Kamuran Özdemir - Cumhuriyet Döneminde Şapka Devrimi ve
Tepkiler
Türklerin İslamiyet’i kabulüyle, sarık dinsel nitelik
kazanmıştır. Ancak zamanla fes sarığın yerini almıştır. Mustafa Kemal, şapka
devrimini gerçekleştirdiği zaman şapkaya “gâvur işi” deyip karşı çıkılmıştır.
Kadın giysisinde de İslamiyet’in kabulüyle örtünme olgusu günlük hayata
girmiştir. Çağdaşlaşmanın etkisiyle kent kadını giyimi ile kırsal kadın giyimi
arasında farklar belirmiştir. Halkın giysisinde birliktelik yoktur.
Cumhuriyetin ilanıyla halkın kıyafetine düzen getirmek isteyen Cumhuriyet
Hükümeti, yeni ulusa kimliğini kazandırmak için dış görünüşe el atmıştır.
Giriş
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, Günlük hayatı Batıya
uydurma çabaları giyim kuşamda da kendisini gösterdi. II. Mahmut döneminde,
setre pantolon, Frenk gömleği, boyun bağı giyilmeye başladı; erkekler saçlarını
uzatıp, bıyıklarını kestiler.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uygulamaya konulan
devrimlerle Türkiye’nin çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırılması hedeflenmişti.
Çalışmanın birinci bölümünde; Türklerin tarih boyunca
Cumhuriyetin ilanına kadar olan dönemde kullandıkları giysi ve başlığın evrimi
kadın ve erkek giyiminde çeşitlilik ve değişiklik incelenmiştir.
…ikinci bölüm şapka devriminin yeri ve rolü sorgulandı
Üçüncü bölüm ise “bulgular ve yorumlar” kısmı olup şapka
devrimine ve genel olarak yapılan değişimlere karşı ülkede meydana gelen
tepkiler incelenmiştir. Tezin dördüncü bölümünü, şapka devriminin yurt
dışındaki etkileri oluşturmuştur.
Birinci Bölüm
Cumhuriyet Öncesinde Türklerde Giyilen Başlıklar ve Giysiler
Eski Türklerde giyilen kalpak, Selçuklu ve Osmanlı
Türklerinde yerini çeşitli renklerdeki serpuşlara (başlıklara) bıraktı. En çok
kullanılan başlıklar; börk, kallavi, kafes, kalafat, selimi, düz baş, horasanî,
serden geçti, keçe, üsküf, külah, takke, sarık ve festi. Başlıkta bir birlik
olmamakla birlikte, toplum hayatında öyle önemli bir yer edinmişti ki, mezar
taşlarına bile ölen kişinin kimliğini belli edecek biçimde başlıklar
yapılmıştı.
Adını Fas’ın Fez kentinden alan, kırmızı çuhadan yapılmış
saksı şeklinde ve arka tarafı siyah püsküllü olan bu başlığın kullanılması
emriyle birlikte, Tunus Beylerbeyliği’nden elli bin adet fes sipariş edildi.
Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte örtünmeyle tanışan
kadın giyimindeki bütün değerlendirmeler Nur suresi 30 ve 31. ayetleri ile
Azhab suresi 59. ayetine göre yapıldı.
Yüzün yarısını kaplayan yaşmağa ise 17. yy.da rastlandı.
Dış giyimin çeşitlenmesinin ardından, örtünme ile ilgili ilk
yasak 1725’te geldi. Bu yasaklarda Müslüman Osmanlı kadınlarının Hıristiyan
kadınlara benzememek için “koyu renkli giysiler yerine renkli giysiler
giyinmeleri” gerektiği şeklinde olduğu gibi bazen de “Müslüman kadına yakışan
tek giysi” olduğu iddiasıyla “renkli giysiler yasaklanıp çarşaf giymeleri”
istenmekteydi.
1754-1757 yıllarında padişahlık yapan III. Osman döneminde
ise kadınların sokağa çıkmaları yasaklanmış, çıkmak zorunda kalanların ise
yüzlerini siyah ve kalın peçe ile örtmeleri zorunlu olmuştu.
Kırım savaşı sırasında (1853-1856) İngiliz ve Fransız subay eşlerinin
Batı modasını İstanbul’a taşımaları bu değişim sürecini hızlandırdı.
1872’de feraceler “zar” denilen çarşaflarla birlikte
kullanıldı.
…çarşafın kadını tümüyle kapatması sakıncalı gören Saray,
kadınların çarşaf giymesini yasakladı.
1890 senesinde Sultan II. Abdülhamit kadınların çarşaf
giymelerinin yasaklanmasını emretti.
II. Meşrutiyetle beraber Genç Türklerde fesin yerine yeni,
ancak şapka olmayan bir başlık koyma çabaları görüldü. 1908 İhtilalcilerinin
büyük kısmının başında, Orta Asya’dan Türklerin getirdiği, fakat sonradan
yalnız Hıristiyan reayanın kullandığı, 19. yüzyıl ortalarında onların da
kafalarından attıkları kalpak vardı.
31 Mart Olayı bastırıldıktan sonra ordu için yeni bir
nizamname hazırlanarak yeni bir başlık kabul edilmesi zorunluluğu belirdi. 18
Haziran 1909 tarihinde kara ordusu nizamnamesi hazırlanarak bütün askeri
sınıflarda resmi başlık olarak haki renkli kalpak kabul edildi. Birinci Dünya
Savaşı’nın sonuna kadar da subayların özellikle tören başlığı olarak
kullanıldı.
1911 ’de Trablusgarp savaşına katılan subaylar Afrika
güneşine dayanamayıp şapkalarını katlayarak kullanmaya başladılar. Bu şekilli
başlıklar Balkan Savaşları sırasında “Enveriye başlık” olarak kullanılacak başlıklara
dönüşecekti.
1913 yılına gelindiğinde dönemin Batıcılarından Kılıçzade
Hakkı’nın İçtihat Dergisinde yayınladığı “Pek Uyanık Bir Uyku” adlı
makalesinde, “Padişahtan ere kadar herkes yerli kumaş giyecek, asker siperliği
olan başlık (şapka) giyecektir.” diyerek Batılı anlamda başlıkların askere
giydirilmesi gerektiği fikrini savundu (s. 22).
Kurtuluş Savaşı ortamında hava tümüyle şapkanın aleyhineydi.
Halk arasında kötülük yapan bir Hıristiyan “gâvur”, çok kötüsü ise “şapkalı
gâvur”du.
II. Meşrutiyet'in ilanıyla kapalı giyim aleyhine yayınlar da
artış görülerek, Paris modasını takip eden dergilerde elbise ve tuvalet
reklâmları yapılır hale geldi.
Batıcıların en önemli liderlerinden olan Abdullah Cevdet,
II. Meşrutiyet döneminde örtünmeye karşı savaşı ilk veren kişiydi.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, “kadın ve tesettür”
sorununa klasik fıkıh açısından bakarak “tesettürün” kadının “iffetini” koruyan
bir işleve sahip olduğu, örtünme ile kadının sosyal pozisyonu arasında bir bağ
kurulamayacağı yönünde ki fikirlerini, “Örtünün şekli, şümulü yoktur”
sözleriyle destekledi.
1912’de Yunanlıların işgalinden kaçıp İstanbul’a gelen
göçmenlerle İstanbul ve birkaç büyük kentte İslâmi gelenekten oldukça uzak
giyim-kuşam ve yaşama biçimleriyle Avrupa modası Avrupa mallarının tüketimi
kadınların hayatına girdi.
1914’te Emniyet Müdürlüğünün mührünü taşıyan bir kararname
ile Türk kadınlarının ince kumaşlardan yapılmış çarşaf ve yeldirme giymeleri
yasaklandı. Kararnameye göre, çarşafın üst kısmı kolları örtecek uzunlukta, alt
kısmı ise bacakları örtebilmesi için boyu ayak bileklerine kadar uzun olmalı,
yeldirme altına giyilmiş elbisenin kesiminde de olmamalıydı. Örtü, başı tamamen
kapatmalıydı. Yönetmelik de tanımı yapılan giysilere uymayan kılıkları
değiştirmek içinde iki hafta zaman tanındı.
1915’de devlet dairelerinde iş saatlerinde çarşafın
çıkarılmasına izin verildi (s. 30).
İkinci Bölüm
Şapka Devrimi
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temeli
Milliyetçilik, Halkçılık ve Laiklik üzerine inşa edilmişti. Ankara’daki İngiliz
Büyükelçisi Lindsay’ın 1925’te hükümetine gönderdiği raporda; “Çağdaşlaşmak
genç Türkiye Cumhuriyetinin politikasının yüreğidir, ruhudur. Ulusçuluk ve
laiklikte el ulaklarıdır ” cümleleri,
Türkiye’nin aldığı yeni şekli belirtiyordu. Yeni ülkeye yeni
çehre kazandırmak ve
Atatürk’ün kafasındaki modele ulaşmak için takip edilmesi
gereken yol Avrupa’yı örnek almaktan geçiyordu (s. 40).
Bakanlar Kurulu, 2 Eylül 1925’te tekke ve zaviyeleri
kapatan, din adamlarının giyeceği kıyafet ile devlet memurlarının halkla aynı
biçimde giyinmesini belirleyen üç kararname çıkardı.
Tekkeleri kapatan kararnamenin gerekçesinde, “memleketin her
tarafında kendiliğinden ulema kıyafeti giyenlerin, bu durumu kendi çıkarlarına
göre kullandıklarının görüldüğü” ifade edildi…
Şapka yavaş yavaş günlük hayata dahil olmaya başladığı için
şapkanın kullanma kılavuzunun da belirlenmesi gerekliydi. Bunun için 5 Ağustos
1925 tarihinde yayınlanan bir genelge ile bütün devlet memurlarının şapkayı
nasıl kullanacakları belli kurallara bağlandı. Memurların çalışma alanlarında
ve bir üst makamda bulunan görevlinin yanına girerken başlarının açık olacağı
belirtildi. Baş açık iken yapılacak resmi selamlaşma bir üst makamda bulunan
kimseleri baş ile beraber vücudun üst kısmını hafifçe öne eğmek şeklinde
olacaktı.
Şapka giyen birisi dışarıda karşılaştığı insanları,
şapkasını sağ eli ile başından alarak selamlayacaktı. Alelade selamlarda
şapkayı biraz kaldırmak, hatta elini şapkanın kenarına dokundurmak yeterliydi
(s. 53).
Şapka kanunu çıkar çıkmaz köprünün iki başı ile anayol
kavşaklarına yerleştirilen polisler fesleri ve feslileri toplamaya başladılar.
İstanbul’da hamallar feslerini toplayarak Boğaza attılar. Kızılay da fes
toplama kampanyasına girişerek topladığı fesleri yoksullara terlik yaptırdı (s.
60).
…peçe ve çarşafın yasaklanması hakkında herhangi bir resmi
karar alınmadı. Kanunla yasaklamak yerine, teşvikle önlem alınması yolu izlendi
Trabzon İl Genel Meclisi, 11 Aralık 1926 tarihinde peçenin
kaldırılması kararını oy birliği ile Valiliklere bildirdi.
Kadınların çarşaf ve peçe kullanmasının yasaklamak yolunda
yasal düzenlemenin gündeme getirilmesi ancak Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP)
1935’teki kongresinde söz konusu oldu.
Cumhuriyet rejimi, İslâm inancının etkisiyle gelişen ve
sosyal yaşamda kadın ve erkeği ayıran gelenekleri yıkmak istiyordu.
Yeni Türkiye Devleti’nin, yeni kadın modelini oluşturmak
için sosyo-kültürel çalışmalar yol gösterici oldu. Batı toplumlarının eğlence
öğesi olan balolar bu sosyo-kültürel çalışmalardan biriydi. Bunda öncülüğü
milletvekili eşleri yaptı. Kadın ve erkeklerin toplu halde bir arada
bulundukları eğlence, sosyal dayanışma, yardım gibi farklı amaçlarla düzenlenen
balolar, yeni Türkiye Devleti’nde kültürel ve
sosyal değişimi sağlamak amacıyla, adeta ideolojik bir araç olarak kullanıldı.
Kadının balolara katılma sürecini park ve plajlarda
görünmesi izledi.
4 Eylül 1925’te İstanbul’da ise Türk kadınları ilk kez bir
baloda güzellik yarışmasına katıldılar.
Gazetelerde her yılın moda danslarının nasıl yapılacağı
yazılırken, bir yandan da dans kursları açılarak bu dans etme modası Türkiye’ye
yayılmaya çalışıldı.
Yapılacak olan baloların ilanları gazetelerin ilk
sayfalarında yer alıyor, hatta balo düzenlemek için komisyonlar kuruluyordu. Bu
komisyonda milletvekilleri bile görev yapıyordu.
Güzellik Yarışması
Böyle bir yarışmaya katılmayı hem “milli bir mesele” hem de
Batı standardına uygun ülke olmanın göstergesi olarak gören Cumhuriyet
gazetesi, 1929 Şubatında “Bizim bu memleketlerden ne farkımız var. Bizim
memlekette güzeller hiçte az olmadığı halde, aynı şeyi biz niçin yapmayalım?”
diyerek, güzellik yarışması düzenleme işini üzerine aldı.
Cumhuriyet gazetesi açtığı yarışmaya 16’ dan 25 yaşına kadar
her Türk kızını davet etti. Gazete, 4 Şubat 1929 tarihinden sonra hemen her gün
baş sayfasının bir köşesini mutlaka güzellik yarışmasına ayırdı.
1 Eylül tarihine gelindiğinde, Feriha Tevfik birinci, Semine
Hanım ikinci, Matmazel Araksi Çetinyan ise üçüncü oldu.
1929 tarihinde “milli bir mesele”, “milli bir görev” olarak
başlayan güzellik yarışması, o tarihten sonra her yıl düzenlendi. 1932 Türkiye
güzeli Keriman Halis, aynı yıl Belçika’da 28 ülkenin katılımı ile gerçekleşen
yarışmada Dünya güzeli seçildi.
…
Yeni bir devlet kurulduğu zaman bu gayri Müslim halka
dokunulmamış, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir”
ifadesiyle vatandaşlıkları belirtilmişti. Bu Müslüman olmayan toplulukların din
görevlileri ve dinsel ibadetleri serbest bırakılmıştı.
Laiklik ve çağdaşlaşma yolunda adımlar atılmış olmasına
rağmen, bu Müslüman olmayan din görevlilerinin giysisine dokunulmamıştı.
Millet Meclisine gönderilen bir layiha ile ruhani
kıyafetlerle sokaklarda dolaşılmasının men edilmesi istendi (s. 85).
Kanuna göre mabetlerden dışarıda ruhani kıyafeti her dinden
yalnız bir kişi taşıyabilecekti.
Üçüncü Bölüm
Tepkiler ve Alınan Önlemler
Türk Devrimleri içinde en fazla direnme, şapka devrimi
üzerine oldu.
Şapka konusunda adı üzerinde en fazla tartışılan kişi, şapka
devrimine karşı çıktığı ve halkı ayaklandırdığı düşüncesiyle Ankara İstiklal
Mahkemesi kararı ile asılan İskilipli Atıf Hoca’dır.
İskilipli Atıf Hoca şapka kanununun çıkarılışından yaklaşık
bir yıl önce, 1924 yılı Temmuzunda “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adında 32
sayfalık bir kitapçık yayınladı.
Atıf Hoca’ya göre, şapka Tanrı tanımayan, dinsizlerin
sembolü olduğu için yalnızca Müslüman olmayan Yahudiler ve Mecusiler
giymeliydiler.
Süleyman Nazif, “hiçbir kazmanın İslâm dinine, bu risaleyi
yazan kalemden daha derin bir mezar kazamayacağını” işaret ettikten sonra, Atıf
Hoca’nın, “dinimize feslerimizin sarığı ve püskülü ile de bağlıyız.”
düşüncesini ele alarak eleştiri konusu yaptı. Süleyman Nazif’e göre,
ilerlemenin önündeki en önemli engeli, fesi ve sarığı dinin sembolü olarak
görenler oluşturuyordu.
Şapkayı giymek istemeyen bir gurup “Eski Türk” ise çareyi
ülkeyi terk etmekte buldu. Cumhuriyete ve şapka kanununa karşı olanlar,
devrimler sırasında Balıkesir, Kastamonu, Bursa, Konya, Samsun gibi illerden Suriye’ye
ve Fransız denetiminde olan Hatay’a göç ettiler (s. 94).
İstanbul’da ise Türklerden kimsenin şapka aleyhine
direnmediği, şapka giymemekte direnenlerin genelde Ermeni ve Yahudiler olduğu
anlaşıldı.
Şapkaya karşı ilk olay 14 Kasım’da Sivas’ta Hükümete hakaret
dolu beyannamelerin duvarlara yapıştırılmasıyla meydana geldi.
22 Kasım’da Kayseri’de, dini politikaya alet eden ve I.
Dünya savaşında şüpheli çalışmaları olan, Şafi mezhebine ve Nakşibendî
tarikatına mensup Mekkeli Ahmet Hamdi ve dört arkadaşının halkı sarık sarmaya
kışkırtmalarıyla bir ayaklanma meydana geldi.
“Şapka İktisası Hakkında Kanun”un TBMM’den çıktığı gün
Erzurum’da, halkın bir kısmı çarşıyı kapatıp, şapka giyilmesine, tekkelerin
kapatılmasına karşı Vali’nin evi önünde; “Biz gâvur memur istemeyiz” diye
bağırarak yaptıkları gösteri ile Erzurum’da ilk olaylar patlak verdi.
Rize'de de şapka inkılâbı ve diğer devrimlere karşı cami
imamı Şaban ve Muhtar Yakup Ağa’nın girişimiyle “Dinsizliğe doğru gidiyoruz.
Hükümeti bu dinsizlikten men etmek gerekir” iddiasıyla bir eylem gerçekleşti. /
Cumhuriyet, (14 Aralık 1925), s.2.
Erzurum’da 24 Kasım 1925 tarihinde Hükümet’in kararı ve
TBMM’nin onayı ile bir aylık sıkıyönetim ilan edildi.
İstiklal Mahkemesi daha şapka kanunu çıkmadan önce şapka giymek
istemeyen muhalifleri yargılamaya başladı. 25 Ağustos 1925’te Burhaniye’nin
Derelikebir Köyü’nden Firuzoğlu Bahri adındaki zat serpuşlar aleyhine ve
hilafet lehine beyanat verdiği için yargılandı. Mahkemede şahitlerin ifadesi
sabit olmakla beraber, bu sözleri sarhoşlukla söylenmiş olduğu anlaşıldığından
serbest bırakıldı.
…bir başka yargılama da 4-15 Eylül tarihlerinde oldu.
Abdülnafi Bey adındaki bir kişi, şapka giymek istemediğini belirtmesine rağmen,
savcının kendisini saf ve cahil bir kimse olduğunu ve suçunun bunun sonucu
doğduğunu belirtmesi üzerine beraatına karar verildi (s. 117).
İstiklal Mahkemesi, Şapka kanunu ile ilgili ilk
yargılamasını 25 Kasım 1925 tarihinde yaptı.
Şafi mezhebine ve Nakşibendî tarikatına mensup olan Mekkeli
Ahmet Hamdi ve dört arkadaşı hakkında görülen davadan idam kararı çıktı.
25 Kasım Çarşamba günü Sivas’a gelen İstiklal Mahkemesi,
bütün Sivas muhtarlarını yargıladı.
İmamzade Mehmet Necati’nin ceza kanununun elli beşinci
maddesine göre idamına karar verildi.
Mahkeme 6 Aralık Pazar akşamı Erzurum’a geldi ve hemen
Erzurum olayı ile ilgili araştırmalara başladı.
Erzurumlu Hafız tutuklanarak Ankara’ya yollandı. Yapılan
soruşturmalar sonucunda İstiklal Mahkemesi, bu ayaklanmayı çıkartanların ve
katılanların hemen hepsinin üzerinde Erzurum’un muhalif mebusların etkisi
olduğu konusunda Hükümeti uyardı.
Olayın hazırlayıcısı Şeyh Hacı Osman’ın Merzifon’a ve oradan
İstanbul’a dönüşünde ise Samsun ve Giresun’a uğradığına dikkat çeken Mahkeme,
O’nun Merzifon’a uğraması ve hayatında hiç gitmemiş olduğu İstanbul’a gitmesi
ve dönüşünden on gün sonra ayaklanmanın çıkmış olmasını şüpheli buldu ve
araştırmayı bu noktadan sürdürmeye karar verdi.
Erzurum’da görevini tamamlayıp Rize ayaklanmasını
soruşturmak üzere bu şehre gelen İstiklal Mahkemesi, 11 Aralık’ta çalışmalarına
başladı. 12-13 Aralık’ta yapılan 143 kişinin yargılaması sonucunda 8’i idama,
14’ü on beşer, 22’si onar, 19’u beşer sene hapse mahkûm edilirken, 80’inin de
beraatına karar verildi.
Rize’den Giresun’a gelen Mahkeme heyeti, 16 Aralık’ta Hükümet’e
karşı halkı ayaklanmaya kışkırtmak isteyen 60 tutukluyu yargıladı.
İstanbul’da tutuklananlar arasında; Mısır gazeteleri
muhabiri ve bazı Türkçe gazetelerin İngilizce mütercimi Ömer Rıza, Mahfel
mecmuası sahibi Tahir’ül Mevlevi, Evkaf Müsteşar sabıkı Şevki ve Nuri Bey’ler
de vardı.
Ankara’ya gelen İstiklal Mahkemesi, 31 Aralık’tan itibaren
görevine başladı.
18 Ocak’taki duruşmada Kararını veren Mahkeme, Molla
İbrahim, Muhtar ve Bayraktar Hamdi, Müezzin Hafız Mehmet, İnşallah Maşallah
lakaplı Ali ve Pekmezci Hüseyin’in birinci derecede suçlu oldukları için
idamlarına karar verdi.
3 Şubat 1926’da Atıf Hoca ve Ali Rıza’nın idamlarına karar
verildi.
Bu olaylarda ağır cezalara mahkûm edilenler, şapka
giymedikleri için değil, şapkayı bahane ederek gerici ayaklanma çıkardıkları,
halkı kışkırtmak suretiyle dini politikaya alet edip vatana ihanet ettikleri
için mahkûm ediliyor, olayların nedeni olarak da kapatılan Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası gösteriliyordu.
Dördüncü Bölüm
Şapka Devriminin Türkiye Dışındaki Yansımaları
Kıbrıs’ta 1878’den beri yönetimi elinde bulunduran
İngiltere, Atatürk devrimlerinin ada Türklerini etkilemesine karşıydı. Mustafa
Kemal’in 1925 yılı Ağustos ayında Kastamonu'ya şapka ile gitmesinin Kıbrıs’ta
duyulmasının ardından, İngiliz Hükümeti resmi kuruluşlara gönderdiği genelge
ile hiçbir kimsenin şapka giymeyeceğini duyurarak, ağır tehditlerde bulundu.
Rauf Denktaş’ın babası hâkim Raif Bey’in görevine şapka ile
gitmesi, İngiliz aleyhtarı olarak adlandırılmasına ve sömürge valisi tarafından
sürgün edilmesine sebep oldu.
Erkeklerin fesi çıkarıp şapka giymelerinden sonra giyim
kuşamda da Türkiye’yi takip ettikleri, Kıbrıs Türk kadınlarının gönüllü olarak
-özellikle de şehirdeki kadınların-çarşafı çıkardıkları, şalvarın yerini ise
kırsalda bile pantolonun aldığı görüldü.
Türk Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal Atatürk’ün kişiliği,
eğitim, kültür ve diğer alanlarda yapılan köklü değişiklikler ve elde edilen
başarılar, Bulgar aydınları ve Bulgar halkı tarafından olumlu karşılanmakla
beraber, kendi ülkelerindeki Türkleri, Cumhuriyet Türkiye’sinin reformlarından
uzak tutmak için çalıştılar.
…bazı giysilerin ibadethaneler dışında giyilmesini
yasaklayan kanunun çıkması, Yunanistan’ın hoşuna gitmedi ve tepkilerine neden
oldu. “Eksik olsun böyle dostluk” diyerek, Türk milletinin dostluğunu
papazların cübbesine tercih ettiler.
29 Ekim 1932 akşamı, Türkiye Cumhuriyetinin dokuzuncu
yıldönümü dolayısıyla, Ankara Palas’ta Atatürk’ün verdiği resmi akşam yemeğine
ve yemeği izleyen baloya Ankara’daki Mısır Elçisi Hamza Bey’in fesle katılması,
Türkiye ile Mısır arasında bir “fes” olayının ortaya çıkmasına neden oldu
“Fes Olayı” Türkiye ile Mısır arasında diplomatik krize
neden oldu.
“Fes Mısır’ın ‘ulusal başlığı’ sayılıyordu. Mısır Elçileri
bunu giymek zorundaydılar. Bundan böyle Türkiye’de Mısır Elçisinin fesine
dokunulmayacaktı. Türkiye Hükümeti bu konuda Mısır Hükümetine güvence
vermeliydi.”
Şah Rıza’nın bütün çabalarına rağmen, şapka kullanmak
İran’da yaygın hale gelemediği gibi, bazen geriye dönüşlerde yaş andı. Ancak
yine de halkı “şapka giymenin dini açıdan suç olmadığı” konusunda ikna etmeye
çalışan Şah Rıza’nın 1941’de tahttan indirilmesinden sonra, İslam’a aykırı
olduğu gerekçesiyle şapka kaldırıldı.
Suriye, var olan Hatay sorunu sebebiyle de Türkiye’nin
uyguladığı devrimleri örnek almak istemeyerek; fes, çarşaf ve peçeye daha sıkı
sarıldı.
Sonuç
Türklerin İslamiyet’i kabulü ve yerleşik hayata geçmeleriyle
birlikte giyim şekilleri de değişmeye başladı.
Osmanlı İmparatorluğunun ilk yıllarında Orta Asya
gelenekleriyle İslamın getirdikleri yan yana yaşadı.
Üç kıtaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu sürekli büyüme
içindeyken Avrupa’da meydana gelen yenilikleri takip edemedi.
II. Mahmut yayınladığı nizamname ile önce askerlerine ve memurlara
fesi giydirip, sonra halka yaymak istedi.
Tanzimat Fermanının ilanıyla İmparatorluk içinde yaşayan her
milletin eşit sayılması sonucu Gayri Müslim kesimde fesi giymeye başladı.
Çarşafın yerini II. Meşrutiyet döneminde mantolar almaya
başladı, etekler daraltıldı.
Giyim kuşam da meydana gelen değişiklikler sonucunda
kadınlar için salon ve moda dergileri yayınlanarak, Avrupa’dan moda dergileri
getirildi.
Cumhuriyet Türkiye’sinde erkeklerin şapka giymeleri için
özel bir yasa çıkarılırken, kadın giyim kuşamında böylesi bir yasal düzenlemeye
gidilmedi.
Kadını erkekle birlikte sosyal hayatın içine çekmek, beraber
yan yana olmalarını sağlamak için balolar düzenlendi.
…
Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Eskişehir, 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder