20 Şubat 2017 Pazartesi

Suç Sosyolojisi: Suç ve Sapma Teorileri

Suç ve Sapma Teorileri
…bireylerin devletten talep edebilecekleri en temel hizmet, güvenlik ve adaletin sağlanmasıdır. Suç, işte bu iki fonksiyonu birden ilgilendiren önemli bir problemdir.
Sapma ise, suça benzemekle birlikte ceza adalet sisteminin alanına girmeyen norm ihlalleridir.

Suç ve Sapma
Suç, yasalarda açıkça belirlenmiş yasaklardır. Sapma ise yasal bir karşılığı olmayan ancak toplum tarafından kabul edilmeyen davranış ve eylemlerdir. Her suç bir sapma olmadığı gibi her sapma da bir suç değildir.

Bir suçun gerçekleşebilmesi için birinci unsur suç motivasyonu, İkinci unsur ise suç fırsatıdır. Biri suç işlemeye azmetse, birileri onu azmettirse veya ortam bireyi suça sürüklese bile suç fırsatı yoksa suç gerçekleşmez. Bir yerde suç motivasyonu yoksa her yer suç fırsatı ile dolu olsa da suç yine gerçekleşmez.

Suç = Suç İşleme Motivasyonu + Suç Fırsatları

SUÇ TEORİLERİ
Suçun nedenlerini açıklayan görüşler:
a) doğaüstü güçler perspektifi (cehalet ve dogmalara atıf yapar)
b) klasik okul (suçu rasyonel bir tercih olarak ele alır)
c) pozitivist okul (biyolojik, sosyolojik ve psikolojik faktörlere atıf yapar)
d) eleştirel perspektif (suçu güç ve çatışma eksenleri üzerinden açıklamaya çalışır)

Pozitivist Okul
Suçun rasyonel bir tercih olduğunu reddeder. Pozitivist okul suçu determinist bir takım faktörlere bağlamıştır.

Sosyolojik Suç Teorileri
Suç Ekolojisi Yaklaşımı: Sosyal Düzensizlik Teorisi
Bireyi içinde bulunduğu çevre ile bir bütün halinde ele alarak suçlu davranışı tekil ve bağımsız bir olay (olgu) olarak değil, sosyal ve fiziksel çevrenin bütünlüğü içinde çoğul bir olgu olarak inceler. Temelleri 1800’lerin başlarında Belçikalı meşhur bir matematikçi ve istatistikçi olan Adolphe Quetelet ile Fransız bir hukukçu ve istatistikçi olan André-Michel Guerry tarafından atılan suç ekolojisi yaklaşımı, bugün kriminolojide Kartografik Okul olarak bilinen suç ekolojisi çalışmalarının ilki sayılmaktadır.
Suç ekolojisi yaklaşımının kriminoloji literatüründe en derin etki yapan örneği, 1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların ortalarına kadar etkili olan Şikago Okuludur. “İnsan, yaşadığı çevrenin çocuğudur” diyen Şikago Okuluna göre suçun nedenlerini insanların yaşadıkları sosyal ve fiziksel çevrede aramak gerekir.
Ernest W. Burgess 1900 yılının ilk çeyreğinde Şikago’da demografik araştırmalar yaptı. Nüfus hareketlerini inceleyerek şehir gelişiminin rastgele meydana gelmediğini gördü. Şehrin merkezinde en fakir insanlar yaşarken dış halkalarda daha zenginlerin yaşadığını tespit etti. Şehir yapısını izah eden modele “yoğunlaşma bölgeleri modeli” ismini veren yazar, bu alanda yapılan çalışmaları 1925 yılında yayınlanan “Şehir” (The City) isimli kitapta topladı.
Shaw ve McKay, yoğunlaşma bölgeleri modelini kullanarak bu çalışmaya suç verilerini eklemeye başladılar. Dünyada ilk kez fiikago’da kurulan çocuk mahkemelerinden ve polisten aldıkları suç kayıtlarını, haritalar üzerine işlemeye başladılar. Çalışma sonunda herkesi şaşırtan bir sonuç ortaya çıktı. Şehrin merkezinde iyice yoğunlaşan suç, Park ve Burgess’in modelindeki her bir halkayla birlikte şehrin dış tarafına doğru azalarak ilerliyordu. Araştırma sonunda, literatürde “sosyal düzensizlik teorisi” adı verilen meşhur çalışma ortaya çıktı. Göçmen ailelerde yetişkinler günün büyük bölümünü işyerinde geçirirken çocuklarına yeterince zaman ayıramıyorlardı. Bunun sonucunda merkezinde ailenin yer aldığı sosyal kontrol zayıflıyor ve otorite boşluğunda kalan çocuklar sokakların akışına kapılıyordu.

Kontrol Teorileri
Kontrol teorisi insanların uygun fırsatları yakaladıklarında suç işleyeceklerini iddia eder. Temel önermesi insanın kötülük yapmaya müsait olduğudur. Kontrol teorilerinin cevap aradığı soru “insanlar neden suç işlemez” şeklindedir.
İç ve dış kontrol mekanizmaları vardır. İç kontrol mekanizmaları bireye odaklanırken dış kontrol mekanizmaları bireyin çevresine odaklanır.

Sosyal Bağ Teorisi
Sosyal Bağ Teorisi, kriminoloji literatürünün en önemli eserlerinden biri kabul edilen Suçun Nedenleri (Causes of Crime) adlı kitabın yazarı Travis Hirschi tarafından ortaya atılmıştır.
Hirschi’ye göre suç, insanların içinde yaşadıkları toplumla aralarındaki sosyal bağların zayıflamasının doğal bir sonucudur.
SBT’nin dört temel bileşeni bulunmaktadır:
1) bağlılık, (aile ve sosyal çevreye bağlılık)
2) adanmışlık, (insanların idealize ettikleri hedefleri olması)
3) sürekli meşguliyet ve
4) inanç.

Öz-Kontrol Teorisi
Hirschi’nin SBT’si yeterince tutmayınca Micheal Gottfredson isimli bir başka kriminologla birlikte bireye odaklanan bir çalışma yaptı. Bu defa suçun önlenmesinde asıl önemli olanın bireyin kendini kontrol altına alması olduğunu söyledi. ÖKT’ye göre özkontrolü yüksek bireyler, içinde bulundukları ortamda ne kadar suç fırsatı olursa olsun suç işlemezler.
Yazarlar, öz-kontroldeki zayıflığın nedeni, daha çok küçük yaşlardan itibaren kazandırmakla yükümlü olan aileye bağlamaktadır. Bu noktada, ceza ve ödülün dengeli bir biçimde kullanılmasının çocukların öz-kontrol seviyelerini artıran bir etkisi bulunmaktadır.

Öğrenme Teorileri
Öğrenme teorisyenleri, suçlu davranışın nedenini bireyin çevresiyle olan etkileşimine bağlamışlardır. Edwin Sutherland’ın “Ayırıcı Birliktelikler Teorisi” ilk öğrenme teorisidir.

Ayırıcı Birliktelikler Teorisi
Suçu öğrenmeyle izah eden eserlerin ilki olarak kabul edilen 1903 tarihli “Taklit Kanunları” isimli kitabında Gabriel Tarde’a göre toplum, taklittir.
Şikago Okulu geleneğinde yetişen Sutherland, insanların kimlerle birlikte olduğuna bağlı olarak nasıl insanlar olacağının belirleneceğini düşünmüş ve bu mantıktan hareketle suçluları suçsuzlardan “ayırıcı birliktelikler”i ifade bağlamında teorisine bu adı vermiştir.
Sutherland’a göre bireyi suç işlemeye götüren dokuz adım vardır:
1) Suçlu davranış öğrenilir
2) Suçu öğrenme, başka davranışların öğrenilmesinden farklı değildir
3) Tek fark, kişinin suçu başka bireylerle etkileşimle öğrenmesidir
4) Suçlu davranışların öğrenilmesinde bireyin değer verdiği ve bireye değer veren kişilerle olan iletişi çok önemlidir
5) Öğrenmenin etkisi, iletişimin niceliğiyle doğru orantılıdır
6) Suçlu davranışın öğrenilmesiyle kast edilen; suç işleme teknikleri ve suç işlemeyi haklı gösteren gerekçelerdir
7) Öğrenme sürecinde suçun iyi veya kötü olduğu yönünde tanımlamalara maruz kalır
8) Bireyin suçu tercih etme nedeni, bu yolla takdir göreceği yönündeki söylemlerin daha fazla olmasıdır
9) Suçlu davranışın motivasyonu olarak ihtiyaçların ve değerlerin öne sürülmesi…

Anomi ve Gerilim Teorileri
Anomi teorileri ile “neden bazı toplumların diğer toplumlardan daha yüksek suç oranlarına sahip olduğu” sorusu cevaplanmaya çalışılırken, gerilim teorileri ile “neden aynı toplum içindeki bazı grupların diğerlerinden daha yüksek suç oranlarına sahip olduğu” sorusu cevaplanmaya çalışılır.
Emile Durkheim, insan arzularının sonsuz olduğunu, bunun için toplumun bireyi sınırlandırması ve kontrol altına alması gerektiğini söylemiştir. Toplumsal yapıda meydana gelecek sarsıntılar ve düzensizlikler toplumun bireyi kontrol edebilme kapasitesini ciddi biçimde zayıflatır. Durkheim, bozulan sosyal yapıanomi olarak ifade eder. Anomi, sosyal hayatın, sosyal hayatı düzenleyen normlardan, değerlerden ve kurallardan daha hızlı değişmesi sonucu eski normlar, değerler ve kuralların yeni oluşan durumları düzenleyememesi sonucu ortaya çıkan normsuzluk ve kuralsızlık halidir.

Bir önceki neslin köyden şehre göç ettiği dönemde yaşadığı kültür şokunun bir benzerini şimdilerde internetle tanışan yeni nesil yaşamaktadır. Sokakta ve aile hayatında hâkim olan pek çok sosyal norm, kural ve değerin sanal dünyada etkisini yitirdiğine ve bireylerin davranışlarının kontrolünde yetersiz olduğuna şahit olmaktayız.
Anominin yüksek olduğu zamanlarda insanların nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair ihtiyaç duydukları rehberlikten mahrum kalmaktadırlar. Bu zamanlarda suçlar ve sapkın davranışlar artar, toplumsal düzen bozulur.
Robert K. Merton anomi teorisini ABD özeline uyarlayarak literatürde “Klasik Gerilim Teorisi” adı verilen teoriyi geliştirmiştir.
Merton, Amerika’da herkesin önüne konulan “her ne pahasına olursa olsun para kazanma ve zengin olma” amacının toplumun bütün kesimleri için gerçekleştirilebilir bir hedef olmadığını, ancak toplumun sürekli Amerikan Rüyası olarak nitelendirilen bu ideallerle bombardıman altında tutulduğu için, özellikle dezavantajlı konumda bulunan insanların zenginlik ve bol para hedefine ulaşabilmek için gayri meşru yollara sapma baskısı altında olduklarını iddia etmiştir.
Merton, bu tür bir gerilimle karşı karşıya kalmaları halinde insanların içinde bulundukları bu duruma beş farklı şekilde uyum sağlayacaklarını savunmuştur.
1) Uyumluluk: Hem toplumsal hedefleri hem de bu hedeflere ulaşabilmek için toplum tarafından onaylanan yolları kabul kişilerin durumunu ifade eder.
2) Yenilikçilik: Bu grupta yer alan insanlar ise, herhangi bir ahlaki kaygı gütmeksizin her türlü para, zenginlik ve statü hedefine kestirme yoldan ulaşmak isterler. Bu insanlar zenginlik ve bol para hedefine ulaşabilmek için her türlü alternatif yolu arar, her türlü yasağı çiğnerler.
3) Şekilciler: Bu insanlar zenginlik, para ve yüksek statü gibi hedeflere ulaşamayacaklarını bilmelerine rağmen diğer insanlar gibi davranmaya devam ederler.
4) Geri çekilme: Bu gruptaki insanlar ne toplumsal hedefleri ne de bu hedeflere giden yolları kabul ederler. Kendilerini toplumdan soyutlayan bu kişiler sosyal hayatın hiç bir alanına katılmak ve herhangi bir katkı sağlamak istemezler.

5) İsyankârlar: Geri çekilme grubundakiler gibi içinde yaşadıkları sosyal düzeni reddetmekle kalmazlar; aynı zamanda yeni toplumsal hedefler ve bu hedeflere giden yeni yollar ve araçlar oluşturmak isterler.
Merton’un klasik gerilim teorisini Ankara liselerinden alınan 1710 kişilik bir örneklem üzerinde test eden Özbay ve Özcan, teorinin ülkemiz açısından da geçerli olduğunu tespit etmiştir.

Damgalama Teorileri
Damgalama teorisi insanların suça ve suçluya gösterdikleri tepkiler üzerinde yoğunlaşan bir yaklaşımdır.
Herkesin herhangi bir sebeple hata edebileceğini ve suç işleyebileceğini savunan damgalama teorisi, asıl önemli olan noktanın insanlara yaptıkları hatalardan sonra nasıl davranılacağı olduğunu vurgulamaktadır.
Damgalama teorisi genel olarak iki ana akım halinde gelişmektedir:

a) Ayrıştırıcı Utandırma (Damgalama) Yaklaşımı
Ayrıştırıcı utandırma ya da damgalama yaklaşımı bireylerin işledikleri (gerçek veya sanal) bir suç sonrasında toplumun ve ceza adalet sisteminin bu kimselere göstereceği tepkilerle, bu kişilerin daha sonra tekrar suç işleme olasılıkları artacağını iddia eder.
Ayrıştırıcı utandırma yaklaşımında öne çıkan üç önemli kavram vardır:
1) baskın statü,
2) geçmişe dönük yorum yapma,
3) kendini gerçekleştiren kehanet.
Baskın Statü: Her insanın kendi hayatında kolaylıkla değiştiremeyeceği cinsiyeti, etnisitesi, milliyeti, mesleği vb. pek çok özelliği insanların sosyal statüleridir. Sahip olunan farklı statüler ve roller sayesinde insanların farklı ortamlara adapte olma yeteneği artar. Ne var ki, bazen bu statü ve rollerden bazıları diğerlerinin üstüne çıkar ve baskın statü halini alır. İşte o zaman kişi hep bu kimlikle bilinir ve bu kimliğe göre muamele görür. Baskın statü olumlu olabileceği gibi olumsuz bir özellikten kaynaklı da olabilir.
Geçmişe Dönük Yorum Yapma: Kişiye ait bir hata, kusur ya da suçun ortaya çıkmasıyla birlikte insanlar bu kimseyle yaşadıkları geçmiş hatıraları bu yeni bilgilerle yeniden düşünür yeni bir gerçeklik inşa ederler.
Kendini Gerçekleştiren Kehanet: Suç işleyen/hata yapan kişiye insanların sürekli olarak olumsuz ve yıkıcı sözler söylemesi bu kimselerin bir müddet sonra kendilerine söylendiği gibi kişiler olmasına yol açabilir.

b) Birleştirici Utandırma Yaklaşımı
John BraithwaiteSuç, Utandırma ve Yeniden Entegrasyon” isimli kitabıyla ayıplama ve utandırmanın doğru bir şekilde yapılması durumunda suç işleyen kişilerin yeniden toplumla kaynaştırılabileceklerini ve bu kişilerin kazanılabileceğini iddia etmiştir. Braithwaite, bazı toplumların diğerlerine göre çok daha düşük suç oranlarına sahip olmalarının nedeni, bu toplumların suçlara çok daha yüksek cezalar vermelerinden değil, bu toplumların suça karşı çok daha az toleranslı olmalarından kaynaklandığını söylemektedir.
Doğru hareket tarzı, Hıristiyan kültüründeki “günahkârı sev, günahtan nefret et” ifadesinde olduğu gibi suçlu davranışın her türlü ayıplama ve kınamaya sınırsız bir şekilde tabi tutulduğu, ancak suçlu kişinin toplum için önemli bir değer olmaya devam ettiğinin suçluya ifade edildiği bir modeldir.

Bu farklılığıyla birleştirici utandırma yaklaşımının tüm dünyada onarıcı adalet olarak bilinen adalet modeline kaynaklık ettiğini söylememiz gerekir.
---
Suç Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Aytekin Geleri
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2886
Ocak 2013, Eskişehir

Suç Sosyolojisi: Kamu Düzeni ve Güvenliği: Polislik

Kamu Düzeni ve Güvenliği: Polislik
Abraham Maslow’un ihtiyaçlar piramidi:
1. Fizyolojik ihtiyaçlar,
2. Güvenlik ihtiyacı,
3. Ait olma ve sevgi ihtiyacı,
4. Takdir ve saygı ihtiyacı,
5. Kendini ispatlama ihtiyacı.

Güvenlik kavramı ve hizmetlerinin evrimi hukuktan bağımsız düşünülemez. Güvenlik hizmetleri ile adalet hizmetleri birbirine paralel sunulan ve birbirini tamamlayan iki hizmet türü olarak değerlendirilmektedir.
Güvenlikle ilgili iki temel anlayıştan söz edilmektedir. Bunlardan birincisi asayiş olarak da ifade edilen sert güvenlik, ikincisi ise insani güvenlik olarak da tanımlanan yumuşak (esnek) güvenliktir. Asayiş, kargaşanın, karmaşıklığın olmaması, sükûn ve istikrarın var olmasıdır. Yumuşak güvenlik konsepti, ekonomik refah, sağlık, eğitim, siyasal özgürlük ve demokrasi yoluyla sorunlarla ve tehditlerle başa çıkma kapasitesini öne çıkarır.

Devlet Güvenliği (Milli Güvenlik)
Devlet güvenliği topyekûn bir savaş sırasında, devletin varlığının dış düşmanlara karşı korunması anlamında kullanılmıştır. Milli güvenlik genelde devletin iç ve dış güvenliğine ilişkin geniş bir alanı içine almaktadır. Küreselleşme ile birlikte iç ve dış tehdit algıları artık değişmiş ve iç içe geçmiştir.
Türkiye’de devletin iç ve dış olmak üzere genel güvenlik politikalarının ve stratejilerinin belirlendiği en üst organlar Milli Güvenlik Kurulu (MGK) ve Bakanlar Kuruludur. MGK’nın kararları, Bakanlar Kurulu için sadece tavsiye niteliklidir. Bu konulardaki asıl sorumluluk ve yetki, Bakanlar Kuruluna aittir.

Kamu Güvenliği (İç Güvenlik)
Kamu güvenliği (iç Güvenlik); bir ülkenin coğrafi sınırları içerisinde vatandaşların, toplumun, özel ve kamuya ait bina ve tesislerin her türlü tehdit ve tehlikelerden uzak olması, olası tehditlere karşı korunmasıdır.
Kamu; bir ülkedeki halkın bütünü, halk, amme ve toplum; Düzen ise; huzur, tertip ve her şeyin yerli yerinde olması anlamına gelmektedir.
Gelişmiş demokrasilere baktığımızda polisin, kamu düzenini ve huzurunu sağlayan bir kurum olduğu görülmektedir.

Güvenlik Hizmeti
Güvenlik konsepti ve hizmetleri toplumsal değişime paralel olarak belirli bir evrim geçirmiştir. Toplumsal yapının ihtiyaçları ve özelliklerine uygun olarak her zaman belirli ölçüler içinde bu ihtiyaçları karşılayacak yapılanmalar olmuştur.
Göçebe toplumlar ile avcı ve toplayıcı toplumlarda aile ve kabilenin güvenliği ailenin erkek üyeleri tarafından sağlanırdı.
Tarım toplumuna geçiş ile birlikte sosyal normlar ve buna paralel olarak hukuk nosyonu da oluşmaya başlamıştır. Mal mülk sahibi olmaya başladıktan sonra ortaya çıkmaya başlayan sorunların çözümü için “arabuluculuk kurumu” oluşmuştur. Bu yöntem “ilkel polislik” ve “informal polislik” olarak adlandırılmaktadır.
Mal ve servet arttıkça güvenlik sorunları da artmıştır. İlk küçük askeri yapılanmalar tarım toplumlarında görülmeye başlanır.
Batıda sanayi devrimi ile başlayan modernleşme sürecinde polis teşkilatı ortaya çıkmıştır. Osmanlı da bundan etkilenmiştir. Polislik hizmetlerinin askeri yapıdan ayrılarak tamamen sivilleşmesi Osmanlı’dan başlayarak günümüze kadar gelmiş, ancak halen tam olarak tamamlanamamıştır.
Paris polis teşkilatı örnek alınmak suretiyle İstanbul’da 1845 yılında yeni bir polis teşkilatı kurulmuştur. 1909 yılında İçişleri Bakanlığına (Dâhiliye Nezareti) bağlı olmak üzere bütün ülkeyi kapsayan Emniyet Genel Müdürlüğü (Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü) kurulmuştur.

POLİS
Türkiye’de ilk önceleri genelde ‘zabıta, kolluk, kolluk faaliyeti’ kavramlarının ‘polis ve polis faaliyetleri’ yerine kullanıldığı görülmektedir.
Polis ve Jandarma Türkiye’de genel kolluk olarak tanımlanmaktadır. Özel kolluk ise özel yasalara göre kurulan, güvenlik kuruluşlarını ve personelini ifade etmektedir.
Polis deyimi Yunanca “politeia”, Latince “politia” kelimelerinden türemiştir. Eski Yunan’da ‘kent’ veya ‘şehir’ Latince’de ‘kamusal yönetim’, ‘siyasi teşkilat’ karşılığı kullanılan ‘polis’, daha sonraları anlamını genişleterek ‘kent teşkilatı’ ve ‘devlet yönetimi’ gibi manalarda da kullanılmaya başlandı.
“Polis” kavramı, Avrupa’da ilk defa 18.yüzyılın ortalarında, suç önleme ve düzeni sağlama gibi özel fonksiyonlar anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Polis kelimesi bugünkü anlamda İngiltere’de ilk olarak (police) 1758 yılında John Fielding tarafından kullanılmış, yasal zeminini de 1800 yılında kurulan “Thames River Police” adlı polis teşkilatıyla ilgili olarak kullanılmak suretiyle bulmuştur.
Kamu düzenini sağlamakla görevlendirilen “icra ve inzibat kuvvetlerinin” başında polis gelmektedir.

Türkiye’de polis, toplumda düzeni sağlamak, yardım isteyenler ile yardıma ihtiyaç duyanlara yardım etmek, suç işlenmesini önlemek ve suç işlendikten sonra gerekli adli soruşturmayı yaparak failleri adalete teslim etmekle görevli ve yetkili silahlı icra ve inzibat kuvvetidir.

DEMOKRATİK POLİS SİSTEMLERİ
Üç temel kategoriye ayrılır:
1. Dağınık (Parçalanmış) Polis Sistemleri,
2. Merkeziyetçi Polis Sistemleri,
3. Bütünleşmiş Polis Sistemleri.

Dağınık (Parçalanmış) Polis Sistemleri
Bu model; suiistimal ve görevi kötüye kullanma uygulamalarının organize olmuş, bürokratik ve güçlü bir polis yapısı içerisinde yüksek seviyede olacağı endişesiyle ortaya çıkmıştır. Bu sistem içerisinde suç doğal bir olgu, yaşamın bir parçası ve birlikte yaşanılması ve kabullenilmesi gereken bir realite olarak görülmektedir. Belçika, Kanada, Hollanda, İsveç ve Amerika Birleşik Devletleri, bu polis modelini uygulayan ülkelere örnek olarak verilebilir.

Amerikan Polisi
1998 verilerine göre Amerika’da 20.000’den fazla kanun uygulayıcı güvenlik kuruluşu bulunmaktadır. Bunlardan sadece 50’si federal ve 200’ü eyalet düzeyinde görev ve yetki sahibi iken, geriye kalan büyük bir çoğunluk ise yerel güçlerden oluşmaktadır. Yerel polis birimleri kasaba, ilçe ve şehirlerde örgütlenmiştir. Her eyalet sınırları içerisinde, suçlarla mücadelede birinci derecede sorumlu olan yerel polis teşkilatlarıdır. Federal güvenlik birimlerinin içinde en fazla tanınan ve aynı zamanda en büyük örgütlenmesi olan kurum Federal Soruşturma Bürosudur (FBI).

Merkeziyetçi Polis Sistemleri
Merkeziyetçi polis sistemleri, polisin ulusal hükümetin doğrudan idaresi ve kontrolü altında olduğu ülkelerde görülmektedir. Ülke genelindeki polis politikaları ve personel görevlendirmesi merkezden yapılmaktadır. Günümüzde Fransa, İtalya, Finlandiya, Türkiye, İsrail, Tayland, Tayvan, İrlanda, Danimarka ve İsveç gibi ülkeler bu sistemi uygulamaya devam etmektedir. Bu sistem içerisinde, toplumsal menfaatler için, bireylerin menfaatleri göz ardı edilebilmektedir.

Türk İç Güvenlik Sistemi
Türkiye’de iç güvenlik hizmetleri genel anlamda kamu ve özel olmak üzere iki temel kategoride yerine getirilir. Kamu kesiminin iç güvenlik hizmetlerinin yürütülmesinden birinci derecede sorumlu makam İçişleri Bakanlığı’dır. Bu hizmetler Türkiye’de “genel kolluk” olarak tanımlanan “polis, jandarma ve sahil güvenlik” teşkilatları tarafından yürütülmektedir. Bunların yanı sıra bir de genel kolluğun dışında kalan ve yasal yetkileri sadece belirli alanlar, belirli konular ve hukuki adımlarla sınırlı olan “orman muhafaza, gümrük muhafaza ve belediye zabıtası” gibi diğer kamu kurumları bulunmaktadır. Bu birimler “özel kolluk” olarak adlandırılmaktadır.
Türkiye’de halen uygulanmakta olan ve özü itibariyle şehirlerde polis, kırsal alanlarda ise askeri bir kurum olan jandarmanın iç güvenlik hizmetlerinden sorumlu olması şeklindeki ikili iç güvenlik modelinin asıl kaynağı Fransa’dır.

Polis
Polisin teşkilat, kadro ve yönetim yapılanmasını düzenleyen 3201 sayılı Emniyet
Teşkilatı Kanunu (ETK), 4 Haziran 1937 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.
Merkezde, İçişleri Bakanlığına bağlı bir Genel Müdürlük olarak örgütlenen polis teşkilatı; merkez, taşra ve yurt dışı birimleri olan ve ülke içerisinde silahlı kuvvetlerden sonra en belirgin ve katı hiyerarşik yapıya sahip bulunan, üniformalı bir kuruluştur.
Türk polisi idari polis, siyasi polis ve adli polis, olmak üzere üç ana kısma ayrılmaktadır. İdari polis, sosyal ve genel kamu düzenini sağlamakla; siyâsi polis, devletin genel emniyeti ile anayasal düzenini ilgilendiren hususlarda çalışmakla; adli polis ise, suç sonrası araştırma ve soruşturma işiyle görevli olan kısımlardır.

Jandarma
Jandarma Teşkilatı 14 Haziran 1839 tarihinde kurulmuş, 10 Haziran 1930 tarihinde çıkarılan 1706 Sayılı Kanun ile günümüzdeki hukuki statüsünü elde etmiştir. Jandarma, Türkiye’ye has bir yapı içerisinde hem İçişleri Bakanlığına hem de Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak varlığını ve faaliyetlerini yürütmektedir.
Jandarma’nın görevleri mülki, adli, askeri ve diğer görevler olmak üzere dört temel başlık altında toplanmıştır.
Polis ve jandarmanın görev ve yetkileri farklı kanunlarla düzenlenmiş olmasına rağmen aynıdır.

Bütünleşmiş Polis Sistemleri
Bu model, yerel ve merkezi yönetimlerin kontrolü paylaşabileceği bir yapı sunmaktadır. Japonya, Avustralya, Brezilya, Birleşik Krallık ve Almanya bu sistemi uygulamaktadır.

İngiliz Polisi
Avrupa’nın en eski ve etkili teşkilatlarından olan İngiliz polisi, dünyanın da en eski ve gelişmiş güvenlik kuruluşlarından biridir.
İngiliz polisinin geçmişi 1285 yılındaki Winchester yasasıyla oluşturulan orta çağ kasaba polisliğine dayanır.
Demokratik özgürlükleri tehlikeye sokmadan suçla mücadele modelleri geliştirmek İngilizlerin en önemli ilgi, çalışma ve tartışma noktası olmuştur. Bu açıdan merkezi bir polis teşkilatının kurulmasına ve polisin tek bir merkeze veya kişiye bağlanmasına öteden beri şiddetle karşı çıkmışlardır.
İngiliz polisi ulusaldır, ancak, bu ülkede tek bir ulusal polis gücü bulunmamaktadır. İngiliz polis sistemi 43 ayrı polis teşkilatından oluşmaktadır.

POLİS SİYASET İLİŞKİSİ
Ülkemizde yönetimde siyasallaşma, kayırmacılık ve aracılık bürokrasinin her kademesinde olduğu gibi polis teşkilatında kendini göstermektedir. Personel atamaları görev odaklı değil siyasi iktidarın menfaatleri doğrultusunda yapılır. Terfi konusunda kıdem liyakate atıf yapıldığı halde hiçbir dönemde bu kavramlarla ilgili bir açıklama getirilememiştir. Terfi hevesi olan memur, mesleki birikimine değil siyasi ilişkilerinin niteliği ve niceliğine göre bu hevesini tatmin edebilir.

GÜVENLİK HİZMETLERİNDE AÇIKLIK VE GİZLİLİK
Polisin yerine getirmiş olduğu suçla mücadele faaliyetleri üniformalı (resmi) ve sivil, açık ve gizli, önleyici ve adli olmak üzere kategorize edilmektedir.

Açık ve Hilesiz Suçla Mücadele Faaliyetleri
Standart polis-vatandaş iletişimidir.

Açık ve Taktiksel Suçla Mücadele Faaliyetleri
Dedektif faaliyetlerini içerir.

Gizli ve Hilesiz Suçla Mücadele Faaliyetleri
Fiili ve teknik takip, görsel veya işitsel ses kayıtlarını alınması gibi faaliyetleri içerir.

Gizli ve Taktiksel Suçla Mücadele Faaliyetleri
Casusluk ve muhbir edinme faaliyetlerini içerir.

DEMOKRASİLERDE GÜVENLİK VE ÖZGÜRLÜK

Anti-demokratik, otoriter sistemlere bakıldığında polisin, iktidarı elinde bulunduranların en önemli güç kaynağı ve silahı olduğu görülür (polis devleti). Demokratik rejimlerde çok geniş otoritesi olan bir polis sisteminin varlığı kabul edilemez bir durumdur.
---
Suç Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Aytekin Geleri
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2886
Ocak 2013, Eskişehir

Suç Sosyolojisi: Aile İçi Şiddet

Aile İçi Şiddet
AİLE KURUMU
Aile, toplumda birtakım fonksiyonları yerine getirmektedir. Toplum geliştikçe, bu işlevler farklı kurumlara ayrılmaktadır. Endüstri öncesi toplumlarda aile aynı zamanda bireylerin eğitim ve iş gereksinimlerinin karşılanmasından da sorumluydular. Endüstriyel gelişmenin devamı sonucu aile, eğitim ve iş fonksiyonunu diğer kurumlara bırakmıştır. Modern aile çocukların sosyalleşmelerinden sorumludur.

Geniş aile, endüstri öncesi toplumlarında ve günümüzde de tarım toplumlarında olan bir aile yapısıdır. Geniş ailede ebeveynler, çocuklar ve diğer akrabalar bir arada yaşarlar.
Endüstrileşme ve toplumsal hareketlilik sonucu geniş ailenin yerini çekirdek aile almıştır. Modern aile anne, baba ve çocuklardan oluşur.

Endüstrileşme, kentleşme ve modernleşmenin beraberinde getirdiği değişimden en çok aile kurumu etkilenmiştir. Geniş aileler küçülerek çekirdek ailelere dönüşmüştür.
Endüstri öncesi toplumunda aile hem üretici, hem tüketici iken; endüstri toplumunda aile tüketicidir.

Toplumlarda cinsiyete dayalı bir işbölümü vardır. Üretim ile cinsiyet arasındaki ilişkiye baktığımızda kadınların erkeklere oranla dezavantajlı oldukları bir gerçektir.

Şiddet
Şiddet, kanuna uymamak, kişiye zarar vermek, hakaret etmek, onurunu kırmak, sükûnet ve huzura son vermek; birbirinin hakkını çiğnemek, hırpalamak, incitmek, canını acıtmak için zor kullanmak; yakıcı aşırı davranışlarda bulunmak ve aşırı derecede öfke ifade etmek şekillerinde kendini gösteren davranışlara denir. Bazı davranışlara belli kültürlerde olumlu belli kültürlerde olumsuz anlamlar yüklenebilir. Dolayısıyla şiddet içeren eylemleri tanımlarken kültürel kalıpları da göz önünde bulundurmak gerekir.

KADINA YÖNELİK ŞİDDET
Toplumumuzda gün geçtikçe yaygınlaşan, adeta ata sporu haline gelen bir vakıadır. Şiddet kadınlar üzerinde birçok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bunların başında kadınların ‘ben’ duygusunun ortadan kalkması, kimlik ve düşünce gelişimlerinin zorlaşması ve girişimci yapılarının azalması gelmektedir.
Kadın hareketlerinin ana çerçevesi ‘toplumsal eşitlik’ ve ‘siyasal haklar’ etrafında oluşmaktadır. Kadının statüsünü gerek aile içinde, gerekse toplumda yükseltmenin ön koşulu kadının eğitim düzeyinin geliştirilmesidir.
Kadına yönelik şiddeti haklı kılan nedenlerden biri de geleneksel kültürümüzdür.
Evlilik yaşı küçüldüğünde, şiddete maruz kalma da artmaktadır.
Sosyo-ekonomik yönden yaşanan olumsuz koşullar, bireyleri toplumsal alanda sinik bir hale getirmektedir. Sürekli sinik yaşayan insanlar, ortamını bulduklarında patlamaktadırlar. Aile içi şiddete maruz kalan kadınların çoğunun ekonomik bağımsızlıklarının olmadığı ve eşlerine bağımlı oldukları bir gerçektir. Aile içi şiddete maruz kalan kadınların çocuklarına şiddet uyguladıkları ortaya çıkmıştır.
Şiddet mağdurlarının ben duygusu azalmakta, kimlikleri kaybolmakta, sağlık yönünden ise sorunlu hale gelmektedirler.

Kadına karşı şiddete başvuran erkeklerin çoğunda aşırı güvensizlik duygusu göze çarpmaktadır. Bu erkekler bu duyguyu bilinçaltında tutmak için maço görünürler, aşırı saldırgan davranırlar; her şeyi bildiklerini iddia ederler; her zaman özerkliklerine tecavüz edileceği korkusunu yaşarlar. Aşırı bağımlıdırlar. Eşlerinin bakımına muhtaçtırlar. En küçük bir ayrılma, boşanma tehdidi bu erkeği paniğe sokar.

Ailede Şiddetin Başlıca Nedenleri
• Ailenin kalabalık olması
• Çocukların kendilerine ait odalarının olmaması
• Engelli bir kardeşle birlikte büyüme
• Şiddet içeren video oyunları oynama
• Aileye yönelik kararların alınmasında katılımın olmayışı
• Ailede ‘bencil’ ve ‘gururlu’ değer yargılarının bulunması

Kadınların kamusal ve özel alanda uğradığı şiddetin ortadan kaldırılması ve kadınların erkeklerle eşit yaşam koşullarına sahip olabilmesi için uluslararası çalışmalar da yapılmaktadır. Bu amaçla “Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi” 1981 yılında yürürlüğe girmiştir. Türkiye ise sözleşmeyi 1985 yılında imzalamış ve sözleşme 19 Ocak 1986 tarihinde yürürlüğe girmiştir.


Kapitalizm gelişme dönemindeyken kadınların ikinci sınıf insan muamelesi görmesinden fayda sağlıyordu; çünkü iş gücünün neredeyse tamamı erkeklere dayalıydı. Bu sistem içinde kadının rolü evinde kocasıyla ve evin işleriyle ilgilenmekle sınırlıydı. Sermaye birikimi merkez ülkelerde kadınların da iş gücüne katılmasına imkân verir hale geldikten sonra kapitalist sistem, iş gücü olarak kadınların emeğinden de fayda sağlayabildiği için, kadınlardan yana söylemler geliştirmeye başladı. Nihayetinde toplumsal değişmeye yön veren sadece paradır.
---
Suç Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Aytekin Geleri
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2886
Ocak 2013, Eskişehir

Suç Sosyolojisi: Suç Önleme

Suç Önleme
Sosyal bilimler alanında herhangi bir kavramının tanımı o konuda uzman olan kişi sayısı kadar çeşitlilik gösterir.
Suç önleme konusunda İngiltere’de Kanun Uygulama Topluluğu tarafından yapılmış tanım şöyledir: Suç önleme, suç riskinin önceden sezilmesi, görülmesi, tanınması ve değerlendirilmesi ve bunu ortadan kaldırmak veya azaltmak amacıyla gerekli politika ve faaliyetlerin hayata geçirilmesidir.

Suç önleme tanımlarına bakıldığında genelde üç önemli noktaya vurgu yapıldığı görülmektedir. Birincisi, suç ciddi bir sorundur. İkincisi, üstesinden gelinmesi gereken bu suç tehlikesine karşı kararlı ve planlı stratejilerin geliştirilip uygulamaya konulması zorunludur. Üçüncüsü ise, suç önleme programları, soyut ve teorik düşünce ve önerilerin ilerisine geçerek, gerçek veya olası suç zincirini bozacak bazı somut müdahale yöntemlerini suç meydana gelmeden önce uygulamaya koymalıdır.

Suç önleme dört (4) temel aşamayı içerir:
1. Proaktif aşama
2. Önleyici aşama
3. Tepkisel aşama ve
4. Cezalandırıcı/Islah Edici aşamadır.

Proaktif Aşama
Suç öncesi suçun oluşması için elverişli olan ortamların ve unsurların tespit edilip ortadan kaldırılması (veya iyileştirilmesi) görüşüne dayanan bu yaklaşım, 1970’li yıllardan itibaren polis teşkilatları tarafından yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bu model, belirlenen ortak amaç doğrultusunda toplumun her kesiminin işbirliği halinde çalışmasını gerekli kılar. Aileler, okullar ve diğer benzeri eğitim kurumları bu tür yatırımın yapılabileceği en uygun yerlerdir.

Önleyici Aşama
Burada önemli olan nokta, suç için elverişli fırsatların minimum seviyeye indirilmesi, suç kaynaklarının ve şüphelinin zayıflatılması ve mağdurun güçlendirilmesidir. Devriye hizmeti, kamera sistemleri ve güvenlik elemanlarının varlığı suç önleme faaliyetlerindendir.

Tepkisel Aşama
Suç işlendikten sonra ne yapıp edip suçluları yakalamak ve adalete teslim etmek adalete olan güvenin onarılması ve potansiyel suçluların sindirilmesi bakımından önemlidir. Bilgi toplama, yakalama, gözaltına alma, sorgulama ve yargılama çalışmaları, bir bütün olarak bu modelin içine girmektedir.

Cezalandırıcı/Islah Edici Aşama
Bu süreç, suç sonrası yakalanıp yargılanan ve mahkûm olan suçlulara yönelik ceza vermenin yanı sıra, cezaevi ve cezaevi sonrası süreçte topluma kazandırılmalarını sağlayacak programların uygulanmasını içerir.

SUÇ ÖNLEMEDE TEORİK YAKLAŞIMLAR
Geleneksel model yasaları, devletin ve kamunun otoritesini ön plana çıkaran bir modeldir. Bu yaklaşıma göre suç ve suçluluk aslında mevcut otoriteye karşı bir saygısızlık ve başkaldırıdır. Cezaların caydırıcı olması yoluyla yasaların daha etkin uygulanabileceği görüşü hâkimdir.

Liberal Model suçu, sosyal bir sorun olarak görmektedir. Suçun kendisinden çok suç işlemeye meyilli potansiyel suçlu grupları üzerinde odaklanmaktadır. Bu bağlamda, bireylerin ve toplulukların yasal ve meşru fırsatlarının artırılması yoluyla suçların önlenebileceği ileri sürülmektedir.

Radikal model, toplumdaki eşitsizliklerin suçların oluşmasındaki en önemli unsur olduğunu ileri sürmektedir. Sosyal adaletin sağlandığı, ekonomik gelir dağılımının adaletli bir şekilde gerçekleştirildiği bir yapıda insanların suç işlemek için pek fazla nedenleri kalmayacaktır.

SUÇ ÖNLEME İLKELERİ
Uluslararası Suç Önleme Koalisyonu 1988’de yapmış olduğu toplantıda suç önlemeyle ilgili 11 temel ilke üzerinde görüş birliğine varmıştır.
• Suç önlemenin geniş bir çerçevesi vardır: Suç önleme bireylerin, ev ve işyerleri ile toplumun korunmasını içerir.
• Suç önleme herkesin işidir.
• Suç önleme aktif işbirliğini gerektirir.
• Suç önleme programlarının hayata geçirilmesi ve uygulanmasında vatandaşlara yardım eden ilk ve en önemli kurum polistir.
• Suç önleme hükümetin sorumluluğudur.
• Suçu önlemede anahtar unsur eğitimdir.
• Suç önleme programları/uygulamaları ihtiyaçlara göre ayarlanmalı, düzenlenmelidir.
• Suç önleme yaşam kalitesi sunar.
• Suç önleme ileri görüşlülüktür.
• Suç önleme yüzeyin altına iner. Örnek bir vaka üzerinden mümkün olduğunca çok bilgi toplanarak suç önlenmeye çalışılır.
• Suç önleme parasal yatırıma değer bir alandır.

SUÇ ÖNLEME SÜRECİ
1. Sorunun tespiti
2. Verilerin analizi
3. Fiziksel güvenlik önlemlerinin gözden geçirilmesi ve planlanması
4. En uygun planın seçilmesi ve uygulanması
5. Takip ve değerlendirme

SUÇ ÖNLEME VE POLİS
Suç önleme polisin en başta gelen görevlerindendir.
Devriye hizmetleri, gelişmiş ülkelerde polisin hizmet verdiği alanlar içerisinde en fazla personelin istihdam edildiği alandır.
Polis, suçların önlenmesi amacıyla istihbarat faaliyetleri yoluyla aktif bir çalışma içerisindedir.
Kent Güvenliği Yönetim Sistemi bilgisayar destekli güvenlik kamera sistemidir. Simitçi, boyacı, esnaf, taksici, tamirci ve benzeri farklı görünümler ile dolaşan, sabit duran sivil polislerden oluşan özel ekipler “Güven Timleri” olarak adlandırılırlar. Suçun önlenmesinde caydırıcı etkileri yüksektir.
Motorize polis ekiplerinin toplumda polisle vatandaş arasındaki mesafeyi açtığı gözlenmiş ve bun nedenle yaya devriyelerin sayısı artırılmıştır (Toplum Destekli Polislik). Polisle vatandaşı yakınlaştıran uygulamalar yaya devriyelerle sınırlı değildir. Polisin halkla ilişkiler birimi olarak da çalışmalar yapmaktadır.

SUÇ ÖNLEME PROGRAMLARININ BAŞARILI OLMASI İÇİN
1. Yüksek seviyede görünür olmak.
2. Tanımlanabilir olmak.
3. Suç sonrası müdahaleye hazır olmak.
4. Sistemli ve devamlı olmak.
5. Suçla ilgili endişe ve korkuya yol açmamak.
6. Her yerde var olma algısını oluşturmak.
7. Suçla mücadelede elde edilen başarıları kamuoyuna duyurmak.
8. Kurumlar arası işbirliği içerisinde hareket etmek.
9. Vatandaşların katılımını sağlamak.

SUÇUN YER DEĞİŞTİRMESİ
Kişiyi suça iten nedenler içerisinde, dışarıdan gelen teşvik edici davranışların içten gelen suç eğilimlerine göre daha az etkisi vardır. Suç işlemeye meyyal bir kişi, bulunduğu bölgedeki güvenlik önlemleri caydırıcı olduğu için başka bir yere yönelebilir.
Suçun yer değiştirmesi farklı şekillerde olabilir:
1. Suç bölgesinde yer değiştirme.
2. Suç zamanında yer değiştirme.
3. Suç işleme yönteminde yer değiştirme.
4. Suç hedefinde yer değiştirme.
5. Suç çeşidinde yer değiştirme.

6. Suçlu tipinde yer değiştirme.
---
Suç Sosyolojisi
Editör: Prof. Dr. Aytekin Geleri
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın no: 2886
Ocak 2013, Eskişehir