13 Aralık 2024 Cuma

Gemi Batıyor Seyrediyorlar

 

Hans Blumenberg - Gemi Batıyor Seyrediyorlar


Deniz, yaşam için kullanılan en eski metaforlardan biridir ve Blumenberg’in gözlemlediği gibi, deniz yolculuğu, sıklıkla hayat yolculuğuyla karşılaştırılmıştır.

 

Sınır İhlali Olarak Deniz Yolculuğu

İnsan yaşamını karada sürdürür ve tüm kurumlarıyla karaya yerleşmiştir.

…açıklardaki sakin bir deniz, saf, eksiksiz bir mutluluğun yansımasıdır.

 

…su ile para, yani temel özelliği akıcılık olan bu iki öğe arasındaki ilişki ilk kez ortaya çıkar: Para, acınası insanlar için yaşam kadar değerlidir. Her şeyin değişiminin mutlak aracısı olan para, halkların doğasına uygun olduğuna inanılan ayrılıktan, halkların ilişkileri için bir yol açtı.

 

Gemi Batar, Ne Kalır?

İnsana özgü tüm yolculuklarda bir başkaldırı saklıdır; bu, Tanrı’ya ve kutsal bilinenlere bir küfür niteliğinde olmasa bile, bir / başkaldırıdır…

 

Kitionlu Zenon, erguvan boyası yükü ile Finike’den gelen bir gemiyle Pire yakınlarında kaza geçirdiğini bildirirken, nyn euploka, hote nenauageka (bir gemi kazazedesi olarak denize açılmaktan mutluluk duydum) diyerek felsefeye başlıyordu.

 

(Montaigne) İnsanı yanılgıya sürükleyen umut, kendimizi fazlasıyla önemli görmemize dayanır. Yaşamla ilgili olguların, biz olmadan da hiçbir zarara uğramadan sürebileceğini, yaşam sahnesinden çekilmemizle de o kadar üzüntü duyulmayacağını düşünemeyiz.

 

Montaigne geminin batmasını izleyenleri, bundan haz duyma hakkına sahip olmalarıyla değil, ama hayatta kalma başarısı karşısında kötü olarak nitelendirilebilecek bir şehvet duygusuna (volupte maligne) kapılmalarıyla haklı çıkarmayı dener.

 

Gemi batışlarını sağ salim atlatma konusunda bir şeyler bilenlerden biri de Goethe’dir.

 

Gemiyle denize açılma eğretilemesi, bir başkasını ruhsal açıdan etkilemeye de yöneliktir.

 

Nietzsche’nin Zerdüşt’ünün bitmiş bölümlerine ilişkin notlarının bütünü içinde, doğal olarak geminin batış sahnesi de var. Bölüm, “Kasırgadan” başlığını taşıyor: Zerdüşt bir zamanlar bir geminin batmasıyla birlikte karaya doğru sürüklenirken, kendini bir dalganın üzerinde ata binmiş gibi koşarken bulunca şaşırdı: “Kaderim nerede kaldı? Nerede karaya çıkacağımı bilmiyorum. Kendimi yitirdim artık.

 

Nietzsche’nin kalas imgesinde, geminin batışı geri plandadır ve vurgulanması gerekmez. Her şeyi salt hayatta kalabilmenin aracı haline getirir.

 

İzleyici Estetiği ve Ahlakı

…burada kastedilen bir başkasının çektiği acıyı izlemekten hoşlanmak değildir. Söz konusu olan insanın kendisinin kazadan etkilenmeyişinin tadına varmasıdır.

Tanrılar, kendilerinin de belirttiği gibi, salt dünya olgusunun ne kurucuları ne de yöneticileridirler ve tümüyle kendi kendileriyle meşgul oldukları için mutlu olabilirler. Şüphesiz, dünyayı izleyenler bu denli arı olamaz.

 

…ortaçağ, -Aristoteles’in etkisizleşmiş etkileyicinin dikkati kendine yönlendirmesinin dayanaksızlığına ilişkin öğretisini unutarak- tanrıyı dünya tiyatrosunun izleyicisi yaptı.

 

(Aydınlanma – Voltaire) Candide de, Lizbon açıklarında geçirdiği gemi kazasında dürüst insanların denizde batıp gittiklerini, acımasız bahriyelilerin ise kurtulduklarını görmek zorunda kaldı.

 

Marquise du Châtelet, ölümünden otuz yıl sonra, ancak 1779’da ilk kez yayımlanan “Mutluluk Hakkında” başlıklı bilimsel incelemesinde, limanda kalmayı akla uygun gören düşünceyi, mutluluğun ve yaşama şansının kaçırılmasından sorumlu tutar.

Böylece Marquise okuyucuya, duyumsamak ve düşünmek için gerekli olan değerli ve kısa zamanın bir bölümünü düşünmekle yitirmemesini önerir.

 

…insanlara denizde kazaya uğrayan gemiyi izlettiren meraktan başka bir şey değildir.

 

İnsan, merak ağır bastığı zaman, kendisine ilişkin kaygılarını bile unutabilecek kadar izlemeyi seven bir yaratıktır.

Merak bizi en küçük tehlikeden bile uzaklaştıran ve yalnızca kendimizle ilgilenmeye iten bir duygusallıktır.

Güvenlik ve mutluluk, merakın ön koşullan ve aynı zamanda belirtileridir. Meraklı bir halk, yöneticiler için bir övünme nedenidir. Çünkü bir ulus ne kadar mutluysa, o kadar da meraklı olacaktır. Bu nedenle Paris merakın başkentidir.

 

1774’te Herder felsefenin son durumunu geminin batışı eğretilemesiyle açıklıyordu. Ancak yalnızca yüz kişide yaşanan kuşku olarak değil, karşı çıkışlar ve denizdeki büyük dalgalar olarak görüyordu: Batılır, yoksa batan gemiden ahlak bilincine ve felsefeye ilişkin neyin kurtarıldığından söz etmeye değmez.

 

Hayatta Kalma Sanatı

(Goethe)

Onca çabaya rağmen denizde bir iz kalmaması, bir başka ifadeyle tüm olguların anlaşılabilirlik ve kavranılabilirlikten uzak olması dikkat çekicidir. Denizde ilerleyişten de, kaza geçirip batıştan da geriye kalan, o aynı el değmemiş yüzeydir.

 

İzleyici Konumunu Yitiriyor

Schopenhauer’e göre, algılayan, düşünen ve isteyen insanın kimliği iki konumda, batanın ve izleyenin konumunda belirginleşmektedir.

 

19. yüzyıl, hiç kuşkusuz ki, niceliksel açıdan batan gemiler çağıdır. Doğa bu çağda, önceki çağlara oranla gücünden daha emin bir biçimde karşımıza çıkar. Yalnızca İngiltere bu yüzyıl boyunca her yıl 5000 kişiyi bu tür kazalarda yitirmiştir.

Jacob Burckhardt’a göre, insan yaşamının tümünde görülen çöküş ve yükseliş, kazanım ve kayıp gibi karşıtlıklar, gizemli bir dengeye sahiptir. Yalnızca arzu edilebilirlik biçiminde tasarımlanmış olsa da, çöküşler ve yeni başlangıçlar kesintisiz bir biçimde birbirini izlemektedir.

 

Batan Gemiden Gemi Yapmak

Gemi kazazedelerinin harcadıkları çabalara yönelik gözlem, yolculukların neredeyse bitiminde başlar. Hayatta kalmak Robinsonvari bir başlangıca dönmek ve imge sürecini geriye sarmak demektir.

 

Retorik, hasar görmemiş gemiye, kuşku uyandırıcı tarihin koruma alanı olarak döneceğine güvenerek, suya atlamaya ve yeni baştan başlamaya cesareti olanların ve denizlere açılmak isteyenlerin yeniden o konforlu gemideki izleyicisi olma eğilimini güçlendirir.

 

Modem çağın Robinson özlemi, memleketini ve mirasın terk edip geminin güvertesinde bir hiç olarak, her şeye yeniden, yeni baştan başlamaya doğru yönelmek demektir.

 

Ek: Kavramdışılık Kuramına Bakış

İyi bir simge belleği tazeler.

 

Zamanın bir tasarımdan bir başka tasarıma doğru mantıki gereklilik sonucu gelişen bir kavram ol-maması, Newton’ın mutlak zaman kavramını aşarak iç duyuların yalnızca düşünme yolu ile kazanılan biçimine dönüşmesine izin veriyor. Kant, Salt Aklın Eleştirisinin ikinci baskısının “İdealizmin Çürütülmesi” başlıklı bölümünde, zamanın belirlenmesini kanıtlarla gerçekleştirse de, mekân eğretilemesinin, zaman anlayışının temelinde olup olmadığı ve ondan ayrılıp ayrılamayacağı anlaşılamıyor. Bu, beyinde genetik açıdan mekân tasarımına ilişkin yetilerin, zaman tasarımına ilişkin yetilere oranla daha eski olmasıyla ilintilidir.

 

İsa’nın madde olarak değil, bir görünüm olarak çarmıha gerilmek suretiyle öldüğünü yadsıyan tarikat öğretisi ise keşiflerin en büyüğü oldu. Bunun sonucunda, insan doğasının Tanrı tarafından tarihi varoluş süreci içinde, suyun borularda dolaşması gibi dolaştırıldığını öngören tanrısal sırları bilme isteğinden vazgeçildi. Mitolojik öğelerle yükümlülük getirmeyen bir biçimde ilgilenmenin geri planı, Tanrı-insan kutsal birliğinin değiştirilemezliğinin temel ilkelere katı biçimde bağlanmasına yol açtı. Ancak İncil’i açıklayan yazıların basılarak çoğaltılması, bu katılığı yumuşattı. Böylece eğretileme, dili bu gerçekçiliğin katı taleplerinden uzaklaştıran bir biçim aldı.

 

Kavram, soyut olanın algılanmasına eğilim gösterip bu tür bir algılanmaya gereksinim duysa da, simge tamamıyla karşıt bir yönde, gönderimde bulunduğu şeyden ayrılır. Freud’un da tahmin ettiği gibi, simge olabilme yeteneği, imge oluşturabilme yeteneksizliğinden kaynaklanmaktadır.

 

…simge kavramı ilk kez antik tıpta hastalık belirtisi kavramından doğmuştur. Böylece algılama ve anlama süreçlerindeki olguları kavrama olanağını sağlamıştır. Duyuların ikincil nitelikleri ve iç hastalıkların belirtileri gibi, tasarlandığı biçimde kullanılmadığı zaman simgeler çok az şey yansıtırlar.

 

Varlık, dünyada-varoluş, bu içinde-var olunan dünyanın "nesnelerden” oluşmadığı; ancak eğretilemelerle de kavranılamayacağı anlamına geliyor.

 

Varlığın gizlenmişliğine karşın bilimsel aklın körlüğü… Modern dünyayı mümkün kılan kırılmalardan biridir.

 

Kant, özgürlük yalnızca akhn gerekli ön koşulu olarak düşünülebileceğinden, özgürlük bir temel düşüncedir demektedir. Oysa özgürlüğün gerçekliğine ilişkin hiçbir deneyim olmadığı gibi, onun temel düşünce olarak olası bir açıklaması da bulunmamaktadır. Kant tarafından, özgürlük kavramı için mutlak eğretilemeye yakın olan "simge” kavramı kullanılır.

 

Kant, deneyime dayalı algılama, düşünme ve so-nuçların bilincine varma sentezini, aklın bir yöntemi ve kategorilerini ise son karar verici düzenleme olarak açıklıyor.

Akıl, davranışlarında bir yönteme bağlı olmayan bir özne olmadığı gibi, düzenleyici yöntemlerin tümünden başka bir şey de değildir.

 

Türkçeleştiren: Osman Toklu

Alfa Yayınları, Ekim 2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder