8 Haziran 2018 Cuma

Geçmişten Günümüze Görele


Ali Bilir - Geçmişten Günümüze Görele
“Her insan varlığı, insanlık ağacının bir yaprağından başka bir şey değildir. Onu besleyen kökler halk gelenekleridir. Yurttaş soylarını birbirine bağlayan, bizi aynı yurdun çocukları yapan bu zincir, bir altın zincirdir.” P. Saintyves

Görele üstüne yapılan alan araştırmaları: Haşan Kaçar’ın Görele Ağzı, Hayrettin Günay’ın Görele Manileri, Mehmet Yılmaz’ın derleme çalışmaları, Ayla Demir’in, Görele Ataköy Köyü Halk Kültürü...
Görele Ortaokulu Dergisi (1945-1946)
Mustafa Arslan, “Görele” (1973)

Görele Coğrafyası ve Tarihi
Sis Dağı üzerindeki Kayasis Tepesi 2182 metre yükseltisiyle ilçenin en yüksek noktasıdır.
En önemli akarsuları ilçenin hemen batısında denize dökülen 80 km uzunluğunda Elevi deresi, 23 km uzunluğunda Çömlekçi dere si, doğu yönünde denize dökülen 25 km uzunluğunda Çavuşlu deresi ve Eynesil ile sınır teşkil eden Dizgine çayıdır (s. 27).

Şâkir Şevket, Görele adının Korala adındaki eski bir kaleden geldiğini yazar.
P. Kurumahmutoğlu, “Görele’nin eski isminin Kuralı-Kurale-Kuralla” olduğunu, mercan anlamına geldiğini sözel ve yazılı kaynaklardan nakleder.
Bilge Umar, “Coralla”nın Luwi dili ardıllarından Kappadokia dili “Kor-uwa-la” olduğundan bahisle “çıkın-tı-lık/küçük çıkıntı” şeklinde tarif eder.

Görele adı antik çağda bugünkü Eynesil kasabası çıkısında “Görele Burnu” diye anılan, harabe halinde kalıntılarına rastlanılan “Coralla/Koralla” şehrinden gelmektedir (s. 30).

Yapılan araştırmalara göre bölgeye ilk olarak MÖ. 3000 ile MÖ. 2000 yılları arasında Gas/Kas ve Gud/Gutiler, Kafkasya’dan Mosklar, Tıbarenler, Marlar, MÖ. 675 yılından itibaren Anadolu ve Azerbaycan’da ilk Bozkır-Kültürü’nü yaşayan Kimmerler yerleşmişlerdir. Sinop, Samsun, Giresun, Trabzon, Ordu ve Tirebolu bu yüzyılda MÖ. 656’de kurulmuştur.

MS. 394-1204 yılları arasında Bizanslıların yönetimine girmiştir. Bu dönemdeki önemli hadiselerden birisi 530 yılında Bizanslılar tarafından bozguna uğratılan Bulgar Türklerinin bir bölümünün Trabzon yöresine yerleştirilmeleridir. Diğer bir hadise ise XII. yüzyılda 40.000 Kuman ailesinin Gürcistan’a inerek Hıristiyan olmaları ve buradan Doğu Karadeniz’e ve Doğu Anadolu’ya gelmeleridir (s. 32).

Fatih, Trabzon seferine çıktığında Görele, Tirebolu ve Giresun kaleleri büyük bir ihtimalle imparatorun elinde idi. Buna karşılık Kürtün-Dereli-Giresun-Eynesil arasındaki kırlık kesim de Çepni beylerinin elinde bulunuyordu.
Çepniler’den bir kısmının Uzun Hasan zamanında Akkoyunlular’ın hizmetine girdiği bilinmektedir (s. 33).

Görele yöresine yerleşen Çepniler’in cenaze törenlerinde davul-zuma çalmak, silah atmak ve topluca yemek yemek âdeti yakın zamanlara kadar gelmiştir
1486’da Görele kasabası 9 nefer Müslüman kale görevlisi, 60 hane, 6 bîve (dul) Hıristiyan nüfusu sahipti. Bu rakamlara göre Görele kalesinde 33’ü Müslüman, 324’ü Hıristiyan olmak üzere 357 kişinin yaşadığı tahmin edilebilir (s. 34).

Kazaklar’ın 1624’te yaptıkları baskınlarda Görele, bilhassa Tirebolu büyük zarar gördü.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısına doğru Tirebolu ve Görele çevresindeki Çepni derebeyleri ile Rize yöresinde Lâz denilen derebeyleri arasında mücadeleler yaşandı.

Görele’nin yakınlarında etrafa kötü koku yayan göl ve hendekler 19. yüzyılın sonlarında ıslah edilebilmiş… (s. 42)

19. yüzyılın sonlarında Görele’de görülen adlî olayları arasında hemen bütün doğu Karadeniz’de olduğu gibi eşkıyalık olayları ilk sırada gelir.

Görele’nin İktisadi Yapısı
Ormanlarındaki çam ağaçlarından zift ve katran imal olunurdu ve tulumlarla İstanbul'a sevk olunurdu.
1900'lü yıllarda da kasaba halkı geçimini yine rençperlikle, balıkçılıkla, bakırcılıkla, marangozlukla, demircilikle, taşçılıkla sağladıkları gibi, birçokları da Batum'a ve Rusya'nın diğer şehirlerine giderek orada da bu gibi işlerde çalışırlardı. Üzümlerinden ekseriyetle şarap yapılırdı. Sanayi mamulleri arasında bakırdan kap-kacak, çapula gibi ufak tefek şeylerdi. Görele'den dışarıya başta fındık olmak üzere yetiştirilen mahsullerin dışında az da olsa bal mumu, balık yağı, tuzlu bağırsak, yumurta, ceviz, koyun ve keçi gibi şeyler satılırdı.
Görele'nin merkezi Eleğü kasabasının Kürtün ve Ardasa (Torul) yolunun başlangıcı olması mevkiinin önemini artırmaktaydı.

Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar hemen her evde keten veya şal dokuma tezgâhı bulunur, bu tezgaha ait çıkrık, öreke, tarak, eğercek, ağırşak, kirmen yöredeki ustalar tarafından imal edilirdi. Yünden şal denilen şayak cinsi bir kumaş, çul, dastar, çenti ve camadan dokunur, başlık, kazak, sade ve alacalı çoraplar örülürdü. Kar ve buz tutmayan bir cins keçe de yapılırdı. Yorgan yerine yünden yapılan gevgene denen bir cins kaba battaniye ile çarık bağlan, keçi kılından çul, çekmen, tozluk ve çorap yapılırdı (s. 148).

1973'te 5 ayakkabı ustası, 15 ayakkabı satıcısı, 37 bakkal, 7 bakırcı, 11 berber, 1 çömlekçi, 12 kasap, 9 karesör atölyesi, 3 kitap-kırtasiyeci, 21 marangoz, 20 manav, 9 seyyar esnaf, 6 radyocu, 2 saatçi, 2 hazır elbiseci, 1 tavukçu, 14 lokantacı, 1 kuyumcu, 4 sobacı, 10 demirci, 2 sinema, 164 şoför esnafı bulunmaktaydı (s. 149).

Görele yöresinde ziraata açık topraklarda temel gıda maddelerini oluşturan tahıllar da yetiştirilmekte idi. Tarım ürünleri denilince temel maddeler buğday, arpadır. Bunlara darı da eklenebilir.

Kâşgarlı Mahmud, Dîvânü Lügati't-Türk adlı ünlü eserinde Orta Asya Türklerinin fındığa “kosık/kosuk” dediklerini söylüyor.

Tıbb-ı Nebevî'ye göre fındık kalp çarpıntılarına, böbrek hastalıklarına etkilidir. Cinsel gücü artırır, insanı güçlendirir. Fındıkla bal, tarçın, sakız karıştırılır, elile edilen macundan günde birer yemek kaşığı yenilir. Buna “fındık macunu” denilirdi.
Fındık, yüksek oranda doymamış yağ içerdiğinden, kalp ve damar sistemini olumlu yönde etkilemekte, kandaki kötü kolesterolün yükselmesini önleyerek kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucu bir rol üstlenmektedir.
Görele'deki fındık bahçeleri ağırlıklı olarak tombul fındık ocakları ihtiva eder (s. 151).

Ülkemizde çay üretimi girişimlerinin tarihi 1892'ye kadar uzanır. Ali Rıza Erten'in raporu (1917) doğrultusunda Zihni Derin öncülüğünde 1924 yılında başlatılan ve 1937 yılına kadar yapılan çalışmaların olumlu sonuç vermesi ile 1937 yılında 40 ton çay tohumu ithal edilerek Rize ve civarında çay bahçesi kurulması çalışmalarına başlanmıştır.
Görele'de 1953 yılında deneme üretimi yapılmış, 1956'da yetiştirilmesine izin verilmiştir (s. 153).

Görele yöresinde sanayi ürünü olarak nitelendirilebilecek tek ürün kendirdir. Kendirden daha çok ip imali yapılmaktaydı. 1930’lu yıllarda Görele de en çok üretilen bitkilerdendi. Lifleri tokmaklarla dövülüp, taranıp, çıkrıklarda ip haline getirilerek keten denen bir cins kumaş elde edilmekteydi (s. 154).

Tahrir kayıtlarında “gendûm” veya “hınta” şeklinde belirtilen buğdayın, Görele’de ekimi yapılmaktaydı. İki cins buğday türü ekilirdi. Biri kışlık ve “geç” olan cins, diğeri de İtalyan buğdayı olup, 1940-1952 yılları arasında ekilen, çok iyi randıman veren “er” buğday cinsiydi. Buğday, Kasım, Ekim, Şubat aylarında ekilir, Haziran - Temmuz aylarında biçilirdi

Tahrir kayıtlarında “şaîr” ve “cev” adlarıyla geçen arpa Görele'de yetiştirilmekteydi (s. 156).

Çavdar ve yulaf da Görele’de yetiştirilen ürünler arasındaydı.

Elma, armut, hatta ceviz, kestane, incir, üzüm gibi ürünler bol miktarda yetiştirilmekteydi.

Eynesil-Ören'deki ekşi üzüm meşhurdu. Köylerde üzümden pekmez kaynatılılırdı.
Görele'de önceleri ipek böcekçiliği için de dut yetiştirilmekteydi. Günümüzde sadece meyvesi için yetiştirilmektedir (s. 159).

Görele'de hemen her köyde koyun yetiştirildiği görülür. 1867 yılındaki ağnam rüsumu 45.500 kuruştu. 1901 'de kazada 30 merkep, 100 katır, 350 beygir, 6226 keçi, 11.771 koyun, 4000 inek vardı.

Tirebolulu Alparslan Beğ, yayla göçünü (ot göçü) en büyük Türk bayramlarından biri olarak saymaktadır.
(Yaylacılık, hayvanları otlatmak amacıyla köylülerin yaz aylarını yüksek rakımlardaki düzlüklerde geçirmeleridir. Bugün olduğu gibi, tatil maksadıyla gidilen yaylalarda yaylacılık yapıl(a)mamaktadır.)

Yayla Konutları
Kelif: Bu ad yörede yayla konutlarının hemen hepsi için kullanılır. Kelif çarçabuk kurulabilen barınak anlamındadır.
Sayvan: Hem yayla, hem de Cenik’te kullanılan bir çadır türüdür. Obalardaki genellikle çokgen yapılı keçe ya da hartama örtülüdür.
Tuyluk/Turluk: Etrafı ağaç ya da taşla örtülen daire biçimindeki yerin tam ortasına dikilen uzunca bir ağaç üzerinden keçe geçirilerek yapılan tek bölmeli mekândır (s. 213).

Hayvan Konutları
Ağıl: Etrafı firaklı tabir edilen ağ ya da fındık çubuklarıyla çevrilen hayvan barınaklarıdır. Köylerde bunlara köm denir.
Bere: Sürülerin topluca sağıldığı sağım yeridir.
Kuzubadı: Sürüdeki oğlak ve kuzuları barındırmak için ağaç ya da taştan yapılmış ağıldır.
Tuzlak: Her sabah obadan otlatmaya götürülen sürülere tuz vermek için obanın belli bir yerinde sini şeklinde düz taşlardan oluşan sıralar halinde yapılır.

Yayla Törenleri
Kırkma imecesi: Obada sürüler imece usulü ile kırkılır. İmecenin yeme, içme, vb. hizmetleri imece sahibi tarafından karşılanır.
Ot Göçleri: Mısırlar 20-25 cm’e kadar boylanınca tarladaki yabani otlar temizlenir ve mısırların dipleri çapalanır. Buna “ot kazma” denir. Birinci ot Mayıs sonlarında, ikinci ot Haziran sonlarında kazılır. İkinci ot kazıldıktan sonra
Temmuzu ayının ilk haftasından sonuna kadar yaylalara çıkılır. Bu geçlere “otçu göçü” ya da “otçu haftası” denir. Bu göç yörede özellikle Eynesil, Görele, Şalpazarı ve Tirebolu’da yaygındır.

Doğum zamanı gelen kadın, sancısı başlayınca hemen komşularına haber salınmazdı. “Kötelek sancısı”, yani arka arkaya gelen sancının gelmesini bekler, sancı sıkıştırıncaya kadar kimseye haber vermezdi (s. 214).

Sis Dağı’nın yüksekliği 2182 m’dir. Sis Dağı üzerinde 20’yi aşkın oba vardır.
Temmuz ayında “Sis Dağı Şenlikleri” yapılır.

Haç Dağı/Haş Dağı
Zirvenin güneyinde “Evliya” denilen yerde şehitlerin yattığı söylenilir. Zirvenin hemen altında içine taş atıldığında “dong, dong” diye ses çıkardığından “Dongirik” denilen bir mağara vardır. Dongirik’in yan tarafından dibeğe benzer bir taş vardır. İçi oyuk taşta biriken suların şifalı olduğuna ve siğilleri ve sivilcelere iyi geldiğine inanılır. Bunun için bu suyun adına “Siğil Suyu” denilir.

Dokuzgöz, halk tarafından mesire yeri olarak kullanılır (s. 215).

Mutfak Kültürü
Geçmişte hamsi başta olmak üzere balık yemekleri önemli bir yer tutuyor, karalahana, bezelye, taze fasulye, kiraz tuzlaması, sırgan ile yöreye has yemekler yapılıyordu. Dible yörede sevilen bit yemek çeşidi idi.
Mutfaklarda kullanılan kap-kacaklar bakırdan idi. Toprak kaplardan güveçler pişirmede, küpler yiyecek saklamada kullanılırdı.
Fındık toplama mevsiminde, kış gelmeden ve de Ramazandan önce yufka açılırdı. Bu yufkalar “tahtabaşı” denilen, iplerle tavana bağlanmış tahta üzerine üst üste dizilip üzeri örtülerek serin bir yere konulurdu.
Taflan ve kiraz tuzlanır, üzümden pekmez kaynatılırdı. Fasulyenin içi taze iken kurutulurdu. Güneşte tekrar kurutulur vakuru fasulye haline getirilirdi. Fırında kurutulan fasulyeler ise fırın fasulyesi olarak adlandırılırdı.

Öğünler ezan vaktine göre ayarlanmıştı. Hane halkı sabah namazı ile birlikte ayağa kalkar, ekseriyetle reçel, tereyağı, peynir, zeytin, yufka, bazlamadan oluşan kahvaltısını yapar, bahçeye inerdi. Günümüzde olduğu gibi, çarşıdan ekmek gelmezdi. Öğle ezanı ile öğlen yemeğinin vakti gelmiş olurdu. Bu öğünde kuvvetli yenirdi. Çorba, tatlı, salata vb. her şey sofrada bulunurdu. Baş içecek ayrandı.
Fındık zamanında hazırlanan yemekler şelekler içinde bahçede çalışanlara götürülürdü. Yemek sırasında tekrar eve gelinmezdi. Akşam ezanından önce fındık toplamayı bırakırlar, herkes evine gider, ilk iş çay demlemek olurdu. Ardından da hafif yemekler atıştırıldı. Bu yemekler öğle yemeğinden artanlar ile yeni yapılanlardır. Sofrada yoğurt mutlaka bulunurdu (s. 217).

Pide, Görele’de 35-40 yıllık bir geçmişe sahiptir. Pidenin lezzetli olabilmesi için, fırının ısısından, pidenin servise sunulmasına kadar geçen sürede verilen emeğe bağlıdır.

Koz helvasının özü çöven (döven) diye bilinen adî meyan köküdür. Düğün Helvası adıyla da bilinir.
Suda kaynatılan çöven kökü suya ıhlamur çayı rengini verir. Bu su ayrı bir kaba alınarak fındık çubuğuyla karıştırılır. Su çırpıldıkça köpürür ve rengi açılır. Bu suya şeker ve limon tuzu eklenir. Bu karışım istenen kıvama gelinceye kadar ateşin üzerinde karıştırılır. İsteğe bağlı olarak helvaya ceviz de katılabilir (s. 219).

Kiraz Kavurması
Kirazlar toplanır ve sapları alınarak kavanoz ve küplere bir kat tuz, bir kat kiraz olmak üzere salamura yapılır. Bir gün sonra üzeri su ile doldurulur ve üzerine ağır bir baskı konur. Kışlık yiyecek olarak saklanır.
Yapılışı: Kirazların çekirdekleri çıkartılır ve suya bırakılarak tuzu alınır. Ayrı bir yerde soğan incecik doğranır. Yağ ile birlikte pembeleşinceye kadar kavrulur. Kirazlar avuç içinde sıkılarak ilave edilir. Bir müddet daha kavrularak servis tabağına alınır (s. 225).

Armut Haşlama
Sert armutlar tencereye konur. Üstünü kapatacak kadar da su konur. Haşlanır. Haşlandıktan sonra suyu süzülür. Armutların kabukları soyularak hazır hale getirilir (s. 229).

Giyim - Kuşam
1900’lü yıllarda kasabalılarla köylüler ekseriyetle Görele’de dokunan bir nevi dokuma ile mayi bezden yapılmış elbise giyerlerdi
Geçmişte kasaba kadınları altta bir şalvar, bunun üstüne üç etekli kenarları ve etekleri ipek ibrişim işlemeleri ile süslenmiş ağır kumaştan yapılmış entari, başta fes, fesin üstünde oyalı yazma, gerdanda dizi halinde beşibirlik, inciler, kulaklarda elmaslı küpeler, ayaklarda ajurlu çorap ve işlemeli terlikler giyerlerdi. 1940’lı yıllarda giyinmek üzere yünden dastar denilen pantolon, gömlek, ceket yapılırdı.
Kadınlar ekseriyetle başlarına eşarp örterlerdi. Erkekler ise eskiden gayet dar, dikiş yerleri siyah ibrişimle işlenmiş siyah veya lacivert çuhadan yapılmış bir zıpka, arkasında yine dikiş yerleri ibrişimle işlenmiş, aynı kumaştan bir yelek, bunun üstünde işlenmiş bir aba, başta aynı kumaştan bir başlık, ayaklarda bacaklara yapışık alt tarafları yemeni biçimli çizmeler giyerlerdi. Belde zarif bir kuşak, bu kuşak içine sokulmuş fildişi saplı bir bıçak olurdu (s. 231).

Görele Köy Düğünleri
Görele’de düğünler genelde fındık hasadından sonra yapılırdı. Geçmişte iki gün iki gece süren Görele düğünleri, bugün salonlarda bir-iki saate sığdırılabilmektedir.
…gelin namzedinin “hem elinde, hem de dilinde olması” istenirdi. Oğullarını evlendirmek isteyen aileler, mal-mülk bölünmesin diye önce akrabalarından, komşularından, yakın çevrelerinden başlayarak kız aramaya çıkarlardı.

Söz kesme işi bitince kız, “söz kahvesi" ikram ederdi. Eğer, kahve şekerli ise bu kızın da delikanlıda gönlü olduğu anlamına gelirdi.
Nişan düğünü kız tarafında yapılırdı.
…bundan sonra kaç-göz başlar ve evlenene kadar gençler birbirine daha görmezlerdi.

Düğüne çağırma, çağrılacak kişinin sosyal statüsüne göre para, tavuk, horoz, koyun, koç, peştamal, çember göndermek suretiyle olurdu. Maddi durumu iyi olmayan, takı borcu olmayanlar selamla çağrılırdı. Para ile çağrılan kışı, verilen paraya en az bir katı ilave ederek, ortada takı okuyucu aracılığı ile damada takardı. Buna “damada para atmak” denirdi.
…düğün yemekleri ekseriyetle burmalı, sütlaç, bal lokması, ballı yufka, suböreği, yahni, hoşmak, guymak, lahana dolması, bulgur pilavı, yahni, hoşaf, yoğurttu (s. 233).

…düğün, damat evinde başlardı. Damada, biri evli, biri bekâr iki sağdıç belirlenirdi. Gelinin de evli, “yenge” kadın bir kılavuzu olurdu. Ev sahibi adına düğünü yönetecek “düğün âmiri” denilen kişi de belirlenirdi.
“Kına gecesi”, Çarşamba günü öğleden sonra, ikindide komşuların, köylülerin ve civar köylerden gelenlerin katılımı ile başlardı. Kına gecesinde görkemli düğün olurdu.
Orta âdetinde gelin kendisi için hazırlanan iskemleye oturtulurdu. Yanında yengeler bulunurdu. Önce, kaynana ve kaynata davet edilir ve geline alkışlar arasında takılarını takarlardı. Bu takı ekseriyetle beşibiryerde, küçük altın (tekli kırmızı), küpe gibi ziynetlerdi. Bu takı sırasında ayrıca geline annesi, babası, kardeşleri, akrabaları ve komşuları altın, para, sahan, tabak, ibrik, havlu gibi değişik hediyeleri takı olarak verirlerdi. Buna “takı atmak” denirdi.
Takıdan sonra gelinle yakınları “atalık horonuna” kalkardı. Akşama “kına gecesi” yapılır.
Gelinin kız evinden getirdiği çeyizler arasında sedir örtüsü, yatak örtüsü, oyalı yastık kılıfı, seccade, yaşmak, havlu, şilte, yaygı; eşyalar arasında bir yün yatak, iki yün yorgan, iki yastık, bir çul, dastar, cecim (beşik örtüsü), sedir dayaması, hasır gibi şeyler bulunurdu (s. 234).

Gelin yeni evine geldiğinde uğuruna inanılan bazı âdetler yapılırdı. Bunlar da gelinle birlikte eve bolluk, bereket, mutluluk ve huzur gelsin diye gelin evin eşiğine adımını atarken başına fındık, buğday ve bozuk para saçılır; itaatkâr olsun diye kaynana ayağını kapıya dayar, gelin bacağının altından içeriye girer, eşiğe konulan su dolu tası attığı tekme ile devirirdi. Soba küreği ya da evşünle taşlığa köz dökülür, gelin ateş gibi olsun diye köze bastırılırdı (s. 238).

Düğün den üç gün sonra gelinin annesi, kız kardeşi/leri yengesi, halası, teyzesi ve yakın akrabaları, damat evine ziyarete gelirlerdi.
Yediye gitme, üçe gelenlere bir karşılık vermedir. Bu kez damat, gelin ve akrabaları, yakınları, komşuları gelinin eski evine giderlerdi. Bu güne “yumurta yemeye gitme” denirdi (s. 239).

Görele Halk Müziği / Halk Oyunları
Göreleli, “tarla kazarken, sık sökerken, tarla biçerken, darı soyarken, fındık toplarken, gazel sıyırırken, odun ederken, odun taşırken” türkü terennüm etmekten geri kalmaz.
Görele’de yaygın olarak kullanılan çalgı kemençedir.
Görele kemençesinin boyu 55 cm, tekne boyu 41 cm, tutma yeri (boyun) 8,5 cm ve yayı da kemençe boyundadır (s. 240)

Ardıç, erik, dut, kiraz ağacından yapılır. Kapağı ladin ağacındandır. Kapak kalınsa ince ses, kapak inceyse kalın ses verir Perdesizdir. Çet denilen kemence yayı erik ağacından yapılır. Yay telleri atkuyruğundandır. Yay tellerine reçine sürüldükten sonra çalınır. Görele’de kemençeci halk ozanların yerini tutar.

Durkaya, 1913 yılında Ardıç köyünde doğmuştur. Cenaze çağırma “Hasan Dayı” türküsü olaylı-hikâyeli türkülerine örnektir. Durkaya, 19 Ağustos 1989’da vefat etmiştir.
“Güneş vurdu eritti
Güneylerin karını
Bekâr kızlar çok sever
Entarinin darını”
“Yayla çiçeği menden
Suyu gelir çimenden
Yer yağmura kanamaz
Kanamıyurum senden” (s. 241)

Karaman, 1878 yılında Karadere köyünde doğdu. Rus işgali sırasında kurduğu çete ve çeşitli cephelerde savaştığı için Karaman/Kahraman namıyla önlenmiştir. Asıl adı Halil Kodalak’tır. Ustaları Kandahor köyünden Kuyucuoğlu ile Tuzcuoğlu’dur.
…arkadaşı Hasbal Keskin için “Hasbal” havasını düzmüştür. “Şırıp şırıp şıpbaliya” da onundur (s. 242).

Tuzcuoğlu, Çavuşlu köyündendir. Asıl adı Mehmet Ali’dir. Karaman’ın ustasıdır. Kendisine ait “Tuzcuoğlu Oyun Havası” ile ünlüdür

Piçoğlu Osman, 1901 yılında Daylı köyünde doğdu. Asıl adı Osman Gökçe’dir. “Piçoğlu” lakabını, Ustası Karaman’m kimseye öğretmek istemediği Tuzcuoğlu bir havasını gizlice kaparak çalmada maharet göstermesi üzerine Karaman’ın kızgınlıkla kendisine “Piç-Piçoğlu” diyerek hitap etmesi üzerine aldığı anlatılır. Kemençe çalmada ve atma türküdeki ustalığı hâlâ unutulmamıştır.
Kemençe çalmadaki ustalığı nedeniyle “gelmiş geçmiş en büyük kemençe sanatçılarından” birisi olduğu kabul edilir.

Katip Şadi, 1938 yılında Derekuşçulu köyünde doğdu. Ustası Durkaya’dır. Türkülerinde Çepni ağzının karakteristik özellikleri görülür.
…kendisinden “Sıksaray horon havası (sözsüz), Torut geliş yeni horon havası (yağ koydum yağdanıma), Torut geliş havası (Bahçenin kenarına) gibi çok sayıda ezgi derlenmiştir.

Mehmet Sırrı Öztürk, 1938 yılında Kemikli köyünde (Hürriyet Mahallesi) doğdu. Ustası, halası ile evli olan Piçoğlu Osman’dır.
…kendisinden “Trabzon horon havası, Görele horon havası, Sıksaray oyun havası, Ören oyun havası gibi ezgiler derlenmiştir.

Görele, özellikle kemençe ve horon bölgesidir ve horonun en güzel, en kıvrak oynandığı yerdir.

Karma horonu: Kadın-erkek birlikte oynar. Çok kıvrak, sert oynanmaz, alaşağı yapılmaz.
Atalık horonu: Düğünde, kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, akraba ve yakınlarının birlikte oynadığı horondur.
Bıçak horonu: Erkekler tarafından oynanır. Sıksara ritmiyle oynanan ikili bu oyundur. İki kişi ellerinde bıçaklarla, vuruşma figürleriyle oynarlar.
Hasbal horonu: Hasbal horonu, Karaman’ın yarattığı ezgi ile oynanan oyundur.
Tuzcuoğlu: Tuzcuoğlu’nun düzdüğü oyunun ve ezginin adıdır. Olağanüstü, farklı, özgün, çok sesli bir ezgi olup çalınması ustalık ister.
Sıksara: Çok hareketli bir oyundur. Oyuna, “güzelliğinden ötürü ‘köşklere, saraylara özgü anlamına gelen Sıksaray (Şık Saray)” denildiği ileri sürülür (s. 247-248).
Karşılama: Giresun karşılaması olarak bilinir, ikişer ikişer karşılıklı öbek biçiminde yer tutularak oynanır. El, kol hareketleri, omuz titremeleri, kıvrak dönüşler, el çırpmalar, çöküşler, dönmeler, yer değiştirmeler oyunun en belirgin figürleridir. Usul, Giresun’da 9/8, Görele’de 5/8’dir.
Tarlalalar Salkım Saçak: Giresun’da, Ordu’da Lazutlar Salkım Saçak adıyla oynanır. Karşılama türü bir oyundur. Kadın oyunudur. Bir el bele konulur, diğer el serbest kalır, hafifçe eğilerek ve dönerek oynanırdı. Usul, 4/4’dür.
İnce Oyun (Görele Çiftetellisi): İstanbul çiftetellisinin Görele’de oynanan şeklidir.
Konyalı: Karşılama türü kadın oyunlarından biridir.

Görele Türkleri
Yaylanın soğuk suyu da
Deldi bağrımı deldi
Uç günlük gelin iken de
Bana selamı geldi

Seni gavurun kızı
Hayırsızın gelini
Gelsek omuz omuza da
Sarsam ince belini

Haburadan görünür
Görele ışıkları
Adamı öldürüyu da
Kibar konuşukları

Al aşağı vur dizi
Baban görmesin bizi
Baban görürse bizi
Öldürür ikimizi.

Ay işe diye diye
Fadime diyemedim.
Fadime diye diye
Emine diyemedim.

Atmacayı vurdular
Bir avuç darı için
Gel edelim sevdalık
Babanın canı için.

Sis dağının başında
Kar mısın, boran mısın?
Alacağım kız seni,
Onaltıda var mısın?

Oy dereler dereler de
Neler bilirim neler
Aldı gitti yarimi de
Denizdeki gemiler.

Püsküllüdür püsküllü
Ala gürgenin dalı
Kız babadan mı kaldı
Yalan dünyanın malı.

Görele’den ötesi
Eynesil’dir Eynesil
Vermiyu yari bana
Kör olası nenesi.

Belimde bıçağım
Saldırmadır saldırma
Benim yarimi alana
Allah murad aldırma

Hey Asiye Asiye
Tütün koydum keseye
Sana yazma alayım
Fındıkta veresiye.

---
İmeceler
İmeceler “bel, ekin, ot, mısır toplama, mısır soyma, fındık soyma, odun etme, elma toplama" vb. konusuna göre adlandırılırdı.

İmece sahibi, imeceye gelecekleri akşamdan çağırır, imeceye yalnız öğle yemeği verilirdi. İmecelerde, yalnız olanlara ve hatırlı kişilere karşılıksız yardım edilir, yani “hamiyyet” verilirdi.

Mısır soyma imecesi ekseriya geceleri yapılır. Bu imecelerde ihtiyar kadın ve erkekler uzan hikâyeler anlatır.

Mimari
Görele’de 1945’li yıllarda eski köy evleri genellikle fındık bahçeleri arasında kaybolmuştu. Yüksek köylerde meskenler çok basitleşip bir mutfak ve bir odadan iki ibaretti. Zemin toprak olup, duvarlar yuvarlak taşlardan örülmüştü ve çamurla sıvanmıştı. Bu gibi evlerde tavan yoktu, dam hartama ile örtülü idi.
Kabine/hela, evin önünde bir çukurun etrafı çubuklarla kapatılmış şekilde idi.
Kasabada hakim olan tip taş ve çatma binalardı.
İki katlı evlerin birinci katı sofa, kiler ve mutfaktan ibaretti. Sofadan ikinci kata merdivenle çıkılırdı. İkinci kat, bir sofa, bir kabine/hela ve iki odayı ihtiva ederdi (s. 259).

Evin temel elemanı sayılan mutfak “aşhane/aşgana” olarak adlandırılır. Aşkananın bir bölümünde ocak yer alır.
…ocaklık hem yemeklerin, hem de günlük işlerin konuşulduğu uzun kış gecelerinde ısınma yeridir.
Pencere önüne yerleştirilen sedirlerde kişi dışarıyı rahatça seyredebilmektedir. Yemek yeme ahşaptan yapılan “yer sofrası” ve bakır sinilerde yapılmakta ve aynı kaptan tahta kaşıklarla yenilmektedir (s. 260).

Hemen her evde bulunan kiler, yiyeceklerin depolandığı yerdir. Kiler içinde “ekmek dolabı” ile birlikte “yayık”, yağ ve yoğurt kapları da bulunmaktadır.

Evin dışında mağaza, çöten, fırın ve hela mevcuttur. Mağazalarda, genelde dört ağaç direk üzerine farelerin çıkmasını önleyen engele “kabalak” denir. Mağazalar, kışlık yiyeceklerin yanında hasır dokuma tezgâhlarının bulunduğu, yarma değirmeninin konulduğu yerdir. Tohumluk olarak ayrılan mısır çadarları genellikle bu mağazaların güneş gören yerine asılmak suretiyle kurutulurdu (s. 262).

El Sanatları
El sanatlarının çok az türünde küçük bitkisel veya geometrik motiflerle süslemeler bulunur. Bu durumun genel nedenleri, yumuşak iklim koşullarından dolayı Karadeniz İnsanının her mevsim toprak ve Hayvancılıkla yoğun şekilde uğraşmak zorunda olması, boş vakit bulamaması, tezgâh ve gereçlerin elverişsizliğidir denebilir.

Görele’de en çok üretimi yapılan el sanatların da ağaç işleri ilk sırayı almaktadır.

…şimşir ve kayın ağacından kaşık, kepçe; ladin ve çamdan çeşitli kaplar, sağılır hayvanlar için yem kapları, yayık, yer sofraları, sofra ayakları, ahşap tırmıklar, sepetler, sepet örgüsü iskemleler, el tornasında çekilmiş veya düz tahta beşikler, fındık çubuğundan sepetler vs.

Ağaç kapları oluşturan tahtalar en çok, çam türleri olarak bilinen ladin ve göknar ağacından elde edilir.

Dokumacılık
…yöre kadınları “ip” dokurlar.
Daha çok yük taşımak için kullanılan ipler bugün süs amaçlıdır.

Kenevir bitkisinden dokuma işleri yapılırdı.
Kenevirden keten bezi; pamuk ipliğinden Peştamal, Keşan, Çarşaf, Yazma, Peşkir ve Kaput bezi; yün ipliğinden çorap ve atkı üretilirdi.

Ağaç İşçiliği
“şelek” yapımı önemlidir.
Bu sepete bir ip bağlayarak bele bağlanır ve fındık toplanır. Büyükleriyle de kadınlar sırtlarında yük taşır.
Şimşir kaşık, külek, kot, kufa, tekne, tırmık, gelberi, yayık, oklava, merdane, sandalye, havan, hedik, tarak ve alet saplıkları ağaç işçiliğinin yakın geçmişe kadar üretimine devam edilen ürünleridir.
Görele’nin Şahinyuva köyünde de tamamen el sanatı olarak beşik yapılmaktadır.

Sepetler en çok fındık çubuğundan yapılmaktadır.
Yaklaşık 1 m. boyunda kesilen dallar ve sürgünler önce 2-3 gün bekletilir, ardından bir süre ılık suda bırakılan çubukların nemliliği artarak suya doyar.
…yarılan dallardan çıkarılan yassı kuşaklara "zon” ya da "öz” denir. Zonlar, bıçakla düzeltilerek yaklaşık 2 mm. kalınlığa kadar inceltilip örgüde kullanılacak hale getirilir (s. 267).

Maden İşçiliği
Görele’de faaliyet gösteren demirci ustaları daha çok pencere, kapı, balkon ve korkuluk demirleri yapmaktadırlar.

Deri İşçiliği
Yöremizde eski yıllarda, sığır ya da öküz derilerinden "çarık” üretilirdi. Günümüzde ise üretilmeyen çarıklar, eskiden kalma şekliyle süs ve antika olarak mekânları süslemektedir.

İnanışlar
Olağanüstü birtakım olaylar cinlerle ilişkilendirilerek anlatılır. Bu anlatıların hemen tümünde mekân ıssız ve karanlıktır, yine pek çok cin anlatısında olay, değirmenlerin etrafında geçer. Bundan dolayı da cinlerin su kaynaklarına yakın ıssız yerlerde görülebileceği inanışı yaygındır.

Adamın biri mısır öğütmek için değirmene gider. Değirmenin taşını döndürecek olan su oluğunun kapağını açar, değirmen taşı dönmeye başlar. Öğütülecek mısırın büyüklüğünü ayarlamaya çalıştığı sırada biri oluğun kapağını kapatır ve taş dönmeyi durdurur. Adam çıkıp bakar, etrafta kimse yok. Oluğu yeniden açar ve değirmene döner. Taşı ayarlarken su yine kesilir. Öfkeyle çıkar dışarıya. Yine kimseyi göremez. Birkaç defa bu olay tekrar edince suya müdahale edenin insan değil cin olduğunu anlar ve değirmeni terk edip evine döner (s. 284).

Halk Takvimi
İnsanlar işlerini saate göre değil namaz vakitlerine göre ayarlar. Bundan dolayı da güneşin konumuna göre günü çeşitli bölümlere ayırabilirler:
Seher: Sabahın açılmağa haşladığı zaman, tan vaktidir.
Sabah: Gündüzün başlangıcı, güneş çıkrıktan sonra öğleye kadara olan vakittir.
Kuşluk: Sabah ile öğle arasındaki vakit.
Öğle: Gün ortası
Öğleüstü: Öğle vaktine yakın.
Öğleyin: Öğle vakti
İkindi: Öğlen ile akşam arasındaki namaz vakti.
İkindiüstü. İkindiye yakın.
Akşam: Güneşin batış zamanı. Akşam vaktine “dar vakit” de denilir.
Akşam günü: Günün öğleden sonraki kısmıdır.
Akşamüstü: Akşam vaktine yakın.
Yatsı: Güneş battıktan iki saat sonraki vakit.
Gece: Yirmi dört saatlik günün karanlık kısmı.
Gece yarısı: Gecenin ortası. Alafranga saatle 00.00.

Görele’de ay adları
Resmî
Yerel İsmi
Ocak
Zemheri
Şubat
Gücük
Mart
Mart
Nisan
Abrul
Mayıs
Mayıs
Haziran
Kiraz ayı
Temmuz
Orak ayı
Ağustos
Ağustos
Eylül
İstavrit
Ekim
Darı
Kasım
Üzüm ayı
Aralık
Karakış

(s. 286)

Yerel takvimde Mart ayının ilk 12 gününün hava durumu, yılın 12 ayının hava durumunu tahmin etmek üzere denenir. Buna “Tekerleme” veya “Çoban Sayımı” denir. Bu sayım Darı ayından başlar, yerel takvimde Mart ayının ilk günü Darı ayına işaret kabul edilir. O gün hava açık ise Darı ayında da hava açık olur. Diğer ayların hava durumu da bu sıraya göre sayılır.

14 Mart (yerel takvimle Mart’ın ilk günü) eskilerin yılbaşıdır. Buna “Mart bozumu” da denir.
Mart’ın birinci günü yılbaşı olduğu için kimse kimseye misafir gitmez. Yılın ilk günü sabah erkenden, eve yakın bir su kaynağından su alınır evin köşelerine serpilir. Gün boyunca evin kapısı açık tutulur. Eve sadece ayağının uğurlu olduğuna inanılan kadın ve çocukların girmesine müsaade edilir.
Yılın ilk gününde evlerde sırgan çorbası pişirilir ve çorbaya bir tane mavi boncuk atılır. Mavi boncuk kimin kaşığına gelirse ekin zamanı tarlaya ilk ekini o kişi atar.

Görele halkının inanışlarından birisi de her yıl Mayıs’ın 7, 17 ve 27’sinde köylülerin “Derekulağı” denilen yerde kayıklı yedi defa dönmeleri ve yıkanmalarıdır.
O gün köylerden çoluk-çocuk, yeni elbiselerini giyerek Derekulağı denilen yere giderler. Kayıklara binerek Derekulağını yedi defa dönerler. Geri gelince yerden yedi çift ve bir tek taş alarak denize atarlar. Böylece dertlerini denize atmış olduklarını kabul ederler.

Kiraz ayının 7, 17 ve 27’sinde çocuğu olmayanlar, dertli olanlar şifalı olduklarına inandıkları Tirebolu-Bada köyündeki “Acısu’ya gider, bu suda yıkanırlar, etrafında bulunan dallara, bitkilere, otlar üzerine çaput bağlarlardı (s. 287).

Batıl İnançlar
Evden çıkarken kedi veya köpek görmek, baykuş sesini ve köpek ulumasını duymak, elde ele sabun veya makas vermek, Salı günü iş yapmamak veya yolculuğa çıkmak, Cuma günü çalışmak, iki bayram arasında nikâh kıymak, Cumartesi günü yorgan kaplamak, insan üzerinde iken elbisenin söküğünü dikmek uğursuzluk sayılmış; buna karşılık at nalı, kurt dişi, leylek kemiği, inek veya koç boynuzunu taşımak yahut evin dış kısmına asmak uğurlu kabul edilmiştir (s. 288).

Alnındaki saçları dik, yukarı olanların aksi olacağına inanılır.
Ara sıra güz dalarsa uzaktan konuk geleceğine inanılır.
Ay, hilal halinde iken toplanan elmaların çürüyeceğine inanılır.
Ayağın altı kaşınırsa uzak bir yere gidileceğine inanılır.
Ayakkabıların üst üste durmasıyla o eve misafir geleceğine inanılır.
Bacak arasından geçen çocuğun boyunun kısa olacağına inanılır.
Bebekler elbisesini ters giyerlerse büyüyünce yüzsüz olacaklarına inanılır.
Bebeklerin tükürmesi yağmur yağacağına işarettir.
Cenazeden gelirken eve girmeden önce el ve yüz çeşmede iyice yıkanır.
Cuhar, ishal olanlara solucan suyu içirilir.
Çocuğu olmayan kadına çocuğu olan kırk hamile kadından para toplanarak elbise yaptırılır.
Derelerdeki göllere taş atılırsa yağmur yağacağına inanılır.
Dökülen saçın yeniden çıkması için başa barut sürülür.
Ellerde çıkan siğillerin içi oyularak barut konulursa iyileşeceğine inanılır.
Erkek çocuklar yaşları tek iken sünnet edilir. Aksi durumda, çocukları olmayacağına inanılır.
Eve gelen örümceğin cadı olduğuna inanılır.
Evin çok yakınında kuş öterse haber geleceğine inanılır.
Hıdrellezde gelberi, meğel ele alınmaz.
Kulak ağrıdığı zaman bir ibrikte su kaynatılarak ağzına bez bağlanır. Kulak sıcak su buharına tutulur.
Mart ayında görülen yılan öldürülürse, o yılın hayırlı olacağına inanılır.
Ocak başında yalanan kedinin havaya bakarsa yağmur yağacağına, ateşe bakarsa güneş açacağına inanılır.
Solucanlar yerden çok çıkarsa yağmur yağacağına inanılır.

Nazara uğramaya en elverişli kimseler çocuklarla, güzellikleri, becerileri herkesin hayranlığını uyandırmış kişilerdir.
Eve gelen kişinin ardından kırılan ya da çatlayan eşyanın nazar yüzünden kırıldığına ve kırılmasının iyi olduğuna, evdeki nazarın gittiğine inanılır. Nazara insanların yanında mal, mülk, at, inek gibi büyükbaş hayvanlar, evler de nazara uğrayabilir.

Nazardan korunmak için çeşitli yollara başvurulur. Bunların başında nazarlık gelir. Bir başka koruma yöntemi de “kurşun döktürmektir.” Kötü huylu ve kıskanç kişilere kurşun döktürülmez.
Ocağın üstüne bir tencere su konulur. Bu suyun içine soğan, ekmek parçası ve toplu iğne konulur. Isınan suyun içine ağzı yuvarlık ve derin kurşun dökme kepçesiyle ısınan kurşun dökülür. Çıkan sesler ve kurşunun aldığı şekiller yorumlanır. Bu işlem üç kez yapılır. En sonuncusu kapının eşiğine dökülür. Böylece ev ve içindekiler de nazardan korunmuş olur. Eşiğe dökülen kurşun kapının üstüne asılarak korunur (s. 291).


Yerel Sözlük

Abrul: Yerel takvimde Nisan ayı
Ağıltı: Sulu ayran
Akuru (aykırı): Yamaca paralel
Alaf: Ot, yeşillik
Alamuk: Havada güneşin görünmeyip sıcağın hissedilmesi
Alavuz: İki yüzlü, fesat
Andal: Küçük göl, sazlık
Annak: Meydan, aydınlık yer
Anuk: Nane
Ardaf: Görgüsüz
Aruk: Zayıf
Atlamak: Fındık ağaçlarının budanması
Avu, Ağu: Ormangülü
Avuz: Doğurduktan sonra ineğin verdiği ilk süt
Ayam: Hava durumu
Ayama: Lakap

Bağlak: Taştan örülmüş bahçe duvarı
Başşak: Fındık sonu toplanan artık
Bayak: Biraz önce
Bazlama: Sac üzerinde yapılan mısır ekmeği
Bezenne: Bezelye
Bıldır: Geçen yıl
Bosamak: İneğim çiftleşmek istemesi
Bucaklık: Mutfak
Bun: Sıkıntı
Bük: Dere kenarlarındaki tarla, bahçe
Bürüncek: İnce, beyaz renkli başörtüsü

Calpama: Yoğurdun çırpılması
Camadan: Yün veya kıldan dokunmuş sırt çantası
Canak/Caranak: Sağanak yağmur
Caplama: Bir yüzünde ağacın dış kabuğu olan tahta
Caydak: Çıplak, açık
Cemek: Ucuna madeni çatal takılmış balık oltası
Cenik: Sahile yakın köyler
Cıdık: Kuş yakalamak için kullanılan tuzak
Cındık: Küçük
Cıpban: Alkış
Cicik: Küçük meme
Cilim: Su geçirmeyen çamur
Cöbre: Posa, üzüm posası

Çakıldak: Ham, olmamış
Çangal: Sırık
Çarpı: Yüksek dallardaki meyveleri toplamaya yarayan uzun sopa veya dal parçası
Çavun: İz
Çebiş: Bir yaşındaki keçi
Çeç: Bozuk para, ayıklamış fındık
Çeküm: Ökse otu
Çellemek: Donmak üzere, üşümüş
Çenti: Küçük bez çanta
Çırnık: Küçük tekne, filika
Çimmek: Yıkanmak
Çort: Dikenlik
Çöğör: Kesildikten sonra mısır bitkisinin toprak üstünde kalan kısmı ve kökleri
Çöğür: Mısır bitkisinin kurumuş gövdesi
Çömen: Otluk
Çöör: Mısırın köke yakın dip kısmı
Çöte: Fındık toplama sepeti

Dalamak: Köpek ısırığı
Davun: Veba
Debertmek: Karıştırmak
Depük: Depük, kuru ıslak olmayan yer
Dıbıç/Dobuç: Kötü anlamımda kullanılır
Dıgıllama: Bilyenin yer eğilimine uygun şekilde yavaşça atılması
Dırmaç: İp
Dıvıldak: Hareketli
Dim: Bilyenin yüksekten atılması
Dobuç: Ucu sivri olmayan
Domal: Barbunya
Dombak: Kestane
Dübek/Düdek: Çiçek açtıktan sonra olgunlaşmayan meyve
Eğen: Üst-baş, çamaşır
Eğin: Elbise
Emen: Kale, üs
Emlek: Tutam
Eşün(eyşün) / Evşün: Mangal için kullanılan düz kürek
Evsi: Ucu yanmış odun
Evza: Kibrit

Faşırtı: Parazit
Ferik: Tavuğun yeni yetişeni
Foltak: Gevşek, bol, geniş
Fösük: Telaffuz bozukluğu olan kimse

Gabalak: Dere kenarlarında yetişen, geniş yapraklı bir ot
Gabartlak: Çok iri
Galaş: Denizde, rüzgârdan oluşan köpük
Galemlik: Baca
Galuk: Evlilik çağına gelmiş kız
Gambak: Kel
Gandak: Özentisiz dikiş atmak
Garabazar: Aşağı yukarı
Garamuk: Hastalıklı, bozuk fındık
Garduf: Patates
Gatık: Ayran
Gavsul: Çotanak, fındığın yeşil kabuğu
Gayda: Türkünün güftesi
Gelek: Yaprak, sayfa
Gendeme: Kalın çekilmiş mısır
Gevgene: Yünden yapılmış, kalın örgülü battaniye
Gıçmuk: Kalça vurmak
Gıdık: Çok küçük sepet
Gışmık: Hayvan tekmesi
Girebi: Ağzı düz küçük balta
Girinti: Ağzı orak biçimli küçük balta
Gobuzlanmak: Övünmek
Got: Ölçü birimi, 5-6 kiloluk ahşap kap
Gozak: Olmamış meyve
Guvak: Saçtaki kepek
Guytak: Çukur
Guz: Güneş almayan gölgelik
Gübür: Toz ve pislik parçaları
Güdüne: Taneleri üzerinde olan mısır koçanı
Güvenek: İri sinek

Halaput: Fena, kötü durum
Harar: Büyük sırt sepeti
Hasıramak: Hızlıca nefes almak
Haşa: Külle çamaşır pişirip temizleme
Hennük: Yağmurdan sonraki ıslak toprak
Hışır: Eski, çirkin
Ho: Su
Hozan: Nadasa bırakılan yer
Hölümek: Islanmak
Höşül: Pis bulanık yer

Işga: Fındık üğümlerinin (ağaçlarının) dibinde çıkan sürgün
Işkın: Taze fındık dalı

İlistir: Süzgeç
İlki: Fındık ağacı

Kakmuk: Yumruk
Kamit: Kupkuru
Karamuk: Bir fındık hastalığı
Keçemen: Kertenkele
Kelem: Lahananın gövde kısmı
Kelif: Eğreti baraka
Kemçük: Elma - armut artığı
Keme: Farenin büyüğü
Kemre: Hayvan gürbesi
Keş: Yağı alınmış ve kurutulmuş süzme
Keşik: Sıra
Kitlik: Küçük sabun parçası
Kösmük: Sigaranın izmariti
Köstüre: Çevirmeli bileği taşı
Kufa: Tahtadan su kabı, kova
Külek: Ahşap, süt, yoğurt kabı
Küpü: Baltanın sırtı
Kürül: İri taneli bezelye

Lem: Nem
Lenger: Madeni büyük ve derin tepsi
Lığ: Derenin getirdiği çamur
Löngöz: Derelerde derin ve anafoz yerler

Mada: İştah
Mahna: Sebep
Mazı: 4 direk üzerindeki kiler
Meel: Küçük geniş çapa
Meğel: Bel, Kazma
Meh: Al
Miras: Bilye
Mızgıç: Cimri
Mudara: Sağlam olmayan

Nardek: Üzüm pekmezlerinden yapılan içecek
Nehri: Kötü anlamda erkek çocuk
Nifi: Kötü anlamda kız çocuğu

Obuz: Küçük dere

Öğürsemek: İneklerin boğa istemesi
Öse (Ösevi): Küçük dere
Öveç: İki yaşında erkek koyun

Paaç: Mısır hamurunun kor halinde ateş içine taflan yaprakları sarılarak konulması suretiyle pişirilen somun görünümlü mısır ekmeği
Pahal: Kıskanç, çekememezlik
Paldır: Yüksek boylu yeşillik
Pasa: Devamlı
Pe: Taştan tarla seti duvarı
Pelit: Meşe ağacı
Peşko: Soba
Pıddak: Patlamış mısır
Pool/Poğul: Suda ya da ateşte pişmiş taze mısır
Pur: Sertkumlu toprak

Sabliye: Madeni kepçe
Samaksa: Üzüm ve mısır unuyla yapılan bir tatlı türü
Sasuk: Tatsız, tadı olmayan
Say: Kayalık
Sef: Yanlış
Sekmen: Tahta iskemle
Serenti: Dört direk üzerinde kurulan kiler
Sıbıç: Sap
Sıpartlamak: Gömleğin kollarını yukarı kıvırmak
Sırtarmak: Alaylı gülmek
Sıypuk: Kafayı yemiş
Sifdiye/siftin: Birinci, ilk
Sinenmek: Saklanmak
Sökütmek: Çıkarmak, soyunmak
Sun: Uzat
Susak: Su kabağı

Şalak: Aşırı olgunlaşmış, tohumluk salatalık
Şelek: Sırtta taşınan sepet
Şennik: Evin önündeki sebze bahçesi
Şişek: Bir yaşında dişi koyun

Taflan: Karayemiş. Karadeniz’de çok yaygın olan kiraza benzer boyutta ve renkte meyveleri olan bitki ve meyvesine verilen ad
Tam: Küçük sundurma veya kapalı oda
Taran: Derelerde kaya altlarındaki oyuk
Tenteş: Eş, akran
Terçimek: Eriyip sulu hale gelmek
Tevek: Asma dalı
Tike: Küçük parça
Tili: Seçici seçen
Tıngildemek: Kımıldamak
Tirki: Hamur teknesi
Tirmit: Bir çeşit mantar
Tivsi: Balık yavrusu
Tohtamak: Durmak, dinmek
Tokalak: Yuvarlak
Toklu: Erkek kuzu
Topur: Çoklu fındık çotanağı
Torsuma: Küflenmek
Tösbermek: Ekmeğin yeteri kadar sıcak olmadığı için kabarmaması
Tufal: Kırıntı

Uslu: İleri gelen büyükler
Uyra: Rüya

Üğüm: Fındık ağacı

Vekle: Parça

Yafıratmak: Koymak
Yağlaş: Bir hamur işi
Yal: Hayvan yemeği
Yalavu: Alevin ısısı
Yangabiz: Eğri, hileli
Yavuk: İçi boş
Yavuncumak: Heveslenmek
Yaykın / Yeykin: Kızılağaç
Yehetmek: Koymak
Yuka: Sığ su
Yülemek: Ucunu sivritmek

Zat: Hiç
Zavırtlak: Sonuçsuzluk
Zeğele: Akşam
Zıbarmak: Ölmek
Zıbçık / Zıbıç: Sap
Zırtaboz: Kavgacı

---
Bilir, Ali. (2007), Geçmişten Günümüze Görele, Kitabevi Yayınları, İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder