meclis kürsüsünden; ‘Ali Şükrü’ ye kıyan bilekleri keseceğiz. O bilekler isterse sırmalı paşa bilekleri olsun’ dediğini ve bu sözlerin hala kulağında çınladığını anlatır (Velidedeoğlu, İlk Meclis, s.101).

Ziya Hurşit Bey bir önerge verdi. Bu önergede silahlı çatışmada tutuklananların Mustafa Kemal Paşa tarafından şahsen rütbe sahibi yapıldığı ve bu sebeple tutuklananların-başta Mustafa Kaptan olmak üzere- askeri mahkemede yargılanmasının mantıksızlığı belirtiliyor ve sivil mahkemeye gönderilmeleri isteniyordu (TBMM Zabıt Ceridesi, c.28,s.308-310).

Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder