2 Haziran 2015 Salı

Osmanlı Düşüncesi / Osmanlı Düşünce Geleneği

Osmanlı Düşüncesi / Osmanlı Düşünce Geleneği
Osmanlı toplumunda bir felsefe geleneğinin olup olmadığı eksenindeki tartışmalar, yalnızca bilinen eserlerden hareketle bir genelleme yapma şeklinde cereyan etmektedir.
Osmanlı dönemindeki şartlarla günümüz şartlarının oldukça farklılaşması anakronizm denilen bir düşünme hatasına da yol açabilmektedir. Bizler bugün daha ziyade Batı düşüncesinin etkisinde tarih, felsefe, kültür, siyaset, bilim anlayışlarına sahibiz. Bu anlayışlara göre Osmanlı döneminde felsefe olup olmadığını araştırmak ve bir sonuca varmak bugünün değerlerini geçmişi anlamanın bir kriteri haline getirmek yani anakronizme düşmektir.
Osmanlılardaki felsefi düşünceyi yalnızca kendi şartları içinde algılamaya çalışmak ise tarihselcilik adı verilen bir başka yöntem sıkıntısına yol açmaktadır.
Kendimizi Osmanlı dönemine veya Osmanlı dönemini günümüze transfer etmeden Osmanlıyı nasıl anlayabiliriz? İşte hem bizi hem de Osmanlıyı aynı anda ilgilendirecek sorular sormak bir şekilde Osmanlı düşüncesi ile belli sorular ekseninde yüzleşmek, karşılaşmak, aramızdaki benzerlik ve farklılıkları görebilmek demektir.
Bazı dini hassasiyetlerle felsefi düşüncenin uzlaşmayacağı kanaatinde olanlar felsefeye dini anlam yüklemektedirler. Kimileri için felsefe daha çok bir eğitim sorunudur. Günümüz Türkiye’sinde felsefeye felsefi bir anlam yüklenip yüklenmediği sorusu aynı zamanda Osmanlı dönemindeki felsefenin konumunu anlayabilmek için bir imkân sağlamaktadır.

Estetik İmar Kaygısı
Dini düşünce, Osmanlı pratik hayatının en genel çerçevesini oluşturduğu için, felsefe ancak bu genel çerçeve içinde konumlandırılarak anlamlandırılan bir husustur.
Osmanlı bilginlerinin şerh ve haşiye geleneğini de bu çerçevede değerlendirebiliriz. Bu şerh ve haşiyeler mevcut bir genel dünya görüşü içinde metinlerin ve metinlerde ele alınan konuların yeniden konumlandırılması olayıdır. ‘Osmanlı düşünürü’ sıfatını hak eden felsefeci, mutasavvıf, kelamcı, fıkıhçı vs. bilginlerin genel tutumu mevcut bir genel dünya algısı ya da çerçevesi içinde sentezleme yoluyla fikir üretmektir.
Bu sentezleme işlemi kural ya da ilkelerini mantıktan alır. Bu nedenle Osmanlı düşünce tarzında en fazla önem arz eden disiplinlerden biri mantıktır.
Mantık, her şeyden önce Allah’ın varlıkları yaratma tarzının yani âlemdeki düzenliliğin açığa çıkma tarzıdır. İslâm’daki tek Tanrı inancı en büyük desteğini âlemin düzenliliği fikrinden aldığı için, bu düzenliliğin tecellisini en fazla yakalama imkânını veren disiplin mantıktır.
Osmanlı düşünürlerinin temelde bir mimar anlayışıyla hareket ettiklerini görebiliriz. Bu anlayışın en önemli kaygısı ‘estetik’tir. Beşeri faaliyet alanının Allah’ın kâinatta kurduğu nizama, düzene göre estetik bir ahenk içinde imar edilmesidir.
Estetik imar bilincini yönlendiren temel unsur dini bir dünya görüşü olduğundan, Allah’ın kâinatta kurmakta olduğu düzenin bir tür yansıması, izdüşümü ya da benzerini üretmek temel hedeftir. Beşeri alanda oluşturulması gereken düzen (sentez)’in temel ideası, fikri, orijinali zaten Allah tarafından kâinatta (asıl) yaratılmıştır. Bu durum Osmanlıların fizik ve metafizik araştırmalarına neden hikmet adını verdiklerini de gösterir. Hikmet, Allah’ın düzenine uyum sağlayarak beşeri alanı düzenleyebilmektir. Hikmetin açığa çıkarılma tarzı temelde mantığa dayandığı için soyutlayıcıdır. Eserler, anlamlarını açıkça ‘göstermekten’ çok, muhatabın, okurun, bakan veya dinleyen kişinin düşünme süreci içine girmesini talep ederler.

Bölünmüş (Yatay) Bilinç
Dünyanın iç-dış mantığıyla estetik açıdan ikiye ayrılması kendi içine kapanmayı da beraberinde getirdiği için Osmanlı düşünürlerinin, dış dünyadan ve özellikle
Avrupa’daki gelişmelerden zamanında yeterince haberdar olamadıkları anlaşılmaktadır.
Osmanlı düşünürlerinin kısmen eğitim, bilim, askerlik, hukuk gibi alanlarda yenilik arayışları içine girmeleri ve kendi dünyalarını eski ve yeni şeklinde iki farklı açıdan algılamaya başlamaları (bu duruma bilincin kendi içinde bölünmesi sorunu adını vermekteyiz) ıslahat hareketleriyle birlikte başlar. Duraklama dönemi Osmanlı düşünürlerinin ayrıcalıklı özelliği bölünmüş bilinç sorunuyla yüzleşmeleridir.

Zemin (Mekân) Kaybı
Osmanlı devleti toprak kaybetmeye başladığında, güven ve emniyet duygusunda da bir gerileme yaşanmaya başladı. Osmanlı düşünürleri kaçınılmaz olarak belki ilk kez mekan(sızlık), zemin(sizlik) yani kaos sorunuyla yüzleştiler. Böylece Osmanlı düşünce tarihinde felsefe belki ilk kez konumlandırılan bir husus olmaktan çıkıp, farklı unsurları konumlandırma faaliyetine dönüşmüş, yani çerçeve veya dünya görüşü haline gelmiştir.

Estetik İmar Sürecine Katkı Yapanlar

Davud el-Kayserî
Orhan Gazi tarafından İznik’te kurulan Osmanlı devletinin ilk medresesinde uzun yıllar müderrislik yaptı.
İbn Arabi’nin vahdet-i vücutçu öğretisini benimsedi. Bu düşünceyi felsefi kavramlarla yorumlayarak sentezledi. Böylece kelam, felsefe ve tasavvufu ortak bir dilde buluşturdu. Kayserî’nin akli düşünme ve keşif/sezgi sentezi Osmanlı medreselerinde hâkim olan düşünme biçiminin nüvesidir.
Kayserî, genel olarak Selçuklu medreselerinde ortaya çıkmış birikimi Osmanlı medreselerine aktardığı için iki farklı dönem arasında bir entelektüel köprü şeklinde görülür. Bu bağlamda o, Meşşâî filozofların varlık ve zaman görüşü ile bu görüşleri eleştiren Ebu’l-Berekat Bağdadi’nin yaklaşımlarını kendi açısından eleştirerek farklı bir zaman anlayışı geliştirmiştir. Kayserili Davud, zaman anlayışını Nihayetü’l-Beyan fi Dirayeti’z-Zaman adlı eserinde dile getirmiştir.
Matla’u Hususi’l-Kilem fî Mâ’âni Fususi’l-Hikem adlı eserinde İbn Arabi’nin Varlığın Birliği öğretisini felsefi kavramlarla savunmuştur.

Şeyh Bedreddin Simavî
Düşünür olmanın temel şartını bilgi aktarımından ziyade şahsi görüş ve içtihatlar geliştirmeye bağladığı için eserlerinde kendi şahsi yaklaşımı ön plandadır. Hemen her hususu Allah’ın varlığının zuhuru açısından açıklamaya çalışmıştır. Felsefe, tasavvuf ve kelam alanlarını kapsayan eserinin adı Vâridat’tır. Genelde klasik Ehli Sünnet çizgisinin dışına çıkan yaklaşımları nedeniyle tarihi süreç içinde lehinde ve aleyhinde görüşler ileri sürülmüştür. Ruh-beden ayrımını, öte dünyada bedenle dirilmeyi, kâinatın zamansal sonluluğunu reddetmiştir.

Molla Fenari
Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislamıdır.
O hem Şerh-i İsagoci (er-Risaletü’l-Esiriyye fi’l-Mizan adlı esere yazdığı şerhtir) gibi yakın zamana değin medreselerde okutulan bir mantık kitabının yazarı hem
Sadreddin Konevi’nin Miftahu’l-Gayb adlı tasavvufi eserine ve muhtelif fıkıh ve kelam kitaplarına şerh yazan, ayrı bir fıkıh kitabı telif eden biridir.
Vahdet-i vücud nazariyesine göre alemde ortaya çıkan her gerçeklik Allah’ın isimlerinin farklı alanlarda zuhuru ya da teayyünüdür. Kısacası, bilgi yolları tek olan Varlık(lar)ın kendisini bilinçte ve bilinç dışında açması sürecidir.

Hocazade
Fatih Sultan Mehmet, kendi yönetimi esnasında akli ilimlere olan düşkünlüğü nedeniyle Gazali ve Meşşai filozofların fikirlerinin tartışılmasını dönemin entelektüellerinden talep etmiş ve böylece Osmanlı döneminde Tehafüt geleneğinin devam etmesinde rol oynamıştır. Bu bağlamda Hocazade Tehafütü’l-Felasife ve Ali Tusi Kitabu’z-Zahîra adlı eserler yazmışlar ve Hocazade’nin eseri, devrin bilginlerince daha fazla onaylanmıştır.

Molla Lütfi’nin Risale fi Tahkiki Vücudi’l-Vacib adlı eseri, İbn Sina’nın görüşlerini özetlemesi ve bu bağlamda eski ve yeni kelamcıların filozofları yanlış anladığını ileri sürmesi dolaylı da olsa Tehafüt geleneğine bir katkı olarak görülebilir. Molla Lütfi’nin Mevzuâtü’l-Ulûm adlı eseri, bilimleri tasnif etmesi ve onları tanımlamaya çalışması açısından hem klasik ilimler tasnif geleneğini sürdürür hem de yaşadığı dönemde ilim zihniyetini sergiler. Bu eser, daha çok bizzat ilimlerin anlamının dönüşmeye başladığını ima etmektedir. Zira bütün ilimlerin anlamını genel bir çerçeve çizerek vermek, aslında bu genel çerçevenin kendisinin nereden anlam kazandığı sorusuna yol açmaktadır. Molla Lütfi’nin Harnâme’si ise mizahi yolla ahlaki eleştiri düşüncesini pekiştirmiştir.

Bölünmüş (Yatay) Bilinç Tecrübesi
Bölünmüş (yatay) bilinç, Osmanlı’nın yenileşme çabalarında açıkça görüleceği üzere öncelikle mekân algısının değişmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Artık üst mekân-alt mekân şeklinde Batı’yı aşağı görme yerine Batı, ilerleyebilmek, dönüşebilmek için temas kurulması gereken bir mekândır.
Gelibolulu Mustafa ve Koçi Bey’in eserlerinde görüldüğü üzere, Osmanlının toplumsal, kurumsal (askeri, mali, ilmi vs.) yapısında ve idari kararlarında ortaya çıkan büyük zafiyet ve bozulma öncelikle bu alanlarda düşünürlerin eleştirel görüşler geliştirmesine ve çözüm arayışlarına girmesine yol açmıştır. İlk olarak çözümlerin eskiye yani Osmanlının güçlü zamanlarında uygulanan kurallara geri dönüş şeklinde dillendirilmesi nostaljik bilincin ortaya çıktığını, eski-yeni şeklinde bilincin ikili bir zamansal görünüm kazandığını göstermektedir.
Kâtip Çelebi’nin Mizanu’l-Hak ve Keşfu’z-Zunûn adlı eserlerine bakıldığında teşhisin daha bir epistemolojik düzeyde konulmaya başlandığını görmekteyiz. Kâtip Çelebi için nakli ilimlerin kavranmasının temelinde akli ilimler vardır. Oysa kendi döneminde yapılmakta olan şey tam tersidir.

İbrahim Müteferrika Osmanlı Devletinin toparlanmasının ancak yeni bir düşünme tarzı ile mümkün olacağına inanır. Bu düşünme tarzının adına da, Kanun-i Kadim’e nispetle, Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) adını verir. Bu düşünme tarzında fizik, astronomi ve coğrafya bilmenin, Amerika’nın keşfini fark etmenin büyük yeri vardır.

Zemin (Mekân) Arayan Düşünürler
Bu bağlamda klasik İslâm inancının öngördüğü bir dünya görüşü içinde ilimleri, kurumları, insanı, tarihi vs. konumlandırma çabasının yerini, dinin, dini kurum ve geleneklerin, geçmiş değerlerin hangi zeminde konumlandırılacağı sorusu almıştır. Bu açıdan bakıldığında Osmanlı düşüncesinin son tarihsel dönüşümü klasik metafizikten modern metafiziklere geçişi temsil eder. Metafizik olarak felsefe, bu dönem düşünürleri için aynı zamanda bir kurtuluş teolojisidir. Materyalizm, evrimcilik, feminizm, ruhçuluk gibi felsefi akımlar bir felsefi araştırma veya anlamlandırma çabasının ötesinde kurtuluş teolojisi olarak değer üstlenirler.

---
İslâm Düşünce Tarihi
Editör: Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2070
Eylül 2010, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder