19 Ağustos 2019 Pazartesi

Lozan Konferansı'nın Türk basınına yansımaları


Ebru Gür - Lozan Konferansı’nın Türk Basınına Yansımaları

…İstanbul basınından Milli mücadeleyi tüm gücüyle destekleyen Vakit, İleri ve İkdâm gazeteleriyle, Anadolu basınından milli mücadeleye öncülük eden ve T.B.M.M.’nin yarı-resmi yayın organı diyebileceğimiz Hâkimiyet-i Milliye gazetesinden Lozan Barış Anlaşması’nı takip etmeye çalıştık.

İleri gazetesi; Celâl Nuri ve kardeşi Suphi Nuri tarafından 1 Ocak 1918 ile 2 Aralık 1924 yılına kadar İstanbul’da yayımlanan, Milli mücadeleyi destekleyen bir siyasi gazetedir

İkdâm gazetesi, başyazarı ve kurucusu olan Ahmet Cevdet tarafından 1894-1928 yılları arasında İstanbul’da yayımlanmıştır.

Vakit gazetesi Filip tarafından 1875 yılında kurulmuştur. Başyazarı Mehmet Said’dir. 26 Ekim 1917 tarihinden sonra gazeteyi Hakkı Tarık Us, Asım Us ve Ahmet Emin Yalman çıkarmaya başlamıştır. Ahmet Emin Yalman, 1920 yılında İngilizler tarafından Malta’ya sürgün edilince gazetenin yönetimi Asım Us’a kalmıştır.

Hâkimiyet-i Milliye gazetesi Mustafa Kemâl isteği üzerine Sivas’ta yayımlanan İrade-i Milliye gazetenin bir devamı olarak 10 Ocak 1920 yılında yayımlanmaya başlamıştır.

Misak-ı Milli
Misak-ı Milli kurtarılmak istenen vatan sınırlarını belirlemiş, azınlık hakları, kapitülasyonlar, boğazlar vb. konularda Lozan’a kadar izlenecek politikayı belirlemiştir (s. 4-5).

Mudanya Mütarekesi’nden yaklaşık bir hafta sonra İtilâf Devletleri, yeni bir savaşa meydan vermemek bunun tehlikelerini izole etmek için, T.B.M.M. Hükümetini ve diğer devletleri yapılacak olan barış konferansına 27 Ekim 1922 tarihli bir nota ile çağırmışlardır.

Devletlerin ortak notası Ankara Hükümeti’nin İstanbul temsilcisi Hamid Bey’e ve İstanbul Hükümeti Dışişleri Bakanı olan İzzet Paşa’ya verilmiştir.
Konferans yeri gazetelerde tartışma konusu olmuştur. Gazeteler, toplanılacak yerin Türkiye topraklarında olması gerektiğini vurgulamışlar…
Neticede tarafsız bir yermiş gibi görünen İsviçre devletler tarafından konferansın yapılacağı yer olarak seçilmiştir.

Gazeteler İtilaf devletlerinin İstanbul Hükümetini davet etmesini öfkeyle karşılanmış… (1 Kasım 1922 tarihli gazeteler)

Mustafa Kemâl ve hükümet almış olduğu bir kararla saltanatı ilga etmiş ve böylece Türk delegeleri de oluşturularak Lozan’a hareket edilmiştir.

Müttefik devletlerin 27 Ekim notasına mukabil, Ankara Hükümeti’nin devletlere verdiği muhtırada Türk milletini sadece T.B.M.M.’nin temsil edileceği belirtilmiştir.

Rauf Bey (Orbay), kürsüye gelerek bu günün bayram olmasını teklif etmiş ve meclis bu teklifi alkışlarla kabul ederek tebliğ bir dua ile celseye son verilmiştir…

Hâkimiyet-i Milliye, Bâb-ı Ali’yi hıyanet ve fesat ocağı olarak nitelendirmiş ve alınan kararı “Tarihi Celse” şeklinde telâkki etmiştir.

Saltanatın kaldırılmasından sonra Tevfik Paşa kabinesi istifa etmiş ve Refet Paşa bu makamı devralmıştır.

Lozan’a Gidecek Olan Türk Delegelerinin Oluşturulması
Türk basını baş delege olarak İsmet Paşa’nın seçilmesini tasvip etmiş, onun olumlu özelliklerini ve Lozan’da neler yapabileceğini hep bir ağızdan yazmaya başlamışlardır.

Konferansta Türkiye’nin taleplerini Mustafa Kemal; “İstiklalimizin kayıtsız-şartsız tasdikini istiyoruz. Milli hudutlarımız dahilindeki toprakların bize verilmesinde ısrar edeceğiz. Ondan sonra bu topraklar dahilinde tamamıyla müstakil yani kâpitülasyonsuz bir Türkiye yaşamasını istiyoruz” sözleriyle özetlemiştir (s. 18).

İsmet Paşa: “Konferansta murahhaslarımızın hatt-ı hareketi Meclis-i Alliyenizce şimdiye kadar kabul edilen antlaşmalar ile Misak-ı Millimizden ibarettir.”

Türk delegeleri, Lozan’a gitmek için 4 Kasım’da Ankara’dan özel bir trenle İstanbul’a gelmek için hareket etmiştir.

Mudanya zaferinden kısa bir süre Lyod George’nin politikasının iflas etmiş olduğunu anlayan İngiltere’de koalisyon hükümetinin ortağı Muhafazakar Parti hükümetten ayrılmış netice itibariyle desteksiz kalan L. George istifa ederek yeni seçimlerin yapılması kararlaştırılmıştır.
Lord Curzon, seçimlerden önce 9 Kasım 1922’de Londra’daki büyük nutkunda özellikle L. George’ye karşı ağır sözler söylemiştir. Bu nutkunda L. George’yi “aktör” ve “siyaset heveslisi” kelimeleriyle tahkir etmiştir.
Lord Curzon’un büyük seçim propagandalarıyla 15 Kasım 1922’de yapılan seçimleri muhafazakar parti kazanmış ve Dışişleri Bakanlığına da Lord Curzon getirilmiştir.
İngiltere konferansla çok ilgiliydi. Bunun başlıca sebebi şüphesiz Musul yani Irak sınırı ile boğazlardı.

Lord Curzon, Türkiye’nin Misâk-ı Milli belirlenen en asgari taleplerini “müttefiklere karşı bir hakaret“, “Avrupa’ya karşı da bir meydan okuma “ şeklinde telakki etmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, 23 Kasım 1922, No:669, s.2.; İleri, 10 Kasım 1922, No: 1712, s.1.; Vakit, 10 Kasım 1922, No:1764, s.1.).
Fransa, Türkiye’yi geleneksel Fransız politikası adını verdikleri politikayla dost bir yüz sergileyerek Türkiye’den menfaatlerini alabileceklerine inanmışlardır. Konferansta Fransa özellikle borçlar, kapitülasyonlar ve ayrıcalıklarla ilgilenecektir.

Türk basınında yazarlar gerek Lozan Konferansı öncesi Fransa’dan olumlu bir şekilde bahsetmiştir.

1.Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yeni rejimlerden biri de İtalya’da faşizm olmuştur. Mussolini’den önceki İtalyan başkanlarının Türkiye politikasında genel olarak kuvvetli bir Yunanistan görmektense bağımsız bir Türkiye görmek istediklerini gözlemlemek mümkündür. Mussolini; “İtilaf devletlerinin Türkiye’ye karşı ortak bir cephe oluşturmasını, Yunanistan’ı yenen Türkiye’nin bütün İtilaf devletlerini yenmiş sayılmayacağını, gerekirse boğazlarda Türkiye’ye karşı ortak savunma yapılmasını” istemiştir.

İtalya konferansta kapitülasyonlar, adalar ve kabotaj sorununa ağırlık verecektir.

Rusya dahil olmadığı halde alınacak kararların Rusya’nın tanımayacağını beyân etmiştir.

Amerika, Osmanlı İmparatorluğu ile savaş halinde olmadığı için konferansa gözlemci olarak katılma kararı almıştır.
Amerika Hükümeti, Yakın Doğu’da Amerikalıların menfaatleri olduğunu ve gözlemci sıfatıyla memurlar göndereceğini, azınlıkların himayesi, mekteplerinin vaziyeti, boğazların serbest olması gibi Amerika’yı alakadar eden konularda yakından ilgili olduğunu” bildirilmiştir.

Yunanistan tarihi süreç içerisinde geleneksel politikasını “Megali İdea” esasları üzerine kurmuştur. Yunanlıların İzmir’e dökülmesiyle birlikte büyük bir hezimete uğrayan Türklerin en büyük düşmanı Yunanistan bu emelinden asla vazgeçmemiştir.

Bulgaristan’ın konferansta yalnız Boğazlar rejimi ile Trakya sınırının belirlenmesi ile müzakerelere katılmasına müsaade edilmiştir.

…Romanya’nın Lozan Konferansı’na menfaatini muhafaza edileceğinden emin bir halde müttefiklerle tam bir birlik dairesinde iştirak edeceğini beyân etmiştir. Romanya’nın tek amacının Balkanlarda tam bir sükûnet temini olduğunu da sözlerine ilâve etmiştir.

Lozan’da barışın yapılması noktasında istekli gözüken devletler, kendi menfaatleri noktasında savundukları fikirlerin yanında genel itibariyle hemfikir oldukları noktalarda birlikte hareket etmeyi önermişlerdir.

İngiltere, Fransa ve İtalya’ya uzun bir muhtıra göndererek konferanstaki barış şartlarını tespit etmiştir.
Lord Curzon’un barış şartları şöyleydi: “Batı Trakya’da Türklerin istediği plebisit yapılmasıyla ilgili Türk istekleri reddedilmeli, Trakya sınırı 1915’te imzalanan Türk-Bulgar Anlaşmasına göre olmalı, Boğazlar sorunu açıkça görüşülmeli ve askerden arındırılarak denetlenmeli, kâpitülasyonlar kaldırılmamalı, Ege Denizi’ndeki adalar bağlaşıklara verilmeli, Suriye ve Irak sınırı aynen muhafaza edilmeli, Türkiye kendi askerlerinin gömüldükleri mezar yerleri bağlaşıklara verilmeli, Türklerin Yunanlılardan istediği savaş tazminatı reddedilmeli, Türkiye’den savaş tazminatı istenmeli, Mudanya Bırakışması sert bir biçimde uygulanmalı, Lozan onaylanmadıkça işgal kuvvetleri İstanbul’dan çekilmemeli, Türkiye’deki azınlıkların hakları güvence altına alınmalı, Türk askeri bilhassa Doğu Trakya’daki kuvvetler sınırlandırmalı, anlaşmanın mâli hükümleri bağlaşık uzmanları arasında kararlaştırılmalı, Türkiye savaştan önce bağlaşıklara verilen ayrıcalıkları tanımalı ve Mudanya’dan bu yana hükümsüz ilân ettiği sözleşmelerin hâlâ yürürlükte olduğunu kabul etmeli.” Ayrıca Poincara özellikle adlî ve malî kapitülasyonların sürdürülmesinden ve Ege Denizi’ndeki adaların Türkiye’ye verilmesinden yana olduğunu, Musul konusunda İngiltere’yi destekleyeceğini, karşılıklı olarak savaş tazminatından vazgeçilmesini, Osmanlı Devleti tarafından verilen ayrıcalıkların güvence altına alınması ve Doğu Trakya’nın askerden arındırılmasını istiyordu. Mussolini ise Batı Trakya’da plebisite karşı olduğunu ve kapitülasyonların başka nam altında korunması gerektiğini ifade ediyordu (s. 36-37).

Lozan Konferansı Öncesi Türkiye aleyhine sistematik bir biçimde çeşitli propagandaların yapıldı:
Bu propaganda genellikle, “Türkiye’nin Mudanya Anlaşması ile belirlenen sınırı geçecekleri, İstanbul’da kendilerine düşmanlık eden unsurlara karşı intikam politikası güdecekleri, yabancı okulları kapatacakları ve barış konferansı sonuçlanmadan İstanbul’a ve Çanakkale’ye yürüyerek şehri ve boğazları alacakları” iddiaları şeklinde kendini göstermiştir (Ali Naci Karacan, Lozan, s.76.).

4 Kasım 1922 tarihli “Times” gazetesinde çıkan bir haberde, T.B.M.M. Hükümeti’nin sözde Anadolu’daki tüm Hristiyanları ihraç edeceğini tahrikkâr bir lisanla yazıp bu konuda kamuoyu oluşturma çabalarına girdi…

İngiltere’nin konferansı ertelemek istemesi taleplerine karşın Fransa ve İtalya Hükümeti konferansın biran evvel başlamasını istediklerini gazetelerden çıkan haberlerden öğrenmek mümkündür.

Devletlerin daha konferans başlamadan sözlerinde durmayıp konferansı ertelemeleri Türk basınında da sert yazılar yazılmasına ve çeşitli endişelerin doğmasına sebebiyet vermiştir.

İsmet Paşa (İnönü), konferansın ertelenmesinden faydalanmaya çalışarak Fransa Hükümeti’nin daveti üzerine yanında Münir, Tevfik ve Atıf Beylerle birlikte Paris’e gitme kararı almıştır. Fransa başbakanı ve Dışişleri Bakanı olan Poancara ile karşılıklı nabız yoklamaya yönelik bir takım temaslarda bulunmuştur.

…konferans başlamadan Türk basınında dikkatimizi celbeden hususlardan biri Fransızlara karşı beslenilen güvendir. Bu güven yazarlar tarafından sadece konferansın kesilme sürecine kadar devam edecek, daha sonra bu güvenin yerini ümitsizlik olacaktır.

Konferans İsviçre Konfederasyonu Başkanı M. Haab’ın nutku ile açılmış (…) barışın akdedilmesi gerektiği temennisinde bulunmuştur.
(ardından)  Lord Curzon söz alarak: “akd edilen konferansın hüsn-ü suretle senelerden beri şarkta devam eden hal-i harb nihayet bulacak ve beşeriyet sulh ve sükûna kavuşacaktır.”

İsmet Paşa (İnönü) cevaben Fransızca bir nutuk okumuştur. …istiklalimizi kazanmak için Mondros’tan bu yana yapılan milli mücadelemizden, Anadolu’da yapılan tahribatlardan, masraflarımızdan bahsetmiştir. İsmet Paşa (İnönü) nutkunda, Türkiye’nin barışı biran evvel temin için büyük çaba göstereceğini ve Türkiye’nin kayıtsız şartsız tam bir bağımsızlık istediğini özellikle vurgulamıştır.

Konferans için İngilizce, Fransızca ve İtalyanca olarak üç resmi dil kabul edilmekle beraber tercümelerle vakit kaybedilmemesi için herkesin bildiği Fransızcanın kullanılması kararlaştırılmıştır.
İsmet Paşa’nın komisyonlardan birinin başkanlığının Türklere bırakılması, genel sekretere bir Türk yardımcısının verilmesi Türk delegeleri sayısının ikiden üçe çıkarılması gibi ilk teklifleri kabul edilmemiştir (s. 48-49).

Balkan devletleri birlik halinde İngiltere, İtalya ve Fransa ile birleşip Türkiye’nin haklı taleplerine karşı çıkmışlardır. Meriç’in sınır olmasını, Karaağaç’ın Yunanistan’da kalması konusunda fikir birliği içine girmişlerdir.

Lord Curzon, konuşmasında Batı Trakya’da oylamaya başvurulması teklifinin Türklerin buralarda çoğunlukta bulunduğundan dolayı ileride buraları Türkiye’nin geri alabilme tehlikesini doğuracağından müttefiklerin Türkiye’ye bu hakkı vermeyeceklerini dile getirmiştir.

Gazeteler incelendiğinde bu konuda (Batı Trakya konusu) Türk delegelerine sonsuz güvenildiği gözlemlenmektedir. Yazarlar devletleri bu konuda gerçekçi ve mantıklı davranmaya davet etmiş bu hususta birtakım uyarılarda bulunmuşlardır. Türkiye’nin buraları ilhâk amacı gütmediğini, amacının buralardaki soydaş ve dindaşlarını Yunan, Bulgar zulmünden kurtarmak olduğunu izah etmek isteyen yazarlar, istenilen Karaağacı’nda Türkiye’nin güvenliği açısından önemini vurgulamışlardır (s. 57).

Musul konusunda Türk tezi
1.Musul vilayetinde çoğunluk Türk’tür.
2.Coğrafi ve siyasi bakımdan bu vilayet Anadolu’nun ayrılmaz bir parçasıdır.
3.Hukuken henüz Türkiye’nin bir parçası olan buralar hakkında İngiltere’nin imzaladığı anlaşmalar geçersizdir.
4.Musul, İngilizler tarafından mütarekeden sonra işgal edilmiştir. Bundan dolayıdır ki aynı hale maruz kalmış diğer Türk toprakları gibi Türkiye’ye verilmelidir.

Lord Curzon, 1921’de Emir Faysal’ın Irak Krallığına seçilmesine Musul’un da katıldığını ve 1922’de Irak ile İngiltere arasında yapılan anlaşmaya göre her iki tarafın Irak’tan hiçbir toprak vermemeyi yükümlendiğini bildirmiş ve Musul’un Türkiye’ye verilmeyeceği yolunda Arap halkına vaatte bulunulduğunu, Musul tarafından seçilmiş olan Irak kralına ve Milletler Cemiyetinin rızası olmaksızın manda yönetimi altındaki Irak toprağı Türkiye’ye verilemeyeceği için Milletler Cemiyetine karşı İngiltere’nin yükümlülükleri olduğunu söylemiştir (s. 59).

Curzon, Türkiye’nin Musul’u alması halinde Türk sınırının Bağdat’tan ancak 60 mil uzaklıkta olacağını bunun da Irak için güvensizlik yaratacağını söylemiştir.

Musul meselesinde günün basınında önemli bir tartışma konusu İngiltere’nin Cemiyet-i Akvama müracaat isteğiydi. Gazeteler bu hususta uzun uzadıya yazılar yazmışlar ve İngiltere’nin gerçek amacını ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Suphi Nuri (İleri)’de yazmış olduğu makalesinde Cemiyeti Akvam’da İngiltere’nin bariz bir ağırlığının olduğunu bu nedenle bu kararın Türkiye aleyhine olacağını ifade ederek bu konuda bir takım uyarılarda bulunmuştur (s. 63).

Mustafa Kemâl Paşa, İzmir İktisat Kongresi’nde Lozan Konferansı’nda Musul’a ilişkin gazetecilerin sorusuna; “…Biz Musul’u bir vatan meselesi şeklinde addediyoruz. Onlar ise bir petrol meselesi olarak düşünüyorlar…” (İkdâm, 3 Şubat 1923, No: 9298, s.1.) şeklinde cevap vererek bu konudaki Türkiye’nin gerçek amacını ortaya koymuştur (s. 66).

“Times”, 23 Ocak 1923 tarihli nüshasında “Türkler ve Musul” başlığı altında yazdığı bir baş makalesinde; Musul meselesinin İngiltere için bir namus ve itibar meselesi olduğunu belirtirken, “Daily Chronicle” gazetesi de (…) “Türklerin Musul hakkındaki dik kafalılıkları devam ediyor… Musul’dan çıkacak olursak bunu Türk tehdidi altında değil, kendi rızamız ile yapmalıyız. Kendi menfaatimiz ve Araplara verdiğimiz teminat ile sıkı sıkıya alakadar olan bu meselelere hariçten cebri bir muamele ile hareket edecek olursak Şark-i Kârib’deki yerimiz ebediyen mahvolacaktır.” (…) şeklindeki sözleri günümüzde İngiltere ve Amerika öncülüğündeki Büyük Ortadoğu Projesi’ne ışık tutmaktadır (s. 67).

İtalyan “Chicago Tribune” gazetesi 31 Ocak 1923 tarihli nüshasında İngiltere’nin bu bölge üzerindeki emellerini; “…İngiltere’nin Türkiye’ye karşı amacı, Musul petrol kaynaklarını ele geçirmek ve İstanbul’u yeni bir Cebel-i Tarık haline koymak arzusundan ibarettir…” şeklindeki çarpıcı sözlerle ortaya koymuştur (s. 68).

Adalar
Türk heyeti Gökçeada ve Bozcaada’yı 1914 Londra Konferansı kararına dayanarak, Semadirek’i ise Boğazların hukuki durumu nedeniyle, bu adaların bir eşi olarak talep etmiştir. Yunanistan ise Semadirek ve Limni adasını dava dışında tutarken, Bozcaada ve Gökçeada’yı halkı Rum olduğunu iddiasını ileriye sürerek talep etmiştir.
İmroz ve Bozcaada’nın Türk olarak kalması kabul edilmiş ortadaki yani merkezdeki adaların askerden arındırılması ile kendilerine mahalli bir idare verilmesi noktasında uzlaşma sağlanmıştır.

Boğazlar Meselesi
Rusya’nın sıcak denizlere inme ve İngiltere’nin de Doğu Akdeniz ve Hindistan yolunu emniyete alma sevdası bu iki devlet arasında Boğazların durumunu diğer devletlere göre daha önemli kılmıştır.

Türk görüşü, (…) İstanbul ve Marmara Denizi’nin emniyetinin korunması şartıyla İstanbul ve Çanakkale’deki boğazları milletlerarası ticaret gemilerine açık bulundurulacaktı (s. 73).

