2 Haziran 2015 Salı

Fransız Aydınlanma Filozofları

Fransız Aydınlanma Filozofları
Aydınlanma düşüncesi, din ve geleneksel düşünce ve uygulamaların baskısından kurtularak insanın her alanda kendi aklının ışığında davranma ve sorun çözme kararlılığını anlatmaktadır.
Bu devinimin ana yurdu Fransa’dır.
Aydınlanma düşünürlerine göre aklın kullanımı, fenomenlerin kendilerine gitmek, gözlem yoluyla onların yasa ve nedenlerini öğrenmekti.
Locke, onlar için hem kuramsal, hem pratik alanda gerçek bir filozoftur; öne sürdüğü epistemolojik ve politik görüşleriyle aydınlanmacı Filozoflara aydınlanmanın temel gramerini sağlamıştır.
Başlıca aydınlanma düşünürleri Bayle, Montesquieu, Voltaire, Condillac, Helvetius, Diderot, d’Alembert, Lametrie, d’Holbach Cabanis ve Rousseau’dur.

Voltaire (1694-1778)
François Marie Arouet, çeşitli alanlarda eserler vermiş, toplu eserleri 70 cilde ulaşmış, etkin bir kalem insanıdır. 1726’da İngiltere’ye giderek 1729’a dek orada kaldı. Locke ve Newton’un yazılarıyla meşgul oldu. Locke’un toplumsal ve politik görüşlerinin çoğunu benimseyerek bireysel özgürlük kazanımı için Kilise ve devlet kurumuna karşı savaş açmıştır.

Voltaire’in Deist Tanrı Anlayışı
Metafizik Üzerine İnceleme adlı eserinde nedensellik ve olgusallık üzerinden Tanrı’nın varlığını gerekli gören akıl yürütmelere yer verir. Kendisi daha çok nedenselliğin kaynağı sorununu Tanrı’yla giderme eğilimindedir.
1755 büyük Lizbon depreminden sonra kötülüğün de bir bakıma Tanrı’dan çıktığını savlama yoluna gitmiştir.

İnsan ve İstenç Özgürlüğü
Voltaire, maddi olmayan bir tözsel varlık olarak ruh kavramını gereksiz bir varsayım olarak görmekteydi. Felsefe Sözlüğü’nde ruh üzerine olan makalede ‘tinsel ruh’ gibi terimlerin yalnızca bilgisizliğimizi örten sözcükler olduğunu ileri sürmüştür.
İstenç özgürlüğünü kabul etmiş görünür. Ancak bunun kaynağı sorulduğunda ve istenç özgürlüğü söz konusu olduğunda düşünceleri bulanıklaşmıştır. Kişinin istediği şey güdü tarafından belirlenir ama o, davranmakta ya da davranmamakta özgür olabilir. Buradan istencimiz değil ama eylemlerimiz özgürdür sonucuna ulaşır. Bilgisiz Filozof’ta, ‘özgür istenç’ kavramının anlamsız olduğunu ileri sürer. Çünkü özgür bir istenç yeterli güdüsü olmayan bir istenç olacak ve doğanın izlediği yolun dışına düşecektir.
Voltaire, baskıcı otoriteden nefret ediyor, bilimsel ve ekonomik ilerleme için zorunlu gördüğü hoşgörüyü savunuyor, filozofların etkisiyle aydınlanmış iyiliksever bir tek erkin idaresini savunuyordu.

Montesquieu (1689-1755)
Fransa’nın güney batısındaki Brede Şatosunda doğdu. Babası aristokrat sınıfından bir subaydı. İngiltere’de Büyük Devrimin (1688-1689) ardından parlementer monarşiye geçilmesiyle birlikte oluşan göreli özgürlük ortamını yakından izleyerek hayranlık duydu. Fransa’nın devlet düzenine karşı eleştirel yazılar yazdı. 1748’de ise başyapıtı olan Yasaların Ruhu (De l’esprit des lois) yayımlandı. Katolik kilisesi yapıtı mahkûm etti.
Montesquieu, Yasaların Ruhu’nda karşılaştırmalı toplum, hukuk ve yönetim tarzları incelemesine girişir. Bu açıdan çalışmanın karşılaştırmalı toplumbilimsel gözlem olarak da özel bir yeri vardır. Montesquieu’ya göre toplumsal olguları yöneten bazı evrensel ilke ya da yasalar vardır ve tekil durumlar genelde bu ilke ve yasalara uygun gelişir.
Değişik toplumlardaki değişik pozitif hukuk sistemleri, yörenin iklimi, ekonomik koşulları, insanların yaşam biçimi yönetim biçimlerinin doğası ve ilkeleri tarafından belirlenmektedir. Bu koşulların bütünlüğü ona göre yasaların ruhunu oluşturmaktadır.
Montesquieu’ya göre cumhuriyetçi, monarşik ve despotik olmak üzere üç yönetim biçimi vardır.
Montesquieu’ya göre her politik toplum belli bir idealin tam olmayan bir somutlaşmasıdır ve bu ideal toplumu biçimlendirmede örtük biçimde işleyen bir etmendir. Yasa koyucunun görevi bu işlevsel idealin doğasını ortaya çıkarmak ve ilerleyen yönünü de dikkate alarak yasal düzenlemeyi yapmaktır.
Montesquieu, kutsal yasaları da kabul etmekteydi. Tanrı dünyanın yaratıcısı ve koruyucusu olarak fiziksel dünyayı yöneten yasaları belirlemiştir; insan da fiziksel bir varlık olarak başka cisimler gibi değişmez yasalar tarafından yönetilir. Bunlar Montesquieu’nun ifadesine göre “tüm pozitif yasalara önsel olan doğa yasalarıdır.
Montesquieu’ya göre politik özgürlük, güçlerin ayrılığı ilkesini gerektirir. Buna göre yasama, yürütme ve yargı güçleri kesinlikle birbirlerinden ayrılmalıdır.

Claude Adrien Helvetius (1715-1771)
Helvetius, tıpkı Condillac gibi insan zihninin tüm yetilerini duyum ve duyu algısına indirgeme yolunu tuttu. Yargıda bulunmak, salt bir algılamaktır.
Helvetius etik alanda da indirgemeci bir yol tutarak tüm ahlaksal eylemlerimizi, kişinin ben-sevgisine indirger.
Helvetius’a göre ahlakın en temel ilkesi “Kamu iyiliği en yüksek yasadır.” biçiminde dile getirilebilir. Helvetius bu bakış açısıyla olumlu davranış alışkanlıkları oluşturmada eğitimin önemini vurgular. Monarşik despotizmin hem dehayı-yaratıcılığı hem de erdemi öldürdüğünü belirtir.
Tanrı’nın iyi istenci yeryüzündeki tüm insanların mutlu olmaları ve tüm hazlardan eşit düzeyde pay almaları yolunda olabilir ancak, gerçek ilkeler üzerine kurulan ahlak biricik doğal dindir.

Denis Diderot (1713-1784)
Diderot ve d’Alembert editörlüğünde 1751-1780 tarihleri arasında 35 cilt olarak yayımlanan ansiklopedi, yeni felsefi ve bilimsel düşünce ve bilgileri Avrupa’ya yayma amacını gütmüş ve bunu büyük ölçüde başarmıştır.
Diderot, Louis le-Grand Jesuit kolejinde okumuş, İngiliz düşüncesinin etkisinde kalarak pek çok İngiliz eserini Fransızca’ya çevirmiştir.
Diderot, dinamik bir fikir adamıdır, düşünceleri sistematik değildir, onu kategorize etmek kolay değildir.
Diderot metafizik açıdan maddeci, etik açıdansa idealisttir.
Diderot doğal dinlerin belli bir tarihte ortaya çıkıp belli bir zamanda yok olacaklarını, oysa bunların tümünün temeli olan doğal dinin her zaman varlığını sürdüreceğini savunmaktaydı.
Diderot doğal ahlak yasalarının temelinin aklın a priori buyrukları değil, insan doğası olduğunu savunmaktaydı.

Jean le Rond d’Alambert (1717-1783)
Hukuk, tıp ve matematik öğrenimi gördü. Hume’un yakın dostu idi. 1775’te Papa XIV. Benedictin önerisiyle Bolonya Enstitüsü üyeliğine seçildi.
d’Alambert’a göre metafizik anlamda şeylerin nedenlerini bilemeyiz. Bilimsel felsefenin görevi fenomenleri metafizik anlamda değil, sistematik anlamda betimlemek ve ilişkilendirmektir. Bu görüşleriyle d’Alembert, pozitivizmin öncülerinden biridir.
Ona göre ahlak öteki insanlara karşı ödevimizin bilincinde olmaktır.
Düşüncesinin en temel özelliği olgucu yöntem bilim üzerinde ısrar etmesidir.

Bunlardan başka bir de Rousseau var, onunla ilgili özet başka bir başlıkta verildi.
---

Modern Felsefe I
Prof. Dr. Sara Çelik
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 2588
Haziran 2012, Eskişehir


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder