İsmet
Özel - Üç Mesele
Teknik
– Medeniyet – Yabancılaşma
İslâm’ın kavranılmasında üç safha
Tecrid, tefrid, tevhid
Tecrid (soyutlama), İslâm’ın emir ve
nehiylerinin bütün zamanlar ve yerlerde geçerli olduğunu bilmektir. (s. 12)
Tecrid safhasında Kur’an’da vaz’ edilen
apaçık ilkeler öndedir.
Tefrid, Allah’ın hükmünün yürüdüğünü
görmektir.
Tefrid safhasındaki Müslüman, hepsi aynı
millet olan küfre karşı (…bir sistem olan küfre karşı) ne yapılması gerektiğini
bilir. Bilir ama yapabilir mi? Yapabilmesi için Müslümanın İslâm’ı kavrayış
bakımından tevhid safhasında olması gerekir.
Hatırlamalı ki şahid ve şehid kelimeleri
aynı köktendir. (s. 15)
…neyim, ne yapıyorum, ne ile yapıyorum diye
sorduğumuz zaman karşımıza yabancılaşma, medeniyet ve teknoloji çıkıyor.
Yabancılaşma ancak medenî bir hayat
tarzıyla birlikte sözkonusu edilebiliyor, medeniyet ancak kendi teknolojisiyle
ayakta durabiliyor. Teknoloji, hayatını devam ettirebilecek bir medeniyeti
türetiyor. Yabancılaşmadan medenî olunamıyor. (s. 17)
Kur’an insan zihninin faaliyetlerini
anlamlı kılar; yoksa insan zihni Kur’an’ı anlamlandıramaz.
İslâm kavrayış seviyesi ne olursa olsun her
insanın bir gelişme yoluna girmesini mümkün kılması bakımından tek düşünme
biçimidir.
…Müslümanlardan kim bir kötülüğü kalbi ve
dili ile düzeltmeye gayret etmezse işte o yaşayan bir ölüdür. (s. 27)
Hayal, ipleri elden kaçırmaktır.
Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz ama bir
başkası yaşıyor.
Müslümanın rüyası, nübüvvetin kırk altı
cüzünden bir cüzdür.
Hayal, insanın istekleri, özlemleri,
yönünde kafasında meydana getirdiği bir suni ortam, bir zan, bir kuruntudur.
Rüya ise insanüstü bir kuvvetin tesiri
altında görülen ve benim gerçek kabul ettiğim bir istikamet, bir atâdır. (s.
36)
Hayal, tıpkı bir bataklık gibi sizi yavaş
yavaş yutar, eritir. Rüya ise sizin mevcudiyetinize gelen bir açıklık,
sarahattir; sizi ikaz eder ve sağlam bir zeminde ilerlemenize yol açar. (s. 37)
Ortaçağı kötüleyenlerin sevmedikleri nokta
o dönemdeki düzendir, düzenliliktir. (s. 42)
İbn Rüşd, felsefe alanındaki
bilgisizliğinden doğan bir telaşla, belki de utanca kapılmıştır.
Aristo’yu bir Müslüman düşünce adamına
yakışmayacak ölçüde gözünde büyütmüştür.
Seçmecinin aşağılık duygusu, İslâm’ın
kapsayıcı vasfını anlayamamaktan doğar. (s. 54)
…bugünkü Türkiye köksüzlüğün acısını veya
zevkini yaşayan insanlarla doludur.
Kur’an, Doğu medeniyetinin; Tevrat ve
İncil, Batı medeniyetinin dayandığı kitaplardır demek doğru olur mu? (s. 65)
Batı medeniyeti kendini Prometheus olarak
gören aydınların eseridir.
Batılı, ilericiliği hep çatışmada görmüş,
kendisine çatacak bir Zeus aramıştır.
İlk olarak kalemle yazı yazan ve elbise
diken İdris Peygamber’dir. İdris Aleyhiselam’a göklerin esrarı açılmıştı.
Nihayet Cenab-ı Hak, onu diri iken göğe kaldırdı. (s. 66)
Batı anlayışı içinde insan olmak, insandan
yana olmak, işkenceyi; Doğu anlayışında ise erişilmez bir lütfu icab ettiriyor.
(s. 67)
Rousseau, vesveseli, huysuz, yalancı ve
hırsızın biri…
Voltaire, cimri, açgözlü bir adam.
Hele o Balzac? Pisboğaz, mavi kan hayranı
zendost? (s. 73)
Hayvana bir vasıf ekleyerek insanı
tanımlamak, Batı düşüncesinin ana eğilimi.
İnsanın yoldan çıkışı, melek olma arzusuyla
hayvani bir eğilime boyun eğerek başlıyor. “Derken şeytan onlardan gizli
bırakılmış o çirkin yerlerini kendilerine açıklamak (göstermek) için ikisine de
vesvese verdi: Rabbimiz size bu ağacı başka bir şey için değil ancak iki melek
olacağınız yahud (ölümden azade ve) edebi kalıcılardan bulunacağınız için (yani
böyle olmayasınız diye) yasak etti, dedi.” (7/20)
“Nihayet şeytan onu fitledi: Ey Âdem, dedi,
seni ebedilik ağacına, zeval bulmayacak bir devlete (ulaştırmaya) delâlet
edeyim mi?” (20/120)
Batı düşüncesi, insanı, kendi kendini
gerçekleştirmesi mümkün bir varlık olarak görmekle ve göstermekle şeytana
tapıcılığın en katıksız örneğini vermiş olur. (s. 76)
Ruhun kendi içinde şedid ve üstün bir
çatışma yaşadığını söyleyen Hegel, ruhun ideal bir varlık olarak kendini
gerçekleştirme gayretleri içinde olmasına rağmen bu hedefini kendi gözünden
sakladığını, böylece ruhun gerçek yönelimi ile o anda yapmakta olduğunun
birbirine yabancı kaldığını belirtir. (s. 80)
İnsan kendine yabancılaşmış bir varlıktır
ve varoluşundaki yabancılaşmayı hiçbir zaman aşamayacaktır. (s. 85)
İnsan Tanrı olamaz, bunun imkânsızlığını
bile bile olmaya çalışmalıdır. İşte, insan varlığının kaçınılmaz tragedyası
budur. (s. 86)
Hegel, evrene, kitaplı dinlerin Tanrı
kavramından uzaklaşarak panteist bir gözle bakıyor: Eğer Tanrı’dan, insan
aklına göre aşkın olan varlık anlaşılırsa, Hegel filozofların en ateistidir.
(s. 92)
Hegel’in felsefesinde mutlak ve akıl aynı
mânâya gelen kelimelerdir.
Hegel’e göre Hz. İbrahim (Yahudinin simgesi
olarak) yabancılaşmıştır, çünkü karşısında kendisini (İbrahim’i) aşan Tanrı
vardır. Tanrı efendi, İbrahim köledir. Köle efendisinin iradesine ve
isteklerine boyun eğmekle, bağımlı olmakla yoksuldur, değersizdir.
İnsanın kendi dışında bir Tanrı kabul
etmesi, Feuerbach’a göre insanın yabancılaşmasının temel etkenidir.
Kur’an- Kerim insanı hiç de kendisinden bir
ahlak öğretisi çıkarabilecek güçte görmüyor: “Allah’ın üzerinizdeki lutf-u
inayeti ve esirgemesi olmasaydı, birazınız müstesna olmak üzere, muhakkak ki
şeytana uymuş gitmiştiniz.” (4/89) (s. 97)
“İnsan, hayra duası gibi şerre de dua eder.
Pek acelecidir insan!” (17/11)
“Çok cimridir insan” (17/100)
“İnsanın husumeti ise her şeyden fazladır.”
(18/54)
“Hakikat, (şu) insan çok nankördür.”
(22/66)
Kâbusname
Büyük ölçüde İslam’a ters düşen tavsiye ve
nasihatlerle doludur.
Medeniyet bir kültürün kaçınılmaz
akıbetidir.
Bir medeniyeti ötekinden ayıran biçim ve
iyi anlayışları olmaktadır.
Medeniyet, sınıflaşmayı ve insanın insanı
sömürmesini öngörür ve elbette sınıflaşma ve sömürü medeniyeti doğurur.
…mal ve servet sahibi kimseler kendilerini
ve servetlerini koruyan kuvvetlerce hükümdarın akrabasından veyahut hükümdarın
en yakın adamlarından şeref ve derece sahiplerinin veyahut devlet ve sultanı
koruyan asabiyetin himayesine sığınmaya mecburdurlar ki bu yolla kendilerini ve
servetlerini tecavüzlerden koruyabilsinler.
…devlet tebaasından para toplar, bu
paraları yüksek memurlarına ve ricaline sarfeder ve bağışlar. Devlet ricalinin
ve memurlarının paradan ziyade şeref ve mevkileri sayesinde halleri ve
yaşayışları genişler. Bu suretle paralar tebadan alınarak devlet ricalinin ve
memurlarının geçinmeleri için sarfedilmiş olur.
Medeniyet, insanların madde karşısındaki
zaaflarının ve maddi gelişmeye mahkûm olmalarının somutlaşmış halidir. (s.
135-136)
…yerleşik ve medeni hayat yaşayanların
masrafları artar, itidal dairesini aşarak israf derecesini bulur. (s. 137)
Bunun tesiri ile fısk ve fücur artar, meşru
ve gayrı meşru yollarla geçinme vasıtalarını elde etmek üzere türlü çarelere
başvurulur. Fikirler bunu düşünmekle meşgul olur…
Bu ahlaksızlık ve onun şerefe dokunan
kötülükleri herkesin gözü önünde açık bir surette işlenir.
Şehirler ahalisinden çoğunun hali böyledir,
çirkin işler bunlar için bir âdet ve karakter haline gelmiştir.
Refah ve bolluğun tesiriyle insan her türlü
lezzetli yemekler yemeyi arzu eder. Bu yemeklerin tesiriyle zina ve lutîlik gibi
bir takım ahlaksızlıklar yayılır. (s. 138)
Putperestlik gücünü putlardan değil, puta
tanınan üstünlükten alır.
İmanı kendi kaynakları dışında aramak (…)
esaslı bir haddini bilmezliktir. (s. 148)
Teknik, nesnenin nesneyle olan ilişkisinden
öteye geçmeyi yasaklayan bir mantığa sahip olduğu için (…) akıl gerçekle
uğraşmaktan hakikati göremiyor. Hâlbuki aklın insan varlığıyla olan münasebeti
ancak hakikat aracılığıyla kurulabiliyor. (s. 155)
Teknik, burjuvaziye hizmet etsin diye, Batı
medeniyetinin ideallerine uygun olarak türetilmiş bir kuvvettir.
Edison 1876’da New Jersey’de Menlo Park’ta
“sipariş üzerine icatlar” yapmak üzere bir laboratuvar kurar. (s. 188)
Şule Yayınları
6. Baskı, 1996
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder