27 Mart 2014 Perşembe

José Saramago – Görmek

José Saramago – Görmek


Hakikatin ışığı parıldarken pek çoğunun gözleri kamaşır.
Islak bir günde başlıyor olaylar. Hava ıslak olduğu için insanlar oy vermeye gitmez. Günün ilerleyen saatlerinde yağmur diner, insanlar sözbirliği etmişçesine oy veremeye koşup sandıkları beyaz kâğıtlarla doldururlar. Sayım işlemleri gösterir ki oyların ¾’ü geçersizdir. İktidar sahipleri, varoluşlarının dayanağı olan demokrasi oyununa gösterilen ilgisizlikten rahatsızlık duyarlar. Seçimleri tekrar edilir. Boş oy oranı bu defa daha yüksek çıkar. İktidar sahiplerinin tepkisi de yükseliş gösterir; derhal sıkıyönetim ilan edilir. Halk tepkisizliğini sürdürdükçe iktidar hırçınlaşır: başkenti başka bir yere naklederek halkı cezalandırmak ister. Bu süreçte de halk sükûnetini korur. İktidar, tahakküm edemediği algısından mütevellit akıldışılığını son raddesine varıncaya dek ortaya koyar. Ahlaki seviyesizliklerinin kendilerine sunduğu bütün imkânları kullanırlar. Son çare olarak 4 yıl önceki “körlük” olayında, görebilen tek kişiyi, doktorun karısını günah keçisi ilan ederler.
Kötümserdir Saramago: romanda, iyimser olduğu söylenebilecek unsurların birçoğu sayfalar ilerledikçe öldürülür.

Notlar
Oy verme bürosu,
Yalnızca kurbağaların hoşuna gidecek bir hava,
Sandık boş, temiz ve lekesizdi,
Tek bir seçmen bile oy kullanmaya gelmedi,
Bu kadar saçma sorular sormanız için size kaç para maaş veriyorlar,
Geçerli oy pusulalarının oranı yüzde yirmi beşe ulaşmadı,
Geriye kalan oy pusulalarının hepsi, yani toplam olarak yüzde yetmişin üzerinde bir bölümü boş, yani beyaz çıkmıştı. (s. 29)

Seçim tekrar edilir,
Bugün yapılan seçimler, geçtiğimiz Pazar günü ortaya çıkan eğilimi daha ciddi hale getirdi…

Vatanın yüz akı olun, çünkü gözler sizin üzerinizde, sözleri, o tümcenin hemen ardından gelen içtenliksiz İyi akşamlar, sözüyle bozuldu. Yalın sözcüklerin sevimli yanı budur işte, insanları kandırma konusunda bir işe yaramaz.

Başbakan, durumun son derece ciddi olduğunu, vatanın iğrenç bir saldırıyla karşı karşıya kaldığını, hatta bunun temsili demokrasinin temellerine karşı yapılmış bir saldırı olduğunu kabul etti,

Umut tuz gibidir, insanı doyurmaz ama ekmeğe tat verir.

Söyler misiniz lütfen, oyunuzu kime attınız,
Ezberlenmiş gibi verilen yanıt, Kimse hiçbir nedenle, verdiği oyu açıklamaya ya da bir devlet görevlisi tarafından o konuda yanıt vermeye zorlanamaz, oluyordu.

Günler geçtikçe, beyaz sözcüğünün önce belli belirsiz, ayıp ya da çirkin bir sözcükmüş gibi artık kullanılmadığı fark edildi,

İradenin her şeyden güçlü olduğu lafına inanmamak gerekir; kazın ayağının hiç de öyle olmadığını gün gibi ortaya koyan bir örneği fazla uzaklara gitmeden vereyim, inanmamak gerekir çünkü sen, bugüne kadar çelik gibi olduğunu sana defalarca kanıtlamış olan o hayran olunası iradene ne kadar güvenirsen güven, o irade kaslarının gerilmesini, durduk yerde terlemeni, gözkapaklarının titremesini, solunumunu denetlemeni hayatta başaramayacaktır. (s. 62)

Sevgili meslektaşıma ve meclise şunu ifade edeyim ki, dedi adalet bakanı, beyaz oy kullanmayı seçen seçmenler yasanın kendilerine açıkça tanıdığı bir hakkı kullanmaktan başka bir şey yapmadılar,

Vatandaş hakları soyut değerler değildir, diye karşılık verdi savunma bakanı

Tamamıyla haklısınız, dedi kültür bakanı,

İç savaş ha patladı ha patlayacaktı.

Ağır hastalıklara ağır ilaç gerekir ve size önerdiğim bu ilacın acı olduğu ne kadar gerçekse, bizi saran hastalığın öldürücü olduğu da o kadar gerçektir. (s. 86)

Öneriyi yapanın insan olduğu doğruysa da, onu gerçekleştiren tanrıdır ve çok ender durumlarda tanrı ile insanın aralarında anlaşıp birlikte gerçekleştirdiği şeyler de olmuştur… (s. 89)

Ettiğim bu yemini bozacak olursam, tanrı benim ve benden türeyecek dört kuşağın da belasını versin. Gizlilik ve saklılık böylece mühürlendikten sonra, operasyonun iki gün sonra gerçekleştirilmesi kararlaştırıldı. (s. 90)

Saat sabahın iki buçuğunda herkes, devlet başkanının büyük sarayını, hükümet başkanının küçük sarayını ve çeşitli bakanlık binalarını terk etmek üzere demir almaya hazırdı. (s. 92)

…bu aşağılık dünyada kâğıt kullanmadan hiçbir şey gerçekleştirilemez.

Bu sözleriniz umarım şeytanın kulağına gitmez, sayın bakanım, Şeytanın kulağı o kadar deliktir ki, duyması için söylenenlerin yüksek sesle söylenmesi gerekmez, Öyleyse tanrı yardımcımız olsun, Bu duanızın hiçbir yararı olmaz, onun kulakları doğuştan sağırdır. (s. 123)

Sayın içişleri bakanı, derhal bir soruşturma komisyonu kurun, Hangi sonuca varmak için, sayın başbakan, Komisyon çalışmaya başlasın, gerisini sonra düşünürüz, Hay hay… (s. 145)

Kent halkı gösteri yapmaya hazırlanıyordu. Kesin ölü sayısı otuz dördü geçmişti. (s. 149)

Halkın hükümetinin yanında mı, karşısında mı olduğunuza karar vermek artık size kalıyor. (s. 179)

Bayım, dedi, hep birlikte kabul etmiş olduğumuz ulusal sessizlik anlaşmasını iğrenç biçimde bozmuş bulunuyorsunuz, (s. 189)

Ben yalnızca dört yıl önce hepimizin kör olduğunu söyledim, oysa şimdi, belki de doğduğumuzdan beri kör olduğumuzu ileri sürüyorum. (s. 190)

Sözcüklerin yerini değiştirmekle çoğu kez anlamı da değiştirmiş oluruz ama tek tek ele aldığımızda o sözcükler –deyim yerindeyse– somut olarak, aynı sözcük olarak kalır, bu nedenle, Sözünüzü kesmeme izin verin sayın başbakanım,  sözcüklerimdeki yer ve anlam değişmesinin sorumluluğunun size ait olduğunun açık seçik ortaya konmasını diliyorum, benim o konuda hiçbir suçum yok, Diyelim ki siz kıtığı sağladınız, ateşleyen de ben oldum, kıtıkla ateşin bir araya gelmesi bana, beyaz oyun öteki kadar tahrip edici bir körlük oluşturduğunu ileri sürme hakkını veriyor, Ya da görmek anlamına geldiğini, dedi adalet bakanı, Ne,  diye bağırdı içişleri bakanı, yanlış duydum herhalde, Beyaz oyun, oyunu o yönde kullananlar için görmenin göstergesi olduğunu söyledim, (s. 190-191)

Evet efendim, kenti bombalamayı düşünüyorum ama onu kâğıt bombardımanına tutacağım, (s. 198)

İnsanın içine su serpen bir düşünce vardır, kibirli insanı yazgı er ya da geç her zaman yere çalar, hatta bunu geç değil er yapar derler,

…o kadının körleşmemesi ile bizi içinde bulunduğumuz zor duruma sokan boş oy olayı arasında bir bağlantı olduğunu ima ettiğini fark ettiniz mi… (s. 212)

...büyük çürümeler hep böyle başlar, bugün bir kahve, ertesi gün bir kahve daha, üçüncüde zaten artık bir şeyler yitirilmiştir, (s. 247)

Suçunuz bayan, adam öldürmüş olmak değil, en büyük suçunuz, hepimiz kör olduğumuzda sizin görme yetinizi yitirmemiş olmanız, (s. 275)

Bakan da buna inanmıyor, diye düşündü, onu ilgilendiren tek şey, atış yapabileceği bir hedef bulmak, bu hedefi tutturamazsa kendine bir yenisini arayacak, sonra bir başkasını, bir başkasını daha ve bu, başarı kazanıncaya kadar böyle sürüp gidecek, ta ki kendisinin ne kadar yetenekli olduğuna ikna etmek istediği insanlar, bu tekrarlardan bıkıp kullanılan yöntemlere ve usullere yabancılaşıncaya kadar. (s. 278)

Peki, şu anda size bir oyun oynamakta olduğumdan korkmuyor musunuz, Hayır, gözlerinizde bu yaşlar varken, korkmuyorum. (s. 291)

…kimi düşünceler bize sahte gülücükle yaklaşıp kafamıza girdikten sonra tüm çirkefliklerini ortaya koyuyorlardı ve iş işten geçmiş oluyordu. (s. 302)

Mesleğim, hükümet edenlerin bizim saçmalık olarak nitelediğimiz şeylerin karşısında geri çekilmek bir yana, o saçmalıklardan bilinçleri köreltmek, aklı yok etmek için yararlandıklarını öğretti bana, (s. 311)

Biri beni anımsayıp cesedimin kaldırılması için buyruk verinceye kadar burada çürüyüp duracak mıyım. Ne yapmalı. (s. 317)

Bu hikâyenin tadı kaçınca, bir başkasını uyduracaklar, hep öyle olur, direksiyon simidine mahkûm olunca, insanın ne kadar çok şey öğrendiğini bilemezsiniz, ayrıca size bir şey daha söyleyeyim, (…)Herkesin düşündüğünün tersine, bir  ikiz aynası yalnızca arkadan gelen arabaları gözetlemeye yaramaz, müşterilerin ruhunu görmeyi de sağlar, (s. 322)

Aynı konuşmayı iki kez yapmanın kendisi için olanaksız olduğunun da farkına vardı, bir gazeteden ötekine gidip aynı şeyleri anlatacak, böylece tekrarlayıp durduğu şeylerin gerçekliğini aşındıracaktı.

Ensaio sobre a lucidez
Türkçeleştiren: Aykut Derman
Can Yayınları

8. Baskı, Haziran 2013

Giorgio Agamben – Olağanüstü Hal

Giorgio Agamben – Olağanüstü Hal

Carl Schmitt
Egemene ilişkin olarak olağanüstü hal ilanına karar veren kişi tanımını yapar (Politische Theologie).

(Olağanüstü hal) “Kamu hukuku ile siyasal olgu arasında bir dengesizlik noktası” Saint-Bonnet (s. 7)

…araştırmamızın amacı, kamu hukuku ile siyasal olgu arasındaki ve hukuk düzeni ile yaşam arasındaki bu ara bölgeyi irdelemektir. (s. 8)

Olağanüstü hal
…özel bir hukuk değildir; hukuk düzeninin kendisinin askıya alınması olarak, hukukun eşiğini ya da sınır-kavramını belirler. (s. 11)

Sıkıyönetim kurumunun kökeni, Fransız Kurucu Meclisi’nin 8 Temmuz 1791 tarihli kararnamesindedir. (s. 11/12)

(Bu bölümden itibaren Fransa ve İngiltere tarihinden bazı siyasal uygulamalar inceleniyor)

…demokratik anayasanın korunması için haklı gösterilmeye çalışılan olağanüstü önlemler, demokratik anayasanın yok oluşuna götüren önlemlerle aynıdır. (s. 16)

Zorunluluk hiçbir yasa tanımaz ve zorunluluk kendi yasasını yaratır.
Olağanüstü hal kuramı bütünüyle zorunluluk hali kuramına indirgenmekte… (s. 36-37)

…hukukta zorunluluk yasal olmayanı yasal hale getirir. (s. 37)

Zorunluluk hali, ancak modernlerle birlikte hukuk düzenine dâhil edilmeye ve yasanın gerçek bir “hali” olarak sunulmaya başlar. (s. 40)

Bir olağanüstü hal kuramı oluşturmaya yönelik en titiz girişim Carl Schmitt’in eseridir (Diktatörlük).

…kitapta olağanüstü hal, diktatörlük figürü aracılığıyla sunulur.
Schmitt, olağanüstü hali diktatörlük bağlamına yerleştirdikten sonra, diktatörlüğü ikiye ayırır: yürürlükteki anayasayı korumak ya da düzeltmek amacını güden “temsili diktatörlük” ile diktatörlüğün, olağanüstü durum ya da istisna figürü olarak, deyim yerindeyse kritik kütlesine ya da ergime noktasına ulaştığı “egemen diktatörlüğü.” Böylece, Siyasal Teoloji’de “diktatörlük” ve “sıkıyönetim” terimlerinin ortadan kalkması olanaklı hale gelir ve onların yerini olağanüstü hal alır. (s. 47)

Olağanüstü hal, normu askıya alarak, özgül olarak hukuki olan biçimsel bir öğeyi tam bir saflıkla açığa vurur: karar. (s. 50)

Olağanüstü hal, gerçekliğin etkin olarak yasalaştırılmasını olanaklı kılmak için, hukuka bir yasasızlık bölgesi sokar. (s. 52)

Olağanüstü hal, yasasız bir yasa gücünün söz konusu olduğu (bu yüzden de yasa-nın-gücü şeklinde yazılması gereken) bir yasasızlık uzamıdır. (s. 55)

Olağanüstü hal kavramının bir ilk örneği olarak iustitium (s.59 ve sonrası)

Hukuk artık en üst görevini  -kamu esenliğini güvence altına almak- yerine getiremediğinde, acil durum yararı bir yana bırakılıyordu ve nasıl zorunluluk hallerinde yöneticiler bir senatus consultum ultimum aracılığıyla yasanın sınırlamalarından bağımsız kalıyor idiyseler, en uç durumda da hukuk devre dışı bırakılıyordu. (s. 64-65)

Olağanüstü hal diktatörlük değildir.

bir yasasızlık bölgesidir.
Olağanüstü hali hemen hukuka bağlamaya çalışan bütün doktrinler yanlıştır.

Zorunluluk hali “bir hukuk hali” değil, hukuksuz bir uzamdır. (s. 70-71)

Hukukun hiçbir durumda katlanamayacağı (…) şey, hukukun dışındaki bir şiddetin varlığıdır. (s. 74)

Benjamin eleştirisinin görevi, böyle bir şiddetin gerçekliğini kanıtlamaktır: “şiddete, saf dolaysız şiddet olarak, hukukun ötesinde de bir gerçeklik tanınırsa, devrimci şiddetin –insanın saf şiddetinin en üstün tezahürüne verilecek olan addır bu- olanaklılığı da kanıtlanmış olur. Bu şiddetin kendine özgü niteliği şudur: O, hukuku kurmaz, hukuku korumaz da, hukuku tahtından indirir ve böylece yeni bir tarihsel çağı başlatır. (s. 75)

Bir varlığın saflığı asla koşulsuz ve mutlak değildir, her zaman bir koşula tabidir.

Doğa için, doğanın dışında bulunan saflığının koşulu, insan dilidir. (s. 83)

Kafka’nın kişileri (…) olağanüstü haldeki (…) hayaletimsi hukuk figürüyle uğraşmak zorundadırlar. (s. 87)

Stato di eccezzione
Türkçeleştiren: Kemal Atakay
Varlık Yayınları

Nisan 2008

Burhan Arpad – Stefan Zweig

Burhan Arpad – Stefan Zweig
Hayatı ve Eserleri, Eserlerinden Seçmeler

1881’de Viyana’da doğdu. Babası tekstil fabrikatörüydü.
Bolluk ve refah içinde yetişti.
1904’te Erika Ewald adlı romanını yayınladı.
Felsefe doktoru olarak Viyana Üniversitesinin bitirdi.
Dünya Savaşı yıllarında arşivci olarak görev aldı.
Savaştan sonra Avusturya’ya geri döndü.
Amok Koşucusu bu dönemde yayınlandı.
1920’de Frederike Von Winternitz’le evlendi. Uyumlu birliktelikleri 1938’yılına dek sürdü. 38’de boşandılar. Zweig’ın annesi aynı yıl öldü. Aynı yıl Hitler Viyana’ya girdi ve Zweig ülkesini de kaybetmiş oldu.
Charlotte Altmann’la evlenip Amerika’ya gitti. Oradan Brezilya’ya geçti. Bir süre Gabriela Mistral’le aynı sokakta yaşadı. 1942’de eşiyle kol kola intihar etti.

Kitapçığın devamı Zweig’ın eserlerinden derlenmiş alıntılardan müteşekkil.

---

Kitapçılık Yayınları

Ekim, 1967

Amin Maalouf – Adriana Mater

Amin Maalouf – Adriana Mater

Savaş ortamında tecavüze uğrayan Adriana gebe kalır.
Oğlunun Kabil mi, Habil mi olacağını merak etmektedir.
(Oğul) Yonas ırz düşmanı babaya (Tsargo) öfkelidir.  Onu öldürmeye söz verir.
Babasının kör olduğunu fark edince onu öldürecek cesareti kendinde bulamaz.
Annesinin yanına dönüp özür diler.
Adriana bu durumdan memnundur; “Öcümüzü alamadık ama kendimizi kurtardık” der oğluna.

Adriana:
Kentin gözleri kapandı mı
Sesimi ortaya çıkarırım ben
Bir güz bahçesinden topladığım
Sonra da bir kitabın sayfaları arasına
Yatırdığım sesimi… (s. 15)
Refka: (Teyze rolünde)
İnsanın bilmek istemeyeceği
O kadar çok şey var ki!
Yonas:
Sönmüş gözlerini görünce
Cesaretimi yitirdim (s. 87)
Adriana:
Bugün, yeniden buldum
Yitirdiğimi sandığım yaşamımı.
Öcümüzü alamadık, Yonas,
Ama kurtulduk. (s. 89)

Türkçeleştiren: Samih Rifat
Yapı Kredi Yayınları

2. Baskı, Eylül 2006

Amin Maalouf – Uzaktan Aşk

Amin Maalouf – Uzaktan Aşk


Jaufre Rudel
Zevk ve eğlence yaşamından sıkılmış uzak bir sevdanın özlemini duymaktadır.
Gezgin, Trablus Kontesiyle karşılaşır. Prensin onu şiirlerinde yücelttiğini, ona “uzaktan aşkım” dediğini anlatır.
Jaufre, uzaktan aşkını bulmak için denize açılır.
Yolda hastalanır. Ölüm döşeğinde, Trablus’a ulaşır. Clemence’ın kollarında ölür. Clemence Tanrı’ya isyan eder.

Jaufre:
Öğrendim mutluluktan söz etmeyi, mutluluk nedir bilmedim.
Gençliğimin tüm o gecelerinden ne kaldı elimde!
Arzuladığım kadın öyle uzak, öyle uzakta ki
Hiçbir zaman sarılmaya yetmez kollarım.
Celemence:
Ozan, yalnızca senin dizelerinin aynasında güzelim ben.
Gezgin:
…ölüm bu kadar yakın olmasaydı Joufre,
Sevdiğin kadın şu anda yanında olmazdı.

L’amour de loin
Türkçeleştiren: Samih Rifat
Yapı Kredi Yayınları

Nisan 2002

Levon Panos Dabağyan – Türk Cihan Hâkimiyetine Açılan Yol

Levon Panos Dabağyan – Türk Cihan Hâkimiyetine Açılan Yol

(kitabın dili fazlaca hamasi)

Demir Yaylı lakaplı Dukak Bey’in ölümünden 7 yıl sonra, henüz 25 yaşlarında iken babasının mevkiine geçti Selçuk Bey
Cent şehrine göç etti,
Yabgu ve Selçuk Bey arasındaki ilk çatışma 936 yılında vuku bulmuş ve Selçuk Bey’in galibiyetiyle neticelenmiştir.
1007 yılında Selçuk Bey, 108 yaşında, küçük oğlu Aslan’ı başa geçirdi.
…büyük oğlunun yetim kalmış evlatları Tuğrul ve Çağrı ile yakından ilgilendi. Ömrünün son yıllarını torunlarının eğitimine vakfetti.
Yabgu Aslan, Gazneli Mahmud tarafından esir edilmiş (1025), tutsak bulunduğu Kalincar Kalesi’nde 1032’de vefat etmiştir.
Yabgu’nun oğlu Kutalmış Bey
Kuzenlerine karşı kin güdüyordu.
Çağrı Bey’in oğlu Alparslan’ın çocukluk ve delikanlılık çağı cenk talimleriyle geçti.
Cennt hâkimi Şah Melik,
1 Kasım 1034 tarihinde Selçuklulara karşı ani baskın yapmıştır.
Selçukluların Gaznelilerle çatışmaları bu tarihten sonra artmıştır.
23 Mayıs 1040 tarihinde Dandanakan mevkiinde yapılan meydan savaşında Gazneliler mağlup edildi.
Selçuklu ülkesinin Batı’sı Tuğrul Bey’in, Doğu’su Çağrı Bey’in kontrolüne verildi.
Tuğrul Bey, 17 Ocak 1055’te Bağdat’a girdi. Büveyhoğulları saltanatına son vererek Abbasi Halifesini kurtardı.
Sultan Tuğrul, bu seferiyle, İslam dünyasının hamiliğini fiilen üzerine almıştır. (s. 44)

Sultan Tuğrul’un çocuğu yoktu.
 Selçuklu prenslerinden Süleyman, Al-Künderi’nin gayret ve telkinleriyle kendini sultan ilan etti. Kutalmış Bey de isyan edip kendini sultan ilan etti.
Sultan Alp Aslan isyan hareketlerini bastırmak üzere harekete geçti.
Damgan’da Kutalmış Bey’in ordusunu bozguna uğrattı.
Sultan Alp Arslan, emrindeki askerlerin bir kısmını oğlu Melikşah’ın yanına vererek onu Aras nehri civarındaki hudut kalelerini fethetmeye gönderir. Alp Arslan aynı sıralarda Kafkasya’ya yöneldi. 1064 yılında bugünkü Gürcistan topraklarını ele geçirdi.
Aynı yıl Ani kalesini ele geçirdi. Halife Kaim bi Emrullah ona Fetihlerin Babası unvanını verdi.

Hıristiyan memleketler Ermenileri din kardeşliği mefhumunun her daim dışında tutarlar. (s. 57)

Afşin Bey
Gümüştekin’le giriştiği çatışmalarda elde ettiği başarılarla tanınmıştır. Gümüştekin’i öldürdüğü için Alp Arslan’ın öfkesinden çekinmiş, kendisine bağlı birliklerle Batı istikametine kaçarak, kendi başına fetih hareketine girişir.
Afşin Bey, Bizas’ın çok güvendiği sınır karakollarını tek tek ele geçirir. Afşin Bey’in bu başarıları Malazgirt zaferinin yolunu hazırlamıştır.
Afşin Bey Halep’i üs edinir. 1067-68 yıllarında Bizans’a bağlı Antakya Dukalığı’na son verdi.
Malatya dolaylarında Bizans’ın ünlü komutanlarından Filaretos’a bağlı kuvvetleri yok etti. Kayseri’ye girip şehri yağmaları. Yağma ve talana Karaman ve Konya’yla devam etti.
Afşin Bey, Alp Arslan tarafından affedildiğine dair ferman alınca askerleriyle birlikte Alp Arslan’a iltihak etti.
İlk görevi Prens Ersıgın’ın yakalanması oldu. Afşin Bey’den kaçan Prens, Bizans’a bağlı bazı birliklerle çatıştı ve galip geldi. Esir aldığı Bizanslı kumandan onu ilticaya davet etti. Prens Bizans’a iltihak etti.
Afşin Bey hırs ve öfke içinde Anadolu içlerine akınlar yaptı. Ege ve Marmara sahillerine kadar indi.

Ermeni kaynaklarında: Oğuzlar ve Peçeneklerle birlikte, Ermeni kuvvetinin de Sultan Alp Arslan’ın saflarına geçmiş olduklarını açıkça yazmaktadırlar.
Suren Şamlıyan Bey, Savaşa Doğru Tebi Baderazm adlı eserinde, “Batı dünyası bizleri: Malazgirt meydan Harbi’nde, Türklerin saflarına yer aldığımız için; kendi tabirleriyle aforoz etmiş ve düşman olarak tanımışlardır…” (s. 132)

26 Ağustos 1071 akşamı Selçuklu ordusu Malazgirt’te zafere ulaştı.

Alp Arslan’ın damadı, Karahanlı hükümdarı, Şems ülk-mülk Nasr Han, Alp Arslan’ın kardeşi olan eşini öldürür. Bundan mütevellit Alp Arslan, Türkistan seferine çıkar.
Harezm’de bulunan Hana Kalesi komutanı Yusuf Harizmi, sultanın önünde yere kapandığı bir anda hançerini çıkarı sultanın kalbine sapladı. Sultan Alp Arslan 25 Ekim 1072de öldüğünde 42 yaşındaydı.

Kral Nabukadnezar;
Kudüs Kralı Yoachim’e karşı bir sefer açmış ve bu sefere, Doğu Ermenistan Kralı Hıraçya büyük bir ordu ile iştirak etmişti.
Kran Nabukadnezar, Kral Hıraçya’ya esir almış olduğu 10.000 Yahudi’nin yarısını hediye etmişti.
Bu esirlerin arasında meşhur İsrail prenslerinden Şampat da vardır.
M.Ö. 150-128’lerde aile menşeinin Davud peygambere uzandığını iddia eden Pakarad Şampa
Ermeni kralı Vağarşak’a müracatla sarat hizmetine girdi.

Ermeni krallarından II. Dikran,
Filistin’e sefer yapmış (M.Ö. 90-36)
Birçok Yahudi esiri ülkesine getirmiştir.
Yahudi, emre itaat etmeyince yurdunda bulunan Yahudileri, kendi adına inşa ettirmeye başladığı Dikranakerd / Diyarbakır Surları’na sürdü.
Yahudiler,
Pakarad Şampa’nin liderliğinde çoktan teşkilatlanmışlar,
Bizanslı tarihçi Pavatos,
Üçüncü asırda Ermenistan’a iskân etmiş ve kısmen Hıristiyan olmuş Yahudilerin miktarı, 400.000’i bulmuştu, kaydını geçmektedir. (s. 171)

Aşod Pakraduni, I. Aşod unvanı ile Ermenistan’da 885’te kral ilan edildi.

Selçuk Bey’in babası Dokak veya Tokak adını taşıyan ve Temir-Yalık / Demir-Yaylı denilen bir yiğittir ki Oğuzlar arasında bu lakap ile anılırdı. (s. 201)

Karadağ Yayınları
Mart 2006


24 Mart 2014 Pazartesi

Enderunlu Vasıf

Her bir merâm yâra tamâm söylenilmiyor
Olmazsa yâr âşıka râm söylenilmiyor

Muhtâc bûs-ı lâ‘line yârın recâ-yı vasl
Mest olmadıkça asl-ı merâm söylenilmiyor

Tenhâda bulsam ol perî-zâdı telâşdan
Lüknet gelip zebâna kelâm söylenilmiyor

Dahl etme bana derd-i dilin söylemez deyü
Âşık ne yapsın âh a paşam söylenilmiyor

Vâsıf bezimde böyle gazel dest-i yârdan
Nûş itmedikçe bir iki câm söylenilmiyor


22 Mart 2014 Cumartesi

René Guénon – İnisiyasyona Toplu Bakışlar I

René Guénon – İnisiyasyona Toplu Bakışlar I


Mistisizm, misterler’in (…) eski tanımıyla yakından ilgilidir.

…bunun inisiyasyonla hiçbir ilgisi, ortak yanı yoktur.
…çünkü ilk olarak mistisizm sadece dini yani zahiri alana aittir.

…inisiyatik yolla mistik yol kuşkusuz bir arada bulunabilir.
Bir insanın her ikisini de aynı anda izlemesi imkânsızdır. (s. 20)

Gerçek şu ki, tam olarak mistisizm denilen şey, yalnızca Batıya aittir ve esasında tam anlamıyla Hıristiyanlığa ait bir leydir.
Bergson,
Dinamik dinin en yüksek ifadesini mistisizmi zaten böylece hiç anlamamaktadır. (s. 21)

Mistisizmde insan basit olarak kendisine sunulanı almakla yetinmektedir.
İnisiyasyonda ise, tam aksine, sıkı ve sürekli bir kontrol altında, belli bir usul içinde izlenecek olan “gerçekleştirme”nin inisiyatif insana aittir. (s. 24)

Tibet’e ve hatta Hindistan’da ya da Çin’de eğer deyim yerindeyse, bir uzmanlık olarak büyü yapma işi yüksek bir düzeye yükselme gücü olmayan kimselere bırakılmıştır. (s. 28)

…psişik haller ne üst ne de aşkın hallerdir, çünkü psişik haller insani durumun sadece bir parçasıdır. (s. 35)

Din insanı sadece bireysel durum içinde değerlendirir ve onu kesinlikle o çerçevenin dışına çıkartmaya amaçlamaz. (s. 37)

İnisiyasyonun ilk şartı belli bir kabiliyet ya da tabii bir eğilimdir.
Çünkü birey ancak (…) kendinde taşıdığı imkânları geliştirebilir. (s. 41)

Birtakım cahiller, insanın kendi kendini inisiyasyon ehli yapabileceğini sanmaktadır. (s. 44)

…inisiyatik bilgiyi ellerinde bulunduranlar bu bilgiyi, tıpkı din dışı eğitim ve öğretimde, (…) birtakım kitabi bilgileri aktardığı tarzda aktaramaz. Burada, bizzat özü itibariyle, tam olarak başkasına aktarılmayan bir şey söz konusudur.
…öğretilebilecek şeyler sadece bu hallerin elde edilmesinde hazırlık mahiyetinde olan yöntemlerdir. (s. 47)

…inisiyasyonun üç şartı
Gizil güç
Bilkuvve güç
Bilfiil güç
1. Nitelik: Bu istidat, insanın tabiatında ve özünde bulunan birtakım imkânlarla oluşur. (…) …inisiyatik çalışma bunun üzerine gerçekleştirilir
2. İntikal/silsile: Bu, geleneksel bir teşkilata bağlanmakla ve manevi bir etkiyle sağlanır.
3. İç çalışma (s. 49)

Düzenli bir geleneksel teşkilata bağlanma,
Tam anlamıyla inisiyasyonu oluşturan şeydir.
Bağlanma bir diriliştir, çünkü insanı insanlığın ilk çağlarında tabii ve normal olan birtakım imtiyazların içine yeniden yerleştirir. (s. 51)

İnisiyasyon, bir iç gerçekleştirme ile teorik bilginin fiili bilgiye dönüşmesini sağlayacaktır.
…insan ancak sahip olduğu bir şeyi başkasına verebilir. (s. 58)

…bireşim, tanım olarak, ilkelerden yani daha derinlerde, daha içeride olan şeylerden hareket eder. Eğer deyim yerindeyse, bireşim merkezden çembere doğru gider, oysaki bağdaştırmacılık bizzat çemberde, adeta atomik saf çoklukta ve kendi içinde ve kendileri için değerlendirilen ve kendi ilkelerinden, yani gerçek varoluş nedenlerinden ayrılmış olan tek tek ele alınan unsurların sınırsız ayrıntısında durur. (s. 65-66)

Geleneksel öğreti öz itibariyle bireşimseldir. (s. 69)

Geleneksel şekiller, hepsi aynı ve tek bir amaca götüren yollara benzetilebilir.
…insan bu yollardan birine girmişse, o yoldan ayrılmaksızın, o yolu sonuna kadar izlemesi uygundur, çünkü birinden diğerine geçmek istemek, tamamen yolunu kaybetme tehlikesi taşımasa bile, gerçekte hiç ilerlememenin, hep yerinde saymanın en iyi yolu olabilir. Ancak nihai noktaya, asıl amaca ulaşan kimse, oraya ulaştığından dolayı bütün yollara hâkim olur; evet bütün yollara hâkim olur, çünkü artık yolları izlemesi gerekmez çünkü amaca ulaşmıştır. (s. 72-73)

…gerçek inisiyatik ayinlerin kökeni hiçbir zaman insanlara mal edilemez; gerçekten de hiçbir zaman o ayinleri ilk kuranların insan olduğu kabul edilemez. (s. 85)

Gelenek sözcüğünün, etimolojik anlamı kısaca intikal,

Modern uygarlık
Yozlaşmanın nihai derecesini temsil etmektedir. (s. 93)

İbranicede Kabbala kelimesi tam anlamıyla bir intikal anlamına sahiptir.

İç ancak dış sayesinde elde edilebilir.

Geleneksel teşkilatlara yön veren etkiler daima yukarıdan aşağıya doğru iner; hiçbir zaman aşağıdan yukarıya doğru çıkmaz; aynı şekilde bir nehir hiçbir zaman kaynağına doğru akmaz. (s. 111)

Vücuda göre ruh ne ise, dini zahirciliğe göre de gerçekten ezoterizm odur: öyle ki, bir din ezoterizmle olan temas noktasını yitirdiği zaman, orada artık sadece ölü bir belge ve anlaşılmaz bir biçimcilikten başka bir şey kalmaz. (s. 112)

İnsiyatik teşkilatlarla gizli cemiyetleri tutmak tamamen yanlıştır. (s. 116)

…din dışı bir insan kitaplardaki yazılı tasvirleri okuyarak ayinlerin nasıl olduğunu öğrense, kesinlikle bu şekilde inisiye olamaz. (s. 120)

…hiçbir zahiri güç inisiyatik teşkilatı ortadan kaldırmaz: bu anlamda da inisiyatik bir teşkilat gerçekten din dışı dünyaca kavranılamaz. (s. 122)

Zahiri nitelikli her sır açığa vurulabilir.
İnisiyatik sır hiçbir şekilde ve tarzda asla açığa vurulamaz, ifşa edilemez.
…onu tanımak bizzat inisiyasyonun bir sonucu olabilir ancak. (s. 134)

İnisiyatik nitelikler
Bu nitelikler yalnızca kişilik/ferdiyet alanına aittirler, (s. 143)

Modern batılılar
İçin ferdiyet sadece varlığın tamamı olmakla kalmaz fakat (…) birbirinden tamamen ayrılmış farz edilen iki ayrı kısma indirgenir: biri vücut/bedendir, diğeri ise (…) hiç uygun olmayan bir şekilde belirtilmiştir. Oysaki gerçek bambaşkadır: ferdiyetin birçok unsurları (…) kesinlikle birbirinden ayrılmış değildir, tam aksine onlar bir bütün oluştururlar. (s. 145)

Ayinler olmazsa, hiçbir şekilde ve tarzda inisiyasyon da olamaz. (s. 163)

…her ayin tam anlamıyla bir semboller bütününden oluşmaktadır. (s. 176)

…sembol tam anlamıyla bir grafiksel ifade biçimdir, mit ise, bir sözlü biçimdir. (s. 180)

Yunanca muthos yani “mit” kelimesi, mu kökünden gelmektedir ve (Latince sessiz, dilsiz anlamındaki mutus kelimesinde bulunan) bu kök kapanmış bir ağzı ve dolayısıyla sessizliği, sükûtu temsil eder.
Anlamı da böyledir. Bu fiilin türevlerinden bazıları (…) mastarı muein olan muo fiilinden iki tane başka fiil türemiştir.
Muao ve mueo
Birincisi muo ile aynı anlama sahiptir.
Mullo / bunun anlamı dudakları kapatmaktır ve ayrıca ağzını açmadan mırıldanmak anlamına da gelir. Mueo / sırlara, misterlere bir giriş yapmak anlamına gelir. (s. 183-184)


Sessizlik fikri bizzat tabiatları icabı izah edilemeyen şeylere (…) atfedilmelidir, sembolizmin genel işlevlerinden birisi de gerçekten izah edilemeyeni telkin etmek, onu önceden sezdirmek ya da daha doğrusu, bir düzenden başka bir düzene, alt düzeyden üst düzeye yani hemencecik yakalanabilecek şeylerden çok zor bir şekilde yakalanabilecek şeylere geçmeyi mümkün kılan duru değişiklikleriyle ona razı olmayı sağlamaktır. (s. 185I

Alegorie / allo agoreuein kelimesinden gelir ve harfi harfine “başka bir şey demek” anlamındadır.

Yunanca musterion / mister kelimesi de doğrudan doğruya sükût fikriyle bağlantılıdır. (s. 187)

Sacratum / kutsal
Secretum / sır

Felsefe, temelde analitiktir, oysaki sembolizm, tam olarak söyleyecek olursak sentetiktir.
…dil insan aklının tam bir aletidir.
Sembolizm ise gerçekten sezgiye dayanır. (s. 193)

Geleneksel bir medeniyette…
Her şey gerçekten ayinsen bir özelliğe sahiptir.

Sanskritçe rita teriminin anlamına göre, ayin “düzene uygun olan şey”den başka bir şey değildir; öyleyse ayin gerçekten “normal” olan tek şeydir. (s. 204)

…inisiyasyonun amacı, saf bilgiden başka bir şey olamaz. (s. 221)

Aperçus sur L’initiation
Türkçeleştiren: Mahmut Kanık
Hece Yayınları

Mart 2003