Boğazların sadece ticaret gemilerine açık ve bütün savaş gemilerine kapalı tutulmasını isteyen Rusya, Türkiye’nin de boğazları tahkim etmesi gerektiğini ileriye sürmüştür.

Boğazların açık olması en kuvvetli deniz devleti lehine eşitliği bozar.

Müttefikler, boğazların hem ticaret hem de harp gemileri için mutlak olarak açık olması, bu açıklığın teminatı olarak boğazların her iki tarafının askersizleştirilmesi ve milletlerarası bir idarenin bu işi idare ve kontrol etmesi şeklinde fikirlerini beyân etmişlerdir.

Ahmet Cevdet (Oran) boğazlar meselesinde Fransa’nın pasif, İngiltere’nin de konferansa tek hakim tavrını eleştirmiştir (“Boğazlar Meselesi,” İkdâm, 27 Aralık 1922, No: 9360, s.1.).

Suphi Nuri (İleri) de boğazlar meselesinin çözümü hakkında Lozan’da Türkler ve Ruslardan hariç diğer devletlerin hayallerle meşgul olduklarını ve boş yere zaman kaybedildiğini vurgulayan bir makale yazmıştır (“Lozan’da Hayal ve Hakikât,” İleri, 6 Aralık 1922, No:1738, s.1.).

Boğazlar meselesinin son oturumu 1 Şubat 1923’te yapılmıştır.

Azınlıklar sorunu başta İngiltere olmak üzere diğer devletlerin Türkiye aleyhine kullandığı önemli bir propaganda aracıydı.
İngiltere dil ve ırk ayrımı yaparak başta Kürtler olmak üzere diğer etnik unsurları da Ermeni ve Rumlar gibi azınlıklar statüsüne koymak istemiştir (s. 83-84).

“Azınlıkların Korunması” ismini taşıyan 37-45. maddelerinin hepsinde Türkiye “gayr-i Müslim” azınlıklar tabirinin kullanılması kararlaştırılmış, mesele böylece Türk tarafının istediği şekilde çözümlenmiştir.

…milli hâkimiyet prensiplerimizle bağdaşmayan tekliflere Türk basınının tepkisi oldukça serttir. Özellikle Cemiyet-i Akvâm meselesi basında bir hayli yer bulmuştur. Cemiyet-î Akvam’ın İngiltere tarafından yönlendirildiğine inanan yazar Suphi Nuri (İleri) endişelerini; “…Bu cemiyetle her nasılsa İngiltere ve sömürgelerinin bir çok reyleri vardır. Yani İngiltere’nin görüşleri galip geliyor. Birde Cemiyet-i Akvâm iki üç senedir diğer memleketlerin azınlıklarını himaye ile mükellef olduğu halde Avrupa’da yaşayan yüzbinlece müslümanı Sırpların ve Romanyalıların, Bulgarların ve Yunanlıların zulümlerinden kurtaramadı. Bugün Sırbistan’da yaşayan Müslümanların hakk-ı hayatları tehlikededir… İşte bu tür memleketler Sırbistan, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan Cemiyet-i Akvâma dahildirler. Bu cemiyet bu memleketlerde yaşayan azınlıkları yani Müslümanları korumaya mecburdur. Biz Cemiyet-i Akvâma sorarız. Şimdiye kadar Müslüman azınlıkları müdafaa için ne yaptı?” / İleri, 29 Aralık 1922, No: 1761, s.1.

Ahmet Şükrü (Esmer): “…Namuslu ve vahdetli hiçbir Türk hiç bir Müslüman sulh konferansında düşmanlar tarafından müdafaa edilecek bir vaziyette bulunmuş değildir…” / Vakit, 7 Ocak 1923, No: 1822, s.2.

Ermenilere toprak verme çalışmaları
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Kafkasya’nın güneyinde merkezi Erivan olan bir Ermenistan Devleti kurulmuştur. Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınırlar 2 Aralık 1920 tarihli Gümrü Anlaşmasıyla belli olmuştur.
Ermeniler Lozan’da bir Ermeni bürosu açarak isteklerini Lozan Konferansı’na sunmuşlardır: 22 Eylül 1922’de Milletler Cemiyeti’nce Anadolu’da bir Ermeni Ocağı’nın öngörülmesi gerekçesini öne sürerek Lozan’da faaliyetlerde bulundular.
Lord Curzon, Ermenilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu kastederek “kendi topraklarında oturmak özleminde bulunmasını doğal saydığını” ve onlara kuzeydoğu Anadolu’dan ve Çukurova’dan bir parça arazinin Ermenilere verilmesi gerektiğini söylemiştir.
Lord Curzon’a cevap olarak Türkiye’deki tüm arazilerin çoğunluğunun Türklerin oluşturduğunu belirttikten sonra Türkiye’den daha büyük araziye sahip olan batının topraklarında Ermenilere bir yurt verilmesinin daha uygun olacağını kaydetmiştir.
  
Lozan’da bu mesele hakkında özellikle Ermeni Cemaatinin temsilcileri ve Ermeni misyonerlerin faaliyetleri göze çarpmaktadır.
Türk basınından yazarlarda bu misyonerlere dikkat çekerek bunların Amerika delegeleri üzerindeki baskılarından söz etmişlerdir (s. 94).

Mübadele
Yunanistan Rum göçüne karşı mübadeleyi istiyor fakat bir yandan da “Megali İdeası”na bir darbe indireceğinden mübadeleyi istemiyor…

Yunanistan’ın İstanbul’da bulunan Rumların mübadelesini kabul etmemesini yazar Ahmet Şükrü (Esmer) İstanbul’daki Rumların mübadeleye tabi tutulduğu takdirde Yunanistan’ın İstanbul üzerindeki malûm olan iddiasından vazgeçmesi anlamına geleceğinden, bu konuda ısrar edildiğini belirtmiştir (Vakit, 7 Aralık 1922, No: 1791, s.3.).

İngiliz gazeteleri, İstanbul Rumlarının mübadeleye tabi tutulmasıyla İstanbul ticaretinin felce uğrayacağı iddialarında bulunmuştur.

Mübadele Mukavelesi 30 Ocak 1923’de imzalanmıştır. İstanbul’un Rum ahalisi ve Batı Trakya’nın Müslüman ahalisi mecburi mübadelenin dışında tutulmuştur.

Bu anlaşma her iki ülke tarafından farklı uygulamaya sahne olmuştur. Türkler bunu harfiyen uygulayarak tüm vatandaşlara eşit muamele yapmış, Yunanistan ise Batı Trakya’da kalan Türkleri ezerek bir asimilasyon çabasına girmiştir.

Tazminat Meselesi
Yunanistan başta olmak üzere diğer devletler Türkiye’yi yakıp-yıkmadıkları yetmiyormuş gibi bir de işgal masrafı ve tebaalarının zarar ve ziyanları için Türkiye’den tazminat istemeye yeltenmişlerdir.

İsmet Paşa (İnönü) Vakit gazetesinin Lozan muhabirine; “…Harp esnasında ecnebi tebaanın gördükleri zarar ve ziyanı tazmin etmeye hazırız. Ancak devletlerle bi’l-mukabele mütareke ahkâmına katiyen karşı olarak memleketimizi vâki olan işgalleri zamanında Türkler tarafından görülen zarar ve ziyanları ödemelidirler…” / Vakit, 29 Aralık 1922, No: 1813, s.1

Fransa delegesi Bompard sık sık Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin yenilgisinden bahsederek, savaş masraflarını vermek mecburiyetinde bulunduğunu iddia etmiştir.

Fransa’nın savaştan sonra mükâfat olarak Suriye gibi en zengin bir vilayetimizi aldığını ifade eden gazeteler bu anlamda Fransa’yı açgözlü olmakla itham etmiştir.

Kapitülasyonlar
Amerikan temsilcisi Child, Avrupa’nın bu konuda birlik halinde olduğunu ve Amerika’nın da Avrupa’ya bu konuda katıldığını belirtmiştir. Müttefikler, kapitülasyonları başka bir ad altında kurtarmaları mümkün olmayınca bir geçiş dönemi (intikal devresi) olmasını istemişlerdir.

Mustafa Kemâl İngiliz “Morning Post” gazetesinin Ankara muhabiriyle yaptığı mülâkatında, kapitülasyonlarla ilgili Türk tezini şu sözlerle açıklamıştır: “…Türkiye’de yaşayan ecnebilere istiklalimize muhalif özel imtiyaz bahşedemeyiz. Onları kendi tebaamızla eşit tutmaya ve aynı hukuktan faydalandırmaya hazırız. İngiltere, Fransa, Amerika’da malûm olmayan bir takım hukuku veremeyiz. Türkiye’nin her hususta müstakil olduğu bütün dünyaya malûm olmalıdır…” / İkdâm, 27 Aralık 1922, No: 9360, s.1.

(Musul, kapitülasyon, Karaağaç, maliye, Yunan tazminatı meseleleri çözüme kavuşturulmamışken) …müzakerelerin ardından müttefiklerin eski zihniyetlerinden vazgeçmemeleri, özellikle Türkiye’yi iktisadî ve malî sahada bir esarete sokmak istemeleri, buna mukabil Türkiye’nin “Misâk-ı Milli” den taviz vermek istememesi neticesinde konferans dağılmıştır.

…özellikle iktisadi mesellerle de gerginlik had safhaya ulaşmıştı.

Mustafa Kemâl Eskişehir gezisindeki nutkunda; Türkiye’nin samimi bir şekilde barıştan yana olmasın rağmen, karşı taraf savaş isterse şimdiye kadar olduğundan Türkiye’nin daha kuvvetli bulunduğunu belirterek devletlerin bundan zararlı çıkacağını iddia etmiştir (Vakit, 18 Ocak 1923, No: 1833, s.1.).

…gazeteler, müttefiklere yüklenmişler, konferansın çıkmaza girmesinden İngiltere ve Fransa’yı sorumlu tutmuşlardır (s. 123).

Vakit gazetesinden Ahmet Şükrü (Esmer), devletlerin Türkiye ile ayrı ayrı barış yapmasını tavsiye etmiştir (Vakit, 2 Şubat 1923, No: 1848, s.2.).

Vakit gazetesinden Ahmet Emin (Yalman) de münferit barışın yapılması gerektiğine inanmıştır. Bu konuda İngiltere’yi eleştiren yazar, Fransa ve İtalya ile İngiltere’den bağımsız bir barışın yapılması gerektiğinin altını çizmiştir (Vakit, 27 Ocak 1923, No: 1842, s.1.).

…müttefikler 31 Ocak 1923 günü Türkiye’ye barışın esaslarını içeren bir anlaşma tasarısı sunmuşlardır.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi müttefiklerin Türkiye’ye sunduğu bu sözleşme tasarısını şöyle maddelemiştir:
1. Karaağaç Yunanlılara bırakılıyor
2. Karadeniz ve Akdeniz arasında Türk, Yunan, Bulgar hududunun her iki taraftaki mıntıkalar askeri kuvvetlerden arındırılıyor
3. Trakya’daki kuvvetlerin adedi beş bine indiriliyor
4. Irak hududu Cemiyet-i Akvam tarafından tayin olunuyor
5. Türkiye’ye iade olunan İmroz ve Bozcaada’lardan başlıca diğer Akdeniz adaları üzerinde Yunan hâkimiyeti tasdik olunmuştur. Yunanistan, Sakız, Sisam, Bingariye adalarını askerden tecrid edecektir. Türkiye İtalya lehine Ege Denizi’ndeki 12 adanın hukukundan feragat eder
6. Türkiye kendisine ayrılan arazi hakkında mevcut kararlar ve müstakileyi tanıyacaktır.
7. Evvelce ilân edilen şartlar altında boğazların serbestisi, Akdeniz ve boğazları sahilden 15 km derinliğinde asker kuvvetinden tecridi, Türklerin İstanbul’da on iki bin asker bulundurabilmesi, Türk başkanlığı altında uluslar arası komisyonun boğazlardan geçişi tanzim etmesi, Boğazlara ilişkin ahkâmın ihlâli halinde Cemiyet-i Akvâm kararıyla devletlerin birlikte müdafaa etmeleri bu hükümlerdendir.
8. Türkiye azınlıklar hakkında batı devletleri muahedetında bulunan hükümleri Cemiyet-i Akvam zımmani altında kabul eder.
9. Evvelce neşredilen şartlar hakkında Türkiye ile Yunanistan arasında ahalinin mübadelesi mecburidir.
10. Kapitülasyonlar esas itibariyle lağvedilmiştir. Muahed namede adliyeye, vergilere, ticarete ve gümrüklere ait işler için bir intikâl devresi sokulmuştur. Yabancı yargıçlar beş yıl süre ile Türk yargıçlarıyla beraber görev yapacak, gümrük tarifesinin beş sene müddetle 1916 tarifesinden ibaret olması, ithalat yasağının kaldırılması muahede hükümlerindendir.
11. Kasım 1914’teki Duyûnun Türkiye ile Osmanlı İmparatorluğunu istihlâf (birinin yerine geçme) eden hükümet arasında dağıtılacaktır. Bu taksim Duyun-u Umumiye Meclis İdare’si tarafından tesbit olunacaktır. Türkiye 37 sene zarfında 15 milyon altın lira ödeyecek ve Yunanistan hiçbir tazminat talebinde bulunmayacaktır. Muahede, Duyun-u Umumiye İdare’sini Türkiye içinde ikinci bir devlet vaziyetine koymakta adli, mali ve iktisadi istiklalimizi def etmektedir.” / Hakimiyeti-i Milliye, 31 Ocak 1923, No: 717, s.1.

İsmet Paşa (İnönü), Türkiye’nin milli hâkimiyet prensibiyle bağdaşmayan bu projeyi asla kabul edilmeyeceğini basın yoluyla tüm dünya kamuoyuna duyurmuştur.

Her yönden milli istiklâl prensiplerimize aykırı olan bu projeyi gazeteler; “Yeni bir Sevr Muahedenâmesi (İkdâm, 31 Ocak 1923, No: 9295, s.1.),” “Eser-i marifetleri olan muahede metnine dair tafsilât gelmiştir. Bu kabul edilecek bir muahede değildir (Hâkimiyeti- Milliye, 31 Ocak 1923, No: 717, s.1.),” şeklindeki cümlelerle kesin bir dille reddettiklerini ifade etmişlerdir.

Bu tasarı dış basında da büyük bir akis yaratmıştır. Türkiye’nin bunu kabul etmemesi halinde olabilecek tüm olumsuz gelişmelerin sorumlusunun Türkiye olacağını belirten bu gazeteler projeye övgüler yağdırmışlardır.
“Times” sanki alay edercesine bu anlaşma tasarısı hakkında; “ Düvel-i muazzamın hiçbiri tarafından Türkiye’ye şimdiye kadar bu derece müsaid şartlar teklif edilmemiştir. Bugün bu şartlar hemen hemen kâinatın manevi yardımıyla beraber bütün düvel-i muazzama tarafından teklif edilmektedir. Eğer Türkiye bu şartları reddederse neticelerden mesûl tutulacaktır” şeklinde yayın yapmıştır (s. 131).

4 Şubat 1923’te Türkiye tarafından müttefiklere karşı bir anlaşma tasarısı sunulmuştur.
Türk delegelerinin hazırlamış olduğu mukabil projede; sınırlar, Trakya, adalar ve boğazlarla ilgili koşulları, Karaağaç, Meriç demiryolu, İmroz ve Bozcaada, Gelibolu garnizonu ve Anzakların mezarları hususlarında devletlerin önerileri kabul edilirken, Musul meselesi de bir yıl süre ile ertelenip İngiltere ile Türkiye arasında görüşülmesi, adlî kapitülasyonlar konusunda devletlerin görüşleri milli hakimiyetimizle bağdaşmadığından kabul edilmemiştir. Mali ve ekonomik meseleler de sonradan görüşülmek üzere anlaşmadan çıkarılması teklif edilmiştir (s. 133).

Yazar Ahmet Emin (Yalman), konferansın dağılmasının sebebini dört esas noktadan tayin etmişti: Bunlardan birinin şahsi meseleler olduğunu, ikincisinin bir devletle olan hesabın ayrı ayrı görüşülmemesi, birbirine zıt olan arzu ve menfaatlerin genel ve bütün halinde Türk görüşüyle uyuşturulmak istenmesini yani; “İngiliz taassubu ve imha siyaseti, Fransız menfi siyaseti, muayyen ve gayr-i muayyen İtalyan emelleri ve Büyük Yunanistan hayalinin hortlak şeklinde gölgeleriyle birleşince bir hamlede sulhun güneşini doğuracak sebep çok güçtür” şeklinde açıklayan yazar üçüncü sebebinde devletlerin Türkiye’nin hayat kuvvetine inanmamaları, memleket içerisinde karışıklık bir iç savaş beklemelerine yani Türkiye’nin zayıf halinin ortaya çıkacağına inanmalarını göstermiştir. En son sebebinde tüm devletlerin Türkiye’ye karşı birlik oluşturmalarını, Lozan şehrinin Türkiye’ye uzak, yabancı ve düşman olmasının dolayısıyla İsmet Paşa’nın hükümet ve memleket kamuoyuyla sıkı bir temas halinde bulunmayışının etkisinin olduğunu belirtmiştir (“Lozan’da İsmet İnönü”, Vakit, 1 Şubat 1923, No: 1847, s.1.). (s. 138)

İngiliz basını konferansın dağılmasının sebebini İsmet Paşa olarak göstermiştir.
“Morning Post” alınacak ortak kararın Fransa ile İngiltere arasında Ren ile Akdeniz’i de içine alan bir karar olması gerektiğini belirterek her iki ülkenin çıkarları olan yerleri kastetmek istemiştir (s. 142).

(Konferans kesintiye uğrayıp da yurda döndükten sonra) İstanbul’dan sonra İsmet Paşa (İnönü), Eskişehir’de İzmir’den dönen Mustafa Kemâl ile buluşmuş ve birlikte Ankara’ya dönmüşlerdir. İsmet Paşa’nın meclisten önce Mustafa Kemâl ile görüşmesi Ankara’da bazı mebusların tepkisine yol açmıştır.
24 Şubat’tan 6 Mart’a kadar mecliste hararetli tartışmalar meydana gelmiştir. İkinci gruptan milletvekilleri Lozan’da Misâk-ı Milli’nin yeterince savunulmadığı görüşünü ileri sürmüşlerdir.

Müttefik devletler, Türk mukabil tasarısını tedkik etmek, aralarındaki mevcut problemleri asgari düzeye indirmek ve neticede ortak bir karara varmak için 21 Mart 1923’te Londra’da bir toplantı düzenlemeye karar vermişlerdir.

İleri gazetesi yazarlarından Suphi Nuri (İleri) de Türkiye’nin Londra Konferansı’ndan barış beklediğini aksi durumda hiçbir devletin savaşı göze alamayacağını en kötü ihtimalin barışı uzatmak olacağını ifade ederken bundan en fazla devletlerin zarar göreceğini izah etmeye çalışmıştır (“Londra İçtima,” İleri, 21 Mart 1923, No: 1844, s.1.).

“Daily Mail” gazetesi 22 Mart 1923 tarihli nüshasındaki bir baş makalesinde bir neticeye varılmazsa savaş çıkabileceğini ve bu konuda Türkiye’nin blöf yapmadığını vurgulamıştır (s. 162).

Londra’da toplanan müttefikler nihayet 31 Mart 1923’te kararını açıklamışlar ve notalarında Türkiye’nin mukabil tasarısını birçok yerden kabul edilemez bulmuşlardır.

Müttefiklerin 31 Mart tarihli notalarına Türkiye, 8 Nisan 1923’te Türkiye’nin kararını açıklayan bir nota cevabı göndermiştir.

Türkiye notasında, konferansın ilk döneminde uzlaşmaya varılan noktalarla uzlaşılmamış noktaları ayrı ayrı belirtmiştir. Buna göre; Musul sorunu eğer barış anlaşmasından sonra bir sene içinde çözülmezse Milletler Cemiyeti’ne başvurulması, Karaağaç’ın Yunanlılara bırakılmasının, Boğazlar ve azınlıklar konusunda da belirlenen koşulların kabul edileceği belirtilmiştir. Kapitülasyonların kaldırılması ve Osmanlı Genel Borcu’nun, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış olan devletler arasında paylaştırılması üzerindeki Türk talebi aynen tekrar edilmiştir (s. 167).

…neticede yarım kalan Lozan Konferansı’nın tekrar toplanılmasına karar verilmiştir.
Türkiye yeni müzakerelerin başlamasına kadar ki geçen süreyi iyi değerlendirmeye çalışmış: İzmir İktisat Kongresi ve Amiral Chester’e kendi adını taşıyan bir takım imtiyazlar verilmesi ve seçim kararı alınarak meclisin dağıtılması gibi…

Chester İmtiyazı 9 Nisan 1923 tarihinde T.B.M.M. tarafından tasdik edilmiştir.

Bu projeye en fazla tepki gösteren daha önce bu imtiyazların kendilerine verildiğini iddia eden Fransa idi.

Türkiye bir yandan Lozan’da Amerika’nın yardımını almak için bu imtiyazla uğraşırken diğer yandan da diğer devletlerin sert muhalefetiyle karşı karşıya kalmış bu da ikinci dönem Lozan Konferansı öncesi gergin bir havanın oluşmasına neden olmuştur.

Meclisin feshi
Yazar Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) meclisin fesh kararının bir ihtilaf neticesinde değil de hem birinci grubun hem de ikinci grubun isteği doğrultusunda gerçekleştiğini ifade etmek istemiştir (“İkinci Merhale”, İkdâm, 4 Nisan 1923, No: 9358, s.2.).

Yazar Mehmet Asım (Us) ise alınan bu kararı “Mukaddes Karar” olarak nitelendirmiştir.

…Türk basını, Lozan’da yapılacak olan anlaşmanın bu mecliste tasdik edilemeyeceğinden, T.B.M.M. Hükümeti’nin almış olduğu bu kararı desteklemişler ve bunun memleket için müspet etkisinden söz etmişlerdir. Böylece Lozan’da Türkiye’nin daha güçlü argümanlarla çıkacağına inanmışlardır (s. 181).

Lozan’da İkinci Dönem
İlk dönem “komisyon” diye geçen oturumlar ikinci dönem Lozan müzakerelerinde adını “komite” ye bırakmış, bu komitelerden birincisine İngiliz başdelegesi Sir Horace Rumbold, ikincisine Fransa başdelegesi General Pelle ve üçüncüsüne de İtalya başdelegesi Montagna’nın başkanlık etmesi kararlaştırılmıştır.
Konferansın ilk günleri barış nutukları ve iyimser bir havada başlamıştır.

Tamirat konusu:
İsmet Paşa; “Tamirat yerine arazi tavizatını kabul etmekle sulh namına büyük bir fedakârlık gösterdik.” / İkdâm, 28 Mayıs 1923, No: 9409, s.1.

Osmanlı genel borcu daha çok Fransızları ilgilendiriyordu.
Fransızlar ise kendi paralarının hızla değer kaybına uğradığını bildiğinden dolayı bu hesaplamanın uluslararası para standartı haline gelen pound sterlini ya da altın cinsinden hesaplanmasını istemiştir.

Hâkimiyet-i Milliye bu meselenin konferans müzakerelerinin en katî safhasını teşkil ettiğini belirterek konunun önemini vurgulayan yazılar neşretmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, 12 Haziran 1922, No: 837, s.1.).

Ahmet Cevdet (Oran) ise müttefiklerin Türkiye’den faizlerin altın olarak istenilmesinin iktisadî şartlar gereğince asla mümkün olmadığını, asıl amacın Türkiye’yi iktisaden kendilerine bağımlı bir hale getirmek olduğu iddiasını ileriye sürmüştür (“Altın Faizler Meselesi”, İkdâm, 12 Mayıs 1923, No: 9395, s.1.).

Yunan tamirat meselesinde Türkiye’ye karşı verilen vaatlerin bu meselede yerine getirilmemek istenmesi basında müttefikler aleyhine ateşli yazıların yazılmasına sebebiyet vermiştir.

Rus Delegesi Vorovski’nin Öldürülmesi
Türk basını, bu cinayetin siyasi mahiyette olduğunu ifade ederken, İsviçre basını bunun aksini iddia etmiştir.

Lozan Anlaşması’nın imzasından önce barış için uzlaşmaya varıldığı haberi gazete manşetlerinden “Nihayet İtilâf! Sulh Lozan Afağından Görüldü (Vakit, 10 Temmuz 1923, No: 2003, s.1),”
“İmtihandan Çıkış (Vakit, 18 Temmuz 1923, No: 2011, s.1.),”
“Sulh İçin artık İmzadan Başka Yapacak Bir şey Kalmadı. Neticede Her İki Taraf Memnundur. 24 Temmuz Milletler Arasında Türklerin Yeni Devir İnkişafını Başlatacak (Vakit, 19 Temmuz 1923, No: 2012, s.1.),”
“Oldu mu? - Oldu Oldu? (Vakit, 22 Temmuz 1923, No: 2015, s.1.),”
“Nihayet (Hâkimiyet-i Milliye, 11 Temmuz 1923, No: 861, s.3.),”
“Beklediğimiz Netice (Hâkimiyet-i Milliye, 18 Temmuz 1923, No: 868, s.1.),”
“Sulh (İkdâm, 10 Temmuz 1923, No: 9452, s.1.)” sözleriyle okuyuculara aktarılmıştır (s. 227-228).

Hakkı Tarık (Us): “…30 Ekim 1918 ile Temmuz 1923 arasında geçen her gün Türk vatanından binlerce delikanlının üzerine birkaç kürek kara toprak attı. Unutmamalıyız ki bugün karıştığımız sulh, dünyanın en pahalı bir sulhu olarak elimize geçmiş bulunuyor. Yapılacak muahedenin her kelimesinde bir şehidimizin kanından bir damla olacaktır (“Nihayet İtilâf…”, Vakit, 10 Temmuz 1923, No: 2003, s.1.).”

İkdam gazetesi: “…Sulh bize yeni bir alemin kapılarını açıyor. Biz bu yeni aleme, yeni girmekle beraber o yeni alemin yabancısı bulunuyoruz. Zira o yeni alemi biz kendi idrak ve şuurumuzla hazırladık. Ve bu uğurda en aziz kanlarımızı akıttık. Bugün o yeni aleme girerken, bize o alemi kazandırmak için başta Mustafa Kemâl olmak üzere, milleti ikaz etmek için ve milli hareketi şevk ve idare eden bütün millet kahramanlarına minnet ve şükran arz etmeyi bir vazife biliriz. Ve bu uğurda canların feda etmiş olan kahraman şehitlerimize derin bir minnetle hatırlar ve onların mukaddes ruhlarına fatihalar ithâf ederiz (İkdâm, 10 Temmuz 1923, No: 9452, s.1.).”

İsmet Paşa: “Altı aydır burada çalışıyoruz. Müsavat dairesinde muamele gördük. Türkiye diğer devletler milletleri gibi medeniyet ve terfi namına çalışacaktır. Diğer devletler de aynı samimiyet ile hareket edeceğinden şüphem yoktur… Reislere, mütehassıslara iktihâm ettikleri müşkülattan dolayı hukuk mütehassıslarına ve baş kâtibe teşekkür ederim (Vakit, 22 Temmuz 1923, No: 2015, s.2.).”

Dr. Rıza Nur: “…Artık bundan sonra milletin uhdesine tertib eden vazife, devleti asri surette ikmâl etmektir. Bugün milletin esas hayatı iktisadiyattır. İktisadiyatın tezgâhtarı ise bankalar ve şirketlerdir. Bu işleri bilecek insanları yetiştirmek bugün milletimiz için en mühim ihtiyaçlardandır. Bunları yaparsak ve sükûnetle çalışırsak on sene sonra devletimiz çok kuvvetli bir devlet olur… (Vakit, 29 Temmuz 1923, No: 2019, s.2.)”

Lord Curzon, varılan neticeyi olumsuz bulmakla beraber, başta İngiltere olmak üzere müttefiklerin bu anlaşmayla az zararla çıktığını ifade ederek iyimserliğini muhafaza etmeye çalışmıştır.
“…Türkiye harbi kazanmış olsaydı, bize bundan daha ağır şartlar kabul ettiremezdi…(…) Ben Lozan’a gittiğim zaman ticaret gemilerinin serbestisinden fazla bir şey istihsâl edeceğimden şüphe ediliyordu. Halbuki boğazlardan ecnebi harb gemilerinin ve tayyarelerinin serbest geçişini istihsale muvafık oldum. Artık Karadeniz yalnız Rusya’nın malı olmayacaktır… (İleri, 11 Ekim 1923, No: 2026, s.1.).”

Lyod George: “…Lozan bir yol değildir. O ancak mesafeleri gösteren dikili bir taştır. Hiç kimse bu muahedenin şerefli bir sulh olduğunu iddia edemez. Hatta o sulh bile değildir. Eğer yeniden doğan Türk ile iş görülseydi ümitli olmaya imkân bulunurdu. (...) …1915 senesinin ilk aylarında Fransa, Rusya ve bizim aramızda akdedilen birtakım itilâflarla birikmiş, Türkiye’nin çoğu kesiminin harp nihayetinde parçalanması kararlaştırılmıştı… Sevr Muahedesinin hükümleri güzelce tatbik edilmiş olsaydı, milyonlar Türk idaresinden kurtulmuş olacaktı… (Vakit, 2 Ağustos 1923, No: 2023, s.1-2.).”

Yunan eski Dışişleri Bakanlarından G. Streit’in 1928 yılındaki ifadesi: “Lozan Anlaşması, bütün devletlerin boyun eğmelerini saptayan bir belgedir (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Devirden Devire, C: 1, Ankara, 1974, s.115.).”

Lozan Barış Anlaşması’nın İslâm Devletlerindeki Yankıları
Afgan sefiri Ahmet Han, basına vermiş olduğu demecinde, artık Avrupa’da Müslümanlara eski gözle bakılmaması, herkesin müsavat dairesi içerisinde yaşanılması gerektiğini izah etmeye çalışmıştır (Vakit, 24 Temmuz 1923, No: 2017, s.2.).

Mısır basını da Lozan Anlaşması münasebetiyle, muahede metnini gazetelerinde yayımlamışlar, Anadolu’nun dört bir tarafında olan kutlamalara yer vermişlerdir (İkdâm, 10 Ağustos 1923, No: 9480, s.2.).

Tunuslular adına Mustafa Kemâl’e, TBMM’ne, Türk ordusuna, bütün kumandanlara ve bütün Türk milletine en samimi tebriklerini takdim ederek dualar yağdırmışlardır (Hâkimiyet-i Milliye, 4 Eylül 1923, No: 904, s.3.).

Rusya’daki Müslümanlar arasında da büyük bir sevincin yaşanmasına sebep olmuştur (İkdam, 10 Ağustos 1923, No: 9480, s.1.).

Hintli Müslümanlar yani bugünkü Pakistanlılar da Türk zaferini en içten dileklerle kutlamışlardır (İkdâm, 16 Temmuz 1923, No: 9458, s.1.).

Mustafa Kemâl Lozan Anlaşması’nın mecliste tasdikinden önce bir nutuk sunmuştur:
“…Sulh konferansında tesadüf edilen müşkülat dört senelik harbden sonra dörtyüz senelik mirasın tasfiyesinden ibaretti. Vaziyeti hülâsa etmek gerekirse şarkta Trabzon ve Adana’yı ihtiva edecek olan Ermenistan’dan eser kalmamıştır. Ermeniler tabii hudutları dahilinde bırakıldı. 93 seferinde anavatandan cebren ayrılan evliye-i selâse tekrar sancağımız altına alınmıştır. Şimalde Pontus Hükümeti, taraftarlarıyla beraber bertaraf edilmiştir. Cenubda nüfuzlarla Türkiye’yi parçalamak ümitleri tamamen kırıldı. Türkiye’yi parçalamanın hayal olduğu kabul ettirildi. Cenubda Adana ile diğer esaretten kurtarılmıştır. İzmir, Bursa, Paşaeli, Edirne ve bütün cihanın iştahını çeken güzel İstanbulumuz kurtulmuştur. Bundan başka bizi diğer milletlerden geri bırakan siyasî, adlî, malî ve iktisadî zincirler kırılmış, parçalanmıştır. Muvaffakiyetimiz bize sulh sahasında doğru bir yol açmıştır… (Vakit, 14 Ağustos 1923, No: 2035, s.1-2.).”

Lozan’ı eleştiren Mersin Mebusu Niyazi Bey özellikle güney hudutlarının Lozan Anlaşması ile emniyet altına alınmadığına veryansın etmiştir. (Misâk-ı Milli’ye atıfla) “…unutmayalım ki davanın müdafaası için bizimle çarpışan kardeşlerimiz bugün ağlıyorlar… (Vakit, 22 Ağustos 1923, No: 2043, s.1.).”

İstanbul mebusu Hamdullah Suphi Bey: (Güney hududundan söz ederek) “…Oradakiler Türklerin en hassas, en milli, milliyetperver kısmını teşkil ederler. Bazı muahedeler vardır ki bizim gibi bedbaht, mağdur milletler onu yalnız elleriyle imzalarlar, kalpleriyle değil! ... Lozan’ın güney Türklerini ayıran kısmını biz kalplerimizle imzalamadık… (Vakit, 22 Ağustos 1923, No: 2043, s.2.).”

Saruhan mebusu Vasıf Bey: “…Boğazlar mukavelenâmesinin 4. maddesinde bazı gayr-i askeri mıntıkalar, tamamen bize ait olan topraklarımızdaki müdafaa-ı hakkımız tehdid edilmektedir. Boğazların beyn’el-milel ticaret için serbestisi kabul etmiştik. Fakat hâkimiyet-i siyasetimizin kuvve-i teyidiyesi olan müdafaa hakkımızı terk etmemiştik… (…) Batı Trakya’daki Türklerin mübadeleye tabî tutulmasına rağmen İstanbul’daki Rumların yerlerinde bırakılmaları da çok elemdir. Türk tebaasında bulunan bütün anasır, hâkimiyetimiz altında hür ve mesud olarak yaşamak hakkına mâliktir. Fakat tebaanında vazifelerini anlaması, bilmesi lâzımdır. İstanbul’daki Rumlar tebaa değil, mukeddesatımıza, mevcudiyetimize ihanet eden canilerdir. Türk kalbi bunları nasıl affedebilir… (Vakit, 23 Ağustos 1923, No: 2044, s.1.).”

T.B.M.M.’nde Lozan Anlaşması aleyhine konuşmalar yapan kişiler bu anlaşmanın Misâk-ı Milli hükümlerini sağlayamadığından şikâyet eden genellikle sınır bölgelerin mebuslarıdır (s. 278).

Türk basını, Lozan Anlaşması’nın tasdik haberini büyük bir mutlulukla kamuoyu ile paylaşmıştır. İkdâm gazetesi, anlaşmanın tasdik olunmasının ilk neticesinin yurdun işgal kuvvetlerinden tahliyesi olduğunu belirtmiştir.

Sonuç
…yazarların ilgi ve sempati duydukları devletlere karşı Lozan Konferansı boyunca daha ılımlı sözler sarfettiğini söylemek mümkündür. Örneğin, Ahmet Emin (Yalman) Amerika’yı, Suphi Nuri (İleri) Fransa’yı diğer devletlere oranla sert yazılar yazmaktan imtina etmişlerdir. Bunun dışında tüm yazarlar İngiliz ve Yunanlılara karşı savaş açmışlar, en sert üslûplarını kullanmışlardır (s. 292).

Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder