Ebru
Gür - Lozan Konferansı’nın Türk Basınına Yansımaları
…İstanbul basınından Milli mücadeleyi tüm gücüyle
destekleyen Vakit, İleri
ve İkdâm gazeteleriyle, Anadolu basınından milli
mücadeleye öncülük eden ve T.B.M.M.’nin yarı-resmi yayın organı diyebileceğimiz
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinden Lozan Barış
Anlaşması’nı takip etmeye çalıştık.
İleri gazetesi; Celâl Nuri ve kardeşi Suphi Nuri tarafından
1 Ocak 1918 ile 2 Aralık 1924 yılına kadar İstanbul’da yayımlanan, Milli
mücadeleyi destekleyen bir siyasi gazetedir
İkdâm gazetesi, başyazarı ve kurucusu olan Ahmet Cevdet
tarafından 1894-1928 yılları arasında İstanbul’da yayımlanmıştır.
Vakit gazetesi Filip tarafından 1875 yılında kurulmuştur.
Başyazarı Mehmet Said’dir. 26 Ekim 1917 tarihinden sonra gazeteyi Hakkı Tarık
Us, Asım Us ve Ahmet Emin Yalman çıkarmaya başlamıştır. Ahmet Emin Yalman, 1920
yılında İngilizler tarafından Malta’ya sürgün edilince gazetenin yönetimi Asım
Us’a kalmıştır.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesi Mustafa Kemâl isteği üzerine
Sivas’ta yayımlanan İrade-i Milliye gazetenin bir devamı olarak 10 Ocak 1920
yılında yayımlanmaya başlamıştır.
Misak-ı Milli
Misak-ı Milli kurtarılmak istenen vatan sınırlarını
belirlemiş, azınlık hakları, kapitülasyonlar, boğazlar vb. konularda Lozan’a
kadar izlenecek politikayı belirlemiştir (s. 4-5).
Mudanya Mütarekesi’nden yaklaşık bir hafta sonra İtilâf
Devletleri, yeni bir savaşa meydan vermemek bunun tehlikelerini izole etmek
için, T.B.M.M. Hükümetini ve diğer devletleri yapılacak olan barış konferansına
27 Ekim 1922 tarihli bir nota ile çağırmışlardır.
Devletlerin ortak notası Ankara Hükümeti’nin İstanbul
temsilcisi Hamid Bey’e ve İstanbul Hükümeti Dışişleri Bakanı olan İzzet Paşa’ya
verilmiştir.
Konferans yeri gazetelerde tartışma konusu olmuştur. Gazeteler,
toplanılacak yerin Türkiye topraklarında olması gerektiğini vurgulamışlar…
Neticede tarafsız bir yermiş gibi görünen İsviçre devletler
tarafından konferansın yapılacağı yer olarak seçilmiştir.
Gazeteler İtilaf devletlerinin İstanbul Hükümetini davet etmesini
öfkeyle karşılanmış… (1 Kasım 1922 tarihli gazeteler)
Mustafa Kemâl ve hükümet almış olduğu bir kararla saltanatı
ilga etmiş ve böylece Türk delegeleri de oluşturularak Lozan’a hareket
edilmiştir.
Müttefik devletlerin 27 Ekim notasına mukabil, Ankara
Hükümeti’nin devletlere verdiği muhtırada Türk milletini sadece T.B.M.M.’nin
temsil edileceği belirtilmiştir.
Rauf Bey (Orbay), kürsüye gelerek bu günün bayram olmasını
teklif etmiş ve meclis bu teklifi alkışlarla kabul ederek tebliğ bir dua ile
celseye son verilmiştir…
Hâkimiyet-i Milliye, Bâb-ı Ali’yi hıyanet ve fesat ocağı
olarak nitelendirmiş ve alınan kararı “Tarihi Celse” şeklinde telâkki etmiştir.
Saltanatın kaldırılmasından sonra Tevfik Paşa kabinesi
istifa etmiş ve Refet Paşa bu makamı devralmıştır.
Lozan’a Gidecek Olan Türk Delegelerinin Oluşturulması
Türk basını baş delege olarak İsmet Paşa’nın seçilmesini
tasvip etmiş, onun olumlu özelliklerini ve Lozan’da neler yapabileceğini hep
bir ağızdan yazmaya başlamışlardır.
Konferansta Türkiye’nin taleplerini Mustafa Kemal;
“İstiklalimizin kayıtsız-şartsız tasdikini istiyoruz. Milli hudutlarımız
dahilindeki toprakların bize verilmesinde ısrar edeceğiz. Ondan sonra bu
topraklar dahilinde tamamıyla müstakil yani kâpitülasyonsuz bir Türkiye yaşamasını
istiyoruz” sözleriyle özetlemiştir (s. 18).
İsmet Paşa: “Konferansta murahhaslarımızın hatt-ı hareketi
Meclis-i Alliyenizce şimdiye kadar kabul edilen antlaşmalar ile Misak-ı
Millimizden ibarettir.”
Türk delegeleri, Lozan’a gitmek için 4 Kasım’da Ankara’dan
özel bir trenle İstanbul’a gelmek için hareket etmiştir.
Mudanya zaferinden kısa bir süre Lyod George’nin
politikasının iflas etmiş olduğunu anlayan İngiltere’de koalisyon hükümetinin
ortağı Muhafazakar Parti hükümetten ayrılmış netice itibariyle desteksiz kalan
L. George istifa ederek yeni seçimlerin yapılması kararlaştırılmıştır.
Lord Curzon, seçimlerden önce 9 Kasım 1922’de Londra’daki
büyük nutkunda özellikle L. George’ye karşı ağır sözler söylemiştir. Bu
nutkunda L. George’yi “aktör” ve “siyaset heveslisi” kelimeleriyle tahkir
etmiştir.
Lord Curzon’un büyük seçim propagandalarıyla 15 Kasım
1922’de yapılan seçimleri muhafazakar parti kazanmış ve Dışişleri Bakanlığına
da Lord Curzon getirilmiştir.
İngiltere konferansla çok ilgiliydi. Bunun başlıca sebebi
şüphesiz Musul yani Irak sınırı ile boğazlardı.
Lord Curzon, Türkiye’nin Misâk-ı Milli belirlenen en asgari
taleplerini “müttefiklere karşı bir hakaret“, “Avrupa’ya karşı da bir meydan
okuma “ şeklinde telakki etmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, 23 Kasım 1922, No:669,
s.2.; İleri, 10 Kasım 1922, No: 1712, s.1.; Vakit, 10 Kasım 1922, No:1764,
s.1.).
Fransa, Türkiye’yi geleneksel Fransız politikası adını
verdikleri politikayla dost bir yüz sergileyerek Türkiye’den menfaatlerini
alabileceklerine inanmışlardır. Konferansta Fransa özellikle borçlar,
kapitülasyonlar ve ayrıcalıklarla ilgilenecektir.
Türk basınında yazarlar gerek Lozan Konferansı öncesi
Fransa’dan olumlu bir şekilde bahsetmiştir.
1.Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yeni rejimlerden biri de
İtalya’da faşizm olmuştur. Mussolini’den önceki İtalyan başkanlarının Türkiye
politikasında genel olarak kuvvetli bir Yunanistan görmektense bağımsız bir
Türkiye görmek istediklerini gözlemlemek mümkündür. Mussolini; “İtilaf
devletlerinin Türkiye’ye karşı ortak bir cephe oluşturmasını, Yunanistan’ı
yenen Türkiye’nin bütün İtilaf devletlerini yenmiş sayılmayacağını, gerekirse
boğazlarda Türkiye’ye karşı ortak savunma yapılmasını” istemiştir.
İtalya konferansta kapitülasyonlar, adalar ve kabotaj
sorununa ağırlık verecektir.
Rusya dahil olmadığı halde alınacak kararların Rusya’nın
tanımayacağını beyân etmiştir.
Amerika, Osmanlı İmparatorluğu ile savaş halinde olmadığı
için konferansa gözlemci olarak katılma kararı almıştır.
Amerika Hükümeti, Yakın Doğu’da Amerikalıların menfaatleri
olduğunu ve gözlemci sıfatıyla memurlar göndereceğini, azınlıkların himayesi, mekteplerinin
vaziyeti, boğazların serbest olması gibi Amerika’yı alakadar eden konularda
yakından ilgili olduğunu” bildirilmiştir.
Yunanistan tarihi süreç içerisinde geleneksel politikasını “Megali İdea” esasları üzerine kurmuştur. Yunanlıların
İzmir’e dökülmesiyle birlikte büyük bir hezimete uğrayan Türklerin en büyük
düşmanı Yunanistan bu emelinden asla vazgeçmemiştir.
Bulgaristan’ın konferansta yalnız Boğazlar rejimi ile Trakya
sınırının belirlenmesi ile müzakerelere katılmasına müsaade edilmiştir.
…Romanya’nın Lozan Konferansı’na menfaatini muhafaza
edileceğinden emin bir halde müttefiklerle tam bir birlik dairesinde iştirak
edeceğini beyân etmiştir. Romanya’nın tek amacının Balkanlarda tam bir sükûnet
temini olduğunu da sözlerine ilâve etmiştir.
Lozan’da barışın yapılması noktasında istekli gözüken
devletler, kendi menfaatleri noktasında savundukları fikirlerin yanında genel
itibariyle hemfikir oldukları noktalarda birlikte hareket etmeyi önermişlerdir.
İngiltere, Fransa ve İtalya’ya uzun bir muhtıra göndererek
konferanstaki barış şartlarını tespit etmiştir.
Lord Curzon’un barış şartları şöyleydi: “Batı Trakya’da
Türklerin istediği plebisit yapılmasıyla ilgili Türk istekleri reddedilmeli,
Trakya sınırı 1915’te imzalanan Türk-Bulgar Anlaşmasına göre olmalı, Boğazlar
sorunu açıkça görüşülmeli ve askerden arındırılarak denetlenmeli,
kâpitülasyonlar kaldırılmamalı, Ege Denizi’ndeki adalar bağlaşıklara verilmeli,
Suriye ve Irak sınırı aynen muhafaza edilmeli, Türkiye kendi askerlerinin
gömüldükleri mezar yerleri bağlaşıklara verilmeli, Türklerin Yunanlılardan
istediği savaş tazminatı reddedilmeli, Türkiye’den savaş tazminatı istenmeli,
Mudanya Bırakışması sert bir biçimde uygulanmalı, Lozan onaylanmadıkça işgal
kuvvetleri İstanbul’dan çekilmemeli, Türkiye’deki azınlıkların hakları güvence
altına alınmalı, Türk askeri bilhassa Doğu Trakya’daki kuvvetler
sınırlandırmalı, anlaşmanın mâli hükümleri bağlaşık uzmanları arasında
kararlaştırılmalı, Türkiye savaştan önce bağlaşıklara verilen ayrıcalıkları
tanımalı ve Mudanya’dan bu yana hükümsüz ilân ettiği sözleşmelerin hâlâ
yürürlükte olduğunu kabul etmeli.” Ayrıca Poincara özellikle adlî ve malî
kapitülasyonların sürdürülmesinden ve Ege Denizi’ndeki adaların Türkiye’ye
verilmesinden yana olduğunu, Musul konusunda İngiltere’yi destekleyeceğini,
karşılıklı olarak savaş tazminatından vazgeçilmesini, Osmanlı Devleti
tarafından verilen ayrıcalıkların güvence altına alınması ve Doğu Trakya’nın
askerden arındırılmasını istiyordu. Mussolini ise Batı Trakya’da plebisite
karşı olduğunu ve kapitülasyonların başka nam altında korunması gerektiğini
ifade ediyordu (s. 36-37).
Lozan Konferansı Öncesi Türkiye aleyhine sistematik bir
biçimde çeşitli propagandaların yapıldı:
Bu propaganda genellikle, “Türkiye’nin Mudanya Anlaşması ile
belirlenen sınırı geçecekleri, İstanbul’da kendilerine düşmanlık eden unsurlara
karşı intikam politikası güdecekleri, yabancı okulları kapatacakları ve barış
konferansı sonuçlanmadan İstanbul’a ve Çanakkale’ye yürüyerek şehri ve
boğazları alacakları” iddiaları şeklinde kendini göstermiştir (Ali Naci
Karacan, Lozan, s.76.).
4 Kasım 1922 tarihli “Times” gazetesinde çıkan bir haberde,
T.B.M.M. Hükümeti’nin sözde Anadolu’daki tüm Hristiyanları ihraç edeceğini
tahrikkâr bir lisanla yazıp bu konuda kamuoyu oluşturma çabalarına girdi…
İngiltere’nin konferansı ertelemek istemesi taleplerine
karşın Fransa ve İtalya Hükümeti konferansın biran evvel başlamasını istediklerini
gazetelerden çıkan haberlerden öğrenmek mümkündür.
Devletlerin daha konferans başlamadan sözlerinde durmayıp
konferansı ertelemeleri Türk basınında da sert yazılar yazılmasına ve çeşitli
endişelerin doğmasına sebebiyet vermiştir.
İsmet Paşa (İnönü), konferansın ertelenmesinden faydalanmaya
çalışarak Fransa Hükümeti’nin daveti üzerine yanında Münir, Tevfik ve Atıf
Beylerle birlikte Paris’e gitme kararı almıştır. Fransa başbakanı ve Dışişleri
Bakanı olan Poancara ile karşılıklı nabız yoklamaya yönelik bir takım
temaslarda bulunmuştur.
…konferans başlamadan Türk basınında dikkatimizi celbeden
hususlardan biri Fransızlara karşı beslenilen güvendir. Bu güven yazarlar
tarafından sadece konferansın kesilme sürecine kadar devam edecek, daha sonra
bu güvenin yerini ümitsizlik olacaktır.
Konferans İsviçre Konfederasyonu Başkanı M. Haab’ın nutku
ile açılmış (…) barışın akdedilmesi gerektiği temennisinde bulunmuştur.
(ardından) Lord
Curzon söz alarak: “akd edilen konferansın hüsn-ü suretle senelerden beri
şarkta devam eden hal-i harb nihayet bulacak ve beşeriyet sulh ve sükûna
kavuşacaktır.”
İsmet Paşa (İnönü) cevaben Fransızca bir nutuk okumuştur.
…istiklalimizi kazanmak için Mondros’tan bu yana yapılan milli mücadelemizden,
Anadolu’da yapılan tahribatlardan, masraflarımızdan bahsetmiştir. İsmet Paşa
(İnönü) nutkunda, Türkiye’nin barışı biran evvel temin için büyük çaba
göstereceğini ve Türkiye’nin kayıtsız şartsız tam bir bağımsızlık istediğini
özellikle vurgulamıştır.
Konferans için İngilizce, Fransızca ve İtalyanca olarak üç
resmi dil kabul edilmekle beraber tercümelerle vakit kaybedilmemesi için
herkesin bildiği Fransızcanın kullanılması kararlaştırılmıştır.
İsmet Paşa’nın komisyonlardan birinin başkanlığının Türklere
bırakılması, genel sekretere bir Türk yardımcısının verilmesi Türk delegeleri
sayısının ikiden üçe çıkarılması gibi ilk teklifleri kabul edilmemiştir (s.
48-49).
Balkan devletleri birlik halinde İngiltere, İtalya ve Fransa
ile birleşip Türkiye’nin haklı taleplerine karşı çıkmışlardır. Meriç’in sınır
olmasını, Karaağaç’ın Yunanistan’da kalması konusunda fikir birliği içine
girmişlerdir.
Lord Curzon, konuşmasında Batı Trakya’da oylamaya
başvurulması teklifinin Türklerin buralarda çoğunlukta bulunduğundan dolayı
ileride buraları Türkiye’nin geri alabilme tehlikesini doğuracağından
müttefiklerin Türkiye’ye bu hakkı vermeyeceklerini dile getirmiştir.
Gazeteler incelendiğinde bu konuda (Batı Trakya konusu) Türk
delegelerine sonsuz güvenildiği gözlemlenmektedir. Yazarlar devletleri bu
konuda gerçekçi ve mantıklı davranmaya davet etmiş bu hususta birtakım
uyarılarda bulunmuşlardır. Türkiye’nin buraları ilhâk amacı gütmediğini,
amacının buralardaki soydaş ve dindaşlarını Yunan, Bulgar zulmünden kurtarmak
olduğunu izah etmek isteyen yazarlar, istenilen Karaağacı’nda Türkiye’nin
güvenliği açısından önemini vurgulamışlardır (s. 57).
Musul konusunda Türk tezi
1.Musul vilayetinde çoğunluk Türk’tür.
2.Coğrafi ve siyasi bakımdan bu vilayet Anadolu’nun ayrılmaz
bir parçasıdır.
3.Hukuken henüz Türkiye’nin bir parçası olan buralar
hakkında İngiltere’nin imzaladığı anlaşmalar geçersizdir.
4.Musul, İngilizler tarafından mütarekeden sonra işgal
edilmiştir. Bundan dolayıdır ki aynı hale maruz kalmış diğer Türk toprakları
gibi Türkiye’ye verilmelidir.
Lord Curzon, 1921’de Emir Faysal’ın Irak Krallığına
seçilmesine Musul’un da katıldığını ve 1922’de Irak ile İngiltere arasında
yapılan anlaşmaya göre her iki tarafın Irak’tan hiçbir toprak vermemeyi
yükümlendiğini bildirmiş ve Musul’un Türkiye’ye verilmeyeceği yolunda Arap
halkına vaatte bulunulduğunu, Musul tarafından seçilmiş olan Irak kralına ve
Milletler Cemiyetinin rızası olmaksızın manda yönetimi altındaki Irak toprağı
Türkiye’ye verilemeyeceği için Milletler Cemiyetine karşı İngiltere’nin
yükümlülükleri olduğunu söylemiştir (s. 59).
Curzon, Türkiye’nin Musul’u alması halinde Türk sınırının
Bağdat’tan ancak 60 mil uzaklıkta olacağını bunun da Irak için güvensizlik
yaratacağını söylemiştir.
Musul meselesinde günün basınında önemli bir tartışma konusu
İngiltere’nin Cemiyet-i Akvama müracaat isteğiydi. Gazeteler bu hususta uzun
uzadıya yazılar yazmışlar ve İngiltere’nin gerçek amacını ortaya çıkarmaya
çalışmışlardır. Suphi Nuri (İleri)’de yazmış olduğu makalesinde Cemiyeti
Akvam’da İngiltere’nin bariz bir ağırlığının olduğunu bu nedenle bu kararın
Türkiye aleyhine olacağını ifade ederek bu konuda bir takım uyarılarda
bulunmuştur (s. 63).
Mustafa Kemâl Paşa, İzmir İktisat Kongresi’nde Lozan
Konferansı’nda Musul’a ilişkin gazetecilerin sorusuna; “…Biz Musul’u bir vatan
meselesi şeklinde addediyoruz. Onlar ise bir petrol meselesi olarak
düşünüyorlar…” (İkdâm, 3 Şubat 1923, No: 9298, s.1.) şeklinde cevap vererek bu
konudaki Türkiye’nin gerçek amacını ortaya koymuştur (s. 66).
“Times”, 23 Ocak 1923 tarihli nüshasında “Türkler ve Musul”
başlığı altında yazdığı bir baş makalesinde; Musul meselesinin İngiltere için
bir namus ve itibar meselesi olduğunu belirtirken, “Daily Chronicle” gazetesi
de (…) “Türklerin Musul hakkındaki dik kafalılıkları devam ediyor… Musul’dan çıkacak
olursak bunu Türk tehdidi altında değil, kendi rızamız ile yapmalıyız. Kendi
menfaatimiz ve Araplara verdiğimiz teminat ile sıkı sıkıya alakadar olan bu
meselelere hariçten cebri bir muamele ile hareket edecek olursak Şark-i
Kârib’deki yerimiz ebediyen mahvolacaktır.” (…) şeklindeki sözleri günümüzde
İngiltere ve Amerika öncülüğündeki Büyük Ortadoğu Projesi’ne ışık tutmaktadır
(s. 67).
İtalyan “Chicago Tribune” gazetesi 31 Ocak 1923 tarihli
nüshasında İngiltere’nin bu bölge üzerindeki emellerini; “…İngiltere’nin
Türkiye’ye karşı amacı, Musul petrol kaynaklarını ele geçirmek ve İstanbul’u
yeni bir Cebel-i Tarık haline koymak arzusundan ibarettir…” şeklindeki çarpıcı
sözlerle ortaya koymuştur (s. 68).
Adalar
Türk heyeti Gökçeada ve Bozcaada’yı 1914 Londra Konferansı
kararına dayanarak, Semadirek’i ise Boğazların hukuki durumu nedeniyle, bu
adaların bir eşi olarak talep etmiştir. Yunanistan ise Semadirek ve Limni
adasını dava dışında tutarken, Bozcaada ve Gökçeada’yı halkı Rum olduğunu
iddiasını ileriye sürerek talep etmiştir.
İmroz ve Bozcaada’nın Türk olarak kalması kabul edilmiş
ortadaki yani merkezdeki adaların askerden arındırılması ile kendilerine
mahalli bir idare verilmesi noktasında uzlaşma sağlanmıştır.
Boğazlar Meselesi
Rusya’nın sıcak denizlere inme ve İngiltere’nin de Doğu
Akdeniz ve Hindistan yolunu emniyete alma sevdası bu iki devlet arasında
Boğazların durumunu diğer devletlere göre daha önemli kılmıştır.
Türk görüşü, (…) İstanbul ve Marmara Denizi’nin emniyetinin
korunması şartıyla İstanbul ve Çanakkale’deki boğazları milletlerarası ticaret
gemilerine açık bulundurulacaktı (s. 73).
Boğazların sadece ticaret gemilerine açık ve bütün savaş
gemilerine kapalı tutulmasını isteyen Rusya, Türkiye’nin de boğazları tahkim
etmesi gerektiğini ileriye sürmüştür.
Boğazların açık olması en kuvvetli deniz devleti lehine
eşitliği bozar.
Müttefikler, boğazların hem ticaret hem de harp gemileri
için mutlak olarak açık olması, bu açıklığın teminatı olarak boğazların her iki
tarafının askersizleştirilmesi ve milletlerarası bir idarenin bu işi idare ve
kontrol etmesi şeklinde fikirlerini beyân etmişlerdir.
Ahmet Cevdet (Oran) boğazlar meselesinde Fransa’nın pasif,
İngiltere’nin de konferansa tek hakim tavrını eleştirmiştir (“Boğazlar Meselesi,”
İkdâm, 27 Aralık 1922, No: 9360, s.1.).
Suphi Nuri (İleri) de boğazlar meselesinin çözümü hakkında
Lozan’da Türkler ve Ruslardan hariç diğer devletlerin hayallerle meşgul
olduklarını ve boş yere zaman kaybedildiğini vurgulayan bir makale yazmıştır
(“Lozan’da Hayal ve Hakikât,” İleri, 6 Aralık 1922, No:1738, s.1.).
Boğazlar meselesinin son oturumu 1 Şubat 1923’te
yapılmıştır.
Azınlıklar sorunu başta İngiltere olmak üzere diğer
devletlerin Türkiye aleyhine kullandığı önemli bir propaganda aracıydı.
İngiltere dil ve ırk ayrımı yaparak başta Kürtler olmak
üzere diğer etnik unsurları da Ermeni ve Rumlar gibi azınlıklar statüsüne
koymak istemiştir (s. 83-84).
“Azınlıkların Korunması” ismini taşıyan 37-45. maddelerinin
hepsinde Türkiye “gayr-i Müslim” azınlıklar tabirinin kullanılması
kararlaştırılmış, mesele böylece Türk tarafının istediği şekilde
çözümlenmiştir.
…milli hâkimiyet prensiplerimizle bağdaşmayan tekliflere
Türk basınının tepkisi oldukça serttir. Özellikle Cemiyet-i Akvâm meselesi
basında bir hayli yer bulmuştur. Cemiyet-î Akvam’ın İngiltere tarafından
yönlendirildiğine inanan yazar Suphi Nuri (İleri) endişelerini; “…Bu cemiyetle
her nasılsa İngiltere ve sömürgelerinin bir çok reyleri vardır. Yani
İngiltere’nin görüşleri galip geliyor. Birde Cemiyet-i Akvâm iki üç senedir
diğer memleketlerin azınlıklarını himaye ile mükellef olduğu halde Avrupa’da
yaşayan yüzbinlece müslümanı Sırpların ve Romanyalıların, Bulgarların ve
Yunanlıların zulümlerinden kurtaramadı. Bugün Sırbistan’da yaşayan Müslümanların
hakk-ı hayatları tehlikededir… İşte bu tür memleketler Sırbistan, Romanya,
Bulgaristan ve Yunanistan Cemiyet-i Akvâma dahildirler. Bu cemiyet bu
memleketlerde yaşayan azınlıkları yani Müslümanları korumaya mecburdur. Biz
Cemiyet-i Akvâma sorarız. Şimdiye kadar Müslüman azınlıkları müdafaa için ne
yaptı?” / İleri, 29 Aralık 1922, No: 1761, s.1.
Ahmet Şükrü (Esmer): “…Namuslu ve vahdetli hiçbir Türk hiç
bir Müslüman sulh konferansında düşmanlar tarafından müdafaa edilecek bir
vaziyette bulunmuş değildir…” / Vakit, 7 Ocak 1923, No: 1822, s.2.
Ermenilere toprak verme çalışmaları
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Kafkasya’nın güneyinde
merkezi Erivan olan bir Ermenistan Devleti kurulmuştur. Ermenistan ile Türkiye
arasındaki sınırlar 2 Aralık 1920 tarihli Gümrü Anlaşmasıyla belli olmuştur.
Ermeniler Lozan’da bir Ermeni bürosu açarak isteklerini
Lozan Konferansı’na sunmuşlardır: 22 Eylül 1922’de Milletler Cemiyeti’nce
Anadolu’da bir Ermeni Ocağı’nın öngörülmesi gerekçesini öne sürerek Lozan’da
faaliyetlerde bulundular.
Lord Curzon, Ermenilerin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu
kastederek “kendi topraklarında oturmak özleminde bulunmasını doğal saydığını”
ve onlara kuzeydoğu Anadolu’dan ve Çukurova’dan bir parça arazinin Ermenilere
verilmesi gerektiğini söylemiştir.
Lord Curzon’a cevap olarak Türkiye’deki tüm arazilerin
çoğunluğunun Türklerin oluşturduğunu belirttikten sonra Türkiye’den daha büyük
araziye sahip olan batının topraklarında Ermenilere bir yurt verilmesinin daha
uygun olacağını kaydetmiştir.
Lozan’da bu mesele hakkında özellikle Ermeni Cemaatinin
temsilcileri ve Ermeni misyonerlerin faaliyetleri göze çarpmaktadır.
Türk basınından yazarlarda bu misyonerlere dikkat çekerek
bunların Amerika delegeleri üzerindeki baskılarından söz etmişlerdir (s. 94).
Mübadele
Yunanistan Rum göçüne karşı mübadeleyi istiyor fakat bir
yandan da “Megali İdeası”na bir darbe indireceğinden mübadeleyi istemiyor…
Yunanistan’ın İstanbul’da bulunan Rumların mübadelesini
kabul etmemesini yazar Ahmet Şükrü (Esmer) İstanbul’daki Rumların mübadeleye
tabi tutulduğu takdirde Yunanistan’ın İstanbul üzerindeki malûm olan
iddiasından vazgeçmesi anlamına geleceğinden, bu konuda ısrar edildiğini
belirtmiştir (Vakit, 7 Aralık 1922, No: 1791, s.3.).
İngiliz gazeteleri, İstanbul Rumlarının mübadeleye tabi
tutulmasıyla İstanbul ticaretinin felce uğrayacağı iddialarında bulunmuştur.
Mübadele Mukavelesi 30 Ocak 1923’de imzalanmıştır.
İstanbul’un Rum ahalisi ve Batı Trakya’nın Müslüman ahalisi mecburi mübadelenin
dışında tutulmuştur.
Bu anlaşma her iki ülke tarafından farklı uygulamaya sahne
olmuştur. Türkler bunu harfiyen uygulayarak tüm vatandaşlara eşit muamele
yapmış, Yunanistan ise Batı Trakya’da kalan Türkleri ezerek bir asimilasyon
çabasına girmiştir.
Tazminat Meselesi
Yunanistan başta olmak üzere diğer devletler Türkiye’yi
yakıp-yıkmadıkları yetmiyormuş gibi bir de işgal masrafı ve tebaalarının zarar
ve ziyanları için Türkiye’den tazminat istemeye yeltenmişlerdir.
İsmet Paşa (İnönü) Vakit gazetesinin Lozan muhabirine;
“…Harp esnasında ecnebi tebaanın gördükleri zarar ve ziyanı tazmin etmeye
hazırız. Ancak devletlerle bi’l-mukabele mütareke ahkâmına katiyen karşı olarak
memleketimizi vâki olan işgalleri zamanında Türkler tarafından görülen zarar ve
ziyanları ödemelidirler…” / Vakit, 29 Aralık 1922, No: 1813, s.1
Fransa delegesi Bompard sık sık Birinci Dünya Savaşı’nda
Türkiye’nin yenilgisinden bahsederek, savaş masraflarını vermek mecburiyetinde
bulunduğunu iddia etmiştir.
Fransa’nın savaştan sonra mükâfat olarak Suriye gibi en
zengin bir vilayetimizi aldığını ifade eden gazeteler bu anlamda Fransa’yı açgözlü
olmakla itham etmiştir.
Kapitülasyonlar
Amerikan temsilcisi Child, Avrupa’nın bu konuda birlik
halinde olduğunu ve Amerika’nın da Avrupa’ya bu konuda katıldığını
belirtmiştir. Müttefikler, kapitülasyonları başka bir ad altında kurtarmaları
mümkün olmayınca bir geçiş dönemi (intikal devresi) olmasını istemişlerdir.
Mustafa Kemâl İngiliz “Morning Post” gazetesinin Ankara
muhabiriyle yaptığı mülâkatında, kapitülasyonlarla ilgili Türk tezini şu
sözlerle açıklamıştır: “…Türkiye’de yaşayan ecnebilere istiklalimize muhalif
özel imtiyaz bahşedemeyiz. Onları kendi tebaamızla eşit tutmaya ve aynı
hukuktan faydalandırmaya hazırız. İngiltere, Fransa, Amerika’da malûm olmayan
bir takım hukuku veremeyiz. Türkiye’nin her hususta müstakil olduğu bütün
dünyaya malûm olmalıdır…” / İkdâm, 27 Aralık 1922, No: 9360, s.1.
…
(Musul, kapitülasyon, Karaağaç, maliye, Yunan tazminatı
meseleleri çözüme kavuşturulmamışken) …müzakerelerin ardından müttefiklerin eski
zihniyetlerinden vazgeçmemeleri, özellikle Türkiye’yi iktisadî ve malî sahada
bir esarete sokmak istemeleri, buna mukabil Türkiye’nin “Misâk-ı Milli” den
taviz vermek istememesi neticesinde konferans dağılmıştır.
…özellikle iktisadi mesellerle de gerginlik had safhaya
ulaşmıştı.
Mustafa Kemâl Eskişehir gezisindeki nutkunda; Türkiye’nin
samimi bir şekilde barıştan yana olmasın rağmen, karşı taraf savaş isterse
şimdiye kadar olduğundan Türkiye’nin daha kuvvetli bulunduğunu belirterek
devletlerin bundan zararlı çıkacağını iddia etmiştir (Vakit, 18 Ocak 1923, No:
1833, s.1.).
…gazeteler, müttefiklere yüklenmişler, konferansın çıkmaza
girmesinden İngiltere ve Fransa’yı sorumlu tutmuşlardır (s. 123).
Vakit gazetesinden Ahmet Şükrü (Esmer), devletlerin Türkiye
ile ayrı ayrı barış yapmasını tavsiye etmiştir (Vakit, 2 Şubat 1923, No: 1848,
s.2.).
Vakit gazetesinden Ahmet Emin (Yalman) de münferit barışın
yapılması gerektiğine inanmıştır. Bu konuda İngiltere’yi eleştiren yazar,
Fransa ve İtalya ile İngiltere’den bağımsız bir barışın yapılması gerektiğinin
altını çizmiştir (Vakit, 27 Ocak 1923, No: 1842, s.1.).
…müttefikler 31 Ocak 1923 günü Türkiye’ye barışın esaslarını
içeren bir anlaşma tasarısı sunmuşlardır.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi müttefiklerin Türkiye’ye
sunduğu bu sözleşme tasarısını şöyle maddelemiştir:
1. Karaağaç Yunanlılara bırakılıyor
2. Karadeniz ve Akdeniz arasında Türk, Yunan, Bulgar
hududunun her iki taraftaki mıntıkalar askeri kuvvetlerden arındırılıyor
3. Trakya’daki kuvvetlerin adedi beş bine indiriliyor
4. Irak hududu Cemiyet-i Akvam tarafından tayin olunuyor
5. Türkiye’ye iade olunan İmroz ve Bozcaada’lardan başlıca
diğer Akdeniz adaları üzerinde Yunan hâkimiyeti tasdik olunmuştur. Yunanistan,
Sakız, Sisam, Bingariye adalarını askerden tecrid edecektir. Türkiye İtalya
lehine Ege Denizi’ndeki 12 adanın hukukundan feragat eder
6. Türkiye kendisine ayrılan arazi hakkında mevcut kararlar
ve müstakileyi tanıyacaktır.
7. Evvelce ilân edilen şartlar altında boğazların
serbestisi, Akdeniz ve boğazları sahilden 15 km derinliğinde asker kuvvetinden
tecridi, Türklerin İstanbul’da on iki bin asker bulundurabilmesi, Türk
başkanlığı altında uluslar arası komisyonun boğazlardan geçişi tanzim etmesi,
Boğazlara ilişkin ahkâmın ihlâli halinde Cemiyet-i Akvâm kararıyla devletlerin
birlikte müdafaa etmeleri bu hükümlerdendir.
8. Türkiye azınlıklar hakkında batı devletleri muahedetında
bulunan hükümleri Cemiyet-i Akvam zımmani altında kabul eder.
9. Evvelce neşredilen şartlar hakkında Türkiye ile
Yunanistan arasında ahalinin mübadelesi mecburidir.
10. Kapitülasyonlar esas itibariyle lağvedilmiştir. Muahed
namede adliyeye, vergilere, ticarete ve gümrüklere ait işler için bir intikâl
devresi sokulmuştur. Yabancı yargıçlar beş yıl süre ile Türk yargıçlarıyla
beraber görev yapacak, gümrük tarifesinin beş sene müddetle 1916 tarifesinden
ibaret olması, ithalat yasağının kaldırılması muahede hükümlerindendir.
11. Kasım 1914’teki Duyûnun Türkiye ile Osmanlı
İmparatorluğunu istihlâf (birinin yerine geçme) eden hükümet arasında
dağıtılacaktır. Bu taksim Duyun-u Umumiye Meclis İdare’si tarafından tesbit
olunacaktır. Türkiye 37 sene zarfında 15 milyon altın lira ödeyecek ve
Yunanistan hiçbir tazminat talebinde bulunmayacaktır. Muahede, Duyun-u Umumiye
İdare’sini Türkiye içinde ikinci bir devlet vaziyetine koymakta adli, mali ve
iktisadi istiklalimizi def etmektedir.” / Hakimiyeti-i Milliye, 31 Ocak 1923,
No: 717, s.1.
İsmet Paşa (İnönü), Türkiye’nin milli hâkimiyet prensibiyle
bağdaşmayan bu projeyi asla kabul edilmeyeceğini basın yoluyla tüm dünya
kamuoyuna duyurmuştur.
Her yönden milli istiklâl prensiplerimize aykırı olan bu
projeyi gazeteler; “Yeni bir Sevr Muahedenâmesi (İkdâm, 31 Ocak 1923, No: 9295,
s.1.),” “Eser-i marifetleri olan muahede metnine dair tafsilât gelmiştir. Bu
kabul edilecek bir muahede değildir (Hâkimiyeti- Milliye, 31 Ocak 1923, No:
717, s.1.),” şeklindeki cümlelerle kesin bir dille reddettiklerini ifade
etmişlerdir.
Bu tasarı dış basında da büyük bir akis yaratmıştır.
Türkiye’nin bunu kabul etmemesi halinde olabilecek tüm olumsuz gelişmelerin
sorumlusunun Türkiye olacağını belirten bu gazeteler projeye övgüler
yağdırmışlardır.
“Times” sanki alay edercesine bu anlaşma tasarısı hakkında;
“ Düvel-i muazzamın hiçbiri tarafından Türkiye’ye şimdiye kadar bu derece
müsaid şartlar teklif edilmemiştir. Bugün bu şartlar hemen hemen kâinatın
manevi yardımıyla beraber bütün düvel-i muazzama tarafından teklif
edilmektedir. Eğer Türkiye bu şartları reddederse neticelerden mesûl
tutulacaktır” şeklinde yayın yapmıştır (s. 131).
4 Şubat 1923’te Türkiye tarafından müttefiklere karşı bir
anlaşma tasarısı sunulmuştur.
Türk delegelerinin hazırlamış olduğu mukabil projede;
sınırlar, Trakya, adalar ve boğazlarla ilgili koşulları, Karaağaç, Meriç
demiryolu, İmroz ve Bozcaada, Gelibolu garnizonu ve Anzakların mezarları
hususlarında devletlerin önerileri kabul edilirken, Musul meselesi de bir yıl
süre ile ertelenip İngiltere ile Türkiye arasında görüşülmesi, adlî
kapitülasyonlar konusunda devletlerin görüşleri milli hakimiyetimizle
bağdaşmadığından kabul edilmemiştir. Mali ve ekonomik meseleler de sonradan
görüşülmek üzere anlaşmadan çıkarılması teklif edilmiştir (s. 133).
Yazar Ahmet Emin (Yalman), konferansın dağılmasının sebebini
dört esas noktadan tayin etmişti: Bunlardan birinin şahsi meseleler
olduğunu, ikincisinin bir devletle olan hesabın ayrı ayrı görüşülmemesi, birbirine
zıt olan arzu ve menfaatlerin genel ve bütün halinde Türk görüşüyle
uyuşturulmak istenmesini yani; “İngiliz taassubu ve imha siyaseti, Fransız
menfi siyaseti, muayyen ve gayr-i muayyen İtalyan emelleri ve Büyük Yunanistan
hayalinin hortlak şeklinde gölgeleriyle birleşince bir hamlede sulhun güneşini
doğuracak sebep çok güçtür” şeklinde açıklayan yazar üçüncü sebebinde devletlerin
Türkiye’nin hayat kuvvetine inanmamaları, memleket içerisinde karışıklık
bir iç savaş beklemelerine yani Türkiye’nin zayıf halinin ortaya çıkacağına
inanmalarını göstermiştir. En son sebebinde tüm devletlerin Türkiye’ye karşı
birlik oluşturmalarını, Lozan şehrinin Türkiye’ye uzak, yabancı ve düşman
olmasının dolayısıyla İsmet Paşa’nın hükümet ve memleket kamuoyuyla sıkı bir
temas halinde bulunmayışının etkisinin olduğunu belirtmiştir (“Lozan’da İsmet
İnönü”, Vakit, 1 Şubat 1923, No: 1847, s.1.). (s. 138)
İngiliz basını konferansın dağılmasının sebebini İsmet Paşa
olarak göstermiştir.
“Morning Post” alınacak ortak kararın Fransa ile İngiltere
arasında Ren ile Akdeniz’i de içine alan bir karar olması gerektiğini
belirterek her iki ülkenin çıkarları olan yerleri kastetmek istemiştir (s. 142).
(Konferans kesintiye uğrayıp da yurda döndükten sonra)
İstanbul’dan sonra İsmet Paşa (İnönü), Eskişehir’de İzmir’den dönen Mustafa
Kemâl ile buluşmuş ve birlikte Ankara’ya dönmüşlerdir. İsmet Paşa’nın meclisten
önce Mustafa Kemâl ile görüşmesi Ankara’da bazı mebusların tepkisine yol
açmıştır.
24 Şubat’tan 6 Mart’a kadar mecliste hararetli tartışmalar
meydana gelmiştir. İkinci gruptan milletvekilleri Lozan’da Misâk-ı Milli’nin
yeterince savunulmadığı görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Müttefik devletler, Türk mukabil tasarısını tedkik etmek,
aralarındaki mevcut problemleri asgari düzeye indirmek ve neticede ortak bir
karara varmak için 21 Mart 1923’te Londra’da bir toplantı düzenlemeye karar
vermişlerdir.
İleri gazetesi yazarlarından Suphi Nuri (İleri) de
Türkiye’nin Londra Konferansı’ndan barış beklediğini aksi durumda hiçbir
devletin savaşı göze alamayacağını en kötü ihtimalin barışı uzatmak olacağını
ifade ederken bundan en fazla devletlerin zarar göreceğini izah etmeye
çalışmıştır (“Londra İçtima,” İleri, 21 Mart 1923, No: 1844, s.1.).
“Daily Mail” gazetesi 22 Mart 1923 tarihli nüshasındaki bir
baş makalesinde bir neticeye varılmazsa savaş çıkabileceğini ve bu konuda
Türkiye’nin blöf yapmadığını vurgulamıştır (s. 162).
Londra’da toplanan müttefikler nihayet 31 Mart 1923’te
kararını açıklamışlar ve notalarında Türkiye’nin mukabil tasarısını birçok
yerden kabul edilemez bulmuşlardır.
Müttefiklerin 31 Mart tarihli notalarına Türkiye, 8 Nisan
1923’te Türkiye’nin kararını açıklayan bir nota cevabı göndermiştir.
Türkiye notasında, konferansın ilk döneminde uzlaşmaya
varılan noktalarla uzlaşılmamış noktaları ayrı ayrı belirtmiştir. Buna göre;
Musul sorunu eğer barış anlaşmasından sonra bir sene içinde çözülmezse
Milletler Cemiyeti’ne başvurulması, Karaağaç’ın Yunanlılara bırakılmasının,
Boğazlar ve azınlıklar konusunda da belirlenen koşulların kabul edileceği
belirtilmiştir. Kapitülasyonların kaldırılması ve Osmanlı Genel Borcu’nun,
Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış olan devletler arasında paylaştırılması
üzerindeki Türk talebi aynen tekrar edilmiştir (s. 167).
…neticede yarım kalan Lozan Konferansı’nın tekrar
toplanılmasına karar verilmiştir.
Türkiye yeni müzakerelerin başlamasına kadar ki geçen süreyi
iyi değerlendirmeye çalışmış: İzmir İktisat Kongresi ve Amiral Chester’e kendi
adını taşıyan bir takım imtiyazlar verilmesi ve seçim kararı alınarak meclisin
dağıtılması gibi…
Chester İmtiyazı 9 Nisan 1923 tarihinde T.B.M.M. tarafından
tasdik edilmiştir.
Bu projeye en fazla tepki gösteren daha önce bu imtiyazların
kendilerine verildiğini iddia eden Fransa idi.
Türkiye bir yandan Lozan’da Amerika’nın yardımını almak için
bu imtiyazla uğraşırken diğer yandan da diğer devletlerin sert muhalefetiyle
karşı karşıya kalmış bu da ikinci dönem Lozan Konferansı öncesi gergin bir
havanın oluşmasına neden olmuştur.
Meclisin feshi
Yazar Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) meclisin fesh kararının
bir ihtilaf neticesinde değil de hem birinci grubun hem de ikinci grubun isteği
doğrultusunda gerçekleştiğini ifade etmek istemiştir (“İkinci Merhale”, İkdâm,
4 Nisan 1923, No: 9358, s.2.).
Yazar Mehmet Asım (Us) ise alınan bu kararı “Mukaddes Karar”
olarak nitelendirmiştir.
…Türk basını, Lozan’da yapılacak olan anlaşmanın bu mecliste
tasdik edilemeyeceğinden, T.B.M.M. Hükümeti’nin almış olduğu bu kararı
desteklemişler ve bunun memleket için müspet etkisinden söz etmişlerdir.
Böylece Lozan’da Türkiye’nin daha güçlü argümanlarla çıkacağına inanmışlardır
(s. 181).
Lozan’da İkinci Dönem
İlk dönem “komisyon” diye geçen oturumlar ikinci dönem Lozan
müzakerelerinde adını “komite” ye bırakmış, bu komitelerden birincisine İngiliz
başdelegesi Sir Horace Rumbold, ikincisine Fransa başdelegesi General Pelle ve
üçüncüsüne de İtalya başdelegesi Montagna’nın başkanlık etmesi
kararlaştırılmıştır.
Konferansın ilk günleri barış nutukları ve iyimser bir
havada başlamıştır.
Tamirat konusu:
İsmet Paşa; “Tamirat yerine arazi tavizatını kabul etmekle
sulh namına büyük bir fedakârlık gösterdik.” / İkdâm, 28 Mayıs 1923, No: 9409,
s.1.
Osmanlı genel borcu daha çok Fransızları ilgilendiriyordu.
Fransızlar ise kendi paralarının hızla değer kaybına
uğradığını bildiğinden dolayı bu hesaplamanın uluslararası para standartı
haline gelen pound sterlini ya da altın cinsinden hesaplanmasını istemiştir.
Hâkimiyet-i Milliye bu meselenin konferans müzakerelerinin
en katî safhasını teşkil ettiğini belirterek konunun önemini vurgulayan yazılar
neşretmiştir (Hâkimiyet-i Milliye, 12 Haziran 1922, No: 837, s.1.).
Ahmet Cevdet (Oran) ise müttefiklerin Türkiye’den faizlerin
altın olarak istenilmesinin iktisadî şartlar gereğince asla mümkün olmadığını, asıl
amacın Türkiye’yi iktisaden kendilerine bağımlı bir hale getirmek olduğu
iddiasını ileriye sürmüştür (“Altın Faizler Meselesi”, İkdâm, 12 Mayıs 1923,
No: 9395, s.1.).
Yunan tamirat meselesinde Türkiye’ye karşı verilen vaatlerin
bu meselede yerine getirilmemek istenmesi basında müttefikler aleyhine ateşli
yazıların yazılmasına sebebiyet vermiştir.
Rus Delegesi Vorovski’nin Öldürülmesi
Türk basını, bu cinayetin siyasi mahiyette olduğunu ifade
ederken, İsviçre basını bunun aksini iddia etmiştir.
Lozan Anlaşması’nın imzasından önce barış için uzlaşmaya
varıldığı haberi gazete manşetlerinden “Nihayet İtilâf! Sulh Lozan Afağından
Görüldü (Vakit, 10 Temmuz 1923, No: 2003, s.1),”
“İmtihandan Çıkış (Vakit, 18 Temmuz 1923, No: 2011, s.1.),”
“Sulh İçin artık İmzadan Başka Yapacak Bir şey Kalmadı.
Neticede Her İki Taraf Memnundur. 24 Temmuz Milletler Arasında Türklerin Yeni
Devir İnkişafını Başlatacak (Vakit, 19 Temmuz 1923, No: 2012, s.1.),”
“Oldu mu? - Oldu Oldu? (Vakit, 22 Temmuz 1923, No: 2015,
s.1.),”
“Nihayet (Hâkimiyet-i Milliye, 11 Temmuz 1923, No: 861, s.3.),”
“Beklediğimiz Netice (Hâkimiyet-i Milliye, 18 Temmuz 1923,
No: 868, s.1.),”
“Sulh (İkdâm, 10 Temmuz 1923, No: 9452, s.1.)” sözleriyle
okuyuculara aktarılmıştır (s. 227-228).
Hakkı Tarık (Us): “…30 Ekim 1918 ile Temmuz 1923 arasında
geçen her gün Türk vatanından binlerce delikanlının üzerine birkaç kürek kara
toprak attı. Unutmamalıyız ki bugün karıştığımız sulh, dünyanın en pahalı bir
sulhu olarak elimize geçmiş bulunuyor. Yapılacak muahedenin her kelimesinde bir
şehidimizin kanından bir damla olacaktır (“Nihayet İtilâf…”, Vakit, 10 Temmuz
1923, No: 2003, s.1.).”
İkdam gazetesi: “…Sulh bize yeni bir alemin kapılarını
açıyor. Biz bu yeni aleme, yeni girmekle beraber o yeni alemin yabancısı
bulunuyoruz. Zira o yeni alemi biz kendi idrak ve şuurumuzla hazırladık. Ve bu
uğurda en aziz kanlarımızı akıttık. Bugün o yeni aleme girerken, bize o alemi
kazandırmak için başta Mustafa Kemâl olmak üzere, milleti ikaz etmek için ve milli
hareketi şevk ve idare eden bütün millet kahramanlarına minnet ve şükran arz etmeyi
bir vazife biliriz. Ve bu uğurda canların feda etmiş olan kahraman
şehitlerimize derin bir minnetle hatırlar ve onların mukaddes ruhlarına
fatihalar ithâf ederiz (İkdâm, 10 Temmuz 1923, No: 9452, s.1.).”
İsmet Paşa: “Altı aydır burada çalışıyoruz. Müsavat
dairesinde muamele gördük. Türkiye diğer devletler milletleri gibi medeniyet ve
terfi namına çalışacaktır. Diğer devletler de aynı samimiyet ile hareket
edeceğinden şüphem yoktur… Reislere, mütehassıslara iktihâm ettikleri
müşkülattan dolayı hukuk mütehassıslarına ve baş kâtibe teşekkür ederim (Vakit,
22 Temmuz 1923, No: 2015, s.2.).”
Dr. Rıza Nur: “…Artık bundan sonra milletin uhdesine tertib
eden vazife, devleti asri surette ikmâl etmektir. Bugün milletin esas hayatı
iktisadiyattır. İktisadiyatın tezgâhtarı ise bankalar ve şirketlerdir. Bu
işleri bilecek insanları yetiştirmek bugün milletimiz için en mühim
ihtiyaçlardandır. Bunları yaparsak ve sükûnetle çalışırsak on sene sonra devletimiz
çok kuvvetli bir devlet olur… (Vakit, 29 Temmuz 1923, No: 2019, s.2.)”
Lord Curzon, varılan neticeyi olumsuz bulmakla beraber,
başta İngiltere olmak üzere müttefiklerin bu anlaşmayla az zararla çıktığını
ifade ederek iyimserliğini muhafaza etmeye çalışmıştır.
“…Türkiye harbi kazanmış olsaydı, bize bundan daha ağır
şartlar kabul ettiremezdi…(…) Ben Lozan’a gittiğim zaman ticaret gemilerinin
serbestisinden fazla bir şey istihsâl edeceğimden şüphe ediliyordu. Halbuki
boğazlardan ecnebi harb gemilerinin ve tayyarelerinin serbest geçişini
istihsale muvafık oldum. Artık Karadeniz yalnız Rusya’nın malı olmayacaktır… (İleri,
11 Ekim 1923, No: 2026, s.1.).”
Lyod George: “…Lozan bir yol değildir. O ancak mesafeleri
gösteren dikili bir taştır. Hiç kimse bu muahedenin şerefli bir sulh olduğunu
iddia edemez. Hatta o sulh bile değildir. Eğer yeniden doğan Türk ile iş
görülseydi ümitli olmaya imkân bulunurdu. (...) …1915 senesinin ilk aylarında
Fransa, Rusya ve bizim aramızda akdedilen birtakım itilâflarla birikmiş, Türkiye’nin
çoğu kesiminin harp nihayetinde parçalanması kararlaştırılmıştı… Sevr
Muahedesinin hükümleri güzelce tatbik edilmiş olsaydı, milyonlar Türk
idaresinden kurtulmuş olacaktı… (Vakit, 2 Ağustos 1923, No: 2023, s.1-2.).”
Yunan eski Dışişleri Bakanlarından G. Streit’in 1928
yılındaki ifadesi: “Lozan Anlaşması, bütün devletlerin boyun eğmelerini
saptayan bir belgedir (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Devirden Devire, C: 1,
Ankara, 1974, s.115.).”
Lozan Barış Anlaşması’nın İslâm Devletlerindeki Yankıları
Afgan sefiri Ahmet Han, basına vermiş olduğu demecinde,
artık Avrupa’da Müslümanlara eski gözle bakılmaması, herkesin müsavat dairesi
içerisinde yaşanılması gerektiğini izah etmeye çalışmıştır (Vakit, 24 Temmuz
1923, No: 2017, s.2.).
Mısır basını da Lozan Anlaşması münasebetiyle, muahede
metnini gazetelerinde yayımlamışlar, Anadolu’nun dört bir tarafında olan
kutlamalara yer vermişlerdir (İkdâm, 10 Ağustos 1923, No: 9480, s.2.).
Tunuslular adına Mustafa Kemâl’e, TBMM’ne, Türk ordusuna,
bütün kumandanlara ve bütün Türk milletine en samimi tebriklerini takdim ederek
dualar yağdırmışlardır (Hâkimiyet-i Milliye, 4 Eylül 1923, No: 904, s.3.).
Rusya’daki Müslümanlar arasında da büyük bir sevincin yaşanmasına
sebep olmuştur (İkdam, 10 Ağustos 1923, No: 9480, s.1.).
Hintli Müslümanlar yani bugünkü Pakistanlılar da Türk
zaferini en içten dileklerle kutlamışlardır (İkdâm, 16 Temmuz 1923, No: 9458,
s.1.).
Mustafa Kemâl Lozan Anlaşması’nın mecliste tasdikinden önce
bir nutuk sunmuştur:
“…Sulh konferansında tesadüf
edilen müşkülat dört senelik harbden sonra dörtyüz senelik mirasın tasfiyesinden ibaretti.
Vaziyeti hülâsa etmek gerekirse şarkta Trabzon ve
Adana’yı ihtiva edecek olan Ermenistan’dan eser kalmamıştır. Ermeniler tabii
hudutları dahilinde bırakıldı. 93 seferinde anavatandan cebren ayrılan evliye-i
selâse tekrar sancağımız altına alınmıştır. Şimalde
Pontus Hükümeti, taraftarlarıyla beraber bertaraf edilmiştir. Cenubda
nüfuzlarla Türkiye’yi parçalamak ümitleri tamamen kırıldı. Türkiye’yi
parçalamanın hayal olduğu kabul ettirildi. Cenubda Adana ile diğer esaretten
kurtarılmıştır. İzmir, Bursa, Paşaeli, Edirne ve bütün
cihanın iştahını çeken güzel İstanbulumuz kurtulmuştur. Bundan başka
bizi diğer milletlerden geri bırakan siyasî, adlî, malî ve iktisadî zincirler
kırılmış, parçalanmıştır. Muvaffakiyetimiz bize sulh sahasında doğru bir yol
açmıştır… (Vakit, 14 Ağustos 1923, No: 2035, s.1-2.).”
Lozan’ı eleştiren Mersin Mebusu
Niyazi Bey özellikle güney hudutlarının Lozan Anlaşması ile emniyet
altına alınmadığına veryansın etmiştir. (Misâk-ı Milli’ye atıfla) “…unutmayalım
ki davanın müdafaası için bizimle çarpışan kardeşlerimiz bugün ağlıyorlar… (Vakit,
22 Ağustos 1923, No: 2043, s.1.).”
İstanbul mebusu Hamdullah Suphi Bey:
(Güney hududundan söz ederek) “…Oradakiler Türklerin en hassas, en milli,
milliyetperver kısmını teşkil ederler. Bazı muahedeler vardır ki bizim gibi
bedbaht, mağdur milletler onu yalnız elleriyle imzalarlar, kalpleriyle değil! ...
Lozan’ın güney Türklerini ayıran kısmını biz kalplerimizle imzalamadık… (Vakit,
22 Ağustos 1923, No: 2043, s.2.).”
Saruhan mebusu Vasıf Bey: “…Boğazlar mukavelenâmesinin 4.
maddesinde bazı gayr-i askeri mıntıkalar, tamamen bize ait olan
topraklarımızdaki müdafaa-ı hakkımız tehdid edilmektedir. Boğazların
beyn’el-milel ticaret için serbestisi kabul etmiştik. Fakat hâkimiyet-i
siyasetimizin kuvve-i teyidiyesi olan müdafaa hakkımızı terk etmemiştik… (…) Batı
Trakya’daki Türklerin mübadeleye tabî tutulmasına rağmen İstanbul’daki Rumların
yerlerinde bırakılmaları da çok elemdir. Türk tebaasında bulunan bütün anasır,
hâkimiyetimiz altında hür ve mesud olarak yaşamak hakkına mâliktir. Fakat
tebaanında vazifelerini anlaması, bilmesi lâzımdır. İstanbul’daki Rumlar tebaa
değil, mukeddesatımıza, mevcudiyetimize ihanet eden canilerdir. Türk kalbi
bunları nasıl affedebilir… (Vakit, 23 Ağustos 1923, No: 2044, s.1.).”
T.B.M.M.’nde Lozan Anlaşması aleyhine konuşmalar yapan kişiler
bu anlaşmanın Misâk-ı Milli hükümlerini sağlayamadığından şikâyet eden genellikle
sınır bölgelerin mebuslarıdır (s. 278).
Türk basını, Lozan Anlaşması’nın tasdik haberini büyük bir
mutlulukla kamuoyu ile paylaşmıştır. İkdâm gazetesi, anlaşmanın tasdik
olunmasının ilk neticesinin yurdun işgal kuvvetlerinden tahliyesi olduğunu
belirtmiştir.
Sonuç
…yazarların ilgi ve sempati duydukları devletlere karşı
Lozan Konferansı boyunca daha ılımlı sözler sarfettiğini söylemek mümkündür.
Örneğin, Ahmet Emin (Yalman) Amerika’yı, Suphi Nuri (İleri) Fransa’yı diğer devletlere
oranla sert yazılar yazmaktan imtina etmişlerdir. Bunun dışında tüm yazarlar
İngiliz ve Yunanlılara karşı savaş açmışlar, en sert üslûplarını
kullanmışlardır (s. 292).
…
Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder