Hans
Blumenberg - Endişe Nehri Geçiyor
Denizciliğin Tehlikeleri
Bir haksızlık ortaya çıktığında, bu haksızlığı yapanlar,
bunun emrini vermiş olanlara bağımlı oldukları sürece onlara güvenilemeyeceği
söylenir.
İnsanı kemiren kuşkudan, kesinliğe varışın bedeli azılı bir
tehlikeye maruz kalmaktır.
Parçalanmış gemiden kopan bir kalasa tutunuluyor —
filozoflar ezelden beri yüzme bilmemeleriyle ün salmışlardır—, sahile
sürükleniliyor ve en yakındaki akademide, derslere sanki hiçbir şey olmamış
gibi devam ediliyordu.
Feci bir deniz fırtınası; bir Leibniz bile olsanız
korkarsınız. O koşullarda, nasıl dua edileceğini bile tam olarak bilmeyen bir
sürü insan dua etmiştir.
İnsanın yediği şeye dönüşmek istediğini, ve buna yalnızca
bir zorunluluk olarak katlanmadığını en iyi yansıtan durum, zamanın önemli bir
bölümü boyunca insanlık tarihine eşlik etmiş ve üstesin-den gelinmesi, kültürün
insani iştahlara dayattığı en büyük kısıtlamalar arasında yer almış türe özgü
bir tuhaflık olan yamyamlıktır.
Bunun, her türlü gerçekçilik için mutlak bir imge olduğu
söylenebilir: gerçekliğin hiçbir zerresinden mahrum kalmamak için onu yalayıp
yutmak.
Yüzme öğrenmiş biri, yüzmek istememeyi başaramaz.
Muhtemel Kayıplar
Yok olsunlar ki ben yok olmayayım.
dünyanın anlamsızlığı
Eğer dünya anlamsızlaşıyorsa —bu her ne anlama geliyor ve
hangi süreçlerden geçiyor olursa olsun—, bu onun yıkımına yönelik bir arzu,
dünyanın varlığına ve varlıklarına duyulan müphem bir öfke uyandırıyor.
Anlam yoksunluğu çeken kişi, teselliye muhtaçtır.
Anlamsızlık şüphesi, kaderi cevaplanamazlık olan bir soruya
bağlandığı sürece çaresizlik üretir; ve yüzleşmelerde, ötekinin çaresizliğinden
daha yararlı bir şey yoktur.
Neden ilkesi ruhların huzuruna son verdi
Gorgias hiçbir şeyin olmadığını; olsaydı bile, hakkında
hiçbir şey bilemeyeceğimizi; bilseydik de, bunu söyleyemeyeceğimizi kanıtlayan
bir risale yazdı.
Ahlakçılar yargı lafızlarına hiçbir zaman değer
vermemişlerdir. Cezadan korkmak ya da mükafat ummak, ahlak yasası karşısındaki
özgürlüğü kaçınılmaz olarak yok ederdi.
Bilimlerde yapılan şeyin önemli bir bölümü, bu Son Yargı'nın
kaybıyla ilgilidir.
İnsanlığın soyu, 14. yüzyılda Doğu Asya'dan Batı Avrupa'ya
ka-dar her yeri kırıp geçiren veba salgını yüzünden neredeyse tükeni-yordu —
sadece neredeyse, çünkü o zaman bilinen dünyanın muh-temelen yarıdan fazlası
hayatta kalmayı başardı. Bilimin sağladığı şartlar altında bunun tekrarlanması
olasılığı zayıftır
…dünyanın anlamsızlığına duyduğumuz öfkeyi beslemekle
yetinmemeli, aynı zamanda dünyanın bir gün anlamla dolması ihtimaline karşı bir
korku da geliştirmeliyiz.
Samoslu Anaksimandros'un MÖ 6. yüzyılın ortalarında /
şeylerin kesin bir zaman süresi içinde, alçaklıkları yüzünden birbirlerine
karşılıklı ceza ve kefâret ödeteceklerini söylüyorsa eğer, o zaman böyle bir
felsefenin tarihinden geriye daha fazlasının kalmamış olmasına belki de
sevinmeliyiz.
Milletler "eğitildiklerinde" ve sahip oldukları
büyük varlıklar onlara birer kült biçiminde sunulduğunda, can sıkıntısı derhal
şaha kalkar
…tehlikede olduğumun farkında bile değilsem, beni kurtarmak
üzere dur durak bilmeyen girişimlerde bulunulmasını istemem.
Hayatlarının anlamını, başkalarını kurtarmakta bulduklarına
inanan gereğinden fazla insan var; bu nedenle de, o başkalarını çaresiz durumda
olduklarına inandırmaya çalışmakta hiçbir beis görmüyorlar.
Temel Farklılıklar
İnsan batarak dibe vurur. Dalarak bir meselenin temeline
iner.
Kabil Habil'e düşmanca hisler besliyordu, çünkü Habil
toprağı güya koruyan göçebe hayat tarzı sayesinde, sürülerinin ilk kurbanıyla
Tanrı'nın lütfuna mazhar olurken, Kabil tarafından göçebelerin Tanrısına
sunulan tarımın meyveleri yaralı toprağın sömürüldüğü gerekçesiyle
reddedilmişti — Cennet Bahçesi'nin bir anısı ve oradan kovulmayla sonuçlanan
lanetin bir uyarlamasıdır bu.
Durmak, asgari düzeyde uyanık bir dikkat gerektirir;
sınırsız bir kendini-salmanın (ki bu nitelendirme rastlantısal değildir)
hafifmeşrepliğine de, kendini-yılgınlığa-kap- tırmaya da izin vermez.
İnsanın düştüğü zemin, yalnızca durduğu zemin olabilir.
Ortaçağ skolastiklerinin "külliyatlarını" o
dönemin katedralleriyle karşılaştırmak, insana mimari maharetin yanı sıra,
yürek kabarmasından Tanrı'nın nazari ispatına kadar, yükselmeye çalışan bir
dikey eğilimin varlığını da düşündürür.
Kartezyen yüzyılda, planlı şehirlere Descartes tarzı
şehirler deniyordu.
Dünyayı yerinden oynatabileceğimiz sabit bir nokta yok; ve
aynı şekilde, üzerine bilimleri oturtabileceğimiz mutlak surette sağlam bir
zemine de sahip değiliz.
…saban sayesinde toprak bir tarlaya dönüşür, ama el değmemiş
ve çiğnenmemiş olanın yırtılmasını izleyen bakışı tutsak eden şey bu değildir.
Toprak başka bir şeye dönüşmeden önce, üzerinde durduğumuz ve yürüdüğümüz,
üzerine koyduğumuz, oturduğumuz, inşa ettiğimiz ve kurduğumuz şeydir — aşikâr-olanın
fark edilmeyen güvenilirliği.
(Zemin çalışmaları: Toprak, bataklık, asfalt/beton…)
Tanrı hayvancılık yapan Habil'in ilk kurbanını lütufkârlıkla
kabul ederken, çiftçi Kabil'in tarlasından gelen mahsulü geri çevirir; oysa
kutsal metin, insanın toprağı işleme ve besin elde etme tarzıyla ilgili olarak,
kardeşlerden birinin uygun diğerinin ise aykırı davrandığını gösterecek
herhangi bir Tanrı emrini ya da yasağını içermez.
“zemin” söz konusu olduğu zaman, son sözü tabiat söyler
(Georg Simmel) Hayat, hiçbir hayata bir parça olarak kalmak
dışında bir şans tanımaz. Hayatın birey ve bireyin sonluluğu bakımından ne mana
taşıdığı, kendini hayatın olumsallığında gösterir: Bir hayat sona erer, hayat
devam eder
Dünya Düzeni Gibi Bir Şey
Ancak sapa yollara girersek varolabiliriz.
Bir çıkış noktasından bir varış noktasına yalnızca tek bir
en kısa yol vardır, ama sapa yollar sonsuzdur. Kültür sapa yolları bulmak ve
geliştirmekten; betimlemek ve tavsiye etmekten; kıymetlendirmek ve armağan
etmekten meydana gelir.
kültüre hayatı insanileştirme işlevini kazandıran bu sapa
yollardır. Hep en kısa yolları seçen sözümona "yaşam sanatı", o katı
dışlamalarıyla bir barbarlıktır.
Kral Pirus planlarını danışmanı Kineas'a açar ve
fethedilecek hiçbir yer kalmadığı zaman ne yapacağı sorusuyla karşılaşır. O
zaman istirahate çekileceğini ve hayatın tadını çıkaracağını söyleyerek
karşılık verir Kral.
Bilge danışman Kineas'ın itirazı ilk bakışta son derecede
akla yakın görünür: Bu denli büyük ihtirasların ardından zaten yapmayı
düşündüğü şeyi, neden hemen yapmıyordur?
Huzura erebilir mi, eğer kendini o huzurun keyfinden
yeterince uzun bir süre mahrum bırakmamışsa?
Günah ne vasıtayla işlenirse ceza da o vasıtayla verilir.
İstencin hiçbir sınırda durmamasını sağlayan şey, görünümü, biçimi,
hayatı şekillendirmesidir. Kaosa tahammülü yoktur.
İnsan teselliye muhtaç bir varlıktır.
…insan mutlak bir teselli ihtiyacı duysa bile teselli bulma
yeteneğine sahip midir?
Kaçırılmış Buluşmalar
Schopenhauer, kandırılmış insanların ortasında kalan idrak
sahibi bir insanın yalnızlığını göstermek üzere üç satırlık bir hikaye anlatır:
Tüm saat kulelerinin yanlış ayarlandığı bir şehirde, bu kişinin doğru zamanı
gösteren bir saati vardır; hakiki zamanı yalnızca o bilir. Hikayenin vurucu
noktası veciz bir soruda gizlidir: Ama bunun ona ne yararı dokunur?
(El Greco) Doğalcılığı çarpılmaya uğratan ilk büyük ressam,
alacakaranlığa çekilmiş bu mağara adamı, o dışarıdaki ışığı dikkate alamaz;
almak istemez. Kendi yaratıcılık hakkı gibi bir şeye; ileride "deha"
ya da hatta "yaratıcılık" diye adlandırılacak bir şeye yaslanmak
yerine, iç ışıktan söz ederek, kendisini tartışma odağının dışına taşır
Schopenhauer, müzisyenler arasında oldukları şeyi temsil
et-memenin özellikle yaygın bir durum olduğunu ekler.
Görünüm, ancak görünümün kendisi olmayan bir şeyin temsili
olarak alınabilirse, bu garip ifadeyi kavramak mümkün olur — müzisyenleri ayrı
bir yere koymak şartıyla.
Tractatus Logico-Philosophicus'un parlaklığı retoriğinin
çoraklığından gelir: nihai-olan üzerine, geçici-olan hakkında söylenebileceği
kadar çok şey söylenemez.
Gerçekleşen bir şeyin beklediğim şey olduğunu nereden
biliyorum?
Beklenti, gerçekleşeni kendine uyduran boş kalıptır.
…anlamın çoğulu olamaz
Seni gidi insan! Schopenhauer, bütün şehrin tanıdığı kaniş
köpeğini, yaramazlık yaptığı zaman böyle azarlıyormuş.
Dasein'ın Endişesi
Sen, Jüpiter, ruhu veren olduğun için, onun ölümünde ruhunu
geri ala-caksın; sen, Tellus, bedenini verdiğin için, bedenini geri alacaksın,
ancak Endişe, bu şekli ilk bulan olduğu için, yaşadığı müddetçe onun sahibi olacak.
Ama şimdi tartışma onun adı üzerinde sürdüğü için, ona "homo" denilecek,
çünkü o "humus"tan yapıldı.
Varlığa layık olmamak mümkün müdür? Burada bir canavarlığa
yaklaştığımız hissedilir.
(Rilke'nin Kontes Sizzo'ya yazdıkları) inananların ruhlarına
ölümle uzlaşmalarını ve onu kabullenmelerini sağlayacak yollar gösterecek
yerde, teselli vermeye ve ölümü güzelleştirmeye çalışan modern dinleri
suçluyorum.
Dünyanın bir zamansal bedeli vardır, ve zamanın darlığı,
insanları ahlaktan soğutur.
…geçici- olan, nihai-olanı imkânsız kılmaktadır.
Mutluluğun ne olduğunu bilmememiz, bizi mutlu etmelidir.
Eğer biliyor olsaydık, ona kimsenin ulaşamayacağından emin olabilirdik, çünkü o
zaman herkes aynısını isterdi.
Mutluluğun ne olduğunu bilmediğimiz için, herkes ona kendi
yolundan ulaşmaya çabalar.
Heidegger, endişeyi Dasein'ın özü ilan etmiş
endişe, Heidegger'in ekstatik diye adlandırdığı, zaman ile
gerilimli bir ilişkiden doğar.
Dasein, kendisi için hissedilmez olma durumuna geçtiği anda,
kendine yük olur. Tam da o noktada, gerilmiş zaman ilişkisi can sıkıntısının
gerilimsizliğine dönüşür.
…
Die Sorge geht über den Fluss
Türkçeleştiren: Cemal Ener
Metis Yayınları, 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder