İsmet
Özel - 40 Hadis
Radyo konuşmalarından derlenmiş bir
metindir.
1.
Hadis
“Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Kadınlar, güzel koku,
gözümün nuru namaz.”
İlk göze çarpan yanı, Resûlullah’ın
dünyadan demeyip, “dünyanızdan” ibaresini kullanmış olması. Buradan
öğrendiğimiz şey peygamberlerin (…) kendimizi yakın hissettiğimiz dünya ile
bağlarının bizimkinden farklı olduğu.
…kadınlar, güzel koku ve namazın birlikte
anılması da kadınların insanın bu dünyadan zevk almasında değil de başka bir âleme
nüfuz etmesinde, bugün yaşadığımız âlemden farklı bir âleme nüfuz etmesinde bir
işlev yüklendiklerini düşünmeyi gerektiriyor. (s. 18)
Dolayısıyla kadınların dünyadan
sevdirilmesi, dünyaya bağlılık hissini güçlendirmekten çok, dünyadan başka bir
dünyaya geçme duygusunu pekiştirmesi, bu duyguyu yoğunlaştırması bakımından
düşünülmesi lazım.
…bir hadis-i şerifte “Namaz Müminin
miracıdır” denildiğini biliyoruz. Yani namaz tıpkı kadınlar ve koku gibi insan
teki üzerinde bir geçiş, bir nüfuz ediş, bir ulaşma, ulaşmayı sağlayan alan
olarak önem taşır. (s. 19)
Lichtenberg’in dediğine kulak verirsek;
“Kitaplar aynalar gibidir, aynaya bir maymun bakınca bir havarinin görünmesi
imkânsızdır.”
…yanlış, onlara kapılalım diye bizi bekler…
(s. 20)
2. Hadis
“Dünya, Müminin zindanı, kâfirin cennetidir.”
…kâfirler vur patlasın çal oynasın
yaşarlar, dünyada hazlar peşinde koşarlar. Çünkü bu onların kâfirliklerinin bir
parçasıdır. (s. 23)
Ölüm konusundaki bilinç, insana mahsus bir
bilinçtir.
…ölümün gerçekleşmesiyle birlikte her
şeylerini kaybedeceklerini düşünen insanlar Mümin olma fırsatını kaçırmış olan
insanlardır. (s. 24)
…dünya hayatı (…) nimeti içinde barındıran
bir hayattır.
…bu, hiçbir zaman hoşumuza giden şeylerin
elde edebileceğimiz en son, nihaî şey olduğu görüşüne bizi asla götürmemelidir.
Dünya bir son olmaktan çok bir başlangıç
olabilir. (s. 25)
Her şey bu dünyada olduğu için, birtakım
güçlü unsurlar bunu kullanmayı ve lehlerine çevirmeyi düşünüyorlar. Dolayısıyla
“kâfirin cenneti” olan bu dünya insanlık ailesinin bir şekilde cehennemi haline
gelmiş bulunuyor.
“Dünya Müminin zindanı kâfirin cennetidir”
hadis-i şerifi, bize dünyada gücü olmak meselesiyle, ahirette hesaba çekilme
meselesinin birbirine zıt iki fikir doğurduğunu gösteriyor. (s. 26)
…eskiden Türkiye’de ve İslam âleminde şöyle
bir söz söylenirdi: “Azıcık aşım kaygısız başım.” Yani tamahkâr ve azgın
olmadığın sürece kendi âleminde huzurunu kaçırmadan yaşama şansına sahip
olduğun düşünülebiliyordu. Hâlbuki dünya kâfirin cenneti vasfını arttırdıkça,
bu dünya insanların aşları azaldıkça başlarının daha da ağrımaya başladığı bir
dünya haline geldi.
Kâfirler, herhalde, ancak kâfirliklerinin
aşırı boyutlarda gerçekleşmesi halinde dünyanın cennetliğinden
faydalanabiliyorlar. Yani tam kâfir olmadıkça dünyanın da cennet vasfından
istifade edemiyorsun. (s. 27)
3.
Hadis
“İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi madenlerdir. Cahiliye
devrinde hayırlılarınız İslam devrinde de hayırlılarınızdır.”
“Bir devir gelecek insanlar Lâ ilahe
illallah diyecek; fakat anlamını bilmeyecekler.”
…insanlara ne faydası var bunun?
“Ateşten kurtarır.”
Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla sonuçlanan
olay, onun Resûlullah’ı öldürmek niyetiyle yola çıkışıyla başlar. (s. 31)
Türkiye’de Müslüman kimliğine sahip çıkan
insanlar aynı zamanda Türkiye’nin kaderi konusunda da sorumluluk alma
kapasitesinde insanlar olmak zorundadır. Bu kapasiteyi taşımamaları halinde bu
insanların birer maden olarak çok değersiz madenler sırasında satıldıklarını,
ucuz maden olmakla da birilerinin elinde ne şekle girdiklerini söyleyebiliriz.
Bizim ne cins madenler olduğumuz konusunda
bir değişiklik yapma şansımız yoktur; ama en azından o madenin ne işe
yarayacağı konusunda, işe yarayıp yaramayacağı konusunda bir irade seçimimiz
olabilir. (s. 32)
Resûlullah Bedir Savaşı’ndan önce şöyle bir
duada bulunmuştur: “Yâ Rabbi” demiştir, “Bu insanları muzaffer kıl, himaye et,
çünkü eğer bunlar mahvolacak olursa senin şanını dünyada yayacak kimse
kalmayacak.”
Bedrin aslanları ve onlarla birlikte, aynı
zamanda Çanakkale şehitleri. Bunlar öylesine üstün insanlardır ki, o insanların
maden olarak kıymetlerinin sarf edilmesi, yani bir şekilde bozdurularak
kullanılması bizi halen yaşatıyor. Yani, bizler de Türkiye’de yaşarken
Çanakkale’de ölenlerin yüzü suyu hürmetine yaşıyoruz. Yani, Türkiye’de bir
devletimiz bir milletimiz varsa Çanakkale Savaşı’nda o müttefiklerin projesini
uygulayamaz hale getiren insanlardır.
Bütün bunları göz önüne aldığımız zaman
yaşadığımız olağanüstü bir hayat olduğunu, aslında her şeyin olağanüstü cereyan
ettiğini göz önüne getirmemiz lazım. (s. 33)
4.
Hadis
“Sizden bir kimse, çirkin bir şey görürse onu eliyle
değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle tağyir etsin. Buna da gücü
yetmezse kalben nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”
Ahlaklı olana, vurdumduymazlık yasak. (s.
35)
Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker.
İnsanlar, Müslüman olan insanlar, iyiliği
emreder, kötülükten sakındırırlar. (s. 36)
…doğrudan doğruya dünyada sıhhatli,
haysiyetli, hayırlı bir tutumun temsilcisi olmak, sadece temsilci değil, onun
bekçisi olmak, sadece bekçisi değil onun mimarı olmak. (s. 37)
“Dünyada hangi mazarrat olursa olsun, beni
ilgilendirmez ben günlük ibadetlerimi yerine getirmekten başka bir şey
düşünmem” diyen adamın imanı tartışma konusudur. (s. 39)
…eğer ben Müslüman’ım diyen insan doğrudan
doğruya kötülükler karşısında hassasiyet göstermemiş olsaydı, bugün küfrün hâkim
olduğu dünyada bu yırtıcı muhalefetle karşılaşmayacaktı. (s. 40)
5.
Hadis
“Benim sözlerimi dinleyip de başka Müslüman kardeşlerine
nakleden kimselerin Allah yüzlerini ağartsın. Şu üç şeye bağlı kalan kimsenin
kalbi kendisine ihanet etmez; sırf Allah için amel etmek, idarecilere yol
göstermek, cemaatten ayrılmamak. Böylelerinin duaları kendilerini korur.” (s. 41)
Kimlermiş kalbi kendisine ihanet
etmeyenler?
Sırf Allah için amel edenler.
İdarecilere yol göstermek.
Bir insan idareci olmadığı halde
idarecilere nasıl yol gösterebilir? Kuşkusuz, toplum içinde Allah’ın çizdiği
hudutların müdafi olmak suretiyle.
Üçüncüsü (…) cemaatten ayrılmamak.
Biz Müslümanlar cemaat dediğimiz zaman emr-i
bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker ile yükümlü insanlar topluluğunu anlarız.
Cemaat dediğimiz zaman televizyon karşısına
geçip patlamış mısır yiyenleri anlamayız. (s. 44)
…insanlar sırf Allah için amel ediyorlarsa,
insanlar idarecilere yol gösteriyorlarsa, insanlar cemaatten ayrılmıyorlarsa,
hadis-i şeriften öğrendiğimize göre, böylelerinin duaları da kendilerini korur
yani böyle Müslümanların Allah’tan istedikleri şey gecikmeden yerine gelir. (s.
45)
6.
Hadis
“Üç şey münafığın alametlerindendir. Söz söylediği zaman
yalan söyler. Vaat ettiği vakit sözünden döner. Kendisine emanet edildiği zaman
hıyanet eder.”
…insanların yalan söylemeleri, sözünden
dönmeleri, emanete hıyanet etmeleri, onların münafıklığı konusunda bize bir
ipucu veriyor. (s. 47)
…gerekçesi ne olursa olsun yalanlarla
süslenmiş bir hayat yaşıyoruz.
Mesela insanlar ticaret yapıyorlarsa en
kârlı alanın hangisi olduğunu bir başka insana söylemeyecektir. Bu konuda
mutlaka yalan söyleyecektir. Çünkü doğru söylediği zaman o kârı elden
kaçıracağından korkar. İnsanlar çocuklara yalan söylerler. Çünkü henüz
çocukların doğruları kaldırabilecek kadar güçlü olmadıklarını düşünürler.
İnsanlar yaşlılara yalan söylerler çünkü yaşlıların avunması gerektiğini,
ihtiyarların avutulmaları gerektiğini düşünürler.
Dolayısıyla herkes herkesin münafığı haline
gelmeye başlar. (s. 48)
Söz yalanla başladığı için artık o sözün
tutulması da muhal hale gelir. Dolayısıyla münafıklığın ikinci alameti birincisinin
sonucu olarak doğar. (s. 49)
Yalan söyleyen, yalan söylediği ortaya
çıkan insanın toplumda tamamen itibarsız bir alana sürgün edilmesi; bir insanın
vaat ettiği vakit sözünden döndüğü tespit elmişse onun artık hiçbir güveni hak
etmediğinin vurgulanması, bunun alenen ortaya konulması ve emanete hıyanet
edeceği ihtimali olan insanların teşhir edilmesi. Bunları yapmaya
girişemediğimiz zaman, bunları yapmak bize geldiği zaman yavaş yavaş
münafıklığın da bize bulaştığını kabul etmemiz lazım. Yani yalan söyleyen
insanların hoşgörüden yararlandığı ve sözünden dönen insanların geçerli
alanlarda yer tuttukları ve ihanet edeceğini bile bile kendilerine bir şeyler
emanet edilen insanların imtiyazlı durumda olmaları bizim imanımıza bir
tasalluttur. Biz imanımızı bu gibi insanlarla bağımızı kopararak, artık
bağımsız kalmadığını belli ederek koruyabiliriz. (s. 50)
Doğru söylediğimiz zaman bize deli
denileceğinden korkuyoruz. Sözümüzü tuttuğumuz zaman enayi yerine
konacağımızdan korkuyoruz. Emanete hıyanet etmezsek dünyadaki itibarımızın
kaybolacağı yanılsaması içine düşüyoruz. (s. 51)
7.
Hadis
Kötülüğü eliyle düzeltecek olan devlettir,
diliyle düzeltecek olanlar alimlerdir, kalbiyle buğzedecek olanlar da en alt
tabaka olan Müminlerdir.
…halk kime buğzedip kimi seveceğini
şaşırmış vaziyette…
“Fakrım (fakirlik) fahrımdır.”
“Fukaralık, az kalsın küfür olaydı.”
Bir yerde “paran kadar konuş” deniyorsa
orada İslamiyet hiçe sayılıyor demektir. Maddi imkânsızlıklar, aynı zamanda
zihni sefaletin de içinde barınabildiği bir alan olmamalıdır. (s. 57)
8.
hadis
“Muhakkak Allahu Teâlâ hazretleri, sığır cinsinin otları
dişleri arasında çevirdikleri gibi tekellüfle konuşan, ağzının içinde dilini
dolaştıra dolaştıra belagat taslayan erkeklere buğzeder.”
“İlim Çin’de olsa da alınız.” deniyor ya,
Çin o hadiste tesadüfen geçmiş bir yer adı değildir.
Der ki Taocular; “Güzel sözler doğru
değildir, doğru sözler güzel değildir.”
…baliğ olmak iyi bir şey; ama gelgelelim
belagat taslamak, demek ki, çok kötü, Allah’ın buğz edeceği kadar kötü bir şey.
…dillerin hepsi Allah tarafından insanlara
verilmiştir. İnsanlar dilleri kültürleri içinde ürettiklerini düşünüyorlarsa
büyük bir hataya kapılmış sayılırlar. (s. 63)
Avrupalılar modern medeniyetlerini İslam
ile zıtlaşarak, İslam’a galebe çalma çabaları içinde kendilerini yoğurarak
gerçekleştirmişlerdir. O anlamda, Avrupalıların dilden bir şey
öğrenebildiklerini, dile sadakat gösterebildiklerini söylemek çok zor.
Modernliğin çıkmazı bir bakıma Hıristiyan Avrupa’nın kendi klasik dilleri Grekçe
ve Latince’deki tuhaflıkları ile de alakalı olabilir. Zaten Grekçe ve
Latince’nin omurga vasfını kaybetmesinden sonra modern dillere geçtiler. Her
şey belki de Allah’ın buğz etmesine vesile olan bir süreç içinde olageldi ve
onlar da kullandıkları dilin kendilerine gerçekten neyi işaret ettiği konusunu
göremeden bir dünya kurdular. (s. 64)
Dilin bize neyi öğrettiği meselesine bir
daha dönmek bugünün dünyasında hiç kimsenin üzerinde durduğu bir hadise değil.
(s. 65)
9.
Hadis
“Ya Resûlullah, hangi amel daha faziletlidir? dedim. O da:
“Allah’a iman etmen ve onun yolunda savaşmandır.”
Allah’a iman etmek Müslüman olmaktan ötede
bir şeydir.
Müslim, Mümin, Muhsin, Müslüman olmak…
İslamiyet’i kabul etmek anlamındadır.
İslam’ın ona teklif ettiklerini kabul
etmekle, en azından onlara itiraz etmemekle, insan İslam’a girer; Müslüman
olur. Ama iman etmek (…) emin olmaktır.
Muhsin ise kendisine ihsan edilmiş, Mümin
olmasının mükâfatını dünya hayatında görmüş kişiye diyoruz. (s. 68)
Vatan sevgisi imandandır.
Mademki bir öbür dünyaya sadece
amellerimizi götürebiliyoruz, o halde en faziletli amel olarak Allah’a iman
etmek insan ömrünün boşuna geçip geçmediğini bize bildirecek ya da öğretecek
bir şeydir. (s. 70)
10.
Hadis
“Ben ancak beşerim. Siz ise yargılanmak için bana
geliyorsunuz. Biriniz hüccet getirmekte diğerinden usta olabilir. Ben ise
işittiğim söze göre hüküm veririm. Şu halde bir kimseye, Mümin kardeşinin
hakkını alıp verirsem ona cehennemden bir parça ayırıyorum demektir.”
…bana İslamiyet’in yüceliğini en iyi
anlatan hadis-i şerif budur.
Gerek harcamalarımızda, gerekse birisiyle
paylaşmamızda gerçekte hakkımız olmayan bir şeyi kendi tarafımıza nakletmiş
isek, bunun bir cehennem parçası olduğunu bilmemiz lazım.
Müslüman bir insanın yaptığı her işte
sahtelik ve sahtecilik konusunda kendinin yargıcı olması zarureti doğuyor. (s.
74)
Yani bir ülkede birtakım makamları, bunlar
ister mesleki olsun, birtakım makamları ehil olmayan insanlar işgal ediyorsa,
burada cehennem korkusu taşıması gerekenler, hem o makamların üstündekiler, hem
o makamları dolduran kimseler, hem de o makamın altında kalanlardır. (s. 75)
11.
Hadis
“Din kardeşinin yüzüne gülümsemen senin için bir sadaka;
iyiliği emir, kötülükten nehyetmen senin için bir sadaka; delalet diyarında bir
adamı irşad etmen senin için sadaka; yoldan taşı, dikeni ve kemiği atman senin
için sadaka; kovandan din kardeşinin kovasına suyundan boşaltman da senin için
sadakadır.”
12.
Hadis
“Müslümanların güzel gördüğü şey Allah indinde dahi güzeldir.”
Biz Müslümanlar öyle bir yükümlülük
altındayız ki, Allah indinde güzel olamayacak herhangi bir şeyi güzel görme
durumunda değiliz. (s. 86)
Bulmak isteriz. Bilgimiz arttıkça zevkimiz
incelir, zevkimiz inceldikçe daha titiz seçmeler yapar, daha hassas ayırımlar
gözetiriz. Artık ahlâk peşindeyiz. (s. 88)
13. Hadis
“Ey cemaat siz şüphesiz, emir olunduğunuz şeye asla takat
getiremeyeceksiniz yahut asla yapamayacaksınız. Lakin doğrultunuz ve
kolaylaştırınız.”
Yani, bizim Müslüman olarak emir
olunduğumuz şeyler çok üst düzeyde davranış biçimlerini gerektiriyor. Bizim beş
vakit namazı hakkıyla kılmamız, hakkıyla otuz gün ramazan orucunu tutmamız,
hakkıyla zekat vermemiz, hakkıyla hacca gitmemiz ve ve hatta herkese çok kolay
gibi görünen hakkıyla kelime-i şahadet getirmemiz altından kalkabileceğimiz
şeyler değil.
Yani ideal, kemale ermiş bir İslami örnek
haline gelmemiz mümkün değil.
Bunların en iyisini yapabilmeye aday
olduğumuzu gösterecek biçimde davranacağız. Bu da bizim yönelişimizin doğru
olduğunu gösterecek. Yani, neye emir olunduysak onu yapmakla yönümüzü
şaşırmadığımızı belli edeceğiz. (s. 92-93)
14.
Hadis
“Allah’ı zikretmeden bir meclisten kalkan bir kavim, merkep
leşi yanından kalkmışlar gibi olur. Meclis onların nedametine sebep olur.”
Müslümanlardan oluşan bir meclisin bilgi
seviyesini yükselten, insanların bilme yeteneklerini de işleyen bir faaliyete
açık bir meclis olması lazımdır. Eğer böyle bir meclis değilse, insanlar bir
arada bulunmakla merkep leşi yanında bulunmuş gibi olurlar. Allah’ı
zikretmiyorlarsa topluca bir arada bulunan insanların her biri diğeri
bakımından eşek leşinden farksızdır. İnsanlar niye birbirlerinin yanındadırlar?
Allah’ı zikretmek için! (s. 99)
…Müslüman oluşumuzu dünyada bedenen varolmak
ötesinde bir anlam alanına girmiş olmaya borçluyuz.
Allah zikredildiği zaman insan ruhunda bir
arınma olur. Yani insan bir bakıma dünyada üzerine istemeden bulaşmış şeyleri
temizlemeye başlar. (s. 100-101)
15.
Hadis
“Yeryüzünde hiçbir Müslüman yoktur ki, herhangi bir dua ile
dua etsin de Cenab-ı Hak ona istediğini vermesin veya o duasına mukabil, bir
kötülüğü ondan men etmesin.”
Allahu Teâlâ Müslümanların bütün dualarını
kabul eder. Bunu akıldan çıkarmadan yaşamak lazım. Allah’tan istediğimiz hiçbir
şey geri çevrilmez. Buna inanasımız gelmiyorsa şartlarını bilmediğimizdendir.
(s. 105)
Gerçekten istemek duanın kabulü için ön
şarttır.
…insanoğlu, acıkmadan yer susamadan içer.
Onun için insanın duası ihtiyaçlarının üzerinde olabilir.
16.
Hadis
“Allahu Teâlâ, dünyada bir Mümin kulumun sevdiğini alırsam o
da bu musibetin sevabını sabır ve teslimiyetle benden beklerse, onun mükâfatı
ancak cennettir”
17.
Hadis
“Kendinizden aşağı olana bakın, sizden daha üstün olana
bakmayın. Çünkü bu, Allah’ın size olan nimetini tahkir etmemeniz için daha
muvafıktır.”
18.
Hadis
“Evlat babanın haklarını ödeyemez. Ancak onu köle bularak
satın alır da azat ederse o başka.”
…içinde yaşadığı örgütlü toplumun ürünüdür
insan.
Toplumla olan ilişkimizde eğer toplumdan
gelen bir bozukluk, bir yetersizlik, bir çaresizlik görmüş isek, onunla olan
ilişkimiz çerçevesinde bizim maddi manada bir üstünlük elde etmemiz
kaçınılmazdır. Bu maddi üstünlük mutlaka para ile ölçülen bir üstünlük
olmayabilir. Biz, bilgimizle hatta karakter özelliklerimizle de toplumu satın
alabilir düzeye çıkabiliriz. İşte bu ilk yapacağımız şeyin ikinci aşaması,
toplumu azat etmek olacaktır. Yani biz, bizi yetiştiren bu toplumun
köleliğinden haberdar olduk ve bu kölelik karşısında o toplumu satın alabilecek
derecede üstün bir performansa eriştik ise ikinci yapacağımız şey, toplumun
karşısında sahip olduğumuz özelliklerin bedelini o topluma ödetmek değil. Tam
tersine, biz o toplum karşısında ne kadar üstünlük sahibi isek bunun bize
mükellefiyet yüklediğini kabul etmeliyiz. Mükellefiyetimiz ancak o toplumun
özgürlüğüne açılan yolu genişletmek suretiyle yerine getirilebilir. (s.
126-127)
19.
Hadis
“Ey çocuk, Allah’ı muhafaza et ki, Allah da seni muhafaza
etsin. Allah’ı muhafaza et ki, onu karşında bulasın. İstersen Allah’tan iste.
Yardım dilediğin vakit de Allah’tan dile.”
“Bilmiş ol ki, şu ümmet sana bir fayda vermek için ittifak
etse, Allah’ın takdir ettiğinden başka bir fayda veremez. Sana bir zarar
getirmek için de toplansalar Allah’ın takdir ettiğinden başka bir zarar
yapmazlar. Kalemler kurumuş, sahifeler dürülmüştür.”
Demek ki kader mutlaktır! Kalemler kurumuş,
sahifeler dürülmüştür.
Her şey belirlenmiş ise, her şey sabitse,
niye Allah’ın emirlerini yerine getirelim. Olduğumuz gibi yaşayalım, nasıl olsa
her şeyi Allah bir şekle sokmuş, ne takdir edildiyse o olacak. Niye doğru yol
arıyoruz?
Her şey olacağına varır nasıl olsa. (s.
131)
Bu bakımdan, hadis-i şerifin başındaki
tavsiyeye bakın, “Allah’ı muhafaza et ki Allah da seni muhafaza etsin!”
20.
Hadis
“Bir koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar,
servet ve mevki düşkünü bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir.”
Demek ki, servet ve mevki düşkünü bir adam
dinine zarar veriyor.
Bu zarar neden acaba iki aç kurt ile
karşılaştırılıyor? Bir aç kurt yetmiyor, iki aç kurt… (1)servet ve 2)mevki)
Servet ve mevki düşkünü bir adam, hayatın
akışını ve insan ilişkilerini servet ve mevki edinmenin baskın karakter haline
geldiği bir insan ilişkileri ağı haline sokar.
…insanların ahlaklarının kazançlarıyla
anlam kazandığı ve birbirlerini geçme, birbirlerini zarara uğratarak birbirine
üstün gelme mekanizması işlemeye başlar.
21.
Hadis
“Cehennem nefsin arzu ettiği şeylerle, cennetse nefsin
sevmediği şeylerle kuşatılmıştır.”
Biz doğru hat üzerinde sırat-ı müstakim
üzerine olup olmadığımızı bir şekilde nefsimizin arzu ettiği şeylerle ilişkimiz
bakımından aşağı yukarı kestirebiliriz. Yani, sırat-ı müstakim üzerinde miyiz
yoksa değil miyiz bu hususu, nefsimizin arzu ettiği şeyler ve nefsimizin hiç
istemediği şeyler söz konusu olduğunda tartabiliriz. (s. 142)
22.
Hadis
“Bir kimseyi Allah, Müslümanlardan işlerinin birinin başına
getirirse onların hacetini görmekten ve fakirinden gizlenirse, Allah da onun
hacetini bitirmez.”
Sen ki Müslümanların işlerini yapmıyorsun,
hele de Müslümanların fakirlerinin gözüne gözükmek istemiyorsun, eğer beni
onlar görürlerse mutlaka benden bir şey isterler diye düşünüyorsun; o halde
Allah da seni muhtaç bir vaziyette bırakacaktır. Bu durumu, “sen birilerine bir
şeyler vermek zorunda olduğun halde bunu yapmadın o halde sana da bir şeyler
verilmeyecektir.” şeklinde yorumlamak, böyle anlamak mümkün. (s. 146)
23.
Hadis
“Fetihten sonra hicret yok; lakin cihat ve niyet var.”
24.
Hadis
“Kıyamet gününde Âdemoğlu şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe
yerinden ayrılamaz: Ömrünü nerede, ne surette harcadığından, yaptığı işleri ne
maksatla yaptığından, malını nereden kazandığından ve nerelere sarfettiğinden,
vücudunu, sıhhatini nerede ve ne surete yıprattığından.”
Müslüman olarak, ömrümüzü nerede
harcadığımız sorusu orada bulunmamızın hangi vasfımızı harekete geçirdiği,
hangi vasfımızı değerli hale getirdiği sorgusuyla birlikte anlam kazanacaktır.
Biz kimlerin ayağına çelme taktık, kimleri
pohpohladık, kimleri üzdük, kimleri sevindirdik, bütün bunlar ömrümüzü nerede
harcadığımızın hesabını vermemizle alakalı. (s. 160)
Malımızı sarf ettiğimiz yer, toplumda bir
bakıma bizim ayakta durmasını istediğimiz bir alanı gösterir. Yani biz, nelere
para harcıyorsak, o dünyanın, o para harcadığımız âlemin sıhhatine hizmet
oluruz. (s. 162)
25.
Hadis
“Zaiflerinin hakkı kuvvetlilerinden alınmayan bir millet
nasıl temizlenebilir?”
Sosyalizm de dâhil olmak üzere çeşitli
ideal toplum modelleri, son safhasında kimsenin kimseden daha güçlü, kimsenin
kimseden daha zengin, kimsenin kimseden daha üstün olmadığı bir dünyanın
tasarlanmasına dönüktür.
Modern anlayışın, bu alt-üst ayrımını
ortadan kaldıran yaklaşımını hiç sağlıklı bulamadığımı bilhassa belirtmek
gereğini duyuyorum. Altsız-üstsüz bir toplum düşlemek, altı da üstü de olmayan
insan ilişkileri kurmaya kalkışmak hastalıklı bir yaklaşımdır. (s. 166)
26.
Hadis
“Bir kimse bir muahedi öldürürse cennet kokusunu koklayamaz;
hâlbuki onun kokusu kırk yıllık mesafeden duyulur.”
27.
Hadis
“Üç kişi vardır ki, Allahu Teâlâ kıyamet günü onlara hitap
etmez; onlara bakmaz; onları tezkiye buyurmaz; onlar için acıklı azap vardır!
Birincisi, çölde ihtiyacından fazla suyu olup da onu yolculardan esirger.
İkincisi, metaını ikindiden sonra pazara çıkarır da daha evvel bu mala şu
kadar, bu kadar para verdim diye yalan yere yemin eder ve müşteri de ona
inanarak o fiyattan malını alır, hâlbuki hakikat öyle değildir. Üçüncüsü, o
kimsedir ki dünyevi bir maksat için devlet reisine biat ve itaat eder. Devlet
reisi ona istediğini verirse sadık kalır vermezse buğzeder, ahdini ifa etmez.”
28.
Hadis
“Üç sınıf insan vardır ki, Allahu Teâlâ kıyamet gününde
onlara iltifat buyurmaz, onları tezkiye etmez, korumaz, onlara rahmet nazarıyla
bakmaz, onlar için can yakıcı bir azap vardır. Bir: Zina eden ihtiyar. İki:
Yalancı emir. Üç: Kibirli fakir.”
29.
Hadis
“Ademoğlunun bir dere altunu olsa ikincisini ister. Onun
ağzını topraktan başka bir şey dolduramaz. Allah tevbe edenin tevbesini kabul
eder.”
İnsanoğlu yaşarken bu imkân benim için
kâfidir, demeyecektir.
30.
Hadis
“Arınmak imanın yarısıdır. Elhamdülillah sözü mizanı
doldurur. Sübhanallah ve’lhamdulillah cümleleri de yerle gök arasını
doldururlar. Namaz nurdur. Sadaka burhandır. Sabır aydınlıktır. Kur’an senin
lehine veyahut aleyhine hüccettir. Herkes sabahleyin işine gücüne çıkar da
kendisini satar. Ya kazanır ya kaybeder.”
Suphanallah, Allah’ı her türlü arazlardan
kusur, ayıp ve eksikliklerden tenzih ederim demek. Suphanallah dediğimiz zaman,
Allah’ta herhangi bir şekilde araz yoktur, yani Allah bir şeyin belirtisi
olarak bulunmaz, kendisi “öz”ün hasıdır ve Allah bütün eksikliklerden
münezzehtir… (s. 197)
31.
Hadis
“Müminin işi taaccübe ayandır. Zira işinin hepsi onun için
hayırlıdır. Bir meziyet yalnız Mümine mahsustur. Zira o sevinirse şükür eder.
Bu ise onun için hayırdır. Başına bela gelirse sabreder. Bu da onun için
hayırdır.”
32.
Hadis
“Yollar üzerinde oturmaktan sakınınız.”
“Yol üzerinde oturmaktan vazgeçmiyorsanız, bu yolun hakkını
veriniz.”
“Haram olan şeylere bakmaktan, gelip geçeni rahatsız etmemek,
selam almak, ma’ruf olan şeyi emr, münker olan şeyden nehyetmektir.”
Yollar kelimesi burada bir gayeye erişmek
üzere kullandığımız “usul” anlamında kullanılmamıştır.
Demek ki, Müslümanlık öncelikle bu herkese
ait olan kamu alanlarının, herhangi bir özel şahıs tarafından engellenmesini
hoş görmüyor.
Müslüman isek mal mülk kazanmış olmamız
aynı zamanda o kazancın Kur’an-ı Kerim’den de bunu öğreniyoruz. Orada,
kazancımız üzerinde, yetimin yolcunun, hastanın, yoksulun hakkı olduğu
söyleniyor. (s. 211)
Özel hayat, yanlışlığından sadece bizim
sorumlu olduğumuz, yanlışlığını başkasına bulaştırmadığımız, yanlışlığını
başkasına yansıtmadığımız hayatımızdır. Şimdi kamu hayatından bahsediyoruz.
Kamu hayatını da haram olan şeylere bakmamak suretiyle ancak hakkını vererek
yaşayabildiğimiz bir hayat haline getirebiliriz.
…haram olan şeylere bakmadığımız zaman,
onlara hoşgörü göstermiş olmayız, tam tersine, onları mahkûm etmiş oluruz, yani
haram olan her neyse, biz onlarla ilgilenmediğimiz zaman, onlar kendi zehirli
alanlarında tek başlarına kalırlar. Tıpkı kendini sokan akrep gibi. (s. 214)
33.
Hadis
“İslam’ın hangi esası daha sağlam?
‘Namaz’
dediler.
Güzel,
ama o değil.
Öyleyse
ramazan orucu.
Güzeli
ama o da değil.
O da
değilse cihattır.
O da
iyidir fakat değildir.
İmanın
en sağlam bağı Allah için sevip Allah için buğzetmek”
Yani, İslam’dan imana geçiş aynı zamanda
biçimden öze geçiş anlamına geliyor.
Allah’tan gayrısı için sevip Allah’tan
gayrısı için buğzettiğimiz zaman; bizi bekleyen en yakın tehlike
putperestliktir.
Dolayısıyla, bir insanın Allah için sevip
Allah için buğzetmesi bir düşünce olgunluğuna kavuştuğunun işareti sayılması
gerekir. (s. 219)
Allah için sevip Allah için buğzedenlerin
üçüncü şahıslara söyleyebilecekleri bir şey yoktur. Konu gerçekten Allah için
sevip gerçekten Allah için buğzeden insanların kelimelere başvurmadan
anlayabileceği bir konudur. (s. 220)
34.
Hadis
“Titremene lüzum yok. Ben kral değilim. Kureyşli kuru et
yiyen bir kadının oğluyum.”
Allah Rasûlü’nün Muhammed olduğunu
belirtmemek buna şahadette bulunmamak bizi tevhid akidesinden mahrum bırakır
(…) Lâ ilahe illallahın kanıtı, Muhammeden Rasûlullah’tır. Durum bu kadar
önemlidir. (s. 222)
“Benden sonra hilafet otuz yıldır, sonrası
ısırıcı saltanattır.”
35.
Hadis
…biri gelip kılıcıyla Rasûlullah’ın başına
dikilerek “Seni benden kim kurtarabilir?” dedi. Rasûlullah (S.A.V.): “Allah!” diye cevap verince kılıç elinden düştü.
Rasûlullah (S.A.V.), ashabının bulunduğu
mahalle giderek: “İnsanların en hayırlısının yanından geldim.” dedi ve sonra da korku namazını anlattı.
…yani bir insan Allah’tan başka hiçbir şeye
güvenmiyor, bunu farketme yetisi insanların en hayırlısı olmaya yetiyor.
36.
Hadis
“Sözlerinde ve fiillerinde ileri gidip hadleri aşanlar helak
olmuştur.”
Yani insanlar kendi güçleri ve kendi zihin
yetenekleri bakımından başka bir güce ihtiyaç duymayan tavırlarda ısrarlı
olurlarsa bu onların ileri gittiklerini gösterir. (s. 232)
…sözleri ve fiillerinde Allah rızasını
gütmeyen herkes peşinen helak olmuş sayılır.
37.
Hadis
“Seferden dönüyoruz, günahlardan tövbe ediyor ve rabbimize
ibadet ve hamd ediyoruz.”
En hayırlı işi yapıyor olsak bile,
atılımımızda ve açılımımızda bir tedbirsizlik vardır. Yani insan olarak
hayatımızın atılımına, açılımına dönük alanlarında gerçekte dünyada nasıl bir
etki uyandırdığımızı bilmemekten gelen titremeye rastlanır.
Bu örnek olay vesilesiyle hepimiz salih bir
hayatın bir kaygı, bir endişe dönemi olduğunu bilmekle yüz yüzeyiz. Allah
Rasûlü seferden dönerken günahlardan tövbe etmeyi zikrettiyse bunun anlamı iyi
kavranmalıdır. Çok hayırlı, çok üstün nitelikli bir İslami tutum içinde
olmasına rağmen Allah Rasûlü günahlardan tövbe etmekten niçin söz etmektedir?
Çünkü, kainatın çekilip çevrilişi Allah’a mahsus olduğundan ve biz Allah’ın
kulları olarak bu çekilip çevrilişte bize sadece yükümlülük olarak bildirilen
şeylerin yerine getirilmesi sınırı içinde olmamız durumunda olduğumuz için
dünyada nasıl bir etki yaptığımızı bilemeyiz. Bilemediğimiz için de her an
yanlışlığı, inhirafı, itizali benimsemediğimizi vurgulamak zorundayız. (s. 238)
38.
Hadis
“Şüphesiz ki sizler, kendinizden önceki milletlerin yoluna
karışı karışına, arşınına, tıpatıp muhakkak uyacaksınız. O dereceye kadar ki,
şayet o ümmetler bir kelerin deliğine girseler, siz de muhakkak onlara tabi
olmaya çalışacaksınız.”
…bu ümmetler Yahudiler ve Hıristiyanlar
mıdır?
Rasûlullah: “Onlardan başka kim olacak!”
Yahudi ve Hıristiyanlar kendilerini İshak
(A.S.)’ın devamı kabul ederler. Bizleri de biz Müslümanları da İsmail (A.S.)’in
soyu olarak kabul ederler.
…Moby Dick şöyle başlar: “Bana İsmail
deyin.” Yahudi ve Hıristiyan kültüründe “İsmail” kayıp kardeş veya cemaatten
kopmuş biri olarak algılanır ve böyle bir muameleye tabi tutulur.
Martin Heidegger’e Henry Corbin, “Sizden
önce bu fikirleri ileri sürmüş birine rastladım” demiş. Bu kişi de bir Müslüman
İşrak felsefesi’nin kurucularından Suhreverdi. Martin Heidegger modernistlerden
post modernistlere kadar, nasyonal sosyalistlerden çevreci yeşillere kadar
birçok Batılı unsurun kendine kaynak saydığı bir isim. Oysa onun öncesinde
Suhreverdi var. Bunu boş bir böbürlenme olarak söylemiyorum. Bir yakınma olarak
ifade ediyorum. (s. 246)
39.
Hadis
“Hiçbiriniz ey hasara ve ziyana uğrayası dehr demesin, çünkü
Allah dehr’dir.”
Dehr’e sövmeyeceğiz çünkü Allah dehr’in
sahibidir.
Başımıza iyi veya kötü ne gelirse gelsin,
“ben ne yaptım da bu oldu” demek, Müslüman olarak bizim görevlerimiz
arasındadır. (s. 251)
40.
Hadis
“Arabın tekellüm ettiği en şiirli söz parçası Lebid’in şu
sözüdür: Ela Küllü şey’in ma halel lehe batılu.” …ibarenin Türkçe meali şöyle: “İyi biliniz ki, Allah’tan başka her şey
batıldır.”
Marmara Medya
Editör: İshak Arslan
3. Baskı, Ekim 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder