2 Haziran 2015 Salı

İslam Düşünce Tarihinde Tehâfütler Geleneği

Felsefe Eleştirileri ve Cevapları (Tehâfütler Geleneği)
Yunan felsefesinin tercümesiyle beraber, Müslümanlar tarafından tanınan felsefe, Müslüman düşünürleri üçe ayırdı:
1. Sırf felsefe yapanlar.
2. Felsefeyi dinle uzlaştıranlar (Meşşâîler)
3. Felsefî metotla dini savunanlar.
Gazzâli, İslâm düşüncesinde dönüm noktasını oluşturan fikirler ileri sürmüştür.

“Eleştiri”, Yunanca yargılama, ayırt etme anlamına gelen krisis sözcüğünden gelmektedir.
Bugün Türkçede “tehâfüt” kelimesi daha çok “tutarsızlık” terimi ile karşılanmakta; “yıkım”, “çöküntü”, “acelecilik”, “düşüncesiz sonuç”, “istikrarsızlık”, gibi sözlük anlamlarıyla da kullanılmaktadır.
Gazzâlî bu terimi, “tutarlı bir düşünceye dayanmadan kurulmuş olan fikir yapıları; arka arkaya bir şeyin üzerine düşmek, çarpmak, pervanenin lambaya çarpması gibi, filozofların hatalara düşmesi” anlamında kullanmıştır.
İlk Tehâfüt yazarı Gazzâlî, eserini yazmadaki gayesini; hakikati, bilmek ve bildirmek olduğunu, kendisinin de bir hakikat arayıcısı olduğuna işaret ederek belirtmiştir.
Tehâfütler objektiflikten uzak, tarafgir bir yaklaşımla yazılmamıştır. Sorgulayıcı yeni yeni fikirlerin doğmasına zemin hazırlayan bir eleştiri anlayışıyla yazılmıştır.
Gazzâlî filozofları daha çok metafizik görüşlerinin dinî ilkelerle örtüşmediği gerekçesi ile eleştirmiştir.

Ebu Hamid el-Gazzâlî
1058’de İran’ın Horasan bölgesi, Tûs (bugünkü Meşhed) şehrinde doğdu. Çocuk yaşta babası vefat etti. İslâmî eğitim almak üzere Cürcan’a gönderildi. Eğitimini tamamladıktan sonra dönüş yolunda soyuldu.  Gazzali’nin felsefî ve kelâmî düşünceyle tanışması İmamü'l-Haremeyn el-Cuveynî’nin öğrettikleri dolayısıyladır. İmam Cuveyni’nin ölümünü müteakip Gazzali, Nizâmülmülk’ün sarayında henüz 28 yaşında iken siyasî danışman olarak görevlendirilmiştir. 484'te (Temmuz 1091) vezir tarafından Bağdat Nizarniye Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Nizamülmülk ve Sultan Melikşah’ın öldürülmelerinden sonra Bağdat’tan ayrıldı. Tasavvufa yöneldi. 1106’da Nişabur’a gitti. 18 Aralık 1111’de Tûs’ta vefat etti. Mezarı ünlü şair Firdevsi’nin mezarının yanındadır. Tûs şehrinde doğduğu halde Tûsî değil de Gazzâlî olarak anılmasının nedeni, oğlu Hâmid’in babasının mesleğine (gazzâl “yün eğirici, iplikçi”) nisbetle Gazzâlî diye anılmıştır.

Mizan’l-amel’in sonunda, düşünce hürriyetinin ve gerçeğe ulaşmada şüphenin önemini kesin ifadelerle ortaya koyduğu bir pasajda atalarının, üstatlarının veya milletlerinin mezhebine taassupla bağlananları şiddetle eleştirir.
Gazzâlî’nin şiüpheciliğinin çıkış noktası şeylerin hakikati sorusudur. Bu soruyu etraflıca ele almak için öncelikle bilgi’nin ne olduğunun araştırılması gerekir ve Gazzâlî de bu yolu izler. Hakikat tek olmalıdır, hâlbuki filozoflar kendi mantıkları içerisinde çeşitli teoriler ortaya atmışlardır. Bu şekilde Gazzâlî, apaçık olduğunu söyledikleri de dâhil olmak üzere bütün bilgilerini ve bunun zorunlu gereği olarak bilgi vasıtalarını eleştiriden geçirdi. Duyu verilerinin her zaman doğru bilgiyi vermediğini akıl sayesinde tespit edebiliyoruz. Şu halde aklın verilerine olan güvenimizin temeli, dayanağı nedir? Gazzâlî bu soruyu tartışırken yıllar sonra Descartes’in kullanacağı rüya örneğini ele alır: Uyandığımızda, uykudayken gördüğümüzün rüya olduğunu fark eder, anlarız. Hayatın da bir tür rüya olması mümkündür. İnsan bu hayatın ötesinde bir hal yaşayabilir ve o halde iken şimdiki akli bilgilerin çoğunun yanlış olduğunun farkına varabilir. Kuşkuculuk bu silsileyi izlediğinde kesinlikten söz edemez duruma geliriz. Gazzâlî  “hastalık” ve “safsata” olarak nitelediği bu şüphe krizinin iki ay kadar sürdüğünü, nihayet “Allah’ın kalbine attığı bir nurla” kendisini bu hastalıktan kurtardığını belirtir (el-Münkız). Gazzâlî aklın mantık ve matematikteki, hatta tabiat bilimlerinin deneysel alanlarındaki yetkisini kabul etmekle birlikte beşeri aklın metafizik problemlerin çözümünde aciz olduğunu ve bu çözüme ulaşabilmek için batıni keşfe veya vahyin desteğine muhtaç bulunduğunu düşünmüştür.

Eleştirinin İlk Eseri: Gazzâlî ve Tehâfütü’l-Felâsife’si
Felsefeye ilk ciddi tenkit Gazzâlî’den gelmiştir. Tehâfütü’l-Felasife adlı eseriyle, meşşâî filozoflarını özellikle Fârâbî ve İbn Sînâ’nın metafizik fikirlerini hedef almıştır.

Gazzâlî’ye göre filozofların bir kısmı bütünüyle dini inançlarla çatıştığından dolayı onları reddetmek gerekmektedir. İkinci kısım görüşlerinin ise dini inançlarla bir bağlantısı yoktur. Bunlar mantık, riyâzî ve geometri ile ilgili ilimlerdir. Din ile felsefe arasındaki asıl tartışma, büyük oranda ilâhiyyât ile kısmen de tabiiyyât konusundaki görüşlerindedir. Bu görüşlerinden dolayı Gazzâlî, filozofları tenkit ve küfürle itham etmiştir. Özellikle ilâhiyyât ve tabiiyyâtın, ilâhiyyâtı ilgilendiren bölümlerine hücum etmiştir. Gazzâlî’nin Tehafût’ûnde filozoflara yönelik eleştirilerini, yirmi meselede ele almış, bu meselelerin üçünde filozofları küfürle itham etmiş, on yedi meselede ise filozofların bid’at içinde olduklarını vurgulamıştır.

Gazzâlî, öncelikle filozofların eserlerini inceledi. Yaklaşık iki yıl süren araştırmalarının sonucunda ilk önce Makâsidü’l-Felâsife adlı eserini kaleme aldı. Bu eser, eleştirmek önce öğrenmek, bilmek gerektiğine vurgu yapar. Eserde felsefî ilimleri dört kategoriye ayırır:
1. Riyaziyât: Matematik ve geometri olup, bunların akıl ve dinle çelişen hiçbir yönleri yoktur. Bunların inkârı imkânsızdır.
2. İlahiyât: Filozofların buradaki görüşlerinin çoğu yanlıştır, doğruları azdır.
3. Mantık: Buradaki görüşlerin çoğu doğru, yanlışları azdır.
4. Tabiîyât: Bu alanda hak batıla, doğru yanlışa karışmıştır.

Gazzali’nin Tehâfüt’ünde en dikkat çekici nokta filozofları küfürle itham etmesidir. İslam dünyasındaki felsefi gelişmeleri bir yozlaşma hareketi olarak değerlendirmiştir. Ona göre filozofların delilleri, iddia ettikleri gibi burhanî olmayıp, zannîdir. Gazzâlî filozofları sadece metafizik ve tabiiyyât alanında yirmi konuda eleştirmiştir.
Aristotelesçi düşünceye göre sebeple sonuç arasındaki karşılıklı ilişki zorunlu olduğundan tabii bir sebebi olmayan sonuçtan söz edilemez. Buna göre tabiattaki bir olayın sebebi yine tabiatın kendisindedir.
Gazzâlî sebep-sonuç bağıntısını (iktiran) kabul etmekle birlikte bu bağıntının tabiatın özünden gelen bir zorunluluk olarak düşünülmesini reddetti.
Tecrübe ve gözlemler, sadece sebep ve sonuç denilen iki olayın artarda gelişini tespit etmekle sınırlıdır. Bunlardan birine sebep, diğerine sonuç (müsebbeb) adının verilmesi tamamen bu iki olayın artarda geldiğini görmeye alışmaktan kaynaklanan bir dil meselesidir.
Tehatütü’l-felasife’nin temel iddiası, ilahiyat meselelerinin çözümünde aklın yetersizliğinden dolayı bir Müslüman için en doğru tutumun bu meselelerin çözümünde dini açıklamaları kabul etmenin gerekli olduğudur.
Bu eleştirel tutum İslâm düşüncesinin gelişmesinde ciddi bir sorun oluşturmuştur.

Eleştirilere Cevap: İbn Rüşd ve Tehâfütü’t-Tehâfüt’ü
İbn Rüşd, Aristoteles’i şerh eden ve onu en iyi bilen filozof olarak kabul edilir. Tehâfütü’t-Tehâfût adlı eseriyle, Gazzâlî’nin filozofları eleştirdiği yirmi ayrı meselenin her birini ayrı ayrı ele alarak, kendine göre onun eleştirilerinde haksız olduğu noktaları ortaya koymuştur.
Onu bu tartışmalara sevk eden asıl neden Gazzâlî’nin filozofları bazı konularda yanlış anlayarak onları küfürle itham etmesidir.
İbn Rüşd, Gazzâlî’nin filozofları küfürle itham ettiği üç meselede hem ona hem de bahse konu olan filozoflara açık eleştirilerde bulunmuştur. İbn Rüşd’ün de belirttiği gibi, filozoflar âlemin kıdemi (ezelîlik) meselesinde kullandıkları kıdem terimini Tanrı’nın kadîm oluşuyla hiçbir zaman özdeş görmemişlerdir. Allah
kadîm bi’z-zattır (kıdemi zatından). Âlem ise kadim bi’z-zamandır (âlemin kıdemi zaman itibariyledir). Burada da Gazzâlî’nin ifade ettiği anlamda Tanrı’nın kadîm sıfatını âleme verme gibi bir anlam yoktur.
Filozofları küfürle itham ettiği ikinci meselede Gazzâlî, filozofların “Tanrı’nın küllîleri (tümel) bilip, cüz’îleri (tikel) bilmediğini” söylemiş olduklarını ifade etmiştir. İbn Rüşd’e göre eğer bu hakikat olsaydı gerçekten filozoflar savunulamayacak bir iş yapmış olurlardı. Hâlbuki İslâm filozoflarının böyle bir ifadesi bulunmamaktadır. İbn Rüşd’e göre Gazali bu konuda filozofları yanlış yorumlamıştır. Bunun nedeni de Gazzâlî’nin, “filozofların Tanrı ile insanın bilgisini aynı kategoride ele aldıklarını” zannetmiş olmasıdır.
Filozofların küfürle itham edildikleri üçüncü mesele ruh ile beraber bedenlerin haşrinin inkârı meselesidir. İbn Rüşd Tehâfüt’ünün diriliş ile ilgili bölümünde bedensel haşrin Kur’an-ı Kerim’de zikredilmediğini beyan etmektedir.

İbn Rüşd Sonrası Tehâfüt Geleneği
Gazzâlî ile başlayıp İbn Rüşd ile devam eden tehâfüt geleneği (dolayısıyla da felsefi hareket) yaklaşık iki yüz yıl kadar süren bir kesintiye uğramıştır. Ancak Fatih Sultan Mehmet’in tehâfüt tartışmalarını yeniden başlatması ile felsefi hareket de önemli bir ivme kazanmıştır.

Gazzâlî’den sonra gelen Fahreddin Razî (ö.1209), felsefe ile kelâmı birleştirmiştir. Felsefeyi kelâma katarak, kelâmın meşruluğundan hareketle felsefi konuları kelam içinde okumak da bir ölçüde meşrulaşmıştır. Ancak felsefe, şahsiyetini ve istiklalini kaybettiği için fazla bir ilerleme kaydedilememiştir.

Sultan Fatih devrinin ünlü âlimlerinden olan Ali Tûsi (ö.1482) ile Bursalı Hocazâde Mustafa Muslihuddin (ö. 1488) bu hususta Fatih’in isteği üzerine birer eser kaleme alırlar. Hocazâde bazı konularda Gazzâlî’ye muhalefet ederken Ali Tûsî, Gazzâlî’yi aynen takip etmektedir.

İslâm geleneğinde Hocazâde ve Ali Tûsi’den sonra birkaç Tehâfût daha yazılmıştır. Ancak bu Tehâfût’ler, Hocazâde’nin eserine haşiye şeklindedirler. Bunlardan birincisi Kemal Paşazade’nin yazdığı haşiyedir. İkincisi ise Karabâğî’nin yine Hocazâde’nin eserine yazdığı bir şerhtir.
Yaklaşık bu 800 yıllık süre içinde İslâm dünyasında tehâfütün yorumu tarzında on iki eser yazılmıştır.

Eleştiri/Tehâfütler Geleneğinin Değerlendirilmesi
Gazzâlî eleştirilerine dinî bir nitelik kazandırmasından dolayı, eserleri çoğu kez din noktasından dikkate alınmıştır. Bu tavır, İslâm dünyasındaki felsefî hareketleri olumsuz yönde etkilemiştir.

---

İslâm Düşünce Tarihi
Editör: Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2070
Eylül 2010, Eskişehir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder