Andre
Bonnard - Antik
Yunan Uygarlığı 1. Cilt
İlyada’dan Partheon’a
Bölüm
1
Yunan
Uygarlığının Beşiğinde Yunan Halkı
Atina’da her yıl, ilkbaharın tekrar
gelmesi için görkemli törenler yapılırdı -zira ilkel dönem insanları
ilkbaharın, kışın yerini almayı unutacağından korkarlardı- teke ya da boğa
kılığındaki Dionysos’un, baş yargıç olan kralın karısı yani Atina "kraliçesi"
ile evlenişi kutlanırdı.
Çiçek Şöleni (Anthesterie) Atina’da
şubat sonunda yapılırdı.
Yunan kent devletlerinin hepsinde (Thebai
hariç), aile içinde, baba, daha dünyaya gelir gelmez, çocuğunu dilediği
biçimde, başından defetme hakkına sahiptir.
Nedir o halde uygarlık dedikleri? Uygar
sözcüğü, Yunancada, evcilleşmiş, işlenmiş, aşılanmış anlamına gelir.
Art arda dalgalar halinde Balkanlara
gelen Hellen halklar, göçebe kavimler halinde yaşayan halklar gibi yaşam
sürmekteydi.
Bu yabanıl halk, temel gıdasını avla
elde ediyordu.
Ülkeleri olacak bu topraklara Thalassa (Talasa) dediler.
Köylü halk, denizci halk: işte Yunanlıların uygarlığının ilk adımları bunlardır.
(s. 20)
İlkel halkların hepsinin de şarkıları,
türküleri vardır ve çalışırken veya işin yükünü hafifletmek için sanki ritimli
bir dil kullanırlar.
Havada uçuşan bu şiirler zamanla
akıllarda yer eder. Sonunda bunlar (…) İlyada ve Odysseia gibi iki büyük yapıta varırlar.
Drama şairleri Yunan halkının
eğiticileridirler. (s.21)
Bunların hepsi aynı amaca yönelir: insanın
doğa üzerindeki gücünü artırmak, insanın kendi insanlığını artırmak. Bu nedenle
genelde Yunan uygarlığı bir hümanizma olarak adlandırılır. (s. 22)
Bu halk bakımından Hint-Avrupa
ailesindendi.
İ.Ö. 2000 yılına doğru artık ilk
topluluktan ayrılan ve Tuna ovasını işgal eden Yunan halkı (…) Doğu Akdeniz’in
çevrelediği topraklara girmeye başlar.
Yunan kabileleri yeni yurtlarına
yerleşmeye başlarken tüm bu bölgeleri elinde tutan ve kendilerinden çok daha
ileri düzeydeki bir halktan tarımı öğrendiler. Eskilerin bazen Pelasglar
dedikleri bu halkın gerçek adını bilmiyoruz. Biz onları (…) Egeliler diye
adlandırıyoruz. Egeli bu uygarlığın merkezi Girit’ti.
Bu Egeli halk yazı yazmayı biliyordu…
(s. 24)
Yunan halkının İ.Ö. 1400’lerde
Girit’teki Knossos Sarayını yıktılar. Bu olaydan önce Yunan halkının Egelilerle
barış içinde yaşadıkları kabul ediliyor.
Knossos Sarayı yıkıldıktan sonra Yunan
halkı, siyasi merkezini Peloponnesos’a taşıdı.
Yunan denizciler kıyıları izler, bir
adadan öbürüne giderler. Akhaların denizciliği ise ticaretten çok korsanlıktır.
Kendilerine bağlı çok sayıdaki
bağlaşıklarım da peşlerinden sürükleyen Akha prenslerinin son seferi bizatihi
tarihteki Troya savaşı olmuştur.
Dorların istilası I.Ö. 1100’lere
doğrudur.
Yunanistan’ı kasıp kavurdular.
Egelilerin uygarlığından etkilenen Akha
uygarlığı unutulup gitti.
Dor istilasının izini taşıyan
Yunanistan, bundan böyle yalnızca Yunan boyları ile dolup taşar. (s. 28)
Yunan ülkesi çok yüksek olmayan ancak
ülkenin her yanını kuşatmış dağlarla, sıradağlarla çevrilidir. Bu sebeple
birbirinden kısmen bağımsız küçük yerleşimler ortaya çıktı. Şehirler,
korsanlara karşı korunaklı olması için denize nispeten uzak, yüksek yerlerde
ortaya çıktı.
Siteler/şehirler arasında rekabet vardı.
Bu rekabet zaman zaman çatışmalara neden olsa da ağırlıkla yarışmaya
dönüşüyordu. Yunan olimpiyatlarının ortaya çıkışı bu rekabetin sonucudur. Yarışmalar
arasında tragedya, komedya ve lirik şiirler de yer alır.
Bölüm
2
İlyada ve Homeros’un Hümanizmi
Yunan halkının ilk büyük kazanımı, şiiri
ele geçirmesidir.
Şair, insanı tanrılar katına çıkaran ün
aşkını dile getirir.
Troya Savaşı (…)savaşın nedeni (…)yerleşik
ilk Yunan boylarının ekonomik rekabetidir.
…şiirin tümüne konu birliğini veren oluntu
Akhilleus’un (Ahileas) öfkelenmesi olayı, onun Mykene kralı ve Troya’ya karşı
yapılan seferin önderi Agamemnon ile kavgası, sonra da kavganın Troya’yı
kuşatan Akha-Yunanlıları için kötü sonuçlarıdır.
Agamemnon (…) Akhilleus’dan (…)Briseis
(Vrise) adlı bir güzel tutsak kadını kendisine vermesini ister.
Akhilleus (…) reddeder.
…Agamemnon’a ağır küfürler eder.
Agamemnon kendisinden özür dilemedikçe savaşa katılmayıp çadırına kapanacağına
yemin eder. Öyle de yapar.
Akha ordusu Troya surları önünde üç ayrı
yenilgi alır.
Aias, Odysseus ve Akhilleus’u yetiştiren
Phoiniks cepheye geri dönmesi için Akhiellus’u ikna etmeye çalışırlar. Akhiellus
ikna olmaz, ricacılara Troya önlerinden ayrılacağını söyler.
…ertesi gün Troyalılar Yunanlıların
savunma hatlarını yararlar.
Akhilleus yakılan ilk Yunan gemisinden
alevin yükseldiğini görür; bu alev Yunanlıların yenilgisi ve kendi şerefsizliği
demektir.
O anda en sevgili arkadaşı (…) Patroklos’un
yalvarmasına duyarsız kalamaz.
Patroklos’u kendi silahlandırır, onu
askerlerinin başına geçirir ve çabuk davranması için sıkıştırır. Patroklos
Troyalıları gemilerden çok uzağa, ordugâhın dışına püskürtür.
Hektor Patroklos’u öldürür.
Dostunun kaderini öğrenen Akhilleus’un
acısı korkunçtur.
…bu acı, onu çığrından çıkarır,
Patroklos’un katili Hektor’a ve onun halkına karşı intikam isteği deli eder onu
ve yaşama ve savaşa döndürür.
…yoluna çıkan bütün Troyalıları kırıp
geçirir.
Hektor ile Akhilleus’un teke tek savaşı
ilyada’nın doruk noktasıdır. Yüreği karısı, oğlu, yurdu için taşıdığı sevgiyle
dolu Hektor yiğitçe dövüşür. Ama Akhilleus daha güçlüdür. Akhilleus onu döve döve öldürür.
Onu aşağılamaktan da geri kalmaz;
düşmanını ayaklarından savaş arabasının arkasına bağlar…
Akhilleus, çadırına yalvarmaya gelen Priamos’a
bahtsız oğlunun cesedini verir.
Homeros, VIII. yüzyılda, lonia
kıyısındaki kentlerden birinde yaşamaktadır.
(Homeros) bu geleneksel doğaçlama epik
anlatının, kendisinin seçtiği bir bölümünü sanat yapıtı düzeyine eriştirir. İlyada’mızı
düzenler ve nihayet papirüs üstüne geçirir.
(Homeros) olağanüstü bir tipleme ustası…
Bir kişiliği canlandırmak için -onu betimlemez.
Kimi kişiler şiire sadece ölmek için
girerler.
Bize gösterdiği kişilik ne kadar
önemsiz, cılız olursa olsun, bir hareketi, bir duruşuyla her insanın özünü
oluşturan şeyi özellikleriyle belirleyip göstermektedir.
llyada’nın hemen tüm kişileri
askerlerdir. Bu askerlerden çoğu yiğittir. Ama hiçbirinin aynı tarz yiğit olmayışı
çok belirgindir.
Telamon oğlu Aias’ın yiğitliği
cüssesindedir.
Aptal değildir ama darkafalıdır.
Diomedes’in yiğitliği ise bambaşkadır.
Dayanmaktan değil de ileri atılmaktan doğan cesaret.
Geleneğe göre Troya savaşının kökeninde
Paris ile Helene’nin olağandışı aşkları vardı.
Paris, Helene’yi baştan çıkaran ve kaçıran
kişiydi. Savaşı ilk başlatan oydu.
Homeros’un dram yeteneği, Paris’i
Hektor’un karşıtı bir yere yerleştirir ve bütün şiir içinde, iki kardeş
arasındaki sürekli çatışmayı diri tutar. Hektor katıksız kahraman, Troya’nın
koruyucusu ve kurtarıcısı; Paris ise nerdeyse katıksız korkak, “yurdunun baş
belası”dır.
Helene, karakteri bakımından Paris’e tam
ters kutupta yer alır.
Güzelliği, aynı zamanda yazgısıdır.
Yıkıcı güç, kana bulanmış güç: Şiirin en
korkunç bölümlerinde Akhilleus böyle görünür.
İnsanların en kırılganı olan
Akhilleus’un gücü, ancak tutkunun kabarması içinde görülmemiş bir şiddetle
kendini gösterir.
Tutku Akhilleus’da bir takıntıdır; ancak
eylemle yatıştırılabilir.
Hektor onun (Homeros’un) en beğendiği
kişidir.
…aklından geçen en yüce insan
soyluluğunu onun şahsında somutlamak için düşman komutanını seçer kendine.
Akhilleus kadar yiğit olan Hektor’un
yiğitliği yine de bambaşka bir niteliktedir. Doğanın değil de aklın yiğitliğidir
bu. Kendi doğasına göre kazandığı cesaret, ilke edindiği disiplin.
Hektor yurdunu sever.
Hektor’un her eylemi Troya’nın
kurtuluşuna yöneliktir.
Hektor bütünüyle aklı başındayken,
yazgısını bilir, ölümünü o kadar yakından görür ki sanki dokunur ona.
Hektor toprağını ve hukukunu savunan
toplulukların, siteler dünyasının habercisidir.
Bölüm
3
Odysseus ve Deniz
Uygarlık bir özgürleşme ve fetih harekâtıdır.
Odysseia’nın yazım tarihi (…) I.Ö. VIII.
yüzyılın ikinci yarısı, hatta sonuna yakın olarak saptanabilir.
Kalay, Yunanistan’da ve komşu coğrafyada
bulunmuyor. Yunan denizcileri kalay bulabilmek için denize açıldılar.
Rotalarından biri Yunanistan’ın güneyini dolaşarak İtalya kıyılarını izleyerek
Etruria maden ocaklarına gidiyordu. Odysseus’un gezi yolu da budur. (s. 74)
llyada'nın Odysseus’u büyük bir asker,
güçlü bir kral ve çok kurnaz biridir. Denizci olduğunu gösteren hiçbir ifade
yoktur.
O zamanın insanları için batı denizi çok
korkunç, henüz yabanıl bir gerçekliktir.
İtalya kıyılarında sadece insan yiyen
vahşiler yoktur; ellerine geçtiğinde yabancıları yemekle birlikte, sürülerinin
sütü ve peyniri ile geçinen tek gözlü devler, Tepegözler vardır.
Ogygie adasının kraliçesi nemfa Kalypso
Odysseus’u yedi yıl alıkoyar. Zeus’un buyruğu üzerine gitmesine izin verir.
Homeros ve Yunan halkı Odysseus tiplemesini
yaratarak aklın gücüne ve değerine bir güven belgesi hazırlamışlardır.
Bölüm
4
Şair
ve Yurttaş Arkhilokhos
Avrupalı büyük lirik şairlerin tarih
sırasına göre ilki Arkhilokhos’dur.
Arkhilokhos Paros’ta doğar. Bu ada Ege
denizinden yükselen mermer bir kütledir.
Ada verimsiz olduğu için yerli halk göç
etmeye başlar. İlk göçmen kafilesini toplayan kişi Arkhilokhos’un öz babası
Telesikles idi.
Bu işler İ.Ö. 684’te oluyordu. Bu
tarihte Arkhilokhos yirmi yaşlarındaydı.
Arkhilokhos bir piçti. Annesi bir
köleydi, adı da Enipo idi. Şiirlerinde bunu şairin kendisi söyler.
Arkhilokhos Neoboule’yi galiba yine
Paros’ta sevdi, sonra nişan bozulunca, ondan şiirsel öcün en korkuncunu aldı.
Bazen sefih sanılan yaşlı bir kadındır
o, bazen kart bir fahişe ya da hatta, Arkhilokhos da dahil, erkeklerin
iğrenerek yüz çevirdikleri bir “şişko orospu” olarak betimlenir.
Arkhilokhos’u yergi şiirinin babası
yapan da kuşkusuz onu yaralayan bu yürek parçalayan tutkudur.
Arkhilokhos’un yergisi dost olsun,
düşman olsun kimseyi kollamaz.
Kural tanımaz bireyci Arkhilokhos
başlangıçta (…) her türlü kurala başkaldıran biri değildir.
Şair, geleneğe göre 640 yılına doğru(?)
Thasos’lular ile Naksos’lular arasındaki bir savaşta öldü. Bu tarihte Solon
doğuyordu.
Onunla, kahramanlık şiiri yerini düşünce
ağırlıklı ve konulu şiire bırakır.
Bölüm
5
Midillili
Sappho, Onuncu Musa
Sappho, harikalarla dolu garip bir ülke
gibidir.
Sappho, Lesbos (Midilli) adasındaki,
Mytilene’de (Mitilini), 600 yıllarında Aphrodite, Kharit’ler ve Musalara
adanmış bir genç kızlar derneğini yönetmekteydi.
Sappho’nun şiirini tümüyle kadın
güzelliğinin parıltısı aydınlatır.
“Az kaldı duyayım ölümü...”
Sappho’nun saklayacak hiçbir şeyi
yoktur! Sanatı dürüstlük ve saflıktır.
Sappho’nun ruhunda hiçbir şey sevilen
nesnenin gücünü onun yokluğu kadar artırmaz.
Sappho’nun şiirinde doğa her yerdedir.
Yıldızlı gece manzarası, rüzgârda sallanan bir dalın görünüşü onun ruhunda
başka hiçbir Yunanlı ruhunun yansıtmadığı yankılar uyandırmıştır.
“Severim gençliğin çiçeğini...
Bir aşk düştü benim payıma,
güneşin parıltısıdır o, güzelliktir.”
Bölüm
6
Solon ve Demokrasi Yaklaşımları
Demokrasi” “halkın iktidarı” anlamına
gelir. Peki ama hangi halktan söz edilmektedir? Kuşku götürür bir durum.
VIII. yüzyılda Attika yarımadasında ve
onun dışındaki yerlerde mülk sahipleriyle mülksüzler karşı karşıya geldi. Mülk
sahiplerinin geniş toprakları vardır, mülksüzlerin ise toprakları az, kolları
ve sayıları çoktur. Solon, bu çatışmaya sitenin bütün yurttaşlarına eşitlikçi
haklar tanıyarak çözüm getirdi. Ne var ki malları üretenler yurttaş değil
kölelerdir.
Paranın ortaya çıkmasından sonra
üretilen malların fazlası paraya çevrilerek biriktirilmesi mümkün oldu. Zenginleşenler
paradan para kazanmayı da öğrendiler. Zengin (Eupatride= soylu, mülk sahibi),
ödünç verir ve vurgun yapar. Para biriktirme ve üretme yeteneğine Aristoteles krematistiki demiştir. Krematistiki, kapitalizmin ilk
biçimi kabul edilmelidir.
Zenginlerin istediği faiz çok yüksekti.
Bunun neticesinde yoksul köylüler önce borçlandı ardından da köleleşti.
Atina’da, ürünün mülk sahibin everilen
bölümü, altıda beş gibi, inanılmaz bir düzeye yükseldi. Sonuç olarak, eski küçük mülk sahibinin, öz kişiliğinden,
canından başka rehin olarak verecek bir şeyi kalmadı. Bu durumda o
satılabiliyordu ve köle durumuna düşüyordu.
Fakir köylüler/köleler, topraklarını
yerleşik soylulara değil de soylu olmayan tüccarlara satmayı tercih ettiler.
Tüccarlar toprak sahibi oldukça kamu işlerine, memurluklara, yargıya ve orduya
karışmaya başladılar. Soylulara tanınan hakların kendilerine tanınmasını
istediler.
Bu iki sınıf çatışma halindeyken
siyaseten yükselen Solon olur. Solon zengin ve soylu biridir. Ayrıca namuslu ve
güvenilir biridir. Bu hasletlerinden dolayı herkesin takdirini kazanmıştır. Çatışan
taraflar tarafsız bir hakem arayışına girdiklerinden üzerinde mutabık oldukları
isim Solon oldu. Solon 594’te, devleti düzeltmek için olağanüstü yetkilerle arkhon
olarak seçildi.
İlk icraatı toprakları ellerinden alınan
köylüleri kölelikten kurtarmak oldu.
Solon onların (zenginlerin) yediklerini
kusturma cesaretini gösterdi. Şahısları rehin alarak borç vermeyi yasakladı.
Solon, dört sınıfa ayırdı. Hali vakti
yerinde sınıftan yurttaşların en önemli devlet görevlerine gelme hakları vardı:
En ağır vergilere de katlanıyorlardı. Sonra gelen sınıflarda haklar azalırken
gerek vergi gerek askerlik olarak yükümlülükler de azalıyordu. Birinci sınıftan sonuncusuna kadar bütün
yurttaşların Halkın Meclisi’nde oy hakları vardır.
Bölüm
7
Kölelik,
Kadının Durumu
Yunanlılar demokrasiyi içerisindeki
birtakım sınırlamalarla icat ettiler. Bu sınırlamalardan ikisi; kölelik ve
kadınlara dayatılan kötü yaşam koşulu…
…insan yerine bile konmaz köle: Hukuk
açısından, o, ancak bir mülkiyet konusu, satılacak, devredilecek, kiralanacak,
verilecek bir nesnedir.
Köle, başka bir insana ait olan bir
insan, bir alettir: Onun eşyasıdır.
…efendinin çıkarı kölenin tek
güvencesidir. Efendinin aletini bozmak gibi bir niyeti yoktur. Aristo bu konuda
şunu belirtir: “ İşin gerektirdiği ölçüde, alete de özen göstermek gerekir.”
Demek ki, köle iyi bir iş aleti ise, onu yeterince beslemek, daha iyi
giydirmek, onu dinlendirmek, bir aile kurmasına izin vermek, o çok büyük ve
binde bir görülen ödülü, yani özgürlüğü, kölelikten kurtuluşu ona azıcık
sezdirmek akıllıcadır. (s. 152-153)
Atina dışında Yunanistan’ın diğer
kentlerinde kölelerin durumu içler acısıydı. Yunanistan’da ise efendiler,
kölelerine diğer kentlerde kölelere yapılanları yapamadıkları için küplere
biniyorlardı. Kolluk güçleri parası olana para cezası parası olmayan köleye ise
kırbaç cezası uyguluyordu. En yüksek kırbaç cezası 50 kırbaç idi (parasal
karşılığı 50 drahmi). Efendi, köleye uygulanacak kırbaç cezasının sınırlı
olmasından teessüf duyuyordu, onu dileği kadar kırbaçlatamadığı için
dertleniyordu.
Aristoteles için kölelik, özgür
insanların varlığının gerekçesidir.
Köleliğe karşı ilk protestolar, büyük
tragedya şairlerinin üçüncüsü Euripides’te duyulur.
Atina demokrasisi katı ve sert biçimde
bir erkek toplumudur. Bu toplum, köleler konusunda olduğu gibi kadınlar
konusunda da katıdır.
Atina yurttaşları Antigone ile
Iphigeneia’yı ancak tiyatroda alkışlarlar.
Atinalı bir yurttaşın karısı sadece bir
“ o’ikourema” , yani bir “ev işleri için yaratılmış nesne"dir. Bir Atinalı
yurttaş için o sadece hizmetçi kadınlarının birincisi, en başta gelenidir.
Bölüm
8
İnsanlar
ve Tanrılar
Yunanlıların dinsel yaşamı, çok çeşitli
biçimlere girdi ancak hiçbir zaman dogmatik olmadı. Bunun nedenlerinden biri
yazılı dayanağının olmamasıydı.
Yunanlılar önceleri ve uzun süre
köylüydüler. Sonradan denizci olurlar. Tanrıları da öyledir. Tarlalarda,
ormanda, derelerde, pınarlarda bulunur onlar. Sonra da denizlere yerleşirler.
“Gözyaşı insanlara, gülüş tanrılara
mahsustur,”
Homeros
Bölüm
9
Tragedya
Aiskhylos Kader ve Adalet
Yunan tragedyası tanrıları daha fazla
insanlaştırarak, tanrısal dünyayı insanların toplumuna katmak için kendinden
önceki şiirin çabasını yeniden ele alır ve sürdürür.
En yoksul köylüler kitlesince iktidara
getirilen, toprak kazanımında halka yardım eden Peisistratos, Dionysos onuruna
yapılan şenliklerde yurttaşların eğlenmesine ve eğitimine göre hazırlanmış tragedya
yarışmaları açar.
Aiskhylos bir savaşçıdır, anlatım
araçlarının mükemmel bir ustası olarak, yıkılmış tragedyayı bildiğimiz
biçimiyle yeniden kurar.
Tragedyaya giren insanlar, adil bir
tanrıya bel bağlamalarına karşın, “ aziz” değildirler. Suç işlerler, tutku
onları şaşırtır. Öfkeli ve sert kişilerdir. Ama hepsinin insani bazı büyük
erdemleri vardır. Hepsi cesurdur; birçoğu ülkelerini, insanları sever; çoğunda
adalet aşkı ve onu zafere ulaştırma isteği vardır. Yine hepsi, soyluluğa
tutkundurlar.
Tragedyanın kahramanı dünyanın daha iyi
olması için ya da olduğu gibi kalması gerekiyorsa, orada yaşamak için insanların
daha cesur ve daha serinkanlı olmaları için dövüşür.
…tragedyanın çatışması kaçınılmaza karşı
girişilen bir mücadeledir (Kader).
Aiskhylos ile Sophokles’in dönemi son
derece dindar bir dönemdir.
Zincire Vurulmuş Prometheus
Aiskhylos tanrısal adalete inanır, adil
bir Zeus’a bel bağlar.
Prometheus, insanlara karşı iyilikle
dolu bir tanrıdır.
…Zeus’un cezalandırdığı işte bu “insan Dostu”
tanrı, “insanların velinimeti”dir.
Aiskhylos konusuyla ve kayaya çivilenmiş
kahramanıyla bütünüyle duygusallığa yargılı olacak gibi görünen bu tragedyaya,
yine de dramatik bir öğe sokma yolunu buldu: Zeus’a karşı Prometheus’a bir
silah verdi. Bu silah onun anasından edindiği ve dünyanın efendisinin güvenliğini
ilgilendiren bir sırdır. Prometheus bu sırrı ancak verilecek özgürlük sözü
üzerine açıklayacaktır. Sırrı açıklayacak mı açıklamayacak mı? Zeus onu buna
zorlayacak mı zorlamayacak mı? Dramatik olayın düğümü budur. (s. 200-201)
Zincire Vurulmuş Prometheus Yunanlıların
birleşik trilogya, yani bir düşünce ve yapı birliği halinde birleşmiş üç
tragedya toplamı, dedikleri şeyin parçasıydı. Trilogyanm öbür iki oyunu
kayboldu.
Oresteia, şairin kendi kafasında ve
halkı karşısında, Kader ile tanrısal adaleti son uzlaştırma çabasını oluşturur.
Oresteia’nm üç tragedyasından birincisi Agamemnon’dur;
bunun konusu Agamemnon’un, Troya’dan zaferle dönüşü sırasında, karısı Klytaimnestra
tarafından öldürülmesidir. İkincisinin adı, Sungu taşıyanlar demek olan Khoephoroi’dir
(Hoifori). Bu tragedya Agamemnon’un oğlu Orestes’in, babasının katili olan, öz
anası Klytaimnestra’dan nasıl intikam aldığını, onu nasıl öldürdüğünü, böylece
kendisinin de, nasıl tanrıların gazabına uğradığını gösterir. Eumenides
(Evmenidis) adını taşıyan üçüncüsünde Orestes’in intikam tanrıçaları olan
Erinys’lerce (Erinis) kovalandığını görürüz; Orestes, Atinalı yargıçlar mahkemesine
çıkar -bu vesileyle kurulan ve Athena’nın kendisinin başkanlık ettiği bir
mahkemedir- ve sonunda aklanır, hem insanlar hem tanrılarla barıştırılır.
Erinys’ler bile iyilikçi tanrıçalar haline gelirler; yeni adları olan
Eumenides’in anlamı budur.
İçimizden hiçbiri tertemiz sorumluluğu
ile dünyada tek başına değildir; bir soya ya da bir topluluğa bağlılığımız
nedeniyle dayanışma halinde olduğumuz birtakım suçlar vardır.
Bölüm
10
Olymposlu
Perikles
Perikles, İ.Ö. 461 yılında iktidara
gelir. Bu tarihten, birkaç aylık çok kısa bir çekilme bir yana bırakılırsa 429’daki
ölümüne kadar Atina sitesinin tek yöneticisi olarak kalır.
Perikles Atina demokrasisini tamamlar.
Thukydides’e göre o, “Atmalıların
birincisi"dir. Perikles, kişiliğinde büyük devlet adamını tanımlayan,
birbirine bağlı dört “ erdem” i bir araya getirir. Zekidir, söz ustasıdır, yurtseverdir
ve dürüsttür, hiçbir zaman kişisel çıkarını düşünmemiştir.
Perikles, babası Ksanthippos (Ksantipos)
tarafından Attika’nın eski bir soylu ailesine bağlıydı.
Elea’lı Zenon ile Anaksagoras Atina’ya
yerleşerek, onun başlıca düşünme öğretmenleri oldular.
Perikles, o dönemin olanak verdiğince
geniş olan bilimsel eğitimini Anaksagoras’ın öğretisinden sağladı, düşüncesinin
akılcı biçimini güçlendirdi, sitenin yönetimi için ilke ve bir model buldu.
Perikles demokratik sistemi tamamlamakla
işe başlar.
Perikles’e göre, Atina demokrasisi, tümüyle
işe koyulan sitedir. O çalışmaya saygı gösterir.
Perikles, önerisi üzerine 450-449
tarihinde kabul edilen ve ikinci Med savaşında yıkılan tapınakları yeniden
kurmak için (…) özellikle de Akropolis’in tapınaklarının yeniden inşasını
başlattı.
Perikles, sanatı, tüm Hellen dünyasında
Atina’nın üstünlüğünü kanıtlama aracı olarak görür. Parthenon hesaplı
mükemmelliği ile karaya ve denize, hem de yüzyıllara hâkim olduğu gibi
Yunanistan’a da hâkim olacaktır.
Civilisation
Grecque
Andre Bonnard - Antik Yunan Uygarlığı 1
Türkçeleştiren: Kerem Kurtgözü
Evrensel Basım Yayın
Ekim, 2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder