8 Haziran 2018 Cuma

Çepniler


Anadolu’daki Türk Yerleşmesinde Önemli Rol Oynayan Bir Oğuz Boyu

Türkiye tarihinin yerli kaynaklarında adı ilk önce anılan Oğuz boyu, muhtemelen, Çepniler'dir.
1277 yılında Sinop’u ele geçirmeye çalışan Trabzon Rum Krallığını engel oldular. Şebinkarahisar-Bayburt yöresinden Karadeniz kıyılarına yapılan fetihlere katıldılar. Giresun - Kürtün ve Vakfıkebir arasındaki bölge de onlar tarafından fethedilmiştir.

1. Bölüm
Çepniler Türkiye Türkeri’nin Ataları Olan Oğuzların 24 Boyundan Biridir.
Çepniler ağırlıkla Giresun-Batum arasındaki bölgeyi yurt edindiler.

Divanü Lugati't-Türk'te olduğu gibi, Câmiüt-tevâi'ih'te de Çepniler'in damgaları verilmiştir. Oğuz boylan bu damgaları davarlarına, atlarına vuruyorlardı.

(Câmiüt-tevârih'e göre) …boyun toylarda yani şölenlerde koyunun etinden yiyecekleri kısım belirlenmişti.
Çepni boyuna mensup olanlar koyunun sol karı yağrın yani sol kürek kemiğinin bulunduğu bölgeyi alırlardı. Sağ karı yağrın yani sağ kürek kemiği kısmı da en itibarlı boy sayılan Kayı ile kardeşlerine ayrılmıştı.
Çepni ve kardeşlerinin onkunları da Sunkur'dur. Sunkur doğan türünün en ünlü avcı kuşudur. Bu kuşun adı eski Türkler tarafından şahıs adı olarak çok kullanılmıştır (s. 8).

1312 yılında Kahire'de yazılmış, Kitabul-idrâk li-lisanil-Etrâk adlı eserde Çepniler'in adı geçiyor. Bu kayıt Çepniler'in adlarını Mısır'a kadar duyurmuş olduklarım gösterir. Çünkü zikredilen eserde sadece Çepni ile Kınık boyundan söz ediliyor ve diğerlerinin adları geçmiyor.

XV. yüzyılın ikinci yarısında Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey'in buyruğundaki beylerden biri de Çepni boyundan İl Aldı Bey idi. İl Aldı Bey'in Yukarı Kelkit veya Doğu Karadeniz bölgesindeki Çepniler'e mensup bulunması en kuvvetli ihtimaldir (s. 15).

Sivas yöresinden Ankara yöresine kadar yayılan ve 27 oymaktan meydana gelen büyük bir topluluğa Ulu Yörük veya Ulu Yörük Türkleri denilir.
Oymaklardan bir çoğu Alevidir (…) bu inancı İlhanlılar'dan Olcaytu devrinde almış olmaları çok muhtemeldir (s. 21-22).

2.  Bölüm
Osmanlı devrinden önce Anadolu'nun dinî tarihinde üç mühim hadise görülür. Birincisi Baba İshak ayaklanması, İkincisi İlhanlı hükümdarı Olcaytu'nun On İki İmam Şiîliğini kabul etmesi, üçüncüsü de Safevî tarikatından Şeyh Cüneyd ile haleflerinin Anadolu'daki faaliyetleridir.

Bahaî Türkmenleri'nin Ayaklanması
Medreseden ve câmiden yetişen din adamları (…) pek çok köye gidip onlara dinî bilgiler vermek işi ile meşgul olmadılar.
Bu durumda oymaklar ve çok köyler tarikatlara mensup dervişlerin telkinlerine açık bulunuyorlardı.

Baba İshak Türkmenleri, Malatya bölgesinde, bilhassa Adıyaman'ın güneyindeki Samsat (=Sumeysat) yöresi ile Maraş bölgesinde yaşıyorlardı (s. 25).
…onlar yoksul Türkmenler'den idiler.

Türkmenler'in askerî hizmetlere alınmayıp kendilerine raiyyet muamelesi yapılması, yani idare edilen ve vazifesi sadece vergi veren halktan sayılmaları yüzünden eskiden beri devlete kızgın oldukları da bilinir.
…ayaklanmanın ana sebebi İktisadîdir.

Türkmenler Kefersud'tan Amasya bölgesine giderek oradaki bir köy yakınında kurduğu tekkede yaşayan Baba İshak'tan aldıkları emir üzerine Samsat-Kefersud yöresinde ayaklandılar. Onlar "Lâ ilâhe illâllah Baba Resulullah" (=Tanrı'dan başka ilâh yoktur. Baba da Tanrı'nın peygamberidir) diyerek harekete geçtiler (s. 26).

Türkmenler karşılarına çıkan Malatya Sübaşısı Ali Şîr oğlu Muzafferiddin'i iki defa yenilgiye uğrattılar.

Babaî Türkmenleri Elbistan sübaşısına da zafer kazandıktan sonra Sivas'a yürüyüp karşılarına çıkan Sivas askerini dahi yenip şehrin İğdiş Başısı (=vergi müdürü), Hürrem Şah'ın ve diğer ileri gelenlerin hayatlarına son verdiler. Babailer, Sivas'tan Tokat ve Amasya'ya yöneldiler ve karşılarına çıkanları yenmekte devam ettiler. Bu yürüyüşleri esnasında etraftaki Türkmenler de kendilerine katılıyorlardı. Amasya'ya yaklaştıklarında (…) Hacı Armağan Şah'ın Baba İshak'ı zaviyesinden alıp kale burcuna astığı haberini aldılar. Müridleri Amasya sübaşısını da yendiler ve hatta hayatına da son verip şeyhlerinin öcünü aldılar.
Selçuklu hükümdarı II. Giyaseddin Keyhüsrev bütün bu olanlara kayıtsız kalmıştır. Giyaseddin Keyhüsrev vahşi hayvanlar beslemeye meraklı idi. Oynadığı bir maymunun ısırması yüzünden 1246 yılında öldü (s. 28).
Babai Türkmenleri'nin ayaklanmasını öğrendiğinde Beyşehir gölündeki Kubad Âbâd sarayına kaçmıştı.
Malya ovasında toplanan ve sayıları 6000 kadar olan Babailer burada kalabalık bir Selçuklu ordusu tarafından kuşatıldılar. Muharebe sonunda Babailerin hemen tamamı kılıçtan geçirildi (s. 29).

İlhanlı Hükümdarı Olcaytu'nun Oniki-İmam Şiîliğini Kabul Etmesi
Selçuklu devleti 1243 yılındaki Köse Dağ bozgunu ile Moğollar'a tâbi devletler arasında yer aldı. Hülegü'den (ölümü; 1265) sonraki siyasî gelişmeler neticesinde de 1277 yılından itibaren Türkiye'nin Ankara ve Konya'ya kadar uzanan geniş kısmı İlhanlı devletinin idaresi altına girdi.
Olcaytu'nun asıl adı Har Bende (Eşeğin Kulu) idi.
Olcaytu hanlık tahtına geçtiğinde (1304) Hanefî mezhebinde idi. Müverrih Ebul-Kâsım-ı Kâşânî'ye göre Vezir Reşîdeddin'in telkini ile bir müddet sonra Şafiî mezhebini kabul etmiştir. Fakat ordasında Hanefî ve Şafiî imamları arasındaki yüz kızartıcı münazaraları dinleyen Olcaytu, bilhassa sütkardeşi Uygur Tarımtaz'ın telkini ile 12 imam Şiîliğini kabul etmiştir (1310) (s. 32).

Bize göre Olcaytu'nun Şiîliği kabul etmesi üzerine Anadolu'daki Ulu Yörük, Boz Ok (sonra Yozgat bölgesi). Yukarı Kelkit ve Canik'te yaşayan göçebe birçok topluluk, Haleb Türkmenleri'nden bazı oymaklar ile Sivas, Tokat, Amasya, Canik, Malatya, Dersim bölge ve yörelerindeki birçok köy bu mezhebi yani Şiîliği kabul etmiştir (s. 32-33).

Safevî Şeyhi Cüneyd'in Anadolu'daki Faaliyetleri
Safevî tarikatı XIV. yüzyıl da Azerbaycan'ın Erdebil şehrinde Safiyeddin İshak adlı bir şeyh tarafından kurulmuştur. Tarikat sünni-şâfiî ilkelere göre kurulmuştu. Tarikata birkaç kuşak boyunca saygı duyuldu ve destekçileri sürekli arttı.
Tarikatın başına Şeyh Cafer geçtiği dönemde, Cafer’in yeğeni Cüneyd, tarikatın başına geçmek için amcasına karşı başkaldırdı. Şeyh Cafer karşısında başarılı olamayınca İran’ı terk edip Türk topraklarına geldi. Pâdişâh II. Murad'dan kendisine bağışlanması için mülk istedi (s. 33). İsteği kabul edilmeyince Karaman ülkesine gitti. Zeyniye tarikatından Abdullatif-i Makdisî ile yaptığı bir münakaşadan sonra Karaman’dan ayrılıp İç İl’deki Varsakların yanına gitti. Burada mürid dinip Çukurova’ya geçti. Oradan da İskenderun’a gidip bir kaleye yerleşti. Şeyh Cüneyd çok geçmeden başarılarını sürdürüp Haleb Türkmenleri, Dulkadirli ve Üç Oklu oymaklarının çoğunu müridi yapabilirdi. Fakat faaliyetlerini haber alan Memlûk devletinin harekete geçmesi üzerine bölgeden ayrılıp Canik taraflarına gitti. Taceddinoğulları'ndan Mehmed Bey’in yanına gidip Trabzon’u ele geçirme planları yaptı. Bu maksatla Anadolu'daki bütün müridlerinin silahlı olarak yanına gelmelerini emretti. Cüneyd'in müridleri imparatorun Aya Fokas'daki karargâhına girip askerlerinden birçoğunu tutsak aldılar. Bu başarıdan sonra Şeyh Cüneyd Trabzon'u kuşattı. (1454 yılında) Bir kaç defa hücum etti ise de askerleri surları aşıp şehre giremediler. Kuşatma üç gün sonra kaldırıldı. Osmanlı Devleti, Kelkit’e dönen Cüneyd’in üzerine ordu gönderince, Uzun Hasan Bey'in yanına gitmiştir.

Uzun Hasan Bey ilk önce Şeyh Cüneyd'i tevkif etmişti. Fakat daha sonra Cüneyd'in, iyi bir müttefik olacağına karar vererek kız kardeşi Hatice Begüm'ü de onunla evlendirmiştir.
Şeyh Cüneyd 1459 yılında Erdebil'e döndü. Şeyh Cafer, yeğenini Erdebil'e sokmadı. Şeyh Cüneyd Erdebil'in dışında oturarak müridlerinin yanına gelmeleri için Anadolu'ya haberci gönderdi. Kısa bir zaman içinde başına 12 bin silahlı Anadolulu mürid toplandı. Şeyh Cüneyd bunların başında Şirvan ülkesine girdi.
…birçok Gürcü kasaba ve köyünü yağmaladıktan sonra Şirvan'da kışı geçirmeye başladı. Şirvanşah Halilullah Cüneyd'in üzerine yürüdü. Cüneyd’in ordusu sayıca üstün idi, fakat Cüneyd, savaş alanında ölünce ordusu başsız kalıp dağıldı (Mart 1460).  
Şeyh Cüneyd, anlaşılacağı üzere, kuvvetli bir şahsiyetti. Bu sayede sadakati eşsiz bir taraftar kümesine sahip olmak başarısını göstermiştir (s. 36).

3. Bölüm
Cüneyd’in oğlu Haydar büyüdükten sonra Dayısı Hasan Han sayesinde kolayca Erdebil'deki Safevî şeyhliği postuna yerleşti. Müridleri "halîfe" unvanı ile Anadolu'ya gönderildi.
Bu halîfelerden biri Tekeli (Antalyalı) Hasan Halîfe olup Teke ile komşu Menteşe (Muğla) ve Hamid illeri (Isparta Burdur vilayetleri) yörelerindeki pek çok kimseyi Safevî tarikatına sokmuştu.
1510 yılında Teke yöresinde büyük bir isyan çıkaran Şah Kulu, işte bu Hasan Halîfe'nin oğludur.

Müridleri şeyhlerinden mühim siyasî başarılar bekliyorlardı. Bu sebeple Şeyh Haydar 1486 yılında Demirkapı (=Derbend) ötesindeki Kafkas kavimlerine karşı sefere çıktı ve ganimetlerle geri döndü.
İki yıl sonra Şirvan hükümdarının üzerine yürüdü. Hem babasının öcünü almak, hem de Şirvan ülkesine sahip olmak istiyordu.
Şirvanşah, Ak Koyunlu hükümdarı Yakub Bey'den yardım istedi. Şeyh Haydar Ak Koyunlu hükümdarının hem halasının oğlu, hem de eniştesi idi. Yine de muharebe edildi. Şeyh Haydar bu savaşta öldürüldü (s. 1488). 

Safevî müridleri bu defa Haydar'ın büyük oğlu Sultan Ali'nin etrafında toplandı. Yakub Bey, Haydar'ın üç oğlu (Sultan Ali, İsmail, İbrahim) ile kendi kız kardeşi olan anaları Halîm'e Begüm'ü bir kalede hapsetti. İsmail dışındakiler öldürüldü. Müridleri İsmail’i Gilan ülkesine kaçırdılar. 6 yıl Gilan’da kalan İsmail önce Erdebil’e sonra da Erzincan’a gidip, müridlerini yanına çağırdı (1500-1501).

İsmail'in Safevî devletini kurması ile ilgili olarak Anadolu'dan İran'a devamlı bir göç başladı. Bir yandan Osmanlılar bir yandan Safevîler Türkiye'nin insanlarını birbirlerine karşı kullandılar. İran'a göç eden Türkler arasında Çepniler de vardı.

İ. H. Uzunçarşılı Trabzon'un 1461 yılının Ekim ayının 26'sında (866 Muharrem 21) alındığını kesin bir şekilde bildirir, fakat kaynak göstermez (s. 41).

Trabzon’un fethinde Çepnilerin faydası olmuştur. Fetihten sonra bölgedeki Çepnilerin büyük bölümü vergiden muaf tutulmuşlardır. Çepni beylerinin bir kısmı, kendilerine zeamet ve tımar gibi dirlikler verilerek devlet hizmet alınmıştır.

Ak Koyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey'in 1478 yılında vefatı üzerine himayesinde bulunmakta olan Trabzon-Gümüşhane arasındaki Torul yöresi alındıktan sonra, Gürcistan sınırında da bazı kaleler ele geçirilerek Trabzon yöresinin fethi tamamlanmış oldu.
Şehzade Selim, 916 (1510) yılına kadar, takriben yirmi yıl valilik etmiştir.

Harşıt ırmağı çevresine 14. Yüzyıldan itibaren yerleşmiş olan Çepniler yerleşik hayata geçtiklerinde ilk olarak darı (duhne diye tabir ediliyordu) ekmişlerdir (s. 45).

Bütün köylerde bal istihsal ediliyor, bağcılık yapılıyor ve meyve de yetiştiriliyor. Birçok köyde çok miktarda ceviz de elde ediliyor.
Köylerin çoğunda doğan, Şahin, atmaca gibi avcı kuşlara ait yuvalar vardır.

Çepnilerin kalabalık bir kısmı müsellemdir.

Çepni köylüleri arasında Bekir, Ömer adını taşıyan şahıslara sadece XV. yüzyılda değil, XVI. yüzyılda da sık sık rastgelinir (s. 49).

Çepni Türklerinin taşıdıkları adlar: Ali, Ömer, Osman, İbrahim, İsmail, İshak, Süleyman, Menteşe (pek çok), Aygud, Durmuş, Tonrul (Tuğrul), Sevündük, Çakır, Ayna Beğ, Beğdeş, Sevünç, Tanrıvermiş, Sülü, Gülen, Tatar, Satılmış, Ak Doğan, Tura Beğ vs.

4. Bölüm
Çepni İli (Vilayet-i Çepni), Giresun'un merkez kazası ile Keşap ve Dereli kazalarının topraklarını içine almaktadır.
Tirebolu'lu köylü vatandaşlarımıza şehir halkının (Giresun), Çepni dediklerini biliyoruz. Hayret edilecek husus şudur ki, şimdi Giresim şehir ve yöresi halkı kendilerinin Çepniler'in öz torunları olduklarını bilmemekte ve bu adı Tirebolu şehri ve yöresi halkına vermektedir. Diğer taraftan güneydeki Şebinkarahisar ve
Alucra kazaları halkı, çok doğru olarak sahil bölgesindeki köylü—şehirli bütün halka Çetmi yahut Çepni demektedir.kıyı bölgesi halkı da Ekinci adını vererek Şebinkarahisar ve Alucra halkını küçümsemektedirler (s. 63).

Giresun; 1515 yılında burada hisar-erleri ile Yavuz Selim'in yaptırdığı camiin mülazimlerinden başka 38 Türk evi de vardı.

1515 yılına gelindiğinde, Çepnilerin durumlarında görülen mühim değişme ise aralarındaki müsellem, mülâzim ve muafların bu sıfatlarının kaldırılarak "raiyyet" sınıfına, yani vazifesi sadece devlete vergi vermek ve devletin buyurduğu her işi yapmak olan halk kitlesine dahil edilmiş olmalarıdır (s. 67-68).

Çepniler'in manevî şahsiyetlerinin başında Yakub Halîfe gelir. Yakub Halîfe Çepniler'in en büyük en saygın şeyhleridir.

5. Bölüm
XVIII. yüzyılda uğranılan büyük mağlubiyetler sonucunda devlet otoritesi son derecede zayıfladığı için yörelerin idaresi oraların yerlisi olan güçlü şahısların ellerine geçti.
Tirebolu, Görele ve Vakfıkebir derebeyleri ile Trabzon'un doğu yörelerindeki derebeyleri arasında çetin ve sürekli mücadeleler vuku bulmuştur. Bu mücadeleler sonucunda kalabalık Çepni toplulukları Sürmene, Of ve Rize yörelerine yerleşmişlerdir (s. 94).

Rize yöresindeki İkiz Dere ile diğer üç nahiye Çepniler ile meskûndur. Ünlü haydut Çepni Ali, Rize Çepnilerinden olup en sonunda başına 300 kişi toplayarak Rus harbine katılmıştır.

5. Bölüm
Çepnilerin bir kısmı Alevî'dir. Yine bilindiği üzere Alevîler de Müslümandır. Alevî demek Hazret-i Peygamberin amcasının oğlu ve aynı zamanda güveyisi Hazret-ı Ali ile çocuklarına bağlı olan ve bu yüzden sahabeden Ebubekir, Ömer ve Osman'ın halifeliğini kabul etmeyen demektir. Anlaşılacağı gibi bunun da İslâm dininin ilkeleri ile hiç bir ilgisi yoktur (s. 115).

Özet
Çepniler Oğuz Eli'ni meydana getiren 24 boydan biridir.
Çepnilerin bütün obaları Anadolu'ya gelmiştir. Hazar Ötesi Türkmenleri arasında Çepnilerin hiç bir obası yoktur.
Çepniler, 1277 yılında Sinop şehrini almak için donanma ile gelen Trabzon Rum İmparatorunu gemilerle karşılayıp savaşmışlar ve onu mağlup edip geri dönmeye mecbur bırakmışlardır.
Yukarı Kelkit vadisinde yaşayan Çepniler Trabzon Rum imparatorluğuna güneyden yapılan seferlere katıldılar.

Çepniler, yine yer adları yadigârlarına göre başlıca Samsun ve Sivas sancakları ile Konya bölgesinde (Konya, Beyşehri, Akşehir ve Karaman) de oldukça kalabalık bir şekilde yerleşmişlerdir (s. 130).

---
Sümer, Faruk. (1992), Çepniler, Anadolu’daki Türk Yerleşmesinde Önemli Rol Oynayan Bir Oğuz Boyu, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder