Osmanlı İmparatorluğu, Rusya ve Hindistan Üçgeninde İngiltere'nin Boğazlar Politikası
Belleten, Cilt LXIII – Sayı 237 – Yıl 1999
Esin Yurdusev
İngiltere'nin Boğazlara yönelik politikaları (…) siyasi ve
askeri çıkarlarının korunmasında stratejik bir öneme sahip olmuştur. Bu durum
1915 yılına kadar sürmüş ve bu yılda imzalanan İstanbul Antlaşması,
İngiltere'nin Türk Boğazları ile ilgili olarak oluşturduğu ve 19. yüzyıl
boyunca sürdürdüğü politikanın da sonunu belirlemiştir.
‘Yedi Yıl’ savaşlarının sonunda imzalanan Paris Antlaşması
(1763): bu Anlaşma ile Hindistan’ın hâkimiyeti de, Fransa’dan İngiltere’ye
geçmiş…
Bunu takip eden, bütün 19. yüzyıl boyunca Hindistan'ın
güvenliği ve gerektiğinde müdafaası İngiliz dış politikasının en temel
prensiplerinden birini oluşturmuştur.
Bu nedenledir ki, İngiltere'nin Türk Boğazları ve
dolayısıyla Osmanlı ile ilgilenmeye başlaması, temelde Hindistan'a yönelik
kaygıları nedeniyle ortaya çıkmıştır.
Rusya'nın sahip olduğu alternatif yayılma imkânları, sonuçta
dönüp dolaşıp İngiltere'nin denizlerdeki, özellikle Akdeniz'deki varlığına;
Hindistan'a ulaşan kara ve deniz yollarındaki en temel çıkarlarına ve giderek
bizzat Hindistan'ın kendisine karşı bir tehdit oluşturmuştur.
Tarih boyunca Boğazlar konumları itibariyle, bu bölgeyi
kontrol edebilen ve bu bölgede yoğunlaşabilen bir güç merkezine, Karadeniz'i,
Akdeniz'i, Anadolu yaylalarını ve Balkanlar'ın büyük bir kısmını kontrol
edebilme imkânına sahip olabilecek bir siyasi gücü de sağlamıştır.
Rusya, özellikle 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca
Anlaşması'yla Karadeniz’deki varlığını bir dönüm noktasına getirmiştir. Bu
tarihten sonra, özellikle 19. yüzyılın başlarından itibaren Rusya, Karadeniz
Filosunu oluşturmaya ve Türk Boğazlarını zorlamaya başlamıştır.
Tehlike görünüşte Osmanlı İmparatorluğu'na yöneliktir; fakat
esas itibariyle bu durum Akdeniz'deki güç dengesini ve İngiltere'nin
Hindistan'a yönelik en temel çıkarlarını etkileyebilecek niteliktedir.
Bu nedenle bu yıllarda, Rusya'nın Boğazlarda durdurulmasını
sağlayacak ve Akdeniz'e inmesini engelleyecek politikalar üretilmiştir.
İşte bu amacın mümkün olabilmesi için, iki önemli şartın
gerçekleşmesi gerekmiştir: Bunlardan birincisi, Boğazların kontrolünde dost bir
ülkenin varlığı; ikincisi ise, Boğazların gerçekten bir ‘bariyer’ olma özelliğini
kazanabilmesidir.
(Bunun için) yapabileceği tek şey Osmanlı'nın devamını
desteklemek.
Rusya gibi bir ülkenin Akdeniz'de durdurulması için İngiltere
Boğazların Kapalılığı kuralını sadece savaş gemileri için geçerli olmak üzere,
yeniden gündeme getirmeye çalışmıştır.
İngiltere'nin bu dönemdeki en büyük hedefi, bu kuralı
gerektiğinde Rusya'ya karşı kullanılabilecek uluslararası bir dengeyi
oluşturabilmektir.
Fakat tabii ki bu, zaman içinde İngiltere için yeterli olmamıştır.
Önemli olan tehdidi oluşturan sebebi yok etmektir.
Kırım Savaşı sırasında ve 1856 Paris Anlaşması'nda
İngiltere, Rusya'nın Karadeniz'deki deniz gücünü ve askeri varlığını yok etmeye
ve dolayısıyla, Boğazların kapalılığı kuralını güçlendirmeye çalışmıştır.
Bu dönemde güneye doğru yayılması engellenen Rusya, bütün
ilgisini ve girişimlerini, var gücüyle doğuya, Orta Asya’daki topraklara
kaydırmıştır. Rus tehlikesi dolaylı iken, biraz daha doğrudan bir konuma
yükselmiştir.
Özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı esnasında Anadolu'nun
doğu vilayetlerindeki Rus fetihleri, birçok yönden İngiltere'ye tehlike
sinyalleri vermiştir.
…bu dönemde Asya'daki Osmanlı topraklarının durumu
Balkanlardakinden daha önemlidir İngiltere için.
18771878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İngiltere yardımları
karşılığında Kıbrıs'ı ve daha sonra da 1882 yılında Mısır'ı işgal etmiştir.
Sultan'ın güveninin yitirilmesiyle birlikte İngiltere,
Asya'daki İmparatorluğu'nu tehlikeye sokmuştur.
Hindistan'ın stratejik sınırlarındaki mevcut zorlamalar ve
Hindistan'a yönelen tehlikeler, olası bir kriz durumunda, Boğazlar yolu ile
Rusya'nın Karadeniz'de sıkıştırılmasını zorunlu kılıyordu.
…bu döneme imzasını atan, Lord Salisbury, bütün ülkelerin
savaş gemilerinin Boğazlardan serbest geçiş hakkının olması gerektiğini
savunmaya başlamıştır.
Rusya'nın diğer iki Büyük Avrupa Devleti
Avusturya-Macaristan ve Almanya ile yapmış olduğu 1881 Antlaşması, Boğazların
kapalılığı kuralını İngiltere aleyhine güçlendirmiş.
Rusya, Doğu Rumeli Krizi sırasında rövanşı İngiltere’ye
kaptırmıştır.
1891’de başlayan ve 1894'de son aşamasına ulaşan,
Fransız-Rus Anlaşması (…) İngiltere'nin Osmanlı ile ilişkilerinde üstlendiği
geleneksel koruyuculuk rolünü de büsbütün imkânsız kılacaktır.
Böyle bir durumda, kuzeyden Rusya'nın Karadeniz Filosu,
güneyden de Fransa'nın Akdeniz Filosu tarafından sıkıştırılma tehlikesi vardır.
(İngiltere) Boğazlardaki hareket özgürlüğünün artık mümkün
olmadığı, resmi bir kararla ortaya konmuştur.
Bu kararın etkisiyle, onu takip eden dönemde başbakan olan
Salisbury’nin düşüncesine göre, ‘Doğu Sorunu’ artık İngiltere için çok az bir
öneme sahiptir.
Salisbury Rusya ile iyi ilişkiler kurmayı isteyecek.
Osmanlı imparatorluğu yıkıldığı zaman Boğazların kontrolünün
Rusya'ya verilmesinin oldukça mümkün olduğunu savunacaktır.
Salisbury, Rusların daha çok Karadeniz çevresi ile Bağdat'ın
kuzeyindeki Fırat Nehri vadisi ile ilgilendiklerini, İngiltere'nin ise daha çok
Türk Afrikası, Arabistan ve Bağdat'ın aşağısındaki Fırat Nehri vadisi ile
ilgilendiğini ortaya koymuştur (A.W.Palmer, ‘Lord Salisbury's Approach to
Russia, 1898’, Oxford Slavonic Papers, (Vol. VI, 1955), s.108.).
1900'lü yıllar
Silahlanma yarışı, Avrupa'da ortaya çıkan bloklaşmalar vs.
İngiltere'nin diplomatik savunmasında önemli rolü olan ‘Güç Dengesi’ sisteminin
alt üst olmasına yol açmıştır.
Bu dönemde İngiliz kabinesinin en önemli imparatorluk
problemi, İran'a, İran Körfezi'ne ve Hindistan'ın tampon devletlerine (Iran,
Afganistan, Tibet) karşı olan engellenemez Rus ilerlemesidir.
Boğazlarda Rusya'ya verilebilecek ödünlerin, Orta Asya'da
İngiliz - Rus Anlaşması'na karşılık (quid pro quo) olarak verilebileceği
İmparatorluk Savunma Komitesi tarafından önerilmiştir. Bu konu ile ilgili
olarak hazırlanan raporda (1903), daha da açık bir ifade kullanılarak:
‘İstanbul'un ve Boğazların, Rusların ellerinde olmasının, İngiltere'nin
Akdeniz'deki stratejik konumunu etkilemeyeceği’ belirtilmiştir (Gooch ve
Temperley, British Documents on the Origins of War, not 38, Vol.4, ss.59-60.).
1908'e kadar olan dönemde İngiltere'nin belirgin tutumu, -Rusya'nın
Türk Boğazları üzerindeki hassasiyetini bilerek-, Boğazlar üzerindeki muhtemel
bir politika değişimini, bu ülke ile arasındaki mevcut problemlerin
görüşülmesinde bir araç olarak kullanmak yönünde olmuştur.
Bu yıllarda, Japon ve Rus çıkarları Kore’de çatışmıştır.
İngiltere ve Japonya bu dönemde birbirine yaklaştı.
İngiliz-Japon Anlaşması 30 Ocak 1902’de imzalandı. Bunun
akabinde (8-9 Şubat) Japon Savaş gemilerinin Port Arthur’a sürpriz bir saldırı
yapması ile Japon -Rus Savaşı başladı.
İngiltere bu dönemde, Boğazlarda var olan statükonun
korunmasının en yılmaz savunucusuydu.
Gitgide artan Alman tehlikesi İngiliz-Rus çatışmasının
yumuşaması sonucunu doğurmuştur.
Boğazlarda Rus taleplerine yönelik görüşmeler, 1907
İngiliz-Rus Antlaşmasının zeminini oluşturmuştur.
1908 Bosna Krizi'nin patlak verdiği sıralarda Boğazlar
meselesi bir kere daha gündeme gelmiştir.
Ruslar Boğazların yalnız Rus savaş gemilerine açılması
önerisiyle Londra’ya gelmiştir. İngiltere bu öneriye soğuk bakmıştır.
Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları sırasında, Osmanlılar
Boğazları bütün devletlerin gemilerine (ticaret gemileri dahil) kapatmıştı. Çok
doğal olarak bu durumdan en çok etkilenen ülke Rusya olmuştu.
Bundan sonra Rusya, Boğazlar bölgesinin başka bir ülkenin
kontrolü altına girmesini engellemek için elinden geleni yapacaktır.
Türk Boğazları ve İstanbul ile ilgili olayların tırmanışı,
Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesini takiben, Osmanlı yönetiminin, 27
Eylül 1914'de Boğazları kapatmasıyla başlamıştır.
Özellikle Ekim sonuna kadar geçen dönemdeki İngiliz çabası,
Osmanlı'yı tarafsız kalmaya zorlamak ve bu ülke ile savaş ihtimalinden mümkün
olduğunca uzak olmak; en azından, bunu ertelemek olmuştu (J.Heller, ‘Sir Louis
Mallet and the Ottoman Empire: The Road to War’, Middle Eastern Studies,
(Vol.12, No.1, 1976), ss.3-17.).
(İngiltere’nin 5 Kasım 1914'e kadar Osmanlı Devleti'ne
savaş ilan etmesi Boğazlar diplomasisinin en yoğun ve tehlikeli dönemini
başlatmıştır.)
Savaş devam ederken Ruslarla gizli anlaşmalar yapıldı.
İstanbul ve boğazlar konusunda Ruslara verilen ödünlere karşılık Mısır’ın
ilhakı konusunda Ruslardan destek alındı (Winston Churchill, The World Crisis,
1911-1918, 2 Vols. (London: The New English Library, 1968), s.198).
19 Şubat 1915'de Boğazlarda operasyon başlamıştır.
Rusya, Savaş sonunda İstanbul ve Boğazların şartsız olarak
Rusya'ya verilmesini isteyen resmi bir başvuru ile gelmiştir.
İngiltere'nin karşılık olarak ortaya koyduğu iki madde bu
açıdan oldukça hayatidir. Birinci olarak, daha önce İran'da, 1907 Anlaşması ile
tesbit edilen tarafsız bölge, İngiltere'nin nüfuzu altına verilecektir.
İkinci olarak, Arabistan'ın ve Kutsal yerlerin Müslümanların
yönetimi altında olması isteği ile İngiltere, ileride bu bölgeleri kendi etkisi
altına almayı ummuştur.
…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder