12 Aralık 2024 Perşembe

Endişe Nehri Geçiyor

 

Hans Blumenberg - Endişe Nehri Geçiyor

 


Denizciliğin Tehlikeleri

Bir haksızlık ortaya çıktığında, bu haksızlığı yapanlar, bunun emrini vermiş olanlara bağımlı oldukları sürece onlara güvenilemeyeceği söylenir.

 

İnsanı kemiren kuşkudan, kesinliğe varışın bedeli azılı bir tehlikeye maruz kalmaktır.

Parçalanmış gemiden kopan bir kalasa tutunuluyor — filozoflar ezelden beri yüzme bilmemeleriyle ün salmışlardır—, sahile sürükleniliyor ve en yakındaki akademide, derslere sanki hiçbir şey olmamış gibi devam ediliyordu.

 

Feci bir deniz fırtınası; bir Leibniz bile olsanız korkarsınız. O koşullarda, nasıl dua edileceğini bile tam olarak bilmeyen bir sürü insan dua etmiştir.

 

İnsanın yediği şeye dönüşmek istediğini, ve buna yalnızca bir zorunluluk olarak katlanmadığını en iyi yansıtan durum, zamanın önemli bir bölümü boyunca insanlık tarihine eşlik etmiş ve üstesin-den gelinmesi, kültürün insani iştahlara dayattığı en büyük kısıtlamalar arasında yer almış türe özgü bir tuhaflık olan yamyamlıktır.

Bunun, her türlü gerçekçilik için mutlak bir imge olduğu söylenebilir: gerçekliğin hiçbir zerresinden mahrum kalmamak için onu yalayıp yutmak.

 

Yüzme öğrenmiş biri, yüzmek istememeyi başaramaz.

 

Muhtemel Kayıplar

Yok olsunlar ki ben yok olmayayım.

 

dünyanın anlamsızlığı

 

Eğer dünya anlamsızlaşıyorsa —bu her ne anlama geliyor ve hangi süreçlerden geçiyor olursa olsun—, bu onun yıkımına yönelik bir arzu, dünyanın varlığına ve varlıklarına duyulan müphem bir öfke uyandırıyor.

 

Anlam yoksunluğu çeken kişi, teselliye muhtaçtır.

 

Anlamsızlık şüphesi, kaderi cevaplanamazlık olan bir soruya bağlandığı sürece çaresizlik üretir; ve yüzleşmelerde, ötekinin çaresizliğinden daha yararlı bir şey yoktur.

 

Neden ilkesi ruhların huzuruna son verdi

 

Gorgias hiçbir şeyin olmadığını; olsaydı bile, hakkında hiçbir şey bilemeyeceğimizi; bilseydik de, bunu söyleyemeyeceğimizi kanıtlayan bir risale yazdı.

 

Ahlakçılar yargı lafızlarına hiçbir zaman değer vermemişlerdir. Cezadan korkmak ya da mükafat ummak, ahlak yasası karşısındaki özgürlüğü kaçınılmaz olarak yok ederdi.

Bilimlerde yapılan şeyin önemli bir bölümü, bu Son Yargı'nın kaybıyla ilgilidir.

 

İnsanlığın soyu, 14. yüzyılda Doğu Asya'dan Batı Avrupa'ya ka-dar her yeri kırıp geçiren veba salgını yüzünden neredeyse tükeni-yordu — sadece neredeyse, çünkü o zaman bilinen dünyanın muh-temelen yarıdan fazlası hayatta kalmayı başardı. Bilimin sağladığı şartlar altında bunun tekrarlanması olasılığı zayıftır

 

…dünyanın anlamsızlığına duyduğumuz öfkeyi beslemekle yetinmemeli, aynı zamanda dünyanın bir gün anlamla dolması ihtimaline karşı bir korku da geliştirmeliyiz.

Samoslu Anaksimandros'un MÖ 6. yüzyılın ortalarında / şeylerin kesin bir zaman süresi içinde, alçaklıkları yüzünden birbirlerine karşılıklı ceza ve kefâret ödeteceklerini söylüyorsa eğer, o zaman böyle bir felsefenin tarihinden geriye daha fazlasının kalmamış olmasına belki de sevinmeliyiz.

 

Milletler "eğitildiklerinde" ve sahip oldukları büyük varlıklar onlara birer kült biçiminde sunulduğunda, can sıkıntısı derhal şaha kalkar

 

…tehlikede olduğumun farkında bile değilsem, beni kurtarmak üzere dur durak bilmeyen girişimlerde bulunulmasını istemem.

Hayatlarının anlamını, başkalarını kurtarmakta bulduklarına inanan gereğinden fazla insan var; bu nedenle de, o başkalarını çaresiz durumda olduklarına inandırmaya çalışmakta hiçbir beis görmüyorlar.

 

Temel Farklılıklar

İnsan batarak dibe vurur. Dalarak bir meselenin temeline iner.

 

Kabil Habil'e düşmanca hisler besliyordu, çünkü Habil toprağı güya koruyan göçebe hayat tarzı sayesinde, sürülerinin ilk kurbanıyla Tanrı'nın lütfuna mazhar olurken, Kabil tarafından göçebelerin Tanrısına sunulan tarımın meyveleri yaralı toprağın sömürüldüğü gerekçesiyle reddedilmişti — Cennet Bahçesi'nin bir anısı ve oradan kovulmayla sonuçlanan lanetin bir uyarlamasıdır bu.

 

Durmak, asgari düzeyde uyanık bir dikkat gerektirir; sınırsız bir kendini-salmanın (ki bu nitelendirme rastlantısal değildir) hafifmeşrepliğine de, kendini-yılgınlığa-kap- tırmaya da izin vermez.

İnsanın düştüğü zemin, yalnızca durduğu zemin olabilir.

 

Ortaçağ skolastiklerinin "külliyatlarını" o dönemin katedralleriyle karşılaştırmak, insana mimari maharetin yanı sıra, yürek kabarmasından Tanrı'nın nazari ispatına kadar, yükselmeye çalışan bir dikey eğilimin varlığını da düşündürür.

 

Kartezyen yüzyılda, planlı şehirlere Descartes tarzı şehirler deniyordu.

 

Dünyayı yerinden oynatabileceğimiz sabit bir nokta yok; ve aynı şekilde, üzerine bilimleri oturtabileceğimiz mutlak surette sağlam bir zemine de sahip değiliz.

 

…saban sayesinde toprak bir tarlaya dönüşür, ama el değmemiş ve çiğnenmemiş olanın yırtılmasını izleyen bakışı tutsak eden şey bu değildir. Toprak başka bir şeye dönüşmeden önce, üzerinde durduğumuz ve yürüdüğümüz, üzerine koyduğumuz, oturduğumuz, inşa ettiğimiz ve kurduğumuz şeydir — aşikâr-olanın fark edilmeyen güvenilirliği.

 

(Zemin çalışmaları: Toprak, bataklık, asfalt/beton…)

 

Tanrı hayvancılık yapan Habil'in ilk kurbanını lütufkârlıkla kabul ederken, çiftçi Kabil'in tarlasından gelen mahsulü geri çevirir; oysa kutsal metin, insanın toprağı işleme ve besin elde etme tarzıyla ilgili olarak, kardeşlerden birinin uygun diğerinin ise aykırı davrandığını gösterecek herhangi bir Tanrı emrini ya da yasağını içermez.

 

“zemin” söz konusu olduğu zaman, son sözü tabiat söyler

 

(Georg Simmel) Hayat, hiçbir hayata bir parça olarak kalmak dışında bir şans tanımaz. Hayatın birey ve bireyin sonluluğu bakımından ne mana taşıdığı, kendini hayatın olumsallığında gösterir: Bir hayat sona erer, hayat devam eder

 

Dünya Düzeni Gibi Bir Şey

Ancak sapa yollara girersek varolabiliriz.

Bir çıkış noktasından bir varış noktasına yalnızca tek bir en kısa yol vardır, ama sapa yollar sonsuzdur. Kültür sapa yolları bulmak ve geliştirmekten; betimlemek ve tavsiye etmekten; kıymetlendirmek ve armağan etmekten meydana gelir.

kültüre hayatı insanileştirme işlevini kazandıran bu sapa yollardır. Hep en kısa yolları seçen sözümona "yaşam sanatı", o katı dışlamalarıyla bir barbarlıktır.

 

Kral Pirus planlarını danışmanı Kineas'a açar ve fethedilecek hiçbir yer kalmadığı zaman ne yapacağı sorusuyla karşılaşır. O zaman istirahate çekileceğini ve hayatın tadını çıkaracağını söyleyerek karşılık verir Kral.

Bilge danışman Kineas'ın itirazı ilk bakışta son derecede akla yakın görünür: Bu denli büyük ihtirasların ardından zaten yapmayı düşündüğü şeyi, neden hemen yapmıyordur?

 

Huzura erebilir mi, eğer kendini o huzurun keyfinden yeterince uzun bir süre mahrum bırakmamışsa?

 

Günah ne vasıtayla işlenirse ceza da o vasıtayla verilir.

 

İstencin hiçbir sınırda durmamasını sağlayan şey, görünümü, biçimi, hayatı şekillendirmesidir. Kaosa tahammülü yoktur.

 

İnsan teselliye muhtaç bir varlıktır.

…insan mutlak bir teselli ihtiyacı duysa bile teselli bulma yeteneğine sahip midir?

 

Kaçırılmış Buluşmalar

Schopenhauer, kandırılmış insanların ortasında kalan idrak sahibi bir insanın yalnızlığını göstermek üzere üç satırlık bir hikaye anlatır: Tüm saat kulelerinin yanlış ayarlandığı bir şehirde, bu kişinin doğru zamanı gösteren bir saati vardır; hakiki zamanı yalnızca o bilir. Hikayenin vurucu noktası veciz bir soruda gizlidir: Ama bunun ona ne yararı dokunur?

 

(El Greco) Doğalcılığı çarpılmaya uğratan ilk büyük ressam, alacakaranlığa çekilmiş bu mağara adamı, o dışarıdaki ışığı dikkate alamaz; almak istemez. Kendi yaratıcılık hakkı gibi bir şeye; ileride "deha" ya da hatta "yaratıcılık" diye adlandırılacak bir şeye yaslanmak yerine, iç ışıktan söz ederek, kendisini tartışma odağının dışına taşır

 

Schopenhauer, müzisyenler arasında oldukları şeyi temsil et-memenin özellikle yaygın bir durum olduğunu ekler.

Görünüm, ancak görünümün kendisi olmayan bir şeyin temsili olarak alınabilirse, bu garip ifadeyi kavramak mümkün olur — müzisyenleri ayrı bir yere koymak şartıyla.

 

Tractatus Logico-Philosophicus'un parlaklığı retoriğinin çoraklığından gelir: nihai-olan üzerine, geçici-olan hakkında söylenebileceği kadar çok şey söylenemez.

 

Gerçekleşen bir şeyin beklediğim şey olduğunu nereden biliyorum?

Beklenti, gerçekleşeni kendine uyduran boş kalıptır.

 

…anlamın çoğulu olamaz

 

Seni gidi insan! Schopenhauer, bütün şehrin tanıdığı kaniş köpeğini, yaramazlık yaptığı zaman böyle azarlıyormuş.

 

Dasein'ın Endişesi

Sen, Jüpiter, ruhu veren olduğun için, onun ölümünde ruhunu geri ala-caksın; sen, Tellus, bedenini verdiğin için, bedenini geri alacaksın, ancak Endişe, bu şekli ilk bulan olduğu için, yaşadığı müddetçe onun sahibi olacak. Ama şimdi tartışma onun adı üzerinde sürdüğü için, ona "homo" denilecek, çünkü o "humus"tan yapıldı.

 

Varlığa layık olmamak mümkün müdür? Burada bir canavarlığa yaklaştığımız hissedilir.

 

(Rilke'nin Kontes Sizzo'ya yazdıkları) inananların ruhlarına ölümle uzlaşmalarını ve onu kabullenmelerini sağlayacak yollar gösterecek yerde, teselli vermeye ve ölümü güzelleştirmeye çalışan modern dinleri suçluyorum.

 

Dünyanın bir zamansal bedeli vardır, ve zamanın darlığı, insanları ahlaktan soğutur.

 

…geçici- olan, nihai-olanı imkânsız kılmaktadır.

 

Mutluluğun ne olduğunu bilmememiz, bizi mutlu etmelidir. Eğer biliyor olsaydık, ona kimsenin ulaşamayacağından emin olabilirdik, çünkü o zaman herkes aynısını isterdi.

Mutluluğun ne olduğunu bilmediğimiz için, herkes ona kendi yolundan ulaşmaya çabalar.

 

Heidegger, endişeyi Dasein'ın özü ilan etmiş

endişe, Heidegger'in ekstatik diye adlandırdığı, zaman ile gerilimli bir ilişkiden doğar.

Dasein, kendisi için hissedilmez olma durumuna geçtiği anda, kendine yük olur. Tam da o noktada, gerilmiş zaman ilişkisi can sıkıntısının gerilimsizliğine dönüşür.

 

Die Sorge geht über den Fluss

Türkçeleştiren: Cemal Ener

Metis Yayınları, 2014

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder