8 Haziran 2018 Cuma

Giresun Çepni Folkloru - Özet


Abanoz Küçük - Giresun Çepni Folkloru

Bu çalışma, Giresun yöresinde yaşayan Çepnilerin popüler kültürün etkisiyle yok olmaya başlayan sözlü kültür ürünlerini kayıt altına almayı ana amaç edinmiştir.

Günümüzde özellikle Anadolu’nun Batısında yaşayan Çepnilerin Alevi-Bektaşi geleneğine mensup oldukları görülmektedir. Karadeniz Bölgesi’ndeki Çepnilerin ise geçmişte Alevi oldukları bazı kaynak kişilerimiz tarafından ifade edilmektedir.
Yaptığımız çalışmalar sonucu bölgede yaşayan Çepnilerin büyük çoğunluğun Sünni inanış yapısına sahip olduğu tespit edilmiştir.
Şu an Giresun ilinde Alevi-Bektaşi geleneğine mensup Çepni yerleşim birimleri 3 köy ve 2 mahalle olarak karşımıza çıkmaktadır (s. 3).

Türkiye coğrafyasında özellikle Batıdaki Balıkesir, İzmir, Aydın vb. vilayetlerde bulunan Çepniler tamamıyla Alevi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Karadeniz Bölgesi’ndeki Çepnilerin ise geçmişte Alevi olduğu söylense de bugün bölgede yaşayan Çepnilerin büyük çoğunluğunun Sünni olarak karşımıza çıkmaktadır.
…bazı yörelerde Alevi Çepniler de bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri bugün Ordu Gürgentepe Köyü, Kürtün Taşlıca Köyü, Trabzon Eskiköy ve Giresun’a bağlı Dereli ilçesinin Bahçeli Köyü’nde yaşayan Çepnilerdir (s. 21).

Şebinkarahisar ilçesine bağlı Ovacık köyünün Aşağı Armutlu mahallesinde Abdullah Yılmaz / Sözlü edebiyat derlemesi

İl merkezine bağlı köylerde yaşayan Çepniler Doğu’da Aksu Batı’da Batlama derelerinin vadileri boyunca yerleşmişlerdir. Bunların ana geçim kaynağı fındık tarımıdır
Keşap’ta bulunan Çepni Köylerinden Düzköy deniz kenarında yer almaktadır. Diğer köyler Karabulduk deresi vadisinde yer alır. Espiye ilçesinde yer alanlar Özlüce Deresi (Gelevera) vadisi ile Yağlıdere vadisinde, Tirebolu’dakiler Harşit çayı boyunca, Görele’dekiler Çanakçı deresi (Elevi) vadisinde, Eynesil’dekiler ilçe merkezine yakın köylerde ve sis dağına giden yol boyunda Ağasar Deresinin Batı yakasında yerleşmişlerdir. Dereli İlçesindeki Çepniler Aksu deresinin kenarında ve bu vadiye hakim tepelerde yaşarlar. Bölge Çepnilerinin ana geçim kaynağı fındık tarımı olmakla birlikte yüksek kesimlerde hayvancılık yapılmaktadır.
Şebinkarahisar’da bulunan Çepniler yoğunlukla Kelkit Çayı vadisinde kurulan Kılıçkaya Barajı kenarlarında iskân halindedir. Bu bölgedeki Çepniler buğday tarımı ve hayvancılıkla geçimlerini sağlamaktadırlar (s. 35).

İdari Yapı
Giresun, Türkler tarafından ilk olarak 1397 yılında Hacıemiroğulları beyliğinin hükümdarı Süleyman Bey tarafından fethedilmiş,
1486 tarihli kayıtlarda Zeamet-i Kürtün olarak kaydedilen ve Giresun’u da içine alan idari yapı, 1515 tarihli tahrir defterinde Vilayet-i Çepni olarak anılmaya başlanmıştır.
1585 yılında Giresun ve Keşap adlı iki kaza şeklinde teşkilatlandırılmıştır.
XIX. asrın ortalarına kadar Giresun ve Keşap kazaları Trabzon eyaletinin Trabzon Livasına bağlı olarak kaldı…
1876, 1877, 1878 ve 1879 tarihli Devlet Salnameleri’nde Giresun kaza statüsünde, Sivas vilayetine bağlı olarak Karahisar-i Şarki Sancağı kayıtları içerisinde yer almaktadır. 13 Mart 1879 tarihinden itibaren kaza olarak tekrar Trabzon Sancağına bağlanmış, I. Dünya Savaşı’na kadar bu husus devam etmiştir. Savaş yıllarında Tirebolu ve Ordu kazaları ile birlikte Canik Sancağına bağlı olarak idare edildi. Giresun 4 Aralık 1920 yılında (s. 36) müstakil bir sancak, 1923 yılında ise vilayet olmuştur.
1933 yılında Şebinkarahisar ilinin kaldırılması sonucunda Şebinkarahisar merkezi ve Alucra ilçeleri Giresun iline bağlanmıştır (s. 37).
Bulancak, Piraziz, Çamoluk ve Alucra ilçelerinde Çepniler görülmemektedirler.

Ekonomik Durum
İlin ekonomisi ağırlıkla tarıma dayalıdır.
Giresun ili tarımsal hâsılasının ülke tarım hâsılası içindeki payı binde 8,5 gibi düşük bir düzeydedir.
Tirebolu ve Eynesil bölgesinde çay yetiştiriciliği fındıktan sonra ikinci sırada yer alır.
İlin güneyinde kalan iç kesimlerinde hububat, meyvecilik, sebzecilik ve son yıllarda da tütün üretimi yaygın bir şekilde yapılmaktadır (s. 39).

İl sınırlarının kıyı kesimlerinde yer alan köylerin büyük çoğunluğu balıkçılık yapılmaktadır.
Giresun Çepnileri yerleştikleri yörenin coğrafi konumuna paralel olarak en genel manada tarım, hayvancılık ve balıkçılık gibi ekonomik faaliyetler içinde bulunmaktadırlar (s. 41).

Eğitim-Öğretim
İlde okur yazar erkek oranı %94, kadın oranı ise %86’dır.
Eskiden kız çocukları, okullar uzak olduğu için yolda izde başına bir hal gelir düşüncesiyle okula gönderilmezdi. Gönderilse bile ilkokuldan sonra okumasına müsaade edilmezdi. Çünkü ilkokuldan sonra devam ederse daha da uzağa gitmek zorunda kalacaktı. Bu nedenden dolayı yöre insanı kız çocuğu okuma yazma bilsin yeter derdi.
Günümüzde Giresun Çepnilerinde gençler en az lise mezunu olarak görülmektedirler. Üniversite öğrenimine devam edenler de yadsınamayacak kadar fazla miktardadır.

Çepni Tarihi
Oğuz adının menşei
J. Nemeth’e göre Oğuz, ok+z’den müteşekkildir. Ok, oymak manasında, z de çokluk ekidir. Fakat k’nin ünlü ile başlayan bir ekle birleştiğinde g’ye dönmediği ifade edilerek bu görüşüne de itiraz edilmiştir.
Oğuzlar, Tonyukuk Kitabesinde Göktürk Devleti’nin düşmanı olarak Çinlilerle bile ittifak yapma yoluna gitmiş bir kavim olarak tasvir edilmektedir (s. 43-44).

Göktürk Devleti’nin yıkılışından sonra bir müddet Uygurların idaresinde kaldılar. Uygur devletinin yıkılışından sonraki dönemde Oğuzların yurdu Hazarlar, Kimekler, Karluklar ve Bulgarlar ile çevrilmiştir. Etil/İtil ırmağı Kimekler ile Oğuzlar arasında sınır idi.

Oğuzlarla ilgili bilgi veren önemli seyyahlardan biri İbn-i Fadlan’dır. Onun anlattığına göre Oğuzların hakanına "yabgu” deniliyordu. Oğuz ileri gelenleri arasında İslamiyet’e girenler vardı (s. 44).

X. yüzyılda Oğuzların Hazar Denizi ile Seyhun (İnci/Sır Derya) Nehri’nin orta yatakları arasında bağımsız bir devletleri vardı.
X. yüzyılın ikinci yarısından sonra Oğuzların bir kolu Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlar’a doğru gitti. Oğuzların diğerleri bir uç şehri olan Cend tarafına gitti.
Cend şehrine giden Oğuzların başında Selçuk adında bir bey bulunuyordu. Selçuk Bey’in önderliğindeki Oğuzlar, bu bölgedeki insanların etkisiyle İslam dinine geçtiler.
Bu tarihi olaydan sonra, İslam dünyasında, Müslüman olan Oğuzlara, diğer soydaşlarından ayırt etmek için özel adlandırma ile "Türkmen” denmeye başlandı.

Faruk Sümer’e göre ise Türkmen kelimesi Müslüman Oğuzları gayrimüslimlerden ayırt etmek için ortaya çıkmıştır.

Çepniler Oğuzların 24 boyundan biridir.
Çepnilerden söz eden en önemli ve en eski yazılı kaynak Divanü Lügati’t Türk’tür.
Bir diğer önemli kaynak Reşideddin Fazlullah’ın Cami’üt Tevarih adlı eseridir.
Ebul Gazi Bahadır Han tarafından 1659-1660 tarihleri arasında kaleme alınan Şecere-i Terakime Oğuz boy teşkilatı ve bu teşkilat içinde Çepnilerden söz eder.

Reşideddin’e göre Çepni, yağı (düşman) olan her yerde durmayıp savaşan, Yazıcıoğlu’na göre kandaki yağı göre derhal savaşıp ve çapan, Ebülgazi Bahadır Han’a göre de bahadır (cesur) manasına gelmektedir.

Çepnilerin Anadolu’ya Gelişleri
Çepnilerin Anadolu’ya gelişleriyle ilgili olarak bilgi veren kaynakların birçoğunda, bu grubun önce Karadeniz’e oradan da Türkiye’nin çeşitli yerlerine göç ettiklerine dair bilgiler yer almaktadır (s. 65).

Karadeniz’de görülen Çepniler iki koldan Karadeniz sahillerine inmişlerdir. Bunlardan biri Karadeniz dağlarında yaylacılık yapan gruptur ki bunlar Harşid deresi gibi vadilerden, diğeri de 1277’de Sinop baskınını bertaraf ederek batıya ve Samsun’dan sahil şeridini takiben doğuya doğru ilerleyen gruptur (s. 79).

1340-1514 yılları arasında hüküm süren Akkoyunlular Devleti’nin esas kuvvetini teşkil eden boylardan biri de Çepniler idi.

Çepniler, XV. yüzyılın birinci yarısında Kürtün-Eynesil-Dereli-Giresun arasındaki geniş sahaya hâkimdiler.

Batı Karadeniz bölümü olarak adlandırılan yöreye baktığımızda ise Çepnilerin Kastamonu ve Bolu civarlarında yaşadığı ve günümüzde de bu bölgelerde varlıklarını devam ettirdikleri görülmektedir (s. 88).

Giresun Çepnileri
Giresun’un ismi bilinen ilk sakinleri, Hititlerin çağdaşı olan Gaşkalardır. Bu topluluğun M.Ö. XVI. Yüzyılın ortalarında bölgeye hakim olduğu bilinmektedir. Yörede varlığı bilinen bir diğer topluluk ise Kimmerler’dir.
Kimmerler M.Ö. 585’ten itibaren İskit baskısı sebebiyle göç ederek Karadeniz’in kuzeyine çıkarak bölgeyi terk etmekle birlikte, Bölgedeki Türk varlığı İskit hâkimiyetiyle devam etmiştir (s. 89).

…birçok araştırmacı, milattan önce 183’te Sinop’u aldıktan sonra bölgeyi ele geçiren Pontos Kralı I. Farnakes (M.Ö. 190-169) tarafından kurulan Farnakia’nın bugünkü şehrin bulunduğu yarımadada yer aldığını, uzun süre bu adla anıldığını ve Romalılar döneminde buranın Kerasus şeklinde adlandırıldığını belirtir.
Giresun, Pontusluların ardından Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiştir.
İlerleyen süreçte şehir Romalıların idaresinden Bizans denetimine geçmiştir (s. 90).

1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’ya giren Oğuz boylarından biri de Çepnilerdir.
Çepniler Sinop’tan doğuya doğru ilerleyerek Karadeniz’in bir Türk yurdu haline gelmesinde önemli işler başarmışlardır.

Halk Edebiyatı
Masallar
Yöreden derlediğimiz masallar hem motif hem de formel ifadeler açısından oldukça zayıf bir durumdadır. Bu husus yörede masal anlatma geleneğinin zayıfladığının önemli bir belirtisidir.

Masal bildiğini söyleyen kişilerden anlatmalarını istediğimizde gündüz masalın anlatılmasının uğursuzluk getirebileceği noktasında cevaplar aldık.
Döndü Kahraman isimli kaynak kişimiz "Masal gece anlatılır. Gündüz anlatılırsa dağda çoban kuzuyu kaybeder. Tarlada ekinler bitmez. Uğursuzluk, bela gelir” demektedir (s. 112).

Masal Metinler
Fare İle Kurbağa
Bir kurbağayla fare arkadaş olmuş.
Fare kurbağaya: Bizim eve misafirliğe gel
Kurbağa: Tamam, gelirim
Fare kurbağayı bu yemeklerle güzel bir şekilde misafir etmiş.
Kurbağa geri dönerken fareye: “Bir akşam da sen bize gel.” demiş.
Günü gelince fare dere kenarına kurbağanın evine gitmiş.
Senin yemeklerinin içinde benim yiyeceğim hiç bir şey yok
“Ben seninle arkadaş olamam.” demiş ve farenin evinden çıkıp gitmiş (s. 118).

Hızır ve Üç Erkek Kardeş
Üç fakir kardeş birlikte Cenab-ı Allah’ı aramaya gidiyorlarmış.
Umutsuz gezinirken önlerine at üstünde sakallı bir adam gelmiş.
Hızır büyük kardeşe:
"Sen ne istiyorsun?” diye sormuş.
Zengin olmak…
Büyük kardeşin isteğini gerçekleştirmiş.
Ortanca kardeşin yanına gitmiş ve:
"Sen ne istiyorsun?” diye sormuş.
150-200 tane koyun
Yaylada koyuna benzer taşlar vardır. Hızır taşların yanına varıp bir dua etmiş. Taşlar koyun olmuş. Bu şekilde ortanca kardeşin isteğini de gerçekleştirmiş.
Bundan sonra Hızır küçük kardeşin yanına gelip:
"Sen ne istiyorsun.” diye sormuş.
Allah’tan hayırlı bir aile
Hızır kızla beraber oğlanın kolundan tutup bunları köyün dışına götürüp nikâhlarını kıymış.

Aradan zaman geçtikten sonra Hızır bunları kontrol etmeye gelmiş. En küçük kardeş sürekli çalışıyor ama ilerleme yapamıyormuş ağabeyleri ise zenginleşmiş.
…bakkalcının yanına varmış ve "Oğlum başıma sarık ver. Beyaz olsun.” demiş.
Bakkalcı olan büyük kardeş Hızır’a sarık vermemiş ve onu göndermiş.
Binaya bir ateş alevi yangın düşmüş. Her yer yanıp kül olmuş.
Hızır çobana: Yavrum bana bi tas ayran ver, demiş.
Çoban: Yoruldum be! Veremem, demiş.
Hızır: "Misli mislinedir.” demiş. Çobanda koyunda taş olmuş. Buradan sonra Hızır en küçük kardeşin olduğu yere gitmiş.
Hızır’ı üç gün bakmışlar.
Hızır giderken geline tek kelime: Kocana çok selam söyle bir daha Ermeni’ye çalışmasın, demiş.
Böylece küçük kardeş zengin olmuş (s. 118-121).

Üç Kız Kardeş
Üçü de dilsiz
…kızları istemeye gelecekler ama kızların üçü de kekeç.
…kızların üçünü de beğenmeyip geri dönüp gitmişler.

Dürüstlük
"Hakkını helal et. Ben senin meyvenden yedim” demiş. Adam hakkını helal etmemiş. Adam bir sürü şart koşup, fakire bir sürü iş yaptırmış ama hakkını da helal etmemiş.
"Kızımı alırsan sana hakkımı helal ederim demiş.” Fakir düşünüp taşınıp teklifi kabul etmiş.
Fakir bir bakmış ki dünyalar güzeli bir kız…
“Sen bana yanlış kız verdin.”
“Senin doğruluğundan dolayı bu kızı ben sana verdim. Helal olsun.”

Efsaneler
Taş Kesilme Efsaneleri
Gelin Kayası-I (Tirebolu)
Tirebolu’ya bağlı Örenkaya köyünden bir kız, düğün günü yolda giderken, bir şey unuttum deyip baba evine geri dönmüş. Annesi bu duruma üzülüp “Allah seni taş etsin” diye beddua etmiş ve bugün gelin kayası diye bilinen yerde taş kesilmiş (s. 128).

Gelin Kayası-II (Çanakçı)
Savaş zamanı Rumların köyleri basmaları üzerine yerli halk evlerini bırakıp yollara düşmüş. Çocuğuyla birlikte kaçan bir kadının yolu uçurumun kenarına varmış. Çaresiz kalınca da Allah’tan taşa dönüştürülmeyi istemiş.

Gelin Kayası-III (Çanakçı)
Çoban kız, hayvanları otlatırken uyuyakalmış. Uyandığında hayvanları bulamamış. Bu duruma çok üzülüp Allah’tan taş kesilmeyi dilemiş ve oracıkta taş kesilmiş.

Hayvan Efsaneleri
Geyik (Espiye)
Köy evinin gelini bir gün kapıya gelen geyiğe fenalık etmiş; tüfekle ateş edip geyiği yaralamış. Kadın bu olaydan sonra hastalanmış. İyileşemeyip ölmüş. Evin de bereketi kaçmış. Adam ikinci kez evlenmiş. Yeni gelin evin kapısında otururken yaralı bir geyik çıkagelmiş. Yeni gelin yaralı geyiğin yaralarını sarmış, onu yedirip içirmiş. Bu olaydan sonra evin uğursuzluğu kalkmış, eve bolluk ve bereket gelmiş (s. 129).

Elik Keçisi (Tirebolu)
Yörede yabani dağ keçilerine “elik keçisi” denir. Elik keçisi öldürmek iyi tutulmaz ve insanlar bu hayvanları öldürmesinler diye onlarla ilgili hikâyeler, efsaneler anlatırlar. Efsaneye, elik keçisi vuran bir adam, keçiyi pişirip yemiş. Bundan sonra da adamın ağzı kapanmış ve bir daha açılmamış.

Kelaynak Kuşları (Giresun)
Peygamberimiz harp yaparken çok susamış. Kelaynak kuşlarından su istemiş. Kelaynak kuşları Peygamber efendimize su vermemişler. Bu yüzden Kelaynak kuşları uçarken su görüp alçalır, alçalınca su onlara kan gibi kıpkırmızı görünürmüş. Bu yüzden sudan içemeyip bağıra bağıra kaçar giderlermiş (s. 129-130).

Altın Taçlı Yılan (Tirebolu)
Aslancuk yokuşundaki ormanda başında taç olan bir yılan yaşarmış. Geceleri tacını ormana bırakırmış ve taç ormanı lamba gibi aydınlatmış. Çobanlar bu sayede ormanda yollarını kaybetmezlermiş. 

Doğan Kuşunun Gözleri (Şebinkarahisar)
Hacı Bektaş ve Mevlana Ahmet Yesevi’nin talebesiymiş. Ahmet yesevi bunları imtihan etmiş. Mısırı yığıp mısırın üzerinde kim namaz kılarsa onu İç Anadolu’ya göndereceğim demiş. Bir tek Hacı Bektaş kılmış. Hacı Bektaş güvercin donuna girip uçarak İç Anadolu’ya doğru hareket etmiş. Mevlana bu durumu kabullenememiş. Doğan donuna girerek Hacı Bektaş’ı takip etmiş. Mevlana tam da güvercini vuracağı sırada, güvercin donunda bulunan Hacı Bektaş doğanın boğazına dalmış. Doğanın gözleri dışarı fırlamış. İşte doğanın gözlerinin dışarı fırlamış görünmesi bu olaydan kalma derler (s. 130).

Tarihlik Efsaneler
Cinivizliler (Dereli)
Cinivizliler çok eskiden ağaç kovuklarında, mağaralarda yaşarlarmış. Sonra birden ortadan kaybolmuşlar. Bundan dolayı ıssız yerlerde geceleri insanların karşısına çıkan ve cin denilen varlıklar aslında Cinivizliler olduğu söylenir.

Kanlı Kaya (Eynesil)
Ruslar bölgeyi işgal ettiklerinde, Sis Dağında bir gurup kız dağın yükseklerine doğru kaçmış. Kayalıklara varıp kaçacak yerleri kalmayınca kendilerini aşağıya atmışlar. Kayalıkların üzerinde görülen kızıl rengin bu kızların kanı olduğuna inanılır.

Karamelikoğulları (Şebinkarahisar)

Hal Evliyası Tepesi (Eynesil)
Savaş yıllarında top sesleri duyulduğu rivayet edilen bu tepede evliyaların Ruslara karşı halka yardım ettiğine inanılır.

Olağanüstü Kişiler, Varlıklar ve Güçler Üzerine Efsaneler
Cin Efsaneleri
Irmak kenarları, değirmenler ve ıssız yerlerde duyulan sesler ve görülen varlıklar, cinlerle ilgili efsanelerin ortak paydasıdır. Bazı cin efsanelerinde gece bir ateş görülür. Ateşi söndürmeye çalışan kişi bu davranışıyla cinleri rahatsız eder, bundan dolayı da cinler ona görünür. Korkuya kapılan kişi hastalanır, çarpılır. 

Cin Deresi (Eynesil)
Gelevera deresiyle birleşen derelerden birine Cin Deresi derler. Eskiden yayla yolundaki insanlar buradan geçerlerken cinleri beşik sallarken görmüşler. Geceleri de yine dere yakınlarında ağlama sesleri duyulurmuş. Bu sebeplerden dolayı dereye cin deresi denir (s. 135).

Dinlik Efsaneler
Hz. Ali-I
Hz. Peygamber göğün yedi katına çıkmış. Göğün yedinci katında önüne bir aslan çıkmış. Bu aslandan korkup geri çekilmiş. O esnada "Hatemini çıkar da ağzına ver yârindir yabancın değildir.” diye gaipten bir ses duymuş. Hemen yüzüğünü çıkarıp aslanın ağzına vermiş. Aslan küçülüp küçülüp ufacık olmuş. Oradan geçip dolanıp evine gelmiş. Bu Ali’nin işine akıl sır ermez. Hz. Peygamber evine gelince peşinden Ali gelmiş ve Hz. Peygamberin aslanın ağzına attığı yüzüğü getirmiş. Hz. Peygamber şaşırıp: "Ya Ali damadım olmasan sana haşa Allah derdim” demiş (s. 143-144).

Kırklar (Şebinkarahisar)
Kırklar ermelerdir. Bunlar Hz. Ali’nin etrafında toplanan kişilerdir. Onları biri kırk kırkı bir imiş. Salman-ı Pak bunların meclisine girmek istemiş. İki kere kapıdan geri döndürmüşler. Salman-ı Pak’a bir dua öğretmişler. Duayı söyleyince onu meclise almışlar. Salman-ı Pak meclise girince içeri de otuz dokuz kişi görmüş. Salman-ı Pak bunların birine bir iğne vurmuşlar hepsinden kan akmış. Salman-ı Pak kendisinden de kan aktığını görmüş. Böylece kırkıncı kişinin kendisi olduğunu anlamış. İşte bu olaydan sonra peygamberimiz de kırkların hikmetine inanmış (s. 151).

Fıkralar

Türküler
Türkü ölçülü, uyaklı dizelerle meydana getirilir. Önceleri kişi yaratmalarıyla meydana çıkan türküler, bir süre sonra toplumun malı olur.
Derlediğimiz 25 türkü metninden 3’ü olay türküsü, 4’ü kına türküsü, 9’u gurbet-ayrılık türküsü ve geriye kalan 9’u ise aşk ve sevda türküsü mahiyetindedir.

Uzağa kız verme batar da gider
Çorabın elinden atar da gider
Kız anam kız bacım kınan kutlu ola
Varduğun yerlerde dilin tatlı ola (s. 169)

Tamzaranın üzümü
Dinle benim sözümü
Dinlemezsen sözümü
Göremezsin yüzümü

Tamzara’ya vardın mı
Kuru üzüm aldın mı
Kama bıçağın alıp
Bellerine sardın mı

Tamzara’da bir kuyu
Uyu sevdiğim uyu
Bana sarhoş diyorlar
İçtiğim üzüm suyu (s. 177)

Ağıtlar

Maniler
Duman duman üstüne
Ben de duman olayım
Fındık bahçelerinde
Gelip seni bulayım

Ninniler

Nefesler ve Düvazimamlar
Bektaşi âşıklarınca yazılan tasavvuf konulu şiirlere nefes adı verilmektedir. Nefesler genellikle Bektaşilik felsefesi çerçevesiyle Vahdet-i vücudu konu alır. Diğer tasavvuf kollarındaki ilahinin karşılığıdır. Bunun yanı sıra Bektaşi âşıklarınca söylenmiş na’t ve Hz. Ali methiyelerine de nefes adı verilir.
Dilleri genelde yalındır. Kafiye düzeni koşmaya benzer. Daha çok yedili, sekizli ve onbirli hece ölçüleriyle söylenirler.
Düvazimamlar ise Mevleviliğin şems koluna bağlı şairlerle, Alevi-Bektaşi şairlerinin verimlerinde, on iki imamı meziyetleriyle sayan şiirlerdir. Övgü için yazılan bu şiirlere düvazdeh imam, halk deyişiyle düvazmam veya yalnız düvaz denir

Günümüzde Giresun yöresinde Alevi inanışa sahip 5 Çepni yerleşimi bulunmaktadır. Bu yerleşim birimleri Dereli ilçesine bağlı Bahçeli köyünün Zırhan mahallesi ve Şebinkarahisar ilçesine bağlı Suboyu, Gündoğdu, Topluağıl köyleriyle Ovacık Köyünün Aşağı Armutlu mahallesidir (s. 231).

…nefes ve düvazimamlar Aleviliği devam ettiren Çepniler arasında günümüzde de yaşamaktadır.

Nefes
Biz de çektik İmam Ali diye diye
İmam Hüseyin içti ahu tasını
Allah bir Muhammet Ali diye diye

Dört kitap yazıldı yeryüzüne düştü
Kuran Muhammet’in yüzüne düştü
Allah bir Muhammet Ali diye diye (s. 234)

Düvaz İmam
Bismillahirrahmanirrahim
İlk önce Ali geldi
Gülleri tazeledi
Ali’nin önü sıra
Kamber Mürtaza geldi

Ali benim ayımdur
Yüzü kıblegahımdur
Miraçtaki Muhammet
Benim padişahumdur

Padişahım yaradan
Okur aktan karadan
Ben pirimden ayrıldım
Yıllar geçti aradan

Ben ona intizarım
İntizarlık çekerim
Daha neyler melekler
Kabul olsun dilekler (s. 240)

Atasözü ve Deyimler
Boğazdan kesilen para hekime nasip olur
İki kaptan gemiyi batırır
Oyun bilmeyen, davulcuyla zurnacıya bağırır
Su bulanmadan durulmaz
Yatan öküze saman verilmez

Deyimler
Gavur etmek (Boşa harcamak)

Bilmeceler


Çıt demeden çalıya konar (Güneş)

Dışı katık, içi kütük (Zeytin)

Dünyayı tutar denizi tutmaz (Kar)

Evin üzerinde dana bızıkladı (Dolu)

Gökte durur paslanmaz, suya düşer ıslanmaz (Güneş)

Karşıda hot oturur, biri kalkar biri oturur (Terazi)

Nefesi var kanı yok, derisi var canı yok (Körük)

Şekere benzer tadı yok, gökte uçar kanadı yok (Kar)

Yol üstünde yağlı kayış (Yılan)

Tekerlemeler

Alkış ve Kargışlar
Allah göklerden yağdırsın da yerden toplayasın

Ekmeğini it, fındığını kurt yesin
Yemek yeyip de karnın doymasın

Halk Bilimi
Doğum
…kısırlığı gidermeye yönelik belli başlı inanış ve uygulamalar:
Kadını ısırgan veya kül buğusuna bırakırlar
Kadının karnını sarıp üç gün yatırırlar
Yorgana sarıp terletirler
Ocak taşına oturturlar
Tuğlayı ısıtıp ayaklarına koyarlar
Yedi evden ekmek toplayıp çocuğu olmayan kadına yedirirler
Evliya ağacının altına gidip orada kadının başından aşağı sıcak su dökerler hiç geri bakmadan evlerine dönerlerdi. Bu ağaca yaşmak bağlayıp dilek dilerlerdi (s. 274).

…hamile kalmamak için
…ağır yük taşımak, kına suyu içmek,
Düşük yapmak için kibritin ucu rahme sokulur (s. 275)

Aşeren kadın ciğer, çilek yedikten sonra elini vücudunun herhangi bir yerine sürerse çocuk doğduğunda vücudunu aynı yerinde lekeli olarak doğarmış.

Aşermesini gidermek için köpeğin çanağına ekmek sürüp hamile kadına yedirirler, tiksinen kadın artık aşermezmiş (s. 276),

Hamile kadın köre, topala, sinirlenen kimseye bakmazdı. Eğer bakarsan çocuğun doğunca bunlar gibi olacağını söylenir,

Hamile kadına kazma kazdırmazlarmış. Eğer kazarsa çocuğun yüzü çizik olurmuş.

Çocuk güzel olsun diye hamile kadına bol bol süt içirirler,
Gözleri siyah olsun diye zeytin yedirirler,
Çocuğun yüzünü gamzeli olsun diye hamile kadına yumurta yedirirler,

Hamile kadının ayakların üstünden geçilmez. Geçilirse doğum anında çocuk ters gelirmiş (s. 277).

Bir minderin altına bıçak ötekine makas koyarlar. Gebe kadın altında bıçak olan mindere oturursa erkek, makas olan mindere oturursa kız çocuğu olacağına inanılır.

Gebe kadının kalçaları genişlemişse kız, karnı sivrileşmişse erkek çocuğu olurmuş.

Ağrısı çok olursa kız, az olursa erkek çocuğu olur derler…

Çocuk 4-5 aylık olduğunda boş bir çanağa su koyarlarmış. Bu suyun içine gebe kadının sütünü akıtırlarmış. Eğer süt suyun içinde dağılırsa erkek, dağılmadan dibe inerse kız çocuğu olurmuş (s. 279).

Bazı kadınların sürekli kız çocukları olurdu. Bu nedenle kızlara Sefine adını verirlerdi. Bu adı verirseler talihleri terse dönermiş ve bundan sonrakiler erkek çocuğu olurmuş.

Kaynana beşiğini alırdı. O zamanda ahşap işlemeli beşikler vardı. Bu beşiği kaynana donatırdı. Yatağını, çarşafını, battaniyesini, yastığını kaynana hazırlardı. Hazırlanan bu malzemelerin renginin kırmızı olmamasına dikkat ederlerdi. Genellikle mavi renk tercih edilirdi. Hazırlanan bu malzemeler kırmızı renkte olursa çocuğu al basar derlerdi (s. 280).

Sancısı başlayan kadına süt, çorba içirirlerdi. Yama, bez, muşamba hazırlardık ve su ısıtırlardı. Köy ebesi ve yakın ahaliden kadınlar doğuma yardım ederlerdi. Gelin utanır da doğum zorlaşır diye doğumun gerçekleştiği odaya kadının annesi ve kaynanası alınmazdı. Kadını yere diz çöktürürlerdi. Karnını sıkarlardı. Gebenin arkasına bir kadın geçip kuvvet verirdi ve ebe de çocuğu almaya uğraşırdı.

Eğer doğum zor gerçekleşiyorsa evdeki sandığın kapısını açarlardı. Evdeki kapıları açarlardı. O anda içeri bir kız girerse eteğini yırtarlardı. Ekmek teknesine taş doldururlardı. Kuşlara yem verirlerdi. Bir kişiyi hızlıca dışarı çıkıp odaya girerdi ve ben tez geldim sen de tez gel derdi. Kaynanasının elini yıkadığı suyu içirirlerdi. Tavana ip asarlardı gebe kadın bu ipe asılırdı. Gebeyi kilime koyup sallarlardı.

Göbek bağını oklava veya çubuğa sarıp üç kere Allahüekber dedikten sonra besmele çekip ustura, çakı veya jiletle keserdik. Çocuğa göbek adı verilecekse bu işlemden sonra verilirdi (s. 281).

Göbek bağının dışında bir de eş (plasenta) vardır. Buna son ve eten de denilmektedir.
…eşi, kadının kendinin dışarı atması beklenir. Ancak gelmemesi halinde ebe, kadına yardımcı olur.
…eş uzak bir yerde yine kadınlar tarafından derince bir çukura gömülmektedir.

Erkek çocuğun sesi gür olsun diye göbeğini biraz uzun keserlerdi. Kızların da nazik olsun diye göbek bağını kısa keserlermiş (s. 283).

…doğumdan sonraki kırk gün içinde, ananın da, çocuğun da türlü zararlı etkilerden korunması gerekir.
Lohusa 40 gün boyunca kirli sayılır. Camiye gidemez ve dini vazifelerini yerine getiremez. Aynı zamanda mezar ziyaretlerinde de bulunamaz.

Yörede lohusa ve yeni doğan çocuğa zarar veren alkarası ve cadı olarak anılan iki varlıktan bahsedilmektedir (s. 285).

Alkarasının lohusaya ve çocuğa yanaşmasını önlemek için lohusanın yatağının yanına kocasının gömleğini veya ceketini asarlar. Yatağın yanına veya altına iğne, süpürge, makas, nal, bıçak koyarlar. Hocalara muska yazdırıp yatağın başucuna asarlar. Lohusanın yattığı odada Kuran-ı Kerim bulundururlar (s. 287).

Yörede yeni doğmuş bebeklerin ciğerini ve yüreğini yiyerek onların ölümlerine sebep olduğuna inanılan varlıklara cadı/cazı denmektedir.
Cadıları saçlarını ve tüyleri kırmızı olurmuş. Rusya veya Kırım’dan geldiklerine inanılır.
Kedi köpek veya örümcek suretinde görünürler.
Ellerinde bir değnek olur, bununla uçabilirler (s. 288).

Kırk basmasın diye çocukları kırk gün dışarı çıkarmazlardı.
Eğer kırkı çıkmamış iki kadın bir araya gelirse çocukların kırkı karışır, bunu önlemek için kadınlar çengelli iğne değişirlerdi ve üç kere çömelip ayağa kalkarlardı.

Değirmende suyun gözüne bir yumurta kırıp çocuğu orada yıkarlardı. Böyle yaparsan çocuk basukluktan kurtulur.

Kırklama esnasında kırk suyuna bazen farklı maddeler konulur. Altın, madeni para, fasulye, taş gibi…

Yeni doğan için tuzlu su hazırlanırdı ve çocuk bu suyla yıkanırdı. Tuzlu suyla yıkanırsa büyüyünce teri kokmaz… (s. 292)

Giresun Çepnilerinde çocuğa ad verilmesi hadisesi çocuk doğar doğmaz gerçekleştirilmektedir.
Eğer ad koyma işlemi geciktirilirse çocuğu cinler sahiplenir derler…
İsimleri Kuran’dan koyarlardı. Emine, Fadime, Mustafa, Muhammet gibi isimler verirlerdi (s. 293).

Çocuk nazarlanmasın diye elbisesine ve beşiğine iki tane boncuk takarlar. Eve gelen misafirler heves edip çocuğu nazarlamasınlar diye yüzüne kömür karası sürerler (s. 295).

Yürümeyen çocukları ayın ilk üç çarşambası dibek taşı denilen yere getirip yıkarlardı. Çocuğu değirmen suyunda ve üç yol ağzında yıkamak, basıklığa karşı uygulanan tedavi yöntemleridir (s. 296).

Sünnet
Giresun Çepnilerinde sünnet düğünü genellikle maddi durumu iyi kimseler tarafından yapılmaktadır. Maddi durumu iyi olmayan kimseler sünnet düğünü yapmamaktadır.
…sünnet düğünleri iki şekilde yapılmaktadır. Biri davullu zurnalı düğün havasında diğeri ise Mevlit okutma şeklindedir.

Evlenme
Eskiden kız isteme görücü usulü olurdu. Damat kızı görmezdi.
Kız istemeye giderken çorabı ayaklarına ters giyerlerdi. Çorabı ters giyerlerse işleri rast gidermiş.
Giresun Çepnilerinde görücü usulü, kız kaçırma ve anlaşarak evlenme şeklinde evlenme biçimleri görülmektedir.

Eskiden yaşa bakmazlardı. Elinde bir mesleği ya da kendine yetecek kadar tarlası olana kız verirlerdi.

Evlenme işinde kız olsun erkek olsun ailesinin asaletine bakarlardı. Eğer ailelerin geçmişinde yanlış bir iş yoksa sorun olmazdı. Eski zamanlarda bağ, bahçe işleri çoktu. Bu nedenle erkek tarafı alacakları kızın becerikli, çalışkan olmasını isterdi. Haneyi çekip çevirecek, ocağı tüttürecek bir kız olması istenilirdi. Erkeğin de kötü alışkanlıkları olmayıp, askerliğini yapmış ve iş sahibi olmasına dikkat ederlerdi (s. 305).

Giresun Çepnileri kız isteme hadisesini kendi aralarında "dünürcülüğe gitme” olarak adlandırmaktadırlar.
Kız istemeye ilk önce köyün uslularından oluşan bir heyet giderdi. İkinci veya üçüncü bir sefer de gidilebilirdi. Kız verilince nişan yapılırdı.
…kız isteme işleminden sonra iki ailenin kendi aralarında belirledikleri bir günde söz keserler (s. 306).

Eskiden kız istenince başlık adı altında ufak bir para verme işi oluyordu. 1980’lerden önce kızın erkek kardeşlerinin beline tabanca alıp takarlardı. Durumu çok iyi değilse fakirse ufak bir miktar para verirdi (s. 307).

Nişan töreni, genellikle kız evi tarafından düzenlenir.

Nişandan sonra erkek ile kız evlenmiş gibi sayılmaktadırlar. Bu nedenle nişandan sonra evlilik kararından vazgeçmek Giresun Çepnileri arasında hoş karşılanan bir durum değildir (s. 309).

Giresun Çepnilerinde hem kız hem de oğlana çeyiz hazırlanmaktadır.
…kız alınmaya gidilince kızın en küçük kardeşi çeyiz sandığın üzerine oturur ve bahşiş almadan kalkmazdı.

Düğün
Eskiden tebrik (davetiye) yoktu. Ağızdan çağırma vardı. Bir kişi görevlendirilir o kişi ev ev gezip düğün olacağını bildirirdi. Gidilen her eve yufka bırakılırdı. Hatırlı bazı kişilere düğün davetinde farklı hediyeler (horoz, koyun) verilirdi (s. 311).

Kız kınası kadar yaygın olmamakla beraber, damada da kına yakıldığı bilinmektedir.

Giresun Çepnileri geçmişte imam nikâhı kıymaktaydılar. Günümüzde ise resmi nikâh kıyılmakla birlikte imam nikâhı da kıymaktadırlar.
(Eskiden) Giresun Çepnilerinde düğünler, Cuma günü öğleden sonra başlamakta ve Pazar gecesi sona ermektedir.

Düğünler yemekli olmakla birlikte eğlencelere de büyük önem verilmektedir. Birinci gün komşu düğünü, ikinci gün konak (misafir) düğünü yapılır ve üçüncü gün gelin almaya gidilirdi (s. 315).

Gelin almaya gidildiğinde kız evi kapıyı keser ve bahşiş isterdi.
Eskiden gelin alaylarının önü kesilmezdi. Şimdilerde arabaların önü kesilip bahşiş isteniyor.

Düğünden sonraki yedinci gün kız evi yedi türlü yemek hazırlar veya yedi tepsi baklava yapıp oğlan evine gönderir ve damatla kızı yemeğe davet eder. Kız o gece baba evinde kalır, oğlan kendi evine yalnız döner. Bu âdete yedileme veya geriye gitme denir (s. 320).

Enişteyi asma geleneği “yedileme” ziyaretinde gerçekleşir. Yemek davetinde enişteye çeşitli şakalar yapılır, ayakkabıları çalınır, oturacağı sandalye altından çekilir vs. Eniştenin ayağına bağlanan bir iple tavana asılması da bu şakaların sonuncusudur (s. 321).

Ölüm
(eskiden) Cenaze olduğu zaman çoluk çocuğun eline üç beş kuruş verilirdi bunlar kapı kapı gezerek ölüm olayını haber verirlerdi.

Giresun Çepnilerinin cenaze törenlerinde de ağıt yakmaya oldukça büyük bir önem verilmektedir.

Yöredeki yaygın kanaate göre cenaze çok fazla bekletilmeden defnedilmeli ve ölünün ruhu rahata kavuşturulmalıdır.

Alevi köylerinde cenaze namazının camide değil de cem evinde kılınır…

Ölü gömüldükten sonra insanlar dağılır. Hoca mezarlıkta kalır ve ölüyü çeşitli konularda bilgiler verir. Ölüye anne, babasının adını söyler. Dininin, peygamberinin adını hatırlatır. Bu uygulamaya telkin adı verilir (s. 332).

Ölü çıkan evde yemek pişirilmez. Komşular yemek yapıp ölü evine getirir.

Ölünün ölümünü takip eden ilk Cuma gününde Cuma namazından önce mevlüt okutulmakta ve bu uygulamaya iştirak edenlere mevlüt şekeri dağıtılmaktadır.

Iskat/Devir: Ölenin yaşından -erkekse on iki, kadınsa dokuz yıl- indirilerek hesaplanan para bir çıkın içinde -ölenin kılamadığı namaz ve oruçlara karşı-halka halinde hazır bulunan yoksullardan birine ölenin mirasçılarından ya da vekillerinden biri eliyle verilir. Yoksul kimse parayı aldıktan sonra "aldım, kabul ettim” diyerek geri verir. Bu işlem ölenin oruç borcu bitinceye kadar sürdürülür. Ardından aynı işlem ölenin namaz borcu ve söz verip de yerine getiremediği yeminler için de -para verilen yoksullar değiştirilerek- yapılır (s. 334).

Bayramlar ve Kutlamalar
Ramazan ve Kurban Bayramı daha çok İslamiyet’le bağlantılıdır.
Kutlamalar ise daha çok yarı göçebe Türk kültürünün ürünleridir.
Hıdırellez de yörede uygulanan kutlamalardandır.

Hıdrellez günü kadın-erkek, yaşlı-genç herkes, beyaz elbiseler giyerek yeşil alanlara, su başlarındaki mesire yerlerine giderler. Yörede Hıdrellez’e "Mayıs Yedisi” de denilmektedir.
Mayısın yirmisinde "Mayıs Yedisi” kutlamaları yapılmaktadır. Rumi takvime göre bugün Mayısın yedisine denk gelmektedir ve bu nedenle "Mayıs Yedisi” adını almıştır.
Şenlik, Aksu Deresinin denize döküldüğü alanda düzenlenmekte ve şenliğe hastalığına şifa arayanlar, çocuğu olmayanlar ve dileklerinin kabul olmasını isteyenler katılmaktadırlar. Aksu Şenliğinde üç ana ritüel uygulanmaktadır. Bunlar: sac ayaktan geçme, dereye yedi çift bir tek taş atma ve Giresun adasının etrafını dolaşmadır.
Sacayaktan geçme uygulamasında, içinden insan geçebilecek kadar büyük bir sacayağı şenlik alanına getirilir. Soyun sürdürülmesi amaçlanan bu uygulamada, çocuğu olmayanlar dilekte bulunarak üç kez sacayaktan geçerler. Dere taşlama uygulamasında ise, Aksu Deresi’nin denize döküldüğü yerde "derdim belam denize diyerek” yedi çift ve bir tek taş suya atılır (s. 355-356).
Dere taşlandıktan sonra, törene katılanlar dereye girip maşrapayla başlarından aşağı su dökerler. Bu uygulamada suyun kötülükleri, hastalıkları uğursuzlukları alıp götüreceği inancı vardır.
…adanın etrafının dolaşılmasında ise yöre inanışlarında doğurganlığın tesisi noktasında önemli bir yere sahip Hamza Taşı’nın önemi büyüktür. İnsanlar etrafında efsane teşekkül etmiş olan bu taşın etrafında dolaşarak doğurganlığı sağlayacaklarına inanmakta ve bu bağlamda balıkçı kayıklarıyla birlikte adanın etrafını dolaşmaktadırlar.

Giresun Çepnilerinde Hıdrellez bağlamında uygulanan şenliklerden biri de Dizgine Hıdrellez Yayla Şenliğidir. Dizgine Sis Dağı yolu üzerinde 1000 m. rakımlı bir tepedir.

Her yıl Temmuz ayının üçüncü cumartesi günü Sis Dağı’nda başlayan şenliğe yörede otçu haftası denir.

Yağmur Duası
Eskiden yağmur yağdırmak için kepçe gelini yaparlardı. Yağmur yağmazdı bunlar duaya çıkarlardı. Bunu da çocuklar yaparlardı. Çocuklar bir gelin yaparlardı. Başına bir kalbur takarlardı. Bu gelin bir kapıya geldiğinde kapıda beklerken anasının ilk doğumu olan bir çocuk (kız erkek fark etmez) çatıya çıkar gelinin başına bir kufa (bidon) su dökerdi. Böyle yaparsalar yağmur yağarlardı. Kapı kapı dolanırken ekmek, yağ, tuz vb. toplarlardı. Bu esnada; “Kepçe gelin ne ister, Kaşuk kaşuk yağ ister,” diyerek gezerlerdi. Mezarlığa gidip mezarlıktan bir tahta alıp ırmağa giderlerdi. Irmakta yıkanıp  yağmur yağsın diye tahtayı suya verirlerdi. Gelip topladıkları yiyecekleri pişirir çoluk çocuk yer içerlerdi (s. 360).

İnanmalar
Yolda tavşana rastlayanın işi rast gitmez.
Geyik öldürülmez. Öldürenin başına felaket gelir.
Kurbağa ecinlidir. Geceleyin kurbağanın olduğu yerde bulunan zarar görür.
Arafe ve bayram günleri iş yapılmaz. Bu günlerde iş yapmak haram sayılır.
Hıdırellezde iş yapılmaz. Yapanın başına uğursuzluk gelir.
Salı günü düğün yapılırsa sonu uğursuzlukla biter.
Ay yenisinde sebze ekilmez.
Köseye rastlayanın işi yolunda gitmez.
Ayna kırılması belanın gelişine işarettir.

Çocuk Oyunları
Çıkırık
Çıkırık yaylada oynanan bir oyundu. Ortaya bir kazık dikilir. Ağaç oyulup üstüne konurdu. Çocuklar bu ağacın üzerine çıkıp dönerdiler (s. 363).

Dombili
İki grup olurduk. Taşları üst üste koyardık. Bir grup sivri taşla atıp yıkmaya uğraşırdı. Diğer grup yıkılan taşları tekrar dizmeye uğraşırlardı (s. 364).

Çizgi oyunu (üç taş)
Kare çiziyorsun. Karenin köşelerine gelecek şekilde çarpı işareti atıyorsun. İki kişi oynanıyor. Her birinde üç taş oluyor. Taşlar noktalara dağınık şekilde yerleştiriliyor. Oyunda üç taşı birbirine paralel dizebilen oyunu kazanıyordu (s. 365).

Halk Hekimliği

Arı Sokması
Arının soktuğu yere bıçak sürülür. Soğan bastırılır. Arının soktuğu yer şişmesin diye yoğurt sürülür (s. 367).

Ateş düşürmek için
Ateşi çıkan kimsenin koltuk altına ve alnına bu sirkeli suda ıslatılmış bez koyulur.

Bağırsak kurdu
Bağırsağında kurt olan kimseye aç karnına taflan yedirilir.

Baş ağrısı
Baş ağrısını gidermek için tülbendin içine patates konulur ve alna sarılır.

Çıban
Çıban çıkan yere çam reçinesi sarılır.
Çıbanın üzerine kestane yaprağı sarılır.
Çıban çıkan yere damar otu sarılır.

Isıtma / sıtma
Sıtma olan kişiyi tedavi için, solucanı ezip suyunu içirirlerdi (s. 369).

İshal
İshal olan kişiye patates haşlayıp yedirirlerdi.

Kanser
Isırgan otu kaynatılıp hastaya içirilir.
Çam reçinesi kaynatılıp içilir.
Kanser hastasına kestane balı yedirilir.

Kırık-Çıkık
Kırıkçı, ağrıyan yeri sıcak suyla ve sabunla ovalayıp kırık veya çıkığın nerde olduğunu bulur, eliyle yerine yerleştirirdi.
Kırılan yerin üzerine zeytinyağı sürerlerdi. Daha sonra bir bezin üzerine çam sakızı sürüp kırılan yeri bu bezle sararlardı. Kırılan yer böylece düzelirdi.

Mide Ağrısı
Midesi ağrıyana süt, ballı süt içirilir. Aç karnına bal veya karbonat yedirilir.

Romatizma
Romatizması olanlar soğuğa çıkmamaya özen gösterirler. Dizlerine yün sararlar. Isırgan otunu toplayıp bacaklarına sararlar. Bacaklarını arıya soktururlar. Mısır unundan hamur yapıp bacaklarına sararlar. Zeytin çekirdeklerini dövüp, oluşan karışımı bacaklarına sararlar.

Sarılık
Eğer sarılık olan kişi küçük çocuksa, banyo yaptırılırken leğene altın atılır. Annesi yüzüğünü veya küpesini atar. Sarılık olan kimse yetişkinse alnının ortasına, topuğuna ve kulağına jiletle küçük bir çizik atılarak kan akıtılır (s. 370).

Siğil
Siğilin üzerine incir sütü sürülür. İncir sütünü sürdükten birkaç gün sonra siğil düzelir.

Şeker
Şeker hastalığı için çam kozalağı kaynatılır suyu içilir. Kestane balı yenilir. Ekşi elma yenilir.

Tifo
Kara koyun ve tavuk pisliğinden ilaç yapıyordular.

Uyuz
Uyuz olan kişinin vücudu ispirtoyla yıkanır. İspirtoyla yıkandıktan sonra banyo yaptırılır. İspirto sürünce mikrop ölürdü.

Yanık
Yanık olan yere yoğurt sürülür.

Zehirlenme
Zehirlenen kişiye yoğurt, ayran içirilir. Vücuduna toprak sürülür.

Hayvan Hastalıkları ve Tedavisi
Nazar
Ahırlara çiçek tası takılırdı. İçinde yazılar yazılıydı. Eski yazılıydı. Ahıra hastalık girmesin diye takılırdı. Bunu ahırın tavanına ocaklı bir kişi takardı. Ocaklı kadın üç gün boyunca çiçekli süpürgeyle hayvanları yıkardı.
Hayvan nazarlandığı zaman kulağını bıçakla az bir şey keserler. Kan akmıyorsa çubukla da vururuz kan akar. Kan akınca, nazar çıkmış kabul edilir (s. 371-372).

Şarbon
Sirke, karbonat ve kekikten ilaç yapıp hayvana içirirlerdi.

Tabak
Bu hastalığa yakalanan hayvanlar ayaklarının üstünde duramazdı. Tedavi için bacaklarına tuzlu su konurdu.

Yanık Kara
Bu bir tür ciğer hastalığıydı. Hayvan nefes alamazdı ve şişip kalırdı. Tedavi etmek için hayvana sıcak yal içirilirdi.
Bu hastalığa tutulan hayvanın eti yenmez.

Yavaşak
Hayvanların ağzı yüzü şişerdi. Keber otundan turşu yapar içirirlerdi.

Zehirlenme
Taflan yiyen hayvan zehirlenirdi. Tedavi için içtiği suya pekmez katılırdı.

Halk Mutfağı
Kara Lahana Çorba
Isırgan Tatarlaması: Tencerede kaynatılan ısırgan otlarına önce bulgur ardından ince doğranmış yeşil biber eklenir. Tuzu ilave edildikten sonra tencere mısır unu konur. Son olarak ayrı bir kapta kavrulan ince kıyılmış pırasa çorbaya eklenir. Bir iki taşım sonunda çorba ateşten alınır.
Çileklik Çorbası
Höngül Çorbası: Barbunya ile birlikte pişirilir.
Mendek Çorbası
Turşu Diblesi
Taflan Turşusu Diblesi
Kiraz Tuzlusu Diblesi
Galdirik Diblesi / Kızartması
Sakarca Kızartması
Samaksa: Muhacir üzümü olarak bilinen siyah üzümler yaz aylarında kaynatılarak suyu şişelerde saklanır. Kış aylarında bu su kaynatılarak koyulaştırılır. Üzerine şeker ilave edilir. Sonra mısır unuyla bağlanır (s. 389).
Siron
Elma Kurusu Yemeği: Elmalar yaz aylarında soyulup, dilimlenir. Sonra güneşli bir yerde beze serilerek kurutulup hava alan bir torbada kışlık saklanır. Bir tencerede elma kuruları, toz şeker ve üzerine çıkacak kadar su pişirilmeye bırakılır. Elma kuruları yumuşayınca ocaktan alınıp soğuk servis edilir (s. 391).
Kiraz Tuzlusu- Taflan Tuzlusu
Kömeze: Yoğurt, soğuk süt ve şeker karıştırılıp servis yapılır.

Halk Takvim
Günlerin Bölümleri
Seher (Şafak): Günün yeni ağarmaya başladığı zaman.
Zabah (Sabah): Günün yeni ağarmasından kuşluk vaktine kadar olan zaman.
Guşluk (Kuşluk): Sabah ile öğlen arası.
Öğlin (Öğlen): Kuşluk ile ikindi arası, gün ortası.
Kindiin (İkindi): Öğlen ile ikindi arası.
Aaşam (Akşam): İkindi ile yatsı arası. Bu zaman dilimi uğursuz sayılır. Akşam ezanından sonra evden hamur mayası ve çiğ süt verilmez, verilirse içine bir kömür parçası atılır. Bunun sebebi bereketin kaçmamasıdır.
Yatsı: Akşam ile gece yarısı arası.
Gece: Yatsı ile şafak arası.

Yerel Ay İsimleri
Resmî
Yerel İsmi
Ocak
Zemheri
Şubat
Gücük - Küçük
Mart
Mart
Nisan
Abrul
Mayıs
Mayıs
Haziran
Kiraz
Temmuz
Orak
Ağustos
Ağustos / Üzüm
Eylül
İstavrit / Ceviz
Ekim
Darı
Kasım
Koç
Aralık
Karakış

Karakıştan mart ayına kadar tarım yapılmaz.
Küçük ay: Havaların bir açık bir kapalı olduğu bu aya deli ay da denir.
Kiraz ayında kiraz hasadı yapılır.
Orak ayında fındığın altındaki otlar biçilir ve bahçe fındık toplamaya hazırlanır.

Kiraz hasadı yazı mevsiminin başlangıcı kabul edilir. Ayeser fırtınasıyla yaz mevsimi sona erer. Bundan sonra Aralık ayına kadarki dönem güz mevsimidir. Kış ise, Aralık ayından Abrul beşine kadar devam eder. Bahar mevsimi Abril beşinden kiraz hasadına kadar sürer (s. 407).

Hava tahminleri
Batı tarafından bulutların görünmesi havanın bozacağına işarettir.
Koyunların birbirine vurmaya, dövüşmeye başlaması havanın bozacağına işarettir.
Gün batımında bulutların kırmızı görünmesi havanın açacağına işaret kabul edilir.
Ayın etrafında küçük daire olursa hava rüzgârlı olur. Büyük daire olursa yağmur yağar (s. 408).

Adlar ve Lakaplar
Bölgedeki Çepniler lakaplara "ayama” adını vermektedirler (s. 409).
Civelekli, Çobanlı, Pantollu vs.

Sonuç
Giresun Çepnileri, genellikle Sünni bir inanışa sahiptirler. …aldığımız bilgiler, geçmişte Alevi oldukları ancak zamanla Sünnileştikleri şeklindedir (s. 411).


---
Küçük, Abanoz. (2011), Giresun Çepni Folkloru, Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder